cumhuriyet...
cumhuriyetçi...
emperyalist...
kapitalist...
despot...
...
bu sözcükler iyimser olarak baktığımızda verilen emeğin karşılığı olsa gerek...
yakında nickler de değişir sayın gür...
che...
bolivar...
fidel...
mao...
kemal...
...
:) :) :)
Printable View
cumhuriyet...
cumhuriyetçi...
emperyalist...
kapitalist...
despot...
...
bu sözcükler iyimser olarak baktığımızda verilen emeğin karşılığı olsa gerek...
yakında nickler de değişir sayın gür...
che...
bolivar...
fidel...
mao...
kemal...
...
:) :) :)
-----------------------------------------------------
-Kaşla Göz gerisi boş söz: abdulmecid
Hem Müslümanız diyoruz.
Hem yolsuzlukta dünya sampiyonuyuz...
19 Mayıs 1919 Tarihi Esaretten sömürgeden kurtuluşun başlangacıdır.
ve bunu AB. liler geçmişi dedelerinden Tarihlerinden ögrendikleri için
1919 lara ve 1922'lere ve bu günlere gelmemize önderlik yapmış olan
Gazi Mustafa Kemal'in ögretileri ile yetişmiş olan Asker'lere ve Ulusalcılara Atatürk'cülere karşıdırlar.
Onun için AB liler Mustafa Kemal'i sevmeyenlerle iş birliği yaparlar.
OCU BUCU DEGİL ATATÜRK'CÜYÜM.
Cumhuriyet'i içselleştirmiş her kim varsa, hangi görüşte olursa olsun benim can ciğer dostumdur Sayın Abdulmecid.. Aksi kim varsa da benim kırk kat düşmanımdır. Demokraside düşmanlık yoktur, olmaz derseniz, vardır derim. Neden vardır, demokrasiyi yıkmak isteyenlere demokratça, e bu da farklı görüşün insanı diye hoşgörü ile bakılmaz da ondan.
Size haksızlık etmek istemem, bir evvelki eleştirim de o düşmanlaradır.
Ancak "hilafet" hariç diyorsanız, hilafeti iyi bilmiyorsunuz demektir.
Hilafet, Dinimizde 4 Halife dönemini anlatır. Hepsine saygı duyarız...
Emeviler, Muaviye ile gerçek hilafet sona ermiştir. Dini olmaktan çıkmış, siyasi olmuştur. Demokratik ve beyince hakedenin değil, kılıçla asıp kesenin olmuştur.
Yavuz Selim Memlüklülerden Hilafeti aldığında, aldığı Hilafet birleştirici değil, ayrıştırıcı idi, hiçbir fonksiyonel etkisi de yoktu. Allah'tan, "Kutsal Emanetleri" de aldı da bunlar telef olmadı, halen sayemizde korunuyorlar.
Yavuz Selim'den itibaren 18 ve hatta iki kere tahta geçen Padişahı sayarsak 19 Padişahın "Hilafet" ünvanını kullanmadığını dikkatinize sunarım.
İş sıkıya gelince, İmparatorluk gerilemeye başlayınca bu ünvan akla gelmiş, ancak İslam aleminde hiçbir etkisi olmamıştır.
Osmanlı Halifesi son gayretle "Cihat" ilan etmiş, ama Sünni Müslümanlar, İngilizlerle birlikte Halife Ordusu'nu kırmıştır.
Hilafetin hiçbir Dini fonksiyonu olmadığı gibi, milli bir fonksiyonu da yoktur. İslam aleminde birleştirici değil, parçalayıcıdır. Bu yeni de değildir, Sünni Halifeleri Şiiler tarih boyunca tanımamışlardır.
Halifelik, Hazreti Peygamber sonrası devlet yönetimi ile ilgilidir. Siyasi değildir. Saltanat anlamına gelmez. Ancak 4 Halife sonrası anlamından sapmış ve saltanatı tamamlayan bir güç odağı haline gelmiştir.
1924'de Hilafet kaldırıldı ise bu İslam'a en büyük hizmettir. Bugün Hilafet halen bizde olsaydı, Sünni İslam ülkeleri ile bu kadar yakın ilişkilerimiz olmayacağı gibi, Şiilerle özellikle komşumuz İran ile kedi köpek gibi olurduk.
Sünni- Şii meselesi de ayrı bir tartışma konusudur ve forumlar alır, ona hiç girmiyorum.
Hilafet bizi Yavuz Sultan Selim ile esir almış (Dini yönden değil Arap İslamı nedeniyle) ve en sonunda çökertmiştir. Oysa Türkler çok önceden İslamdı ve dönemlerinde ileriydi.
Arap İslamı, gerçek İslamiyetin karşısındadır, ona bulaşan da yok olmaya mahkumdur. Türkler İslamın hem koruyucusu olmuş, hem de gerçek İslamı en iyi özümsemiş milllettir. Bunda genlerindeki gelenek ve törenin önemli bir yeri vardır. Gelenekleri ile İslamı harmanlamışlardır.
Vahhabiler bunu anlayamaz...
Vahhabiler deyince, bunlar Hazreti Peygamberin ve Sahabelerin mezarını da yıkmaya kalkmıştır.
Buna en büyük tepki ve rest de o beğenmediğiniz Mustafa Kemal'den gelmiştir.
Aynı Vahhabiler, Kabe'yi koruyan Türk müfrezesinin bulunduğu tarihi Ecyad Kalesi'ni de buldozerlerle yıkıp yerine otel inşaa etmiştir.
