Cevap: Devlet Projesi - Demokratik Açılım Süreci
Başbakan Tayyip Erdoğan, demokratik açılım çalışmalarının 10 Kasım’da TBMM’de görüşülmesinden önce MGK üyesi bakanlar, grup başkanvekilleri ve genel başkan yardımcılarıyla ‘Demokratik Açılım’ zirvesi yaptı.
Başbakanlık Merkez Bina’da 2.5 saati Erdoğan, 1,5 saati İçişleri Bakanı Beşir Atalay başkanlığında olmak üzere toplam 4 saat süren toplantıya, Başbakan yardımcıları Bülent Arınç, Cemil Çiçek ve Ali Babacan, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ak Parti Genel Başkan yardımcıları Abdülkadir Aksu ve Hüseyin Çelik, AKP TBMM Grup başkanvekilleri Suat Kılıç ve Bekir Bozdağ ile Adana Milletvekili Ömer Çelik katıldı.
Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala ile İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Osman Güneş de toplantıda hazır bulundu. Basına kapalı gerçekleşen toplantının ilk bölümü yaklaşık 2.5 saat sürdü. Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un 14.30’da yapacağı haftalık olağan görüşme de yarım saatlik rötarla 15.00’te başladı ve 1,5 saat sürdü.
www.hurriyet.com.tr
Cevap: Devlet Projesi - Demokratik Açılım Süreci
Alıntı:
mehmet emin sezen rumuzlu üyeden alıntı
MHP’li Vural: 10 Kasım nerenize batıyor?
Sayın Bahçeli'ye pek yakışmış bu söylem, kaş yapayım derken göz çıkarmış. Bravo. Buysa siyasi dil, çok kolaymış aslında !..
Bir güzel kışkırt halkı, galeyana getir , sonra da telaşla maddeleri bir bir sırala... http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/S...e%2010%20uyari
Sonra da " kesip , biçip, asanlar bizden değildi " diye yutturmaya çalış...
Daha da olmadı yaptıklarını / yapacaklarını bir bir say , at çamuru izi kalır belki.. http://www.haber3.com/bahceliden-ser...ma-522028h.htm
Düşünüyorum da bu kadar tutarsızlık olabilir mi ?
Açılmayın bence de , açıldıkça daha beter batıyorsunuz çünkü !!!
Siz kim sorun çözmek kim ...
Bundan sonra "Mehmetcik" demeyin sakın, kendiniz ( yaşlılar ) gidin sınır ötesine... Ne haliniz varsa görün orda...
Cevap: Devlet Projesi - Demokratik Açılım Süreci
Açılım sürecini başlatanlar ve içinde olanlar sanki sütten çıkmış ak kaşık!
Atatürkün ölümünden sonra, ülkemizi yönetenlerin bilerek veye bilmeyerek hataları sonucunda yavaş yavaş emperyalist devletlerin kucağına düşürüldük. Ulusal Kurtuluş Savaşından 90 yıl sonra, Cumhuriyetimizin 86, yılını kutladığımız bu günlerde, ne yazık ki yine benzer ihanet ve engellemelerle karşı karşıyayız. (Nutuk tavsiyemdir)
Başbakanın sözleri: "Sen ne mutlu Türküm dersen oda ne mutlu Kürdüm der. Türklük yerine Türkiyelilik bilinci yerleştirilmelidir."
Ve Başbakandan Atatürk de payını almış:"Ata'ya saygı durusunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok".
İstanbul Anakent Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın sözleri:"Cumhuriyetin ilanı İstanbul'un tarihi değerini ve saygınlığını düşürmüştür."
Leyla Zana'nın sözleri:"Kürtlerin geleceği ve özgürlüğü için Türk askerinin kanının oluk oluk akması gerekir."
(sorun çözcek olanlar kim kime hizmet ediyor bunlar mı sorun cözecek hadi ordan sabrında sınırı vardır sınırları zorluyorlar)
"Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde...
Ateşi ve ihaneti gördük.
Dayandık,
dayandık her yanda..."
Ateş ve ihanet devam ediyor heryanımızda.
Nazım Hikmet
m.e.sezen Notu: parentez içindeki yazılar bana aittir.
Yazı Ulus Gazetesi Suay Karaman'dan alıntıdır.
Cevap: Devlet Projesi - Demokratik Açılım Süreci
http://www.heddam.com/Resim/GenelResim/103677.jpg
Seraplar Yakılsın ki, «Teröristin Gururu» (!) Zedelenmesin...
Yukarıdaki fotoğrafa iyi bakın... İyi bakın, çünkü birkaç gün geçmeden unutacaksınız! Tıpkı bugüne kadar unuttuğumuz binlerce terör kurbanı ve şehit gibi...
12 Kasım 2009 Perşembe
Şimdi, şu anda «vah, vah...» diyeceksiniz, «bunu yapanlar insan olamaz! Vahşet bu!» diyeceksiniz, ama bir hafta bile geçmeden ne insanlık hatırlanacak ne de bu vahşet...
Yukarıdaki fotoğrafa iyi bakın... Fotoğraftaki kız henüz 17 yaşında... Evet, bu haliyle o kadar genç görünmüyor, ama gerçekten daha 17 yaşında...
Adı, Serap... Soyadı, Eser...
Serap Eser isimli bu evladımız, üniversitesi sınavlarına hazırlanıyordu. Amacı, hemşire olmak; ileride, şimdi kendi başına gelen bu faciaya benzer barbarlıklara maruz kalacak insanlara yardım etmekti. Orhan Cemal Fersoy Lisesi son sınıf öğrencisi olan Serap, hafta sonları da İstanbul Zeytinburnu'nda bir dershaneye gidiyor, üniversitesi sınavlarını kazanmak için harıl harıl çalışıyordu. Pazar günü dershane çıkışında telefonla babasını aradı ve kendisini evlerinin yakınındaki otobüs durağından almasını istedi. Sonrasını, Serap'ın babasından dinleyelim:
«Durağa geldiğimde 5-6 kişilik bir grup ateş yakmış etrafında oturuyordu. Otobüs yaklaşınca bir anda koşmaya başladılar ve ellerindeki şişeleri attılar. Otobüsün kapısı açıktı. Arka kapının orada birisi yanmaya başladı. Hemen müdahale ettim ellerimle. Yanan kişinin üzerini söndürmeye çalıştım. Baktım ki kızım... Neye uğradığımı şaşırdım. Kızım gözümün önünde yanıyordu. Ceketimi çıkardım, ama söndürmek ne mümkün. Birisi otobüsün yangın tüpünü getirdi, ama boştu. O sırada bir araba durdu, onun yangın tüpüyle söndürebildik. Ama biricik kızım yanmıştı.»
Evet, Serap'ı yaktılar! Babasının gözleri önünde cayır cayır yaktılar Serap'ı...
Bu vahşetin sorumlularının hedefi Serap mıydı peki? Ellerindeki şişeleri otobüsün açık kapısından içeri atanların amacı Serap'ı yakmak mıydı?
Serap'ın yerinde «Ayşe» de olabilirdi! Veya «Mustafa» ... Yahut da «Mehmet Amca» ya da «Zehra Teyze» ... Serap'ın bindiği o otobüste, sizin kızınız, oğlunuz, anneniz, babanız, eşiniz, kardeşiniz de olabilirdi! Onların tek suçu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktı. Bu bahiste isimlerin ne önemi var? Terörist kendine kurban seçerken, nüfus cüzdanına bakmıyor ki!
Peki, kim yaptı bu barbarlığı? Serap'ı kimler yaktı?
Gazeteler bu insanlık dışı saldırıyı teröristlerin yaptığını yazdı.
İyi de kim o teröristler? İsmi yok mu o teröristlerin? Bugüne kadar İstanbul'un Zeytinburnu, Kâğıthane, Küçükçekmece, Gazi Mahallesi gibi bölgelerinde bu tür «molotof kokteylli» saldırıları kim gerçekleştiriyordu? Bugüne kadar sivil hedeflere kör bir terörle saldırıp kadın, çoluk, çocuk, yaşlı, genç demeden can alan, dehşet salmaya çalışan terör örgütü hangisiydi?
«Pe-Ke-Ke...»
Bu eylemi de PKK ya da onun büyük şehirlerdeki uzantısı veya destekçisi olan gruplardan biri yapmadı mı?
Ama bu vahşeti manşetlerine taşıyan gazetelerde PKK ismi yok! Sadece «teröristler» ibaresi var.
Neden?
Sözde «Barış süreci» zarar görmesin, sözde «Birlik ve Kardeşlik Projesi» yıpranmasın diye mi?
Şimdi, alevlerin kurbanı zavallı Serap'ın halini gösterip, «bu mu barış, bu mu kardeşlik?» diye sormak, «kin ve nefret duygularını tahrik etmek» ya da «savaş kışkırtıcılığı» yapmak mı oluyor yoksa? Peki, bu vahşet karşısında suskun kalmak ne anlama gelir o zaman? Serap'ın fotoğrafına baktığınızda içinizde hangi duygular oluşuyor?
Televizyonu açıyorsunuz, ekranda bir bölücü, ağzından bal damlıyor! «Kan dursun» diyor, «anneler ağlamasın» diyor, «barış olsun» diyor! Sonra alçakça tehdit ediyor:
«Öcalan ya da PKK muhatap alınmazsa kan durmaz, barış olmaz!»
Bu aşağılık tehditlerle süslü sahtekârlık, televizyon ekranlarından her akşam tekrarlanırken, derslerinden başka kaygısı olmayan Serap'ı cayır cayır yakıyorlar İstanbul'un göbeğinde! «Anneler ağlamasın» diyen sahtekârlar, Serap'ın annesini duyuyorlar mı?
«Yanan kişinin üzerini söndürmeye çalıştım. Baktım ki kızım... Neye uğradığımı şaşırdım. Biricik kızım yanmıştı»
diyen acılı babanın feryadının bir önemi var mı bu alçaklar için?
34 PKK'lı Habur'dan Türkiye giriş yapıp ellerini kollarını sallayarak, davul zurna eşliğinde Diyarbakır'a kadar gelirken, PKK teröristleri Hakkâri'nin Çukurca ilçesinde Jandarma Karakolu'na havan topu ile saldırıyordu!
PKK teröristleri tarafından yakılan 17 yaşındaki Serap hastanede acılar içinde kıvranırken, Diyarbakır'ı ziyaret eden Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç uçakta gazetecilerle konuşuyor ve
«Gururları zedelenmeden dağdan inip teslim olmalılar. İlla ki «pişmanım» denmesine gerek olmayabilir» diyordu! (Hürriyet, 12.10.2009)
Bu kör terör yüzünden 17 yaşında bütün yaşamı altüst olan ve yıllarca bu vahşetin şoku ile mücadele etmek zorunda kalacak olan Serap'ın; asker, polis, genç, yaşlı, çoluk, çocuk binlerce insanın katillerinin «gururunun» (!) zedelenmemesi kadar önemi var mı? YUKARIDAKİ FOTOĞRAFA İYİ BAKIN!
İyi bakın ve «barış» gibi kutsal bir kavramı kirleten, annelerin acılarını alçaklıklarına maske yapmaya çalışan, teröristin sözde «gururunu» bir terör kurbanından daha çok önemseyenleri dinledikçe, 17 yaşında PKK terörünün kurbanı olan Serap Eseri hatırlayın
MÜDAFAA-İ HUKUK
Serdar ANT
denizkurdu66@gmail.com
http://www.heddam.com/Resim/GenelResim/102582.gif
Cevap: Devlet Projesi - Demokratik Açılım Süreci
Meclis'te tarihi gün
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in başkanlık ettiği genel görüşmede, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ve Ak Parti Adana Milletvekili Ömer Çelik, partilerinin düşüncelerini dile getirdi.
Baykal Demokratik Açılım oturumunda konuştu
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “Hükümet ile PKK'nın dirsek teması içine girdiğini” savunarak, “Öcalan ile görüşülüyor. Demek ki ortada müşterek bir çalışma var” dedi.
“Demokratik açılım” konusunda Mecliste yapılan genel görüşmede konuşan Baykal, oturumu “tarihi” olarak nitelendirdi. 3.5 aydan beri bir açılım tartışmasının topluma dayatıldığını savunan Baykal, şunları söyledi:
“Gerçekten tarihi bir oturumdur. İlk kez TBMM 1920'de başlayan tarihi uluslaşma projesini tersine çevirmeye yönelik, ulus devlet kimliğini tahrip etmeyi yönelik açılımları hükümet eliyle TBMM gündemine taşımıştır.
Millet olma yolunda katetmiş olduğumuz mesafeyi tersine çevirmeye yönelik bir arayışın resmi himaye altına alındığını, şartların elverdiği ölçüde ne yapabilirse o çerçevede bir programı uygulama anlayışı içine iktidarın girdiğini, TBMM olarak tespit ediyoruz. Bu çok önemli bir kırılmadır. Bu buluşmayı tarihi hale getirmektedir.”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İçişleriBakanı Beşir Atalay'ın süreçteki açıklamalarını anımsatan Baykal, sürecin gizliolarak götürüldüğünü, iktidarın ne yapacağını söylememeye olağanüstü dikkat gösterdiğini ifade etti.
“Ucu açık” bir sürecin götürüldüğünü ileri süren Baykal, “yapılacak şeyler sınırsız, sonsuz, her şey olabilir” izlenimi verilmesinin, politika olarak tercih edildiğini savundu.
Samimi olmayan, aldatmacaya dönük bir sürecin söz konusu olduğunu ifade eden Baykal, 19 Ekimde Habur'da yaşananlarla bu sürecin içinde nelerin ve nasıl kotarıldığının ortaya çıktığını kaydetti.
Gelenlerin, “pişmanlık duyduklarını belirtmediklerini, ellerinde mektupla elçi olarak geldiklerini söylediklerini, PKK'nın lideri Öcalan'ın kendilerini gönderdiklerini belirttiklerini” ifade eden Baykal, “İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve MİT Müsteşarının karşılamaya gittiğini” iddia etti.
Habur'da yaşananlardan sonra Başbakan Erdoğan'ın, “Bu bir umuttur” dediğini, infial üzerine ise DTP yöneticilerini suçladığını savunan Baykal, “süreç içinde hukuk sisteminin resmen katledildiğini” söyledi.
Baykal, şöyle devam etti:
“Hangi mantıkla, hangi hukuki cambazlıkla 25 bin kişinin ölümünden sorumlu bir terör örgütüne mensup olduğunu, liderinin mesajını getirdiğini söyleyerek Türkiye'nin sınırına dayanan bir grup insan için bizim hukuk sistemimiz suç teşkil etmediği anlayışıyla kararlar alır. Gece yarısı bir gezici mahkeme ile, bir mobil mahkeme ile, bir çadır yargılaması ile nasıl olur da Türkiye'de böyle bir hüküm verilebilir? Bunun hukuki bir dayanağının bulunabileceğini düşünmek kimse için mümkün değildir. Nasıl oluyor da Türk adliyesi üzerinden söz verilebiliyor ve bu uygulanabiliyor? Bu, gerçekten acı bir manzara olmuştur. Demek ki ortada bir müşterek çalışma var. Çalışmanın bir iktidar ayağı var, ama onun karşısında oraya o insanları gönderen bir muhatabı var. Onun talimatıyla geliyorlar. Bir tarafta iktidar, bir tarafta İmralı... İktidar-İmralı işbirliği içinde geliyor.
Sayın Başbakan, Sayın DTP Genel Başkanını ziyaret ediyor. Sayın DTP Genel Başkanı diyor ki; 'muhatap Öcalan'dır.' Ve Öcalan ile konuşuluyor. Yani resmen telefonda konuşuluyor değil, ama mutabakat sağlanıyor. Ve mutabakatın sonunda Türkiye'nin müsteşarları, genel müdürleri, savcıları, hakimleri sınıra geliyor ve o mutabakatın sonucu, İmralı'nın talimatı doğrultusunda geliyor. Bu gizlilik içinde kotarılmış bir süreçtir. PKK ve Hükümet dirsek teması içine girmiştir. Birlikte kotarılmıştır bu. Bir işbirliği var. Bu işbirliğinin şartı olarak mesela PKK'nın terörü bırakması, silahtan vazgeçmesi sözü vermesi gibi bir durum var mı? Silahtan vazgeçildiği için mi böyle bir temas yapılmıştır, böyle anlayış gösterilmiştir? 'Silahı kesinlikle bırakmıyoruz' diye resmi açıklamalar yapılıyor. Bu insanlara siyasetçiler tarafından tutuklanmayacakları sözü verilmiştir. Hukuk katledilerek verilmiştir.”
“TERÖRLE MÜZAKERE EDİLMEZ”
CHP Genel Başkanı Baykal, çıkan manzaranın ortadaki çalışmanın ayaklarından birisinin İmralı ve PKK olduğu gerçeğini ortaya koyduğunu, terörü terk etme kararı almadığı halde Hükümetin, PKK'yı fiilen muhatap aldığını ve işbirliği içine girdiğini ileri sürdü.
İşin özünün yanlış olduğunu, elinde silah olanla dünyada hiçbir hükümetin müzakere etmediğini, İngiltere'nin, İspanya'nın etmediğini belirten Baykal, dünyada ilk kez bir hükümetin kendine silahı doğrultuğu halde, doğrultmaya devam edeceğini ilan ettiği halde onu muhatap aldığını, ona yaranmaya çalıştığını savundu.
