-
MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI (BİRİNCİ BÖLÜM)
Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk ve telâş
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun
yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
-Galip Usta-
tuhaf şeyler düşünmekle
meşhurdur:
"Kâat helvası yesem her gün" diye düşündü
5 yaşında.
"Mektebe gitsem" diye düşündü
10 yaşında.
"Babamın bıçakçı dükkânından
Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü
11 yaşında.
"Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksalar" diye düşündü
15 yaşında.
"Babam neden kapattı dükkânını?"
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"
diye düşündü
16 yaşında.
"Gündeliğim artar mı?" diye düşündü
20 yaşında.
"Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?"
diye düşündü
21 yaşındayken.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
22 yaşında.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
23 yaşında.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında "İhtiyarladım" dedi,
"babamdan bir yıl fazla yaşadım."
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına:
"Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?"
diye düşünüyor.
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.
Denizde balık kokusuyla
Döşemelerde tahtakurularıyla gelir
Haydarpaşa garında bahar
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenlerden çıkıp
merdivenlerde duruyorlar.
...............................................
Nazım Hikmet RAN
-
BAYRAM
Kargalar, sakın anneme söylemeyin!
Bugün toplar atılırken evden kaçıp
Harbiye nezaretine gideceğim.
Söylemezseniz size macun alırım,
Simit alırım, horoz şekeri alırım;
Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,
Bütün zıpzıplarımı size veririm.
Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!
Orhan Veli KANIK
-
Bu şehrin gecelerini sen hiç bilmezsin
Camları korkuludur öldüresiye çıplak
Tenha bir haydut gibi çöker omzuna
Gözlerinde kıpkızıl bakan karabasanlar
Elleri çok kocaman avuçlarını sıkarak
çürümüş dudaklarıyla adını mıhlar
içinde bir başka hayal çizmek istersin
çare yok kaçılmaz duvardaki gölgen mi
yoksa ardında seni bekleyen bir hayalet mi var
bu şehrin gecelerini sen hiç bilmezsin
karanlık basar basmaz ayaklanıverir
gündüz pusuya yatan lambalar
siyah saclarına erguvan inmiştir
biraz da eflatun sinmiştir gözlerine
gözlerini acarsın içine yıldızlar dolar
şimdi buradan bir tren geçecektir
geceyi çığlık çığlığa sırtından vurup
ve sonra sen geçeceksin
masmavi elbisenle öyle geçeceksin
kendi rüzgarınla saçlarını savurup
dudağında kadife bir şarkı peyda olacak
aslında şimdi başka bir şehrin sokaklarında
sen yine hiçbir kitapçıya uğramaksızın
otobüs duraklarına devrileceksin
içimde birdenbire bir korku çoğalacak
Bu şehrin gecelerini sen hiç bilmezsin
Dr.Necdet BOLAT
-
SINIRDA
Sustum önce
Kim kaldı içerde bilmem.
Acısı diş diş patlar üstümde
Akrep sokmuş gibi yandı yüreğim
Bilirdim
Yüzünün yalnız birini
Gecenin en kapalı saatlerinde
Sanki silinir yeryüzü
Gökyüzü salt kar bezeği
Dağılır güzelliğin
Süremi bir ben bilirim
İçerde geçiş süremi
Taşların damarları kabuk mu bağlar
Pas tutar mı suda ağaç
Bir ben mi kalırım kuşkularımla
Sustum önce
Nasıl susarsa ateş
Ocakların bacalarında
Özel Arabul
-
Yalan dogrudan,karanlik aydinliktan kacar.
Gunes yalnizdir ama etrafina isik sacar
Uzulme dogrularin kaderidir bu yalnizlik
kargalar suruyle,kartallar yalniz ucar....
-
Başlık red et beni babam
Siir 9506 Red et beni baba icinden geldigi gibi
Sayki hayattan alamadigin hincinim
Yuzune gulmeyen kaderinim ben
Red et beni baba uvey evladin gibi
Gunahlarina kefil et yasanmamis yillarinim
Benim ah ettiren ic cektiren aglatan benim
Dogru bildiklerim yalan olmusken
Bir yalanda sen ol red et beni baba
Gozumden yas olup aksanda artik
Inanki yok sitemim demekki haketmemisim
Egdirmisim belki basini onunede bilememisim
Red et beni babason darbe ol agir ol
Tas ol icimde beni yok sayan babam ol
Et tirnaktan ayrilmazmis demekki sucluyum
Demekki hatami bilemeyecek kadar sucluyum
Sen buyuksun babam affetme beni red et
Gurbet elde kok salmisken yanlizligim
Yildizlar kadar uzakken sicak koynun
Dost diye sarildigim kollar yilan olmusken
Gonlun razi olmussa sil at hadi beni red et
Bosver yasanmamis zaman olmussa yillarim
Her gun uyandigim kabusumsada yarinlarim
Ben benden gecmedim daha inanki anlarim
Dedimya babam son darbe ol agir ol
El ol yaban ol canim olma alan ol
RED ET BENI BABAM SON DILEGIM OL
-
Sait Faik' in 100. doğum günü anısına...
