-
6 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Hırsızistan...
GECE eve girip çekmecedeki parayı çalmak için bir kişi yeter. Ya da kapkaç için iki kişi, bilemediniz üç...
Ama ormanı çalmak için çok insan gerekiyor:
- Siyasetçi...
- Bürokrat...
- Kamu görevlisi...
- Bilirkişi...
- Hukukçu...
- Uzman...
- Belediyeci...
- Güvenlikçi...
- İşadamı...
- Yeterince teknik adam ve akademisyen...
*
Üstelik her birinden birkaç tane ister.
Şimdi bunu çarpın; çalınan-yağmalanan orman sayısı, koy sayısı, hazine arazisi sayısı, yeşil alan sayısı, satılmış sit alanı sayısı, bitmiş tarihi kalıntı sayısı, orman içindeki kömür ocakları sayısı ile...
Koyun üzerine; il, ilçe, belde miktarını...
Ekleyin; her iktidar döneminde değişen vardiya sayısını...
Müthiş bir "hırsız" sayısı çıktı mı?..
Çıktı...
*
Bu kadar yetişmiş, eğitilmiş, devlet parası ile okutulmuş, onurlandırılıp görev verilmiş "hırsızı" var da güzel memleketin, kalır mı ormanı, koyları, kıyıların, ağacı, taşı, toprağı?...
Bir dal bırakırlar mı, bir güzel göl, bir ecdat mirası tarihi yapı, bir gurur duyulacak kale duvarı, bir evlik sit alanı, bir eski konak, bir anılık bahçe?..
Maması çalınmamış bir çocuk, alın teri çalınmamış bir emekçi, mahsulü çalınmamış bir üretici, ilacı çalınmamış bir hasta kalır mı?..
Çalınmamış bir avuç içi kadar yurt?...
*
Bu kadar hırsız, müthiş bir rakam, akıl almaz bir güç, inanılmaz bir kadro...
Bu kadar geniş ve yetişmiş kadroyla kim bilir, belki devlet dahi kurulabilir.
Adı; hırsızistan...
Tek eksikleri kalır, soyulacak-yağmalanacak bir ülke ve onun üzerinde sinmiş-pısırık-akılsız bir halk.
Artık onu da siz bulup bana bildirirsiniz.
-
6 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Hırsızistan...
GECE eve girip çekmecedeki parayı çalmak için bir kişi yeter. Ya da kapkaç için iki kişi, bilemediniz üç...
Ama ormanı çalmak için çok insan gerekiyor:
- Siyasetçi...
- Bürokrat...
- Kamu görevlisi...
- Bilirkişi...
- Hukukçu...
- Uzman...
- Belediyeci...
- Güvenlikçi...
- İşadamı...
- Yeterince teknik adam ve akademisyen...
*
Üstelik her birinden birkaç tane ister.
Şimdi bunu çarpın; çalınan-yağmalanan orman sayısı, koy sayısı, hazine arazisi sayısı, yeşil alan sayısı, satılmış sit alanı sayısı, bitmiş tarihi kalıntı sayısı, orman içindeki kömür ocakları sayısı ile...
Koyun üzerine; il, ilçe, belde miktarını...
Ekleyin; her iktidar döneminde değişen vardiya sayısını...
Müthiş bir "hırsız" sayısı çıktı mı?..
Çıktı...
*
Bu kadar yetişmiş, eğitilmiş, devlet parası ile okutulmuş, onurlandırılıp görev verilmiş "hırsızı" var da güzel memleketin, kalır mı ormanı, koyları, kıyıların, ağacı, taşı, toprağı?...
Bir dal bırakırlar mı, bir güzel göl, bir ecdat mirası tarihi yapı, bir gurur duyulacak kale duvarı, bir evlik sit alanı, bir eski konak, bir anılık bahçe?..
Maması çalınmamış bir çocuk, alın teri çalınmamış bir emekçi, mahsulü çalınmamış bir üretici, ilacı çalınmamış bir hasta kalır mı?..
Çalınmamış bir avuç içi kadar yurt?...
*
Bu kadar hırsız, müthiş bir rakam, akıl almaz bir güç, inanılmaz bir kadro...