Baykal, “Yanlış olan budur. Terörle mücadele edilir, terörle müzakere edilmez. Barış isteyenlerin sağlaması gereken temel hedef, PKK'nın en kısa zamanda, derhal silah bırakmasını sağlamaktır. Eğer barışı gerçekten istiyorsanız, PKK'nın silah bırakması gerektiğini çıkarsınız söylersiniz” diye konuştu.
PKK'nın siyasi projesinin değişmediğinin bu süreçte ortaya çıktığını, hedeflerinin aynı olduğunu kaydeden Baykal, hedefin Türk milletinin içinden yeni bir millet çıkarmak olduğunu iddia etti.
Baykal, “Hedef, milli ayrışmayı, milli parçalanmayı gerçekleştirmektir. Ayrı bir siyasi teşkilatlanma, ayrı bir egemenlik sağlama projesi çok açık ortadadır” görüşünü dile getirdi.
“NİYE TÜRKİYE'DEN SAKLIYORSUNUZ?”
Uzun süre İmralı'dan gelecek yol haritasının beklendiğini, beklenen yol haritasının geldiğini, ancak kamuoyunun yol haritasını bilmediğini anlatan Baykal, şunları kaydetti:
“Ne var orada? PKK ile yıllarca mücadele etmiş, bu uğurda evlatlarını mücadele uğruna vermiş olan anaların, babaların İmralı ne istiyor Türkiye'den, bunu öğrenmeye hakları yok mudur? Niye Türkiye'den saklıyorsunuz? 'Eğer Türkiye'ye söylersek belki Türkiye'yi yanıltmak mümkün olmaz, taleplerin içyüzü ortaya çıkar...' Siz milletin üstünde misiniz? Millet bilmeyecek, millet adına siz karar vereceksiniz, milleti siz güdeceksiniz. Sonra da bunu demokrasi diye yapacaksınız. Var mı böyle bir şey. Çıkın söyleyin nedir talep? Değişen bir şey yoktur. Milli ayrıştırma temel hedef olmaya devam etmektedir.”
Baykal, yaşanan manzarayı bayraklarını alarak protesto etmeye çıkanların güvenlik güçlerinin baskısına maruz kaldığını, “hükümette bayrak alerjisi ortaya çıktığını” savundu.
Baykal, “Analar gözyaşı dökmesin diye yola çıkılmış ama evlatlarını şehit vermiş olan analar, bu defa bu haksızlık karşısında ağlamak durumunda bırakılmışlardır” dedi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, herkesin etnik kimliği olduğunu ancak siyasetçilerin bunu diline dolamaması gerektiğini belirterek, “Başbakan'ın, şöyle yüreğini doldura doldura Türk milleti dediğini duymak istiyorum” dedi.
Baykal, Genel Kurulda demokratik açılıma ilişkin genel görüşme önergesi üzerinde partisinin görüşlerini dile getirdi.
Açılım sürecinden bugüne kadar verilen şehit sayısının, 2002'de verilen şehit sayısının 4 katı olduğunu kaydeden Baykal, terörle mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğini ancak olayın bundan ibaret olmadığını söyledi.
Terörle Mücadele Yasasına, 2006'da terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın tahliyesine imkan sağlayan bir düzenlemenin eklenmek istendiğini ifade eden Baykal, iktidarın, “Öcalan ile temas kurma, tatmin etme, gerekirse tahliye etme arayışını çok uzun süreden beri takip ettiğini” savundu.
Baykal, terörle mücadelenin devam edeceğini dile getirerek, Türkiye'nin, bu konuyu aşabilmesi için öncelikle terörle müzakere etmemeyi, temel politika haline getirmesi gerektiğini kaydetti. Baykal, “Bu, bize özgü bir karar değil, dünyanın gerçeğidir. Ancak ne yaptığını bilmeyen şaşkın iktidarlar, elinde silah olanların gözüne girerek, teröre son verme gayreti sergilerler. Bunun hiçbir geçerliliği olmadığını anlamalıyız. Teröre yaranarak bir yere varılmaz” diye konuştu.
20 YIL ÖNCEKİ RAPOR
CHP'nin 20 yıl önce bir rapor açıkladığını, raporun önemli bir iddiayı ortaya koyduğunu ifade eden Baykal, o dönem bir kişinin “Kürdüm” demesinin, Kürtçe konuşmanın yasak olduğunu söyledi. Baykal, bu gerçeği istismar etmek yerine, yapılması gerektiğine inandıklarını ilan ettiklerini kaydetti.
Baykal, “Türkiye, ırk, kan, kafatası devleti değildir, milletimiz içinde birbirinden farklı etnik kimliklere mensup olanlar vardır, anadillerini konuşmak temel haklarıdır” dediklerini anlattı. Baykal, 1991'de TBMM'ye kendisinin de imzasının bulunduğu, Kürtçe'nin konuşulmasının önündeki yasal engelin kaldırılması için kanun teklifi verdiklerini belirtti.
DTP'lilerin tepkileri üzerine Baykal, “Bunları dinlemekten rahatsız olmayın. Sorunlarınızı bize aktarın, konuşuruz. Bu sözlerden telaşlanarak, tepki göstererek bir yere varamazsınız” diye karşılık verdi.
Baykal, her etnik kesimin kendi televizyonunu, radyosunu kurmasını, devletin etnik eğitime karışmamasını söylediklerini dile getirerek, bunların ardından DGM'ye çağrıldıklarını kaydetti.
Türkiye'de bir Çerkez, Arnavut hangi hakka sahipse, Kürdün de o hakka sahip olması, bunu sağlamaları gerektiğini dile getiren Baykal, bunun hukukunun geride bırakılan 20 yıllık süre içinde gerçekleştirildiğini, hukuk açısından bir sorun bulunmadığını belirtti. Baykal, bu hukuki düzenlemenin, hayatın bir gerçeği halinde, Türkiye'nin her yerinde tam olarak dönüşmediğini belirtti.
“TERÖR TEHDİDİYLE MİLLİ AYRIŞTIRMAYI DAYATMAK”
Baykal, gelinen noktada bazılarının “Etnik kimliği ayrı bir millete dönüştüreceğiz, ayrı bir millet olarak bizi kabul edeceksiniz. Biz ayrı millet olarak, Çerkez, Arnavut, Arap, Gürcü'nün sahip olduğundan daha farklı imtiyazlı statüye sahip olacağız” dediğini savunarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu Kürt kökenli insanlarımız için yanlıştır, hepimiz için, bölgenin barışı, huzuru, istikrarı için yanlıştır. O istikamete girdik mi, ne olacağını merak ediyorsanız, Irak'a, diğer Orta Doğu ülkelerine bakınız. Böyle bir tehlikeye Türkiye'nin sürüklenmesini önlemek için etnik kimliğe saygı göstereceğiz. Ama bunu milli ayrıştırmaya dönüştürmek isteyen, bunu da silahla dayatmak isteyen, içeriden, dışarıdan birilerinin desteklerini ayarlayarak, her birisinin kendi hesabını göz önünde bulundurarak, içerde mayın patlatarak, masum insanları öldürerek, şiddetle, terör tehdidiyle milli ayrıştırmayı dayatmaya kalkmak, kabul edilemezdir.
Elbette herkes kendi kimliğine sahip olacak ama o kadar. Bizim bir devletimiz var. Devletimizin adı Türk Devleti, milletimizin adı Türk milleti. Bu, etnik dayatma deniliyor. İnsaf ediniz, bu etnik dayatmayı, Türkiye'de Çerkezler, Araplar, Arnavutlar hissetmiyor. Milyonlarca Kürt kökenli vatandaşlarımız hissetmiyor da PKK hissediyor diye, biz de öyle hissetmek zorunda mıyız? Buradaki Türk milleti sözü, etnik bir anlam taşımaz, bu bize dünyanın verdiği bir addır. Bize Türk diyorlar. Türk derken, Kürdünü, Arabını ayırmadan diyor. 'Türkler Ermenileri kesti' diyorlar. Bunu derken, onlar acaba Kürtler kesmedi de etnik Türkler kesti mi demek istiyor, ne alakası var. Bunlar yanlış. Bu yanlış, Kürt-Türk ayırmadan bize yapılıyor."
“BUNUN MODASI GEÇTİ”
Milli devletin, kimsenin etnik kimliğini sorgulayamayacağını, bu konuda geçmişte yanlışların, haksızlıkların yapıldığını belirten Baykal, ancak bunları kaldırmak için 20 yıl önce mücadele verdiklerini söyledi.
“Milli ayrışmayı getirelim, ayrı milli devlet kuralım”, anlayışının olamayacağını dile getiren Baykal, “Bunun modası geçti. Bu, 19. yüzyılın projesi. Türkiye'de yaşayan Arnavut, Çerkez, Kürt, Türk milletinin Arnavutu, Çerkezi ve Kürdüdür” dedi.
Baykal, Türkiye'de “Kürdüm” diyebilmenin, o kişilerin, şerefi, şanı ve hakkı olduğunu, bu konuda tartışma kabul edemeyeceklerini dile getirdi.
“ÇIKMAZ YOLDUR”
Baykal, bakış açılarını değiştirmek gerektiğini ifade ederek, “Hükümetin, PKK'ya baktığını, PKK ile iş birliği yapmaya çalıştığını, bu konuda aracıları kullanmaya çalıştığını” iddia etti. Baykal, “Dış aracılar onu telkin ediyorlar, onlar zaten devrede, içerdekilerin de katkılarını alarak, PKK ile iş birliği yaparak, bu işi kontrol etmeye çalışıyor. Çıkmaz yoldur, hiçbir yere götürmez. Açılım yapacaksanız, PKK açılımı olmayacak, gerçekten Kürt açılımı, o insanlara yönelik açılım yapacaksınız” diye konuştu.
Bölgede, ekonomik ve sosyal reform yapılması gerektiğine işaret eden Baykal, işsizliğin, bütün kötülüklerin anası olduğunu belirtti.
“ANALARIN GÖZ YAŞINA SON VERMEK İSTİYORSANIZ”
Konuşmasında, önerilerde de bulunan Baykal, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolusunu ayağa kaldıracak ciddi ekonomik atılım yapılmasını, GAP'ın bir an önce tamamlanmasını istedi.
Baykal, bugüne kadarki anlayışla, teşvik uygulamasıyla ekonomik yapının değiştirilemeyeceğini, teşviğin, yolsuzluğu finanse eden bir uygulama olduğunu, teşviği alanın, batıya yatırım yaptığını belirterek, devleti devreye sokmak gerektiğini kaydetti.
Ciddi bir eğitim hamlesine ihtiyaç bulunduğunu belirten Baykal, başarılı okulların bölgede kurulması gerektiğini söyledi.
“Anaların göz yaşına son vermek istiyorsanız, oradaki çocuklara sahip çıkacaksınız. Oradaki insanlara iş vereceksiniz” diyen Baykal, kadınlara ve ailelere sahip çıkılmasını önerdi.
Baykal, “PKK'yı etkisizleştirmek için bir programı etkili şekilde kullanmak lazım. Diplomasiyi, Irak ile iş birliği olanaklarını seferber ederek kullanmak lazım” dedi.
“BİZİM IRAK'TAN BİR TALEBİMİZ YOK MU?”
CHP Genel Başkanı Baykal, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, Erbil'i ziyaretine işaret ederek, “Kuzey Irak'ın Türkiye'ye yönelik yapması gereken birşey yok mu? Bizim kuzey Irak ve Irak'tan bir talebimiz yok mu? PKK'nın terör örgütü olarak ilan edilmesini sağlayamaz mıyız? Örgütün elebaşlarından bazılarının Türkiye'ye teslim edilmesini sağlayamaz mıyız? Bunları, onlardan almanın bir yolunu bulamıyor musunuz? Kandil'e giden yolları tutmak mümkün değil mi?” sorularını yöneltti.
Kuzey Irak'ta, PKK'yı gerekirse Türkiye'ye karşı kullanmak amacıyla destekleyen güçlerin bulunduğunu belirten Baykal, “Bu güçlerle işinizi halledin. Bu doğrultuda bir çalışmanın işaretini göremiyoruz” dedi.
“ANILARIN ÜZERİNDEN GELECEĞE BAKAMAYIZ”
Baykal, Türkiye'nin terörle mücadelesini başarıya ulaştıracak temel unsurun, o bölgedekileri kazanmak, dışlanmış duygusundan çıkarmak olduğunu kaydetti.
Acı anıların, bölgede yaşadıkları olumlu, olumsuz günlerin, çekilmiş ızdırapların olduğunu belirten Baykal, “İlişkilerimizi kurarken, birbirimizin duyarlılıklarına saygı göstermek en temel sorumluluğumuz olmalıdır. Kimse kimseyi, peşin olarak mahkum etmemeli, dışlamamalıdır. Geçmiş acıları kaşıyarak, kurcalayarak, birbirimize fatura ederek, yarar sağlayamayacağımızı bilmeliyiz. Birbirimizin gönlünü kazanmak durumundayız” diye konuştu.
Baykal, yaşanan acılara, acıları yaşayanlara saygı gösterdiğini, geçmişte hiçbir şekilde kabul edilemez çok acı, yakışıksız değerlendirmeler yapıldığını belirterek, ancak bu anıların üzerinden geleceğe bakamayacaklarını söyledi.
“EKMEĞİNE YAĞ SÜRÜYOR”
Türkiye'nin 72 milyon tapusunun bulunduğunu, her tapunun, tek tek vatandaşların elinde olduğunu dile getiren Baykal, sözlerini şöyle tamamladı:
“Ana nokta, Hükümetin, Türkiye'ye bir bütün olarak değil, etnik kimlikler penceresinden bakma anlayışını artık bırakması gereğidir. Maalesef çok uzun süre, Sayın Başbakan, 28 ya da 38 kimliği; birbiri ardından söyleyerek, Türkiye tarifi yapmayı çok önemli saymıştır. Bu yanlış bir yaklaşımdır. Elbette herkesin kendi etnik kimliği vardır. Ama siyasetçilerin bunu diline dolaması, doğru, uygun değildir. Siyasetçinin görevi, bütün etnik kimlik mensuplarına eşit bakmak, bir bütünün parçası olduğunu ifade etmektir. O bütünün adını söylemekten de Türkiye'yi yönetenler hiçbir zaman geride kalmamalıdır. Şöyle yüreğini doldura doldura Başbakan'ın, Türk milleti dediğini duymak istiyorum. Bu konudaki zafiyetin, Türkiye'yi ayrıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüğünü unutmamalıyız.”
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12943425.asp
Cevap: Devlet Projesi - Demokratik Açılım Süreci
Bahçeli 'demokatik açılım' oturumunda konuştu
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Bugün yüce Meclisin önüne PKK açılımıyla çıkan AKP hükümeti, 7 yıllık iktidarı dönemindeki acz ve zafiyetlerden sonra terör örgütüne teslim olma noktasına gelmiştir. Terörle mücadele bırakılmış, terörle müzakere ve mütareke süreci başlatılmıştır” dedi.
Bahçeli, “demokratik açılım” konusunda, TBMM Genel Kurulunda yapılan genel görüşmede, partisinin görüşlerini açıkladı.
Sözlerinin başında, terörle mücadelede vatan ve bayrak uğruna toprağa düşen şehitleri rahmet, minnet ve şükranla andığını ifade eden Bahçeli, gazilere de şükranlarını sundu.
“Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 89 yıllık kutlu tarihinin en talihsiz günlerinden birisini yaşamaktadır” diyen Bahçeli, Türk milletinin kurtuluşu, bağımsızlığı, hürriyeti ve birliğinin en büyük temsilcisi olan, en muhteşem mekanı olan bu çatı altında konuşulan konulardan üzüntü duymamanın mümkün olmadığını söyledi.
Bahçeli, “Türkiye'yi 7 yıldır derin uçurumlara sürükleyen, yönetim iradesini başka başkentlerin yörüngesine oturtanların, milleti bölme hayallerinin burada tartışılmak durumunda kalınmasının son derece kaygı verici olduğunu” vurgulayarak, şöyle devam etti:
“Hükümet eliyle Türkiye için bölünme modelleri arayışına girilmesine, siyasi tarihimizde ilk defa şahit olunmaktadır. Dün, Meclisin ilk Başkanı olan Mustafa Kemal'in Anadolu'ya çöreklenmiş işgalcileri atmak için verdiği mücadeleye bakınız. Bugün, aynı çatı altında bulunanların getirdikleri tekliflere bakınız. Dün, bir milletin bağımsızlık savaşını tıpkı bir savaş karargahı gibi doğrudan yönetmiş muhterem kahramanların vatanı kurtarmak için verdikleri mücadeleye bakınız. Bugün, bu mücadeleyi sorgulatmaya çalışanların çırpınışlarına bakınız. Dün, Malazgirt'ten buyana bu toprakları vatan yapmak için can vermiş milyonlarca aziz şehidin ve gazinin mücadelesine bakınız. Bugün, şehidini sorgulatan bir anlayışın düştüğü çaresizliğe bakınız. Dün, dağınık, moralsiz, umutsuz, yoksul bir milleti bir araya getirmek için elele vermiş; yılgın, küskün, moralsiz kitlelerden büyük bir millet meydana getirmiş kahramanlara bakınız. Bugün, aynı muhteşem milleti otuzaltıya bölmeye çalışanların heveslerine bakınız.”
“BUGÜN BURADA NEYİ TARTIŞACAĞIZ?”