ŞİMDİ SEVİŞME VAKTİ
Çıplak heykeller yapmalıyım.
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önünden geçen ak sakallı
kasketli,
Yırtık mintanından adaleleri
gözüken
Dilenci
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım,
resimlerden...
Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek.
Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe.
Ne güzel kaşların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin
Söylemeliyim
Yok
Yok... meydanlarda
bağırmalıyım,
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.
Resimler seyrettirmeli, şiirler
okutturmalıyım.
Baygınlık getiren şiirler.
Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın.
Bir kadın bir bakraç yoğurt
götürüyor
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hakla o eski,
o yalancı
O biçimsiz bizans şarkısı.
Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem
Nasıl etsem, nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu...
Bir kere duyursam hele
güzelliğini, tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür
ağlasam
Boş geçirdiğim bağırmadığım
sustuğum günlere
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı
boyacı çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan'dan
Orhan Veli'den
Yunus'tan, Yunus'tan...
-
Çağrım,
Biri olsa biri gelse
İlim-ilim diri gelse,
Sözün-sözün eri gelse
Dimdik, yalın dursa ya.
Gözüm-gözüm akılardan,
Duyum-duyum takılardan,
Uzak, yakın yakılardan
Duru-duru baksa ya.
Soğuk olsa, dese işit,
Karanlıksa, dese işit,
Buram-buram dese işit,
İçin-için varsa ya.
Birim-birim yanaş olsa,
Dirim-dirim söyleş olsa,
Adim-adim yaklaş olsa,
Can-can, kan-kan baksa ya.
Sular gibi paklayarak
Kuşlar gibi saklayarak,
Adim dese, çoklayarak,
Güneş-güneş yaksa ya.
Özüm-özüm gözü göze,
Sucum-sucum sözü aza,
Düğüm-düğüm bizi bize,
Birden tüme katsa ya.
Ö.Asaf
*
ONARMAK ZORDUR
Şarkılar değil de
Hep kulaklar bitiyor,
Onarmak zordur.
Bir yürek üşümüş
Kapamış kapılarını,
Onarmak zordur.
Bir şey yitirilmiş
Hiç eskimeyecektir,
Onarmak zordur.
İnsanin içine düşen korku
Özgürlüğünden olmuştur,
Onarmak zordur
Ölümü düşünmek yenilmek,
Sevmek ölümü yenmektir,
Onarmak zordur
ÖZDEMİR ASAF
*
ÇIRILÇIPLAK
Küstahlığımı nezaketim götürdü
Sadece kendime bakakaldım.
Kararsızlık bir an sürdü.
Gizlenen insanların ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak.
Selamımı tanıdıklar götürdü.
Saygı bekleyince alçaldım.
Kararsızlık bir an sürdü.
Kendinibeğenmişlerin ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak.
Ağlamayı ölenler götürdü.
Kendimi ölmez sanınca ufaldım,
Kararsızlık bir an sürdü.
Ölülerle dirilerin ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak.
Sonsuzluğu ufuklar götürdü.
Yarattığım dünyaların içinde daraldım.
Kararsızlık bir an sürdü.
Başlangıçla bitiş ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak.
Aydınlığı bulutlar götürdü.
Yıldızlara doğru yol aldım.
Kararsızlık bir an sürdü.
Varanlarla duranların ortasında ben kaldım,
Çırılçıplak.
Özdemir ASAF
*
GELDİM
Beni çağırmadınız,kalkıp ben kendim geldim.
Uzaklardan size bir haber getirdim geldim.
Bıraktıklarınızdan,unuttuklarınızdan,
Sımsıcak-anılası günler getirdim geldim.
Gömütleri andıran yapılarınızdaki
Yaşantılarınıza evler getirdim geldim.
Tek tek,ayrık-soluyan bitkiseller yerine
Yüzyüze dönük,gülen sizler getirdim geldim.
Solarken suladığım,koparken bağladığım,
Ölürken canlandığım sözler getirdim geldim.
Özdemir ASAF
*
KALAN
Bir şey kaldı gecelerden birinde
Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı.
Veriliş rengi başka, alınış rengi başka..
Söylemeye vakit kalmadan
Dudakların altına bırakılmış bir şey.
Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta..
Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı.
Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden,
Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz..
Seninle dolu, seninle sensiz bir şey..
Arandıkça bulunmamış yıllar yılı,
Bulundukça aramaklı.
Ö.Asaf
-
YALNIZ' IN DURUMLARI
Sen herşeyi süpürebilirsin; sonbaharı süpüremezsin,
Yalnızsa, sürekli bir sonbaharı süpürür hep.. Düşünemezsin.
Yanar sobasında yalnız'ın üşüyen bakışları.
Lambasında karınlığa dönük bir ışık titrer sönük-sönük.
Penceresi dışına kapanmıştır, kapısı içine örtük.
Yalnız, bin yıl yaşar kendini bir an'da.
Yalnız'ın nesi var, nesi yoksa tümü birdenbire'dir.
Yalnız, bir ordudur kendi çölünde..
Sonsuz savaşlarında hep yener, kendi ordusunu.
Yalnız'ın sakladığı bir şey vardır;
Boyuna yerini değiştirir, boyuna onu arar... Biri bulsa diye.
