Re: Ilımlı İslam Modeli - Türkiye ve Malezya
Konuyla çok ilgili bir inceleme Milliyet gazetesi yazarı Ece Temelkuran tarafından bugün yazılmaya başladı. Ece Temelkuran bizzat Malezyaya giderek ordaki gördüklerini yazıyor. İlginizi çekebileceğini düşündüm.
Ramazanda çocuğa yemek ve para yok
'Ilımlı İslam'ın merkezi Malezya'daki uygulamalar, 'siyasal İslam'ın 'kişisel tercih' savunmasının ne kadar 'kişisel' olduğunu ortaya koyuyor. Zoraki olarak aç kalan ilkokul çocukları bunun tipik örneği: Ramazanda okulda yemek molası verilmiyor, kantin kapalı tutuluyor ama oruç tutmamak serbest!
"Burada kadınlar başörtüsünü bağlamayı yeni öğreniyor. Ben profesyonel olarak onlara yardımcı oluyorum."
Kuala Lumpur'un merkezindeki Petronas alışveriş merkezinin tam ortasında tezgâhtar Muhammed, türbanın nasıl bağlanacağını benim üzerimde gösterirken böyle diyor. "Ama, Türkiye'de erkekler tesettürlü kadınlara böyle dokunmaz" dememe aldırmadan artistik başörtüsü bağlama gösterisine devam ediyor:
"Malezya kadınları henüz Türkler kadar iyi bağlayamıyor başını. Biz sizden yeni öğreniyoruz."
Alışveriş merkezinde dükkânları bulunan Gucci'yi, Dolce Gabbana'yı, Louis Vuitton'u unutup Muhammed'in maharetini kapmak için dikkatle izleyen açık ya da kapalı kadınlara ve en önemlisi sokaklarda satılan başörtülerinin çoğunun Türkiye'den ithal edilmesine bakılırsa o meşhur "Türkiye Malezya olur mu?" sorusunu belki de tersine çevirmek gerekiyor:
"Acaba Malezya bir gün Türkiye olur mu?"
Beş benzemez!
Bugünlerde Kuala Lumpur bol miktarda telaşlı Türk gazetecisiyle tanışıyor. Türk basınının aniden bastıran "Kuala Lumpur çıkarması"nın gerekçesi belli:
Türkiye'deki yükselen siyasal İslamın izlerini Malezya'da aramak.
Oysa, Malezya ne geçmişiyle ne siyasi ve toplumsal yapısıyla Türkiye ile hiçbir benzerlik göstermiyor. Ülkenin eski İngiliz sömürgesi olması ve İslamın sömürge karşıtı hareketle derin bağları bir yana, sermayeyi elinde tutan Çinliler nüfusun yaklaşık yüzde 30'unu oluşturuyor. Hindular ve bir sürü yerli etnik grubu çıkarırsanız Malezya nüfusunun sadece yüzde 60'ı Malay. Malay olmak demek ise anayasaya göre otomatik olarak Müslüman olmak demek ve bu yeni bir şey değil.
Malaylar zengin Çinlilere karşı verdikleri var olma mücadelesinde kimliklerine sahip çıkmak için de siyasal İslamı kullanıyor. Ama bu mücadele Türkiye'deki gibi "varoş-merkez" mücadelesi değil. Malezya'da İslam varoşlardan merkeze doğru yükselmiyor.
Bilakis siyasal İslam, önceki dönemde Müslümanlara tanınan pozitif ayrımcı olanaklar yüzünden sınıf atlayıp orta sınıf olmuş Malaylar sayesinde yaygınlaşıyor. Burada yoksulluk ve varoş daha ziyade Hindularla ilgili başka bir mesele.
İslam milli mutabakat değil
Üstelik bu etnik çeşitliliği oluşturan Malezyalılar "Çamurlu Kavşak" anlamına gelen Kuala Lumpur şehrinde sadece son elli yıldır bağımsız bir ülkenin vatandaşları olarak yaşıyor. 50 yaşındaki genç ülkenin en büyük derdi, siyasal İslamın tırmanışıyla iyice bulanan bu "çamurlu kavşağı" bir arada tutabilmek. Yani Malezya'da siyasal İslam, Türkiye'deki gibi farklı etnik gruplar arasındaki "milli bağları" kuvvetlendiren değil, tam tersine tahrip eden bir gelişme. Zaten bu yüzden yeni kutlanan yıldönümünün dev reklam panoları hiç durmadan karşınıza çıkıyor:
"Tek kanun! Tek kader!"
Ticari reklam panolarında, televizyon dizilerinde de "başörtülü ve mini etekli kadın barışı" fotoğrafı aynı nedenle gösterilip duruluyor. Neredeyse burnunuza dayanırcasına... Diğer bir önemli fark ise...
Station Cafe'nin garsonları "İngiliz de olsa, Çinli de olsa bütün lokantalar denetimden geçip bu amblemi asmak zorunda diyor." Dükkânın girişindeki devlet tarafından verilen "halal" (helal) amblemini gösteriyorlar.
İngiliz de, Çinli de 'helal!'
Devlet memuru kadın üniformalarına ve bu "halal" amblemine bakınca anlıyorsunuz ki Türkiye'deki "kamusal/özel alan" tartışması Malezya'da tam tersine işliyor. Yani kamusal alanda Malay bir kadın memur üniformasının parçası olarak başörtüsü takar ama işten çıkınca da başını açıp yaşayabilir.
Siyasal İslamın dönüşü yok
Gelgelelim, iki ülke arasında bu kadar çok fark olmasına rağmen Malezya'yı mutlaka izlememizi gerektiren şey, İslami hareketin tıpkı Türkiye'dekine benzeyen "tırmanma" biçimi. Bu tırmanış, siyasal İslamın yükselişe geçtiği diğer bütün yerlerdeki gibi (bir entelektüelin deyişiyle) "sıkılmış diş macununa" benziyor; yani geri dönüşü yok.
