Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Ana damarları kesilmiş , okların çoğu gömülmüştü zaten ,; baltalar gibi savaş güruhundan mı sanılıyordu ne --;halbuki 5 ok gömülmüş tek ok geride kalmıştı --bilmedikleri şey o tek oku gelip birilerinin paralamak kırmak istiyor olmasıydı--- ;borçlar birikmiş ,değerler tükenmiş güneşten yakıcı sıcaklar sularını bile tüketmişti koca denizlerin ki ,izmlere yenisi eklenmişti Gülenizm
Kafaların çok karışık olduğu, cebin cepkenin en delik olduğu günlerin birinde kendini aziz gibi gösteren ,kepazelikleri şebeklikleri aslında yüzlerinden belli, pislikleri paçalarından akan florasan lamba kafalar çıktı bir gün ortaya ;O florasans lamba kafalar finoların hakimiyetinde boşta kalan açıkta kalan ,tek başına adı anılan oku kırmak için harekete geçmeye karar verdiler önce
En güzel koltuklara kuruldular ,en demirinden yüzen şatolara sahip oldular --;kimse görmedi ,cepler cepkenler delikken gelen kara elmaslar , beyaz zehirler gözlerini kör etti açlığın kucağındakilerin-- ;topu topu bir ok kırılacaktı --;ne önemi olabilirdi ki eğer aç kalmayacaktıysa bu kendini adam sanan insan--;.
Daha bir şebeğimsi varlık çıktı bu florosans lambaların arasından ve kendini en geniş en deri en ışıldaklı koltukta buluverdi ,noterlik makamına terfi ile birlikte Florosanya ülkesi için adımlarda son sürat atılmaya başlandı ..komik miydi acınası bir durumuydu belli değil di .
Yükselen seslere aldırmayan florosan lamba kafalar ellerinden geleni ardına koymadı ,yazıp çizenleri kalemşörleri vardı ,aptal kutuları ,aptal kutularında programları vardı artık.
Gün geçtikçe körleşen kendini adam sanan adamlar sürüsüne kuzu muamelesi yapmanın keyfine vardılar .Ve bir gün bu florosan kafalar gerçek aydınlığı balçıkla sıvamaya kalktılar;
Sıvamak kolaymıydı aydınlığı ,hiç kimse ses çıkarmayacakmıydı ? O son oku kırmak bu kadar kolaymıydı ??
Cevabını hep beraber göreceğiz de bakalım ne zaman göreceğiz ,kalan 5 okumuzu bir an önce gömdüğümüz yerden çıkartmak gerek . Oklar bir aradayken eğmek bükmek zordur ---oysa tek ok tek bıraktığınız her şey gibi daha kolay kırılır---
CANBERK ÖZEK (bizkackisiyiz.com)
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
ANLAYANA SİVRİSİNEK SAZ,ANLAMAYANA DAVUL ZURNA AZ...
Prof. Celal Şengör
Hiç birimiz bir Türk başbakanının Papa'nın durumuna düşmesini istemeyiz... La Sapienza'nın bilgili ve onurlu öğretim üyeleri de üniversitelerini ziyarete gelmek isteyen Papa'nın gelmesine rektörlerinin bir mektubuyla engel oldu. "Bilginin ne papazlara ne ruhbanlara ihtiyacı var!"
Papa Roma Üniversitesine Alınmadı!
Roma Üniversitesi'nin adı ve dolayısıyla bulunduğu semtin adı La Sapienza'dır. Bu kelime bilgi anlamına gelir. Efes'teki muazzam kütüphane öncephesinin önündeki heykellerden biri Sapienza'yı temsil eder. Yıllar önce onun ayaklarına sarılmış bir resmimi çektirmiştim.
Bugün ülkemizin kanımca en önemli etellektüelerinden biri olan arkadaşım Sinan Özeren , bana Papa 16. Benedikt'in (eski Alman kardinal Ratzinger) La Sapienza'ya yapmak istediği bir gezinin oradaki öğretim üyelerinin ve öğrencilerin protestosu neticesinde iptal edildiğini belirte n bir BBC haberi yolladı.
Ratzinger, Avusturyalı akıl düşmanı post-modern «filozof» Paul Feyerabend' in yazdıklarından hareketle, Galile'ye karşı Katolik Kılisesinin ve engizisyon mahkemesinin aldığı mahkûmiyet kararını «akılcı ve hakkaniyetli» bulduğunu söylemişti. La Sapienza'nın bilgili ve onurlu öğretim üyeleri de üniversitelerini ziyarete gelmek isteyen Papa'nın gelmesine rektörlerinin bir mektubuyla engel oldular. Rektör mektubunda «seküler bilim adına bu uygunsuz ziyaretin engellenebileceğini ümid ederiz» diyordu, zira tüm öğretim üyeleri Papa'nın ziyaretinin kendilerini tahkir edeceğini ve aşağılayacağını beyan etmişlerdi.
Üniversite bununla da yetinmedi: Öğrenciler bir ruhban karşıtı yemek düzenlediler. Yemekte asılan afişlerden biri «bilginin ne papazlara ne ruhbanlara ihtiyacı vardır» diyordu. Malum, Hristiyan dinlerinde papazlar için «baba» sıfatı kullanılır. Öğrencilerin afişinde kullanılan kelime de b uydu. Yani afiş aslında «bilimin babalara ve ruhbanlara ihtiyacı yoktur» diyordu. Mafya babaları ülkesi İtalya'da öğrencilerin papazlara layık gördüğü mevkii bu kelime oyunu çok güzel göstermektedir. Kendilerini candan kutlarım.
Peki Vatikan'ın buna reaksiyonu ne oldu? Resmi bir bildiriyle, Katolik dünyasının kalbi ve insanların saflığından yararlanarak dünyanın en zengin organizasyonu olan bu merkez, üniversitenin protestosunun sansürcü bir tonu olduğunu bildirdi.... Vatikan çok haklıdır:
Üniversitenin görevi gerçekten zırvalığı sansür etmektir. Bilim, yanlışları ayıklayarak ilerler, biriktirerek değil.
Bu haberi, bilhassa üniversitelerimizde siyasal dinin simgesi türbanın serbest bırakılmasını isteyen ve «sembollerin yasaklandığı dünyada nerede görülmüştür?» diyerek dünyadan tamamen bîhaber olduğunu gösteren Tayyip Bey'in güvenilir bir kişiye tercüme ettirerek okumasını dilerim.
Tayyip Bey de temsil ettiği inanç uğruna üniversitelerimizi, baskıcı, sansürcü ilân etmek için hiçbir fırsatı kaçırmamaktadır. Bilememektedir ki, üniversitenin amacı, Galile'nin başına gelenlerden insanlığı korumaktır. Bilememektedir ki kendisinin savunduğu, ortaçağ karanlığını tekrar aklın kaleleri olan üniversitelere sokarak o kaleleri düşürmektir. Roma'daki asil meslekdaşlarımız ve öğrencilerimiz akıl düşmanı şer'in temsilcisi Papa'yı bu düşüncelerle aklın kalesine sokmamışlardır.
Tayyip Bey bilsin ki bizler de Roma'daki meslekdaşlarımızdan aşağı kalmayız. Vatikan Galile'yi mahkum etmeden elli yıl önce İslâm halifesi III. Murad'ın emriyle Takiyüddin Efendi'nin rasathanesi Osmanlı Donanması tarafından bombalanarak yıkılmıştı! Aynı Halife, Batlamyüs atlasının Bizanslıların yaptırttığı muhteşem cildindeki ziynet taşlarını alabilmek için cildi söktürmüş ve insanlığın kaderini değiştiren o büyük eseri bir daha ciltletmek gereğini bile görmemişti! Perişan kitabın Atatürk'ün emri ve Berlin Üniversitesi kitap koruma profesörü Hugo Ibscher &a mp;apos;in üstün gayretleriyle nasıl büyük ölçüde kurtarılabildiğini Tayyip Bey bilmeyebilir, ama biz üniversite hocaları biliriz. İsterse kendisine de anlatırız.
Roma'daki meslekdaşlarımızın Papa'yı üniversitelerinden def etmek istemeleri gibi Atatürk de aynı nedenlerle Halife'yi ve Hilâfeti ülkemizden def etmişti. Şimdi görüyor musunuz gerçek Avrupa uygarlığı ile nerelerde paralellikler beliriyor? İbn Rüşd'ün ülkesi İspanya'dan bize mesaj gönderen Tayyip Bey şunu iyi bilsin: Üniversite aklın egemen olduğu bir yerdir ve akıl düşmanı sembolleri kapısından içeri sokmaz. Bu onun tarihi görevi ve varlığının sebebidir.
Şimdi Tayyip Bey arkadaşlarıyla birlikte yeni anayasa yazmaya devam edebilir. Bu işi yaparken bir gözünün ve bir kulağının bizde olmasını tavsiye ederiz.
Hiç birimiz bir Türk başbakanının Papa'nın durumuna düşmesini istemeyiz.
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
1989 tarihli anayasa mahkemesi kararını buraya kopyalıyorum. Anayasa mahkemesi türbanın serbest bırakan düzenlemeleri anayasanın değiştirilemeyecek olan 2. maddesindeki laiklik ilkesine aykırı bularak iptal etmiştir.
Anayasa Mahkemesi kararları da herkesi bağladığına ve 2. madde de değiştirilemediğine göre anayasa nasıl hüküm koyulursa koyulsun bu anayasa mahkemesi tarafından laiklik ilkesine aykırı bulunarak iptal edilecektir.Aşağıda kararı kopyaladım isteyen okusun.
Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in başvurusu üzerine, YÖK Yasası'na ek madde getiren 10.12.1988 tarih ve 3511 sayılı yasanın 2. maddesini Anayasa'ya aykırı bularak iptal etti.
E: 1989/1 K: 1989/12
IV- ESASIN İNCELENMESİ :
Davanın esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi ve ekleri, iptali istenilen yasa maddesi ile dayanılan Anayasa kuralları, bunların gerekçeleri ve öteki yasama belgeleri okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
İptali istenilen yasa kuralı iki tümceden oluşmaktadır. Birinci tümcede, yükseköğretim kurumlarının dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunluluğu getirilmiş, böylece yükseköğretim kurumlarının doğrudan eğitim ve Öğretim yapılan alanlarıyla bu alanlara ulaşmak için kullanılan koridorları bilimin ciddiyet ve onuruna uygun düzeyde ve çağdaş görünümde tutulmak istenmiştir. Öğretim üyesi; öğrenci ve görevli ayrımı yapılmadan giysi ve görünüm çağdaşlığı ile amaçlanan durum, yükseköğretim kurumlarının topluma örnek olması gereken düzeninin yansıtılmasıdır. İkinci tümce, birinci tümceyle öngörülen çağdaş giyim ve görünümde bulunmak zorunluluğuna dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbestliğini ekleyerek ayrık bir kural getirmiştir. Yapı ve içerik yönünde birbiriyle bağdaşmayan "zorunluluk"la, "serbestlik" yanyana getirildiği gibi, genelde köy, kasaba ve kentlerde dinsel inanç gereğinden çok, koşullara ve geleneklere göre kadınların kullandığı değişik biçim tür ve addaki başörtülerinin artık yükseköğretim kurumlarında "dinî inanç sebebiyle" boyun ve saçları kapatmak için kullanılması olanağı sağlanmış ve kapatmanın "örtü" ya da "türban"la yapılacağı belirtilmiştir.
Anayasaya uygunluk denetiminin konusu, yükseköğretim kurumlarında, dinsel inanç sebebiyle, boyun ve saçların örtü ya da türbanla kapatılması serbestisini getiren yasa maddesidir. Yalnızca boyun ve saçın birlikte kapatılması biçimiyle değil, açıkça "Dinî inanç sebebiyle" denilerek kapatmanın dinsel amaçla yapılacağı belirgin olarak gösterilmiştir. Uygulama alanı yükseköğretim kurumlarıdır ve kural bu alan içindeki ilgilileri kapsamaktadır. Bu yasayla Türkiye'deki kadınların giyinmeleri ve örtünmeleriyle ilgili genel bir düzenleme yapılmamıştır. Devlet birimlerindeki giysilerle özelliği gereği kimi meslek giysileri dışında kadınlar, evde, sokakta, özel iş yerlerinde, tarlada, bağda-bahçede, yazlıkta inançları gelenek ve görenekleri gereği istediklerini giyinebilmektedirler. Düzenleme, devlet kuruluşları olan yükseköğretim kurumlarında, giysinin bir parçası da sayılabilecek başörtüsü kullanımıyla ilgilidir. Sorun, bir yasal düzenlemenin din kurallarına, dinsel inançlara ve gereklere göre yapılıp yapılamayacağı noktasında yoğunlaşmaktadır. Madde içeriğinin, dinsel inanç gereği yapılan düzenlemenin konusunun başörtüsü ya da başka bir şey olması önemli değildir. Önemli olan bir düzenlemenin dine göre yapılıp yapılamayacağıdır.