Yalnız, hem bilgesi, hem delisidir kendi dünyasının.
Ayrıca; hem efendisi, hem kölesidir kendisinin.
Tadını çıkaramaz görece'siz dünyasında hiçbirisinin.
Yalnız, sürekli dinleyendir söylenmemiş bir sözü.
Sözünde durması yalnız'ın yalancılığıdır kendisine..
Hep yüzüne vurur utancı. O yüzden gözlerini kaçırır gözlerinden.
Yalnız'ın odasında ikinci bir yalnızlıktır ayna.
Yalnız, hep uyanır ikinci uykusuna.
Yalnız, kendi ben'inin sen'idir.
Bir sözde saklanmış bir yalanı, bir gözde okuduğundan
bakmaz kendi gözlerine bile.
Her susadığında o, kendi çölündedir.
Kendi öyküsünü ne anlatabilen, ne de dinleyebilen.
Kendi türküsünü ne yazabilen, ne söyleyebilen.
Bir zamanlar güldüğünü anımsar da...
Yoğurur hüzün'ün çamurunu avuçlarında.
Yalnız, aranan tek görgü tanığıdır
yargılanmasında kendi davasının..
Her duruşması ertelenir kavgasının.
Yalnız, hem kaptanı, hem de tek
yolcusudur bakmakta olan gemisinin..
Onun için ne sonuncu ayrılabilir gemisinden, ne de ilkin.
Yalnız'ın adı okunduğunda okulda ya da yaşamda..
Kimse, "burda" deyemez.. Ama yok da..
Uykunun duvarında başladı..
Önceleri bir toz gölgesi sanki; sonra bir yumak yün gibi.
Ama şimdi iyice görüyor örümceğin ağını gün gibi.
Yalnız, duymuş olduğunun sağırı, görmüş olduğunun körüdür..
Ölür, ölür öldürür.. Öldürür, öldürür ölür.
Duyduklarını unutur, duyacaklarını düşünür.
Yalnız'ın adına hiç kimse konuşamaz..
O, kendi kendisinin sanığıdır.
Yalnız, önceden sezer sonra olacakları..
Paylaşacak biri vardır; anlatır, anlatır ona olanları, olmayacakları.
Her leke kendisiyle çıkar.
YALNIZLIK PAYLAŞILMAZ.
PAYLAŞILSA YALNIZLIK OLMAZ.
ÖZDEMİR ASAF
-
Yılların verdigi birikimlerden
Yorgunluktan gürültülerden
Sezsizliye kacıyorum
Büyük sehrin bilincsizce yaydıgı
Gürültüden kacıyorum
Kirli havasından
Sokaktaki insanların bagırtısından
Ufacık motorların kulak yırtan
Eksoz cayırtısından
Sihir icindeki havalı kornalardan
Kacıyorum
Kacmakla onlara kucakmı acıyorum
Nedendir bu gürültüler
Ne anlarlar motorların eksozunu cıkarıp
Bagırtmaktan
Kendi sadis duygularını dısa vurmakmı isterler
Suclu onlarmı
Yoksa bizmiyiz yoksa sizmisiniz
Herhalde yıllarca saglıksız
Kültürsüz eyitimsiz bir nesil yetistirmenin
Sonucunumu cekiyoruz
Atıyorum kendimi
Kücücük bir köye
Hayata merhaba dedigim yere
İlk nefes aldıgım yere
İste sesizlik iste doga
İste sevdgim KÖY
Sevdigim sevdiklerim köy evim
Gösteristen uzak
En dogal tahta divanlar
El emegi göz nuru köylü ninelerimin
Bacılarımın dokudugu kilimler
Yılların tabiyat olaylarına karsı koymus
Yüz yılın mimarisi yapılara kafa tutan
Eski kerpic KÖY evim
Duygularımın sevindigini
Tesekkür ettigini duyar gibi oluyorum
Her nefes alısımda temiz oksijenden
Sahros olmus ciyerlerimi hissediyorum
Rüzgarın estigi buna eslik eden agacların
Sarkı söyledigi kavakların fısıldasdıgını
Duyuyorum
Kus seslerine hasretligimi
Arasıra gecen tıraktörün
Tarladaki su motorlarına
Karısan cilekes köylümün
Sesini duyuyorum
Losyon kokmayıp
Topragın kokusunu tasıdıgı icin
Sen deniz kenarlarında
Kıremlerle buronzlsmaya calısırken
O günesin anlında tarla sürüp
Suladıgı bitkilere tuzlu teri karısırken
Karsına geldiginde yüzüne bakmadıgın
Mutfagında mis kokuyor diye
Sebzelere meyvelere sarılırken
Unuttugun hor gördügün efendilerinin
Hırsını topraktan cıkaran
Efendilerimin sesini duyuyorum
Hor görülmenin acısını
Her derdini paylastıgı
Topraktan cıkaran
Bögrüne daha derin sapladıgı
Küregin pullugun sesine karısan
KÖYLÜMÜN SESİ GELİYOR KULAGIMA
8-9-1998
-
SÖYLEMEYE ZAMANI OLMAYANLARA ...