Türkiye ile Malezya arasındaki çok önemli bir başka benzerlik de laikliği savunan kesimin içine sokulduğu cendere. Aynı Türkiye'deki gibi onlar da "demokratik olmamakla", "insanların kişisel seçimlerine saygı göstermemekle" suçlanıyorlar. Ama Malezya'da bir ilkokula bakınca bu kişisel seçimlerin ne kadar kişisel olduğunu soruyor insan kendine. Okul dışında başörtüsünü çıkarması "serbest" olan çocuklara bakınca...
Tropik tesettür!
Malezya'ya topyekûn şeriatın gelmesinin önündeki engellerin hepsi yıkılsa bile bir tek engel fena halde yolu tıkıyor:
Yüzde 90 nem oranı ve hiç serinlemeyen tropikal iklim.
Bu yüzden yeni yeni kapanan kadınlar kısa kollu tişörtlerle ya da göbeği açık bluzlarla geziyor.
Onlar tesettürü yeni öğreniyor, Kuala Lumpur sokakları da başörtülü kadınları...
'5 yaşında oruç talimine başlatırız'
"Mideleri ağrıdığı için ağlarlar ama bir Müslümanın orucu erken yaşta öğrenmesi gerekir. Biz beş yaşında başlatırız denemeye. Çok ağlarlarsa uyuturuz ki, iftara kadar bekleyebilsinler."
10 yaşındaki kız ikizlerin babası Hacı Ali, okul çıkışında çocuklarını beklerken ramazan ayının gereklerini neşeyle anlatıyor. Bütün dükkânların kapalı olduğunu ve çocuklarının ramazan boyunca okulda hiçbir şey yiyemediklerini...
Ya acıkırlarsa? Çok acıkırlarsa? Okulun kantininden bir şey alamazlar mı?
"Alamazlar, çünkü para vermeyiz ramazanda."
Malayların gittiği ilkokulun tesettür üniformasıyla 7-12 yaşlarındaki çocuklar çıkıyorlar okuldan. Bu çocukların hepsi mi aç peki? Yoksa ikizlerin babası mı biraz "katı?"
"Evet" diyor okulun müdürü, "Ramazan boyunca yemek aralarını kaldırıyoruz ve kantini kapalı tutuyoruz."
Kötü İngilizcesinden dolayı yanlış anladığımı sanıyorum, ama sonra genç kadın müdür yardımcısı tekrar ediyor:
"Evet, yemek yemiyor çocuklar. Sabah 07.00'den öğlen 13.00'e kadar. Ayrıca zaten ramazan ayında bütün sosyal etkinliklere de ara veriliyor."
Ama bu kadar mecburiyet?
"Hiçbir şey mecburi değil" diyor müdür.
Başörtüsü de okul kapısının dışında "çıkarılabiliyormuş" mesela. Ama okulun çıkışında bir iki kız haricinde kimse çıkarmıyor örtüsünü. Küçükler biraz çekiştirerek derhal okuldan sıvışmaya bakıyorlar ama daha büyükler Türkiye'dekine çok benzer şeyler söylüyorlar:
"Biz bu örtüyü kendi istediğimiz için takıyoruz."
Aldıkları İngilizce dersleri sayesinde meramlarını çok düzgün anlatıyorlar:
"Bu bizim kişisel seçimimiz!"
'Korkunç Malezya' nerede?
Türkiye'deki Malezya merakı ya da "korkusu", Amerikalı diplomat Richard Holbrooke'un Türkiye ve Malezya'yı "ılımlı İslamın" örnek ülkeleri olarak göstermesiyle başladı. Türk basınında çıkan haberler de bu korkuyu destekledi. Oysa "Malezya'da oruç tutmayana para cezası kesiliyor" gibi haberler 13 eyaletten oluşan Malezya'nın sadece iki eyaletiyle ilgili.
Her biri yasal düzeni ve toplumsal hayatı bakımından birbirinden farklı olan eyaletler içinde Kuala Lumpur'un bulunduğu Selangor eyaleti bu siyasal İslam hareketinden en az etkileneni. Malum şeriat haberlerin geldiği iki eyalet ise zaten tarihsel olarak tutucu.
Bu kadar etnik ve dini farklılığı bir arada tutmak için ülkenin kuruluşuyla birlikte kurulan Birleşik Malay Ulusal Örgütü (UMNO) partisi hâlâ en güçlü siyasi hareket. Ülkedeki siyasal İslamın baş aktörü olan Malezya İslamcı Partisi (PAS) ise iktidara çok yakın olmakla birlikte henüz AKP kadar "ılımlı" olduğunu kanıtlayamamış durumda. Parti liderlerinin esnek olmayan şeriat yorumu ve "İslam polisi olsun" gibi önerileri, geleneksel olarak esnek olan Malay halkını bir süre daha tedirgin edeceğe benziyor.
Re: Ilımlı İslam Modeli - Türkiye ve Malezya
Sayın commodore1tr, sayın T. Evren;
Yazdıklarınızı dikkatle, ibretle ve üzülerek okudum. Gerçekten de bazı yazarlara gönderilen iğrenç mesajların bizim tarafımızdan kabul edilebilir bir tarafı yok.
Konunun medenice tartışılması başka şey, küfür ve hakaret başka şey. Biz bu yazarların görüşlerine katılmasak da onlara yapılan hakaret kendimize yapılmış kadar bizi üzer. Ne yazık ki, bu iğrenç üslup toplumda çok yaygın. Bu tür üslup aslında "karşı mahalle" sakinlerinde de var. Hatta belki hatırlayacaksınız, bir başka forumda Elif Şafak'la ilgili olarak da bazılarının hakaret ve küfürlü söylemlerine değinmiştim. Bunu söylerken sakın, bu iğrençlikleri karşı tarafla dengelemeye çalıştığımı zannetmeyin. Kimden gelirse gelsin, bu yanlıştır, savunulamaz. Liberal özgürlükleri içine sindirememiş insanlardan ne yazık ki bu tür dengesizlikler gelmektedir.