Ayrıca, iptali istenen Yasa maddesinin belirtilen özü ve içeriği gözönünde tutularak Anayasa'nın, Türkiye Cumhuriyeti'nin dayandığı temel esaslar arasında kabul ettiği "Atatürk ilke ve inkılâplarıyla medeniyetçiliği" yönünden de incelenmesi de gereklidir.
Hiç kuşku yok ki, yeni düzenleme kamu kuruluşlarının bir bölümünde, dinsel kökenli bir kurula geçerlilik tanımakta, giyimle din arasında doğrudan ilişki kurmaktadır. Bu nedenlerle inceleme iptal isteminin dayanağını oluşturan Anayasa kurallarına göre yapılacaktır.
A. Anayasa'nın Başlangıç Bölümü Yönünden İnceleme:
Anayasa'nın 176. maddesine göre, Anayasa'nın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten Başlangıç kısmı Anayasa metni kapsamındadır. Başlangıç Anayasa'nın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içermekle Anayasa maddelerinin amacını ve yönünü belirleyen bir kaynaktır. Anayasa'nın Başlangıç'ında, Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O'nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda; Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde; hiçbir düşünce ve görüşün Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâplarıyla medeniyetçiliği karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesi gereği kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı; her Türk vatandaşının medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirmek hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu fikir, inanç ve kararıyla anlaşılması, sözüne ve ruhuna bu yönlerde de saygı gösterilmesi, mutlak bir sadakatle yorumlanıp uygulanması gerektiğini bildirmesi bu niteliğinin kanıtıdır.
Kurtuluş Savaşı sonrasında saltanat kaldırılmış, hanedan üyelerinin yurt dışına çıkarılması gerçekleştirilmiş, Cumhuriyetin ilânını izleyen yıllarda da hilâfet kurumu ile "Şer'iye ve Evkaf Vekâleti" kaldırılarak devlet, yapısına ve işlevlerine egemen olan teokratik özelliklerden arındırılıp, böylece uygar ve çağdaş devrimler süreci başlatılarak modern Türkiye'nin temeli atılmıştır. Aynı zamanda Atatürk Devrimi olarak da adlandırılan Türk Devrimi'nin bu en büyük aşamasını öbür devrimler izlemiştir. Aşağıda, Anayasa'nın 174. maddesi kapsamında değinilecek devrim yasaları, Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini oluşturan öğelerdendir. Bunlar, lâik devletin sağlıklı ve güçlü yapısını kurmakla kalmamışlar, böylece Dünya uluslar ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak ulusun uygarlık yönünden geleceğini de güvenceye almış, günümüzdeki uygar toplum yaşamını sağlamışlardır. Atatürk ilke ve devrimlerinin böylesine önemli ve vazgeçilmez yeri, ulusal varlığımızın birer parçası olmaları, tarihsel gelişimle özetlenebilir. Ulusa ve ülkeye her yönden kazandırdıkları değerlerle, geleceğe etkileri, onlara saygı ve bağlılığı gerektirmektedir.
Atatürk ilkelerinin en önemlisi lâikliktir. Gerçekleştirilen devrimlerle eylemli olarak uygulamaya konulan lâiklik ilkesi, 1921 Teşkilâtı Esasiye Kanunu'nda bulunmayan devlet dininin, İslâm olduğuna ilişkin açıklığın 29.10.1923 günlü, 364 sayılı Yasa ile 2. madde olarak getirilmesi ve bu kuralın 1924 Teşkilâtı Esasiye Kanunu'nun 2. maddesi olarak alınmasıyla etkinliğini yitirmiş değildir. Günün koşullan gereği yapılan bu düzenlemeye karşın, lâiklik ilkesinin yaşama geçirilmesi çalışmaları sürdürülerek 3.3.1924 günlü, 431 sayılı "Hilafetin İlgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun" çıkarılmış, Anayasa'nın 174. maddesinde sayılanlar dışında, dinsel sömürüyü önleyen 26.4.1920 günlü, 2 sayılı "Hıyaneti Vataniye Kanunu" 1923 ve 1925 yıllarında 334 ve 556 sayılı Yasalarla değiştirilmiş, 4.3.1925 günlü, 578 sayılı "Takrir-i Sükûn Kanunu"yla dinin siyasete araç kılınması yasaklanmış, 17.2.1926 günlü, 743 sayılı "Türk Kanunu Medenisi"yle kişi varlığının korunması, medenî nikâh kadın-erkek eşitliği, mirasta eşit pay gibi düzenlemelerle de kişi ve aile yaşamında lâikliğin gerekleri yerine getirilmiştir. Anayasa'da devlet dininin İslâm olduğuna ilişkin kural 9.4.1928 günlü, 1228 sayılı Yasa ile kaldırılmış, ayrıca Anayasa'nın 26. maddesindeki "Ahkâm-ı Şeriyenin Tenfizi" hükmü çıkarılmış, 16. ve 38. maddelerindeki andlarda yer alan "vallahi" sözcüğü, "Namusum üzerine söz veririm"e dönüştürülerek, kadınlara seçme ve seçilme hakkı sağlayan yasalardan sonra 5.2.1937 günlü, 3115 sayılı Yasa'yla yapılan Anayasa değişikliğiyle de Anayasa'nın 2. maddesinde, öbür ilkeler yanında lâiklik ilkesine de yer verilmiştir. Anlaşılmaktadır ki bu ilke Anayasa kuralı olmadan önce, Anayasa'daki devlet dini açıklığına karşın, dinsel alanda bir zorlamaya asla gidilmeyip lâiklik uygulamaları sürdürüldüğü gibi, lâiklik ilkesinin açıkça kabulüne karşın da yurttaşların dinsel inançlarına asla karışılmamış, ibadetleri sınırlanmamıştır. Devlet dininin İslâm olduğuna ilişkin kural kaldırılarak, devletin tüm dinler karşısında yansız tutumu ve lâik yapısı vurgulanmıştır. Lâiklikle vicdan özgürlüğü birbirinden ayrı kurumlar olduğu halde, lâiklik vicdan özgürlüğünün elverişli ortamını ve güvencesini oluşturarak ulusal yaşamda özgün yerini almıştır.
Kadın-erkek tüm yurttaşları kapsayan devrim yasalarından ayrı olarak 2 Eylül 1925 günlü, 2414 sayılı "Bilumum Devlet Memurlarının Kıyafetleri Hakkında Kararname" den sonra, 3.2.1935 günlü, 2/1958 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla "Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanunun Tatbiki Suretini Gösterir Nizamname", 7.12.1981 günlü, 17537 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla "Millî Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevliler ile Öğrencilerin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik", 21.1.1982 günlü, 8/4219 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla da "Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik" yürürlüğe konulmuştur.
12.5.1982 günlü, 2670 sayılı Yasa ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na eklenen "Kıyafet Mecburiyeti" başlıklı "Ek Madde 19"la, devlet memurlarının yasa, tüzük ve yönetmeliklerin öngördüğü biçimde giyinmeleri zorunluluğu getirilmiştir.
Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 7. maddesine, 8.1.1987 günlü değişiklikle eklenen (h) fıkrasıyla, çağdaş kıyafet ve görünüm amaçlanarak daha önce 10.5.1984 günlü, 15.527 sayılı Yükseköğretim Kurulu kararıyla kız öğrencilerin türban kullanması yolundaki uygulama kaldırılmışsa da 3.12.1988 günlü, 88.10.29 sayılı kararla şimdi incelenmekte olan kuralın aynısı bu kez bağımsız bir fıkra olarak Disiplin Yönetmeliğine konulmuştur.
Tüm bu düzenlemeler, konunun önemini ve lâiklik ilkesi yönünden özelliğini ortaya koymaktadır. Temelde sosyal, kültürel ve estetik nedenlere dayalı bir toplumsal olgu niteliğini taşıyan giyim, çevre koşulları, kişisel görüşler, kültür ve gelenekle biçimlenir. Değişip gelişmesi de bu nedenlere bağlıdır. Bunların dışında dinsel inanç ya da dinsel kurallarla doğrudan ilişki ve bağlantı kurularak yapılan düzenleme, hem devrim yasalarını, hem de lâiklik ilkesini ilgilendirir. Devrim Yasalarının 174. madde kapsamında ele alınacağı yukarda belirtildiğinden bu bölümde yalnızca lâiklik ilkesi yönünden değerlendirme yapılmakta, özellikle dinsel gereklere göre yasal düzenlemeler yapılıp yapılamayacağı konusunda yargıya varılmaktadır.
Lâiklik, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışını, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli kıları bir uygar yaşam biçimidir. Çağdaş bilim, skolâstik düşünce tarzının yıkılmasıyla doğmuş ve gelişmiştir. Dar anlamda, devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlansa, değişik tanım ve yorumlan yapılsa da, gerçekte, toplumların düşünsel ve örgütsel evrimlerinin son aşaması olduğu görüşü, öğretide de paylaşılmaktadır. Lâiklik; egemenliğe, demokrasiyle özgürlüğe ve bilgi bileşimine dayanan toplumsal bir atılım; siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. Onurunu üstün tutarak bireye kişilik ve özgür düşünce olanaklarım veren, bu yolla siyaset-vicdan ayrımını gerekli kılarak vicdan ve dinsel inanç özgürlüğünü sağlayan ilkedir. Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda siyasal örgütlenme ve düzenlemeler dinsel niteliklidir. Lâik düzende din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim, aracı olmaktan çıkarılır, gerçek, saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Böylece, siyasal yaşamın dayanağı bilim ve hukuk olur. Düşünce ve inanç alanlarının ayrılması dinin kutsallığına en uygun durumdur. Dünya işlerinin hukukla, din işlerinin de kendi kurallarıyla yürütülmesi ilkesi, batı demokrasilerinin dayandığı temellerden birisidir.
Lâik anlayış, devletin, göreviyle ilgili düzenlemelerinin salt günlük yaşamla ilgili olmasını gerektirdiği gibi içeriklerinin de mutlaka dinsel doğrultuda olmasını gerektirmemektedir. Dine uygunluğunun aranması, zorunluluğu yoktur. Düzenlemenin kaynağı din değildir. Din ve dünya işlerinin ayrılmasıyla vicdan, din ve ibadet özgürlükleri daha belirginleşmekte ve özgür biçimde korunmuş olmaktadır.
Türkiye'de lâiklik ilkesinin uygulanması, rejimleri değişik kimi batılı ülkelerdeki lâiklik uygulamalarından farklıdır. Lâiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi, bu koşullarla özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların lâiklik anlayışına da yansıyarak değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır. Klâsik anlamda, dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılması tanımına karşın, İslâm ve Hıristiyan dinlerinin özelliklerindeki ayrılıklar gereği, ülkemizde ve batı ülkelerinde oluşan durumlar ve ortaya çıkan sonuçlar da ayrı olmuştur. Dini ve din anlayışı tümüyle farklı bir ülkede lâiklik uygulamasının, batıyla geniş ilişkiler içinde bulunulsa da batı ülkelerindeki gibi olması, lâikliğin aynı anlam ve düzeyde benimsenmesi beklenemez. Bu durum, koşullar ve kurallar arasındaki ayrılığın olağan karşılanması gereken sonucudur. Kaldı ki, aynı dini benimseyen batı ülkelerinde bile devletlerin lâiklik anlayışı ayrılıklar göstermiştir. Lâiklik kavramı, değişik ülkelerde ayrı ayrı yorumlandığı gibi, kimi dönemlerde, kimi kesimlerce de kendi anlayışları ve siyasal tercihleri gereği değişik biçimde yorumlanabilmiştir. Yalnızca felsefî ve ideolojik bir kavram olmayıp yasalarla yaşama geçirilerek hukuksal bir kurum niteliğini kazanan lâiklik, uygulandığı ülkenin, dinsel, sosyal ve siyasal koşullarından etkilenmekte, kendisi de onları etkilemektedir. Türkiye için lâiklik anlayışı, tarihsel gelişimi nedeniyle özellik taşımakta, Anayasa ile benimsenen yapısıyla, batıdan ayrı biçimde ele alınsa da, özenle korunması zorunlu bir ilke olarak yaşatılmaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin 21.10.1971 günlü, 53/76 sayılı; 3.7.1980 günlü, 19/48 sayılı; 25.10.1983 günlü, 2/2 sayılı ve 4.11.1986 günlü, 11 / 26 sayılı kararlarında lâikliğin hukuksal, sosyal, siyasal tanımları yanında, ulusal ve hukuksal değeri geniş biçimde belirtilmiş, özenle korunması gereken anayasal ilke niteliği vurgulanmış, Türk Ulusu'nun yücelmesi bakımından lâikliğin Anayasa'da öngörülen kimi sınırlamaları zorunlu kılan bir neden, Anayasa'da benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce olduğu yinelenerek ortaya konulmuştur.
