Cevap: Yılmaz Özdil Sayfası
Bu saatten sonra…
Harddisktirin ordan!
Elinde krokiyle suikastçı yakaladık dediler.
Adam özel kuvvetlerde albay, üç lisan biliyor, sayısız yurtdışı operasyona katılmış, gel gör ki, Ankara Çukurambar şu şu sokak’ı aklında tutamamış herhalde, elinde krokiyle sora sora adres arıyor!
*
Suikastçı, polislerden pet şişeyle su istedi, ani bi hareketle krokiyi yuttu dediler. Kalsiyum Sandoz’a çizmiş krokiyi demek ki, kuru kuru gitmemiş boğazından.
*
Suikastçı subaylar, takip edilmesinler diye gps’siz otomobil kullandı dediler. Malum, bizim subaylar Porsche filan kullanır, astsubaylara genellikle Mercedes tahsis edilir. Uydudan yakayı ele vermemek için reno’ya binmişler anlaşılan.
*
Pantolon uymadı, gömlek verelim misali, Arınç’a suikast uymadı, kozmik odayı inceleyen hâkime suikast yapılacak dediler, askeri plakalı otomobili durdurup, bu defa kaçamadılar, suçüstü yakaladık dediler. Aşçı, marangoz, elektrikçi çıktı. Ankara’da elini sallasan beli silahlı adama çarparsın, bunlar yakalaya yakalaya eli kepçeli er yakaladı. Dinleme cihazı diye fotoğrafı basılan ise, mutfak robotuydu.
*
Aşçı çavuş, Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın lojman aşçısıydı, hatta 31 Aralık’ta gözaltına alındığı için, komutana yılbaşı yemeğini pişiremedi. Yarbay Ali Tatar gibi donanmanın seçkin subaylarını, deniz kuvvetleri komutanına suikast yapacak diye tutukluyorlar, aynı komutan’ın aşçısını hâkime suikast yapacak diye yakalıyorlardı. Bu ne şapşal örgüt birader… Bu ne biçim organizasyon… Subaylar hâkimi vursa, aşçılar komutanı zehirlese, daha pratik değil miydi?
*
Derken… Kazılar başladı. Poyrazköy’den üç lav silahı, ormandan dört el bombası, makilikten mermi, dağlık araziden geline altın bilezik falan, TRT devamlı naklen yayınlıyordu. Diyeceksiniz ki, hepsi tamam da, bilezik nerden çıktı? Üç uyanık, fırsat bu fırsat Ankara Altındağ’da krokiden cephane arıyoruz ayağıyla şakır şakır kaçak kazı yaptı, o kadar olağan hale gelmişti ki, kimse şüphelenmedi, ihbar edilmedi, üç metre derine indiler, Roma dönemine ait 50 milyon dolarlık sikkeler-bilezikler buldular. Yanlışlıkla polise satmaya çalışırken enselendiler.
*
Her akşam televizyonun karşısına oturuyor, dizi seyreder gibi, Zir Vadisi’nde yapılan cephanelik kazılarını seyrediyorduk, ki, Kurtlar Vadisi’nde derin devletin babasını canlandıran tiyatrocu Atilla Olgaç çıktı, Kıbrıs’ta elleri bağlı esir Rum’u alnından vurdum, 9 askeri daha öldürdüm, öldürdükten sonra karargâhta ağlıyordum, burnuma kanlı et kokusu geliyordu, ertesi gün gene öldürüyordum dedi. Havada helikopterden helikoptere atladım, Makarios’un rahibelerini yatağa attım da diyebilirdi. Bizim milletin askerlik palavralarını bilmeyen dünya ayağa kalktı. Halbuki, burnuma et kokuyor falan diyen arkadaş, Kıbrıs’ta topu topu 20 gün kalmıştı, torpilliydi, eline tüfek bile almamıştı, kantinde patates soymuştu.
*
Bilahare, kamyon durdurdular, Türk “silahlı” kuvvetlerine ait “silah” yakaladılar iyi mi… Manşet yaptılar,bu “silah”ların “silahlı” kuvvetlerde ne işi var!
*
Hiç unutmam, yalaka kanalların kadrolu otoritesi olan bi lavuk gazteci, cnntürk’e çıkıp, madem bu silahların gizlisi saklısı yok, neden o zaman Muğla’daki askeri üsten Ankara’ya trenle taşımadılar da, gizli gizli kamyonla taşıdılar diye sordu. Programa katılan öbür yalakalar da, hakikaten yani dercesine başlarını sallayarak onayladılar. Halbuki, Muğla’da tren yok. Ray bile yok.
*
Telefonlarını dinlediler, örgüt için helikopter alacağını söyleyen kadını “tanık” yaptılar. Ama… Helikopter alacak kadar zengin olduğunu iddia eden o kadın, aynı telefon konuşmasında, kontörü bittiği için mesaj atamadığını söylüyordu.
*
2003’te darbe planı yapan generalin küçük bi kusuru vardı, 1998’de ölmüştü.
*
Casus diye içeri tıkılan kızcağızın babasına tutanak imzalattılar, okudum diye tutanağa imza atan baba, kör.
*
Bir ev baskınında ele geçirilen 1939 model antika tabancanın, rakamlarını değiştirdiler, 1993 model dediler. Bir başka baskında ele geçirilen ve uzun namlulu suikast silahı denilen tüfeğin rakamlarını değiştirmediler, çünkü, zaten 1873 yapımı Avusturya-Macaristan imparatorluğu döneminden kalmaydı, rakamları değiştirsen 1783 olacak, ki, daha Fransız ihtilali bile ortada yok!
*
Emekli tümamiral, boşanma davası açtı. Eşi sinirlendi, kocam bir bavul gizli askeri belgeyi sattı diye ifade verdi. Adamcağızı “işte köstebek” diye manşet yaptılar, fotoğraflarını birinci sayfalara bastılar. Gel gör ki, donanmada aynı ismi-soyadı taşıyan iki amiral vardı, biri tuğamiraldi, biri tümamiraldi. Karıştırdılar… “Boşanan köstebek” diye öbür tuğamirali manşet yaptılar.