Bu kadar geniş ve yetişmiş kadroyla kim bilir, belki devlet dahi kurulabilir.
Adı; hırsızistan...
Tek eksikleri kalır, soyulacak-yağmalanacak bir ülke ve onun üzerinde sinmiş-pısırık-akılsız bir halk.
Artık onu da siz bulup bana bildirirsiniz.
-
13 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Haram parayla ibadet...
"HARAM parayla kesilen kurban geçerli olur" diyen Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nın belki de başka seçeneği yoktu.
"Haram parayla kurban-murban kesilmez" deseydi bu ülkede kimsenin kurban kesmemesi gerekirdi. Ki bu da deri toplayıcıları açısından iyi bir şey değildi.
Nasıl olsa yer haram, gök haram...
Böyle durumlarda "orta yol" her zaman bulunur.
Zaten Diyanet İşleri Başkanlığı da "İbadet helal parayla olur. Bununla birlikte kişi haram parayla kurban kesmişse, bu geçerli olur" diyor.
Sağolsun...
*
Bir ulusun inanç dünyasını düzenleyen kurum eğer "Haram parayla ibadet geçerli olur" diyorsa... Çalınmış, hırsızlık malı, yetim hakkı, kirli parayla insanların ibadet yapabileceğini kabul ediyorsa...
Pes...
Bir canlıyı yere yatırıp gırtlağını keserek ibadet etmek dahi çağdaş yaşama yakışmazken ve bu bilinçli din adamları tarafından reddedilirken... Bir din kurumunun, haramı ibadette uygun görme fetvası hangi dinin yüceliğine yakışır bilemem.
Yeryüzünde gelmiş-geçmiş, haram parayla ibadet etmeyi uygun gören, hoş karşılayan bir din var mıdır?..
Olabilir mi?..
*
Canım sıkıldı, canım...
Ben böyle bir kurumu yok sayarım.
Oraya asla saygı duymam.
Benim helal aylığımdan kesilen vergilerden Diyanet#8217;e düşen parayı haram ederim.
(Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nın bütçesi, 1.122.203,000 YTL#8217;dir. Bu İçişleri, Dışişleri, Çevre ve Orman, Bayındırlık, Ulaştırma, Sanayi ve Ticaret, Enerji, Kültür ve Turizm bakanlıklarının bütçelerinden çok daha büyük bir bütçedir.)
Yaşamsal görevi olan bu bakanlıklardan daha fazla paranın Diyanet İşleri#8217;ne verilmesi, ucundan köşesinden "haramı" kılıfına uydurmak için midir?..
*
Hırsızlık, soygun, yağma yüzünden çok acı çekmiş ve hálá çalınmakta, yağmalanmakta olan bir ülkede... Ahlaki değerlerin en güçlü kalesi olması gereken Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nda hangi din adamı (!) bu görüşü "fetva" olarak "www.diyanet.gov.tr" internet adresinden kamuoyuna sundu, yüzünü görmek isterim.
Sormak da isterim; böyle mi olur din adamlığı?..
-
13 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Haram parayla ibadet...
"HARAM parayla kesilen kurban geçerli olur" diyen Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nın belki de başka seçeneği yoktu.
"Haram parayla kurban-murban kesilmez" deseydi bu ülkede kimsenin kurban kesmemesi gerekirdi. Ki bu da deri toplayıcıları açısından iyi bir şey değildi.
Nasıl olsa yer haram, gök haram...
Böyle durumlarda "orta yol" her zaman bulunur.
Zaten Diyanet İşleri Başkanlığı da "İbadet helal parayla olur. Bununla birlikte kişi haram parayla kurban kesmişse, bu geçerli olur" diyor.
Sağolsun...
*
Bir ulusun inanç dünyasını düzenleyen kurum eğer "Haram parayla ibadet geçerli olur" diyorsa... Çalınmış, hırsızlık malı, yetim hakkı, kirli parayla insanların ibadet yapabileceğini kabul ediyorsa...
Pes...
Bir canlıyı yere yatırıp gırtlağını keserek ibadet etmek dahi çağdaş yaşama yakışmazken ve bu bilinçli din adamları tarafından reddedilirken... Bir din kurumunun, haramı ibadette uygun görme fetvası hangi dinin yüceliğine yakışır bilemem.