“Bugün burada neyi tartışacağız?” diyen Bahçeli, şu soruları yönetti:
“Nasıl bölüneceğimizi mi? Nasıl ayrılacağımızı mı? Kardeşlerimizi nasıl terk edeceğimizi mi? Bugün burada hangi konuda uzlaşacağız? Devletimizi nasıl parçalayacağımızı mı? Topraklarımızı nasıl taksim edeceğimizi mi? İllerimizi kimlere vereceğimizi mi? Bugün burada hangi karara varacağız? Şehitlerimize nasıl ihanet edeceğimizi mi? Gazilerimizi bir kez daha nasıl yaralayacağımızı mı? Asker, polis ve korucularımızın hatıralarını nasıl ayaklar altına alacağımızı mı? Aylardan beri görüşmek, buluşmak, konuşmak, temas kurmak istiyordunuz. İşte buradayız. Milletimizin gözü önünde ve onun şahitliğinde bilmek ve duymak istiyoruz: Maksadınız bunlardan hangisidir? Bize ne anlatmak istiyorsunuz? Bizden istediğiniz nedir? Bunların hangisini tartışıp, hangisinde uzlaşacağız? Bunların hangisini kabul edip, hangisine destek vereceğiz? Bunların hangisine onay verip, hangisini savunacağız? Ve Allah esirgesin, bunlara izin verirsek, göz yumarsak, görmezden gelirsek, Muhterem ecdadımıza, ne diyeceğiz? Ne anlatacağız? Ne söyleyeceğiz? Şayet varsa, bir yolunuz ve bahaneniz siz söyleyiniz. Gafletteydik, uyuyorduk, güçsüzdük mü diyeceksiniz? Görmedik, bilmedik, düşünmedik mi diyeceksiniz? Oy peşindeydik, günü kurtarmaya çalışıyorduk mu diyeceksiniz? Bu mekanda ayakta alkışladığınız küresel güçler, öyle istiyordu, pazarlıklar böyleydi, arkamızdan itiyorlardı mı diyeceksiniz? Ne yapalım, strateji kuruluşları böyle tavsiye ettiler. Birbirinden değerli zevat da böyle buyurdular. Çaresiz kaldık, boynumuzu eğdik mi diyeceksiniz? Devlet kurumları görülmemiş uyum içindeydi, Birileri de önümüzde fırsat var, kaçırmayalım demişti, Biz de razı olduk mu diyeceksiniz? Bunun hesabını iki cihanda nasıl vereceksiniz?”
“TÜRK MİLLETİ BUNU KABUL ETMEZ”
MHP Genel Başkanı Bahçeli, Türk milletinin bunu asla kabul etmeyeceğini ifade ederek, mezhebi, kökeni, yöresi ne olursa olsun, hiçbir kardeşinin buna razı olmayacağını bildirdi.
“Türkiye bir ve bütün olur, bu oyuna gelmez. Kardeşliğine, birliğine ve varlığına musallat olan bu tehlikeyi elinin tersiyle iter” ifadelerini kullanan Bahçeli, sonsuza kadar var olmanın inancıyla, yıkımın muhataplarına da hak ettiği dersi vereceğini söyledi.
Bahçeli, “Yaşattığı buhranın, sarstığı kardeşliğin, tehlikeye düşürdüğü birliğin hesabını da mutlaka sorar. Ve niyet sahiplerini uyarıyorum, MHP'nin Mecliste bulunan 69 kişilik birbirinden değerli arkadaşlarım ve milyonlarca Türkiye sevdalısı, al bayrağımıza kem gözle bakanların hakkından gelir. Bugün aldığınız oya bakıp, 'Türkiye'nin tamamıyız' deyip duruyorsunuz, dikkat edin; Hakkari'den, Edirne'ye, Artvin'den, Muğla'ya, Van'dan İzmir'e, Trabzon'dan Mersin'e kadar bu kutlu vatanda yaşayan bütün kardeşlerim hesaplarınızı boşa çıkartır ve gerçeklerle yüzleştirir” diye konuştu.
Türk milletinin bugün son derece endişeli, huzursuz ve tedirgin; karşılarındaki sorunun da çok ciddi bir beka sorunu olduğunu ileri süren Bahçeli, bu açılımın amacı, anlamı ve sonuçlarının iyi ve doğru anlaşılmasının büyük önem taşıdığını vurguladı.
Bahçeli, bunun meşruiyetinin değerlendirilmesinde, yegane ölçünün, Anayasanın çizdiği hukuki ve siyasi çerçeve olduğuna dikkati çekerek, Anayasanın bu konudaki hükümlerine işaret etti.
“PKK açılımının bu temel ilkeler ışığında anlaşılması ve değerlendirilmesi kaçınılmazdır” diyen Bahçeli, Türkiye'nin son 25 yıldır milli varlığını hedef alan silahlı terör ve bölücülük sorunuyla karşı karşıya olduğuna anlattı.
Bu süreçte, terörle mücadelede çok ağır bedeller ödendiğini vurgulayan Bahçeli, bu şerefli mücadelede 2002 yılına gelindiğinde terörün belinin kırıldığını, bitme noktasına getirildiğini söyledi.
“TERÖRE TESLİM OLMA NOKTASINA GELDİ”
Ak Parti hükümetinin, terörün sıfır noktasına geldiği bir Türkiye devraldığını öne süren Bahçeli, ancak, aradan geçen 7 yılda terörün yeniden tırmandığını, etnik bölücülük hiçbir dönemde görülmemiş bir şekilde cüret ve mevzi kazandığını öne sürdü.
“Bugün Yüce Meclisin önüne PKK açılımıyla çıkan AKP hükümeti, yedi yıllık iktidarı dönemindeki acz ve zafiyetlerden sonra terör örgütüne teslim olma noktasına gelmiştir” diyen Bahçeli, şözlerini söyle sürdürdü:
“Terörle mücadele bırakılmış, terörle müzakere ve mütareke süreci başlatılmıştır. Terörün tasfiyesi yerine, milli kimliği ve milli devleti tasfiye etmek için yola çıkan hükümet, bölücülüğün önünü açmıştır. Terörün talepleri siyaset sahnesine taşınmış, etnik bölücülük meşruiyet zemini kazanmıştır. PKK açılımıyla yapılmak istenen, terörün silah ve şiddetle yapamadığının siyasi yollarla hayata geçirilmesidir. Yüce Meclis maalesef bugün PKK'ya teslimiyetin belgesi olan bu yıkım projesini görüşmektedir. Hükümetin PKK açılımının hareket noktası; terörden beslenen bölücülük sorunun etnik ve meşru kimlik ve hak talebi sorunu olarak tanımlamasıdır. Sorunun kaynağı ve esası; bireysel hak, temel hürriyetler ve demokratikleşme özlem ve talepleri değildir. Yapılmak istenilen, bireysel kültürel haklar değil, oluşturulmak istenen bir azınlığın kolektif olarak kullanacağı siyasi azınlık haklarıdır.”
“HAREKET NOTKASI YANLIŞ VE SAKATTIR”
Bahçeli, AKP'nin açılım sürecinin hareket noktası ve temelinin, bu nedenlerden dolayı yanlış ve sakat olduğunu belirtti. Terörün baskı altına aldığı vatandaşların yegane siyasi temsilcilerinin, eli kanlı veya silahı bırakmış
teröristler değil, yalnızca bu çatı altında bulunanlar olduğunu vurgulayan Bahçeli, şunları kaydetti:
“Bu vatan, bundan bin yıl önce gerçek sahibini bulmuştur. Aradan geçen on asır, bu coğrafyadan tarihe damgasını vurmuş bir büyük milleti ortaya çıkarmıştır. Bunun adı Türk milletidir. Bu iftihar ettiğimiz beşeri varlık, köklerin, kökenlerin, dillerin, mezheplerin üstünde bir maddi ve manevi bağ ile birleşmiştir. Bizleri bir araya getiren, acılarımız, anılarımız, zaferlerimiz, hüzünlerimiz ve coşkularımız olmuştur.
Her çekilen halay, her dövülen davul, her buluşulan düğün, her açılan duvak, her doğan çocuk, her sallanan beşik, her tüten ocak, her can veren şehit bizi bir millet yapmıştır. Bin uzun yılda kız alıp vermiş, fetihlere katılmış, işgale direnmiş, vatanı kurtarmış, birlikte üzülmüş, sevinmiş, ağlamış ve gülmüştür. En önemlisi de evlatlarımız bu değerler uğruna şehit düşmüştür. Tekraren ilan ediyorum: Bizi bugüne getiren kökenimiz, doğduğumuz yer, muhterem anamızın dili, ruhumuzu teslim ettiğimiz inancımız ve mezhebimiz ne olursa olsun, bizim adımız Türk milletidir.”
Bahçeli, son 200 yılda bu coğrafyada yaşananların tamamının, bu tertemiz ve soylu milleti Anadolu'dan göndermek üzerine oynandığını bildirdi.
“BURASININ ADI TÜRKİYE, MİLLETİNİN ADI TÜRK MİLLETİDİR”
Türkleri Anadolu'dan atmak hayalinin, yüzyılları aşarak günümüze kadar ulaşan vazgeçilmez bir emel olduğunu dile getiren Bahçeli, “Aziz milletimiz, altı asırlık hükümranlığının sonucunda, ana yurda, baba toprağının sınırlarına, asli unsurun ocağına dönmüştür. Bu tarihten sonra, büyük Türk milleti için dönülecek başka toprak parçası, gidilecek başka göç güzergahı ve verilecek başka vatan köşesi de kalmamıştır. Anlamakta ve anlamlandırmakta güçlük
çekenlere tekrarlıyorum: Burasının adı Türkiye, milletinin adı ise Türk milletidir” diye konuştu.
Bahçeli, ya bu topraklar ve üzerinde yaşayan milletin bir ve bütün tutulacağını, ya da Türk milletinin Anadolu'dan atılacağını ve tarihten silineceğini ifade ederek, şu görüşleri dile getirdi:
“Bilmeyenleriniz varsa, ben buradan tekraren söyleyeyim; bunun adı tarihi Şark meselesidir ve tarafları bellidir. Bir yanda Türk milleti, diğer yanda yedi düvel. Bir yanda milletimiz, inançlarımız, değerlerimiz ve bayrağımız; diğer yanda haçlı zihniyeti. Bugün adının değişmiş olması, maskelerin değişmiş olması, bu tarihi emelleri değiştirmemiştir. Bunu görmek lazımdır. Bunu bilmek lazımdır. Adına ne denirse denilsin, ister fırsat, ister çare, ister yol haritası, ister açılım, dayatılmak istenenler Şark Mesele'sinin bugünkü uzantısıdır.”
Bahçeli, coğrafya tartışılırsa, milletin, millet tartışılırsa devletin, devlet tartışılırsa bayrağın, bayrak tartışılırsa varlıklarının ortadan kalkacağını belirterek, şunları ifade etti:
“Bunlar ne fantezi bir düşünce, ne bir vehim, ne bir sendrom, ne bir paranoyadır. Binlerce yıllık insanlık tarihinin, yüzlerce yıllık milletler mücadelesinin, millet olmanın inceliklerine nüfuz edebilmiş bir yüksek fikriyatın, derin duyuşun ve milli tarihe vakıf olmanın eseri ve sonucudur. Bunlar benim şahsi fikrim değil, bin yıllık millet varlığının bu topraklarda tutunmak için, kanla, gözyaşıyla, çileyle bugüne aktardıkları stratejik miras ve emanetlerdir. Bütün bu gelişmeleri ve yorumlarımı, iyi niyetli olduklarını düşünmeye devam etmek istediğim iktidar partisinin değerli milletvekillerine ve yüce meclise hatırlatmak isterim. Bir kez daha düşününüz. Bir kez daha oynanan oyunun bütününü tarihi perspektif ile dün, bugün ve gelecek vizyonuyla değerlendiriniz. Karşımızda, yeni bir Sevr dayatması olduğunu mutlaka göreceksiniz. Yüzyılın başındaki küresel aktörlerin, oyunların ve parçalanma taleplerinin sadece isim değiştirmiş olduğunu da bileceksiniz.”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, içi ve içeriği bilinmeyen bir demokrasi arayışı için Türk milletini dağıtmak ve harcamak gibi bir lüksün olamayacağını söyledi.
Genel Kurulda, “Demokratik Açılım” ile ilgili genel görüşmede konuşan Bahçeli, Hükümetin çeşitli isim zinciri arasından en sonunda karar kıldığı kavramın, “Milli Birlik Projesi”, bunun formülü olarak da sunduğu reçetenin “Demokrasi” olduğunu söyledi.
Her ikisinin de çağdaş bir toplum arayan herkes için cazip, sıcak gelen, hoşa gidecek davetkar kavramlar olduğunu kaydeden Bahçeli, “Burada bu kavramların nasıl bir makyaj içerdiğini, bunların hangi niyetleri maskelediğini açıklayacak değilim. Zaten buna da zaman yoktur” dedi.
Demokrasinin, kendileri için de vazgeçilmez temel siyasi zemin olduğunu kaydeden Bahçeli, ancak demokrasinin aynı zamanda, içi boş bir demokrasi arayışında ülkelerini maceralara atan yöneticiler için, ustaca hazırlanmış bir tuzak anlamı da taşıdığını ifade etti.
Özellikle emperyal fikirlerin ve emellerin çağımızda en iyi saklandığı sığınağın demokrasi iddiası olduğuna işaret eden Bahçeli, şunları söyledi:
“En güçlü bahane ise mazlum milletlere demokrasi götürme olmuştur. Terörist başı bile ayrı bir devlet kurma fikrini 'demokratik Cumhuriyet' denilen bir istismarın içine sıkıştırmak durumunda kalmıştır. Hükümetin, Kürt sorunu diyerek başlattığı sözde açılım süreci de kısa zamanda demokrasi ambalajının arkasına saklanmıştır.
Başbakan Erdoğan, gittiği her yerde 'demokrasinin eksikliğinden', sorunları 'demokrasinin çözeceğinden' bahsetmeye başlamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı da yasama yılının açılışındaki konuşmasının tamamına yakınında, farklılaştırma odaklı düşüncelerini demokrasiye atfederek yapmıştır.
Elbette demokratik kültürün yeni gelişme alanları, demokrasi fikrini de demokrasi ihtiyacını da değiştirip geliştirmektedir.
Ancak, Sayın Başbakan'ın etnik kimlikleri kaşırken kullandığı ve Sayın Cumhurbaşkanının da farklılıklara vurgu yaparken sözünü ettiği eksikliğin, gerçekten bir demokrasi noksanı olup olmadığı tartışılmalıdır.”
“FERTLER ARASINDA AYIRIM YOKTUR”
Kimliklere yönelik bir baskıdan söz edebilmek için vatandaşların sahip oldukları temel hak ve özgürlükleri düzenleyen Anayasaya bakılması gerektiğini vurgulayan Bahçeli, “Burada temel soru, milletimize mensup ve devletimize vatandaşlık hukuku ile bağlı olan kişilere ırkı, dini, dili, mezhebi veya kökeni itibariyle kanunlar nezdinde bir ayrımcılık yapılıp yapılmadığı konusudur” dedi.
Anayasanın hükümlerince, Türkiye'de fertler arasında hiçbir sebeple ayırım olmadığını dile getiren Bahçeli, her ferdin, Anayasada da gösterilen bütün insan hak ve özgürlüklerine sahip olduğunu kaydetti. Bahçeli, hiçbir vatandaşın, yasalar karşısında eşit vatandaşlık haklarını fiilen ve hukuken kullanamadığını iddia edemeyeceğini veya bu haklardan mahrum olduğunu söyleyemeyeceğini ifade etti.
Devlet Bahçeli, “Bugün gerçekten de iddia edildiği gibi ülkemizin bir bölümünde bir eşitsizlik var ise bu, yılların ihmaliyle oluşmuş yokluk ve yoksulluğun neden olduğu mahrumiyettir. Bir demokrasi sorunu ve özgürlük eksikliği varsa bunun önündeki engeller de devlet yapımızda ve yasalarımızda değildir.” diye konuştu.
“SOSYAL VE EKONOMİK TEDBİRLER ALINMALI”
Yöredeki vatandaşların tam bir mahkumiyet içinde bulundukları katı feodal yapının ve terörün neden olduğu ferdi özgürleşme sorunu bulunduğunu belirten Bahçeli, bu özgürlüğün, kimliklerin kaşınmasıyla değil, feodal baskı ortamının ve terör baskısının ortadan kaldırılması için sosyal ve ekonomik süreci hızlandıracak tedbirlerin alınmasıyla mümkün olabileceğini vurguladı.
Bahçeli, 7 yıldır iş başında olan Hükümetin bu tedbirleri almasında bir engel olmadığını kaydederek, “Ancak, bunları ihmal edip, ferdin sahip olduğu haklar dışında millet bütünlüğü içinde yer alan bir topluluğa değişik adlar altında, siyasal haklar vermeye çalışmanızı kabul etmeyiz. Edemeyiz” dedi.
Devlet Bahçeli, şayet Türkiye'de insanların bir kısmında kendilerini ifade edememe sorununun varlığı iddia ediliyorsa, bu sorunun çözümündeki engelin anayasal değil sosyolojik ve ekonomik olduğunu söyledi.
Milletleşmeye katılamayacak kadar geri bağ ve bağlantıları aşamamış bir ferdin, hangi dili konuşursa konuşsun, sorunların asla tükenmeyeceğini anlatan Bahçeli, şöyle devam etti:
“Türkiye Cumhuriyeti, bugüne kadar hangi etnik kökenden gelene menşeini sormuş ve ayrımcı muamele etmiştir? Kucaklayıcı ve konuksever gönlüne sığınmak isteyen hangi topluluğu reddetmiş, hangisini menşei itibariyle aşağılamıştır? Hangi Başbakan'a, hangi Bakana veya hangi iş adamına kökeni nedeniyle farklı muamele yapılmış, bireysel yükselme yolları sözde ayrımcılık nedeniyle tıkanmıştır? Kim ülkemizde kökeni nedeniyle, anasının dili nedeniyle, yönetime, siyasete, ticarete, idareye, memuriyete, bürokrasiye giremediğini iddia edebilir? Kim cumhurbaşkanı, başbakan, meclis başkanı, general, profesör, vali, bürokrat ve büyükelçi olamayacağını söyleyebilir?