1961 Anayasası'nın 153. maddesi, 1982 Anayasası'na 174. madde olarak, olduğu gibi alınmış, ayrıca 1982 Anayasası'nın Başlangıcıyla kimi maddelerinde gereklerine açıkça yer verilerek lâiklik anlayışı benimsenmiştir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi'nin lâiklik konusunda 1961 Anayasası dönemindeki tüm yargıları günümüzde de geçerlidir. Bu kararlara göre:
a) Dinin devlet işlerinde etkili ve egemen olmaması,
b) Dinin, bireyin manevî yaşamına ilişkin olan dini inanç bölümünde, aralarında ayrım gözetilmeksizin, sınırsız bir özgürlük tanınarak dinlerin anayasal güvence altına alınması,
c) Dinin, bireyin manevî yaşamını aşarak toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenliğini ve yararını korumak amacıyla sınırlamalar yapılması ve dinin kötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklanması,
ç) Kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak ve özgürlükler konusunda devlete denetim, yetkisi tanınması, lâiklik ilkesinin gereği olarak anlaşılmaktadır.
Modern devlet, değişik din ve mezheplere inananlara, bunlara ilişkin kuruluşlara yapısı içinde yer vermekte, bireyler arasında inançlarına göre ayrım gözetmemektedir. Herkes dinini seçmekte, inançlarını açıklamakta, tanınmış olan din ve vicdan özgürlüğü sınırları içerisinde serbesttir. Lâik bir toplumda bireyin istediği dine ve inanca sahip olması, yasakoyucunun her türlü etki ve el atmasının dışındadır. Devletin dinlerden birini tercih fikri, ayrı dinlere bağlı yurttaşların yasa önünde eşitliğine de aykırı düşer. Lâik ülkelerde gerçek vicdan özgürlüğünden söz edilebilmesi de, lâikliğin vicdan özgürlüğü yönünden de yararını açıklamaktadır.
Çağdaşlaşmayı hızlandıran ve Türk Devrimi'nin kaynağı olan lâiklik ilkesi toplumun akıl ve bilim dışı düşüncelerle yargılardan uzak kalmasını amaçlar. Böylece Devlet, bilimsel gereklere uygun biçimde, kurumlaşmış, hukukla düzenlenmiş, karşılıklı saygı, hoşgörü ve anlayışa katkıda bulunan lâiklik, ulusal birliği sağlamıştır. Düşünce ve inanç özgürlüğü, kişileri ve toplum kesimlerini birbirine güvenle bağlayan uluslaşmayı sağlayan, ulusal dayanışmayı da güçlendiren özgür düşünce, özgür inanç, çağdaş uygarlığa yöneliş ulusal yaşamda önemli bir aşamadır. Lâikliğin, insana, dine saygısı, dini kendi yerinde tutan anlayışı, akla, bilime, sanata, çağdaş yönetim biçimine ve tüm uygar gereklere kapıyı açmıştır. Atatürk'ün din hakkındaki sözleri anımsanacak olursa, lâiklik uygulamasının dine karşı olmadığı, dini kötülemediği, din düşmanlığı anlamına gelmediği ve dini asla yadsımadığı açıktır. Cumhuriyet ve demokrasi, şeriat düzeninin karşıtıdır. Genelde bir tür düşün ve anlayış biçimi, dünya görüşü sayılan bu ilke, "ümmet"ten, "ulus"a geçmenin itici gücü olmuştur.
Bu yolla dogmatik değerlerin yerine akılcı ve insancıl değerler geçmiş, dinsel duygular sahibinin vicdanında dokunulmaz yerini almıştır. Değişik din ve mezheplere inananlar, bu ayrımlara karşın birlikte yaşama gereğini benimseyerek devletin kendilerine karşı eşit yaklaşımından güven duymuşlardır. Böylece bölünmeler durmuş, iç barış sağlanmış, yurttaşlar, ulus bilinciyle, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Ulusu'nun bireyleri olmuşlardır. Hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ilkesi gücünü lâiklikten almış, milliyetçilik ilkesi lâiklikle tamamlanmış, Türk Devrimi lâiklikle anlam kazanmıştır. Bu ilkenin Anayasa'dan çıkarılması da olanaksızdır. Lâiklik, dinsellikle bilimselliği birbirinden ayırmış, özellikle dinin, bilimin yerine geçmesini önleyerek uygarlık yürüyüşünü hızlandırmıştır. Gerçekte lâiklik din-devlet işleri ayrılığı biçiminde daraltılamaz. Boyutları daha büyük, alanı daha geniş bir uygarlık, özgürlük ve çağdaşlık ortamıdır. Türkiye'nin modernleşme felsefesi, insanca yaşama yöntemidir, insanlık idealidir. Lâik düzende özgün bir sosyal kurum olan din, devlet kuruluşuna ve yönetimine egemen olamaz. Devlete egemen ve etkin güç, dinsel kurallar ve gerekler değil, akıl ve bilimdir. Din, kendi alanında, vicdanlardaki yerinde, Tanrı-insan arasındaki inanış olgusudur. Kişinin iç-inanç dünyasının düzenleyicisi olan dinin, devlet işlerinde söz sahibi ve çağdaş değerlerle, hukukun yerine geçerek yasal düzenlemelerin kaynağı ve dayanağı olması düşünülemez.
Hukukun ikiliğini, ayrıcalık ve eşitsizlikleri kaldıran, dinsel sömürüyü önleyen, siyasal ve sosyal kurumları güçlendiren lâiklik, öğretim ve eğitime de ışık tutmuştur. Lâik öğretim ve eğitim bilimsel çalışmaların en olumlu ortamıdır. Dine karşı yansızlık nasıl dine karşıtlık olarak alınamazsa, lâik öğretim-eğitim de inanç özgürlüğü engeli sayılamaz. Öğretim ve eğitimin zorunluluk koşulları, inanç özgürlüğünü ortadan kaldırmaz. Bu özgürlük de anayasal güvenceye bağlanmıştır. Ancak, din ve ahlâk eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.
Devlete, dinsel konularda denetim ve gözetim hakkı tanınması, din ve vicdan özgürlüğünün demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir sınırlama sayılamaz. Devlet-din özdeşliğinin yol açtığı zararlar lâiklikle önlenmiş çağdaş uygarlık yolu lâiklik ilkesiyle açılmış bağımsız bir hukuk kurumu olarak yeni yapısına kavuşmuştur. Demokrasiye geçişin de aracı olan lâiklik, Türkiye'nin yaşam felsefesidir. Lâik devlette, kutsal din duyguları politikaya, dünya işlerine, hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz. Bu tür düzenlemeler, dinsel gerekler ve düşüncelerle değil, bilimsel verilerden yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre yapılır. Bireyin özgür iradesine bağlı din duygularının zorlamadan korunması da bu biçiminde sağlanmış olmaktadır. Eğitsel ve kültürel yaşantıyı yönlendirmek amacıyla lâikliğe aykırı eğitim ve öğretim de gerçekleştirilemez.
Anayasa'nın 130. maddesinde öngörülen "çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan" düzen, laiklik ilkesinin gözardı edildiği bir ortam olamaz. Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ulusun ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhine davranılamayacağını da içeren bu maddenin, ulusallık, bağımsızlık ve ulusal birlik için katkılarının lâikliği dışarda bırakması düşünülemez. Aklın ve gözlemin yönlendirdiği bilimsel çalışmaya katılacak kimselerin bilimsel gerekler dışında bir etkiyle karşılaşmaksızın yetiştirilmeleri gerekir. Eğitim, yalnız bilimsel istemler doğrultusunda yapılması, doğmalardan ye bilime ters düsen etkilerden uzak tutulmasıyla sağlanır.
İncelenen kural, kamu kuruluşlarından sayılan yükseköğretim kurumlarındaki bayanların giyimlerini düzenlerken, dinsel gereklere uygunluğu nasıl olursa olsun, başörtüsü kullanımına dinsel inanç nedeniyle geçerlik tanımakla, kamu hukuku alanındaki bir düzenlemeyi dinsel esaslara dayandırmak suretiyle lâiklik ilkesine aykırılık oluşturmuştur. Dinsel kurallardan arındırılmış, akla ve bilime dayanan, dinsel inancı kişilerin vicdanlarına bırakan lâik devlette, hukuk düzeninin dinsel gereklerle sağlanıp sürdürülmesi benimsenemez. Lâik devlet ancak, yurttaşların din ve vicdan özgürlüğünü sağlayıcı ve koruyucu önlemleri alır, bu konulardaki hak ve özgürlükleri güvenceye bağlar. Dinsel eğitim bile lâik devlet anlayışına uygun biçimde yapılır. Tüm devlet kuruluşlarında ve işlemlerinde olduğu gibi öğretim ve eğitimin her düzeyinde lâiklik ilkesine özenle uyulur. Tevhid-i Tedrisat Kanunu bu gereğin belgesidir. Lâiklik ilkesine uygun çalışmalar yapmakla yükümlü üniversitelerde bu çalışmalara katılacakların, hangi statüde olurlarsa olsunlar, dinsel gereklere göre biçimlendirilmemelidir.
İki tümcesi birbiriyle çelişen dava konusu maddenin lâik hukuk düzenine aykırılığı belirgindir. Lâik hukuk düzeni, lâik eğitim-öğretim ve lâik yönetim birbirinden ayrı düşünülemez. Lâik eğitimde dinsel inançlara göre hiçbir ayrım gözetilemez. Anayasa'nın "Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi" başlıklı 42. maddesinin üçüncü fıkrasında "Eğitim ve öğretim Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz." denildikten sonra, dördüncü fıkrasında "Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldıramaz." denilerek Başlangıçtaki ilkelere bağlılık pekiştirilmiştir. Yükseköğretim kurumlan, bu yükümlülükler dışında tutulmamışlardır. Dersliklerde, laboratuarlarda, klinik, poliklinik ve koridorlarda bilimsel yöntemlerle yetiştirilerek gerçeği bulmak için birlikte çalışmalar yapanların kardeşlikleri, arkadaşlıkları, dayanışmaları, yarınları için bile gerekli iken, onları dinsel gereklerle ayırmak, kimin hangi inançtan olduğunu gösteren bir işaretle belli etmek, onların yakınlaşmalarını, birlikte çalışıp karşılıklı yardımlaşmalarını ve işbirliğini önler; ayrılıklara, dinsel inanç ve görüşler nedeniyle çatışmalara yol açar.
Türkiye için yalnız sözlük anlamıyla değil, tarihsel evrimi bakımından da değeri olan lâiklik, Anayasa'nın "Diyanet İşleri Başkanlığı" başlıklı 136. maddesinde de vurgulanmıştır. Anılan başkanlığın, lâiklik ilkesi doğrultusunda, tüm siyasal görüş ve düşünüşlerin, dışında kalarak, ulusça dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek görevlerini yerine getireceğini öngören maddenin bu içeriği bir anlamda yükseköğretim kurumlarındaki ortamın özelliklerini de belirlemektedir. Eğitim ve öğretimde, dinsel inanca devlet gücünün özel bir katkı vermesi düşünülemez. Lâiklik bir bütündür. Özellikle eğitim-öğretim alanında lâikliğe bağlılık ve saygı, ulusun geleceği açısından da üzerinde önemle durulacak bir konudur. Siyasal alanda dinsel çabalar, dinsel geleneklere uygunluğu aranan düzenlemeler, eylem ve işlemler ne kadar geçersizse, öğretim ve eğitim alanında da din buyruklarıyla ilişki kurulamaz. Demokrasinin güvencesini ve Cumhuriyetin özgün niteliğini oluşturan bu ilkenin büyük bir duyarlık ve özenle korunması Anayasa gereğidir. Dersliklerde ve ilgili yerlerde dinsel inançları simgeleyen belirtilerden uzak kalınması zorunluluğu nedeniyle yükseköğrenim kurumlarında dinsel gereğe bağlanan başörtüleri lâik bilim ortamıyla bağdaştınlamaz.
Lâikliğin, Türk Devrimi'nin, Cumhuriyetin özü ve ulusal yaşamın temeli olduğu bir gerçektir. "Dinsel inanç gereği" sözcükleri kullanılmasa da Cumhuriyetin niteliklerine yönelik, bu amaç ve anlamdaki dinsel kaynaklı düzenlemelerle girişimler Anayasa karşısında geçerli olamaz. Özgürlükler Anayasa ile sınırlıdır. Anayasa'daki lâiklik ilkesine ve lâik eğitim kuralına karşı eylemlerin demokratik bir hak olduğu savunulamaz. Anayasal ayrıcalığa sahip lâiklik ilkesi; demokrasiye aykırı olmadığı gibi tüm hak ve özgürlüklerin de bu ilke temel alınarak değerlendirilmesi zorunludur.
Bu nedenlerle, incelenen Yasa kuralı, Anayasa'nın Başlangıç Bölümü'ne aykırıdır.
B. Anayasa'nın 2. Maddesi Yönünden İnceleme:
Cumhuriyetin niteliklerini açıklayan Anayasa'nın 2. maddesinde, Başlangıç'taki temel ilkelere yollama yapılmakla kalınmamış, Türkiye Cumhuriyeti'nin Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu da belirtilmiştir.