Türkiye'nin Malezya olup olmayacağı konusunda bugünkü gazetelerde yazılar, röportajlar var. Sayın ilkine Ece Temelkuran'ın yazısından alıntı da yapmış. Bu konu şu anda yoğun şekilde tartışılıyor. Ben daha önce Türkiye'nin İran olmayacağını yazmıştım, şimdi de Malezya olmayacağı konusunda görüşümü muhafaza ediyorum.
Ama, şunu hiç bir şekilde inkar etmiyorum. İslamcı kesimdeki (hepsini kastetmiyorum) hoşgörüsüzlük kendi yazarları olan Ayşe Böhürler'e dahi "sürtük" demelerine kadar uzandı. Bu hoşgörüsüzlüğü yaygınlaştırırlarsa kendileri kaybedecektir. Biz liberaller, konuya hep özgürlükler açısından bakıyoruz ve din, ibadet, türban gibi konularda liberal özgürlükler açısından kendilerine hep destek verdik. Bu destek, kayıtsız şartsız bir destek değildir ve topluma zarar verdiği noktada, başkalarının özgürlüğünü kısıtlamaya kalkıştıkları noktada kesilecek bir destektir.
Laik kesimdeki tedirginliği anlıyorum ve anlayışla karşılıyorum. BU hükümetin yapması gereken en önemli şeylerden birisi, bu tedirgin kesime güven vermek olmalıdır.
Selam ve saygılar.
Re: Ilımlı İslam Modeli - Türkiye ve Malezya
Nasıl güven verecek?
22 Temmuz akşamı Başbakan'ın bence makul konuşmasının üzerinden henüz 2 ay geçti. Cumhurbaşkanlığı seçimi başta olmak üzere siz güven veren bir hareket sezdiniz mi?
İnşallah diyorum, hem ülkemiz, hem insanımız, hem de yakın tarihten ders almış olmasını dilediğim politikacılarımız için...
Selamlar,
Re: Ilımlı İslam Modeli - Türkiye ve Malezya
Alıntı:
Av.Abbas Bilgili rumuzlu üyeden alıntı
Biz liberaller, konuya hep özgürlükler açısından bakıyoruz ve din, ibadet, türban gibi konularda liberal özgürlükler açısından kendilerine hep destek verdik. Bu destek, kayıtsız şartsız bir destek değildir ve topluma zarar verdiği noktada, başkalarının özgürlüğünü kısıtlamaya kalkıştıkları noktada kesilecek bir destektir.
Sayın Bilgili,
Yazdıklarınızdan Akp'nin artan oy oranını liberallerin desteğine bağladığınızı algılıyorum. Yanılmış olabilirim. Ancak siz değilseniz bile böyle düşünenler olduğunun farkındayım. Seçim öncesi yaşanan Demokrat Parti depremi de böyle bir kanıyı güçlendiriyor. Böyle düşünenler anahtarı ellerinde tuttuklarına, gereğinde yer değiştirerek dengeyi istedikleri yönde değiştireceklerine inanıyorlar.
Ancak birkez daha hatırlatmakta fayda görüyorum. Akp merkeze oturdu diyenlerin Türkiyede politik yelpazenin merkezini Akp'nin temsil etmesi durumunu yanlış yorumladığına inanıyorum. Akp olduğu yerde sabit. Hemde Akp adını da almadan olduğu yerde. O değişmedi. Değişen toplumdur. Toplum Akp ye kaymıştır.
Moralinizi bozmak gibi olmasın ama son zamanlarda hiç saydınız mı? Sakın eksilmiş olmayasınız? Sahi siz kaç kişisiniz?
Re: Ilımlı İslam Modeli - Türkiye ve Malezya
Ertuğrul Özkök hangi saikle yazmış bilemem ama ben de bu yazıdaki görüşlere katılıyorum. Bizim 2. Cumhuriyetçi liberaller şimdiden havaya girmişler bakıyorum. Düne kadar çanağını yaladıkları iktidara inceden tehdit mesajları da gönderilir oldu.
Onlara diyeceğim kendinizi birşey sanmayın, rejim değişirse yerinden yurdundan ilk edilecek olanlar veya kellesi gidecek olanlar sizlersiniz.
Selamlar,
Kayıtsız şartsız ilk 11 mi
BİR haftadır gazetelere, internet sitelerine bakıyorum.Çok azı hariç, neredeyse bütün gazetelerin köşe yazarları, Hürriyet’e yükleniyor.
Hakaret edenini mi ararsınız, bizi darbecilikle suçlayanını mı?..
Aşağılayanını mı, alay edenini mi?..
Anlaşılıyor ki, büyük bir suç işlemişiz.
Suçumuz da güya "sivil" diye bize zorla dayatılmak istenen Anayasa taslağına karşı çıkmaya cüret etmek.
22 Temmuz zaferini kazandılar ya, uzlaşma sözüne rağmen, Gül’ü Çankaya’ya çıkarttılar ya...
Şimdi sıra, kafalarındaki Anayasa’yı da bize zorla kabul ettirmek.
Doğru kuralı askerler koymuştu: "Anayasa’yı muzafferler yapar."
Biz buna karşı çıkıyoruz. Sonunda bir hezimete daha mı uğrarız.
Uğrayalım. Hiç fark etmez.
Fikrimizi söylemeye devam edeceğiz.
Onlar da en iyi bildikleri şeyi yapmaya devam etsinler.
Yani hakaret etmeye, darbecilikle suçlama terörü yaratmaya ve alay etmeye...