O Vahhabiler bugün Hamas'ın en büyük finansörüdür. Bizim şimdiki Başbakanla Cumhurbaşkanı da o Vahhabilerin başının ayağına kadar otel odalarına gitmiş aymazlardır.
Türkleri de, İslam' ı da, Mustafa Kemal'i de iyi öğreniniz Sayın abdulmecid...
Bu forumlarda amacımız kimseyi üzmek değil Sayın Abdulmecid, ancak gerçekler üzücüdür.
Başlık altındaki görüşleri okudum, bir kaç kavramın altını kendimce doldurmak istedim. (Bendeniz uluslararası ilişkiler/siyasi bilimler mezunuyumda.)
Cumhuriyet kavramı ile demokrasi kavramını çoğu zaman karıştırıldığı bir gerçektir. Hem cumhuriyet bir demokrasiye sahip olmadığı gibi (eski doğu bloğu ülkeleri yada Çin Halk Cum, Kuzey Kore Cumhuriyeti), bazı demokrasinin geçerli olduğu ülkelerde de cumhuriyet sistemi yoktur. (Birleşik krallık, İngiltere monarşisi..)
Bizim hedefimiz, batı ülkelerinin eriştiği medeniyet seviyesini her zaman diliminde yakalamak ve halkımıza bu seviyeyi yaşatmak ise, cumhuriyetin dışında demokrasiyede aynı hassasiyetle sarılmak gerekiyor. Yanlız buradaki esas soru, demokrasinin yani sistemin, anti-demokratik sistem savunan görüşlerin varlığına izin verip vermemesi gereğidir.
Burada gerçekten zor bir çelişki bulunuyor. Demokratsanız, çoğunluk görüşüne sadık kalmanız gerekir, ya çoğunluk görüşü anti-demokratik ise?
Bir kaç kavramın üzerinden kısaca ve yüzeysel şekilde geçmek istedim, belli bir tarafın savunucusu olmadan, konuya üstten bakma gayreti ile. (kişisel bir görüşüm elbet var, ancak konuya taraf olarak dahil olmak isteğim yok.)
Bundan sonraki yazılacak görüşlere az da olsa katkısı olur umarım.
Önemli bir soru:
Bir insanın, etrafında gelişen önemli olaylara ve hareketlere karşı, "taraf olma" zorunluluğu nerede başlar?
Sn. İsmail Ufuk,
Konuya farklı bir boyut getirmişsiniz, sanırım buna "Cumhuriyet'in içselleştirilmesi" ile ilgili Sayın abdulmecid'e yazdıklarım yol açmış.
Bu konudaki görüşlerimi çeşitli forumlarda yazmış olmama rağmen yeniden biraraya toparlamakta yarar görüyorum.
"Cumhuriyet-Demokrasi" konusu, üzerinde fazla felsefe yapılmamış bir alanken, Regis Debray'ın Le Nouvel Observateur Dergisi'nde 1995 sonlarında yayınlanan "Demokrat mısınız, Cumhuriyetçi misiniz?" adlı makalesi Fransa'da pek bir etki bırakmamışken, bizim malum çevreler bu makalenin üzerine atladılar.
Batıda gayet doğal olarak Cumhuriyet ve demokrasi birbirine özdeş ve birbirini tamamlayan kavramlar olarak bilinir. Türk Devrimi ve Cumhuriyeti için de bu böyledir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi ile Batı tipi demokrasilerin kuruluş felsefeleri arasında hiçbir fark yoktur.
Batı ile 3 temel farkımız :
1- Dinsel farklılık,
2- Aydınlanma
3- Sanayi devrimidir.
1- Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi; Dini farklılıkları dikkate alırken, bir demokrasi için olmazsa olmaz "laiklik" ilkesini diğer İslam ülkelerinden farklı olarak ortaya koymasıdır. Bugün İslam ülkeleri içerisinde tek laik demokratik düzen Türkiye Cumhuriyeti'ndedir.
2- Batı aydınlanması, 200 yıl süren Rönesans ile olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin Rönesans'ı Kemalist devrimlere tekabül eder.
3- Batıda sanayi devrimi toplumsal yapıda değişiklikleri, burjuva sınıfını, sınıf ideolojisini, sermaye birikimini, kentleşmeyi beraberinde getirdi. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesi ile o döneme kadar varolamamış bir sermaye birikimi sağlamaya yönelmiş ve bunun için Devleti öncü kuvvet olarak kullanmıştır. Devlet bu öncülüğü yanında "sosyal Devlet" olmanın da gereklerini yerine getirmeye çalışmıştır.
Batıda birkaç yüzyıl süren bu gelişmeler , genç Türkiye Cumhuriyeti'nde neredeyse 20-25 yıla sığdırılmıştır.
Şimdi konumuza dönersek; Türkiye Cumhuriyeti için (kurucu felsefe bağlamında) Cumhuriyet mi, demokrasi mi diye bir çelişki yoktur.
Bu çelişki suni olarak yaratılmaya çalışılmaktadır. Bunu yaratmaya çalışanlar, kendilerine liberal diyen bir grup ile, Cumhuriyet'e kin güden gerici tayfasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti demokrasisini daha da geliştirecek ve ideal demokrasiye ulaşacaktır. Ancak Batı'dan farklı olarak soru ve sorun şudur :
Bireysel, özgür iradeyi hiçe sayan tarikat cemaat yapılanması, Batı tipi demokrasilerin neresine tekabül eder?