Yeryüzünde gelmiş-geçmiş, haram parayla ibadet etmeyi uygun gören, hoş karşılayan bir din var mıdır?..
Olabilir mi?..
*
Canım sıkıldı, canım...
Ben böyle bir kurumu yok sayarım.
Oraya asla saygı duymam.
Benim helal aylığımdan kesilen vergilerden Diyanet#8217;e düşen parayı haram ederim.
(Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nın bütçesi, 1.122.203,000 YTL#8217;dir. Bu İçişleri, Dışişleri, Çevre ve Orman, Bayındırlık, Ulaştırma, Sanayi ve Ticaret, Enerji, Kültür ve Turizm bakanlıklarının bütçelerinden çok daha büyük bir bütçedir.)
Yaşamsal görevi olan bu bakanlıklardan daha fazla paranın Diyanet İşleri#8217;ne verilmesi, ucundan köşesinden "haramı" kılıfına uydurmak için midir?..
*
Hırsızlık, soygun, yağma yüzünden çok acı çekmiş ve hálá çalınmakta, yağmalanmakta olan bir ülkede... Ahlaki değerlerin en güçlü kalesi olması gereken Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nda hangi din adamı (!) bu görüşü "fetva" olarak "www.diyanet.gov.tr" internet adresinden kamuoyuna sundu, yüzünü görmek isterim.
Sormak da isterim; böyle mi olur din adamlığı?..
-
27 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Atatürk gelse -2-
VAKTİ-saati gelip çattı ve Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin yıldönümünde, işte ben yine "Ya Atatürk çıkıp gelse" yazımı yazıyorum:
Gazi, yanında silah arkadaşları, beyaz bir atın üzerinde Ahlatlıbel'den gözüktü, aşağıdaki Ankara'ya bakıp İsmet Paşa'ya sordu:
"Yanlışlıkla Meksiko City'e inmiş olmayalım Paşa, bu ne?.."
"Angara..."
"Şu dumandan ucu gözüken ne?.."
"Atakule..."
"Vatanı beton ile örtmüşler, kulenin ucu açıkta kalmış demek... Peki bu kendi etrafında dönüp duran efendi, oynamayı unutmuş Ankara seymeni midir?.."
"Hayır Gazi Hazretleri, o Başvekil Tayyip Bey..."
Gazi Başvekil'e dönerek:
"Söyle bakalım Başvekil, bu her taraftaki delikler ne, düşmanın top ateşine karşı müdafaa hattı mıdır?..."
"Altgeçit Atam..."
"Bu soba borusu nevinden havadakiler ne?.."
"Üstgeçit..."
"Peki, muasır medeniyet seviyesine geçit temin edilmiş midir?.."
"Hedef buyurduğunuz istikamette hayırlara vesile olacak şekilde ilerleme sağlanmış, şükürler olsun ki dış itibarımız son yetmiş yılın en yüksek noktasına yükselmiş, Allah'ın izni ile yabancı sermaye bilhassa bankacılık, turizm, sanayi, haberleşme, ulaşım, konut alanlarına akın etmişlerdir..."
Gazi, İsmet Paşa'ya eğilerek:
"Biz Büyük Taarruz'da akını püskürttük, demek ki dönüp öte yandan gelmişler..."
Ata, kırbacı ile işaret ederek:
"Şu cüz hocası kılıklının elindeki flama ne, Suudi Kralı da mı bizi karşılamaya gelmiştir?..."
"Hayır, o Büyükşehir Belediye Başkanı, elindeki de Ankara'nın amblemi Gazi Hasretleri..."
At binemedikleri için bir at arabasının içinde bekleyenleri göstererek sorar Gazi:
"Bunlar kim, hamamcı esnafı mı?..."
"Kabine üyeleri..."
"Mekteb-i Mülkiye'den midirler?.."
"Hayır Gazi Hasretleri, ekseriyet imam-hatip'ten..."
Gazi, kabine üyelerine "Memleketin durumu nedir?" diye sorduğunda, onlar hep bir ağızdan "Hamd olsun..." diye bağırırlar.