Anayasa tartışmasında, herkesten aynı zarafeti, aynı zekáyı, aynı demokratik anlayışı bekleme hakkımız yok.
* * *
Cengiz Çandar geçen hafta Referans Gazetesi’nde, "İkinci Cumhuriyetçiler"den oluşan bir milli takım kadrosu yaptı.
Bu kadroya baktım, şu isimler yer alıyor:
"Cengiz Çandar, Mehmet Barlas, Hasan Cemal, Murat Belge, Etyen Mahçupyan, Orhan Pamuk, Mehmet Altan, Eser Karakaş, Şahin Alpay, Mehmet Ali Birand, Ali Bayramoğlu."
Neredeyse hepsi şahsen tanıdığım, geçmişte ve halen dostluğumuz olan insanlar.
Hepsinin entelektüel kapasiteleri, aydın kişilikleri tartışma götürmez.
Yani onları, ötekilerden ayırıyorum.
Tesadüf, Çandar o yazıyı yazdıktan bir gün sonra Haluk Şahin, "Radikal" Gazetesi’nde, bana göre son günlerin en önemli yazılarından birini yazdı.
Ülkemizin geleceği hakkında kafa yoran herkese bu yazıyı okumalarını tavsiye ederim.* * *
Haluk Şahin yazısına şu soruyla başlıyor:
"Liberallerin AKP’ye verdiği destek ne zaman sona erer? Yoksa bu destek kayıtsız şartsız mıdır?"
Tezi de şöyle:
"İslamcı kökenli AKP, liberallerin düşünsel ve polemiksel desteği olmadan bugünkü konumuna gelemezdi."
Devam ediyor:
"Liberaller diye bir öbekte topladığım aydınlar, bu partinin Batı’ya ve Avrupa Birliği’ne uzanan köprüsü görevini gördü. Onların Batı’da anlaşılması zor yerel kavramlarını, Batı’nın liberal terminolojisine çevirdi, onlara evrensellik ve çağdaşlık aşısı yaptı... Böylece o düşüncelere ve savunanlarına meşruiyet kazandırdı.
Ayrıca, sistemin laiklik konusunda çok duyarlı kesimleriyle ideolojik mücadeleye girerek onları hırpaladı, yol açıcılık işlevi gördü. Entelektüel donanımları sınırlı İslamcılar ve AKP bundan çok yararlandı. Yararlanıyor.
Bu yüzden, liberallerin desteğini kaybetmiş ya da onlar tarafından sorgulanmaya başlanmış bir AKP’nin özellikle Avrupa’da kendisini savunmakta çok güçlük çekeceğine şüphe yok. Bunun getireceği şüphe ortamının ve yalnızlaşmanın iç politikadaki yansımaları ağır olur."
* * *
Benim bu desteğe hiç itirazım yok.AKP’nin yaptığı, kendimce olumlu gördüğüm birçok icraatına ben de destek verdim.
Ama yukarıda ilk 11’ini verdiğim aydın kadrosuna şunu sormak istiyorum:
AKP’ye verdiğiniz destek sınırsız mıdır?
Endişem şu:
Bir zamanlar İranlı aydınların yaptığı gibi, sınırsız destek verdiğiniz takdirde, AKP’ye kötülük yapmış olacaksınız.
Eğer kafanızda hiçbir endişe, hiçbir şart yoksa söyleyecek sözüm yok.
Ama bizim taşıdığımız endişelerin bir tanesini bile taşıyorsanız, bunu yüksek sesle söylemenin tam zamanıdır.
Yani ülkede rejimin ruhunu inşa edecek yeni bir Anayasa’nın temelleri atılırken.
Türkiye’ye iyilik etmek istiyorsanız lütfen bunu yapın.
Yoksa Bolşevik görgüsüzlüğü ile Babıáli mahallesinde terör estiren cemaatin yaratacağı tahribatın sorumluluğunu siz de taşıyacaksınız.
Ertuğrul ÖZKÖK/Hürriyet
Re: Ilımlı İslam Modeli - Türkiye ve Malezya
Alıntı:
Laik kesimdeki tedirginliği anlıyorum ve anlayışla karşılıyorum.
Sevgili Bilgili, siz "laik olmayan" liberallerden misiniz? Oysa ben sizin vecibelerini yarine getiren bir müslüman ama kendi içinde de "laik" bir kişilik ve yaşam tarzınız olduğunu sanıyorum. O nedenle "laik kesimlerin tedirginliğini anlıyorum" demenizi doğrusu yadırgadım. Dünya görüşünüz çerçevesinde serdettiğiniz bir kısım düşüncelerinize katılmamakla beraber, nala da mıha da aynı şiddette vurmadığınız da sanırım tartışma götürmez.
Size sormak istiyorum, Türkiye' nin İran'a Malezya'a,Suudi Arabistan'a, Fas'a benzemeyeceğini söylerken beyninizin bir kıvrımından hiç " acaba yahu?" sorusu geçmedi mi?
--------------------------
Alıntı:
Moralinizi bozmak gibi olmasın ama son zamanlarda hiç saydınız mı? Sakın eksilmiş olmayasınız? Sahi siz kaç kişisiniz?
Ben söyleyim; %5:)
Re: Ilımlı İslam Modeli - Türkiye ve Malezya
Sayın Bayındır;
Kendimi laiklerin dışında tutmadım ve daha önce de bir çok defa laikliğin bu toplumun değişmez değerlerinden biri olduğunu belirttim. Samimi düşüncem böyle.. "Laik kesim" derken sırf anlatım kolaylığını sağlamak için öyle dedim. Aslında benim gibiler, laikliğin liberal yorumundan yana olanlar (en azından şimdilik), tedirgin olan kitle gibi düşünmüyorlar. Ben de laikliğin olmamasını bir felaket olarak düşünüyorum, ama laikliği dar yorumlayanların özgürlükleri kısıtlama eğiliminde olduklarını düşünüyorum.