*
2010’da Balıkesir’de grizu patladı, 14 maden işçisi hayatını kaybetti, yandaş televizyonda yorum yapan badem, aynen şunları söyledi: Darbeci subaylar aralık ayında ifadeye çağrıldıklarında Bursa’da grizu patlamıştı, şimdi tutuklandılar, Balıkesir’de grizu patladı, zamanlama çok manidar değil mi?
*
Ve şimdi rüzgâr dönünce, bugüne kadar olanlar sanki gerçekmiş gibi, utanmadan deniyor ki… Tübitak inceledi; Balyoz, Poyrazköy, amirallere suikast, askeri casusluk davalarında delil denilen harddisk, meğer sahteymiş sayın seyirciler…
*
Bu saatten sonra…
Harddisktirin ordan!
Yılmaz Özdil: Harddisk
Haberler - Yılmaz Özdil
29 Ocak 2014
Cevap: Yılmaz Özdil Sayfası
ÇOK MU ZOR?
Annaneniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken,
Siz, "Aman annane be, boş versene"deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya...
Annane rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini
annaneden alıp, bir kenara yazmadınız ya...
İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten
kurtulamazsınız maalesef.
Ne verirlerse
Onu yiyeceksiniz.
Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz.
Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor.
Bilmeli.
Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata
yapmasını bilmiyor!
Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran...
İşte o nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkum,
maalesef torunlarınız da.
Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için,
İçinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını
kemiriyor sizin oğlan!
Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına
koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu.
Tahin-pekmezi " köylü işi "
vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları
"modernite" sandığınız için,
Daha 10 yaşında çocuklarımız balona döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor,merdiven çıkamıyor.
Size zor geliyor ama, zor mu evde yoğurt yapmak?
İstanbul'un güneşi müsait değil, anlarım, zor mudur İzmir'de,
Antalya'da, Adana'da evde salça yapmak?
Şikayet edip duruyorsun, içine katkı maddesi konuyor, zorla
beyazlatılıyor diye...
İster tam buğday unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde
ekmek yapmak?
Bütün ailen kabız...
Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı-meyveli saçmalıklardan medet
umacagına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı?
Güya, çoluğunu çocuğunu düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun
Eğri büğrü biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun
Ne işe yaradı senin pazara gitmen?
Kocanız da, bu satırları okuyup, size akıl verecek şimdi...
Söyleyin ona, ukalalık etmesin, götürün aktara, hatmi çiçeğiyle
zencefili birbirinden ayırt etsin, ondan sonra konuşsun!
Enginar, börülce, radika, cibes pişirmekten haberin yok;
Gazetelerin tiraj almak için uydurduğu uzmanlarından
fıldır fıldır brokoli tarifleri öğreniyorsun...
Brüksel lahanası yiyerek mi AB'ye gireceğini sanıyorsun?
Çin'den bal getiriyorlar mesela...
Taaa Arjantin'den, Meksika'dan bal getiriyorlar.
Neymiş efendim, içinde genetiği değiştirilmiş organizma olabilirmiş falan...
İçinde tavuk ibiği, maymun kulağı olmadığına şükredin!
Ben iddia ediyorum;
Kaşla göz arasında frankeştayn ürünlere kapıları açan arkadaşlarla,
Amerikan çiftçilerinin avukatı profesörlerimiz, sırf karakovan balına
sahip çıksa, Şemdinli'de, Pervari'de terör bile azalır, terör bile...
Uzatmayayım.
Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.
Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA'sını değiştirdi!
Hurrraaa diye köyden kente göçerken, dışarda tıkınmayı şehirleşme
zannettik. Ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme zannettik.
Dolayısıyla, ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz,
Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz.
Yılmaz ÖZDİL
Cevap: Yılmaz Özdil Sayfası
Haşim Kılıç’ı pek severlerdi.
Yere göğe sığdıramazlardı.
*
Dün okuduk…
Sabah “yargıya siyaset soktu” demiş.
Star “kaba ve sığ” manşeti atmış.
Akşam “Kenan Evren”e benzetmiş.
Güneş “mehdiliğe soyundu” demiş.
Takvim lafı hiç dolandırmamış…
Direkt “paralel” demiş.
Yeni Şafak “muhalefet lideri” demiş.
Akit hangi başlığı uygun bulmuş?
“O artık tarihin çöplüğünde!”
*
E müstahak.
*
Çünkü, bu memlekette hukuk dersi verecek son kişidir Haşim Kılıç… Bu memlekette hukuk guguk olduysa, bu memleketi anayasaya aykırı parti, anayasaya aykırı kadrolar yönetiyorsa, baş sorumlularından biri, Haşim Kılıç’tır.
*
Tayyip Erdoğan’ın kötü adam olması, Haşim Kılıç’ı iyi adam yapmaz.
*
Daha düne kadar aynı tespihin taneleri değiller miydi? İnsanlar sahte sidilerle, yalancı tanıklarla hapse tıkılırken, hukuk cinayetleri yaşanırken, ölümler, intiharlar olurken, gıkını çıkarmadan oturmuyor muydu koltuğunda Haşim Kılıç? Şimdi mi geldi aklına vicdan?
*
Bu memlekette senelerdir insanlara eziyet çektiriliyorsa, adım adım diktatörlüğe gidiliyorsa… Haşim Kılıç gibiler “zamanında” sesini çıkarmadığı için gidiliyor.
*
Sizi bilmem… 12 senedir susan Haşim Kılıç’ın, emekliliğine üç gün kala zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışmasına, Haşim Kılıç gibilerin sorumluluğunun unutulmasına, benim gönlüm ve mantığım razı olmuyor.
*
Ve, 12 senedir adaletsizliklere göz yuman Haşim Kılıç, şu anda bir nevi “ilahi adalet”le karşı karşıya… 12 senedir kendisini alkışlayanlar tarafından linç ediliyor.
*
Sokağa çıkamaz hale getirmezlerse, hatırım kalır!