İsmet Paşa'nın kulağına eğilir Gazi:
"Hilafeti kaldırdık da laikliğe geçtik gibi aklımda yanlış kalmış demek ki..."
-
6 Ocak 2007
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Trafiğimiz biz gibidir...
TRAFİK düzenleri, toplumların aynasıdır.
Kadınlar yüksek topuklu ayakkabılarla ciplere biniyorlarsa yoğun görgüsüzlük ifadesidir.
Sol şeritten dalıp en öne geçmek yoğun yüzsüzlük, arabalardan yükselen dım-tıs sesleri yoğun ipsizlik, lüks arabaların önde gitme hakkı öküzlük işaretidir.
Tankların yola çıkma olasılığı varsa; hah... Demek ki militarizm orada egemendir.
Başbakan ve bakanların arabaları kırmızı ışıkta durmuyorsa ve onlar geçerken tali yollar kapatılıyorsa; demokrasi yok, varsa bile göstermelik demektir.
Siyah araba çokluğu devletçiliği, tamponlara yazılan yazılar kederciliği, kaldırımlara park beleşçiliği gösterir.
Trafik düzeni aynasıdır toplumun.
*
Ben trafik polisini görünce, ona biraz káğıt çıkartıp gösterme duygusuna kapılırım.
Zaten o da araçtan, sürücüden, yoldan, gidişten, gelişten çok káğıtlara bakmayı sever.
Kırtasiyeci devletin belirtisidir bu.
Çıkartırım káğıtlarımı:
Ruhsat, ehliyet, sigorta, vergi káğıtları...
Yetmedi park makbuzu, krikonun faturası, yangın söndürücünün garanti káğıdı, akü kullanma talimatnamesi, su-elektrik ödemeleri, evin tapusu, yatırılmamış möble taksitinin ihbarnamesi...
Yetmezse eklerim:
"Bakmak isterseniz, bu da var memur bey..."
"Bu ne?.."
"Eniştemden mektup..."
*
İşte tüm bunların toplamıdır bizim trafik...
Yollardaki kalitesizlik asfaltın çalındığını, emniyet kemeri takmamak "bize bir şey olmaz" inadını, ilk virajda 180 ile uçmak Osman'ın kendini kuş sandığını gösterir.
Dönüp bakın trafiğe; yeryüzünün en kötü, en düzensiz, en keşmekeş, en curcuna trafik düzenlerinden birisidir bizimkisi...
Tıpkı hukukumuz, tıpkı güvenliğimiz, tıpkı eğitimimiz, tıpkı gelir dağılımımız, tıpkı sağlık sistemimiz, tıpkı siyasetimiz, tıpkı demokrasimiz gibi...
Biz gibidir trafiğimiz.
Aynamız...
-
11 Ocak 2007
Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr
İstikrar...
BENCE bu istikrarı bozmayın.
İstikrar bir kez kaçtı mı, bir daha ele geçmez.
Nedir istikrar?
Allah başımızdan eksik etmesin, AKP iktidarıdır. Tabii ki onun da başı büyük devlet adamı Tayyip Erdoğan#8217;dır.
Ne getirir istikrar?..
Yabancı sermaye, sıcak para, euro, dolar, holdinglere bol kár...
*
Aslında istikrar sözcüğünün mucizesi, kendi içinde gizlidir.
İlk birbuçuk hece "isti..."dir. Bu "istemenin" Mardincesidir:
"Patron kar isti..."
O sonra gelen "..tik..." bildiğiniz "tik"tir.
Nasıl ki darbe dönemlerinde arkadaşların "paşam..." tiki tutarsa... Ya da nasıl ki Demirel döneminde arkadaşların "Baba..." tiki tuttuysa... Bu dönemde de "istikrar" tiki tutmuştur.
Aradaki hecelerde gizli "...ikrar" sözcüğü (itiraf) ise bizi yeniden ilk heceye götürür:
"İsti..."
En sondaki "ar"a gelince.
"Ar" arkada kalmıştır.
En son "ar" gelir.
*
Söyler misiniz; hangi istikrar?..