Aynı şekilde bireysel, özgür iradeyi hiçe sayan feodal, aşiret yapılanması Batı tipi demokrasilerin neresine tekabül eder?
Bugün Cumhuriyet-Demokrasi suni çelişkisini vurgulayanlara bakıldığında, bunların ya tarikat-cemaat veya aşiret yapılarından gelmesi ya da daha önemlisi bazı liberal geçinenlerin asıl sorunu gizleyerek bu iki tür yapı ile tamamen duygusal nedenlerle can ciğer kuzu sarması olmaları, bizim demokrasimizin ve aslan liberal demokratlarımızın asıl çelişkisidir.
Selamlar,
Sayın Mehmet Emin Sezen : Bu gün İ.G nin "mukaddime" adli eseri Amerika da üniversitelerde ders kitabi olarak okutuluyor, katılırsınız katılmazsınız,Akademik anlamda,kaynakları, mesnetleri üzerinde,çoğu yanlış da olsa , insana okuyunca haz veren ileriye donuk,sonsuza kadar insanların refahı için hayatini vermiş oka dar çok filozof var ki dünyada, bunlar(isimler gerekmez) sadece kendi aileler inimi düşünmüşler....? Yada sadece kendi ülkeler inimi düşünmüşler....?Bakın Sayın Sezen "VERME DUYALARI ALSANDA BU CENNET VATANİ”.ma.e...
Ben bu güne gelmem için, ne babamın ne annemin ne fatih lerin nede yavuzların nede diğer Devleti aliye büyüklerinin /kaderci anlayışım/ hiç bir rolü yoktur. /inancım budur/ sebepleri .......yaratır. Bu benim devleti âliye büyüklerime saygısız olduğum anlamına gelmez sonuç itibarı ile imtihandayım iyilerde, varsa kötülerde olacak...
Sayın Sezen Ben hayat boyu öğrenci istemde İlkokulu bitireli çok oldu biz bunları vallahi ilkokuldan hatırlıyorum. Bizim birçok değerlerimizi köklerimizden kopmamız için, altı yüz yıl daha hüküm sürmeyelim diye maalesef bize enjekte ettiler. Onun için birçok imparatorluk' un mezarı Fransız devrimi ile kazıldı. Her zaman söylerim "Sierra in inpera" taktikleri ile de imparatorluklar in külleri üzerinde ulus devlet modellerine, razı olmaktan başka yollarda yoktu zaten. Şuan devlet başkanlarına tavsiye edebilmem mümkün olsaydı birçok ulusun kayıtsız şartsız birleşmesini tavsiye ederdim. Bırakınız ulusların birleşmesini birçok ulus başkanı komşusunu ziyaret etmekten korkar durumda bırakılmış bereket versin yiğit ve kahraman ecdadın başkanları, başbakanlari ile tüm devlet erkânı ölümsüz ve korkusuz, onun içinde sayılı uluslardan en öndekiyiz.
İlk mesajımdaki girizgahtan sonra sizin asıl sorunuz ile vurguladığınız olasılığa yanıt vereyim.
Emre Kongar'ın "Demokrasimizle Yüzleşmek" isimli kitabında, demokrasinin uygulanabilmesi ve devam edebilmesi için somut verilerin sıralandığını hatırlarım. Eğitim düzeyi, Milli Gelir, üretim vb... Uzatmak istemem ancak orada sıralanan neredeyse hiçbir gösterge bizim ülkemizin kuruluş yıllarındaki gerçeklerine teğet bile geçmiyordu, hala da geçmiyor.
Bu açıdan bakıldığında ne Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarına "yeterince demokrat değildi" diye bir eleştiri getirebiliriz, ne de o dönemdeki uygulamaları (ilk mesajımda 3 farklılıktan bahsetmiştim bunların giderilmesine, iyileştirilmesine yöneliktir) eleştirebiliriz. (daha doğrusu hiçbir kavram eleştiriden muaf değildir, ancak eleştirirken bu gerçekleri gözardı edemeyiz demek istiyorum.)
Hiçbir Batı tipi demokrasi, bizim demokrasimizin yukarıda kısaca değinmeye çalıştığım açmazlarına sahip olmasa da, kendini yıkmaya kalkan antidemokrat görüşlere prim vermez. Örnekleri tarihtedir...
Bu sadece demokrasilere has bir koruma değildir. Adı, evsafı ne olursa olsun her rejim kendini korur.
Çoğunluk görüşü antidemokratik ise ne olacaktır?
Ben Dünya tarihinde demokratik yoldan demokrasinin yıkıldığına şahit olmadım. (Hitler hariç, insanlık herhalde bundan gereken dersi almıştır.) Bundan sonra da olacağına ihtimal vermem. Demokrasi yıkılırsa bu ancak devrim yoluyla olur. (İslami, Komünist, Faşist vb.)
O devrim de, bir Hocamızın dediği gibi "Kanlı mı olacaktır, kansız mı olacaktır?" derseniz;
Emin olun çok kanlı olacaktır. Denemesi bedava değildir, demokrasi tramvayına binip istedikleri durakta ineceklerini beyan edenlere duyurulur.
Selamlar,
Sayın abdulmecit ben sizi gerçekten üzmek istemiyorum, ciddiyim, ancak öyle şeyler yazıyorsunuz ki, yanıt verdiğimde üzülüyorsunuz ve ben de sizi üzmekten üzülüyorum.