Sayın gecem1970, "kaç kişi kaldınız" diye soruyor ve siz de "%5" diye yanıtlıyorsunuz. Aynı kanaatte değilim. Gerçek anlamda liberallaerin bu ülkede %5'den de az olduğunu zannediyorum.
Re: Ilımlı İslam Modeli - Türkiye ve Malezya
Bir kere şeriat bir yönetim şekli değildir.Bunu zihnimize yerleştirmemiz gerek geçmişteki İran'da uygulanan da şeriat değildi çünkü belirttiğim gibi şeriat bir yönetim şekli değildir,bizim yapacağımız bu abes konuları bırakıp cumhuriyetimizi ne derece koruyabiliriz(bu bağlamda AKP den yana bir korkum yok tek korkum DTP) geliştirebiliriz bunlara bakmamız gerek sonra bir de bu Diyanet işleri mevzuu varki karmakarışık bir hadise,laiksen kapat değilsen dursun işe yarasın o da yok işte esas sorun burada bence
Re: Ilımlı İslam Modeli - Türkiye ve Malezya
Ece Temelkuran'ın yazı dizisi devam ediyor.
Şeriat şakası gerçek oldu
Malezya'daki laik hareketin başını çeken avukat Malik İmtiaz ülkenin nasıl bugünlere geldiğini şu sözlerle anlatıyor: Başlangıçta olup bitenleri ciddiye almıyorduk, 'Malezya, Afganistan mı, İran mı olacak yani?' diye şakalaşıyorduk...
"Ama burası Malezya!"
Ulusal Cami'nin önünde ayakkabıları bekleyen kadın güvenlik görevlisi övünerek söylüyor bunu. Başörtülü üniformasındaki Malezya bayrağı armasını gösteriyor:
"Burası Afganistan değil!"
Ne tuhaf. Korkularımızı sadece bizler değil galiba herkes uzağa, uzak ülkelere gönderiyor. Oysa, babasının namazdan çıkmasını caminin merdivenlerinde beklerken kaç yaşında olduğunu ancak eliyle söyleyebilen Fahaman yaşını saymayı öğrenmeden örtünmeyi, kadın olmayı, kadın olmanın saklanmak demek olduğunu öğreniyor. Bu çok yakınımızda olur.
Schopenhauer mıydı "(Dinin üstünlüğünün kaynağı) doktrinlerini çocukluğun körpe çağında zihne kazıma, dolayısıyla neredeyse doğuştan gelen fikirler gibi görünmelerini sağlama şeklindeki paha biçilmez ayrıcalıktır" diyen? Fahaman muhtemelen bunu öğrenemeyecek. Onun öğreneceği şey tıpkı güvenlik görevlisi kadın gibi Afganistan'da yaşamıyor olmakla övünmek olacak. Ya da belki de o büyüdüğünde böyle bir şey kalmayacak. Çünkü...
Ayarlama enstitüsü!
"Yani böyle giyinmeyenler kötü Müslüman mı?" sorusuna bulutların üstüne çıkıp inanmayan insanlara tepeden bakan o misyoner gülümsemesiyle cevap veriyor Azmilim:
"No comment!" (Yorum yok)
On sekiz yıl önce Müslüman olan Azmilim, Çin kökenli bir Kuran hocası. "İslam Dini Dairesi"nde (JAIWP) çalışıyor. Bundan yirmi yıl önce şaka gözüyle bakılan ama şimdi giderek daha fazla özel hayatının içine giren kurum, daha üst düzeydeki "İslami Gelişme Dairesi"nin (JAKİM) alt kolu. (Her iki kurum da insana "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" kitabını hatırlatıyor.) Azmilim'le önünde durup konuştuğumuz afişte ise "Bir Müslüman kadının nasıl giyinmesi, nasıl görünmesi gerektiği" resmedilmiş. Son derece açık bir biçimde!
Parayla Müslüman
Açık olmayan ise Azilim'in bizi götürdüğü Halkla İlişkiler Bölümü Şefi İdris bin Hüseyin'in anlattıkları:
"Biz Müslümanların nasıl davranması gerektiğini düzenliyoruz ve kontrol ediyoruz. İnsanlara İslam dinini tanıtıyoruz."
Bu ne demek şimdi?
Bu yuvarlak lafların gündelik hayata tercümesine neredeyse deşerek ulaşıyorum. İdris bin Hüseyin nihayet açıkça söylüyor:
"Kadınlara kapanmaları gerektiğini ve nasıl kapanacaklarını öğretiyoruz. Yoksul insanları buluyoruz ve onlara küçük fonlar veriyoruz. Karşılığında özel eğitim merkezlerimizde İslami eğitim alıyorlar. Camiye gitmeleri mecburi değil ama fonu almaya devam etmek için o eğitimi almaları şart. Biz, onlara yaşama şansı veriyoruz."
Yasa eski ama ceza yeni
Bu kurum ve benzeri İslami kurumlar ile yasalar aslında Malezya'nın kuruluşundan beri var. Hatta oruç tutmayan Müslümanların 1 ay hapis veya 2000 ringin (yaklaşık 70 dolar) ile cezalandırılması yasası da eski. Yeni olan, bu yasaların, bu kurumların son yirmi yılda "çalıştırılmaya" başlanması.
İdris bin Hüseyin övünerek anlatıyor bu değişimin başaktörünün sivil toplum kuruluşları olduğunu. Müslüman Gençlik Örgütü'nün nasıl aktif çalıştığını, hükümetin bu çalışmaları nasıl desteklediğini, nasıl giderek olması gerektiği gibi İslami bir toplum olduklarını.