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet.
Yüreğini elime koyduğunda anladım...
''Sana ihtiyacım var, gel!'' diyebilmekmiş güçlü olmak.
Sana ''git'' dediğimde anladım...
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek.
"Git" dediklerinde, gittiğimde anladım...
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım...
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak.
Gerçekten pişman olduğumda anladım...
Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş.
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış.
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım...
Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi.
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım...
Sevgi emekmiş.
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
CAN YÜCEL
-
Mutlu Aşk Yoktur
İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur
Hayatı Bu silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter
Mutlu aşk yoktur
Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur
Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur
Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da
Louis Aragon
-
Basit Yaşayacaksın
Basit yaşayacaksın. BASİT
Mesela susayınca su içecek kadar basit...
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi...
Sevince lafı dolandırmadan söylediğin
'seni seviyorum' gibi.
Basit bir öpücük yetecek sana...
Basit, sıcak bir öpücük;
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin,
tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
öpücük için yiyeceksin hayatinin dayağını.
Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın
hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.
İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen sure;
Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve
yolculuklara çıkman arasında geçen sure.
Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
Beklentilerin de basit olacak:
Kaf Dağı#8217;nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz ask romanını.
Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada,
parmakların en kıymetli çatalın.
Yine, ayni parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.
Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir 'fa diyez'in mutluluğunu.
Makyajı ilk 'a' sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün.
'Bilmiyorum' diyebileceksin bilmediğinde ve
Çok normal olacak 'onu da' bilemeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir 'istemiyorum' diyebilmeye,
Ne durduğu fark etmeyecek abanın altında.
Saatin, sadece saati gösterecek,
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,
Küçük bir not defteri olacak 'bilgini' en hızlı 'sayan'.
Basit yasayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit...
Nazım Hikmet Ran
-
BİR BULUT ÇİZ
bir bulut çiz yüregimin göğüne
bir bulut sevdalı mı sevdalı olsun
varsın yağmur yüklü olmasın
bir çift göz koy orta yerine yeter
koy ki
bu yürek hep sana ağlasın
yanına bir güneş koy nar gibi
bir güneş kor mu kor olsun
koy ki
bu yürek hep ateşinde yansın
biraz hüzün serpiştir ve biraz mavi
efil efil esen bir rüzgarı unutma
burcu burcu seni esen dep-deli
birde bir yıldız koy yüreğimin
sonsuzluğuna
koy ki
bu yürek hep seni özlesin hep seni
arasın
ve birde çizebilirsen eğer
bir yalan koy çocuksu mu çocuksu
bir yalan şöyle pes-pembe olsun
koy ki
bu yürek hep sana kansın sana
aldansın
HAYDAR CANPOLAT
-
Kurak yerde bir çiçek
Nasıl susuz yaşarsa
Nasıl bir damla yağmur için
Boynu bükük bakarsa
Ben öyle susuz ve aç
Senden sevgi umdum
Boş avuçlarımı hep
boş yumdum
-
Gittim, varlığından habersizdim.
Benim olanla yetinip, olmayanı azat ettim.
Aradım, bulamadığım her neyse...
Sevdim, onca insan, onca şey...
Hala eksiktim!
Ne gün, ne ay değildi geçen,
Ne hasret, ne gurbet değildi yakan,
Her yağmurdan sonra toprak kokardı içim...
Soğuktan değildi titreyişim...
Döndüm!
Yokluğundan habersizdim.
Görmediklerim değildi özlediklerim...
Göremeyeceklerimdi.
Artık söylenmeyen güzel şarkılar gibi...
Hatırı kalmamış kahve,
Edeni bulunmayan güzel bir söz gibi...
Horlanmış, unutulmuş...
Bir varmış, bir yokmuş değildin ki,
Özledim!
Peşi sıra dün oluyor yaşadığımız her an...
Mesafeler sorun değil; en büyük derdimiz zaman.
Daha dün karşımdaydı, mahcup, hınzır gülümsemen...
Avuçlarımdaydı ellerin...
Gözlerin orman, nefesin toprak...
Dosttan öte, sevgiliden uzak...
Vazgeçilmezdin!
Zamanın dindiremediği acılarını, gelip geçici sevinçlerle avuturken yüreğin; kapanmış sayarsın yaralarını...
Gerçek kadar çırılçıplak, çirkin değildir yalanlar; göz kamaştırırlar.
Oysa, ne yaralar kabuk bağlar çabucak, ne kırılan kaynar.
Öfke, en çok öfkelenene kıyar.
Gidenler bizden değildir döndüklerinde...
Kalanlar, gitmeyi düşleyenlerdir çoğu zaman...
Sevenler mükafat ister, sevilmeyenler merhamet...
Birden fark edersin. Yüreğini titreten içli şarkılar çalmaz olur; pikaplarda, radyolarda...
Tedavülden kalkar sevdiğin bir sürü şey...
Kalın bir sis perdesi örter çocukluğunu...
Ne gelecek senindir, ne geçmiş; bugününe sahip çıkan özlemdir.
Fotoğraflara bakarken, yüzünde beliren hazin bir gülümsemedir mutluluk...