Kaynak:http://www.ilk-kursun.com/haber/178203
Cevap: Yılmaz Özdil Sayfası
Bayrak
- Gündem — 11 Haziran 2014 Bayrak
xR60BYYılmaz Özdil; 8 şehidimizin toprağa verildiği gün, dışişleri bakanımız, başbakanımızın eşi ve kızıyla beraber Myanmar’a gidip, Myanmarlılara ağlamadı mı?
Elim varmıyor.
Yazmıyorum.
İlla ısrar ediliyor…
“Bayrağı yaz!”
*
Nesini yazayım birader… PKK’nın tanık, TSK’nın sanık olmasına şaşmadınız da, bayrağımızın indirilmesine mi şaştınız?
Habur’da havayi fişekle karşılamalarını, UEFA kupası kazanmış gibi otobüsün üstünde tur attırmalarını yadırgamadınız da, bayrağın indirilmesini mi yadırgadınız?
Diyarbakır’a karışırız diyen Barzani’yi AKP kongresinde onur konuğu yapıp, Türkiye seninle gurur duyuyor diye alkışlamalarından rencide olmadınız da, bayrağın indirilmesinden mi rencide oldunuz?
*
Saçılıma karşı çıkanlara “iki cihanda lekeli” demediler mi?
Türkülerinde “barutun kokusu düştü burnuma, dört bir yana istiyorum dibinden patlatayım, adamlar gibi dağlara düşeyim, tutmak istiyorum Kürdistanımı” diyen Şivan Perver’e, barış güverciniymiş gibi, düet yaptırmadılar mı?
*
DEP kongresinde, HADEP kongresinde, DEHAP kongresinde, DTP kongresinde, BDP kongresinde, Ankara’nın göbeğinde, bayrağımız indirilmedi mi?
BDP milletvekilleri, kameralar önünde, göstere göstere, Kalaşnikoflu teröristlerle sarılıp kucaklaşmadı mı?
Tayyip Erdoğan’ın akıl hocalarından olan AKP milletvekili “PKK’nın zulme karşı mücadele ettiğini” söylemedi mi?
AKP yöneticisi “Türk yoktur” demedi mi?
“Ulus devlet Allah’ın belasıdır” diyeni, “Türk üst kimliği bölücüdür” diyeni, “devletten yana değil, dağdakiyle birlikte yaşamak isterim” diyeni, “Türk bayrağı demeyelim, Türkiye bayrağı diyelim” diyeni… “Akil adam” yapmadılar mı?
*
“PKK’yla masaya oturduğumuzu iddia edenler şerefsizdir” diyen Tayyip Erdoğan, kiminle masaya oturdu?
Apo’ya Diyarbakır meydanında “Ulusa Sesleniş” konuşması yaptırmadılar mı?
“TSK cami bombalayacaktı” iftirasını aylarca manşet yaparlarken, “isteklerim yerine getirilmezse 50 bin kişiyle halk savaşı olur, bundan önce yaşananlar devede kulak kalır” diyen Apo’nun, İmralı tutanaklarını sansürlemediler mi?
Apo açık açık “AKP’yle ittifaka gireceklerini, kendi isteklerinin yerine getirilmesi karşılığında Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını destekleyeceklerini” söylemedi mi?
Bizim yalaka basın, koşa koşa gidip, Kandil’deki basın toplantısını naklen yayınlamadı mı?
Devletin valisi “Abdullah Öcalan’ı takdirle karşılıyorum” demedi mi?
*
Apo posteri taşımak suç olmaktan çıkarılırken, otomobiline Atatürk posteri yapıştıranlara trafik cezası kesilmedi mi?
19 Mayıs yasaklanırken, TC kaldırılırken, PKK bayrağı serbest bırakılmadı mı? PKK bayrağıyla alakalı suç duyurusunu inceleyen savcılık, “sarı kırmızı yeşil renkler, PKK sembolü manasına gelmez, Senegal’in Gana’nın Kamerun’un bayrağı da yeşil kırmızı sarıdır” deyip, takipsizlik vermedi mi?
*
PKK kurşunuyla tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş, şeref madalyalı subayımız, PKK itirafçısının yalanlarıyla intihar ettirilmedi mi?
Oslo kepazeliği yüzünden MİT Müsteşarı’nı ifadeye çağıran savcı, anında uçurulmadı mı?
*
İsmet İnönü’ye “Hitler” denmedi mi?
Sabiha Gökçen’e “soykırımcı” denmedi mi?
Şehitlere “kelle” Apo’ya “sayın” denmedi mi?
Şehitlere kelle dediği için Tayyip Erdoğan’ı “üç kuruş” tazminata mahkûm ettiren avukatı, Silivri’ye göndermediler mi? Bu tarihi kararı veren kadın hâkimi, adalet bakanının talimatıyla yargılamaya kalkmadılar mı?
Gazilere haciz gelmedi mi?
Şehit babasının kapısına icra dayanmadı mı?
10 şehidimizin toprağa verildiği gün, Tayyip Erdoğan şarkıcılarla beraber Somali’ye gitmedi mi? 8 şehidimizin toprağa verildiği gün, dışişleri bakanımız, başbakanımızın eşi ve kızıyla beraber Myanmar’a gidip, Myanmarlılara ağlamadı mı? 15 şehidimiz varken, AKP milletvekili stadyumda sünnet düğünü yapmadı mı, bakanlar kirve olmadı mı? 25 şehidimiz varken, AKP’nin valisi AKP’nin Necdet beyine sucuk hediye etmedi mi?
*
Libyalıları, Filistinlileri, Yemenlileri, Mısırlıları, Suriyelileri ambulans uçaklarla Türkiye’ye getirip, özel hastanelerde ücretsiz tedavi ederken, Cumhurbaşkanına hediye edilen beygiri bile özel uçakla Ankara’ya getirirken… Şehitlerimizin tabutlarını kamyonet kasasında taşıyıp, gazilerimizi şehirlerarası otobüsle göndermediler mi? Gaziler, otobüs biletlerini bile kendi cebinden ödemedi mi?