Caminin merdivenlerinde gördüğüm Fahaman'dan ve onun okulda oruç tutma zorunluluğundan söz ediyorum. İdris bin Hüseyin yine gururla söylüyor:
"Çocuklarımızı mümkün olduğunca erken yaşta..."
Schopenhauer boşuna konuşmuyor!
Azıcık günah olabilir!
"İslam Dini Dairesi"nin muazzam binası ile Ulusal Cami'nin tam arasındaki yolda Malay bir kadın oturmuş, sokakta resim yapıp satıyor. "20 ringin" diyor, "İndirim de yaparım." Daha fiyatı söyler söylemez indirime başlamasına gülünce açıklıyor:
"Bu oruç fena yapıyor beni. Eve gitmek istiyorum hemen."
"Bu sıcakta zor oluyordur" gibi bir şeyler söyleyince derhal dökülüyor:
"Sorma, dayanabilmek için sabah ağzıma biraz pilav ve biraz su attım."
Resimlerde insan yüzleri dikkatimi çekiyor, "günahkâr resim" üzerine bildiğim bir kaç şeyi soruyorum:
"Haklısın" diyor "Yüz çizmek günah, ama zaten ben de azıcık yapıyorum."
Gülüyor. İkimiz de sıcaktan gevşediğimiz için bir süre manasızca bu duruma gülüyoruz. Azıcık oruç tutma, azıcık günah işleme haline karşılıklı çoğalan bir gülme içindeyiz. Ama, Malezya'nın bu şakaya daha ne kadar gülebileceği sorusu somurtmuş, tam tepemizde, arkamızdaki dev binadan bize bakıyor.
Din özgürlüğünü savunan avukat için 'ölüm' afişi
"Olup bitenlere gülmekle çok zaman harcadık."
Malezya'daki laik hareketin başını çeken avukat Malik İmtiaz kusursuz bir mantık içinde ülkenin nasıl bugünlere geldiğini anlatıyor. İmtiaz, Malezya için kilometre taşı olan "Lina Joy" (din değiştirmek isteyen Müslüman bir kadının hapse mahkûm edilmesi) davasının ve daha bir çok problemli davanın da avukatı. Medeni hukuk davalarına bakan Şeriat Mahkemeleri'nin giderek sertleşen kararlarının en güçlü "Müslüman" eleştirmeni.
Ülkenin kuruluşundan beri var olan ikili hukuk sistemi içinde şeri kararların laik hukukun dışına ve hatta üstüne çıkışına karşı arkadaşlarıyla birlikte direniyor. Ama, direnmekte geç kaldıklarını da itiraf ediyor:
'Ciddiye almıyorduk'
"Yargıçlar Müslüman oldukları için artık şeriata aykırı bir karar alamıyorlar. Oysa başlangıçta olup bitenleri ciddiye almıyorduk. "Malezya, Afganistan mı, İran mı olacak yani?" diye şakalaşıyorduk. Ama şimdi anayasal din özgürlüğünü savunduğum için şehirde benim resimlerimi 'Ölü olarak aranıyor' afişi yapıp dağıtıyorlar. Binlercesini..."
Ve geçen gün İmtiaz'ın annesi şöyle sormuş:
"Ne dersin oğlum? Sence ben de kapanayım mı?"
İmtiaz, "Hiçbirimiz bu kadar yakında olduklarını göremedik. Ilımlı İslam diye bir şey olmayacağını, isteklerini hep ileri götüreceklerini yeni anlıyoruz" diyor. Ve biz tam bunları konuşurken Şeriat Mahkemesi'nin hâkimleri hep birlikte öğle namazından dönüyor...
Müslüman, Malay, travesti!
"Ama benim hakkımda kötü bir şey yazma!"
Maya, akşamın erken saatlerinde, onlarca arkadaşıyla birlikte otelimizin (her nasılsa hep tuhaf muhitlerde kalmayı beceriyoruz Yurttaş'la) hemen önündeki caddede müşteri bekliyor. "Evet Müslümanım" diyor sorunca. Bence onun da fikri önemli olduğu için (ki sonuna kadar savunurum bunu) "siyasal İslam" konusunu soruyorum:
"Ben konuşmayayım o konuda" diyor ve dudaklarını "kilitliyor!"
Siyasal İslamı yükselten sloganlardan biri "ahlaklı Malaylar" olduğu için geceyi dolaşıyoruz Kuala Lumpur'da. Küçücük bedenleriyle Malay kızları hemen her barda, kocaman gövdeleriyle kendi ülkelerinde asla olamayacakları kadar rahat olan Batılı erkeklerin önünde dans ediyor. Marka taklidinin cenneti olan Malezya'da sahte Gucci'ler, Armani'lerle, fiyatlarını artırmak için hiç tanımadıkları Amerikan tarzı gülümsemenin taklidini yapıyorlar.
Dev alışveriş merkezlerinde tezgâhtar olarak çalışan Müslüman Malay travestiler, oruç yiyen ressam kadın, altı yaşındaki Fahaman, "hard-rock" kafelere "takılan" başörtülü Müslüman kızlar, İslam Dairesi, hakkında ölüm fermanı çıkan ilerici avukat... Bugünlerde Kuala Lumpur'da "Malezya'da yaşamanın 50 yolu" adlı bir resim sergisi sürüyor!
Şeriat mahkemesine girmek kaleye girmek gibi
Malezya anayasasının inanç özgürlüğünü düzenleyen 11. maddesi "modern bir çiçek" gibi dururken Malezya yargısı üzerindeki "mahalle baskısı" tam gaz ilerliyor. Bu ilerleyişin kalesi ise Şeriat Mahkemeleri. Bu kaleye giriş hiç kolay değil:
"Üzgünüz, önce bize bir mektup yazmalısınız!"
Kalem odasındaki tesettürlü kızlar olabildiğince sevimli. Hatta neredeyse sıcak bir ortam var diyebilirim. Ama mahkemenin son yıllarda verdiği kararlar bu genç kızlar kadar neşeli değil.