Mukaddime'nin yazarı İbn-i Haldun'dur, İ.G. değildir.
Bizim burada tartıştığımız konu ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. 1300'lerin ortalarında yazılmış bir eserin şu tartıştığımız konu ile ne gibi bir bağlantısı vardır?
Fransız İhtilali'nin İmparatorluklara (özelde Osmanlıya) karşı yapıldığı ise olsa olsa gülünecek bir iddiadır. Evet sonuçları itibarıyla Osmanlıyı oluşturan milliyetlerin ayrışmasını hızlandırmıştır da, bu nasıl akıl almaz, izandan yoksun bir komplo teorisidir?
Hilafet ile ilgili daha önce yazdıklarımı bir daha okuyun, 1517'de alınan Hilafetin (Arap İslamı'nın) çok uzun değil, 1580'de İstanbul Rasadhanesi'nin yıkılışına etkilerini görün, sonra iğneyi kendimize batırmamız gerekirken, gidin Fransızlara batırın.
Demokrasi ve eğitim demiştik değil mi? Sayın abdulmecid, kusura bakmayın ama bundan sonra yazacaklarınıza yanıt vermeyi kendime zul sayarım...
Harun bey, mesajıma bağlantılı vermiş olduğunuz bilgiler ve bu bilgilere eklediğiniz kişisel düşünceleriniz için teşekkür ederim. Umarım ki, forum kullanıcısı değerli arkadaşların çoğu bu bilgilerden arzu ettikleri ölçülerde faydalanır.
Şu noktayada bir parmak basmakta yarar görüyorum. Genel olarak fikirlerimizin beyanlarında batı tipi demokrasi ile ülkemizin geliştirmeye çalıştığı sancılı bebek demokrasimizi mukayese ederken hep 'batılı demokrasiler' ve 'bizimkisi' diye mukayese ediyoruz. Ki şahsi fikrime göre bu çok doğru değil. Batılı demokrasileri de genellemek yanlış. Bir İngiltere demokrasisi ile bir Fransa demokrasisi birbirlerinden çok farklı kulvarlarda ve sosyal temeller üzerinde inşa edilmişlerdir. Onları birbirine benzeten ve bizimde genelleme yapmamıza iten şey, toplumsal ve ekonomik alt yapı sistemlerini güçlü kurgulamış devlet sistemlerine sahip olmalarıdır.
Katolik Fransa ile Protestan İngiltere'nin ne dini alt yapıları, ne dil yapıları ne din/devlet ilişkileri, ne feodal toplumdan endüstri devrimi ile sanayi toplumuna geçiş süreçlerinin tam olarak örtüşmediği kanaatindeyim.
Keza, 1789 devrimi İngiltere'deki Magna Carta ile özdeşleştirilebilir mi sorusununda cevabı oldukça muğlaktır.
Cevaplarınızla benim birkaç satır daha karalamama imkan tanıdığınız için tekrar teşekkürlerimi sunarım.
Sayın Horasan'ın ince dokunduruşuna cevaben, efendim bendeniz tepkisiz, ülkem sorunlarına karşı bitaraf bir zat değilim, sadece bir paylaşım sitesinde bu konuda insanların görüşlerinden yana tavır ile değil de, fikirler üzerinden bir objektif katılım sergilemek ve düşüncelerimi paylaşmak isteğimi belirtmek amaçlı yazmıştım ilk mesajımdaki ifadeleri.
Bilvesile herkese teşekkürler ve saygılar.
Sayın İsmail Ufuk; Öncelikle teşekkür ederim, eğer çoğunluk görüşleri iktidara gelirse gelen adamların tipine, rengine bakarak ileride yapacaklarını müneccim gibi anlayıp tankları, topları yürütmek aslında anti demokratiktir. Cumhuriyeti eğer birilerinin tasallutu altında algılarsak, bunun Meşrutiyet (meşruiyet )bir grup un Diktatörlüğü bunada dense dense /Olgarşik Diktatörlük/ denir. Yoksa "Demokrasi, kendisini yok etmeye müsaade etmezmiş" Sayın Ufuk bunun neresi demokrasi aslına bakarsanız benim anladığım Cumhuriyet seçimleri kim kazanmış mesela komünist partisine teamül edeceksin arkadaş değil ise Cumhuriyetten bahis etmeyeceksin işte biz onun için diyoruz ki despot insanların oluşturduğu tokluluklarda cumhuriyet yerleşmez ya da bu meşrutiyet olur. Siz ismine diyebilirsiniz ama kimse kanmaz, eskiden tamam ama şimdi bilgi çağını yaşıyoruz. Sayın İsmail Ufuk
Sn. İsmail Ufuk,
Batı tipi demokrasilerin genellenmesinin ana nedeninin, toplumsal ve ekonomik yapılarının güçlü kurgulanmış olduğu devlet ile bağlantılı olduğu fikrinize bir yere kadar katılırım.
Batı tipi demokrasilerde elbette kuruluş aşamasında farklılıklar vardır, bu toplumların tarihsel geçmişlerinin farklılığı ile ilgilidir. Ancak Hıristiyan Batı'da Reform süreci bugünkü Batı tipi demokrasilerin temellerini atmıştır ve bugünkü Batı tipi demokrasilerin genellenebilmesini sağlayan en önemli süreç de budur. İngiltere'de Anglikan Kilisesi'nin kurulması, Amerikan İç savaşı, Fransız İhtilali bu süreci ortaklaştırmış ve Batı tipi demokrasi diye adlandırılan ve olmazsa olmazları belli olan günümüz demokrasilerine şekil vermiştir.