İşte bu yüce Meclis çatısı altında ve hükümet bünyesinde yer alan arkadaşlarımıza lütfen bakınız. Fikirlerine katılmayız, düşüncelerini benimsemeyiz, hatta şiddetle karşı çıkarız, ama aileleriyle de doğdukları yörelerle de iftihar ederiz. Hepsi bizim milletimizin evlatlarıdır. Bu yörelerden gelen sayın üyelere hayatın her alanında kapı açan bir hukuk sistemi, neden birilerini dağa çıkmaya sevk etmiş olsun?
Hükümetin yapacağı şey, kimlikleri kaşımak değildir, tahrik etmek değildir. Bir;i önce otuz altıya bölüp, sonra tekrar bir yapmaya çalışmak değildir. Türk milleti zaten birdir, devleti birdir, vatanı birdir, bayrağı birdir ve lisanı birdir. Yapacağınız iş, teröre teslim olmak değil, ortadan kaldırmaktır.”
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Kendilerinden çözüm önerileri istendiğini belirten Bahçeli, bu önerileri şu şekilde sıraladı:
“Yurt içinde ve yurt dışındaki bütün teröristler silahlarıyla birlikte teslim olmalıdır. Tamamı Türk adaletine hesap vermeli ve verilecek hükme rıza göstermelidir. Yokluk, işsizlik, yoksulluk çemberini kırarak bu mevkilere kadar ulaşmak için yola çıkmış diğer evlatlarımızın önünü açacak tedbirleri geliştirmektir. Anayasa, ülkemin herhangi bir yerinde doğmuş vatandaşıma ülkemdeki her mevki ve makama yükselme hak ve imkanlarını sonuna kadar vermektedir.
Anayasayı kurcalayarak, kolektif kimlik ve hakların oluşmasına cevaz vererek ulaşacağımız sonuç, bilmelisiniz ki kutuplaşma, bölünme, çatışma ve ayrılıştır.”
Devlet Bahçeli, devlet çöküntüye uğrasa da demokrasi kesinti yaşasa da eğer millet ayaktaysa, yıkılmamışsa, dağılmamışsa, ayrışmamışsa kaybedilen bu değerlerin tamamını yeniden inşa etme imkanının her zaman var olduğunu kaydetti. Bahçeli, “Geçmişte 15 olduğunu söylediğimiz yıkılışların, 16 kuruluşla sonuçlanmasının esas nedeni ve gerçek dayanağı da budur. Milletin varlığını ve birliğini koruması ve sürdürmesidir” dedi.
“İÇERİĞİ BİLİNMEYEN DEMOKRASİ ANLAYIŞI”
Bahçeli, içi ve içeriği bilinmeyen bir demokrasi arayışı için Türk milletini dağıtmak ve harcamak gibi bir lüks olamayacağını ifade etti. Bahçeli, bu arayışı, devletin ve özellikle milletin önüne çıkaran anlayışların, iyi niyetli bile olsalar, nasıl yıkıma götürebileceğini anlamak ve ders almak için son iki asırlık tarihe bakmalarının yeterli olacağını söyledi.
Mustafa Reşit Paşa'nın, Mehmet Ali Paşa'nın, Fuat Paşa'nın ve Mithat Paşa'nın siyasal hayata katkılarının olduğunu inkar edemeyeceklerini kaydeden Bahçeli, ancak aynı şahısların, Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkıma kadar götüren sürecin mimarları arasında olduklarının da gözden kaçırılmaması gerektiğini vurguladı.
“TEMEL KAYGIMIZ, YENİ KİMLİKLER OLUŞTURULMASI”
Temel kaygılarının, sürecin, millet bütünlüğünü parçalayarak, yeni kimlikler oluşturması olduğunu belirten Bahçeli, ortaya çıkan bu kimliklerin, kendilerine yeni idari çekim merkezleri bulacağını ve millet yapısının parçalanarak, milli ve üniter devletin çökme noktasına geleceğini ifade etti.
Bahçeli, kendilerinin siyaseti birleştirme ve uzlaştırma üzerine inşa ederken, Hükümetin tercihinin ayrıştırma ve farklılaştırma üzerine olduğunu öne sürdü.
Siyaset kurumu eliyle toplumda ortaya çıkacak olan benzeşme ile barış, refah, huzur ve gelecek üzerinde ittifak sağlanabileceğini belirten Bahçeli, böylesi bir kaynaşma sürecinin devam etmesiyle bir devlet çatısı altında ve millet kimliği ile yaşama arzusunun güçlü ve kalıcı halde tutulabileceğini anlattı.
Millete dayalı güçlü ülkelerin tamamına yakınının, yeni kimlik oluşturacak ve kolektif ayrılıklara yol açacak girişimleri reddeden anlayışları geliştirdiğini belirten Bahçeli, şöyle devam etti:
“Kaynaşma ile bir arada yaşama, farklılaşma ile ayrışma arasında istense de istenmese de yakınlaşma ve doğal paralellik olacaktır. Kısaca aykırılıkların ayrılıklara; benzeşmelerin birleşmelere temayül göstermesi kaçınılmazdır.
Farklılıklar sürekli vurgulanarak, körüklenerek, kışkırtılarak birlikte yaşama imkanı nasıl sağlanacaktır? Önce üniter yapı içinde otonomi, sonra federasyon ve sonra bağımsız devlet kurma talepleri nasıl önlenecektir? Yıllardan beri Avrupa Birliğinin dayatmalarıyla, sözde aydınların oluşturduğu işbirlikçi lobilerin baskısıyla bitmek bilmeyen taleplere karşı verilecek tavizin son sınırı nerede çekilecektir? Aldıkça iştahı kabaran ve adım adım emellerine yaklaşan bölücülüğün duracağı yer neresi olacak, Hükümetin direnci nerede ortaya çıkacaktır?
Birilerinin ayrıştırmaya, bölmeye yönelik talepleri demokrasi içinde görülecekse, bilinmelidir ki; bizim misli ile göstereceğimiz tepkiler de aynı demokratik çerçevede olacaktır. Dikkatinize sunmak isterim, kesinlikle vermek istemeyenlerle, ısrarla almak isteyenler arasındaki engeller zayıfladığında, mesafeler kısaldığında, taraflar görüş menziline girdiğinde ortaya çıkabilecek gelişmeler hakkında aranızda bir fikri olan veya öngörü geliştiren var mıdır? Özellikle açılım sürecini farklılıklar üzerine oturtmaya çalışanlar, PKK taleplerine göz kırpanlar bu sorulara gerçekçi bir cevap vermek durumundadırlar.”
Devlet Bahçeli, bu cevapları vermeleri gereken ancak hazırlıkları olmayanlara, hayatın müştereklerinin bağlayıcı kuvveti, farklılıkların zayıflatıcı etkisinden mutlaka üstün olduğunu hatırlatmak istediğini söyledi.
“SOYUT DEMOKRASİ, SANAL AÇILIM”
“Herkes anasının dilini konuşup konuşmamak hususunda serbesttir” diyen Bahçeli, bunun gündelik hayattaki özel münasebetlerin kurulmasında bir engel oluşturmadığını, buna mani olacak kimsenin de olmadığını söyledi.
Ancak resmi dilin dışındaki ikinci bir dilin kamusal alanda resmiyet kazanmasının milletin birlik ve devamlılığını durduracağını kaydeden Bahçeli, “Eğer Türkçemiz, hepimizin günlük iletişim dili olmaktan çıkarsa bilimin, sanatın, yargının, eğitimin, idarenin dili olmaktan da adım adım çekilir ve sonunda yönetim gücü ortadan kalkar.
Bahçeli, “Soyut bir demokrasi putu peşinde ve sanal açılım paketleri ile milletin ufalanmasına göz yummalarının ve millet birliğinden vazgeçmelerinin asla mümkün olmayacağını söyledi.
DEMOKRATİK AÇILIM
Devlet Bahçeli, “Sözde açılım projesinin”, bölgede su ve enerjiyi ele geçirmek, kontrol altında tutmak ve stratejik olarak rezerve etmek isteyen küresel gücün yazdığı Büyük Ortadoğu Projesi'nin dayatması olduğunu iddia etti.
Devlet Bahçeli, şöyle devam etti:
“Tarihi kökleri itibariyle sömürgeciliğe karşı duruşu ve mazlum İslam ülkelerinde mücadelesi bilinen siyasi İslamcılığın bugünkü fason sahipleri, bu proje ile küresel oyununun parçası haline gelmiş ve ırkçı noktaya sürüklenmişlerdir..
İmralı, PKK, AKP, Peşmerge ve ABD'nin birlikte oynadığı bu oyunun sonunda milletimizin birliğinin, devletimizin tekliğinin, bin yıllık kardeşliğimizin devamı asla mümkün değildir.
'Farklılıklarımız zenginliğimizdir' bahanesiyle kurcalanan kimliklerin tahrikiyle uyanacak etnik ayrımcılığın, sosyolojik zeminde tutunmasıyla birlikte ne anayasalar, ne yasaklar, ne tavsiye kararları ve ne de sözde demokratik açılımlar bu yıkımı durdurmaya yetmeyecektir.
Bu aşamaya kadar bile, PKK terör örgütünün 25 yılda yapamadığı ayrışma ve husumeti Hükümet kısa sürede başarmış ve terör örgütü ile kahraman, fedakar şehitlerimizi, gazilerimizi ve aziz yöre halkını aynı kefeye oturtmuştur.
Türk Milleti adı ile oluşmuş milli kimliğin kırılması ile sonuçlanacak süreçte alt kültürlerin kimlik haline gelmesiyle derin bir ayrışma ve husumetin tohumları atılmaya başlanmıştır.
Bu gelişmelerle birlikte, vatan topraklarını ve kardeşliğimizi canı pahasına savunan vefakar ve fedakar yöre halkının ve korucuların çaresizleştirilerek, PKK'nın insafına ve zulmüne teslim edilmesi tehlikesi ortaya çıkmıştır.
Milliyetçi Hareket, oyunu görmüş, okumuş ve bozmuştur. Başbakan'ın geri adım atarak, sıkıştığı anlarda sığındığı takiyye alışkanlığı ile milletin, devletin, bayrağın ve vatanın tekliğine vurgu yapmak zorunda kalmasının nedeni budur.”
Devlet Bahçeli, Hükümet'e yönelik, “Girdiğiniz yoldan dönmemekte ısrarlı iseniz, açılım ortağınızla birlikte elele veriniz ve hodri meydan, bölünme yasalarını çıkartabiliyorsanız çıkartınız” dedi.
Bahçeli, tarihin, ihanetleri de kahramanları da geçmişte kaydettiğini şimdi de kaydedeceğini sözlerine ekledi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12943324.asp
Cevap: Devlet Projesi - Demokratik Açılım Süreci
Türk Demokratik Açılım oturumunda konuştu
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilmesi durumunda, silahların 3 ay içinde Türkiye'nin gündeminden kalkabileceğini söyledi.
Türk, TBMM Genel Kurulunda görüşülen “Demokratik açılım” ile ilgili genel görüşme önergesi üzerinde partisi adına yaptığı konuşmada, ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilmesi durumunda, silahların 3 ay içinde Türkiye'nin gündeminden kalkabileceğini ifade etti.
“Bu meselede canı yanmayanlar, yüreği dağlanmayanlar rahat olabilirler. Ancak hiç kimse, bize bir daha bu acıları yaşatma hakkına sahip değildir ve bundan sonra da olamayacaktır” diyen Türk, siyasi ve ekonomik rantları için bu acıların sürmesini isteyenlere karşı demokrasi mücadelelerini sürdürdüklerini, bundan sonra da kararlı bir biçimde sürdürmeye devam edeceklerini bildirdi.
Ahmet Türk, ülkenin bu en temel sorununu demokratik siyasal bir çözüme kavuşturmak için, TBMM'de bulunan bütün partilerin temsil edileceği bir komisyon kurulmasını önerdi. Türk, “Madem bu sorun bizim sorunumuzdur, madem çözümünü de biz kendimiz bulacağız, o halde; Hükümet, bu süreci artık kapalı kapılar ardında yürütüp süreci bulandırmak yerine, Meclise teslim etmelidir” dedi.
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, “Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Alevisi, Sünnisi ile binlerce çiçekli bahçeyi kurutup, tek çiçeğe dönüştürmeyi savunmanın hiçbir makul gerekçesi olamaz” diye konuştu.
Genel Kurulda, “demokratik açılım” konusundaki Genel Görüşme önergesi üzerinde konuşan Türk, “Kürt sorununun” ortaya çıkması, büyümesi, derinleşmesi ve sonuçta çözümsüz bir hal almasının “devletin hatalarıyla doğrudan bağlantılı olduğunu” iddia etti.
“Sorunun bu hale gelmesi, elbette ki uluslararası sistemden ve güç dengelerinden bağımsız da değildir” diyen Türk, “Bu sorun, hiç şüphesiz ki Türkiye'nin kendi içinde ve iç dinamikleriyle çözmesi gereken bir sorundur. Ancak bu durum, konuyu dış dünyadan yalıtarak ele alma lüksüne ya da hatasına bizleri sevk etmemelidir” dedi.
“Farklılıkların inkarı ve demokrasi yoksunluğunun, ülkeyi uluslararasısistemin sömürüsüne ve istismarına açık hale getirdiğini” ifade eden Türk,“Bu, temel bir paradigma farkıdır. Yıllardır emperyalizme karşı mücadele ettiğini sananların birçoğu bile, Kürt sorununa yaklaşımdaki hatalar nedeniyle, bunların değirmenine su taşıdığını fark etmedi. Bazıları da ülkenin birliğini ve bütünlüğünü koruma adı altında yapılan hataların, Türkiye'yi adım adım bunlara teslim ettiğini göremedi” diye konuştu.
“TEMEL YANILGI”
“Sorunların üstüne şiddetle gidildiğini, tepkilerin nedenlerinin doğru analiz edilmediğini, demokratikleşme hamleleriyle yaklaşılmadığını” bildiren Türk, “Bunlar yapılmış olsaydı; bu gün 40 bin ölüden, binlerce faili meçhulden bahsetmeyecektik. Boşaltılmış üç bin köyden, göçe zorlanan milyonlardan, yitip giden yüzlerce milyar dolardan söz ediyor olmayacaktık. Taş attığı için, hapislere tıkılan yüzlerce çocuğun dramı ile yüz yüze kalmayacaktık” dedi.
“İşte, tam bu noktada, PKK'nın bir sonuç olduğunu ifade etmek istiyorum” diyen Türk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“PKK, devletin ve hükümetlerin siyasal hataları neticesinde ortaya çıkmış bir sonuçtur. Ancak devlet, bu sonucu ortadan kaldırmayı bir çözüm politikası olarak benimsediği için, sorunun nedenleri hiçbir zaman ele alınmamıştır. Bize göre temel yanılgılı yaklaşımlardan biri budur.
Kimi çevreler ise aslında Kürtlerin herhangi bir sorununun olmadığını, bu taleplerin dış güçlerce üretildiğini, herkesin eşit yurttaş olarak bu ülkede yaşadığını savunarak sorunu görmemeyi tercih etmiştir.
Eğer eşit yurttaş olduğumuzu, hiçbir sorunumuz olmadığını iddia ediyorsanız, lütfen biraz empati yapın. Bir an düşünün; Birileri çıksa ve 'yeryüzünde Türkçe diye bir dil yoktur' dese ve tek kelime Kürtçe bilmeyen sizin çocuğunuza, zorla Kürtçe eğitim yaptırsa, kendinizi eşit yurttaş olarak hissedebilir misiniz bu ülkede?
Bu haksızlığa karşı çıkmazsanız, insanlık onurunuzu koruyabilir misiniz? Eminim bunun düşüncesi bile, bazılarınızın tüylerini diken diken ediyordur. İnsanın kendi ülkesinde, kendi anavatanında, kendi devleti tarafından dilinin inkar edilmesi, yasaklanması, yok sayılması nasıl bir travma yaratır? Bunu anlayabilir misiniz? İşte, düşüncesi bile, sizin tüylerinizi diken diken eden bu trajediyi biz yıllardır yaşıyoruz. Hiç değilse onurumuzu korumak için, bu politikalara karşı çıkıyoruz.”
“ASIL ETNİK MİLLİYETÇİLER TEK ETNİK KİMLİĞİ DAYATANLARDIR”
“Türk halkının bir tarihi, kültürü, medeniyeti olduğunun inkar edilmeyen bir gerçektir” diyen Türk, “Şüphesiz ki; bu tarihine, kültürüne sahip çıkması da, onur duyması da en temel hakkıdır. Ancak aynı şekilde, Kürtlerin de bir tarihinin, kültürünün, edebiyatının ve sanatının olduğu da inkar edilemez bir gerçektir” dedi.
Kültürlerin tümünün yan yana barış içinde, birbirine saygı temelinde yaklaşmasının “bir erdem örneği olacağını” ifade eden Türk, “Bu örnekler tarihimizde vardır. Görkemli uygarlıklar, bu şekilde ortaya çıkmıştır” diye konuştu.