Bu Bağlamda:
l- Atatürk milliyetçiliği, gelişme ve ilerleme yolunda, uluslararası işlem ve ilişkilerde çağdaş uluslara uygun ve onlarla uyum içinde yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel yeteneklerini ve bağımsız kimliğini koruması olarak tanımlanan Türk milliyetçiliğinin Türk olmak mutluluğunu duyan herkesi kapsayan biçiminin adıdır. Atatürk'ün 5.11.1925 günlü söylevinde belirttiği gibi din ve mezhep bağının yerini Türk ulusçuluğu bağı almıştır. Bu tanıma göre, ulusu oluşturan öğeler arasında dil birliği, ulusal duyguyla yan yana insanlık duygusu, siyasal varlıkta birlik, yurt birliği, köken birliği, tarihsel ve ahlaksal yakınlıklar sayılır. Geçmiş ortaklığı, gelecek ve amaç birliği de öğeler arasına alınmaktadır. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk ulusu diyerek başka ayrımlara yer vermeyen Atatürk milliyetçiliğinde dinsel öğe esas alınmamıştır. Lâiklik, devlet ve toplumun karşılıklı lâik tutumunu da içerir. Bu da birleştiricilikle sonuçlanır. Birleştiricilik dinsel bağda değil, Atatürk milliyetçiliğinde, ulus bağında, ulusal değerlerdedir, incelenen Yasa maddesi ise dinsel inanç gereğine yer vererek Atatürk milliyetçiliği ilkesiyle çelişmektedir.
2- Dava konusu madde "Dini inanç sebebiyle. .." ibaresini taşıdığından demokratiklik ilkesine ters düşmektedir. Ulusal egemenlik kavramı, demokratik yapının temelidir. Demokratik düzen ise, dinsel gerekleri egemen kılmayı amaçlayan şeriat düzeninin karşıtıdır. Dinsel gereklere yönetimle ağırlık veren bir düzenleme demokratik olamaz. Demokratik devlet, ancak lâik devlettir. Dinsel gerekli düzenlemeler dinsel çabaları, zorlamaları, bunlar da dinsel ayrılıkları getirir. Sonuçta demokrasinin özgürlükçü, çoğulcu, hoşgörücü niteliği kalmaz.
3- Lâiklik ilkesi yönünden Başlangıç bölümünde yapılan inceleme, Anayasa'nın 2. maddesi için de geçerlidir. Gerçekten lâiklik, kurtuluş, kuruluş ve yeniden doğuş evrelerini kapsayan, insan haklarına dayalı olarak geleceğe uzanan bağımsızlık, özgürlük, uygarlık ve barış yürüyüşünü, ulusal gücü özetleyen Türk Devrimi'nin kaynağı ve temelidir. Lâiklik, bireysel, toplumsal düzeyde ve devlet işlerinde metafizik dışında özgür düşünce gereklerine bağlanır. Kişisel ve toplumsal yaşamın siyasal yönden düzenlenmesinde aklın ve bilimin gereklerini zorunlu kılar. Herhangi bir dinin teolojik baskısına uyulmasını önler. Bu nedenlerle, incelenen kural, lâiklik ilkesiyle uyuşmamaktadır.
4- Sosyal hukuk devletinin Anayasa Mahkemesi'nin önceki kararlarında da belirtilen özellikleri, toplum yararının gözetilmesi, güçsüzlerin korunması ve hukuka uygun yasalarla, yargı denetimine açık işlem ve eylemler olarak özetlenebilir.
Devletin temsil ettiği ve egemenlik gereği olarak kullandığı siyasal gücün düzenleyicisi hukuktur. Gerçekte hukuksal bir kurum olan devletin tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğu başlıca geçerlik koşuludur. Devlet yönetiminde tüm düzenlemeler ancak hukuk kurallarına göre yapılır. Din kurallarına göre yapılan düzenlemeler hukuksal nitelik taşımaz. Din kurallarının kaynağı Tanrı'dır. "İlâhi istenç, (irade)" tanrı buyrukları, din kurallarının başlıca dayanağıdır. Hukukun kaynağı ise, hukuku yaratan istenç olarak kendi ulusunun istencidir. Din, ulustan kaynaklanan bir değer olmadığından temelini ulusal istencin oluşturduğu bir düzende hukuk kaynağı sayılması olanaksızdır. Egemenliğin ulusta oluşuna dayanan hukuk düzeniyle tanrısal buyruklara dayalı ilâhi istenç arasında ilişki kurulamaz. Hukuk düzeni, dinsel düzeni dışarda bırakan, varlığını hukuktan alıp hukukla sürdüren devlettir. Egemenlik insana dayalıdır. Özünde insan değeri bulunan egemenliğin hukuksal biçimlenmeyle devlet gücüne dönüşmesi, hukuk devletinin uygar yapısını açıklamaktadır. Bu yapıyı etkileyecek olumsuzluklar, hukuk devleti ilkesini tartışma konusu yapar. Yasalar dine dayanamaz ve bağlanamaz. Yasalar ilkelerini dinden değil, yaşamdan ve hukuktan almazlarsa hukuk devleti niteliği zedelenir. Dine dayanan yasalar, vicdan özgürlüğünü benimsemediğinden, her din için ayrı yasa gereğini ortaya çıkarır; ulusal bir devlette bu tür bir düzenleme olamaz. Böyle düzenlemeler din kurallarını benimsemeyenler için baskı aracı sayılabileceği gibi ayrı dinler için de ayrılık aracı olur. Gelişmek ve ilerlemek için durağan din kurallarına değil insanlığa ayak uydurmak, akla ve bilime öncülük tanımak gerekir. Siyasal düzenlemelerin kaynağı hukuk, dayanağı Anayasa'dır. Başka kaynak ve dayanak aranamaz. Hukuksal düzenlemeler dünya işidir, din işi değildir. Bu nedenle incelenen madde, içeriği bakımından hukuk devleti ilkesine bağdaşmamaktadır. Yasalar dinsel temele oturtulamaz.
Egemenliğin bağsız koşulsuz ulusta olması ilkesi, dinde olmadığının kanıtıdır. Cumhuriyet, ulusal egemenliğin hukuksal biçimi olduğundan dinsel olguların etkisi dışındadır. Teokratik devlet düzeni lâik olamaz ama dinlere hoşgörülü bakabilir.
Demokrasi, insan haklan, hukuk konularında da Anayasa düzeyi ve sınırları geçerlidir. Dilek ve öneri türünde ya da özlem niteliğinde görüşlerle, Anayasa'nın öngördüğü sınırlamaları, lâikliğin korunması için getirilen kuralları hiçe saymak olanaksızdır. Dava konusu somut olayı soyutlaştırarak sınırsız bir demokrasi anlayışıyla açıklanan görüşler Anayasa ile çatışır. Herkesin her istediğini yapması en eski ve en yeni demokrasilerde bile söz konusu değildir. Özgürlükleri yıkmak için özgürlüklerden yararlanılması da düşünülemez. Özelde korunması gerekli görülen lâiklikle bağdaşmayan özgürlük savunulamaz ve korunulamaz.
Bu nedenlerle, dava konusu madde, Anayasa'nın 2. maddesine aykırı bulunmuştur.
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Alıntı:
ANLAYANA SİVRİSİNEK SAZ,ANLAMAYANA DAVUL ZURNA AZ...
Prof. Celal Şengör.....
Hiç birimiz bir Türk başbakanının Papa'nın durumuna düşmesini istemeyiz... La Sapienza'nın bilgili ve onurlu öğretim üyeleri de üniversitelerini ziyarete gelmek isteyen Papa'nın gelmesine rektörlerinin bir mektubuyla engel oldu. "Bilginin ne papazlara ne ruhbanlara ihtiyacı var!"
Papa Roma Üniversitesine Alınmadı!
.....
Türk başbakanını Papa ve İtalya olayı ile kıyaslaması, Prof. ünvanı taşıyan bir kişiye yakışır bir açıklama doğrusu.Tam bizim ülkeye yakışır bir durum.
Her ne kadar din konusu eleştirilsede,Devlet Temsilcisi ile Din Temsilcisi apayrıdır.Tayyip bey dilediği kadar üniversite ziyaret edebilir,kimse mani olamaz.Türbanı savunmak,hatta yasaları değiştirmek ayrı bir konu (yanlış veya doğru ),Başbakanlık sıfatı ile bir yerleri ziyaret etmek ayrı bir konu.
Papa resmi Din Temsilcisi ,İtalya başbakanı değil.Kıyaslamak isteniyorsa Diyanet İşleri Başkanlığı adında bir bakanlık var.
Ne zamandan beri bir devlet başkanı dini temsil ediyor oluyor,yada bir Papa devleti?
Bir şeyi savunmak başka,onu resmi olarak temsil etmek başka.
Ne gibi cevapların geleceğini tahmin etmiyor değilim.
Prof.Şengör'ün eğitim düzeyindeki görüşler,karşı çıkacaktır,çünkü burda anlatmak istediğim yine elma- armut meselesi.
Madem bir kişiyi,bir şeyi eleştirmek,kıyaslamak istiyor,bunu yüksek tahsil yapmış bir insana yakışır ve doğru bir şekilde yapmalıki,anlam taşısın.
Türban ile ilgili bir yorum değil,mantıksız buldum o kadar.:kötü:
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Tehlikeli Cehalet...
Okyanusun en derin yerini bilmemenin tehlikesi yoktur.
Çok merak ettiğiniz zaman arar, öğrenirsiniz.
Ama önünüzdeki çukuru görmemenin tehlikesi vardır.
Çukura düşüp kafanızı kırarsınız.
'Tehlikeli cehalet' budur, önündeki çukuru görememektir.
Toplum kutuplaşıyor mu? Şimdi mi görüyorsunuz?
Gözler önünde olup bitenlere ne deniyordu?
'Şeriat paranoyası' diyenler vardı.
"Laikçiler toplumu korkutmaya çalışıyor" diyenler vardı.
'Laikçiler' diye bir terim uyduruluyordu.
Ya da 'laikperestler' ?
Tatlısu modernistleri.
Yağma tepsilerinin börekçileri.
İktidar eteğinin şakşakçıları.
Bir de gördüklerini görmezden gelenler vardı. Gene de var.
Duygusal küskünler.
"Beni kenara ittiler" diye kinlenmiş olanlar.
Duygusal öfkenin körleştirdikleri.
Sorumluluk almaktan kaçanlar var.
"Bana ne? Bana mı kaldı" diyenler.
"Yok canım, ortada pek bir şey yok" diye kaytaranlar.
"Nasıl olsa birileri bir şey yapar" diye oyalananlar.
Tehlikeli cehalet.
Neymiş? Türban üniversitelerde kalmazmış. Öyle miymiş?
Sonra, başı açık kadınlar rahatsız edilirmiş. Günaydın mı?
8 yaşında kız çocukları bile örtülürmüş. Siz hangi ülkede yaşıyorsunuz?
Anaokulu öğrencilerinin başları örtülüyor, cennet cehennem anlatılıyor.
Sizin bütün bunlardan haberiniz yok mu?
Haberiniz yoksa da suçlusunuz, ses çıkarmıyorsanız da suçlusunuz.
'Millet dinini öğrensin' öyle mi?
Hiç de öyle değil.
Yapılmak istenen 'milleti ümmet yapmaktır' .
Yapılmaya çalışılan, 'Atatürk Cumhuriyetini din devletine çevirmektir'.
Bunlar demokrat değildir, din misyonerleridir.
Yaptıkları görev değildir, bir misyonu gerçekleştirmektir.
Bunları görmüyor musunuz?
Görenleriniz var, başını çeviriyor.
Görenleriniz var, 'oh olsun' diye el ovuşturuyor.
Görenleriniz var, bile bile inkâr ediyor.
Tehlikeli cehalet işte budur.
Kurumlar tehdit altındadır.
Üniversiteler.
Yargı organları.
Eğitim kurumları.
Bütün medya kuruluşları.
Dernekler, meslek kuruluşları, vakıflar.
Yerli sermaye kuruluşları.
Bunları görmüyor musunuz?
Bu gazete "Tehlikenin farkında mısınız?" diye sormuştu.
Acaba şimdi farkına varıyor musunuz?
Siz, 'tehlikeli cahiller'?...
Cumhuriyet ERDAL ATABEK
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
[QUOTE=marita;162437]Türk başbakanını Papa ve İtalya olayı ile kıyaslaması, Prof. ünvanı taşıyan bir kişiye yakışır bir açıklama doğrusu.Tam bizim ülkeye yakışır bir durum.
Her ne kadar din konusu eleştirilsede,Devlet Temsilcisi ile Din Temsilcisi apayrıdır.Tayyip bey dilediği kadar üniversite ziyaret edebilir,kimse mani olamaz.Türbanı savunmak,hatta yasaları değiştirmek ayrı bir konu (yanlış veya doğru ),Başbakanlık sıfatı ile bir yerleri ziyaret etmek ayrı bir konu.
Papa resmi Din Temsilcisi ,İtalya başbakanı değil.Kıyaslamak isteniyorsa Diyanet İşleri Başkanlığı adında bir bakanlık var.