*
“Parası olan var, olmayan var, parası olan bastıracak parayı, askerlikten kurtulacak, parası olmayan askerlik yapacak, ben şahsen Tayyip Erdoğan olarak böyle bir sorumluluğun altına girmem, referandum yaparım, çünkü biz kimsesizlerin kimiyiz” dedikten sonra, şak diye, bedelli çıkarmadılar mı?
“Ensesi kalınsa, canı sağ olsun, garibansa, vatan sağ olsun” demediler mi? Analar ağlamasın ayağıyla, kaçanın anası ağlamaz’a getirmediler mi?
*
Anayasa Mahkemesi önündeki “adalet nöbeti”nden tek kelime yayın yapmayan şerefli(!) basınımız, Diyarbakır belediyesi önündeki anneler nöbetinden 7 gün gün 24 saat canlı yayın yapmıyor mu? Diyarbakır’daki anneler anne de, Ankara’dakiler kelaynak sürüsü mü? Diyarbakır’daki annelerin evlatları PKK’nın elinde esirken, subay annelerinin evlatları kendi ordusunun elinde esir değil mi?
*
Hukuku eğip büküp, İmralı’yı Kandil’i meşru hale getirirlerken… Anayasa Mahkemesi gayrimilli ilan edilmedi mi?
*
TÜSİAD’a vatan haini diyenlerin, PKK’ya vatan haini dediğini duydunuz mu?
*
PKK cirit atarken, ömrünü terörle mücadeleye adamış Genelkurmay Başkanı terörist suçlamasıyla müebbet hapse mahkûm edilmedi mi? “Bayrağı korumaya yeminli” kuvvet komutanlarımız, pırıl pırıl subaylarımız hapse tıkılırken, AKP’nin cankuşu Hilmi efendi “kasaptaki ete soğan doğramam” demedi mi?
*
İmralı’yla muhabbete gıkını çıkarmayan Necdet bey, Hasdal’da söyledikleri afişe edildi diye CHP’yi mahkemeye vermedi mi? İmralı legal de, Hasdal illegal mi?
*
Kışlaya molotof atıp, askeri üsteki bayrağımızı indirdiklerinde, Necdet bey’in sabrı taşmazken… Aynı Necdet bey, sessiz çığlık eylemine katıldı diye, emekli tümgeneralin eşi Derya Beştepe’ye “orduevine giriş yasağı” koymadı mı?
*
Ve, hâlâ diyorsunuz ki, indirilen bayrağımızı yaz… Neyini yazayım birader? Sıkmayın canınızı, Hindistan’da Pakistan’da olur böyle şeyler mi diyeyim?
*
Bayrak düşerse…
Vatan düşer.
*
Saklı gizli yok, her şey gözünün önünde cereyan ediyor… Bir daha oy ver, Türk bayrağını indirdikleri askeri üsse Kürdistan bayrağı diksinler mi diyeyim?
Yılmaz Özdil – Hürriyethttp://www.ilk-kursun.com/haber/184160/bayrak/
Cevap: Yılmaz Özdil Sayfası
Saklı gizli yok, her şey gözünün önünde cereyan ediyor… Bir daha oy ver,
AK SARAY AK SARAY
Beyaz Saray: 55 Bin Metrekare
Kremlin Sarayı: 25 Bin Metrekara
Buckingham Sarayı: 77 Bin Metrekare
Elysee Sarayı: 11 Bin Metrekara
ERDOĞAN'IN AK SARAY'I TAM 300 BİN METREKARE
Hani, asrın lideri’nin memleketi yöneteceği Ak Saray var ya…
İşte o Ak Saray, Dolmabahçe Sarayı’nın beş katı büyüklüğünde.
Nohut oda bakla sofa yani.
Bizzat mimarı açıkladı.
Ak Saray 300 bin metrekare… Dolmabahçe Sarayı, rıhtımı, camisi, saat kulesi dahil, 64 bin metrekare.
7 TANE KAPALI ÇARŞI BÜYÜKLÜĞÜNDE
(Gözünüzde biraz daha rahat kıyaslayın diye yazıyorum; hergün 500 bin kişinin girip çıktığı, 66 cadde ve sokağı, 4 bin dükkanı olan Kapalıçarşı, 45 bin metrekare… Ak Saray’a yedi tane Kapalıçarşı sığıyor!)
BEYAZ SARAY'IN 6 KATI
Obama’nın dünyayı yönettiği Beyaz Saray, tenis kortu, bowling salonu, sineması, yüzme havuzu, bahçesi dahil, 55 bin metrekare… Bizim Ak Saray, Beyaz Saray’ın altı misli birader… Türk halkı, Amerikan halkından altı misli daha zengin çünkü!
Kremlin Sarayı?
25 bin metrekare.
Kızıl Meydan?
73 bin metrekare.
Kremlin Sarayı’nın yanına Kızıl Meydanı ilave et, Lenin’in mozolesini de koy, bizimkinin arsasında hala 200 bin metrekare boş yer kalıyor.
Buckingham Sarayı.
Kraliçe oturuyor.
775 oda, 78 banyo.
Sadece 77 bin metrekare.
Bizim asrın lideri’nin anca sığıştığı yere, dört kraliçe, lordlarıyla kontlarıyla ferah ferah sığıyor. Prens William’la Düşes Kate Middleton’ın yaşadığı Kensington Sarayı desen, alt tarafı 40 oda, bizim Ak Saray’da çaycıların bile daha fazla odası var.
Vatikan devleti…
Komple, 44 bin metrekare.
Elysee Sarayı, ki, Fransa cumhurbaşkanlarının resmi adresidir, 11 bin metrekare, bizimkinin yanında olsa olsa müştemilat olur!
Ve, hala deniyor ki, vay efendim cumhurbaşkanlığının bütçesi yüzde yüz zamlanmış, neymiş efendim 397 milyon lira olmuş filan.
Az bile, az… Bu ego’yu doyurabilecek para icat edilmedi henüz.