Türk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Alevisi, Sünnisi ile binlerce çiçekli bahçeyi kurutup, tek çiçeğe dönüştürmeyi savunmanın hiçbir makul gerekçesi olamaz. Bu nedenle bir kez daha ifade ediyorum; Bu mesele bir Kürt-Türk meselesi değildir. Türk halkına karşı bir tutum da değildir. Asimilasyon politikalarına karşı bir tutumdur. Bunun doğru anlaşılması gerekir.
İnkar edilmiş, yok sayılmış bir dili ve kültürü savunmayı da etnik milliyetçilik olarak tanımlayanları halkın vicdanına havale ediyoruz. Ortada resmi olarak kabul edilmiş bir etnik kimlik bile yokken 'bu kimlik vardır' demenin neresi milliyetçiliktir, neresi ırkçılıktır? Asıl etnik milliyetçiler, vatandaşlarına tek etnik kimliği dayatanlardır. İğneyi kendine batırmayıp da çuvaldızı bize batıranlardır.
Peki bunca hata, inkar, baskı, sindirme girişimi, işkence, cezaevleri, operasyonlar sorunun çözümüne en küçük bir katkı sundu mu? Sorunun giderek büyümesine ve içinden çıkılmaz bir hale gelmesine neden olan, bu uygulamalar değil midir?”
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, hiç kimsenin bayrakla, sınırlarla bir sorunu olmadığını ve olmayacağını ifade ederek, “Ülkenin ortak dili Türkçedir, Türkçe olmaya devam eder. Hatta kendi anadilinde eğitim yapacak olanlar için, Türkçe ortak iletişim dili olarak korunur” dedi.
Türk, “Demokratik açılım” ile ilgili genel görüşme önergesi üzerinde partisi adına yaptığı konuşmada, bölge halkının, barışı ve demokrasiyi ne kadar büyük bir hasretle sahipleneceğini görmenin birilerini ürkütebileceğini söyledi.
“Fakat inanınız ki, barış işte bu kadar gerçek ve bu kadar elle tutulabilir bir şeydir” diyen Türk, “Eğer geçmişimizle gerçek bir yüzleşme sağlayamazsak, gelecek için birbirimize güvenemeyiz. Bu politikalar geçmişte yaşandığı düzeyde kabaca olmasa da; günümüzde de inceltilmiş bir şekilde halen yürütülmektedir” dedi.
Yaşananlara rağmen halklar arasında bir etnik çatışmanın yaşanmamış olmasını, bir kazanım olarak değerlendiren Türk, “Biz, bu inkarcı politikalara karşı çıkarken de halkı suçlamıyoruz. Bundan sorumlu tutmadık, tutmuyoruz. Çünkü biliyoruz ki; bu inkarcı, asimilasyoncu politikaları üreten ve uygulayan halk değildir. Devleti ele geçirmeyi başaran ittihatçı ekip ve onların ardılı olan zihniyetlerdir” diye konuştu.
Bölgenin geri bırakılmışlığının nedeninin, devletin birçok raporunda da ortaya çıktığı gibi, bilinçli bir ihmal ve ayrımcı politikalar sonucu olduğunu iddia eden Türk, bölgeler arası gelişmişlik farklarının ortadan kaldırılması için, devlet destekli yatırımlar ile bölge ekonomisinin canlandırılması gerektiğini bildirdi.
Ahmet Türk, şöyle konuştu:
'Bu, bir Kürt-Türk çatışması değildir. Sorun, Kürtler başta olmak üzere vatandaşlarına demokrasiyi, özgürlükleri çok gören, resmi devlet ideolojisi sorunudur. Bu ülkede demokrasi ihtiyacı olan sadece Kürtler de değildir. Ülkede Türk kavramı ve millet tanımı bile, bu resmi ideoloji tarafından, özünden boşaltılmıştır.
Kimliklerin, dillerin, kültürlerin kendini özgürce, korkmadan, baskılanmadan ifade etmesi ülkeyi bölmez. Tam tersine, ülkeye aidiyet bağlarını güçlendirir. Asıl bölünme tehlikesi, kimliklerin inkarı ve bastırılması üzerine ortaya çıkar. Hiç kimse bu ülkedeki farklı kimlikleri bir ayrışma veya bir çatışma nedeni olarak görmemeli, göstermemelidir.
Bugün geldiğimiz noktadaki durum, eski zihniyetten bir kopuş yaşanmadığı için, maalesef yeterince ilerlemiyor. 1980 askeri darbesinin ürünü cunta anayasasını değiştirmeyi bile gündemine alamayan bir çözüm yaklaşımı, önceki inkar yaklaşımlarından, özü itibariyle, ne kadar farklı olabilir? Hükümetin amacı, sorunu kalıcı bir şekilde ve demokratik bütün hakları hayata geçirerek çözmek midir? Yoksa bu sorunla bir müddet daha yaşamaya devam etmek, yani sorunu 'katlanılabilir' bir düzeye çekmek midir? Bu konularda Hükümet, acilen netleşmelidir.”
“BİZ ÇÖZMEZSEK, KİMSE GELİP ÇÖZEMEZ”
DTP Genel Başkanı Türk, uluslararası oyunları bozmanın ve boşa çıkarmanın tek yolu demokratik çözüm olduğunu ifade etti. “Bu, sorunumuzu çözmezsek, kimse gelip bizim sorunlarımızı çözemez, belki çözülsün de istemez.
Demokrasisini kendi özgücüyle güçlendiremeyen hiçbir toplum, esaretten kurtulamaz” dedi.
“Bizi bir arada tutan yeterince ortak değerimiz vardır, var olmaya devam eder” diyen Türk, 'Hiç kimsenin bayrakla, sınırlarla bir sorunu yoktur, olmaz. Ülkenin ortak dili Türkçedir, Türkçe olmaya devam eder. Hatta kendi anadilinde eğitim yapacak olanlar için, Türkçe ortak iletişim dili olarak korunur” diye konuştu.
Ahmet Türk, Türkiye'nin demokrasi dışında başka bir çıkış yolu kalmadığını, demokrasinin ülkeye zarar getireceğini söylemenin de kimsenin savunabileceği bir şey olmadığını belirtti. Hükümetin, “Kürt Açılımı” adıyla başlattığı, sonra da “Milli Birlik Projesi” adında karar kıldığı sürecin, anlatmaya çalıştığı çözüm zihniyetinden uzak olduğunu kaydeden Türk, “Hükümet şundan emir aldı. Bu bir dış dayatmadır, ABD projesidir” denilerek Hükümetin küçük düşürülmesini de doğru bulmadıklarını söyledi.
“GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEDE CESUR OLMADAN...”
Hükümetin somut tek bir projesi, tek bir adımı olmamasına ve partisini ısrarla sürecin dışında tutma gayretlerine rağmen umutlarını yitirmediklerini vurgulayan Türk, şunları kaydetti:
“En azından sorunun artık orduya havale edilmemesi umuduyla, siyasal alanda bizlerin sorumluluğunda kalması ve bu vesileyle ölümlerin durması adına bu süreci destekledik, desteklemeye devam ediyoruz. Ancak, Hükümetin askeri operasyonlardaki ısrarı ve meseleyi güvenlik boyutunun ötesine taşıyamamış olması, ölümleri durdurmadığı gibi, süreci de ilerletememiştir.
Biz şuna inanıyoruz: Eğer ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilirse; silahlar üç ay içinde Türkiye'nin gündeminden kalkabilir. Bu meselede canı yanmayanlar, yüreği dağlanmayanlar rahat olabilirler. Ancak hiç kimse, bize bir daha bu acıları yaşatma hakkına sahip değildir ve bundan sonra da olamayacaktır. Bizler, siyasi ve ekonomik rantları için, bu acıların sürmesini isteyenlere karşı, demokrasi mücadelemizi sürdürdük.
Ülkenin bu en temel sorununu demokratik siyasal bir çözüme kavuşturmak için, TBMM'de bulunan bütün partilerin temsil edileceği bir komisyon kurmayı yüce Heyetinize öneriyoruz. Madem bu sorun bizim sorunumuzdur, madem çözümünü de biz kendimiz bulacağız, o halde; Hükümet, bu süreci artık kapalı kapılar ardında yürütüp süreci bulandırmak yerine Meclise teslim etmelidir. Kurulacak bu komisyon, ters yüz edilmiş tarih anlayışını sorgulayarak, gerçekleri açığa çıkarabilmelidir. Hakikatleri araştırıp, kimin nerede hangi hataları yaptığını, ülkenin hangi dönemeçlerde, zayıflatılıp teslim alınmaya çalışıldığını ortaya çıkarmalıdır. Geçmişle yüzleşme noktasında cesur olmadan; Cumhuriyet, elitlerin işgalinden kurtarılıp demokratik bir hale getirilemez.”
“BASKICI ŞİDDET YÖNTEMLERİ İSYANLARI DOĞURDU”
“Devletin ısrarı ve kullandığı baskıcı şiddet yöntemlerinin” isyanları doğurduğunu ve bu defa devletin, bu isyanları bastırmak için “en şiddetli yollara başvurduğunu” belirten Türk, “Şeyh Sait İsyanı da Ağrı ve Dersim olayları da doğru okunamadı. Bozulan düzeni yeniden tesis etme adına, akıl almaz baskılar, katliamlar uygulandı” dedi.
Türk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dönemin, Erkanı Harbiye kurumunun, hükümete sunduğu raporda, 'Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetin müdahalesi, Dersimli'ye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder' diyor ve ondan sonra yaşanan trajediler biliniyor. Munzur suyunun nasıl kızıla boyandığı resmi tarihçiler tarafından yazılmamış olsa da halk tarafından kuşaktan kuşağa aktarılan gerçekler sayesinde çok iyi biliniyor.
Düzenin niye bozulduğunun üstünde durulmadı, araştırılmadı. O dönemlerde yaşananların üstü örtüldüğü yetmezmiş gibi bugün bile aynı zihniyetin temsilcileri çıkıp bu yöntemleri bir daha uygulamaktan söz etme cesaretini gösterebiliyor. O dönemin sorumlu siyasetçilerini, nasıl etkisiz hale getirdilerse, şimdi de bu mantığı aynen devam ettirmek isteyenler olduğunu görüyoruz.”
“GELİN HEP BERABER SORUMLULUK ALALIM”
DTP Genel Başkanı Türk, bu dönemde ortaya konulan yaklaşımların darlığına rağmen umutsuz olmadıklarını söyledi.
“Ortada bu kadar tarihi gerçekler ve yaşanmış acılar varken, 'ben meseleyi askeri operasyonlarla çözerim' diyen bir politikacı, çözümsüzlüğe hizmet eder” diyen Türk, üstlendikleri sorumluluk gereği, bırakın tek bir yurttaşın ölmesini, burnunun kanamasının bile, makamlarıyla kıyaslanamayacak kadar değerli olduğunu, barış için koltuklarından değil, canlarından vazgeçmeye hazır olduklarını bildirdi.
Türk, “Tarih karşısında onurlu bir yere sahip olmak her siyasetçiye nasip olmaz. Gelin bu onuru hep birlikte paylaşarak, çocuklarımıza barış ve huzur içerisinde yaşanacak bir gelecek armağan edelim. Bizler bugün varız, yarın yokuz. Ama halklarımız hep var olacak. Bizi ya minnetle ya da öfkeyle anacaklar. Gelin hep beraber sorumluluk alalım. Bu sorunları çözelim ki, gelecek kuşaklar da bizi minnet ve şükranla ansınlar” diyerek sözlerini tamamladı.
Türk'ün konuşmasını, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, AK Parti'li milletvekilleri alkışlarken, DTP'li milletvekilleri de ayakta alkışladı.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12943467.asp
Cevap: Devlet Projesi - Demokratik Açılım Süreci
Başbakan, Demokratik Açılım oturumunda konuştu
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Atatürk'ün en büyük başarılarından biri, her türlü farklılığı önce TBMM çatısı altında ardından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı paydasında birleştirmek, millet olma bilincini güçlendirmek olmuştur” dedi.
“Demokratik açılım” konusunda Mecliste yapılan Genel Görüşme önergesi üzerinde söz alan Erdoğan, üç gün önce, vefatının 71. yılında minnetle anılan Gazi Mustafa Kemal'in, TBMM'nin açılışı öncesinde yayınladığı tebliğde, “O günden, yani 23 Nisan 1920'den itibaren, askeri ve sivil bütün makamlarla, bütün milletin, tek mercinin, Büyük Millet Meclisi olacağını” ifade ettiğini hatırlattı.
TBMM'nin o günden itibaren, aziz milletin tek merci olduğunu belirten Erdoğan, “Bu Meclis, Gazi, Kurtuluş Savaşımızı sevk ve idare eden Meclis'tir. Bu Meclis, millet iradesinin tezahür ettiği, tecessüm ettiği Meclistir. Bu Meclis, açıldığı 23 Nisan 1920'de, bu ülkenin bütün renklerini, bütün çiçeklerini, bütün kokularını, bu ülkenin topyekün sesini, nefesini bünyesinde toplamış, bu ülkeyi teşkil eden, Cumhuriyeti kuran bütün unsurları çatısı altında birleştirmiş bir Meclistir” dedi.
Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“1920'de ilk Meclis'te Ankara Mebusu Mustafa Kemal, Afyonkarahisar'dan Ömer Lütfi Ergoşa, Ardahan'dan Filibeli Hilmi, Balıkesir'den Abdulgafur Efendi, Bilecik'ten Mostarlı Boşnak Ahmet Lakşe, Bitlis'ten Derviş Sepunç, Burdur'dan Mehmet Akif, Çankırı'dan Müştak Torbo, Diyarbakır'dan Abdülhamit Hamdi, Manisa'dan Çerkes Reşit, Dersim'den Diyab Ağa var.
Kurtuluş Savaşı'na başkumandanlık yapan, Türkiye Cumhuriyeti'ni inşa eden ruh ve irade, Türkiye'nin tüm unsurlarını işte bu Meclis'te cem etmiştir.
Atatürk'ün en büyük başarılarından biri, her türlü farklılığı önce TBMM çatısı altında, ardından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı paydasında birleştirmek, millet olma bilincini güçlendirmek olmuştur.”
İlk Meclisin açılışında Gazi'nin dile getirdiği, “Efendiler... Burada maksut olan ve Meclis-i Alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden
mürekkep anasır-ı İslamiyedir, samimi bir mecmuadır...” ifadelerinin her an hatırda bulundurulması gerektiğini kaydeden Başbakan Erdoğan, “Bu Meclis, aziz milletimizin hamurunu çokluk içinde birlik anlayışıyla yoğurmuş, milletimizin birlik ve bütünlük ruhunu tesis etmiştir” dedi.
“HER MESELESİNİN ÇÖZÜM YERİ BU MECLİSTİR”
Büyük Millet Meclisi'nin Kayseri'ye taşınması teklifi karşısında söz alan ve “Biz buraya Ankara'dan kaçmak için gelmedik. Savaşmaya, dövüşerek ölmeye geldik” diyen Dersim Mebusu Diyab Ağa'nın, bu Cumhuriyetin hangi ruh ve ideal üzerine inşa edildiğinin en somut abidelerinden yalnızca bir tanesi olduğunu ifade eden Erdoğan, “89 yıl boyunca da bu Meclis hep milletin Meclisi olarak kalmıştır ve hep öyle kalacaktır. Türkiye'nin her meselesinin çözüm yeri bu Meclistir. Türkiye'de her meselenin cesaretle, samimiyetle, açık seçik konuşulacağı zemin işte bu Meclistir. Bu Meclis, 89 yıl öncesinin gerisine düşemez. Bu Meclis, 89 yıl önce, renklilik üzerine, özgürlük üzerine, en önemlisi de demokrasi üzerine inşa ettiği temellerinden ve ilkelerinden taviz veremez” diye konuştu.
Başbakan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Varlık yokluk mücadelesi veren, istiklal mücadelesi veren, bir milleti küllerinden ayağa kaldıran bu şanlı Meclis, elbette her türlü sorunu ele alabilecek, her türlü sorunu çözüm yoluna koyabilecek bir tarihi geçmişe, derin bir tecrübe ve sağduyuya sahiptir.
Türkiye'nin en önemli sorun alanlarıyla ilgili meseleleri de elbette Meclis'te konuşmak, tartışmak durumundaydık ve bu amaçla genel görüşme yapılmasını istedik. Bundan daha doğal ne olabilir. Her meselenin özgürce konuşulduğu, cesaretle konuşulduğu, millet adına konuşulduğu, nezaketle, edeple, adapla, karşılıklı saygıyla, hoşgörüyle ele alındığı İlk Meclis, bugünkü Meclis için bir model olmak, bir ilham kaynağı olmak zorundadır.
İktidar kadar muhalefet de demokrasinin olmazsa olmaz unsurudur. Muhalefetin, iktidarla her konuda bire bir düşünmesini, mutabık olmasını, her konuda ittifak etmesini asla bekleyemeyiz, bu, demokrasinin de doğasına aykırıdır.
Ancak, her konuya, sırf iktidarın önerisidir, fikridir, girişimidir diyerek karşı çıkmak; yapıcı bir öneri, yapıcı bir eleştiri getirmek yerine, temelden her meselenin karşısında durmak millet istifadesine de değildir, memleket yararına da değildir. Demokrasinin en temel şartı diyalogtur, müzakeredir, uzlaşı aramaktır. Her konuda uzlaşmak, her konuda aynı düşünmek demokrasinin bir gereği değildir, ama her türlü farklılığa rağmen konuşmak, tartışmak, sorunlara çözüm aramak demokrasinin bir gereğidir. Konunun özüne dönük görüş beyan etmek, eleştiri getirmek yerine, hükümet kendisini anlatamasın diye çaba göstermek, farklı polemiklerle konuyu saptırmaya çalışmak bir muhalefet tarzı olamaz.