Türkiye#8217;de devlet hiç bu kadar paramparça olmamıştı.
Hükümet, Cumhurbaşkanı ile kavgalı. İktidar ile ülkenin ordusu hesaplaşıyor. Parlamento çoğunluğu, rejim ile dalaşta. Meclis Başkanı, Anayasa#8217;yı istemiyor.
Başbakan; her gün devlet politikalarını tekmeliyor.
Hiçbir lafı öbürünü tutmuyor ve her sözü bir başka sözünün tersi... Bu yüzden de devlet paramparça...
Ve MİT Müsteşarı, Türkiye Cumhuriyeti#8217;nin en önemli güvenlik kurumunun başındaki adam, açık ve net uyarıyor:
"Ulus devlet tehdit altında..."
Söyler misiniz; bunun neresinde "istikrar" var?..
Bu nasıl "istikrar"dır?..
*
Yok eğer istikrar; "Ulusal devletin tehdit altında olduğuna" bakmadan, holdinglerin kasasını doldurmaksa...
O var:
"İstikrar..."
İnsanları aptal yerine koymanın diğer adı gibi...
-
Re: Bekir Coşkun sayfası
Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr
http://www.hurriyet.com.tr/_yazarlar/images/2b.jpg
Futbolcu...
MAÇTA bir futbolcu yere düşüp ölümcül debelendiğinde telaşlanır, "Çocuk gitti..." derim.
O yerde adeta can çekişir.
İlkyardım ekibi sedye ile koşarak gelir.
Yerdeki oyuncunun artık futbol oynamak bir yana, asla bir daha ayakları üzerinde duramayacağına ve belki de biraz sonra yaşama gözlerini yumacağına ben de inanırım, siz de.
"Durup dururken bir yaşam söndü..." diye canım sıkılır...
Ama yerdeki, hakemin karşı oyuncuya ceza kartı gösterip göstermediğini, belki de penaltı verip vermediğini parmak arasından kontrol ettikten sonra, bir anda dimdik ayaktadır...
Ve birazdan başkasına tekme atmak üzere yerinden fırlar...
*
Başbakan futbolcudur.
Futbolcuların abartılı düşme, kalkma, sakatlanma, sevinç, tepki, hiddet gösterileri Başbakan’da vardır.
Ama artık bizler biliriz.
Diyelim ki o hakeme bağırdığında, aslında topa ayağı yerine eliyle müdahale ettiğini anlarız.
Ya da topa kafayla çıkıp, top yerine arkadaşına kafayı geçirdiğinde, burkulma numarası yapmasını bekleriz.
Futbolcudur...
(........)
Türkiye’nin tüm dış politikaları bir bir iflas ediyor.
Her yerde kaybediyor Türkiye; AB’de, Kıbrıs’ta, Ortadoğu’da, Ermeni meselesinde, Kuzey Irak’ta...
Kerkük’e 600 bin Kürt yerleştirdiler.
Türkmenler her gün biraz daha yok ediliyorlar. Daha önceki gün uçurulan Türkmen karakolunda 32 kişi öldü, yüzlerce yaralı var.
ABD, peşmergelerin bu yok ediş planını destekliyor, gazetelerde okuyorsunuzdur.
Oysa Türkiye’nin "Ben de İncirlik Üssü’nü kapatıyorum" demesinin bile yaratacağı bomba etkisini bir düşünün.
Ama ne yapacaksınız...
Bu arkadaşlar ABD’nin eteğine yapışmışken, Başbakan’ın "Sabrımızı taşırmayın" gibi serti çıkışları ne peki?..
Futbolcu numarası:
Rol...Yapmacık...
Kandırmaca...
Show...
-
Re: Bekir Coşkun sayfası
9 Şubat 2007 http://www.hurriyet.com.tr/images/siyah_ok.jpg
bcoskun@hurriyet.com.tr
Derin devleti gördüm...
"DERİN devlet" aslında yok.
Niçin?..
Çünkü olmayan devletin "derin"i olamaz.
Kaybolmasın diye devlet dairelerindeki masalara-dolaplara fırçayla numaralar yazıp, masaları-dolapları uzun uzun demirbaş listelerine özenle kaydedip, birer kopyasını Başbakanlığa gönderen, sonra 72 tane gölünü kaybeden devletin "derini" olmaz.