Ne zamandan beri bir devlet başkanı dini temsil ediyor oluyor,yada bir Papa devleti?
Bu durumda Başbakan da bir devlet adamı gibi davranmalı din adamı gibi değil.
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Alıntı:
Bu durumda Başbakan da bir devlet adamı gibi davranmalı din adamı gibi değil.
1.Başbakanın "Türban" meselesi,
-seçmenlerin bir kısmının haklarına çözüm getirmek,
-dini görüş/ ideoloji taşıyan bir parti sıfatı taşımasının,beraberinde getirdiği bir unsur (örn. başka ülkelerde diğer dini ideoloji ağırlıklı partilerde olduğu gibi;İsrail de var olduğu gibi,Güney Amerika ve Afrika ülkelerinde hristiyanlığın ağırlıklı kullanıldığı partilerde olduğu gibi).
2.Dikkat edildi ise,ne ibadet,ne dini ilgilendiren vaazlar,nede Diyanet'in görevi olan,nede Din Adamı görevlerini ilgilendiren açıklamalar,beyanatlar,......vs.yapılmıştır.Bir tek unsur kimseyi devletin başından alıp,dinin başına oturtamaz.Elmayı Armut yapmaz.Elmayı Armut ile karıştırmak Sosyoloji,Politoloji ve İlahiyat bilgisini püre yapmış olur.
3.Üniversite Profesörleride bu durumda devlet adamı olmuş olmuyorlarmı?Yoksa din adamımı ?:D
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Gülenin cemaatinden birisi için, şeriat şiirleri okuyan birisi için başka bir yorum yapılmaz diye düşünüyorum.
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Aslında din adamı sıfatınıda hakeden birisi değil tıpkı devlet adamı sıfatını haketmediği gibi.Elma ile armudu karıştıranlar bizzat kendileri zaten.Sonuçta RTE ne din adamıdır ne de devlet adamı.
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
RTE'yi savunmak gibi bir niyetim yok.Bizim ülkemizde ne yazıkki,herkes kendi asıl görevini bırakıp,diğerinin görevine karışmaktan vazgeçmediği sürece;kendi sınırının nerede başlayıp nerde bittiğini öğrenemediği sürece,ne birlik,ne beraberlik,ne huzur,nede düzen kalır.Bir adım dahi ileri gidilmez.Herşey aynı yörüngede döner durur.İleri derken ,ultra modernize bir yaşam standardını hedeflemek,gereksiz alanlarda Avrupa'dan bile koşar adımlarla önde gitmek gibi bir durum kastedilmemiştir.Ekonomik,sosyal,bilimsel,teknik,e ğitimsel alanlardır,ileri götürülmesi gereken.
Çocukların bir Çizgi Film dizisi vardır,bilirsiniz"Şirinler" ve oradaki herşeye karşı çıkan itirazı olan bir şirin var;işte Türkiyede yapılan siyaseti anımsatıyor.Birileri bir adım atmaya çalışıyor;diğeri hep itiraz ediyor......Belkide Hacıvat Karagöz demeliydim.Biri bir şeyler anlatıyor,diğeri duyduğunu zannediyor.....
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Her dönemde itirazlar mutlaka olmuştur olacaktır.Bizlerin(Kemalistlerin)isyan etme sebebi sırf aynı fikirlerde olmadığımız için basit bir kapris değil. Sırf muhalefet olmak için muhalefet yapmak değil. Gerçekten canımız yanıyor. Hangi hükümet bu denli halka saygısız davranmıştır? Hangi hükümet bu kadar çok halkın olanı yabancıya satmıştır, onur kırmıştır?
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Türban ın kuran_ı Kerim de olmadığını kabul edersek. Türbanın erkekler tarafından kadınlara zorla taktırılan bir örtü olduğunu buluruz ki bu anayasaya aykırı mıdır bilemem ama insanlık suçu olduğu kesindir.
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Neşe Düzel PAZARTESİ KONUŞMALARI
E-Mail Gönder
Prof. Faruk Birtek: "YÖK, türbanı darbe için siyasileştirdi"
NEDEN? FARUK BİRTEK
Sorunları yaratıyoruz ama sonra çözemiyoruz. İşin tuhafı çözme girişimlerimiz de daima yeni bir soruna dönüşüyor bizim. Türbanda da, Kürt meselesinde de hep öyle oldu. ‘Kürt sorununu’ çözmek için yapılan son operasyon devletin işleyişiyle ilgili yeni sorunlar ortaya çıkardı. Türban sorununu çözmeye çalışmamız ise geçici bir süre için de olsa bir belirsizliğe ve kargaşaya yol açtı. Anayasa değişti ama hâlâ türbanlı kızlar üniversiteye özgürce giremiyor. Niye bu çağda bizim hâlâ insanların kılık kıyafetleriyle ilgili sorunlarımız var? Bu ülkede türban sorununu kim yarattı? Niye taraflar türban sorununu bu kadar büyütüyor? YÖK ne yapmak istiyor? Türban, türban takanlar açısından neyin simgesi? Takılmasına karşı çıkanlar açısından neyin sembolü? Dinin mi, siyasetin mi, muhafazakârlaşmanın mı yoksa modernleşmenin mi? Bütün bunları Türkiye’nin önde gelen sosyologlarından olan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Faruk Birtek’e sorduk.
Anayasada yapılan son değişiklik üniversiteye türbanla girilmesi önündeki yasağı kaldırdı.
Yasağı kaldırmadı. YÖK Kanunu’nun ek 17. maddesinin değişmesi lazım. Anayasa değişikliği türbanın üniversitede serbest olması için yeterli değil.
Pek çok hukuk adamı böyle düşünmüyor. Bildiğim kadarıyla ek 17’deki değişiklik türbanı serbest bırakmak için değil, üniversitede çarşaf, peçe gibi kıyafetleri yasaklamak için değiştirilmesi düşünülen bir maddeydi. Başın nasıl örtüleceği de çarşafı, peçeyi önlemek için tarif edilmek istenmişti. Şimdi anayasa değiştiği halde birçok rektör türbanlı kızları üniversiteye sokmuyor. Niye rektörler böyle davranıyor sizce?
Türban yasağına taraftar değilim ama bu rektörler bence hukuken hâlâ haklı durumdalar. Üniversiteye türbanın girmesi hâlâ yasak. ‘17 e’ değişmeli
Ek 17 değişmediği halde, kız öğrenciler Boğaziçi Üniversitesi’nde türbanlı olarak derslere girebiliyorlar mı peki?
Kapıdan girişte türbana izin verilmiyor ama derslerde, hocadan hocaya değişiyor türban serbestîsi. Ben muhakkak izin veriyorum. Çünkü bu öğrencilere saygım var. Gerekçesi ister İslami ister başka bir şey olsun, insanların kılık kıyafetine karışamam. Ben kanun uygulayıcısı değilim. Polislik yapmıyorum. Üniversitede birçok arkadaşın türbana karşı olmalarının nedeni, türbanın arkasında başka bir niyet görmeleridir. Ama ben insanların niyetine göre hareket etmeyi medeni hukukun dışında bir davranış olarak görürüm.
Pek çok üniversite yönetimi bugün yasakçılığı savunuyor. Rektörlerin çoğu türban yasağının sürdürülmesine taraftar. Bu kadar çok yasakçı hocayla kaliteli öğrenciler yetiştirmek mümkün olabilir mi?
Daha zor ama imkânsız değil. Üniversiteler özgürlüğün önünü açan kurumlardır ama akademisyenliğinden hiç şüphe duymadığım bazı arkadaşlar türban yasağının kaldırılmasına karşılar. Çünkü mesele şu. Hükümet insanlara güven vermiyor. Bütün özgürlüklerin yanında tavır alması gerekirken, hükümet sadece türban özgürlüğüyle iştigal etti. Hocaların çoğunun türban serbestîsiyle ilgili tepkisi, Hükümet’in diğer hak ve özgürlükler konusunda insanlara vermediği güvenle ilgili. Eğer Hükümet, 301’i değiştirmeyi ve diğer özgürlükleri genişletmeyi türbanla birlikte ele alsaydı, bugün üniversitelerde türban serbestliğine çok daha az muhalefet olacaktı. Hükümet türbanı, diğer demokratik hak ve özgürlükleri genişletirken serbest bırakmalıydı. Şu anda insanlar Hükümet’i sadece kendine demokrat olarak görüyorlar ve Hükümet’in samimiyeti konusunda şüphe ediyorlar. Hükümet’in özgürlükçü tavrının genel değil fevkalade mevzii olduğunu düşünüyorlar. Ben de bu samimiyetsizliği görüyorum. Benim de şüphelerim var.
AKP Hükümeti’yle ilgili şüpheleriniz neler?
AKP Hükümeti’nin özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamaları oldu. Seçimlerden hemen önce AKP, Meclis’ten son derece faşizan kanunlar geçirdi. Mesela polisin yetkilerini artıran çok korkutucu bir kanun çıkarıldı. 301. maddeyi hâlâ düzeltmedi. Üstelik Türk ulusu yerine Türk milleti demekle de bu madde düzeltilmez. Ayrıca akademisyen arkadaşların, türban serbest bırakılınca bu kez türbansız öğrencilerin hürriyeti mi daralacak diye bir korkuları var ki, başı açık kızlara baskı yapılacağı konusunda ben de çok endişeliyim.
Niye?
Hükümet’in bu konuda samimiyetini, türbansızlara sahip çıkacağını görmek istiyorum. Türbansızların eğitim hakkı ve özgürlüğü konusunda Başbakan’ın çıkıp bir şeyler söylemesini bekliyorum. Oruç tutmayanların Ramazan’da üniversite kantininde yemek yiyebilmelerinin garantiye alınmasını istiyorum. Türbansızların, İslam’ı farklı yaşayanların ya da inançsızların hakları ne olacak? Zaten birçok üniversitede Ramazan’da kantin tamir ediliyor bahanesiyle öğle yemeği çıkmıyor. Oruç tutmayanların hakları ellerinden alınıyor. Arkadaşlar, üniversitelerde türbanlı sayısının artmasıyla, şimdi bu baskıların daha da artacağından korkuyorlar. Hocam Şerif Mardin’in ‘mahalle baskısı’ tespiti çok önemlidir. Türkiye’de çok yoğun, acı ve zalim olan bu mahalle baskısını her yerde gördüm ben.
Siz korkuyor musunuz?
Muhafazakâr kentlerdeki üniversitelerle ilgili endişeliyim ben de. Burada önemli olan Hükümet’in görevini yapması. Ama yapmıyor. Hükümet vatandaşları rahatlatmalı. Başbakan türbansızlara da ciddi beyanlarla sahip çıkmalı. Çünkü ortada sosyolojik bir korku var.
Türkiye’de niye bir türban sorunu var?
Türban sorunu mahalli seçimler yaklaşıyor diye alevlendi. Aslında bu ülkede türban sorunu yenidir. Hatta türbanın mucidi YÖK’ün kurucusu İhsan Doğramacı’dır. Doğramacı’yla türban sorunu doğdu ve Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanlığı’nda da sorun çok şiddetlendi. Türban sorununu belirli siyasi amaçlarla doğurdular.
Kimler, niye yarattı türban sorununu?
Türban sorunu türban takanların yarattığı bir sorun değildir. Türban sorunu, Kemalist bir taassupla siyaset yapmak isteyenlerin yarattığı bir sorundur. Bunlar hakiki Atatürkçü değiller. Bunlar ‘yeni Kemalistler’dir. İttihat Terakki dürtüsü var bunlarda. Yani otoriter dürtüler var. Toplumu zapturapt altına alma meşgalesi içinde olan dar kafalı mutaassıp insanların görüşüdür bu. Kemalist yobazlıktır bu.
Kemalizm nedir peki?
Ben Atatürkçüyüm ama Kemalist değilim. Atatürk çok önemli bir devrim yapmış, ülkeyi Batılılaştırmış, özgürlüklere ve demokrasiye yönelmek istemiş biridir. Ben Atatürk’ün yaptığı, kurduğu ve özlemini duyduğu düzeni seviyorum. Kendilerine Kemalist diyenler ise halkı zor kullanarak zapturapt altına almak ve dar bir kalıba sokmak istiyorlar. Bunlar, otoriter sistemi savunuyorlar ve halka karşı mücadele ediyorlar.
Atatürk otoriter sistemi savunmuyor muydu? Atatürk demokrasi mi istiyordu?
Atatürk zamanında iki şey var. Bir, Atatürk’ün uygulamaları var. İki, Atatürk’ün çizdiği bir yol var. Atatürk zamanında devrim yapıldı ve Cumhuriyet kuruldu. O rejimin otoriter boyutları muhakkak ki vardı. Bana göre o otoriter boyutlar Atatürk düzeninin geçici unsurlarıdır, özü değildir. Ama bazı arkadaşlar bu geçici otoriter unsurları sürekli hale getirmek istiyorlar. İşte Kemalizm budur. Atatürkçülük ise bu değildir. Atatürkçülük, Türkiye’yi Batı camiasının, medeniyetinin parçası yapmayı istemektir. Özgürlüklere öykünen bir sistemin çizgisidir. Atatürkçülük, Tanzimat’la başlayan Batılılaşma sürecinin en radikal adımıdır.