Cevap: Yılmaz Özdil Sayfası
Recep: Düşünüyorum o halde varım Tayyip: Düşünüyorum o halde vahim
Recep “terör örgütüyle masaya oturmadık, asla oturmayacağız, bunlarla görüştüğümüzü söyleyenler şerefsizdir” dedi. Tayyip “tabii görüşülüyor” dedi.
Recep “benim milletimin dili tektir, o resmi dil Türkçedir” dedi. Tayyip “ben ne tek dil dedim, ne tek din dedim, hiçbir yerde böyle bir ifadem yok” dedi.
Recep “Nato’nun Libya’da ne işi var, böyle saçmalık olur mu” dedi. Tayyip “Nato, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya gitmelidir” dedi.
Recep “Patriot talebimiz olmadı, iddialar asılsız, sağır duymaz uydurur cinsinden bir haber” dedi. Tayyip “patriotlar Adana, Antep, Maraş’a yerleştirilecek” dedi.
Recep “Kürecik’teki radarın komutası kesinlikle bize verilmelidir, aksi takdirde böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil” dedi. Tayyip “buranın komuta sisteminin tamamiyle Nato’da olması gerektiğini söyledik” dedi.
Recep “biz genişletilmiş Ortadoğu projesinin eşbaşkanlarından biriyiz, Amerika’nın düşündüğü Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır yıldız olabilir” dedi. Tayyip “ellerine bir kağıt almışlar, Amerika’nın projesidir diyorlar, bunu ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar” dedi.
Recep “kardeşim Esad” dedi.
Tayyip “katil Esed” dedi.
Recep “parası olan bastıracak parayı askerlikten kurtulacak, parası olmayan askerlik yapacak, ben şahsen böyle bir sorumluluğun altına girmem, referandum yaparım” dedi. Tayyip “bedelli askerlik benim için acil bir konu, gönlümden geçen bi şey var, açıklamayı ben yapacağım” dedi.
Recep “Topçu kışlasını yeniden yapacağız, bu tabii kışla olmayacak, AVM olarak hizmet görecek” dedi. Tayyip “tutturmuşlar AVM de AVM… Burada bir AVM projesi yok, buraya zaten AVM yapamazsınız” dedi.
Recep “buradan Batı’ya sesleniyorum, şu anda Kobani düştü düşüyor” dedi. Tayyip “tutturmuşlar Kobani… Kobani’yle Türkiye’nin ne alakası var” dedi.
Recep “ülkemizi bölecek konular üzerinde adım atmayız, anadilde eğitimin önünü açarsanız, resmi dili zedelersiniz, güzelim ülkemize yazık edersiniz” dedi. Tayyip “farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünü açıyoruz, özel kurs imkanı getirmiştik, seçmeli ders olarak öğretilmesinin önünü açmıştık, şimdi de özel okullarda mümkün hale getiriyoruz” dedi.
Recep “ben Gürcüyüm, ailemiz Batum’dan Rize’ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir” dedi. Tayyip “ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol, benim için Gürcü diyenler oldu, ben Türk’üm” dedi.
Recep “devlet tektir, bu ifadelerim sebebiyle bana milliyetçi diyenler varsa, evet, milliyetçiyim” dedi. Tayyip “her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık” dedi.
Recep “üçüncü köprü cinayettir, böyle bir teşebbüs İstanbul için ölümcül sonuçlar doğurur” dedi. Tayyip “hani o cumhuriyet mitinglerinde cumhuriyetçiyiz diye yürüyenler var ya, işte üçüncü köprüye hep onlar karşı çıktı” dedi.
Recep “muhterem hocaefendi” dedi.
Tayyip “sülük” dedi.
Recep “içki içen alkoliktir” dedi. Tayyip “içki içenler bize oy veriyorsa, alkolikler arasına girmemiş oluyor” dedi.
Recep “cehape genel başkanı konuşuyor, çocukluğunda ilk kez Van denizinde vapura bindiğini söylüyor, Van gölü ne zaman deniz oldu yauv, kılavuzun doğru olmayınca gölü de işte böyle deniz zannedersin” dedi. Tayyip “Van, denizi olan bir kentimizdir, varsın haritalarda göl diye geçsin, biz Van denizi diyoruz” dedi.
Recep “Türkçe ile felsefe yapılamaz diyorlar, ırkçılıktır, ırkçılık kokan açıklamalardır” dedi. Tayyip “Türkçe’yle felsefe yapamazsınız” dedi.
Recep “yalan söyleyenden başbakan olmaz” dedi. Tayyip henüz cevap vermedi.
Sözcü. Yılmaz Özdil — 27 Ara, 2014http://www.ilk-kursun.com/haber/211512/yilmaz-ozdil-recep-dusunuyorum-o-halde-varim-tayyip-dusunuyorum-o-halde-vahim/
Cevap: Yılmaz Özdil Sayfası
Fantom
Mustafa Kemal “sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler halinde geri dönmelisiniz” dedi… Selahattin Reşit Alan, 1925 senesinde, henüz 22 yaşındayken, bir grup seçilmiş arkadaşıyla birlikte Fransa’ya eğitime gönderildi. “Tayyare mühendisi” oldu.
*
Pilot brövesini de aldı, 1931’de yurda döndü. Eskişehir Tayyare Tamirhanesi’nde işbaşı yaptı. Gece gündüz çalıştı. 1932 senesinde “ilk milli uçağımız” olarak ilan edilen “MMV-1”i üretti. Milli Müdafaa Vekaleti, yani Milli Savunma Bakanlığı adını taşıyan uçağımız, saatte 200 kilometre sürat yapıyor, havada 2.5 saat kalabiliyordu.
*
Genç uçak mühendisi Selahattin Reşit Alan, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin gururu olan uçağına “kağnı” figürü çizmişti.
*
Bu tarihi fotoğrafa iyi bakın lütfen… Selahattin Reşit Alan, milli uçağının gövdesine işlediği kağnı’yı işte böyle ölümsüzleştirmişti.
*
Çünkü… O kağnı olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti varolamazdı.
*
Dönemin en ileri teknolojisiyle, son model savaş makineleriyle gelen işgal devletleri… Anadolu insanının kağnı’sına yenilmişti.
