-
İş Kanunu'nun iş güvencesi ile ilgili hükümleri dikkate alındığında ve aradan geçen 3 yıllık sürede uygulama sorunlarına bakıldığında, ilgili hükümlerin İŞ GÜVENCESİ yerine, yeni bir tazminat ortaya koymaktan başka bir işe yaramadığı görülecektir.
Ülkemizde işsizlik sigortasının mevzuatta yer almadığı dönemde, bunu ikame etmek üzere getirilen Kıdem Tazminatı, İhbar Tazminatı gibi tazminat müesseselerine bence sadece yeni bir ekleme yapılmıştır. Uygulama sorunlarına kabaca bakarsak;
1- İş güvencesi hükümleri kapsamı oldukça dardır. Ülkemiz istihdamının çok önemli bir kısmını oluşturan 30 veya daha az işçi çalıştıran işyerleri kapsam dışındadır. Bu tarz küçük işyerlerinin verimlilik, işçi işveren ilişkileri, oturmuş, sistematik bir yönetim tarzından uzak olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buralarda işçinin işe devamı veya işten çıkarılması patronun iki dudağı arasındadır, keyfi uygulamalar daha yaygındır. Orta ve büyük ölçekli işyerleri ise, büyük oranda belli bir yönetim sistematiğine sahip, oturmuş kural ve prosedürleri olan, verimlilik ilkeleri ile çalışan işyerleridir. Bir düşünelim: Böyle bir işyerinde verimli çalışan, amir ve iş arkadaşları ile uyumlu, kural ve prosedürlere uyan bir çalışanı işveren niye işten çıkarmak istesin, bunu yapmak için deyim yerinde ise aklını peynir ekmekle yemiş olması gerekir.
Ülkemiz tarım sektörünün halen üretim sektörüne nazaran daha büyük istihdam yaratması, buradaki yetersiz özlük hakları, hukuksuz uygulamalar ve makro ekonomik politikalar, bu sektörde çalışanları sanayi sektörüne yöneltmekte, ancak sanayi işçisi olarak tanımlanabilecek, bilinçli, eğitimli ve nitelikli işçiler yerine, tarım kesiminden işçilerin sanayi sektörüne transferi çeşitli olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir. Uygulamanın içinden basit bir örnek: Üretimin en yoğun olduğu dönemde, fazla mesaili çalışılırken, yıllık ücretli izne çıkma talebi ile gelen işçinin izin talebinde bulunma nedeni, "babamın bağını budayacağım", "tarlanın hasadını kaldırmam gerekir" vb. Ne yazık ki işçimiz ve onun sendikaları bilinçsiz, günü kurtarmayı hedefleyen, üretim ilişkisine kazan-kazan mantığıyla bakmaktan uzaktır. İş Kanunu değişikliği ile işçinin ertesi gün yürüyüşünün bile değiştiğini söylersek, sanırım haksızlık yapmamış oluruz.
İspat yükümlülüğü işverenin omuzuna yüklenmiş, bu nedenle geçmişte sözle uyarılması mümkün olan işçinin neredeyse her olumsuz hareketinin tutanakla kayda alınması yolu açılmış, geçmişin eleştirilen Personel Departmanlarının , modern ve bilimsel uygulamalarla İnsan Kaynakları Departmanlarına dönüşüm süreci sekteye uğramış, yeniden eskinin kural koyan, konulan kurallara uyumu denetleyen deyim yerindeyse polis departmanlarına geri dönülmüştür. Özellikle işçinin davranışı nedeniyle yapılacak fesihlerin ispat yönüyle dokümante edilmesi, şahitler (tercihen işçi) ile bunun ispatlanabilmesi uygulamada oldukça zordur.
Yukarıda da belirttiğim gibi, işverenin tazminat yükü dünyada örneği bulunmayan bir şekilde yüksektir. İşçilerin İşsizlik sigortasından yararlanma şartları yumuşatılmalı, yararlanma süresi uzatılmalı, Kanunlaşma gerekçeleri neredeyse aynı olan tazminatlar makul seviyelere çekilmeli (Örneğin Batı ülkelerinde kıdem tazminatına hak kazanma için gerekli kıdem ortalama 3 yıldır) veya kaldırılmalıdır.
İşe iade işverenin değil, işçinin tercihine bırakılmalıdır.İşverenin işe iade kararı sonrası işçiyi işe alıp sonrasında çeşitli uygulamalarla kaçırmaya çalışmasının önüne geçilmeli, bu durumlarda işverene ağır yaptırımlar uygulanmalıdır.
İşçinin işe iade dava sürecinde, sürecin uzun sürmesi (Kanunda belirtilen 4 aylık süreyi aşması) nedeniyle başta SSK ile ilgili hakları olmak üzere kayıpları, Devlet tarafından karşılanmalıdır.
Sonuç olarak iş barışı öyle kolay sağlanan birşey değildir, işverende, işçide ve Devlet'te bu mentalite devam ettiği sürece, kolay sağlanacak gibi de görünmemektedir.
Selamlar,
-
henüz yeni mezun olmuş birisi olarak görüşlerimi yazmak istiyorum izninizle...