"Derin devlet" ciddi devletin, asla ulaşılmaz, gizli ve illegal organizasyonudur.
Bütün istihbaratçılarının mahallede diyelim ki "MİT’çi Ahmet Abi" diye çağırıldığı devletin "derini" de olmaz.
Pekiiii...
Kapkaççılarla başa çıkamayan devletin "derini" olur mu?..
Ya da; Ceylanpınar’da dereye düşmüş kamyonun üzerinde bekleyen insanları akşama kadar kenara alamayan devletin "derin"i?..
*
"Derin devlet", devlete çöreklenmiş kimi başıbozuk takımının, kendi aralarında kurdukları suç örgütlerine bir "kutsiyet maskesi" uydurmalarıdır bizde.
Söyler misiniz; vatandaşlarının sayısını bilmeyen, insanları eve kapatıp ama nüfus sayımını yapamayan ve şu anda nüfusu belli olmayan devletin "derini" nasıl olur?..
"Toplumu kin ve düşmanlığa" sürüklediği için hapse atılan "sakıncalı ve tehlikeli" birisini oradan çıkartıp Başbakan yapan... Şimdi ise onun "istikrarına" muhtaç devletin "derini" olabilir mi?..
*
Bizim "derin devlet" genelde düğünlere gidip oynamaktadır.
"Derin devlet" ilişkilerinin kanıtı bu nedenle düğün fotoğraflarıdır çok zaman... Ki siz daha çok "derin devleti" elleri havada oynarken görürsünüz.
Bizim "derin devletimiz" budur.
Dink cinayetinde cinayeti işleyenlerin üç katı kadar kendi personelini yakalamış devletin "derin"liğidir bu.
Ve gerçek "derin devlet" olmadığı için, ortalık bu "derin devlete" kalmıştır.
Aslında bunların adının "resmi mafya" olması gerekir, ama biz "derin devlet" diyoruz.
Ben "derin devleti" gördüm.
Siz de görebilirsiniz.
Müteahhit bürolarında, kumarhanelerde, otel köşelerinde, düğünlerde bir yerdedir.
"Derin devlet"imiz bize göredir.
-
Re: Bekir Coşkun sayfası
Gaspçı...
KORKAK aslında.
Kapıyı kurcalıyor.
Tam açıp içeri gireceği sırada korkup geri çekiliyor.
Bu sefer pencereyi deniyor, kurcalıyor, açıyor ve kafasını içeri uzatıyor uzatmasına...
Ama ürküp geri adım atıyor.
Bacaya çıkıyor bu sefer...
*
Bir zihniyet bu.
"Taksim'e cami yapıyoruz" diyor.
Kurcalıyor, kapıyı aralıyor, tam adım attı-atacak...
Gerisin geriye vazgeçiyor.
"İçki yasak" diyor.
Kapıları zorluyor.
Adım atıyor atmasına...
Ürküp geri çekiliyor.
"İmam-hatipler vali-kaymakam olsun" diyor.
Zorluyor kapıları.
Adımını attı-atacak...
Tüyüyor.
"Piyerloti Tepesi'nin adını Eyüp Sultan Tepesi olarak değiştiriyoruz" diye tutturuyor.
Kurcalıyor.
Açıyor kapıyı, ama kaçıyor.
"Laiklik ilkesi değişsin" istiyor.
Çerçeveyi, menteşeyi kırıyor.
Tam adım atacak...
Yine vınnn...
*
Böyle yüzlerce girişimle içeri girip laik cumhuriyet rejiminin neyi var, neyi yok yürütmek istiyor.
Kapıları kurcalıyor.
Anahtarı, menteşeleri, sürgüleri zorluyor.
Açıyor da...
Ama korkup geri adım atıyor.
Bu sefer koşuyor pencereye...
Kurcalayıp duruyor.
İçeri adım attı-atacak...
Çıkıyor bacaya...
Kapıdan, pencereden ya da bacadan girip, tarumar etmek, el koymak, dağıtmak amacı.
Neyse ki korkak...
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr