Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
Ahmet Turan Yıldırım rumuzlu üyeden alıntı
Türkiye Cumhuriyetinin başbakanına RTE şeklinde saygısızca hitap edilmesini kınıyorum.
Ne bu kin bu nefret..
yazık..
Bende sizi kınıyorum. Hemde bir kere değil üç kere....
1. Sizi okuyanda Türkiye Cumhuriyetinin halihazır başbakanıza RTE diyen bir benim sanacak. Medya görsel yazılı tüm basın hatta AKP nin kendi sitesinde ki haberlerde bile bu RTE diye geçmekte... RTE nin saygısızlık olarak algılanan düşüncenizi kınıyorum. Bu ülkenin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK bile M. K. ATATÜRK diye bazı yerlerde ise ( Gerçekten suç olmasına rağmen ) sadece Mustafa Kemal ( ATATÜRK yazmaktan korkuyorlar mı nedir ?) diye geçmekteyken onun tırnağı bile olamayacak bir zata ismini baş harfleriyle yazmak neden saygısızlık olsun ? Saygı bu kadar ucuz mu? Kaldıki iştigal ettiği makama gerekli saygıyı göstermekteyim. Kendisine saygı duymam gereksiz...
2. Kin ile nefreti birbirinize karıştırmanızı kınıyorum. Ögkelenmek birisinden nefret etmek ayrıdır. İlkel bir duygu olan kin aynıdır. Asla kin gütmüyorum RTE ye Ama çok öfkeliyim nefret doluyum. Nedenini Türkiyenin hali hazır durumu açıklamaktadır. Tabiii baktığını anlayan anladığını yorumlayabilen öngürü sahiplerinedir sözüm... Bakıp bakıp toz pembe gibi görenlere diyecek sözümüz yok...
3. Bu foruma özellikle bu foruma bu ipe sapa gelmez kınama yazınız yüzünden sizi bin kere kınıyorum. Burada RTE bir aksesuar başka bir şey değil. Bu forum bir destanın bir kahramanlık öyküsünün kısaca mizansen edildiği bir forum. Okumadığınızı sanıyorum Okuduysanızda bunu yazdıysanız çok vahim vah benim Türkiyem boyutu olur. Hiç okumadan anlamadan ne ki bu forum demeden en önemsiz yeri yazmak nasıl bir düşüncenin ürünüdür anlamakta zorluk çekiyorum. Siz anladınız demek istediğimi...
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
baştan sona soluksuz okudum elinize sağlık çok güzel olmuş
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
commodore1tr rumuzlu üyeden alıntı
Bende sizi kınıyorum. Hemde bir kere değil üç kere....
1. Sizi okuyanda Türkiye Cumhuriyetinin halihazır başbakanıza RTE diyen bir benim sanacak. Medya görsel yazılı tüm basın hatta AKP nin kendi sitesinde ki haberlerde bile bu RTE diye geçmekte... RTE nin saygısızlık olarak algılanan düşüncenizi kınıyorum. Bu ülkenin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK bile M. K. ATATÜRK diye bazı yerlerde ise ( Gerçekten suç olmasına rağmen ) sadece Mustafa Kemal ( ATATÜRK yazmaktan korkuyorlar mı nedir ?) diye geçmekteyken onun tırnağı bile olamayacak bir zata ismini baş harfleriyle yazmak neden saygısızlık olsun ? Saygı bu kadar ucuz mu? Kaldıki iştigal ettiği makama gerekli saygıyı göstermekteyim. Kendisine saygı duymam gereksiz...
2. Kin ile nefreti birbirinize karıştırmanızı kınıyorum. Ögkelenmek birisinden nefret etmek ayrıdır. İlkel bir duygu olan kin aynıdır. Asla kin gütmüyorum RTE ye Ama çok öfkeliyim nefret doluyum. Nedenini Türkiyenin hali hazır durumu açıklamaktadır. Tabiii baktığını anlayan anladığını yorumlayabilen öngürü sahiplerinedir sözüm... Bakıp bakıp toz pembe gibi görenlere diyecek sözümüz yok...