Yılları sayan parmaklarının titremesidir, zamanın su gibi aktığını hatırlatan...
Geçip giden gemilere özlemle bakan, ıssız bir liman gibidir yalnızlığın...
Terk edilmişlik yüreğinde başlar önce...
Yakandan düşsün istersin hayat...
Ben ki,
Bahçemde sarı güller,
Yanımda sen düşledim hiç farkında olmadan...
Yıllar geçirdim ararken,
Bir ana sığdı bulduğum...
Bu yüzden "keşke"li tüm cümlelerim!
Nazan Danacıoğlu
16/9/2006
-
EVRENİ SEVMEK Kİ..
Aç mısın kardeşim, gel olanı bölüşelim,
Ama şiirlerimle seni doyuramam ki;
Ta, yıldızlara değin uzansa bile elim,
Daha ötelerine, daha.. Buyuramam ki.
İnsanı insan diye sevmişim, hep severim;
Ve onu tanrılara karşı bile överim.
Ben bütün bir evreni sevmişim; alın terim
Var evrende; öz, üvey diye ayıramam ki.
Güzellikleri alır satarım, gelişim bu.
Güzel tellalıyım ben; alan var mı? Neşem bu.
Güzel'le yüceltirim insanlığı, işim bu,
Çirkini, kabayı ve hamı kayıramam ki.
İnsanoğulluğunu kulluk diye almışın,
Düşüncenin orakla biçilmesine karşın.
Bir geleceğin dulda düşlerine dalmışın;
Bu derin aldanıdan seni uyaramam ki.
Kim zafere erecek? Zafer ne?
Bir akşamda Güneşi bağlamaksa geceye karşı, ya da
Haykırmaksa, gür.. Varım, bir güldür açan, ama
Kini bir hançer gibi kından sıyıramam ki.
Hep Tanrı mı gerek, ey tapınağı dünyanın,
Özgürlükler üstünde?... Bir yüce aramanın
Yıldızsal kulesinden sesleniyorum: kalkın!
Duyuramam ki ama beni, duyuramam ki...
Ahmet Muhip Dranas
( 1908 - 1980 )
-
SEN
Güne başlıyorum; sen...
Gramafonda senden kalma bir şarkı.
Ben balkondayım.
Senin hazırladığın bahçeye
Senden kalma ezgilerle yönelmişim.
Senin ektiğin çiçeklere seni anlatıyorum.
En son senin girmene izin verdiğim yatak odamda
Senden kalma bir koku arıyorum, kokluyorum, kokluyorum,
İçime seni çekiyorum
Bir anda sen doluyorum.
Ben, ben değilim artık!
Başka tenlere dokunduğumda irkiliyorum.
Vakit kaybetmeden hiç
Atıyorum kendimi sokaklara.
Alkolde almadım ki hiç hayatımda,
Çayla kafa bulmaya çalışıyorum.
Derken hava kararıyor usulca.
Sarıyor akşama dair bir ürperti içimi.
Zaman durmuyor,
Saat 23.59 oluyor
Ve sana dokunamadan bir gün daha geçiyor.
Korkuyorum!
Sensiz o yatağa girmek her gece yeniden ölmek gibi.
Her gece ayrı bir koltukta sızmam bu yüzdendir belki.
Bu yüzdendir belki rüyalarımda dahi seni yaşamam,
Seni görebilmek için uyumam bu yüzdendir belki.
Sahtekar birkaç saniye ile kendimi avutuyorum.
İsyanım yalnızlığıma değil, sensizliğime.
Belki bu yüzdendir öykünmelerim hayata,
Belki bu yüzdendir yakarışım Yaradan'a.
Hatta,
Belki de sadece bu yüzdendir
Şiir yazma, her şiirde seni anma,
Her solukta seni yaşama...
-
DAKTİLO
Bana pek sert vurmuşlar bir yerlerim ağrıyor
Ya günboyu bastıran bir uyku
Sevincin sesi çıkmıyor.
Evlerinin önü çeşme, sularım alınıyor
Bu çok tuzlu çöreği hangi kalpsiz yedirdi
Bağrım fena yanıyor.
Kimlerin elinde, herkes benden biliyor
Ne hoyrat kullanmışlar
Sevincin sesi çıkmıyor
(Behçet Necatigil, 1965)
-
Disconnected
ben sana nasıl anlatayım be güzelim şimdi
her vuruşta sandalın yanağına
dalgaların çıkarttığı sesi gece boyu
ay ışığının çalkantısında
misinanın ucuna bağlamayı umudu
tüp lambasının denizi yeşile boyayan aydınlığını
iyot kokusunu
tuz sızısını
yakamoz parıltısını
ben sana nasıl anlatayım be güzelim
zargananın kırıtarak suyun sırtında gezintisini
yem oluşunu yemlenmeye gelen istavritin
livarın toplama kampına benzediğini
uzak tarlalarda yakılan anızın sıcaklığını
karanlıkta giden gemilerin yönünü bulmayı
olta lüferinin ağ lüferinden farkını
nasıl anlatayım ben sana güzelim be şimdi
küçük ayının büyük ayıdan korkmadığını
kutup yıldızının hiç üşümediğini kuzeyde
bulutların içip içip kendi aralarında kavga ettiklerini
martıların yüzlerini niçin rüzgâra döndüğünü
şimdi ben sana nasıl anlatayım be güzelim
deniz kestanesinin dikenini çıkartmanın usulünü
oturmuş bütün gün web sayfası çeviriyorsun
sizin internet sitesinin bekçisi
versen sigarayı
bayram etmez ki
bizim yazlık sitenin bekçisi hüseyin gibi
Uğur KOÇLU
http://www.milliyet.com.tr/2006/12/31/yazar/altan.html den...