Mezheplere ayrılsa da, dilleri ortak olmasa da Hıristiyan Batı ideal demokrasiye uzun ve kanlı bir süreçten sonra;
1- Reform hareketi ile Dini olması gereken alana çekerek devlet yönetiminden uzaklaştırmak,
2- Feodaliteyi yıkarak eşit vatandaşlık yaratmak suretiyle erişmiştir.
Bugün bizim demokrasimizin ağır aksak işlemesinin altında yatan en önemli 2 neden, İslam'da böyle bir reform hareketinin olmaması, daha doğrusu siyasal İslam'ın devleti yönetmekten vazgeçmemesi ve feodalitenin bu ülkede hala hüküm sürmesidir.
Selamlar,
Sayın Harun Gür;Âlime tarif gerekmez.Bizde böyle yanlışlar hep olur.Sizin gözünüzdende mahşallah hiç harf kaçmıyor.Düzeltiniz için teşekkür ederim.abdulmecid
YÖNETİM : Forumlarda daha önce de GOETHE'nin bir yapıtında geçen sözün israrla V.İ. Lenin'e ait olduğunu iddia ettiğinizden, harfler gerçekten önemlidir. Okuyucu Mukaddime'nin yazarı İbn-i Haldun'u sayenizde İmam Goethe (İ.G.) olarak tanıyabilir.
: Atatürk'ten son derece anlamlı bir mesaj!!!!
http://www.toplumsalbilinc.org/erkal...refli_Turk.jpg
http://www.toplumsalbilinc.org/forum.../images/ip.gif Logged
Bugün bizim demokrasimizin ağır aksak işlemesinin altında yatan en önemli 2 neden,
İslam'da böyle bir reform hareketinin olmaması, daha doğrusu siyasal İslam'ın devleti yönetmekten vazgeçmemesi
ve
feodalitenin bu ülkede hala hüküm sürmesidir.
Sayın Harun Gür,
Bu çizdiğiniz çerçevede şunları gözden kaçırmamakta gerekir.
Ülkemizde dini reform olmaması: (Laiklik ilkesinin getirilmesi küçük bir reform olsa bile)
Her ne kadar katolik kilisesi siyasal gücün tadı ile kendi dininin emrettiği sınırların dışına çıkmışsada, islam dini doğrudan hayata, siyasete hakim olmaya yönelik bir dindir. Hz. İsa'nın getirmiş olduğu din öteki taraftaki krallığa yönelik iken, Hz. Muhammed'in getirmiş olduğu din her iki dünya yaşamına da hükmetmeyi esas kılar. Dolayısı ile hristiyanlık dinine mensup insanların çoğunlukta yaşadığı ülkelerde dini reform yapmak, islam dinine mensup insanların yaşadığı ülkelerde dini reform yapmaktan çok daha kolaydır. Çünkü bizzat dinin kendisi, dünyanın maddi ve siyasi konuları ile ilgili değildir.
Katolik kilisesinin maddi dünya gücü hevesi ve haçlı seferleri buna pratikte aksi bir ispat gibi görünsede, sonuç olarak işin temelini oluşturan dinlerin arasında böyle kalın bir çizgi ile fark bulunmaktadır.
Feodal sistemin yıkılmamış olması (Feodal sistemin aslında hiç bir yerde yıkılmamış sadece isim değiştirmiş olmasına rağmen)
Feodalite ile ilgili ise, şu tespitimide paylaşmak istiyorum, günümüz kapitalist sisteminde de gizli feodal sistem aynen yürürlüktedir. Feodal beylerin yerlerini holding patronları ve büyük şirket yönetim kurulu başkanları ve kobi patronları (dükler, baronlar, kontlar, lordlar hiyerarşisi),vezir veya kral danışmanlarının yerini ticaret odası başkanları müsteşarlar, kralın yerini de maliye bakanı (teşbihte hata olmaz) almıştır diye hayal etsek çokta realiteden kopuk bir hayal olmaz.
Serfler ise malum, çalışanlar oluyorlar.
Esasen dünyada feodal sistemin asla yok olmayacağından yana bir kişisel tezimde var. 5 parmağın 5'inin bir olmayacağı yönündeki atasözümüzü de düşünürsek bu gün klasik aile yapısının içinde dahi feodal sistem var iken, ne doğudaki tarım ekonomisinin yapısındaki feodalizm, ne kent yaşamındaki ticari-sanayi yaşamın içindeki feodalizm'in sonu gelmeyecek gibi görünüyor.
Kısacası hiyerarşinin olduğu yerde feodalizmde olur. Bunun tersine inanmak için illede kale surları içinde yaşayıp ve etrafta at sırtında koşan şövalyeleri görmemiz gerekmez diye düşünüyorum.
Sayın Harun Gur:Acele bir süreçten geçerken bazı doğruları yanlışlık diye kabul etmemin sakıncalarını anlayınca da toptan geriye donuş ihtiyacını duydum.