*
Milli şuura sahip olan Selahattin Reşit Alan… O kağnı sayesinde eğitim alabildiğini, o kağnı sayesinde teknoloji üretebildiğini, o kağnı sayesinde gelişmiş ülkeler seviyesine yükselebileceğimizi biliyordu.
*
“İthalat”a değil “imalat”a inanıyordu. Bunu asla unutmayalım diye… Zenginliğin sembolü uçağa, yoksulluğun sembolünü kazımıştı.
*
Ve, bakıyoruz bugün…
*
TC-DAP, devletimizin VIP uçağı…
60 milyon dolarcık.
TC-ATA, devletimizin VIP uçağı…
38 milyon dolarcık.
TC-ANA, devletimizin VIP uçağı…
77 milyon dolarcık.
TC-GAP, devletimizin VIP uçağı…
42 milyon dolarcık.
TC-KOP, devletimizin VIP uçağı…
52 milyon dolarcık.
TC-LAA, devletimizin VIP uçağı…
20 milyon dolarcık.
TC-LAB, devletimizin VIP uçağı…
20 milyon dolarcık.
Yetmedi…
TC-TUR satın alındı.
200 milyon dolarcık!
*
Peki ya, tedavülden kaldırıldıktan sonra bize kakalanan, güya savaş uçağı Fantomlar kaç para… Alt tarafı 2 milyon dolar.
*
Satmaya kalk, alan yok.
Yedek parça olarak bile kullanılmıyor.
*
Devlet büyüklerimizin kıçı’nın kıymeti, sıfır kilometre 200 milyon dolar…
Savaş pilotlarımızın canı’nın kıymeti, ikinci el 2 milyon dolar.
*
Ekstra hazin tarafı… “Kendine yeni uçak aldı” dediklerinde, Tayyip Erdoğan ne dedi biliyor musunuz… “Neyle gidecektik, kağnıyla mı?”
Sözcü.kaynak=http://www.ilk-kursun.com/haber/218662/yilmaz-ozdil-fantom/
Cevap: Yılmaz Özdil Sayfası
“Biji” izlemeye devam edin sayın seyirciler
Aman da hanimiş benim cici hdp’min mitingine en az 34 milyon kişi katıldı sayın seyirciler… Ben diyeyim 34 milyon kişi, siz deyin 44 milyon kişi, o dereceydi yani… Tatlı, şirin, hümanizm yumağı kalabalık, özgürlük okyanusunu andırırcasına, engindi, uçsuz bucaksızdı. Yüreklere su serpen dingin bir adalet meltemi, umutları burcu burcu çoğaltan kardeşlik rüzgarı esiyordu. Sinerji insanı, huzur çağlayanı, mutluluk pıtırcığı apocuk’un ruhumuzu okşayan masum posterleriyle meydanı dolduranlar, barış çiçeklerini yeşerten, sevgi kelebekleri gibiydiler. Her gördüğümüzde yumuk yumuk yanaklarını mıncıklayasımız gelen, zeki, çevik, sempatik, güldürürken düşündüren, şeker mi şeker Selahattin Demirtaş, karizmatik esprileriyle büyüledi. Tarafsız (!) televizyonlarımızın muhabirleri canlı yayına peşmerge kıyafeti ve mekap giyerek çıkarken, spikerler zılgıt çekti. Amerikan aksanıyla konuşan ve kameralar karşısına versace marka poşusuyla geçen ekonomist yorumcu, demokrasiyi bu kadar içselleştirmiş bir partiyi abd’de bile görmediğini, barajı geçmesi halinde, doların 25 kuruşa ineceğini, işsizliğin biteceğini, ihracatın 7 trilyon dolara yükseleceğini, borsanın endekslerden endeks beğeneceğini izah etti.
Başınızı omzuna yaslamak istediğiniz hassas lider selocan’dan ege türküleri, azz sonra… “Biji” izlemeye devam edin sayın seyirciler!
Hangi liboş televizyonu açsak, bu halde… 30 senedir gazetecilik yapıyorum, böyle cila, böyle makyaj, böyle ambalaj görmedim.
Elbette keyfiniz bilir ama…
Liboşlara uymayın.
Siz siz olun.
Kalaşnikofa şarjör olmayın.
http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarla...rciler-849643/
Cevap: Yılmaz Özdil Sayfası
Kaybetme sanatı
Hazır herkesin asabı bozulmuşken, nabza göre şerbet verip, Devlet Bahçeli’ye giydirebilirdim. Akp’ye baston oldu filan.
*
Ama, bu tür goygoyların kimseye faydası yok.
*
2009 yerel seçimini kaybetti.
Kaybetme sanatı’nın ilk hamlesiydi.
Ankara’dan belediye başkan adayı olması bekleniyordu, ekran düellosundan galip çıkmış, Melih Gökçek’i köşeye kıstırmıştı. O da ne? O güne kadar kendisiyle ilgili tek kelime yazmayan liboş medya, aniden, İstanbul’dan aday olursa oyların patlayacağını, İstanbul’daki anketlerde büyük farkla önde göründüğünü yazmaya başladı. Liboşlar öyle bi hava yarattı ki, ahali de inandı. Hobaraaa, İstanbul adayı oldu. Böylece… Hem İstanbul tekrar kaybedildi, hem Ankara’yı tekrar Gökçek kazandı. CHP 2009’da Ankara’yı alsaydı, tarih başka türlü akacaktı.
*
2010 referandumunu kaybetti.
Seçmen kağıdı çıkarmayı unuttular iyi mi. Oy bile kullanamadı. Yetmez ama evet referandumunda hayır diyelim derken, kendilerine bile hayır’ları olmadı. Yeni Chp’nin Chp’ye ettiğini hiçbir Akp’li edemezdi.
*
2011 genel seçimini kaybetti.