Bizler bu Meclis'te yeni değiliz. Uzun yıllardır bu Mecliste olan milletvekilleri var. Bu Meclis'in kurulduğu günden beri tutanakları var. Bugün, Türkiye'nin her tarafında bizi izleyen aziz vatandaşlarımız, siyasette tutarlılık istiyor. İzleyici tribünlerine eli tutularak getirilenler olursa bunlar, bu Meclisin asaletiyle bağdaşmaz. Milletin Meclisi'ndeki üslup, elbette çocuklara, elbette gençlere, elbette tüm bir millete örnek teşkil edecek bir üslup olmalı, sağduyuyu ve aklı selimi yansıtan bir üslup olmalıdır.'
“KİN GÜTMEMİŞ, İNTİKAM HİSSİ İÇİNDE OLMAMIŞ”
86 yıl önce, birlik, beraberlik ve dayanışma üzerine inşa edilen Cumhuriyet'in, 86 yıl boyunca gelişerek, güçlenerek, bölgesinde ve dünyada, tarihine, kültürüne, medeniyetine yaraşan bir ağırlık kazanarak bugünlere ulaştığını belirten Erdoğan, Cumhuriyet'in, 86 yıl boyunca, dünyadaki değişime ayak uydurduğu ölçüde, demokrasisini ilerlettiği ölçüde, kendisini yenilediği,reformları hayata geçirdiği ölçüde ilerlediğini ve kalkındığını dile getirdi.
Trablusgarp Savaşı'nda, Tobruk ve Derne'de savaşan; Balkan Savaşı'nda, Gelibolu, Bolayır, Dimetoka ve Edirne'yi savunan; Çanakkale Savaşı'nda Anafartalar Grup Komutanı olarak zafere imza atan ve Kurtuluş Savaşımızın Başkumandanı olarak bu ülkeyi istiklaline kavuşturan Gazi Mustafa Kemal'in, Cumhuriyetin ilanının hemen ardından, savaştığı tüm ülkelerle diplomatik ilişkileri geliştirmenin gayreti içinde olduğunu anlatan Başbakan Erdoğan, “Atatürk, kin gütmemiş, intikam hissi içinde olmamış, küsmemiş, husumet beslememiş, tam tersine, işgalci ülkelere Kurtuluş Savaşı'nda gereken cevabın verildiği düşüncesiyle yeni bir dönem başlatmıştır” dedi.
Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal'in, ülkenin etrafına duvarlar örmediğini, ülkenin ufkunu daraltmadığını, tam tersine, “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek Türkiye'yi büyütmenin mücadelesine, istikbal mücadelesine yoğunlaştığını söyledi. Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Soruyorum; Yurtta sulhu tesis edemeyenleri cihanda sulhu tesis edebilir mi? Bunun başarılması lazım. Bugünün, ulusal ve uluslararası meselelerini, dar kalıplar üzerine inşa edenler, meselelere hissi yaklaşanlar, ulusal ve uluslararası problemleri kin, nefret ve intikam duygusuyla mülahaza edenler, Cumhuriyet'in kuruluş ruhuna ve kurucusuna haksızlık ederler.
Biz, 'Türkiye'nin üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili' diyen bir anlayışla değil, 'Yurtta sulh, cihanda sulh' anlayışıyla hareket ediyoruz. Biz, düşman üretmek değil, dost kazanmak yaklaşımıyla dış politika belirliyoruz. Bizim barışçı aktif dış politikamızı eleştiren anlayış o gün var olsaydı, ne Kurtuluş Savaşı son bulurdu, ne Lozan olurdu, ne Cumhuriyet, ayakları üzerinde doğrulurdu. Emin olun ki bu anlayış, Atatürk'ün diplomatik temaslarına da 'dünyada sulh' anlayışına da karşı gelir, ayak direrdi. Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923'te ne kadar büyük düşündüyse, bugün de o kadar büyük düşünmek durumundadır… Bu devlete ve bu millete Büyük düşünmek yakışır. Bizler, küçük meselelere takılıp kalamayız. Biz, ülke olarak, millet olarak, devlet olarak, tarih boyunca her zaman büyük düşündük, büyük adımlar attık, büyük hedefler belirledik ve büyük ideallerin peşinden koştuk. Bugün de aynı ruh ve aynı heyecanla büyük düşünmek ve büyük hedeflere doğru kararlı adımlarla ilerlemek, bizim ve tabii ki bu yüce Meclisin asli vazifesidir.
Bu Yüce Meclis, memleketin meselelerine çözüm üretecek güce sahip bir Meclistir. Hiçbir ülke, topluluk, grup ya da zümre, milletin bu aziz Meclisine hiçbir şey dayatamaz. Bu Meclis yıllar yılı hayali tehditlerle meşgul edilmiştir, şimdi olduğu gibi. İçini bildikleri için değil, gerçekleri bildikleri için değil, dış güçlerin talimatlarıyla, oralardan verilen emirlerle, Büyük Ortadoğu Projesi gibi ifadelerle. 'Nedir' diye sorsanız, içeriğinde ne var diye sorsanız bilmezler. Söyledikleri bir şey de zaten yok. Hiç bir zaman bir belgeye, delile bağlı olarak da konuşamazlar. Çünkü o kapasiteleri de yok. Böyle bur durumları var.
Bu ülkenin enerjisi, var olmayan tehditler nedeniyle israf edildi.
Dünya değişirken, dönüşürken, gelişirken, bu ülke sonu gelmeyen tartışmalarla, çözüm üretilmeyen meselelerle oyalandı, duraklatıldı, geri bırakıldı. Bugün, o eski anlayışla, o eski siyaset tavrıyla, artık tedavülden kalkmış siyasi üslupla, Türkiye'ye yeni tehditler, yeni korkular, var olmayan ve var olmayacak yeni düşmanlar üretmek suretiyle kimsenin sanal tehditler üretmeye hakkı yoktur.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin tüm sorun alanlarına el atmak, sıkıntıları hafifletmek, demokrasiyi her alanda hakim kılmak için “demokratik açılım” sürecini başlattıklarını bildirdi.
“Demokratik açılım” konusunda TBMM'de yapılan genel görüşmede, eleştirileri hükümet adına yanıtlayan Erdoğan, Hükümet olarak, 7 yıldır bu ülkenin kronik meselelerini çöze çöze bugünlere geldiklerini söyledi. Erdoğan, enflasyondan faizlere, dış ticaretten uluslararası yatırımlara, turizm gelirlerinden ücretlere, bölünmüş yollardan dersliklere, modern teknolojiyle donatılmış okullardan üniversitelere, yüksek standartlı demokrasiden dış politikaya kadar her alanda ezberleri bozduklarını, statükoyu değiştirdiklerini ve Türkiye'ye yeni bir ufuk çizdiklerini bildirdi.
7 yıl boyunca, ekonomiyi, toplumsal yaşamı, dış politikayı sağlam bir zeminde yüceltmek ve büyütmek için, demokratik hak ve özgürlükleri olabildiğince genişlettiklerini belirten Erdoğan, şunları söyledi:
“Bu iktidar döneminde, temel hak ve özgürlüklerin almış olduğu irtifa hiçbir dönemde olmamıştır. Bugün çağdaşlığın da modernliğin de evrensel değerlerle buluşmanın da yolu demokrasiden, daha ileri, daha gelişmiş bir demokratik standarda ulaşmaktan geçiyor. Ülkemizdeki tüm sorun alanlarına el atmak, sıkıntıları hafifletmek, demokrasiyi her alanda hakim kılmak için demokratik açılım sürecini başlattık. Yani bu olayı sadece terör sorunu olarak algılamak veya anlatmak ayrı bir yanlıştır. Sadece Kürt sorunu olarak algılamak veya anlatmak ayrı bir yanlıştır. Hedef, milli birlik ve kardeşlik projesidir. Süreç, demokratik açılım sürecidir. Burada tabi ki öncelikli sorun terörle, terör sorunuyla mücadeledir. Etnik unsurların sorunlarıyla mücadeledir. Bunun içinde Kürt sorunu da vardır, Arnavut sorunu da vardır, benim Türk vatandaşımın sorunu da vardır. Abaza, Arnavut, Roman... Hepsinin sorunu vardır, kendilerine göre, bunları çözmek durumundayız. Bunun yanında azınlıkların da sorunları var, inanç gruplarının da sorunları var.”
Bu sözlerine karşın, muhalefetin söz atması üzerine Erdoğan, “Sana gelmiyor, bana geliyor bunlar. Bu sorunlar bana geliyor, size gelmiyor çünkü kimse sizi zaten muhatap olarak kabul etmez. Sizin ilafta yeriniz yok” diye konuştu.
Erdoğan, daha sonra sözlerine şöyle devam etti:
“İstiyoruz ki her sorun alanı demokratik standartların yükselmesiyle, temel hak ve özgürlüklerin gelişmesiyle, adalet ve hakkaniyetin her vatandaşı kuşatmasıyla, ezilen, horlanan, dışlanan herkesin kucaklanmasıyla aza insin... 7 yıl boyunca bu anlayıştan, bu yaklaşımdan, bu kucaklayıcı tavırdan taviz vermedik. 72 milyon vatandaşımızın her birinin sofrasındaki ekmeğin, özellikle büyütülmesi gayreti içinde olduk.”
Muhalefet partilerinin konuşmasını laf atarak bölmesi üzerine Erdoğan, “Sayın Başkan, şahsım ve grubum diğer liderler konuşurken en ufak bir müdahalede bulunmadılar. Şurada bakıyorum iki muhalif grup sürekli laf atıyor. Ben hem Hükümet hem de grubumun başkanı sıfatı ile konuşuyorum. Lütfen anlayın ki anlatabilesiniz. Dinlemesini öğrenin. Dinlemediğiniz sürece de hiçbir şey anlatamazsınız bu ülkede” diye konuştu.
Daha sonra konuşmasını sürdüren Erdoğan, çözüm üretmeyen bir siyasetin, sorunları ele almayan, hafifletmeyen bir demokrasinin, halkın taleplerine duyarsız kalan bir devlet anlayışının olamayacağını ifade ederek, “Bu noktadan hareketle, bizler dedik ki insanı yaşat ki devlet yaşasın, insanı yücelt ki devlet yücelsin” dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 7 bölgenin 7'sinde de birinci parti, 81 vilayetin 80'inde milletvekili çıkartan tek parti olduklarını belirterek, “Niçin? Çünkü halkımızın tümünü kucaklıyoruz, dışlamak bizim anlayışımızda yok. Ayrımcılık bizim anlayışımızda yok” dedi.
“Demokratik Açılım” konusunda TBMM'de yapılan genel görüşmede, eleştirileri hükümet adına yanıtlayan Erdoğan, demokrasiden hiç kimsenin korkusu, çekincesi ve tereddüdünün olmaması gerektiğini bildirdi.
“Demokrasi bu ülkeyi bölmez, tam tersine birleştirir, bütünleştirir, kardeşliğimizi daha da pekiştirir” diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Demokrasi korkuların pazarı değil, panzehridir. Demokrasi en temel meşruiyet zeminidir. Meşru siyasetin görevi, iktidarıyla muhalefetiyle, bütün sivil mekanizmalarıyla meşruiyet alanını genişletmektir. Bütün sistemler, dinler, insanın mutluluğu için birer araçtır. Amaç insanın mutluluğudur. Bunu öğren. Bizim demokratik açılımdan, milli birlik ve kardeşlik projesinden kastımız budur. Yani sorunların minimize olduğu bir Türkiye. Her yönüyle. Bunun için de bizim muhatabımız, ele aldığımız bu devlet projesiyle, millettir. Destek veren olur, olmayan olur, millettir. Biz bugün milletimizin vekillerinin huzurunda bunu konuşuyoruz. Yarından itibaren milletimize gidiyoruz. 81 vilayette milletimize anlatacağız. Sivas'ın ötesine gitmemek gibi bir durumumuz, kaygımız yok. 81 ilin 81'ine de gideceğiz.
Aksini iddia edenler, bize eski yöntemleri önerenler, (yangını niye söndürmek istiyorsunuz, bırakın devam etsin, bırakın bu yara açıkta kalsın, kanama devam etsin) demiş olmuyorlar mı? Hayır, doğru yol bu değil. Aklın ve vicdanın yolu bu değil. Demokrasinin yolu bu değil. Biz diyoruz ki; peki nedir onu söyleyin. Biz diyoruz ki Türkiye'ye güvenin, demokrasiye güvenin.”
İçişleri Bakanı'nın bir çok başlığı ifade ettiğini dile getiren Erdoğan, “Ama siz anlamakta zorlanıyorsanız benim söyleyecek bir şeyim yok” dedi.
“FARKLILIKLAR ZENGİNLİK”
Erdoğan, farklılıkların zenginlik ve renk olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:
“Gökkuşağı ne kadar güzelse, ne kadar muhteşemse, ne kadar etkileyiciyse, farklılık da o kadar güzeldir, o kadar muhteşemdir, o kadar etkileyicidir. Bu ülkenin dağlarını, Ağrı'yı, Munzur'u, Kaçkar'ı, Erciyes'i, Uludağ'ı döşeyen, binlerce, onbinlerce çiçek, farklılıklarıyla, farklı renkleri, farklı kokuları, farklı güzellikleriyle bizimdir. Hepsinin kökü bu topraktadır. Burada herhangi bir sıkıntısı benim grubumun yok. Ama bunu benim gruba sormaya da kimsenin hakkı yok.
Her biri suyunu Kızılırmak'tan, Dicle'den, Fırat'tan, Yeşilırmak'tan, bu ülkenin nehirlerinden, derelerinden alır. Hepsi bu toprakların çiçeğidir. Hepsi bizim çiçeğimizdir. Hep beraber... Derdimiz bu zaten. Biz, yanı başımızdaki komşumuzun derdini biliriz, hastalığını biliriz, ihtiyaçlarını biliriz ama etnik kökenini bilmeyiz. Bilsek de inkar etmeyiz, hor görmeyiz, sadece saygı duyarız. Biz, millet olarak öyle bir medeniyetten geliyoruz.”
Erdoğan, “Komşusu açken, kendisi tok yatan bizden değildir” anlayışıyla, bir tas çorbayı komşusuyla paylaşabilme anlayışına sahip olduklarını bildirdi. Erdoğan, “Bunu küçümsemeye de kimsenin hakkı yok. Bu farklı bir alicenaplıktır, farklı bir kadirşinaslıktır. Kimsede bunu bir sadaka kültürü olarak vasıflandıramaz” diye konuştu.
“YARADILANI YARADANDAN ÖTE SEVİYORUZ”
Burada da bir dalalet ve gaflet olduğunu vurgulayan Erdoğan, şunları ifade etti:
“Biz insanı insan olduğu için, ne Türk olduğu için, ne Kürt olduğu için, ne Gürcü, Abaza, Pomak vesaire olduğu için sevmiyoruz. Biz yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz. Zaman zaman benim alındığım gücendiğim bazı durumlar oldu. Bazı topluluklarda örneğin, Kürt kökenli bir vatandaşıma birisi kalkar (şu Kürt, şu Laz...) Bu tür ifadeleri yakıştırmak bile yanlış. Sanki o ifadeyle orada küçümseme mantığı yatıyor. Bunlardan bir defa kurtulmak lazım. Sen söyleme, ben duyduklarımı, bildiklerimi gördüklerimi söylüyorum. Zaten sıkıntının altında bu var.”
İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın genel görüşmenin öngörüşmeleri sırasında söylediği sözler karşısında kıyametlerin kopartıldığını ifade eden Erdoğan, şunları söyledi:
“Ben söylüyorum, son seçimlerde ve ondan önceki 22 Temmuz seçimlerinde, sizlerin seçim neticesi olarak Güneydoğu ve Doğuda aldığınız oylar ortadadır. Sizlerin oralarda bir bölge partisi olduğunuz ortadadır. Benim milletim niçin size oralarda oy vermiyor, ortadadır. Niçin? Biz oraların birinci partisiyiz. Güneydoğu Anadolu'da da birinci partiyiz, Doğu Anadolu'da birinci partiyiz. Toplamında birinci partiyiz. 7 bölgenin 7'sinde de birinci partiyiz. 81 vilayetin 80'inde milletvekili çıkartan tek parti biziz. Niçin? Çünkü halkımızın tümünü kucaklıyoruz, dışlamak bizim anlayışımızda yok. Ayrımcılık bizim anlayışımızda yok. Dedim ya yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz. Bizim anlayışımız bunun üzerine inşa edildi.”
Erdoğan, Halepçe'de katledilen masum yavruların, masum insanların acısınıyüreğinde hisseden yegane milletin Türk milleti olduğunu dile getirerek, 1991'deyerinden, yurdundan, köyünden, toprağından edilen bir milyon Iraklı Kürt kardeşlerine kucak açan yegane milletin yine Türk milleti olduğunu bildirdi.
Kendisinin o dönemde bir partinin il başkanlığında bulunduğunu söyleyen Erdoğan, tırlarla ilaç, yiyecek, gıda götürdüğünü söyledi.
“SANA NE? ARAŞTIR BAK”
Hangi partinin olduğu yönünde laf atılması üzerine Erdoğan, “Sana ne? Bir partinin il başkanıydım. Eğer sen yakın siyasi tarihi bilmiyorsan ben ne yapayım, aç biraz araştır bak. Siyasetçisin, politikacısın, nerede siyaset yaptığımı bilirsin” karşılığını verdi.