Kemalizm’i kimler temsil ediyor?
Çeşitli boyutları var. Ergenekoncular da Kemalizm şapkası giyiyorlar. Bunlar hakiki Kemalist değiller ama Kemalist diskurun yükselmesinden istifade ediyorlar. Ama diğer yanda CHP var ki, işte o, Kemalizm’i savunuyor. CHP Atatürkçü değildir. CHP Atatürk’e karşıdır. Ben CHP’yi Atatürk karşıtı olarak görüyorum. Çünkü Atatürk’ün projesinin karşısındadır. CHP kendi yarattığı Kemalizm’in taassubu içindedir. Adı Cumhuriyet Halk Partisi olmasına rağmen halkla beraber değildir ve halkı savunmaz. Yalnız şu da var. Sadece Kemalistler’den Ergenekon doğmuyor. Öbür uçta da dini kullanan yobazlıklardan başka baskılar, çürümeler, yolsuzluklar, çeteler ve Hizbullah doğuyor. Hizbullah Ergenekon’un öbür uçtaki muadilidir.
Türban sorununa dönersek... Türban sorununu YÖK mü yarattı sizce?
Evet. Türban yasağı YÖK’ün içinden çıktı. Önceleri türban, İslami veya başka nedenlerden ötürü başını örtmek isteyen kızların üniversiteye gelebilmelerini sağlamak için YÖK tarafından yaratılmış bir modeldi. Dolayısıyla başlangıçta bir problem yoktu. Ta ki, YÖK’ün içindeki bazı yöneticiler türbanın bir sorun olduğunu düşününceye dek.
Bu zihniyet daralması niye gerçekleşti böyle birden bire?
İki nedeni var. Birinci nedeni siyasi dürtü. Mutaassıp Kemalistler yani yeni Kemalistler, YÖK’ü bir siyasi payanda olarak kullandılar. Siyasette kendilerine yer açmak için YÖK’ü suiistimal ettiler. YÖK’ü siyasi bir kampın aracı haline getirdiler. Bunun içinde darbe yapma arzusu, darbecilik de vardı. Silahlı Kuvvetleri fıştıklamak da vardı. Türbanı, belli bir dinî yaklaşıma sahip olan siyasi partilere karşı darbe yapmanın bir sebebi olarak gösterdiler. Sonuçta türban, YÖK’ün siyasileştirdiği bir olaydır. Türban, YÖK tarafından siyasi simge haline getirildi, problem yaratıldı ve böylece Türkiye’de bir darbenin önü açılmak istendi. Hatırlayın, türban bağlamında zaten böyle küçük, mini darbeler hep geldi. Mesela 28 Şubat.
Peki, sosyolojik açıdan baktığımızda türbanlı kızlar neyi temsil ediyor?
Türbanı niye takıyorlar diye sorarsak... Burada en mühim sosyolojik boyut ‘muhafazakârlık’tır. Türkiye’de çok geniş bir mutaassıp kesim var. Bunların en mutaassıp oldukları konu da kızları. Kızlara özel bir koruma koyma, bizim milletin kültüründeki cinsiyet ayırımından doğan bir şey. Mutaassıp aileler için türban, kızları toplumsal alana çıktığında, onları korumak için kullandıkları bir araç oluyor işte. Türban, ailesel bir taassubun neticesidir. Zamanla türbana karşı yaşanan tepkiler yüzünden, türban, din hürriyetiyle de özdeşleyen bir siyasi simge haline de geldi ama...
Evet...
Başlangıçta türban katiyen bir siyasi simge değildi. Kemalist taassup türbanı siyasileştirdi. Din hürriyeti isteyen kesim de sonra türbanı siyasetin sembolü olarak kullandı ama, üstüne gidilmeseydi, türban hızla anlamını kaybedecek çok yetersiz bir semboldü. Ama Kemalist taassup tarafından konu edildiği için siyasi sembol haline geldi. Dolayısıyla iki taraf da türban takan kızları kendileri için siyasi mücadele alanı haline getirdiler. Kızlara yapılan büyük haksızlık bu. Ayrıca...
Evet...
Mutaassıp ailelerin kızlarını koruma ihtiyacı, yeni kentleşen, anonimleşen, mahallenin bittiği yerlerde daha önemli oluyor. Biliyorsunuz bizde, mahallenin dışına çıktıklarında başörtüsü örterler. Bilmedikleri bir yere gittiklerinde, bir şekilde selamlığa çıktıklarında başlarını örterler. Mutaassıp insanlar, kızlarını bilmedikleri bir dünyaya, kozmopolit bir ortama, yani üniversiteye gönderdiklerinde, kızlarının başını, onları bir koruma yöntemi olarak örtüyorlar.
Türkiye şehirleştikçe baş örtme artacak mı bu durumda?
Baş örtme şehirleşen bir Türkiye’de artıyor. Şehirlilik normal bir ortama dönüşünceye kadar da artacak. 10 sene, 20 sene sonra türban diye bir şey kalmayacak. Şehirliliğe adapte olduktan sonra insanlar, şehirlilikten tedirgin olmayacaklar, korkmayacaklar. Türban, şehirleşmeden duyulan korkunun ve tedirginliğin sonucunda arttı. Kısacası türban, toplumsal demokratikleşmenin yani toplumsallaşmanın bir sonucudur. Köyün açılmasıdır, kasabanın şehre gelmesidir. Toplumsal hayata katılım olayıdır türban. Türkiye şehirliliği kabul ettikçe, türban kalkacak bu ülkede.
Türbanlı kızların giyim tarzlarına, ilişkilerine baktığımızda çok dindar işaretler görmüyoruz. Türbanla birlikte dinin yeni bir yorumuyla mı karşılaşmış oluyoruz?
Bu çok ileri bir laf, onu kimse bilemez. Onlar da bilmiyorlar. Ama parmak bastığınız husus sosyolojik olarak çok önemli. Başını örten, dinî vecibeleri yerine getiren insanların giyim ve kuşamlarına dikkat ettikleri, takı taktıkları, berbere gittikleri görülüyor. Bu bir modernleşmedir. Bunlar şeriat düzeni isteyen insanlar değil. Bunlar, muhafazakârlıktan vazgeçmeden modern toplumla bağdaşlaşmak isteyen insanlar. Bu bir adaptasyondur. Zaten bu yüzden bir süre sonra türban kalmayacak. Hele rektörler türbanı yasak etmezse türban hiç kalmayacak ya ortada. Rektörler türbanı fıştıklıyorlar ve çok yanlış yapıyorlar. Türbana niyet atfederek Türkiye’nin siyasetini karıştırıyorlar. Şimdi de türbanlı kızlar için şeriat niyeti atfediyorlar. Şeriatçı, köktendinci değil bu kızlar. Türbanın köktendincilikle alakası yok. Aksine, modern İslam’ın bir parçası türban.
Türbanın muhafazakâr ailelerden gelen kızları özgürleştirdiği söyleniyor. Bu görüşe katılıyor musunuz peki?
Topluma katılımlarını sağlıyor. O anlamda özgürleşiyorlar. Toplumsal faaliyet alanları genişliyor, hatta siyasi partilerde çalışıyorlar. Bugün AK Parti’nin içinde Başbakan’a karşı muhalif ses çıkarabilen Ayşe Böhürler diye fevkalade ilerici bir hanımefendi var. Bence AK Parti’nin ak alanıdır Ayşe Böhürler. AK parti’yi ak yapan o hanımdır. Partide yığınla erkek var, hiçbirisi ağzını açamıyor, o hanımefendi konuşuyor.
Dar pantolonlar giyen, makyaj yapan, flört eden türbanlı kızlar, muhafazakâr insanlar için neyi temsil ediyor peki?
Yeni Kemalistler, muhafazakâr kesimin kendini sorgulamasına imkân vermiyor. Bugün muhafazakâr kesim türbanla içine düştüğü çelişkileri görmüyor. Hâlbuki türban serbest bırakılsa ve türbanın üstüne böyle gidilmese, muhafazakâr kesimle türbanlı kızlar arasında mutlaka çelişkiler doğacak.
Niye Cumhuriyet, vatandaşlarının görüntüsüyle bu kadar yakından ilgileniyor. Kuruluşundan beri böyle bu. Bunun ideolojik bir nedeni var mı?
Atatürk kadınların kılık kıyafetine karışmadı. Cumhuriyet kadınların kılık kıyafetine katiyen karışmadı. Erkeğinkine ise Tanzimat’tan beri karışıldı. İkinci Mahmut da erkeğe fes getirdi. Çünkü hem Tanzimat hem Cumhuriyet bir Batılılaşma ürecidir. Bu süreçte kılık kıyafet bir medeniyet simgesidir.
Niye kadın değil de erkek medeniyetin simgesi sayılıyor?
Çünkü hem Tanzimat hem Cumhuriyet erkekleri toplumsal ajan olarak telakki ediyor. Kadınları evde, erkekleri sokakta telakki ediyor. Toplumsal faaliyeti ve siyaseti erkeklerin işi olarak görüyor.
İslam’da kadın çok hassas bir konu olduğu için mi acaba Cumhuriyet kadın konusuna pek dokunamadı?
Doğru ama Cumhuriyet pek çok hassas konuya dokundu. Çok radikal işler yaptı. Atatürk tekkeleri ve zaviyeleri kapattı. Bütün mahalle düzenini allak bullak etti. İnsanların yazısını değiştirdi. Demek ki insanları tarihinden kopardı. Birden bire herkes çırılçıplak kaldı. Kimse geçmişini okuyamadı. Atatürk yeni bir toplum yarattı, bunlar çok radikal şeyler.
Her şey Cumhuriyetle başladı demek doğru bir şey mi? İnsanları tarihlerinden koparmak iyi mi oldu?
Hayır, hiç iyi olmadı. Çok fena oldu. Okuma-yazma seferberliği için harf devrimi yapılmalıydı ama eskiyi de unutturmak gerekmiyordu. Ama Atatürk Osmanlı’ya karşı mücadele etti. Bir siyasi rejim mücadelesi bu. Bu bir devrim kanunu. Hâlbuki orta öğretim ve lisede eski harfleri de öğretmeleri gerekirdi. Öğretmemeleri büyük yanlış. Ben kendimi bugün fevkalade mahrum ve malul hissediyorum. Utanıyorum. Osmanlıca okuyamıyorum. Benim sahamda bir akademisyen için daha büyük bir ayıp olamaz. Bu yüzden öğrencilerime, ‘Ben sahte bir akademisyenim’ diyorum. Ben toplum bilimciyim. Benim toplumum dün doğmadı ki. Benim toplumumum beş bin senedir burada. Osmanlıca bilmeden ben kendi toplumumu nasıl anlatacağım? Bakın... Bütün mesele şu.
Mesele nedir?
Artık devrim bitti. Cumhuriyeti kurduk. İstiklal Harbi’ni kazandık. Milli Mücadele’yi kazandık. Artık barış zamanı. Batı’yla kavga etme zamanı değil. Ulusalcılık zamanı hiç değil. Dünyaya kapanmanın zamanı hiç değil. Cumhuriyet oturdu artık. Rejim üç, beş kızın başını örtmesiyle tehlikeye girmez. Cumhuriyet bu kadar zayıf mı? Böyle düşünenlerin rejime itimatları yok, Atatürk’e saygıları yok. CHP’ye bu yüzden kızıyorum. Cumhuriyete güvenmiyorlar mı bunlar? Niye biz Cumhuriyetin koruyucusuyuz diyorlar? Ne demek bu? Cumhuriyeti küçümsemedir bu.
Peki, Kemalistler Cumhuriyeti koruyacaklarını söylerken aslında neyi korumaktan söz ediyorlar? Onlar nasıl vatandaşlar istiyorlar?
Onların önerileri beni çok korkuyor. Çünkü yeni Kemalistlerin pozisyonu kafatasçılığa kadar gidiyor. CHP Genel Başkan yardımcısı çok saygın, önemli biri ama kalkıyor ‘Efendim vatandaşlık nedir? Bizim soydaşlarımızı korumamız lazım’ diyor. Hangi soymuş, hangi soydan geliyorlarmış bunlar ya?
Meclis’te yeni Vakıflar Kanunu çıkarken yapılan konuşmalardan mı söz ediyorsunuz?
Evet. Utanç verici. Onun için CHP Cumhuriyet düşmanıdır. Cumhuriyet soyu sopu yasak etmiştir. İnsanların lakap kullanmasını bile yasak etmiştir. Ama CHP vatandaşlığı hor görüyor. Gayrimüslim vatandaşları ikinci sınıf vatandaş addediyor. Bunlar nasıl Atatürkçü? Bunlar Atatürk düşmanı. Bunlar yasakçılığı savunuyorlar. Bunlar vatandaşı imtiyazlı ve imtiyazsız vatandaşlar olarak din üzerinden tekrar tanımlıyorlar. CHP 301’in değiştirilmesine de karşı çıkıyor. Ben ‘Özbekler tembeldir’ dediğim zaman beni hapse mi atacaklar? Böyle bir şey olur mu?