Amerika da Üniversitelerde ders kitabi olarak okutulan söz konusu kitap a)İ.G. İmami Gazali nin "İHYA" adli Eserinin Mukaddimesidir. Mukaddime (önsöz),(Özet) olduğu için benzerlikten kaynaklanan yanlışı kabullenmek durumuna kalmıştım.
b) "teori gırıdir dostlarım hayat ağacı daima yeşil "Bu sözcük dizimi kalıp v.i.l.ne aittir "Faus"ta ayni anlamı teşkil eden söz cuk gurupları vardır. Ancak bahis konusu söz anılan kişinin kitabında alın ti diye eklenmemiş hem de "Faus” tekine benzememektedir.Bunlarıda çok iyi bildiğinizi biliyorum.Saygılar abdulmecid
TÜRK DEVLET FELSEFESİNİN KAYNAĞI MİTOLOJİDİR.
Doğu-Batı dünya görüşünün arkasında daha önce islamiyetle ilişkisi açısından durduğumuz iki mitoloji vardır. Biri antik çağ, yani YUNAN MİTOLOJİSİ, diğeri ŞAMANİST MİTOLOJİ. Türk devlet felsefesinin kaynağını bu mitolojide aramak gerekir.
Yunan mitolojisinin bütün tanrıları doğa kanunlarının bir bölümünü, doğa kanunlarındaki determinizmi temsil eder demiştik. Aslında batının bilimsel düşüncesi ve evren görüşü bu mitolojide yansır.
Çağdaş bilimin bütün sorunları bu mitolojide yankılanmıştır, yalnız bu yankılanma hayal gücüyledir. Evreni hayal gücüyle açıklamışlardır.
Ronesansla başlayan yeni bir bilim metodu hayalin yerini akıl ve deneye bırakmak zorunda kalınca, çağdaş bilim ve tekniğin temelleri atılmış oldu. Bu mitolojide insanın önemi hemen hemen yok gibidir. Önemli olan evren ve onun kanunlarıdır, bu nedenle bu mitolojinin mistik yanına rastlamayız.
TÜRK MİTOLOJİSİNDE İSE TANRILAR DEVLETİN HAKİMİYET ARACIDIR, ONUN EMRİNE BOYUN EĞERLER. Şamanlar büyü ile bütün üstün varlıkları ve ruhları devletin çevresinde toplama yeteneğine sahiptirler. Hükümdarlarla tanrılar arasındaki ilişki bir baba oğul, bir oyluluk ilişkisidir. Ve bu, bütün Türk devletlerinde, halkla devlet arasında sürüp gitmiştir.
Çok tanrılı Yunan dini ile çok tanrılı Türk dini arasında temel bir fark daha vardır.
YUNAN MİTOLOJİSİNDE TANRILAR BİR SİTE TANRISIDIR. TÜRK MİTOLOJİSİNDE İSE TANRILAR DEVLET TANRISIDIR.
Bu nedenle Şamanizmde evrensel bir nitelik yaşanmaktadır. Yani birisinde doğa, diğerinde devlet-insan-toplum ağır basar. Biri din mitoslarına, diğeri kaynağı büyü olan mitoslara dayanır.
Türk mitolojisinde büyü, Ziya Gökalp’in de kabul ettiği gibi din görevini de yüklenmiştir. Oysa çok tanrılı antik çağ dinini hıristiyanlık silip süpürmüştür. ŞAMANİST DİN GÖRÜŞÜ İSE İSLAMİ BİR KILIĞA BÜRÜNEREK DEVAM ETMİŞTİR.
BİR DİNİN MİLLİ OLMASI, O DİNİN İÇİNDE DOĞDUĞU TOPLUMUN DÜNYA GÖRÜŞÜNÜ, DÜŞÜNCESİNİ VE BİLİM ANLAYIŞINI AÇIKLAMASI DEMEKTİR. Nitekim Türkler islamiyetten önceki evren ve devlet görüşlerini islamiyet içinde de çeşitli biçimlerde sürdürmüşlerdir.
Türklerin Şamanist devlet görüşü, hemen hemen bazı farklarla kılık değiştirerek islamiyete geçmiştir. Bu mitolojik evrenin özelliğini, toplumla ve doğayla ilişkisini şöyle bir cümlede özetleyebiliriz.
“BİLMEK, DOĞAYI VE ONUN OLAYLARINI YÖNETMEK VE DEĞİŞTİRMEKTİR.”
Böyle bir düşünce ve bilim anlayışında yeni çağın büyük metod kurucularından biri olan Bacon’dan temelde farklı olan bir yan vardır. Bacon’a göre:
“Bilmek, doğaya hakim olmaktır, bu da onun kanunlarını bulmakla olur.”
ŞAMAN MİTOLOJİSİNDE, ÖNEMLİ OLAN DOĞAYA HAKİM OLMAK DEĞİL, DOĞAYI VE OLAYLARI YÖNETMEK VE DEĞİŞTİRMEKTİR.
Bu mitolojinin bir özelliği de doğa güçlerini temsil eden tanrıların ve ruhların her zaman sosyal bir işlevi olmasıdır.
YUNAN MİTOLOJİSİNDE olduğu gibi, doğa insanları doğrudan doğruya ilgilendirmemiştir. ÖNEMLİ OLAN TOPLUMA VE İNSANA HAKİM OLMAKTIR. Doğa güçleri de bu amaçla seferber edilmiştir. Bu nedenle Türklerde bilim deyince bundan hep devlet ve ahlak bilimi anlaşılmıştır. Felsefe deyince de batıda olduğu gibi odak noktasını bilgi kuramının oluşturduğu metafizik anlaşılmaktadır. Devlet bilimi de bir devlet felsefesi olmaktan çok pratik bir yol izlemiştir.