“Bizim tarihimiz bir, kültürümüz bir, medeniyetimiz bir, türkülerimiz bir, acılarımız, sevinçlerimiz bir” diyen Erdoğan, “Sarı gelin türküsü çalındığında, sözleri hangi dilde olursa olsun, ezgisiyle yürekleri titreyen biziz. Hazreti Hüseyin Kerbela'da Sahra'ya düşenden beri göz yaşı döken hep birlikte biziz. Sema ile elini göğe ve yere açan da biziz, semah ile kainat gibidönen de biziz” ifadelerini kullandı.
Laf atılması üzerine Erdoğan, “Genel başkanınla beraberdik, semaları beraber izledik” dedi.
“STATÜKOYU SÜRDÜRMEK...”
Erdoğan, siperlerde yan yana düşerek, bu toprakların kardeşliğini parçalanamaz şekilde birleştiren şehitlerin bulunduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Malazgirt'te nasıl bir ve berabersek, bütün Haçlı seferlerine karşı da bir ve beraber olduk, aynı sancak altında toplandık. Biz, artık bu ülkenin kronik meselelerine, ekonomik sorunlarına, işsizliğe, teröre, hiç bir demokratik hak ve özgürlük talebine karşı kulaklarımızı tıkayamayız. Yaklaşık 25 yıldır devam eden terör meselesine, tutucu, statükocu, ezberini değiştirmeyen tek boyutlu bir anlayışla çözüm üretemeyiz. Statükoyu devam ettirmenin ülkemize, milletimize menfaati varsa devam ettirelim. Ama görüyoruz ki yok. Türkiye'yi daha büyük tehlikelere, daha büyük risklere sokacak olan statükoyu benimsemek ne aklen, ne mantıken, ne vicdanen mümkündür. Statükoyu sürdürebilmek mümkün ise buyurun sürdürelim. Ama geçmişin yanlış politikalarının, bildik ezberlerin artık sürdürülebilir bir tarafı kalmamıştır. Sürdürülemez bir yaklaşımda ısrar etmek, büyük devletlere yakışmaz. Yakın tarihimiz bize şunu çok net olarak göstermiştir; sorunları yok saymak, sorunları ortadan kaldırmıyor, tam tersine daha karmaşık hale getiriyor.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Bu Meclis, Şırnak'taki asker oğlunu bekleyen Ayşe Hanım'a da yıllardır haber alamadığı dağlarda oğlunu yitiren Fatma Hanım'a da bugün bir şeyler söylemek zorundadır. Artık bebekler, çocuklar, gençler kaybettikleri yakınlarının acısını büyüterek, intikam hissini kabartarak, kinine kin katarak büyümemelidir” dedi.
“Demokratik Açılım” konusunda TBMM'de yapılan genel görüşmede konuşan Erdoğan, terörle mücadele meselesinin yaklaşık 25 yıldır, salt bir güvenlik meselesi olarak görüldüğünü ifade ederek, şunları kaydetti:
“25 yıl boyunca acaba güvenlik sorunu olarak ele aldığımız terörle mücadelede dağlar bombalandı mı? Bombalandı. Sınır ötesi operasyonlar yapıldı mı? Yapıldı. Terör sıfırlandı mı? Hayır, devam ediyor. Demek ki terörle mücadele salt olarak güven sorunu olarak, sadece güvenlik güçleriyle çözülebilecek bir sorun değil. Bunun psikolojik, sosyolojik, diplomatik, ekonomik boyutu var. Bütün bunların üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor. İşte bizler 2005'teki Diyarbakır konuşmamdan itibaren yoğun bir çalışmayı bu alanlar üzerinde geliştirmeye başladık. Bizim sadece Güneydoğu ve Doğu'da yaptığımız yatırımların, ekonomik olarak söylüyorum... Eğitimde, sağlıkta, adalette, emniyette, enerjide, tarımda, bütün toplu konut yatırımlarında yaklaşık 15 katrilyon lirayı bulmuştur. Bunlar cumhuriyet tarihinde bu bölgede görülmemiş yatırımlardır.”
Baykal'ı, “lütfedip Güneydoğu'yu, özellikle de Hakkari'yi ziyarete davet eden Erdoğan, şunları söyledi:
“Hakkari'de bir tane Yüksekova'da bir tane merkezde gayet modern iki tane hastane var. Oradaki okulları bizzat kendim gidip açtım. Oradaki okullarımızda bilişim teknoloji sınıflarını göreceksiniz. Bütün bunlarla beraber orada atılan adımlar, yapılan yol çalışmalarıyla birlikte Van-Hakkari arasındaki yolların yapılmasıyla ihmal edilmiş olan bu ilimizi ele aldık. Şemdinli'de suyu yoktu... Bizzat kendim gittim. Şemdinli'nin susuzluğunu giderdik. Bütün bunları anlatırken... Ankara'dan izlemiyorum veya bana gelen bilgilerle hareket etmiyorum. Ama ben muhalefette lütfetsin de oraları şöyle bir dolaşsınlar istiyorum. Gidin bir gezin oraları. Ne var, ne yok bir görün. Görmeden olmuyor bu işler. Okullarda neler var neler yok... Size anlatılanlarla konuşmayın. Bizzat yerinde inceleyin.”
CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol'un laf atması üzerine Başbakan Erdoğan, “Ben sana anlatmak durumunda değilim zaten. Çünkü diyorum ya... Kulağın var duymuyorsun, gözün var görmüyorsun, dilin var doğru söylemiyorsun. Ne yapayım ben?” diye konuştu.
“72 MİLYON VATANDAŞA KONUŞUYORUM”
Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı olarak, milletin vekillerine konuşurken, “aziz millete” de hitap ettiğini belirtti. Erdoğan, şöyle devam etti:
“Ben bugün, sizlerin vekaletiyle, 81 vilayetimize, ülkemin 780 bin kilometrekaresine, 72 milyon vatandaşıma konuşuyorum. Ben bugün, gözü yaşlı, yüreği yaralı annelere konuşuyorum. Canından can kopmuş, can parelerini yitirmiş, yürekleri dağlanmış analara sesleniyorum. Nişanlısından mektup beklerken, şehadet haberini alan, ölüm haberini alan bacılara, hanım kardeşlerime sesleniyorum.
Bu Meclis, Şırnak'taki asker oğlunu bekleyen Ayşe Hanım'a da yıllardır haber alamadığı dağlarda oğlunu yitiren Fatma Hanım'a da bugün bir şeyler söylemek zorundadır. Artık bebekler, çocuklar, gençler kaybettikleri yakınlarının acısını büyüterek, intikam hissini kabartarak, kinine kin katarak büyümemelidir.”
Birilerinin, kabaran hissiyatı biraz daha kabartmak, bilenen hissiyatı biraz daha bilemek, kızgınlığa kızgınlık katmak isteyebileceğini, yangına körükle gitmeyi siyasetine uygun görenlerin de olabileceğini belirten Erdoğan, “Ama böyle bir siyaset, milletimizin birlik ve bütünlüğüne güç katmaz, böyle bir siyaset sevgi ve barış dolu bir geleceğe hizmet etmez” dedi.
“GÜN, BÜYÜK DÜŞÜNME GÜNÜDÜR”
Ne Hükümet olarak, ne de Ak Parti olarak, gündelik ve popülist siyaset kaygılarıyla hareket etmediklerini kaydeden Erdoğan, şunları söyledi:
“Türkiye'nin derdi bizim derdimizdir. Türkiye'nin meselesi bizim meselemizdir. Bu ülkenin her neresinde olursa olsun, sorunu olan, derdi olan, acısı olan her bir vatandaşımın vebali bizim üzerimizdedir. İşte onun için, biz, görmezden gelemeyiz, duymazdan gelemeyiz, bilmezden gelemeyiz. Başımızı kuma gömüp, kendimizi karanlığa mahkum edip, ışığa, aydınlığa gözümüzü kapatamayız.
Gün, bağırıp çağırma günü değildir. Gün, sesi en yüksek çıkanın rantı toplayacağı gün de değildir. Gün, oy kaygısıyla, koltuk sevdasıyla ülkenin sancıya, ateşe, ağrıya, sızıya terk edileceği gün hiç değildir. Gün büyük düşünme günüdür, kucaklayıcı ve kuşatıcı düşünme günüdür, nezih bir üslupla, yapıcı bir üslupla, birleştirici bir söylemle, ortaya, millet adına, memleket adına bir vizyon koyma günüdür.
Ne güzel ifade etmiş Şair Orhan Veli: 'Neler yapmadık şu vatan için. Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik.' İşte gün, hamaset dolu, heyecan dolu, tahrik dolu nutuklar atma değil, ölümlere çare bulma günüdür. Herkes elini vicdanına koysun ve lütfen, sadece ve sadece vicdanıyla konuşsun. Bir çocuk, bir bebek, anne ve babasının ırkından olduğu için, mezhebinden olduğu için, annesinin dilini konuştuğu için, dışlanabilir mi, eleştirilebilir mi, mağdur bırakılabilir, ötelenebilir, itilip kakılabilir mi? İnsanlar, etnik aidiyetlerinden, dillerinden, dinlerinden, mezheplerinden dolayı ikinci sınıf, üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görülebilir mi? Böyle bir tavır hakkaniyete sığar mı?”
“TERÖRLE SONUNA KADAR MÜCADELE EDECEĞİZ”
Başbakan Erdoğan, güvenlik güçlerinin, 25 yıldır terörle başarıyla mücadele ettiğini, sonuna kadar da mücadele edeceklerini belirterek, şunları kaydetti:
“Ancak, terörle mücadelenin ötesinde, sinsi bir öfkenin, sinsi bir intikam duygusunun, sinsi bir kin ve nefretin, gizliden gizliye bu toplumun kardeşliğini, birlik ve bütünlüğünü kemirmeye çalıştığını daha ne kadar görmezden gelebiliriz? Terör belası yüzünden, komşuların, akrabaların, kardeşlerin birbirine kuşku duymaya başladığını daha ne kadar inkar edebiliriz? Siyasetçilere, aydınlara, medyaya sirayet etmiş olan farklı dil ve üslubun, tahrik edici tavırların, toplumun değişik tabakalarında dalga dalga ayrışmayı körüklediğini daha ne kadar kayıtsızlıkla izleyebiliriz? Ülkenin sorunlarını bölen, gündemini bölen, hassasiyetlerini bölen, hissiyatını bölen bir anlayış nasıl bölücülükten yakınabilir? 25 yıl bu sorun görmezden gelindi. Güneydoğu'nun, Doğu'nun, Karadeniz'in belli bölgelerinde aynı sıkıntıları hep beraber gördük. Orta Anadolu'nun belli bölgelerinde hep gördük. Onun için de yola çıkarken bir şey söyledik, o da şu; 'biz etnik milliyetçiliğe, bölgesel milliyetçiliğe, dinsel milliyetçiliğe karşıyız.' Neyi kapsıyor biliyor musunuz? İşte bunu kapsıyor... Bu ülkede biz, bütün etnik unsurları, kaç adet olursa olsun fark etmez, Türküyle,Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Gürcüsüyle, Abazasıyla, Romanıyla hepsiyle... Hepsine saygı duyarız, sevgi duyarız, yaradandan ötürü severiz. Hepsini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından topladık, topluyoruz, toplarız ve bundan dolayı da bu üst kimlikle hareket ederiz. Olay budur.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Sizin hiç köyünüz boşaltıldı mı? Sizin ekip biçtiğiniz tarlalarınız, hayvanlarınızın otladığı yaylalarınız yasak bölge ilan edildi mi? Oğlunuzu, kızınızı, malınızı mülkünüzü aldı mı, sizden haraç topladı mı? Köylerinizin yollarına mayın döşendi mi? (Analar tabii ki ağlayacak) diyenler, sizin hiç oğlunuz, yavrunuz öldü mü?” diye konuştu.
“Demokratik açılım” konusundaki genel görüşmede eleştirileri yanıtlayan Erdoğan, bölgesel milliyetçiliğe karşı olduklarını yineledi.
Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
“Biz bölgesel milliyetçiliğe de karşıyız. O da nedir? Güneydoğu, Doğu, Doğu Karadeniz acaba buralara bugüne kadar ne kadar yatırım yapıldı. Hiç incelediniz mi, üzerinde durdunuz mu? Bunlar, tabii en iyi yaşayan, o bölgede yaşayan vatandaşlarımdır. Bütün o çileleri onlar çektiler. Ama şu anda 11 bin kilometre bölünmüş yolla Güneydoğu'nun, Doğu'nun, Doğu Karadeniz'in bu karanlık talihini ortadan kaldırdık. Oralara şimdi bölünmüş yollarla ulaşabiliyoruz. Oralarda havaalanları... Adı vardı kendisi yoktu. Şimdi artık havadan ulaşımda orada var. Ağrı'ya git bak çalışıyor, Kars, çalışıyor, Van çalışıyor, Siirt'te pisti uzatıyoruz, uzatınca daha rahat ineceksin. Hakkari'dekinin de adımları atıldı. Orada da havaalanı göreceğiz. Bütün bunlarla birlikte Türkiye modern bir dünyanın yakaladığı imkanlar neyse o imkanları bizim dönemimizde yakaladı ve yakalamaya devam ediyor. İnanın şu anlattıklarımdan muhalefetin haberi yok. Biliyor musunuz? Böyle bir şey var mı yok mu haberleri yok. Olamaz da... Bu ülkede hızlı bir tren var mı yok mu bunların haberi yoktur. Şöyle Ankara'dan Eskişehir'e bin git, tadını gör.”
“RAYDAN ÇIKAN SENSİN”
Başbakan Erdoğan, CHP'li Anadol'un “Hızlı tren raydan çıktı” şeklinde laf atması üzerine, “Sen öyle zannet. Raydan filan çıkmadı. Aynen yoluna devam ediyor. Raydan çıkan sensin. Dünyanın her yerinde kazalar mukadderdir. Amerika'sında, Avrupa'sında her yerde olur. Kazaların olmadığı yer var mı? Her yerde var. Dolayısıyla kalkıp da sataşmak için kendine malzeme arama” karşılığını verdi.
Başbakan Erdoğan, bu ülkenin hangi coğrafi bölgesinde olursa olsun bölgesel ayrımcılıkları ortadan kaldırdıklarını vurgulayarak, “Ülkemizin yüzde 99'u Müslüman. Yüzde 1 farklı inançta insanlar var. Yüzde 99 Müslümanın içinde farklı mezhep, meşreplerde olanlar var. Şu anda biz Alevi çalıştaylarını başlattık, 5'ncisi bitti” dedi.
CHP Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir'in laf atması üzerine Başbakan Erdoğan, “Rahatsız olma. Siz yapamadınız, biz yaptık devam ediyor. Bundan sonra da kararını vereceğiz. Yapamadıklarınızı biz yapıyoruz, onun için rahatsız oluyorsunuz. Zaten sıkıntının altında yatan temel esas bu... Ak Parti, sizin yapamadıklarınızı yaptığı için rahatsız oluyorsunuz” diye konuştu.
Recep Tayyip Erdoğan, hangi coğrafi bölgede, hangi ilde olursa olsun, hangi mezhebe, siyasi görüşe sahip olursa olsun, her bir vatandaşın kendisine ötekinin yerine koymasını ve düşünmesini istedi.
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, laf atmaya devam eden CHP'li Özdemir'i uyardı. Başbakan Erdoğan da “Sayın Baykal, lüften grubunuza hakim olun. Edep, adaptan uzak hareket ediyorlar. Siz konuşurken ben grubuma böyle bir saygısızlık yaptırttım mı? Lütfen grubunuza hakim olun” dedi.
“SİZİN HİÇ KÖYÜNÜZ BOŞALTILDI MI?”
Erdoğan, “Sizin hiç köyünüz boşaltıldı mı? Sizin ekip biçtiğiniz tarlalarınız, hayvanlarınızın otladığı yaylalarınız yasak bölge ilan edildi mi? Gece yarısı köyünüzü teröristler sarıp, camide namaz kılanların üzerine kurşun yağdırdı mı? Oğlunuzu, kızınızı, malınızı mülkünüzü aldı mı, sizden haraç topladı mı? Köylerinizin yollarına mayın döşendi mi? (Analar tabii ki ağlayacak) diyenler, sizin hiç oğlunuz, yavrunuz öldü mü?” diye konuştu.
TBMM Başkanı Şahin, Erdoğan'a laf atan milletvekillerini tekrar uyardı. Konuşmasını sürdüren Erdoğan, “Dersim'de olanları savunanları ben insanlık noktasından nasibini almamış olarak değerlendiriyorum. Benim aziz milletimin her bir ferdi bu soruları kendisine sorsun. Kendisini ötekinin yerine koysun. Samimi bir şekilde vicdan muhasebesi yapsın. Terör örgütüne yönelik öfke, tüm bir etnik gruba veya toplumun bir bölümüne yöneliyorsa, bu son derece hatalı bir bakış açısıdır. Terör örgütüyle benim Kürt kökenli vatandaşlarımı, kardeşlerimi biraraya getiremezsiniz, getiremezsiniz... Kürt kökenli vatandaşlarımın, kardeşlerimin sorunu farklıdır, terör örgütü farklıdır. Ne yazık ki burada, bu kürsüde Sayın Bahçeli'nin Ak Parti'yi terör örgütüyle el ele adeta kol kola benzetme yapmasını çok sakil buluyorum. Tabi kendi grup toplantılarında da çok yaptılar. Ama bunların hepsini hukuka havale ettim, hukukta görüşülüyor. Orada devam edecek. Çünkü buna, içinden kendisi de inanmıyor, biliyorum. Ama buradan nemalanıyor, nemalanıyor mesele bu...” diye konuştu.