03.03.2008
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Abbas üstad, Faruk Birtek Hoca'ya da yanıtım olacak ama bu gece değil:)
Selamlar,
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
bugün türban yarın çarşaf...
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Eveet, nerede kalmıştık...
Önce, Neşe Hanım’ın çanak sorularına (pardon yargılarına) bakalım;
1- Anayasada yapılan son değişiklik üniversiteye türbanla girilmesi önündeki yasağı kaldırdı. (Soru mu sormuş, kendi yargısını mı belirtmiş belli değil)
2-Pek çok hukuk adamı böyle düşünmüyor. Bildiğim kadarıyla ek 17’deki değişiklik türbanı serbest bırakmak için değil, üniversitede çarşaf, peçe gibi kıyafetleri yasaklamak için değiştirilmesi düşünülen bir maddeydi. Başın nasıl örtüleceği de çarşafı, peçeyi önlemek için tarif edilmek istenmişti. Şimdi anayasa değiştiği halde birçok rektör türbanlı kızları üniversiteye sokmuyor. Niye rektörler böyle davranıyor sizce?
3-Ek 17 değişmediği halde, kız öğrenciler Boğaziçi Üniversitesi’nde türbanlı olarak derslere girebiliyorlar mı peki?
4-Pek çok üniversite yönetimi bugün yasakçılığı savunuyor. Rektörlerin çoğu türban yasağının sürdürülmesine taraftar. Bu kadar çok yasakçı hocayla kaliteli öğrenciler yetiştirmek mümkün olabilir mi?
5-Türban sorununa dönersek... Türban sorununu YÖK mü yarattı sizce?
6-Atatürk otoriter sistemi savunmuyor muydu? Atatürk demokrasi mi istiyordu?
7-Türbanlı kızların giyim tarzlarına, ilişkilerine baktığımızda çok dindar işaretler görmüyoruz. Türbanla birlikte dinin yeni bir yorumuyla mı karşılaşmış oluyoruz?
8-Türbanın muhafazakâr ailelerden gelen kızları özgürleştirdiği söyleniyor. Bu görüşe katılıyor musunuz peki?
9-Niye Cumhuriyet, vatandaşlarının görüntüsüyle bu kadar yakından ilgileniyor. Kuruluşundan beri böyle bu. Bunun ideolojik bir nedeni var mı?
10-Peki, Kemalistler Cumhuriyeti koruyacaklarını söylerken aslında neyi korumaktan söz ediyorlar? Onlar nasıl vatandaşlar istiyorlar?
En baştan söylemek gerekirse Sn. Birtek’in röportajda dile getirdiği bazı görüşlerine aynen katılıyorum. Neler o görüşler?
1-Anayasa değişikliği türbanın üniversitede serbest olması için yeterli değil.
2-Hükümet insanlara güven vermiyor. Bütün özgürlüklerin yanında tavır alması gerekirken, hükümet sadece türban özgürlüğüyle iştigal etti.
3-Hükümet’in özgürlükçü tavrının genel değil fevkalade mevzii olduğunu düşünüyorlar. Ben de bu samimiyetsizliği görüyorum. Benim de şüphelerim var.
4-Ayrıca akademisyen arkadaşların, türban serbest bırakılınca bu kez türbansız öğrencilerin hürriyeti mi daralacak diye bir korkuları var ki, başı açık kızlara baskı yapılacağı konusunda ben de çok endişeliyim.
5-Oruç tutmayanların Ramazan’da üniversite kantininde yemek yiyebilmelerinin garantiye alınmasını istiyorum. Türbansızların, İslam’ı farklı yaşayanların ya da inançsızların hakları ne olacak? Zaten birçok üniversitede Ramazan’da kantin tamir ediliyor bahanesiyle öğle yemeği çıkmıyor. Oruç tutmayanların hakları ellerinden alınıyor. Arkadaşlar, üniversitelerde türbanlı sayısının artmasıyla, şimdi bu baskıların daha da artacağından korkuyorlar. Hocam Şerif Mardin’in ‘mahalle baskısı’ tespiti çok önemlidir. Türkiye’de çok yoğun, acı ve zalim olan bu mahalle baskısını her yerde gördüm ben.
Sn. Birtek bunları söylerken neyse ki samimi davranmış, ya da arkadan gelen beyanlarını hazmedebilmemiz için önden biraz aperatif sunmuş. Ama bazı beyanları var ki, yenir yutulur cinsten değil.Şimdi sırasıyla bunlara gelelim :
Alıntı:
“Kapıdan girişte türbana izin verilmiyor ama derslerde, hocadan hocaya değişiyor türban serbestîsi. Ben muhakkak izin veriyorum. Çünkü bu öğrencilere saygım var. Gerekçesi ister İslami ister başka bir şey olsun, insanların kılık kıyafetine karışamam. Ben kanun uygulayıcısı değilim. Polislik yapmıyorum. Üniversitede birçok arkadaşın türbana karşı olmalarının nedeni, türbanın arkasında başka bir niyet görmeleridir. Ama ben insanların niyetine göre hareket etmeyi medeni hukukun dışında bir davranış olarak görürüm.”
Sn. Birtek hem türbanın yapılan Anayasa değişikliği ile yasallaşmadığını söylüyor, hem de yasal olmayan bir şeyi dersinde yapana müdahale edemeyeceğini aksine izin vereceğini açıklıyor. Yasaların, hem de kendi kontrol alanında (dersinde) uygulanmasının sağlanması için insanın illa ki polis mi olması gerekir? Yurttaşlık bilinci bu mudur? Bu kafa yapısı medeni hukukun neresindedir?
Alıntı:
“Aslında bu ülkede türban sorunu yenidir. Hatta türbanın mucidi YÖK’ün kurucusu İhsan Doğramacı’dır. Doğramacı’yla türban sorunu doğdu ve Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanlığı’nda da sorun çok şiddetlendi. Türban sorununu belirli siyasi amaçlarla doğurdular.”
Sn. Birtek’in türbanın kronolojik geçmişinden de haberi olmadığı anlaşılıyor. Türban 1960’lı yıllarda ülkemizin gündemine Mehmet Şevki Eygi desteğinde Şule Yüksel Şenler aracılığıyla girmiş, üniversitelerde ilk türban eylemi Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde 1967’de gerçekleşmiştir. Asıl soru şu olmalıdır “yasağa neden ihtiyaç duyulmuştur?” Herhalde kimseye durduk yere bir yasak getirilmemiştir. Türbanın serbest bırakıldığı dönem daha fazla özgürlük söylemi ile üniversitelere çarşaflılar, cübbeliler de girmeye başlamıştır. Bugün de türbanın üniversitede serbest bırakılmasıyla sorunun biteceğine mi inanılmaktadır? Talepler şimdiden dillendirilmeye başlanmıştır. Tüm kamusal alanlarda türban serbestisi. Zaten uygulamaya bakıldığında türbanın hastanelere, belediyelere ve çeşitli kamusal alanlara girmiş olduğu görülür. Yani bugün bizi yönetenler de aynı Sn. Birtek gibi düşündüklerinden olsa gerek , yasak olmasına rağmen yasanın çiğnenmesine göz yummaktadırlar. Yani türban sorunu, türban takılmasını teşvik edenlerin yarattığı bir sorundur.
Alıntı:
“Ergenekoncular da Kemalizm şapkası giyiyorlar. Bunlar hakiki Kemalist değiller ama Kemalist diskurun yükselmesinden istifade ediyorlar. Ama diğer yanda CHP var ki, işte o, Kemalizm’i savunuyor. CHP Atatürkçü değildir. CHP Atatürk’e karşıdır. Ben CHP’yi Atatürk karşıtı olarak görüyorum. Çünkü Atatürk’ün projesinin karşısındadır. CHP kendi yarattığı Kemalizm’in taassubu içindedir. Adı Cumhuriyet Halk Partisi olmasına rağmen halkla beraber değildir ve halkı savunmaz. Yalnız şu da var. Sadece Kemalistler’den Ergenekon doğmuyor. Öbür uçta da dini kullanan yobazlıklardan başka baskılar, çürümeler, yolsuzluklar, çeteler ve Hizbullah doğuyor. Hizbullah Ergenekon’un öbür uçtaki muadilidir.”
Sağolsun hocamız Kemalist’lerle hiç hoşlaşmıyor anlaşılan... Ergenekon’dan CHP’ye , çetelerden Hizbullah’a herşeyi Kemalizm’den bilmiş. Bu yaklaşım “7,4’lük deprem yetmedi mi” diye pankart açan gericilerden hiç farklı değil. Hoca neyse ki depremi de Kemalist’lerden bilecek kadar ileri götürmemiş beyanını... Ben saygıdeğer hocama bir Kemalist örgüt ismi daha vereyim o zaman. Gerçi hocam Atatürkçülüğü muassır medeniyet seviyesinin de üzerine çıkmak yerine Batılılaşma ile muadil sayar ya neyse... Sıkı dur hocam... O Kemalist örgütün ismi “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” kısaca AİHM... Bu Batılı sizin deyiminizle Atatürkçü yapılanma meğerse Kemalist’miş. E baksanıza bu Kemalist örgütün aldığı içtihat kararına :
“Türkiye'de türban, kişisel özgürlükten çok politik anlamda sorun oluşturuyor. Toplumu geriyor. Herkes kıyafetini seçmekte özgürdür... Ancak, aslolan kıyafet kanunudur. Modern toplum yaratma, vatandaşları dinine göre ayırt etmemeyi öngörür. Otoritelerin laikliği muhafaza etmesi için İslami başörtüsünün giyilmesini engellediği düzenlemeler, mahkeme tarafından anlaşılabilir bulunmuştur. Türbanlı öğrenciler toplumun diğer kesimlerinde kamplaşmalar yaratmaktadırlar. Özellikle "dinsizler ve inananlar" ayrımı yapılmaya başlanmıştır. Bu çok tehlikelidir. Türban yasağı "özel yaşama saygısızlık" değil, aksine "diğerlerinin hak ve özgürlüklerine, özel yaşamına saygı" dır. Yasak ile düşünce ve din ifadesi özgürlüğü ihlal edilmemiştir. Çünkü, Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi'nde görülen davada, demokratik değerlerin garantörü olan laiklik, özgürlük ve eşitliğin birleşme noktasıdır. Bu prensip, devleti tek bir din ve inancı tercih manifestosundan alıkoymuştur. Aynı zamanda, devleti hakem rolünde yönlendirmiştir; inanç ve din özgürlüğünü icap ettirmiştir. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi gibi, Mahkememiz de, Türkiye bağlamında, dini görev olduğu belirtilen böyle bir sembolün takılmasının, takmamayı seçenler üzerindeki etkisini de gözönünde bulundurmaktadır.”
Alıntı:
“Baş örtme şehirleşen bir Türkiye’de artıyor. Şehirlilik normal bir ortama dönüşünceye kadar da artacak. 10 sene, 20 sene sonra türban diye bir şey kalmayacak. Şehirliliğe adapte olduktan sonra insanlar, şehirlilikten tedirgin olmayacaklar, korkmayacaklar. Türban, şehirleşmeden duyulan korkunun ve tedirginliğin sonucunda arttı. Kısacası türban, toplumsal demokratikleşmenin yani toplumsallaşmanın bir sonucudur. Köyün açılmasıdır, kasabanın şehre gelmesidir. Toplumsal hayata katılım olayıdır türban. Türkiye şehirliliği kabul ettikçe, türban kalkacak bu ülkede.”
Hocam sosyolog olduğundan daha iyi bilir, Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” kavramını da yadsımamış ve sahiplenmiş görünüyor. Bizzat bu mahalle baskısına her yerde şahit olduğunu da itiraf ediyor. Sayın hocama sormak isterim, bilinçli ekonomik politikalarla yerinden yurdundan edilen tarım kesimi , plansız programsız ve gereken altyapı ve istihdam olanakları hazırlanmadan şehirlere akın ettiklerine göre (bunda o insanların bir nebze olsun kabahati yoktur) şimdi bu insanlar mı şehirli oldu , şehir mi bu insanların geldiği yere benzedi. Mecburen gecekondulaşma ve hatta gettolaşmanın mahalle baskısının şiddetine etkisi azaltma yönünde mi olacak, yoksa artırma yönünde mi olacak? Ben yanıt vereyim, 15 – 20 sene sonra bırakın türbanın ortadan kalkmasını, çarşafsız kadın bulamazsınız bu kafada gitmeye devam edersiniz.
Hocamızın Cumhuriyet , Osmanlıca, kılık kıyafet konusundaki düşüncelerini hele de “artık devrim bitti” söylemini yanıt vermeye değer bile bulmuyorum. Onlar kişisel görüşleridir.