TÜRKLER İSLAMİYETİ KABUL ETTİKTEN SONRA DA ŞAMANİZM, BÜTÜN KADROSUYLA TOPLUMA VE DEVLETE EGEMEN OLMUŞTUR.
Şaman mitolojisinde yer-sular daha önce değindiğimiz gibi Anadolu’ya geldikleri zaman yatıra dönüşmüşlerdir. Anadolu’nun bütün köylerinde cami olmasa da mutlaka bir kaç yatır vardır.
Anadolu’yu Türk vatanı yapan, hıristiyan evliyalarına yatır niteliği verdiren, onların yerine yerleşen hep bu yer-sulardır.
PROF.DR. CAHİT TANYOL
LAİKLİK VE İRTİCA
ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ, GENİŞLETİLMİŞ 2. BASKI, 1994, SAYFA 93-95
//////////
Bence temel çelişki ve tıkanma noktamızı aydınlatmaya çalışıyor sevgili Cahit TANYOL...
Doğu'da Batılı olmak bu olsa gerek...
Batı'dan Doğuya bakmak bu olsa gerek...
(Bu arada alıntısındaki zatı, İmam Gazali olarak düzelten üyemizin, bizleri bir kez daha yanıltmamış olması, pek şaşkınlık yaratmadı doğrusu...)
Sayın Abdülmecid bu size son uyarımdır.
1. İmam Gazali'nin İHYA diye bir eseri yoktur. İHYA-İ ULUMİDDİN diye bir eseri vardır. Bunun birinci cildine bazıları İHYA derse de böyle bir eser yoktur.
2. İmam Gazali'nin Mukaddimesi de yoktur.
3. Dediğiniz gibi Bir Mukaddime vardır ancak oda sizin dediğiniz gibi (doğrusunu yazalım) İHYA-İ ULUMİDDİN in değil KİMYA-YI SAADET isimli 840 sayfalık kitabının ilk bölümleri olan ''Kendi Nefsini Bilmek, Allahü Teala’yı Tanımak, Dünyayı Tanımak, Âhireti Tanımak ve İbadetler mevzûları'' kısmının daha sonra ayrılarak yayımlanmasıdır. Yani İmam Gazali'nin bundan haberi bile yoktur !!!
4. Amerika'da hangi üniversite de ders kitabı olarak okutuluyor bu ? Hangi derste ? Kaynağınız nedir ?
5. Çok biliyormuş izlenimi vermek için tırnak içerisinde iki kere yazmış olduğunuz ''Faus'' diye bir kitap yoktur. Varsa da Goethe'nin değildir. O bahsettiğiniz kitap ''FAUST''tur.
6. Lenin'in sözü aynı sözdür ve konuşmalarının altında dip not olarak alıntının kaynağı gösterilmiştir.
7. 1830 'da yazılmış olan Faust'taki söz dizinini aynen 1905 te İki taktikte Lenin tarafından Kullanılıyorsa Hangisi hangisinden almıştır ?
8. Lenin bu sözü devrimin birinci aşamasında işçi sınıfı ile köylülüğün iktidara geleceğini(İKDDD) öngörmüştü. Oysa 1917 Şubat devriminde iktidara gelen burjuvazi olmuştu Lenin burada bir çelişki görenleri ikna etmeye çalışırken bu ünlü sözü söylemiştir.
9. Dört satırlık yazınızda 8 temel hata bayağı iyi sayılır.
10. Bundan sonra iki satır ileti için sakın yazıları komple kopyalamayınız. Gereksiz yük yaratıyorsunuz alt yapıya...
11- Sonsuz Dikkat ediniz.
Sn. İsmail Ufuk,
İslam dininde reform fikrine pek sıcak bakmadığımı belirteyim. Çünkü Kuran'daki İslam'ın reforma ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Bugün Dinde reform diyenlerin (ard niyetliler hariç) aslında söylemeye çalıştıkları ve bence de doğru olan şudur : Bugün İslam olarak bize öğretilen bir dolu hurafe ortadan kalksa, İslam Kuran'daki şekliyle kalsa, bu herkese yeter de artar.
İslam dini de diğer dinler gibi iyi insan olmayı öğütler, güzel ahlakı savunur. Sonrasında uydurulan, mezhepler, tarikatler, cemaatler ve bunların hurafeleri, şekil şartları, bilime, akla aykırı yaptıkları yorumlar İslam'ı bu hale getirmiştir. İslam'ın bir devlet yönetme iddiası ve gayreti de aslında yoktur. Tarihsel süreç bunu gerekli kılmıştır. "Oku" emriyle başlayan bir kutsal kitaba sahip Dinin, bilime , akla, mantığa aykırı şeyler emretmesi, "İlim Çin'de de olsa gidip alınız" buyuran bir Peygamberin, gerçekte söylemediği akla, bilime aykırı bir dolu safsatanın "hadis" , yapmadığı akla, mantığa aykırı davranışların "sünnet" diye ortaya dökülmesi düşünülebilir mi?
Mustafa Kemal bu gerçeklerden hareketle, Cumhuriyet aydınlanmasında, Dinimizin de olması gerektiği gerçek yeri işaret etmiş, Elmalılı Türkçe tefsiri ile Kuran-ı Kerim'i insanımızın anlayabileceği bir hale getirmiş, laiklik ile Dini siyasi alandan olması gereken uhrevi ve bireysel alana çekmiştir. Bence İslam reformu bu olsa gerektir.