Kararlardan en çarpıcısı kocasından boşanan Hindu bir kadının Müslüman olmadığı gerekçesiyle çocuklarının velayeti üzerinde hak bile iddia edemeyeceğine dair.
Bir başkası, Hindu bir kadının Müslüman kocası öldükten sonra mahkemenin kocayı sahipsiz ilan edip ölüyü alıp götürmesi. Kadın "Kocamı gömmek istiyorum" dese de alamıyor. Din değiştirme meselesi zaten iyice berbat. İslamdan çıkmak isterseniz Şeriat Mahkemesi'nden izin almanız gerekiyor(!). Bu durumda "rehabilitasyon amaçlı" olarak hapse atılıyorsunuz.
Ve kimseyle görüşemeden çıktığımız, zaten fotoğraf çekmenin söz konusu olmadığı Şeriat Mahkemeleri bu "ılımlı İslam" resminin ardında böyle gerçekleri gizliyor.
Re: Ilımlı İslam Modeli - Türkiye ve Malezya
Ece Temelkuran'ın 27 Ekim 2007 tarihli yazı dizisinden.
Gazeteci Leow Moey Fong'a, 'Laikler ve siyasal İslam arasındaki tartışma hakkında ne düşünüyorsunuz?' diyorum, uyarıyor: 'Laiklik' deme, İslam karşıtı olduğun düşünülür. Aynı soruya Malezyalı üniversite öğrencilerinden hiç cevap gelmiyor. İranlı Madana, 'Bu sorulara kimseden cevap alamazsınız. Çünkü, üniversitede bunları konuşmak yasak' diyor
"Kimiz biiiz?!"
"Malezya Barosuuu!"
"Ne istiyoruuuz?!"
"Adil, bağımsız, laik yargııı!"
Megafondan bağıran Çinli avukatın sorularına bağırarak cevap veriyor, 1200 Malezyalı avukat:
"Nereye kadar gideceğiiiz?"
"Sonuna kadar!"
Kuala Lumpur'a bir saat uzaklıktaki yeni başkent Putra Jaya'daki Adalet Sarayı'nın önünde, duruşmalarda giydikleri siyah beyaz giysileriyle toplanan Kuala Lumpur Barosu avukatları, idareten değil, neredeyse canlarını kurtarmak için bağırıyorlar. Yükselen siyasal İslam ve ayyuka çıkan yargı yolsuzluklarına karşı devletin elde kalan son kalesi yargı organını savunmak için bağırıyorlar.
Megafonu alan Hintli kadın Baro Başkanı Ravindra Kumar söylenmesi gerekeni söylüyor:
"Biz de 1. Dünya'nın yargı sistemini hak ediyoruz!"
Onlar, 1. Dünya'nın 3. Dünya'ya biçtiği "sesini çıkarmadan, çağdaş görünümlü ılımlı İslam ülkesi olma" rolünü reddediyorlar.
Bedeli ne?
Avukatlar, gösteriye gelirken polisler tarafından otobüslerden indirilip 4 kilometrelik otobanda tropik sıcakta yürütülüyor... Enteresandır, polislerin "Ne olur ne olmaz" diye getirdikleri gözaltı otobüslerinin ön camındaki yapıştırmada şöyle yazıyor:
"Bana rüşvet verme!"
Tayyip Bey'le çok yakınızdır!
Avukatlar, onların yüzleri ve söyledikleri, siyasal İslamın yükseldiği diğer 3. Dünya ülkelerindeki aydınların yüzlerine, sözlerine o kadar benziyor ki... Ama o ülkelerin o yüzleri birbirini hiç görmemesine, tanımamasına rağmen siyasal İslam'ın savunucuları küresel muhabbetlerini artırdıkça artıyor:
"AKP'yi örnek alıyoruz tabii. Çünkü yavaş yavaş ve uygar yöntemlerle yükselmeyi başardılar."
Ilımlı İslamın savunucusu Aminah Annette Ferrar aslında otuz yıl önce Malezya'ya gelmiş ve İslam dinini seçmiş. Bugünkü yürüyüşte Halkın Adaleti Partisi'nin (PKR) parti merkez konseyi üyesi olarak bulunuyor. Yürüyüş sırasında AKP'nin hem kendi partisiyle hem de diğer "muhafazakâr" partilerle her düzeyde çok yakın ilişkileri olduğunu, Tayyip Erdoğan'ın siyasal İslamın Malezya'daki kahramanı Anwar İbrahim'le yakın olduklarını anlatıyor. "Hepimizin amacı aynı biliyorsunuz" diyor, "21. yüzyıl'a onurlu bir biçimde girmek."
Oysa Ferrar, Müslüman olduğu için bütün medeni hukuk sorunlarında hakkını Şeriat Mahkemesi'nde araması gerekiyor ve o mahkeme kendisinin bir kadın olarak tek başına tanıklığını bile kabul etmiyor.
Tek kadının tanıklığının yetmediği, inanç özgürlüğünü savunanların baskı altında tutulduğu bir yüzyılın kaçıncı yüzyıl olduğu meselesi bir kenara insanın aklına başka bir soru geliyor:
Laikler de küreselleşir mi?
3. Dünya'nın laiklik savunucuları ne zaman "ulusalcılık" kabuğunu kırıp siyasal İslamcı hareket gibi küreselleşebilecek?
Malezya'nın, İran'ın, Türkiye'nin avukatları, aydınları ne zaman bir araya gelip de Avrupa'nın nicedir tartıştığı "İslamofaşizm" kavramını ciddiyetle masaya yatırabilecek?
Sus, sus! Kimseler duymasın!
"Bu soruları böyle sormanız daha iyi olur."