3. Bu foruma özellikle bu foruma bu ipe sapa gelmez kınama yazınız yüzünden sizi bin kere kınıyorum. Burada RTE bir aksesuar başka bir şey değil. Bu forum bir destanın bir kahramanlık öyküsünün kısaca mizansen edildiği bir forum. Okumadığınızı sanıyorum Okuduysanızda bunu yazdıysanız çok vahim vah benim Türkiyem boyutu olur. Hiç okumadan anlamadan ne ki bu forum demeden en önemsiz yeri yazmak nasıl bir düşüncenin ürünüdür anlamakta zorluk çekiyorum. Siz anladınız demek istediğimi...
Sakin olun önce.
gözünüzü bürüyen kin ve nefretten arının.
ondan sonra konuşun burası konuşan Türkiye.
Ancak kin ve nefret kalbinizi öyle doldurmuşki ne kadar yazsam da sanırım boşuna.
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
Ökkeş Kadri BAÇKIR rumuzlu üyeden alıntı
Yazınızı ilgiyle okudum.Türk Tarihinin bilinmeyenlerine ışık tutuyor. Çanakkale geçilmez sözünü altın harflerle tarihe kazıyan bu kahramanın 1939 yılında zatürreden öldüğü zaman çalıştıgı, o fabrikanın sahibi olan kişi( kişiler) acaba o yıllarda acaba neredeydi. Bence araştırılması gereken en önemli konulardan biride bu olsa gerek. Kanaatim odurki dönemin varlıklı aileleri suya sabuna dokunmayanlardan oluşuyordu genellikle. Saygılarımla. Ökkeş Kadri BAÇKIR. Emekli Assubay.
Sayın comodore1tr ,
sordugum şu soruya cevap arayalım lütfen. Çünki Türk tarihi ve bu günki gidişat için çok önemli bence.
Saygılarımla.
Ökkeş Kadri BAÇKIR
E.Hv.Assubay
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sayın Ahmet Turan Yıldırım ;
Konuşan Türkiye'nin konuşan insanı olmak istemenizi saygıyla karşılıyorum. Ama önce konuşulanı dinlemek anlamak gerekir aynı şekilde yazılanıda. Profilinize göre bu iki yetiyede sahip olmanız gerekir.
Yeni bir forum açabilirdiniz, AKP ve RTE ile ilgili yazılı forumlara yazabilirdiniz, düşüncelerinize katılmasamda asla yanıt dahi vermezdim. Benim ilgi alanım değil çünkü yazdıklarınız.
Size söylediğim ve ANLAMANIZI umduğum şuydu. Bu forum Çanakkale Savaşının destanlaşan bir kahramanının anlatıldığı ve bizim bazı değerlerimizin ele alındığı bir forumdu. RTE bura da aksesuardı önemi olmayan bir aksesuar O sadece Hurafelere inanan hurafeleri gerçek diye halkı yutturmaya çalışan bilgisi ve türkçesi az bir kişiliği temsil ediyor burada olsada olur olmasada.. Bu forumu bu tartışmayla kirletmeyin demiştim. Ama görüyorum ki anlama zorluğu içerisindesiniz...
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
Ökkeş Kadri BAÇKIR rumuzlu üyeden alıntı
Sayın comodore1tr ,
sordugum şu soruya cevap arayalım lütfen. Çünki Türk tarihi ve bu günki gidişat için çok önemli bence.
Saygılarımla.
Ökkeş Kadri BAÇKIR
E.Hv.Assubay
Sayın Ökkeş Kadri Baçkır ;
Havran daki zeytinyağı fabrikasının sahiplerini bilemem ama tahminim var. Burada yazarsam çok siyasi bir yanıt olur ki oda bize yakışmaz. Aslında sizde bende bir çok kişide neyin ne olduğunu biliyor.
Bugün İstanbul'un gözde yerlerinin sahiplerinin 14-18 deki 1. dünya ve peşinden gelen İstiklal Savaşında suya sabuna dokunmayan ama bu savaş sırasında duyulan gıda ve erzak ihtiyacından zengin olan tipler olduğu yalan değil. Yalan olan onların bunu ne olduğu belli olmayan bir takım tarihi vesikalarını duvara asarak saklamaları ve dedelerinin dedelerinin bir şeyler olduğunu söylemeleridir. Günümüze de bakarsanız bazı şeylerin aynı olduğunu üzülerek görmekteyiz.