Son olarak Vakıflar Yasası’nı da punduna getirmişken araya sıkıştırma çabasında olan Neşe Hanım ve Sayın hocama şunları söyleyeyim:
Lozan Anlaşması, o beğenmedikleri Cumhuriyetin kurucu senedidir. Anayasal değerdedir. O senedin 37. maddesinden 45’inci maddesinin sonuna kadar okurlarsa, bugün Vakıflar Yasası ile ne yapılmak istendiğini daha iyi anlarlar. “Azınlıkların Korunması” başlıklı 3. Bölüm 45. maddeyi hadi ben vereyim.
Madde 45 : Bu bölümdeki hükümlerle, Türkiye'nin Müslüman-olmayan azınlıklarına tanınmış olan haklar, Yunanistan'ca da, kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır.
İdrak edebilmek için Osmanlıca bilmiyorlarsa orijinal Fransızca metin ne güne duruyor?
Selamlar,
Yüksek yargıdan türbana vize yok
Anayasa Mahkemesi, türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin Anayasa değişikliğini iptal etti ve yürürlüğünü durdurdu.
CHP ve DSP, 5735 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un birinci ve ikinci maddelerinin iptali veya yok hükmünde olduklarına karar verilmesi ve dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulması" istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde dava açmıştı.
Davayı, 11 kişiden oluşan Anayasa Mahkemesi heyeti karara bağladı.
http://www.cnnturk.com/TURKIYE/haber...haberID=465986
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
HANGİ CÜPPE!
CUMA saat 17.00. THY Ankara-İstanbul uçağı yolcu alıyor.http://www.hurriyet.com.tr/_np/7212/5747212.jpg
Yolcuları uçağa götüren VIP otobüsünde bir AKP milletvekili, yanındakine Anayasa Mahkemesi’nin kararını yorumluyor:
- 9 tane adam (ben yalnızca adam yazıyorum) 411 milletvekilinin iradesini kesip atıyor...
AKP’li vekil otobüste bağırıyor...
Sert ifadeler...
Anayasa Mahkemesi üyelerine yükleniyor...
Orada bulunan başka milletvekilleri, ters ters bakıyor.
Ama AKP’li vekil hiç oralı olmadan devam ediyor. Çünkü çok sinirli....
Ben bu siniri biliyorum.
Ama bildiğim bir şey daha var. O da şu:
- O karar yalnızca 9 kişinin kararı değildir. Kişisel değildir. Yani 9’a karşı 411 milletvekili diyemezsiniz. Yani yargıya karşı TBMM diyemezsiniz. Yani yargı iradesine karşı millet iradesi diyemezsiniz. Çünkü yargı da milet adına irade kullanır.
Sinir ve iddia şu:
- 9 tane cüppeli yargıç, millet iradesini yasaklıyor...
İşte bu ayıp...
Cumhuriyetin ve milletin iradesini, hazin bir karanlığa götürmeye çalışan "cüppeli hocaefendi"lerin tarikattaki cüppesiyle, Cumhuriyet’in yargıcının "hukuk ve adalet cüppesi" çok farklıdır.
Biri Cumhuriyet’in mahkemesinde Anayasa’yı korumak için giyilir.
Diğeri Cumhuriyet’in, adaletin, laikliğin karşısına dikilmek için.
Cüppeleri karıştırmamak lazım..
Belki de karıştıran filan yoktur.
Cüppelerden birisi diğerine bilerek ve gizlice tercih edilmektedir. En iyisi gelin birbirimizi yormayalım. Herkes yüreklice açıklasın:
- Kim hangi cüppeyi istiyor.
Fatih Çekirge. Hürriyet 9/Haziran 2008
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Bugün haberleri izlerken dinci TV lerden birinde (olabildiğince diğer bakış açılarından da izlemeye çalışırım) Van 100.Yıl Üniversitesinin kapısında özel halk otobüslerinden indirilen ya da başları açılan türbanlı kız öğrencileriyle ilgili nefret dolu bir habere rastladım. Özellikle haberin verilişi sanki bu insanlara eziyet ediliyor babında idi. Üniversiteye giremediği için sinir krizleri geçiren ve bağırıp çağırarak ağlayan türbanlı kız öğrencilerin ağaçların altına sığındıkları spiker tarafından acıklı bir dille anlatılınca halkın BU PROSEDÜRDE NORMAL UYGULAMAYI sanki eziyet ediliyormuş gibi algılaması o kadar kolay ki!!
Bir kere kampüse girişte kimlik kontrolünün yapıldığı ve kuleden girişte artık üniversitede sayılacağı için buranın kurallarına uyması gerektiğini , üniversiteye gitmemiş birilerine nasıl anlatabilirsiniz? Haberde türbanlı avı üniversitenin dışında başlıyor diye veriliyordu üstelik..
Gerginliği kasıtlı olarak kaşıyan bu tür bir yaklaşım kutuplaşmayı düşmanlığı nefreti daha çok oluşturacaktır. Bu insanların sadece dini anlamda istismarı değil, duygusal açıdan da SÖMÜRÜLMESİDİR.
Çok kızdım cidden. kadın üzerinden siyasetin bir türü olarak siyasi malzeme /simge haline getirilen türbana önceleri yaklaşımım kabulleniciydi.Kadınların eğitimlerinin engellenmesi yine erkek hegomanyasına hizmet ediyor ve bedelini yine kadınlar ödüyor diye düşünüyordum. Gerçi hala öyle düşünüyorum.. Fakat bakıyorum kadınlar da kendilerini malzeme yapmaya çok hevesliler! Ben de giderek daha da katılaşmaya başladığımı hissediyorum. Bu aslında övünülecek bir durum değil farkındayım. Fakat öyle..
KURUMUN KURALLARI NEYSE HERKES BUNA UYACAK.. bunu kabul eden diplamasını alacak, etmeyen de kaderine razı olacak.. katı evet ama kendilerinin dediği gibi..şeriatın kestiği parmak acımaz!
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Ülkemizde Anayasa Mahkemesi ilk kez 1961 Anayasası’yla kurulmuştur. Türk siyasal sistemini inceleyenler, 1961 Anayasası’nın yasama işlemlerinin yargısal denetimi için özel bir Mahkeme olarak Anayasa Mahkemesi kurmasını, bu Anayasa’nın en radikal özelliği olarak yorumlamışlardır. Anayasa Yargısı, bazı değişikliklerle birlikte 1982 Anayasası’nca da korunmuştur.
1945 yılında çok partili yaşama geçiş ve 1950 yılında yapılan demokratik seçimler ile iktidarın muhalefete geçmesiyle sorunların bitmediği anlaşılmış ve yasama meclisinin denetlenmesi gereksinimi duyulmuştur. Önce aydınlar tarafından ortaya konulan bu anlayış, daha sonra siyasal partiler tarafından da desteklenmiş ve 1961 Anayasası’yla ilk kez Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Amaçlanan ve umulan, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’da yazılı temel hak ve özgürlükleri korumasıdır.
27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri iktidarı ele aldıktan sonra 1961 Anayasası’nı hazırlayanlar, Yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek konusunda bir Anayasa Mahkemesi kurmanın gerekliliğine karar vermişlerdir. Gerçi kurulacak Mahkemenin yapısı, oluşumu, işleri, örgütü, yargıçların seçimi ve anayasaya uygunluk denetiminin biçimleri konusunda kimi tartışmalar olmuşsa da, anayasa yargısının gerekliliğinde herkes birleşmiştir.
1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nın “Ulusal Egemenlik” ilkesinden değişik bir egemenlik anlayışını kabul etmiştir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nca da benimsenmiştir.
1961 Anayasası’nın 4. maddesine göre “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”. Maddenin bu ilk fıkrası, 1924 Anayasası’nın 3. maddesinden olduğu gibi alınmıştır.
Ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarının egemenliğin nasıl kurulacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası’ndan oldukça değişik bir içeriktedir:
“Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar tarafından kullanır.”
Türk Anayasa tarihi yönünden ele alındığında bu kuralın temel amacının, Parlamentonun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir.
Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi.
İlk kez 1961 ve ondan sonra da 1982 Anayasası’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülmesiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır.
1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. Özellikle, Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahiptir. Çünkü, Anayasa Mahkemesi,Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verebilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin, siyasal kurumların,özellikle Parlamentonun yetkilerini kötüye kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu engelleyeceği düşünülmüştür.
http://www.anayasa.gov.tr/general/ic...ID=43&curID=45
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Tayyip erdoğan Başbakan değil iken,onu engeleyemediler. Şimdi engelleyebilirlermi ?
İşte son 6-7 yılın T.C siyaseti bunun üzerine dönüyor. Bu soruyu çözen Kibrit-i Ahmer i bulmuş demektir
Önemli :
Alıntı:
Bundan takriben 10 Yıl önce daha Abdulah Gül ve Recep T. Erdoğan siyasetin önemli noktlarında değilken Trabzonun bir ilçesinde elamanın biri (siyaset ile alakasız aksakallı ermiş tayfasından biri) şu sözleri söyledi
Cumhur başbakanı Abdullah Gül ,Başbakan Erdoğan iken Laiklik devletimizi terk edecektir.
Elaman 2 de 1 yaptı
sizce ?
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Neden baş örtüsü değilde türban ?
Baş örtüsü , başın örtülmesi için kullanılan genel örtüye verilen isim.
Türban , günümüz modern toplumuna ayak uydurmak amacı ile günümüz modası da takip edilerek dini kurallara uygun bir şekilde geliştirilmiş baş örtüsü.
Laikçi kesim türbanın bağlanış şekli ve benzeri özelliklerinden dolayı simge olduğunu düşünüyor. Dini ve/veya siyasi simge. Bu yüzden baş örtüsü ile türbanı ayırıyorlar.
Muhafazakar kesim türbanın bir simge olmadığını ve bayanların dini düşünceleri sebebi ile bunu giydiğini düşünüyorlar. Bu sebeplede baş örtüsü ile türbanı aynı kefeye koyuyorlar.
O kadar cepheştik ki , türban , akp , akepe , rte diyenler bir tarafta,
baş örtüsü ve ak parti diyenler diğer tarafta...
Bir tespit yapmadan geçemeyeceğim,
akepe ve rte diyecek kadar işi ileri götürenlere bir tavsiye;
ne kadar hoşgörüsüz , kaba ve itici olursanız , o kadar sempati kaybedersiniz , taraf kaybedersiniz. sadece kendi radikal çevrenizde hoşgörü görürsünüz. merkeze yönelemez tabanınızı arttıramazsınız.
chp'nin %20 ler de takılmasının en önemli sebebi de bu tip yaklaşımlardır.
Bu tespitlerden sonra türban laikliğe aykırı mıdır ? daha doğrusu yüksek öğretimde laikliğe aykırı mıdır ?
Şahsi görüşüm elbette Hayır !!!
Sadece dünya görüşlerini beğenmediğimiz, hayat tarzlarını sevmediğimiz bazı insanları eğitim dışına itmekten , toplumda kutuplaşma yaratmaktan başka bir şey değildir.
Başını örten bayanlarımızın başlarını zorla açtıklarında neler hissteklerini bilmeden, bu türbanı hangi amaçla taktıklarını anlamadan , türbanın laikliğe aykırı olup olmadığına karar vermek haksız olur.
Bazı siyasiler seviyesiz benzetmeler yapmışlardır, ama daha seviyeli bir benzetme yaparsak, başını zorla açan bayanlarımız ilk hissettikleri rahatsız olma, utanma ve günah işledikleri hissine kapılmalarıdır. Bunu onlara zorla yaptıranlar hakkında ne düşündüklerini söylemeye gerek yok.
Bu durum ceketle okula gelmiş bir erkek öğrencinin ceketini çıkartıp içeri girmesi gibi basit bir olay olmadığını herkesin kabul etmesi gerekiyor.
Laikliğe aykırı görüşünde olan insanlara bir soru soracağım ve cevabını merakla bekliyorum.
Varsayım : türban ile okula giren kızların içeride başı açık kızlara baskı yaptığını varsayalım. Bu sebeple mahkeme kararı ile bu kızlar başlarını açsın. peruk takmak zorunda kalsın.
Türban takmak isteyen kızlar başları açık kızlar üzerinde baskı oluşturmak amacında iseler ;
Soru : Ama peruk ile ama başka bir özne ile kendilerini okulda diğerlerinden farklılaştırmayacaklar mı? Zaten türbanlı kızlar hep bir arada belli bir amaç uğruna toplanıp gerek gördükleri baskı unsurlarını diğerleri üzerinde uygulamayacaklar mı? Ne değişecek türban çıkınca? bir amaç var ise ....
Türban takanları şekilci diye suçlayanlar , şekilciliğin en büyüğünü yaptıklarının farkında değilller mi?
Şunu unutmayın dini vecibeleri gereği başını örtmenin , türban takmanın doğru olup olmadığını, bunun kadın hakklarını engelleyip engellmediğini ve bezneri konuları tartışmak başka bir konu,
türban ile üniversiteye girmek başka bir konu...
Üniversiteye giren herkesin neyi nasıl doğru yapıp yapmadığına, neyi doğru düşünüp düşünmediğine mi bakacağız? değer yargılarını beğenmediğimiz insanlara üniversite kapılarını kapatacakmıyız?