-
KADIN
Daha dün seyrederdi eski rüyalarını,
Kalbimin dört duvarı böyle değildi, kadın!
Bir el o perde perde örümcek ağlarını
Sen geleceksin diye oradan sildi, kadın!
Nasıl yalçın kayayı sökerse dalga yardan,
Nasıl bir dal kırarsa bir kartal bir çınardan,
Kalbim de hız alarak uzun çarpıntılardan,
Kalbini zorla koparabildi kadın!
Bu gün sen bir bakışsın, ben ondan sızan yaşım,
Sana bütün bir ömrümce uyan arkadaşım,
Yalnız senin önünde asi başım,
Yere geçercesine yere eğildi, kadın!
Faruk Nafiz Çamlıbel
( 1898 - 1973 )
-
MUHASEBE
Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri!
Sadece beyni zonklayanlardan biri!
Bakmayın tozduğuma meşhur Babailide!
Bulmuşum rahatımı ben bir tesellide.
Fikrin ne Fahirsi oldum, ne zamparası!
Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası?
Evet, kafam çatlıyor, güya ulvi hastalık;
Bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık.
Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem;
Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.
Üstün çile, dev gibi geldi çattı birden! Tos! !
Sen cüce sanatkarlık, sana büsbütün paydos!
Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;
Ve cemiyet, cemiyet, yok edilen guruhiyle...
Çok var ki, bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç!
Genç adam, al silahı; iman tılsımlı kılınç!
İste butun meselem, her meselenin başı,
Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!
Tırnağı en yırtıcı hayvanın pençesinden,
Daha keskin eliyle, başını ensesinden,
Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;
Yerleştirse başını, iki diz kapağına;
Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?
Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi!
Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen,
İçimde homurtular, inanma diye gülen...
İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe!
Sebep ne, mezardansa bu hayati tercihe?
Üç katlı ahşap evin her katı ayrı alem!
Üst kat: Elinde tespih, ağlıyor babaannem,
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve asıkları,
Alt kat: Kız kardeşimin (Tamtam) da çığlıkları;
Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;
Buydun ve maktandan seyredin, iste evim!
Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!
Koku iffet, daları taklit, meyvesi fuhuş...
Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım!
Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım!
Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.
Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?
Bazı geriden gelen, yüz bin devir ilerde!
Yeter senden çektiğim, ey tersi donmuş ahmak!
Bir saman kağıdından, bütün iş kopya almak;
Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.
Mavalları bastırdı devrim isimli masal.
Yeni çirkine mahkum, eskisi güzellerin;
Allah kuluna hakim, kulları heykellerin!
Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;
Lafını çok dinledik, simdi iş inkılapta!
Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!
Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni!
Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak!
Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak?
Necip Fazıl Kısakürek
-
TÜrkİye
Türkiye, Türkiye dağlarını duman almış,
üzümler memleketi, tütünler memleketi,
Türkiye, Türkiye çok gülmüş, çok ağlamış,
sabırlı, bağrı yanık insanlar memleketi.
Bulut gibi köpürmüş topraktan bereketi,
pehlivan dağlarında şafaklar büyümüş
ve o nehirler delirip gür gür gelirler
bir şarkı gibi dağdan denize yürümüş.
Sen Türkiye'sin, sağdıcım, kirvem Türkiye.
İnsanların, insanların, ah senin insanların,
morca gözlerinden öpsem, namuslu gözlerinden,
Asiye'm işveli, Hatice fistanı dal işlemeli,
sen kırk köyün içinde şanlı Zeyneb'im.
Şabanı vurdular yirmi yaşında, köprü başında
gel yılmaz Mahmud'um, gel Bilaloğlan.
Arabamın atları, deh deh deh aman da,
ha burası Karadeniz, gemiler yatar limanda,
deryalar aslanı şems-i bahrî Kamil Reis,
bu insanlar senden gelir, sana gider,
tarlaya savrulmuş buğday gibi Türkiye.
Sen Türkiye'sin, ekmeğim, tuzum Türkiye.
Omzumda mavzer, koynumda çevresin
ve kıl heybemde taze lor peyniri.
Gök rengi süt, karanfil rengi şarap,
batan güneş gibi bakır taşkömürü
ve rüzgara vermiş saçlarını nefti ormanlar
ve köylere karşı sarışın harmanlar.
Ferik elması, kavun, karpuz, dut ve kayısı,
fındık da sende, ceviz de sende, badem de sende,
alnımın teri, gözlerimin nuru Türkiye.
Sen Türkiye'sin, evim barkım, köyüm obam Türkiye.