Feodalite konusunda yazdıklarınıza bugünkü sosyal anlamda katılmakla birlikte, feodalite ve onun demokrasiye etkisini ben sizden daha başka anlıyorum.
Bildiğiniz gibi demokrasi insanlık tarihinde feodalitenin olduğu dönemlerde de denendi. Seçimle işbaşına gelen iktidarlar oldu. Ancak bilirsiniz, seçimden seçime fark vardır. Belli bir miktar vergiyi verebilenlerin oy kullanabildiği veremeyenlerin oy kullanamadığı, belli bir soya ait olanların oy kullandığı diğerlerinin kullanamadığı, erkeklerin oy kullanabildiği kadınların oy kullanamadığı, efendilerin oy kullandığı, kölelerin oy kullanamadığı, belli bir ırkın oy kullandığı diğer ırkın oy hakkının olmadığı, belli Dine veya mezhebe ait olanların oy kullandığı diğerlerinin kullanamadığı veya bir insan 1 oy sisteminin geçerli olmadığı yapılar, seçim yapsalar ve iktidarlar bu oylarla işbaşına gelse dahi orada gerçek demokrasiden söz edilemez.
Türkiye'deki feodalite, aşiret ve cemaat feodalitesidir. Aşiret reisinin veya cemaat liderinin işaret ettiği parti veya aday haricinde, aşiret ve cemaatin mensupları serbest iradeleri ile oy kullanamıyorsa, bir insan 1 oy sistemi bile geçerli olsa orada demokrasiden bahsedilebilir mi? Ülkemizde yaşanan tam da budur. Bu durumu "delege" sistemi olarak adlandıran aklıevveller de yok değildir. Onlara şunu sorarım:
Aşiret reislerini veya cemaat önderlerini delege kabul edersek, onları da seçenlerin yine üyeler olması gerekir. Ben seçimle işbaşına gelip, seçimle işbaşından giden bir aşiret reisi veya cemaat lideri duymadım. Ya siz?
Selamlar,
Konunun geldiği bu süreçte:)
Bir soru...?
Bir cevap...:
Ve bir yorum...!
Ve bir adres...!
_____________________
Soru: Sayının sonsuza bölümü...?
Cevap...: Her nekadar tanımsız olsalda biz buna matematik mantığıyla sıfır
olduğunu söyleye biliriz
Yorum...: Buradan Çin’e kadar Rakam yazın ve bu rakamların oluşturduğu küme de yaşınız olsun..! Bu yaşınız olan küme sonsuza bölündüğünde sıfır olduğu görülecektir.
Yanı şöyle diyebilirim; Dunya hayati sonsuz karşısında sıfır mesabesindedir.
Bir soruda sizin aklınıza gelebilir,mesela...
Ne alakası var...?.......Gibi.......Cevap........Adres.!
http://mustafaeksi.piczo.com/?cr=3
"Kafan iyimi" diyen Hanım Kardeşime ithaf olunur...
Arasırada gündüz AYIKKEN yazmayı deneseniz. Ya da ALLAH GÖSTERMESİN hep böylemisiniz ?
Bu ileti ile kimseye yanıt vermiyorum. Hele yanıt vermeyi zul saydığım bir üyeye yanıt vermek şu satırları yazarken hiç düşünmediğim bir şey...
Ancak; İmam Gazali, eserlerinin Amerika'da üniversitelerde okutulması falan filan...
Selefilik nedir? Vahhabbilik nedir? Eşarilik nedir? Maturidilik nedir ve hatta Mu'tezillik nedir?
İslam niye geri kalmıştır da, o beğenilmeyen Hıristiyanlar Dünya'ya hükmetmektedir?
İmam Gazali ve içinde bulunduğu itikadi mezhebi İslam'a iyilik mi etmiştir, yoksa kötülük mü?
Osmanlı'nın batış sebepleri arasında bu itikadi ayrışmanın payı var mıdır?
Elmalılı Hamdi Yazır Kuran-ı Kerim tefsirini neden "maturidi" meşrebe göre yapmıştır?
Falan filan...
Benim korkum değil, sevgim olduğundan sizi "kaynar kazan" esprisi dolu bir siteye yönlendiremiyorum. Kusura bakmazsınız umarım...
Kendilerini defaaten ikaz etmeme rağmen kişisel sataşmalarını hakaret ve sindirmeye kadar çıkaran bununlada yetinmeyip dinsel baskı uygulamaya çalışan erdem53 ve abdülmecid rumuzlu üyeler siteden uzaklaştırılmıştır.
İstiklal Mahkemeleri olmasa idi, Sakarya Meydan Muharebesi dolayısıyla Milli Kurtuluş Savaşı kazanılabilir miydi?
İstiklal Mahkemeleri olmasa yurdun dört bir yanında çıkarılan isyanlar bastırılabilir miydi?
İstiklal Mahkemeleri olmasa idi, Devrimler yapılabilir miydi?
Ne yapalım şimdi?
Kurtuluş Savaşı'nı kazandığımız için özür dileyelim.
İsyanları bastırdığımız için özür dileyelim.
Şeyh Sait'ten özür dileyelim.
Doğuda İngiliz destekli Kürt-İslam Devleti kurdurmadığımız için özür dileyelim.
Atatürk'e suikast tasarlayanlardan özür dileyelim.
Devrimlere karşı çıkan dinci takımından özür dileyelim.
Harun Bey,
Yürekten kutlarım sizi. Sadece bu kadarı bile yeterliydi.
Saygılarımla,