“Yüzde 30’un altında alırsam çeker giderim” dedi, yüzde 26 aldı, gitmedi. Mehmet Haberal, Mustafa Balbay hapisteydi, “onurlu mücadele başlattık, tutuklu vekillerimiz meclise gelene kadar yemin etmeyeceğiz, gerekirse dört sene yemin etmeyiz” dedi, Tayyip Erdoğan “görün bakın, tükürdüklerini yalayacaklar” dedi, tükürdüklerini yaladılar, tutuklu vekilleri filan boşverip, yemin ettiler. Chp seçmeni partisi adına utandı, bunlar utanmadı.
*
2011 meclis başkanlığını kaybetti.
Güya “yemin etmiyoruz” protestosu yapıyorlardı, meclis başkanlığına aday bile göstermediler. Cemil Çiçek, hiç muhalefetsiz, güle oynaya kazandı. Cemil Çiçek’i tek tek tebrik ettiler, sonra gidip yemin ettiler.
*
2013 meclis başkanlığını kaybetti.
Cemil Çiçek gene aday oldu, bu sefer protesto etmediler, Osman Korutürk’ü aday gösterdiler. Cemil Çiçek gene seçildi. “0001” plakalı makam için aday gösterdikleri Osman Korutürk’ü iki sene sonraki genel seçimde milletvekili seçilmesin diye, 22’nci sıraya koydular!
*
2014 yerel seçimini kaybetti.
Milli görüşçüleri, cemaatçileri, ülkücüleri, özerkçileri, akp’den kovalananları aday gösterdiler, neredeyse sadece chp’lileri aday göstermediler. “Çıkan sonucu başarısızlık olarak görmüyorum, sevindirici bir çizgimiz var, kararlılıkla yukarıya gidiyor” dedi.
*
2014 cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetti.
Devlet Bahçeli durup dururken “çatı aday” formülünü ortaya attı. Bu, üstüne atladı. Halbuki, cumhurbaşkanı ilk turda seçilmezse, ikinci tura Tayyip Erdoğan’la birlikte Chp’nin adayı kalacaktı, Mhp seçmeni ya Chp adayına oy verecek, ya da Tayyip Erdoğan’a oy verecekti. Her iki durumda da, Tayyip Erdoğan seçilecek, faktör bile olamayan Mhp’de partiiçi dengeler karışacak, Devlet Bahçeli koltuğunu kaybedecekti. Çatı aday oltasına takılarak, aslında, Bahçeli’nin koltuğunu kurtardı.
*
Chp’de adam kalmamış gibi, Mısır’dan aday getirdi. Ahali internete koştu, google’dan “kim bu?” diye aradı. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun tanınma oranı, sadece yüzde 22’ydi. CHP seçmeninin bile tanımadığı bir adayla, Akp seçmeninin Chp adayına oy vermesini umut ediyordu!
*
CHP milletvekillerine, il başkanlarına, belediye başkanlarına “adayımız kim olsun?” diye sordular. Profesör Yılmaz Büyükerşen çıktı. Hem de açık ara çıktı. 15 Haziran günü CHP’nin tüm belediye başkanları Eskişehir’de buluştu. Medyaya haber verildi. Büyükerşen ismi bizzat genel başkan tarafından açıklanacaktı. Sürprizzz… Açıklanmadı. Chp’liler şaşkındı, medya şaşkındı. Ertesi gün çıktı, “adayımız Ekmeleddin İhsanoğlu” dedi. Çünkü aslında herşey tiyatroydu. Partide hiç kimsenin haberi yoktu ama, son saniyede şapkadan çıkarılan Mısırlı’nın aday olacağı teee altı ay önceden belliydi.
*
Hiç kimsenin içine sinmemişti ama, yine de mecburen gidelim oy verelim diye düşünülüyordu. Tam bu ortamda çıktı, “tıpış tıpış gidip oy vereceksiniz” dedi. Tarihi boykota sebep oldu. Üç milyon Chp’li sandığa gitmedi. Bu boykot sayesinde, Tayyip Erdoğan kılpayı yüzde 50’yi geçti.
*
Kaybetme sanatı’nın zarif bir örneğiydi… Tek hamlede hem Devlet Bahçeli’nin koltuğunu kurtarmış, hem Tayyip Erdoğan’ı seçtirmişti.
*
2015 genel seçimini kaybetti.
Seçimden önce Sözcü yazarlarıyla yemek yedi. Bekir Coşkun “seçimde şansınız var mı?” diye sordu. “Yok” dedi. Daha ne desindi?
*
2015 meclis başkanlığını kaybetti.
Cumhurbaşkanlığı için kendi partisinden aday çıkarmak varken, gidip Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday çıkarmıştı. Meclis başkanlığı için Ekmeleddin İhsanoğlu adayken, bu sefer gitti kendi partisinden aday çıkardı. Neticede, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun bile oyunu alamadı.
*
Üzülüyorsunuz, haklı olarak öfkeleniyorsunuz ama…
Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, silsile halinde, diğerleri de yanlış gider. Gerçek budur.
*
Chp’yi geri almadan, Türkiye’yi geri almak mümkün değildir.
http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarla...sanati-875912/
Cevap: Yılmaz Özdil Sayfası
Onlar Taraf değil Dürüst Gazeteciler aslında objektif yanlış kimse onu Söyler ,
Öyle çok Taraflı yandaş,karektersiz gazeteci izliyorsunuz ki sanıyorsunuz ki herkes illa bir taraf olacak!!!
Gazeteci doğruyu söylemelidir ,gördüğünü,hiç kimseden çıkar beklemeden !!
https://www.youtube.com/watch?v=s4GwGOXWt3Qhttps://www.youtube.com/watch?v=s4GwGOXWt3Q
Cevap: Yılmaz Özdil Sayfası
Yılmaz Özdil, Hürriyet'te Selami Altınok'un İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne atanmasının ardından 22 Aralık 2013'te yazdığı yazısında Altınok için, "İzmir, Ankara, Adana, Mersin, Bursa gibi büyükşehirler, lisedir. Liseyi bitirmeden, üniversiteye geçemezsin. Büyükşehir tecrübesi olmayan emniyet müdürleri, kontrol edemez, kaçınılmaz olarak, İstanbul’da faciaya yol açar. Polis olmayan emniyet müdürü ise, resmen intihardır" diye yazdı.