Seyid Onbaşı hiç bir zaman hakettiği gibi yaşayamamıştır. Bilinen odur ki fakir ve zor bir hayatı olmuştur. Ormancılık ve ziraatla uğraşmış muhtemelen ormancılıkta kaptığı soğuk algınlığı yüzünden zatürre kapmıştır. Aslında çalıştığı fabrikada işine son vermek istemiş hatta vermiştir de bir iki kez.
1930 lu yılların ikinci yarısında neredeyse kimse kendisini tanımaz olmuştur. Aslında benim tüm yazılarımın ardında yatan gerçekte bu bizim ahde vefa duygumuzun olmadığının açıkça belirtilmesidir. Ama söze gelince baştan büyüklerimiz olmak üzere mangalda kül bırakmayız. İstiklal savaşımızın son gazisini burada anlatmam ve kıyaslamam ondandır.
Farkında mısınız ? Daha doğrusu farkındamıyız bilmiyorum ama elimizde bir Mustafa Kemal ATATÜRK kalmıştır. Onuda yok etmek için büyük bir savaş vardır. Bu savaştan bizlerin galip çıkması için ipe sapa gelmez tartışmaları bir kenara koymamız gerekmektedir. Her bölünme onlara yaramaktadır. Tarihimiz yok edildiği gibi geleceğimiz çalınmaktadır.
Seyid onbaşıdan bize kalan bir o temsili resim birde doğru anlatılması durumunda harika bir destan kalmıştır. Öz kızı Ayşe YIKAR nine 2007 Ekim ayında hasta yatağında 98 yaşında vefat etmiştir. Belki tek teselli Devlet Ayşe Yıkar'a 65 yaş üstü maaşı bağlamış ve sağlığıyla yakından ilgilenmiştir.
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Çanakkale ile ilgili bir mizahi hikaye de aşağıdadır. Mizah mı yoksa kara mizah mı bilemem. Çanakkale'yi gezmeye gelen avukatların türbanlı eşlerini "Çanakkale geçilmez" diyerek durduğuna göre, kendisini siperdeki asker, karşısındakileri de "düşman" sanan bir rektörle de bu şekilde tanışmış olduk. Yazık, rektör olmuş ama, ...
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=687743
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sayın Bilgili,
Söz konusu haberde pansiyon olarak anılan konaklama tesisi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Dardonos Yerleşkesinin ortasında yer almaktadır. Söz konusu yerleşke sosyal tesislerin yanısıra Ziraat Fakültesi başta olmak üzere uygulamalı dersler için ortak kullanım alanı olan bir yerleşkedir. Yani orası okuldur. Üniversitenin sosyal tesisleri halka açık olamakla birlikte, "avukat" kimliği taşıyan vatandaşlarımızın üniversite yerleşkelerine türbanla girilmediğini, bununla ilgili yasal süreçleri bilmediğini rektörlere yasal olmayan emirler yağdıran YÖK başkanın dahi YÖK yerleşkesine türbanlıları almadığını bilmiyor olması mümkün müdür? Güzelyalıya 5 km. Çanakkale ye 10 km. uzakta olan meskün mahal dışı yerleşke kapısında gece yarısı 1:00 da hazır bulanan Zaman gazetesi muhabirini tebrik etmeden geçemeyeceğim bu arada.
Haberi kınıyorum. Araştırıp soruşturmadan buraya taşıdığınız haberin benzerleri heryerde tüm rektörler ve hatta üniversitede çalışan herkesi içine alacak şekilde yayılmaktadır.
Bilmem farkındamısınız ama öğretim üyeleri artık akademik kimliklerini cüzdanlarının iç gözlerine saklıyor. Üniversitelerinin yerleşke girişlerine kimlik işlevi gören amblemli pullarını araçlarından söküyor. Anayasaya sadakatin suç(!) olduğu bir ülkede akademisyen olmak hakikaten zor iş.
Saygılar.
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sayın gecem1970;
Haber mahalline yakın olmanız nedeniyle sizden yanıt geleceğini tahmin etmiştim.
Konuya gelince..