O senin çifte çarşılı harp görmüş şehirlerin,
sahilde Mersin, yayla türküsü Konya.
Adana'nın yolları taştan, yola çıkıp Maraş'tan
ezanla birlikte vardık bir akşam Urfa'ya.
Bursa'nın, ya Bursa'nın ufak tefek taşları,
uçan yıldızı dondurur Ardahan'ın kışları.
Erzincan'da bir kuş var kanadı gümüş pul pul
ve göğe kılıç gibi çekmiş minarelerini
şehirler padişahı canım İstanbul.
Türkiye, Türkiye, ay'lı yıldız'lı Türkiye,
sen Mehmed'sin omuzların Anadolu yaylası,
Aladağlar, Toros'lar dev gibi gövden,
Sen şehid oğlu, şehid babası,
sana selam olsun dünya'dan, hürriyet'ten...
~ Attila İLHAN ~
-
Re: Şiir de lazım!...
BİR KİŞİYE YAPILAN HAKSIZLIK
"Bir kişiye yapılan haksızlık,
bütün topluma karşı
işlenmiş bir suçtur.
Bu bilinci paylaşmak ve
bu sorumluluğu yerleştirmek
zorundayız.
Uygarca paylaşılan
sorumluluk bilinci,
özgürlüğün de,
demokrasinin de
tek güvencesidir.
Bu güvence sağlanmadıkça,
demokrasinin temeline
tek bir taş bile konmuş olamaz.
Unutmayalım ki
"cesur bir kez, korkak bin kez ölür".
Önemli olan,
insanın böyle bir toplumda
"mezar taşı" gibi
suskunluk simgesi
olmamasıdır..."
UĞUR MUMCU
(1942-1993)
Saygı ve rahmetle anıyoruz...
-
Re: Şiir de lazım!...
BU VATAN KİMİN
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutta gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil
Topun namlusundan görenlerindir ...
~ Orhan Şaik GÖKYAY ~
(www.siirparki.com)
-
Re: Şiir de lazım!...
8.10 VAPURU
Sesinde ne var biliyor musun
Bir bahçenin ortası var
Mavi ipek kış çiçeği
Sigara içmek için
Üst kata çıkıyorsun
Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Türkçe var
İşinden memnun değilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar
Sesinde ne var biliyor musun
Eski öpüşler var
Banyonun buzlu camı
Birkaç gün görünmedin
Okul şarkıları var
Sesinde ne var biliyor musun
Ev dağınıklığı var
İkide bir elini başına götürüp
Rüzgârda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun
Sesinde ne var biliyor musun
Söylediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki
Ama günün bu saatinde
Anıt gibi dururlar
Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var.
cemal süreya
-
ne hasta bekler sabahı
ne taze ölüyü mezar
ne de şeytan bir günahı
seni beklediğim kadar
geçti istemem gelmeni
yokluğunda buldum seni
bırak vehmimde gölgeni
gelme artık neye yarar
Necip Fazıl Kısakürek
-
Re: Şiir de lazım!...
Denizlerin Üzerinde
Pek acayip bir şey bu:
Güz mevsiminde olduğumuz halde
birdenbire güneş koç burcuna girdi baktım.
Baktım birden bire ilkbahar oldu.
Birdenbire kaynadı kanım.
Nerdeyse hani
bulanıp kanıma
bir deve gibi köpürecek,
bir deve gibi oynamaya başlayacağım.
Bir uzaklaşıp bir yakınlaşması kan dalgalarının.
Kendisinden geçmiş insanla dolu bir ova.
Ölümsüz gözle görülmez bir içki âlemi.
Baktım birdenbire canlandı ölü.
İhtiyarlar baktım genç oluverdi.
Baktım bakırlar kesildi som altın.
Daha iyisi geldi yerine,
daha güzeli geldi baktım,
şehrimizden ayrılanın.
İçki, eğlence, tad sarmış şehrimizi.
Elinde bir kadeh var her sarhoşun.
Kimi doymuş, rahat, kendinde,
İçkiye doğru koşmakta kimi.
Gürül gürül süt ırmağı bir yanda,
bir yanda gürül gürül bal nehri.
Pek acayip bir şey bu:
Bir şehirde padişah bir tane olurdu.
gökyüzünde ay bir tane.
Bu şehir padişahlarla dolu,
gökyüzü aylarla, zuhallerle.
Sen haydi koş var git hekimlere,
orda işiniz yok de sizin.
Orda ne dermansızlık, ne dert var,de.
Orda ne gam, ne kasvet var, de.
Orda ne kadı, ne vali.
Ne bey, ne beyin vergicisi.
Davalar, düşmanlıklar, kavgalar zaten
denizlerin üzerinde hiç bir zaman yürüyemedi.
Mevlana Celaleddin Rumi
-
Re: Şiir de lazım!...
Kırılgan
Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum
İçimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı
Murathan Mungan
-
Re: Şiir de lazım!...
Sanma şahım Herkesi sen Sadıkane Yar olur
Herkesi sen Dostmu sandın,Belki ol Ağyar olur.
Sadıkane Belki ol, Alemde Dildar olur,
Yar olur, Ağyar olur, Dildar olur, Serdar olur.