Özdil Sözcü'de yayınlanan bugünkü köşesinde de aynı yazıya yer verdi. Ankara'daki katliamın birinci sorumlusu olarak gösterilen İçişleri Bakanı Selami Altınok'u eleştiren Özdil, 2013'te yazdığı "Emniyet müdürü" başlıklı yazısını da "Yanılmak umuduyla… Ama maalesef, yanılmayacağımdan emin olarak yazıyorum. Malum şahısların koltuğunu ve çocuklarını korumak için, 17 milyon insanın emniyeti, güvenliği, hayatı riske atıldı" diye bitirmişti.
İşte Özdil'in bugünkü "Hiç İşleri Bakanı" başlıklı yazısı:
Hüseyin Çapkın, polisti. İstanbul’a gelmeden önce, Mersin, Antalya, Gaziantep, Adana, Bursa, İzmir gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı, mesleki tecrübesi zirvedeydi.
*
Celalettin Cerrah, polisti, İstanbul’a gelmeden önce emniyet müdürlüğü yapmıştı ama, hiç büyükşehirde görev yapmamıştı. Sorumluluğunu üstlendiği şehirler en fazla 250 bin nüfusluydu. Maalesef, İstanbul Emniyet Müdürü’yken, sinagoglar, banka, konsolosluk havaya uçtu, Hrant vuruldu.
*
Geriye doğru gidersek… Hasan Özdemir, polisti, İstanbul’a gelmeden önce Ankara, Samsun, Mersin, İzmir gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Kazım Abanoz, polisti, İstanbul’a gelmeden önce Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı’ydı. Ramazan Er, polisti, Diyarbakır, Adana, Ankara gibi, kalabalık büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Kemal Yazıcıoğlu, polisti, İzmir emniyet müdürlüğü yapmıştı. Orhan Taşanlar, polisti, İzmir ve Ankara’da emniyet müdürlüğü yapmıştı. Necdet Menzir, polisti, Diyarbakır ve Kocaeli gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Mehmet Ağar, polisti, Ankara’da emniyet müdürlüğü yapmıştı.
*
Hamdi Ardalı, polisti. İstanbul’a gelmeden önce emniyet müdürlüğü yapmıştı ama, hiç büyükşehirde görev yapmamıştı. Sorumluluğunu üstlendiği şehirler en fazla 400 bin nüfusluydu. İstanbul Emniyet Müdürü’yken, ne Çetin Emeç kaldı, ne Turan Dursun, ne Hiram Abas, hepsini vurdular İstanbul’da… Dolandırıcılık, uyuşturucu, suç patladı. Hamdi Ardalı hac’dayken, İstanbul Adliyesi bile tarandı.
*
Ve şimdi, Selami Altınok.
*
Polis değil.
Vali bile sayılamaz.
Çünkü, alt tarafı bir senedir valilik yaptığı Aksaray’dan başka valiliği yok. İstanbul’un Aksaray semtinin nüfusu, valilik yaptığı Aksaray şehrinden daha kalabalık… İstanbul’da hiç görev yapmadı. Görev yaptığı Anadolu ilçelerinin en büyüğü, 60 bin kişi filan.
*
Yukardaki kariyerleri ve neticelerini tekrar incelemenizi rica ederim. İstanbul’u üniversite olarak kabul edersek… İzmir, Ankara, Adana, Mersin, Bursa gibi büyükşehirler, lisedir. Liseyi bitirmeden, üniversiteye geçemezsin. Büyükşehir tecrübesi olmayan emniyet müdürleri, kontrol edemez, kaçınılmaz olarak, İstanbul’da faciaya yol açar. Polis olmayan emniyet müdürü ise, resmen intihardır.
*
Selami Altınok’u küçümsemek manasında söylemiyorum… Bizzat kendisi “tanımaya çalışıyorum, farklı bir teşkilat, fazla ilgilenmediğim bir teşkilat, öğrenmeye gayret ediyorum” diyor. Daha ne desin?
*
Yanılmak umuduyla… Ama maalesef, yanılmayacağımdan emin olarak yazıyorum. Malum şahısların koltuğunu ve çocuklarını korumak için, 17 milyon insanın emniyeti, güvenliği, hayatı riske atıldı.
* * *
Buraya kadar okuduğunuz yazıyı… Selami Altınok’u İstanbul emniyet müdürlüğü koltuğuna oturttukları gün yazmıştım.
*
İstanbul’daki sadece 19 aylık görev süresi içinde, maalesef… Burakcan Karamanoğlu karanlık şekilde öldürüldü. Dolmabahçe Sarayı’na iki defa silahlı saldırı yapıldı. Çeçenistanlı kadın canlı bomba Sultanahmet’te patladı. Özbek din adamı Buhari, suikastla öldürüldü. Tacikistanlı muhalif lider Kuvatov, suikastla öldürüldü. ABD Başkonsolosluğu silahlı saldırıya uğradı. Sultanbeyli’deki Fatih Karakolu bombalandı. İstanbul’un göbeğindeki İstanbul Adliyesi basıldı, savcı Selim Kiraz rehin alındı, şehit edildi.
*
Bu büyük başarılarından (!) ötürü, ödüllendirildi. İçişleri Bakanı yapıldı. Ankara’nın göbeğinde, Türkiye tarihinin en ağır terör saldırısı meydana geldi, 97 insanımız katledildi.
*
Çünkü…
“Hiç” işleri bakanıdır.
*
Onun gibi tecrübesiz-yetersiz birini, hotantu kabilesinde bile emniyet müdürü yapmazlar, çadır devletlerinde bile içişleri bakanı yapmazlar. İnsanlık tarihi defalarca kanıtlamıştır ki, liyakat hayatidir.
*
Dolayısıyla… Testi kırıldıktan sonra Selami Altınok’u istifaya çağırmak hikayedir. Selami Altınok
gibi birlerini, özel uçağıyla getirip, makamlardan makamlara oturtanın, istifa etmesi gerekir!
Kaynak Odatv.com