"Zaman" gazetesinin o saatte orada hazır olup olmamasının bir önemi yok. Gazetecinin bir şekilde olaydan haberdar olması ve bunu kamuoyuna aktarması onun görevidir. Basın olmasaydı bizim bir çok yolsuzluktan, kanunsuzluktan haberimiz olmazdı. Basının olmadığı yerde "kamu oyu denetimi" denilen önemli mekanizma işlemezdi. Bu nedenle Zaman gazetesinin muhabirinin orada hazır olmasına şaşmamak lazım.
Biliyorsunuz ben daha önce de defalarca üniversite öğrencilerinin kılık kıyafetine müdahale edilmememsi gerektiği görüşünde olduğumu yazdım. Mevcut iktidarın bu konudaki anayasa değişikliği konusunda da yanlış hareket ettiği kanısındayım. Laiklik konusunda hassas olan kesimlere güvence vermedeğini ve bu güvenceyi vermek gerektiğini de zaman zaman ifade ettim. Örneğin, üniverssitelere serbestlik getirirken, ilk ve orta öğretimde bu serbestliğin olamayacağını, ayrıca kamu görevlilerinin görev anında türbanlı olamayacağını kesin bir ifade ile aynı değişiklik içine alabilirlerdi, yapmadılar. Bu da onların samimiyetini kuşkulu hale getirmektedir.
Ancak, somut olayda konu üniversite öğrencileri değil, benim gazete haberinden anladığım kadarı ile; üniversitenin halka açık sosyal tesislerindeki konaklama yeri.. Şayet bu yer halka açık değilse gazete haberinin yanlış olduğunu kabul etmek gerekir ve benim de yazdıklarımdan dolayı özür dilemem gerekir. Ama burası halka açık olmasaydı, dışarıdan kişilerin burada kalmak ve rezervasyon yapmaları da girişimleri de olmazdı. Halka açık bu yerin üniversite yerleşkesinin içinde olması ya da tamamen bir başka yerede olmasının bir önemi bence yok. Halka açıksa ve bu insanlar önceden de rezervasyon yapmışsa, bu ayrımcılık size mantıklı geliyor mu? Bu durum bazı insanları rencide etmek anlamına gelmez mi? Zencilerle aynı otobüste aynı okulda olmak istemeyen beyazların ayrımcılığına benzemiyor mu? Bunları aşmak gerekmez mi? Sizin mantığınıza göre, orada öğrenci olan evladını ziyaret için dahi türbanlı bir annenin bu yerleşkeye girmemesi gerekiyor. Bu ne kadar insani? ne kadar yasal? Yasaları bu kadar dar ve yasakçı yorumlamakla bu konu çözülür mü?
Saygılar..
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sayın Bilgili,
Bu forum üniversitede türbanın tartışıldığı bir forum değil. Onu başka forumlarda tartışmış, uzlaşmazlıkta uzlaşmıştık. Kamu görevlisinin görevinin kuralları tartışmak değil uygulamak olduğunu yasayı yorumlayanın rektör olmadığı, yönetmelik ve yönergelerin onun tarafından yapılmadığını, yökten geln yazıların açık olduğunu anlatmaya çalışsam, anlatsam anlatsam... Biliyorumki faydasız.
Hele yabancı her kadına nataşa dendiği için barış elçilerinin tecavüz edilip öldürüldüğünü, "avukatın işgüzarlığı" lafının icraya giden avukatın ölümüne neden olduğunu gayet iyi bilen birinin aşağıdaki cümlesinin üstüne benim sözüm zaten olamaz.
"kendisini siperdeki asker, karşısındakileri de "düşman" sanan bir rektörle de bu şekilde tanışmış olduk. Yazık, rektör olmuş ama, "
Hatta daha iyisini ben yapayım.
Bizler din iman düşmanı, devletin malını kendinin sanan, çalıp çırpmaktan ötesini bilmeyen, laftan başka bir şey üretmeyen, evlatlarınızın düşmanı, kendini bir şey sanan, dayı amca sayesine buralara doluşmuş bir grup meczupuz. Ne baş nede ayakız. Kimsenin sesi çıkmaz korkmayın. Hadi durmayın. Vurun kahpelere...
Saygılar...