CHP, GENEL KURUL SALONUNUN TERK ETTİ
Her milletin kutsal değerleri olduğuna işaret eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bizim toprağımız, vatanımız, bayrağımız, İstiklal Marşımız, Cumhuriyetimiz tartışmaya açamayacağımız kutsallardır. Bunu bir kere söylemedik ki yüzlerce binlerce kez söyledik. Bunun için de zaten siz bizi test edemezsiniz. Bizim mazimiz, tarihimiz bunun en açık ifadesidir. Benim hangi kültürle, hangi değerlerle yetiştiğimi, benim mazim ortaya koyar. Bunu siz test edemezsiniz, onu edecek kalitede de değilsiniz. Bu konuda bize bu şekilde saldıranlar benim milletimden gerekli dersi, cevabı, dersi, vakti geldiğinde alacaktır. Bölünmekten bahsetmek, ihanetten bahsetmek, bu milletin en hassas olduğu konuları tamamen bir hayal ürünü olarak sürekli gündeme getirmek, vatanseverlik de olamaz milliyetçilik de olamaz.
Sürece karşı çıkanları da kabaca 3'e ayırıyorum. Birincisi bu açılım sürecine, içeriğini bilmediği için karşı çıkanlar var. Onları bilgilendirmek boynumuzun borcudur. Benimle beraber seyahat ediyorsun. Taa Orhun Abidelerinden Karakurum'a, oraya yapılanları gören sen değil miydin? 3,5 yıl iktidar oldunuz. 3,5 yıllık iktidarınızda soruyorum size Türk Cumhuriyetlerinin hangisine hangi yardımı götürdünüz? Edirne'den Ardahan'a kadar karış karış, mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev dolaşıp bunları anlatacağız.”
Erdoğan, sürece karşı çıkanlardan ikinci grubun ise açılımın sonunda rant kapıları kapanacak olanlar olduğunu belirterek, “Bu açılımın sonunda rant kapıları kapanacak olan istismarcılar var. Şiddet üzerinden, şehit cenazeleri üzerinden siyaset yaptığını zannedenler var. Bunlar tabii ki bu sürece karşı çıkıyorlar. Hatta 'şehitler gelsin de biraz daha fazla bağıralım' diye bekleyenler var” dedi.
Milletvekillerinin tepkisi üzerine Erdoğan, “(Yok) diyorsanız niye bağırıyorsunuz? Siz yapmıyorsanız niye alınıyorsunuz? Alınmayın rahat olun. Niye rahatsız oluyorsunuz?” karşılığını verdi.
Bu sözler üzerine CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile CHP'li milletvekilleri Genel Kurul Salonunu terk etti. Erdoğan, “CHP grubuna 'güle güle' diyorum. Siz olmadan (laf atılmadığı için) daha rahat konuşurum. Bunların düşünceye tahammülü yok, bunların meseleleri konuşmaya tahammülü yok. Bunlar izleyici tribününü provoke edenleri buraya getirenlerdir. Anlayış bu...” diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, partiyi kurduklarında, “sorunun toplum hayatımızda neden olduğu olumsuzlukların bilinciyle, bölge halkının mutluluğunu, refahını, hak ve özgürlüklerini gözeten, Türkiye'nin bütünlüğü ve üniter devlet yapısıyla birlikte bölgeyi tehdit eden terörün önlenmesinde zaaf yaratmayacak bir şekilde; kalıcı, tüm toplumun duyarlılıklarına saygılı, etkili ve sorunları kökünden çözmeye yönelik bir politika izleyecektir” ibaresini programlarına koyduklarını bildirdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye için hayati bir süreç başlattıklarını belirterek, “Ben, bugünün Türkiye için bir milat, bir yeni başlangıç kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum” dedi.
Genel Kurulda, “Demokratik Açılım” konulu genel görüşmede Hükümet adına konuşan Erdoğan, süreçten Güneydoğu ve Doğu'daki iller kazanırken, 81 ilin de atılan adımlardan olumlu etkileneceğini ifade ederek, kendilerinden önce her ikibölgenin ihracatının yaklaşık 800 milyon iken, bugün 5 milyara ulaştığını
söyledi. “Bu bir hareketlenmeyi gösteriyor” diyen Erdoğan, bunun yeterli olmadığını ve daha da hareketleneceğini kaydetti.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın “Terör bu işin engeli değil” dediğine işaret eden Erdoğan, “Nasıl engeli değil canım? Bir defa ekonomide bir kaide var; yatırımcı güven ve istikrar arar. Güven ve istikrarın olmadığı yere yatırımcı gelmez. Bütün bunlara rağmen bizim girişimcimiz orada yatırımları sağ olsun yaptılar ve şu andaki noktaya geldik” diye konuştu.
Televizyonlar ile ilgili yeni bir düzenlemenin ortaya konulduğunu, eylemlerde istismar edilen çocukların hukuki durumunun yeniden gözden geçirileceğini, üniversitelerin attığı adımların kendilerini imrendirdiğini kaydeden Erdoğan, tüm bunların yanında daha büyük hedefleri olduğunu vurguladı.
Erdoğan, “Bu bir süreç...Bu süreç içerisinde gelişmelerle bizler, o sorun alanlarını minimize edeceğiz. Bunlar bir anda hemen çözülebilecek ya da bir anda neticelendirilecek sorunlar değil. Dünya değişiyor, dönüşüyor. Bu değişim ve dönüşüm içinde tabii ki karşımıza farklı alanlarda farklı sonuçlar çıkabiliyor. Bu sorunlar da çıktıkça çözüme kavuşturacak olan biziz” diye konuştu.
Erdoğan, meselelerin ilk kez bu dönemde ortaya çıkmadığını, “Gazi Mustafa Kemal'e kadar uzanan bir geçmişi olduğunu” belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Biz diyoruz ki bu sorunları minimize edelim ve gelecek nesillere sorunun çok daha azaldığı bir Türkiye bırakalım. Liderlerin geçmişte söyledikleri var. Gıyabında konuşmak işime gelmez ama maalesef kaçıp gittiği için söylemek zorundayım. 1989'da SHP Genel Sekreteri Sayın Deniz Baykal tarafından hazırlanmış rapordan alınmış ifadeleri söylüyorum; 'Kürt kökenli yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma, geliştirme ve açıklayabilme, kendi ana dillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon dahil her türlü medya aracılığı ile yayın yapabilme, özel okullarda kendi ana dilleri ile eğitim yapabilme, Kürt dil ve kültürü üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabilmesi, haklarına kavuşmalıdırlar.' Nereden nereye, sıkıntı burada...
Özellikle Sayın Bahçeli'nin Başbakan Yardımcısı olduğu koalisyon hükümeti tarafından atılmış adımlar var. Ama Sayın Bahçeli bütün bunlar olurken meseleyi, kendi dilinden 'Üniversite sınavında bir soruya takılıp kalmazsınız, onu atlar, diğer sorulara geçersiniz' diyerek izah etmiş, ama o atladığı soruya geri dönmeyi asla düşünmemiştir. Yine bu, o dönemde Yabancı Dil ve Öğretimi Kanunu değişikliğiyle, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçeleri öğrenmelerinin önündeki hukuki engellerin kaldırılmasıyla olmuş.”
“TÜRKİYE SİYASETİ KENDİSİNİ POPÜLİZMDEN KURTARMALI”
Türkiye siyasetinin, popülizmden kendisini kurtarması gerektiğini belirten Erdoğan, şunları kaydetti:
“Bunu beraber çözeceğiz. Burada sizin bir öneriniz yok mu? Biliyoruz ki açık yaraları kanatmak isteyenlerin işi kolaydır, ama bu yarayı sarmak isteyenlerin işi zordur. Söyleyeceğimiz her sözün, atacağımız her adımın, alacağımız her kararın bu ülkenin hangi köşesinde nasıl yankılanacağını hesap etmek durumundayız. Biz, Türkiye ölçeğinde, dünya ölçeğinde büyük düşünmeye devam edeceğiz. 4 aydır, siyasi bir terbiyeyle, nezaketle, tevazuyla, bu süreci muhalefete anlatmak, bu tarihi süreçte onların da mutabakatını almak için gayret gösterdik. Ama masaya gelmediler veyahut da kendi merkezlerine kabul etmediler, lütfetmediler. Şehitleri istismar eden bir tavır var ortada. Gazileri istismar eden bir tavır var ortada. Şehit ve gazi derneklerini tahrip eden bir tavır var ortada. Atatürk'ü istismar eden bir tavır var ortada. Hıyaneti, ihaneti, bölünmeyi, Sevr'i dilinden düşürmeyen, vehim ve korku üreten, toplumu geren ve provoke eden bir tavır... Bu tavrın, ne aziz milletimize, ne memleketimize, ne devletimize bir faydası vardır.”
“SON DERCE SAMİMİYİZ”
Erdoğan, Türkiye için hayati bir süreç başlattıklarını, Türkiye'nin büyümesine, gelişmesine, ilerlemesine engel teşkil eden kronik meseleleri çözmek için cesur bir adım attıklarını söyledi. “Son derece samimiyiz” diyen Erdoğan, 72 milyon vatandaşın her birinin bu süreçte kazanacağını, Türkiye için çok daha geniş ufuklar açılacağını vurgulayarak, şöyle devam etti:
“İnanıyorum ki Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümü, 2023'ü Türkiye bambaşka, çok farklı bir Türkiye olarak karşılayacak. Umudumuz var, heyecanımız var, coşkumuz var. Aşkla, sevdayla, barış ve kardeşlik içinde hep birlikte yarınların Türkiyesini inşa edeceğiz. Kimseyi kırmak, duygularını örselemek istemiyorum. Elimizde tarihi bir imkan var. Milletimiz bizimle, milletimizin hayır duaları bizimle... Bizim yolumuz, bizim üslubumuz ise milletin yoludur, milletin üslubudur. Türkiye 72 milyon vatandaşımızın vatanı, bu bayrak 72 milyon vatandaşımızın bayrağı, bu istiklal Marşı hepimizin, ama hepimizin istiklalinin, bağımsızlığının sembolüdür. Demokratik laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye, Cumhuriyetimizin güvencesidir. Devlet ile millet arasındaki kaynaşma duygusunu yediden yetmişe bütün vatandaşlarımızın yürekten hissetmesi en büyük rüyamızdır. Herkes emin olsun ki Türkiye bu yolda emniyet içinde mesafe alıyor. Evet, bugün yeni bir gün ve yeni şeyler söylemeliyiz; Ben, bugünün Türkiye için bir milat, bir yeni başlangıç kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum.”
Erdoğan, kendisine laf atan bir milletvekiline, “Çok çirkin oluyor. Sen zillet içindeysen onu bilemem. Ama bu toplum, bu milletvekilleri asla zillet içinde değiller” karşılığını verdi.
Türkiye'nin yarın geleceğe daha umutla bakan bir Türkiye olarak uyanacağını belirten Erdoğan, buna gönülden inandığını dile getirdi. Erdoğan konuşmasını, “Şuna bütün kalbimle inanıyorum; biz birlikte Türkiyeyiz. Allah yar
ve yardımcımız olsun” diyerek tamamladı.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12943398.asp
Cevap: Devlet Projesi - Demokratik Açılım Süreci
İngiltere'de yayımlanan "The Economist" dergisi, "Türkiye'nin AB'ye katılım amacı ortadan kalkar ve Türkiye İran'a baskı girişimlerini zayıflatıyor gibi görünürse, Batı'nın Türkiye'ye karşı ılımlı tavrının değişebileceğini" yazdı. Makalede, "Türkiye Ortadoğu'ya dönüyor" yorumu yapıldı.
The Economist, "Türkiye ve Ortadoğu-Doğuya ve Güneye Bakmak" başlıklı makalesinde, Türkiye'nin son dönemdeki dış politikasını ve bölgesinde oynadığı rolü konu aldı.
Makalenin yanında ise dergi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sırtını Batı'ya dönmüş, elinde teleskopla cami minaresinden Doğu'ya bakarken çizilmiş bir karikatürüne yer verdi.
"Avrupa'nın kararsızlığından bıkan ve sıkılan Türkiye, Arap komşularıyla yıllardır süren husumetini değiştiriyor" ifadesiyle başlayan derginin makalesinde, "Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türkler Ortadoğu'ya geleli 1000 yıl oldu. Bu bin yılın yarısı bölgeyi yönettiler. Ama Osmanlı İmparatorluğu çöküp, Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulunca, eski köklerinden koparak, Avrupa'ya yöneldiler ve Amerika'nın Sovyetler Birliğiyle soğuk savaşını kabul ettiler" denildi.
"Türklerin artık Ortadoğu'ya geri döndüğü"nün öne sürüldüğü makalede, Türkiye'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yla ihracatının son 7 yılda 7 kat artarak 2008 yılında 31 milyar dolara ulaştığı belirtildi.
Nabucco, İran ve Ermenistan...
Türkiye'nin Nabucco projesi gibi enerji anlaşmalarına attığı imzalara, Ortadoğu ve Arap ülkelerinde yaptığı yatırımlara da dikkat çekilen makalede, Türkiye'nin ayrıca Irak'ın kuzeyinde de birçok altyapı anlaşması imzaladığı ve alışveriş merkezleri, oteller ve okullar yaptığı kaydedildi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son İran ziyaretinin ve "İran'ın sivil amaçlarla nükleer enerji üretebilme hakkı olduğu" görüşlerinin de anımsatıldığı dergide, Ermenistan'la son dönemde ilerleyen ilişkilere ve imzalanan protokollere de değinildi.
Makalede, "Eğer iki ülkenin parlamentoları da atılan adımı onaylarsa, 16 yıldır donmuş olan diplomatik bağlar yeniden kurulacak" denildi.
"Komşularla sıfır problem" politikası
"Bu pragmatik diplomasinin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından şevkle yürütüldüğünü" yazan dergi, Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik" kitabına da gönderme yaparak, kitapta "komşularla sıfır problem" politikasının anlatıldığını belirtti.
Bölgedeki güç boşluğunun Türkiye'nin başarılı olmasına neden olduğunu yazan dergide, "Türkiye'nin bölgede olumlu karşılanmasının bir sebebi de, İran'a göre birçok Arabın Türkiye'yi daha ılımlı bir denge ve Batıya açılan bir pencere olarak görmesi" ifadeleri yer aldı.
Suriye ile ilişkiler
Dergi bu çerçevede Türkiye'nin Suriye ile ilişkilerine de değindi. Türk yetkililerin, Doğu'ya ilginin Batı'ya karşı soğuma anlamına gelmediğini anlattıklarını kaydeden dergi, yetkililerin Türkiye'yi kullanışlı bir köprü, barış için bölgesel bir güç ve demokrasi modeli olarak sunduklarını yazdı.
Batılı ülkelerin de genel olarak bu görüşe katıldığı ve Türkiye'nin Doğu'ya kayışına karşı çıkmadıkları belirtildi. Ancak dergi Batının bu tavrının değişebileceğine işaret etti.
The Economist, "Eğer Türkiye'nin AB'ye katılım amacı ölür ya da Türkiye İran'a baskı girişimlerini zayıflatıyor gibi görünürse, Batının bu ılımlı tavrının değişebileceğini" yazdı.
Türkiye'nin Doğu'ya yönelmesinin bedelleri olduğunu, Türkiye-İsrail ilişkilerinin mevcut durumunu örnek göstererek anlatan dergi, Türkiye'de özellikle kamuoyunun İsrail'e karşı artan bir "düşmanlık" beslediğini kaydetti. Ancak makalede Türk yetkililerin, "İsrail'le ilişkileri kesmek gibi bir niyetleri olmadığı" görüşlerine de yer verildi.
Batı'nın Türkiye kaygısına Erdoğan yorumu
Türkiye'nin izlediği dış politika bir süredir tartışma konusu... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki çıkışıyla başlayan süreç İsrail ile tatbikat krizine kadar vardı.
Türkiye'nin yüzünü Batı'dan Doğu'ya çevirdiği haberlerinin yoğunlaştığı böyle bir gündemde İran'a giden Erdoğan'a da ziyareti sırasında bu soru soruldu. Başbakan'ın cevabı "Türkiye'nin bir yüzü Batı'ya bakıyor, bir yüzü Doğu'ya bakıyor" oldu. Batı basını da bu konudaki endişelere geniş yer ayırıyor.
http://www.cnnturk.com/2009/dunya/10...2.0/index.html
http://www.economist.com/world/middl...ry_id=14753776
Cevap: Devlet Projesi - Demokratik Açılım Süreci
Şimdi de Roman açılımı
Hükümet, Demokratik, Ermeni ve Alevi açılımının ardından Romanların sorunlarını da gündeme getirmeye hazırlanıyor.
87 roman derneği, 17 Kasım'da Ankara'da toplanarak yaşadıkları sorunları hükümete iletebilmek için çalışma yapmıştı.
AK Parti'nin 14. İstişare toplantısında konuyu gündeme getiren Devlet Bakanı Faruk Çelik, Romanların sorunları konusunda Mayıs ayı içinde adım atılacağının mesajını verdi.
Aralık ayı içinde de Roman sorunlarının masaya yatırılması için İstanbul'da bir çalıştay yapılması bekleniyor.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25023809/