Yavuz Sultan Selim Han.
Bulmaca gibi soldan sağa ve yukarıdan aşağıya okuyun.
Alemi hizaya getirmiş Padişahın, dört satırımı hizaya getiremeyeceğini sandınız.
-
Re: Şiir de lazım!...
ANLADIM
Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen hergün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği
acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hakedermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terkettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni afetmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
-
Re: Şiir de lazım!...
Aşkımın Hesabı
Artık istemiyorum gündüz olmasın
Gecelerim aydınlığa hiç kapılmasın
Bir kez daha anladığım hayattan
İstemem bir damla eser kalmasın...
Kızgınım dostlarıma dargınım bugün
Kim dedi dost kara günde belli diye
Yüreğim hep kara aşkına sürgün
Karşıma gelmeyince döndüm deliye...
Yürek sana tutsak tek sana esir
Anlamaz tam sayı dinlemez kesir
Hesabını vurunca logaritmaya
Çıkan sonuç değilde bir şaheserdir...
Aşkımın hesabı bu yapılmaz asla
İçinden geldiğince çalışır otomatik
Ölçemezsin ne bir metre ne de kumpasla
Yetmez rakam diyarı çözemez matematik
-
Re: Şiir de lazım!...
30 Ağustos "Zafer Bayramı"mız Kutlu Olsun
Akdeniz Kıyılarında
Yaslı gittim, şen geldim,
Aç koynunu ben geldim,
Bana bir yudum su ver,
Çok uzak yoldan geldim.
Korkma, açıl! Şen yurdum,
Dağlara ordu kurdum;
Açık denizlerine,
Süngümle kilit vurdum.
Rüzgârlardan atım var,
Şimşekten kanadım var,
Göğsümde al yapılı,
Gazilik beratım var.
Rüzgâr bana at oldu,
Şimşekler kanat oldu,
Eğilin gökler dedim,
Bulutlar kat kat oldu.
Irmaklar gibi taştım,
Yalçın kayalar aştım,
Hakk'a şükürler olsun,
Geldim sana ulaştım.
Varsın, yansın ocağım,
Kurtuldu al sancağım,
Bayrağımın altında,
Ben hür yaşayacağım.
Deniz, deniz, Akdeniz!
Suları berrak deniz,
Karşıda yâr ağlıyor,
Gideyim, bırak deniz!
Açıldı Kale yolu,
Göründü Gelibolu,
Bırak beni gideyim,
Orası yârla dolu.
Yürü ey şanlı Gazi!
Kılıcı kanlı Gazi!
Meriç seni bekliyor,
Büyük ünvanlı Gazi!
Samih RİFAT
Kaynak: http:*/*/www*.dersimiz*.com
-
Re: Bu şiiri sana yazdım
Desem Ki
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende surdum,
Senden tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde senliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgarlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi fark edemezsen,
Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
CAHİT SITKI TARANCI
-
Re: Şiir de lazım!...
Bir sevgili üyemizin Balık isimli çok güzel kendi şiirini görünce aklıma geldi, o da güzel vallahi bu da güzel...
denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür
bulut mu olsam gemi mi yoksa
yosun mu olsam balık mı yoksa
ne o ne o ne o
deniz olunmalı oğlum
Nazım Hikmet
-
Re: Şiir de lazım!...
Yaşamaktan arta kalan zamanlarımda
Hep ölümü düşünürüm...
Alıntıdır
-
Re: Şiir de lazım!...
Ve gözlerin aniden gidilesi yerlere götürdü bedenimi
Hatırı sayılır hatıralar kaldı üzerimde …
Gözlerin;
Ne deniz mavisi, ne de karası kömürün.
Gözlerin, yaşarken ölümü denediğim
Toprak kokusu ömrümün...
Alıntıdır
-
Re: Şiir de lazım!...
SABRET
Bırak haydi ağlamayı,
Biraz sabret, sabret gülüm.
Geldi işte bahar ayı,
Biraz sabret, sabret gülüm.
Çökünce üstüne hüzün,
Geceye döner gündüzün,
Güler elbet bir gün yüzün,
Biraz sabret, sabret gülüm.
Şudur ki, sözün kısası,
Her şeyin var bir sırası,
Bulunur derdin devâsı,
Biraz sabret, sabret gülüm.
Yağmur yağar, dolu yağar,
Mutsuzluğu umut boğar,
Gün doğmadan neler doğar,
Biraz sabret, sabret gülüm.
Mümtaz BEĞEN
-
Re: Şiir de lazım!...
SAKLAMBAÇ
Ne ağaç gölgesine sığınıyoruz artık
Ne şiir dizesine...
Ne ebe, ne sobe, ne elim sende.
Görmesin diye gözlerimizle,
Duymasın diye kıstığımız sesimizle,
Başımızı yüreğimize gömmüşüz
Öylesine saklanıyoruz işte...
Ayfer Erdoğan
( 1959 - )
-
Re: Şiir de lazım!...
Anayasası İnsanın
Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!
Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve binbir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!
Us yasası bu insanın:
Suyu şavka dödürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!
Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman
Can Yücel