Gazeteci Leow Moey Fong, "Laikler ve siyasal İslam arasındaki tartışma hakkında ne düşünüyorsunuz?" sorumu derhal Malezya'ya uyarlıyor:
"Bunu 'Anayasal inanç özgürlüğünü savunanlarla şeriat mahkemelerini savunanlar arasındaki tartışma hakkında ne diyorsunuz?' diye sormalısın. Çünkü 'laik' dersen, bu ülkede hiç de hoş karşılanmazsın. İslamiyet karşıtı olduğunu düşünürler. Ve anlamışsındır herhalde, buralarda tehlikeli bir durum."
Peki soruma cevap?
"Cevap yok. Çünkü bu ülke çok hassas ve yurtdışında yazılan her şey dikkatle inceleniyor."
Çin kökenli Fong, soruma "off-the-record" bile cevap vermiyor. Ülkedeki ağır sansür hakkında bir şeyler mırıldanıyor ama o kadar...
'Müslümanım ve buradayım'
Peki bu baskılara rağmen konuşanların başına ne geliyor. Fadiah, başörtülü bir avukat ve bugün yargıdaki yolsuzluğa karşı o da yürüyor:
"Çünkü İslamiyetin baskıyı değil demokrasiyi; yolsuzluğu değil adaleti gerektirdiğini savunuyoruz biz."
Fadiah bu "fevri" davranışları yüzünden muhafazakar Müslüman arkadaşları tarafından eleştiriliyor mu?
"Elbette. Ama bu ülkedeki ikili hukuk sisteminde şeriat mahkemeleriyle sivil mahkemelerin arasındaki ahengi savunmak zorundayız. İfade özgürlüğünü ve demokrasiyi savunmak zorundayız. Bunu en çok Müslümanlar yapmalı."
Genç avukat Fadiah'ın söyledikleri Türkiye'de olduğu gibi Malezya'da da pek popüler değil ama onlar konuşmaya devam ediyor. Çünkü, siyasal İslam'a karşı en çok Müslümanların dik durması gerektiğini, "inanç" kavramının kıvamının ancak böyle korunabileceğini Malezyalılar her gün yaşayarak görüyor.
Protestocuya tuvalet yasağı
Sih avukatlar Prestan Sigh ve Kesminder, dinci baskının boyutlarını şöyle anlatıyor: Bu gösteriyi yaptığımız için rutin olarak üzerimiz aranıyor, her gün girip çıktığımız Adalet Sarayı'nın tuvaletlerini de kullanmamız yasaklanıyor
Konuşmanın bedeli sadece eleştirilmek değil. Avukatlar için bugün daha "fiziksel" sonuçları da var:
"Sizin ülkenizde de vardır herhalde: Rutin arama! Ne rutin araması, düpedüz avukatların konuşma hakkını sabote ediyor polisler!"
Sih avukatlar Prestan Sigh ve Kesminder, sıcaktan bayılmak üzereyken yaptıkları gösteri için ne kadar azap çekmek zorunda kaldıklarını anlatıyorlar:
"Biliyor musunuz? Bu gösteriyi yaptığımız için her gün girip çıktığımız Adalet Sarayı'nın tuvaletlerini bile kullanmamız yasak. Saçma mı değil mi? Siz söyleyin."
Aslında hiç de saçma değil, düpedüz mantıklı ve tutarlı. Çünkü buraya toplanan 1200 avukat, bir dizi kadın örgütü ve destekçi yurttaşlar eğer konuşmaya devam ederse hükümet yargıyı bağımsızlaştırarak siyasal İslamın egemenliğinden, büyük sermayenin, yasamanın etkisinden kurtarmış olacak.
Sonra belki bu "özgürlük havası" diğer devlet organlarına yayılacak, derken toplum özgürleşip konuşmaya başlayacak. Bu da... Bilirsiniz, muktedirlerin başı çok çabuk ağrımaya başlar halk gürültü yapınca. Ve Malezya gürültü yapmayı pek tercih etmeyen bir ülke. Niye mi? Bir başka "korku ülkesi" İran'dan gelen Madana anlatıyor bunu Malezya Üniversitesi'nin kampusunda.
Üniversite öğrencileri sessiz:
Herkes birbirinden korkuyor
Madana, aklına estikçe, yerli yersiz yağan tropik yağmurdan korunmak için Malezya Üniversitesi kampusunun içindeki otobüs durağında hiç de alışık olmadığı bu "sulu zırtlak" havanın geçmesini bekliyor. Yağmura rağmen Malezya'da olmaktan memnun:
"İran'dan iyidir. Hiç değilse zorunlu olarak başörtüsü taktırmıyorlar üniversitede."
İran'dan bir buçuk yıl önce burada okumaya gelen Madana, otobüs durağına beraberce sığındığımız diğer öğrencilerin manidar bir gülümsemeyle cevap vermeyi reddettikleri o soruyu cevaplıyor:
"Siyasal İslam, laiklik... Bu sorulara burada kimseden cevap alamazsınız. Çünkü üniversitede bunları konuşmak bile yasak. Burası çok sessiz bir ülke."
İran'daki öğrenci olaylarından, öğrencilerin şeriat karşıtı politik hareketinden söz ediyoruz. Her şeye rağmen ülkesini özlüyor Madana:
"Biz orada politiktik ve durmadan tartışırdık. Burada insanlar birbirinden korkuyor. İslam'la ilgili burada konuşmak, İran'da konuşmaktan daha zor."
Madana'nın dediklerine bakılırsa "ılımlı İslam" sadece, kimse o "ılımlılık" hakkında soru sormadığı için "ılımlı" oluyor. Ilımlı sözcüğünün hakikate tercümesi ise "sessizlik yemini" aslında. Yani belki de siyasal İslam ılımlı değil, ılımlı olan onu kabullenmek zorunda hisseden "sessiz çoğunluk".