şahsi görüşüm işe iade prosedürü iş barışını sağlama yönünde çok önemli bir adımdır...
adminimizin çekincesi olan işçinin işe başlamaması durumundaki müeyyide eksikliğinin temelini sanırım iş kanunun asli amacı olan "işçinin korunması ilkesi" oluşturmaktadır..
iş güvencesi kapsamındaki işçilerin ancak belirli şartların var olması halinde işten çıkarılabileceğini düzenleyen hüküm kanımca yerindedir.. bunun iş güvencesi kapsamında olmayan işçiler için kötüye kullanmaya yol açacağını belirten görüşlere de katılmıyorum. kaldı ki ispatlanması halinde bu işçiler için kötüniyet tazminatı alabilme yolu açıktır...
tazminat almak yerine işe dönmek işçi için her açıdan daha mantıklı bir çözümdür.. böylelikle işçi açısından devamlılık sağlanacak ve işçi tabiri caizse diken üstünde çalışmaktan kurtulacağı için performansı da olumlu yönde etkilenecektir...
belirtmek gerekir ki mahkeme kararı ile işe dönen bir işçi için; işveren işçi ilişkisinin artık eskisi gibi olmayacağı da bir gerçektir.. ancak söz konusu iş güvencesi hükmü kanunda belirtildiği üzere 30 sayının üstünde işçi çalıştıran yerlerde uygulanacağından dolayı bu sakıncanın da etkisinin küçük işyerlerindeki kadar büyük olacağını sanmıyorum..
saygılarımla
-
sayın zizou212
İş Yasasında getirilen "İş Güvencesi" ile, işe iade kararı elde eden bir işçinin işvereni tarafından işe başlatıldığına şahsen ben henüz tanık olmadım. Oysa ki bu güvencenin "geçek" bir güvence olması gerekirdi. bu " güvence" uygulamada "asgari 4+4" e tahvil edilmektedir ki bunun adına güvence denilemez. Bu olsa olsa, bir "ek tazminattır" ki işverenler bunu ödemekten kaçınmamaktadır.
-
sayın Av.Fırat Bayındır..
size bu konuda hak veriyorum ancak bu konuda işveren hiç bir serbesti tanımaksızın işçiyi işe alma gibi bir yük getirmek de bana pek adil gelmiyor..
ek tazminat olarak nitelendirdiğiniz tazminatın arttırılması da iş güvencesini sağlayan minimum özelliklere sahip işyerleri için büyük bir rakam olarak ortaya çıkabilir..
kanımca söz konusu uygulama yerindedir...
ancak size katılıyorum kusursuz bir çözüm üretmemektedir...
-
Merhaba,
İşe iade adı uzerinde duruldugu zaman olumlu bir etki yaratıyor.Ancak burada tasarlanan ve hedefine varması gereken durumdan cok uzakta kalmaktadır.İşe iade ile işçi ve işverenin beyaz bayrak sallayacagı görüsü ise kanımca cok uzak bir diologtur.Kanun koyucu bu madde ile her nereye varmak ister ise bence basarısız olacaktır.İşlerinden zorla kopartılan işçiler işlerine bir daha dönmeyi düşünmeyeceklerdir.Sonucu işe iade olan bir dava mı ,yoksa sonucu maddi tazminat olan bir dava mı işçiyi tatmin edecektir.İşveren ise işe iade konusu üzerinde her turlu istismarı çok rahat deneyecektir,işçinin açık kapısı bence gizliden gizliye kapatılmıştır.
Saygılarımla,
SELİN
-
Sevgili meslektaşım,adaşım
Henüz meslekte yeni olduğunuz için teori ile pratik arasındaki dağlar kadar farkı gözlemlemediniz. Yazdıklarınız tümüyle doğru ancak pratikte işler böyle gitmiyor. İşçi işveren arasında karşılıklı çok enteresan ve karmaşık bir psikoloji vardır.( Aslında keşke derleyip toparlasak da gözlemlerimizi aktarabilsek. ) Saygı, korku,tedirginlik, güven,güvensizlik, endişe ile iş yaşamı sürer gider. Her iki tarafın da işi kitabına uydurmak için neler yaptıklarını bir bilseniz.
Her neyse,
İşe iade kurum ve kavramına karşı olduğumu her fırsatta açıkladım. Yine devam edelim o halde.
Yazımızda bunun gerçek bir güvence olmadığından söz ederken, işe iade kararının kayıtsız şartsız işe iade şeklinde uygulanması gerektiğini murad etmemiştik zaten.
İşe iade talebinde bulunmak seçeneği neden işçiye bırakılmıştır? Kurum ve kavramı biraz tersine çevirsek ve desek ki,
İşveren bu 4+ (4-8) ücret ve tazminatı ödemek istemez ise, işçiyi 1 ay içinde eski işine davet eder. İşveren bu davetini kötüniyetle kullanamaz.İadeden itibaren (makul bir bir süre içinde, mesela 6 ay ) işçi haklı nedenle iş akdini feshederse (emeklilik,evlilik,askerlik gibi işçinin şahsına bağlı nedenler hariç) ya da işveren 2. kez haksız ve/veya geçersiz bir fesihde bulunursa o takdirde işveren eski kararda öngörülen tazminatın 2 vaya 3 katı tazminat ödemekle yükümlü olur.
Ne dersiniz?
-
Sayın Avukatım Fırat Bayındır.. kesinlikle çok haklısınız.. zaten en başta yeni mezunum diye söylememin nedeni buydu. bilgilerim teoriden ibaret , yani ben sadece olması gereken persfektifi ile bakabiliyorum olaya , siz ise tam olanın içindesiniz.. O yüzden tecrübelerinize saygı duyuyorum ve olabildiğince faydalanmak istiyorum...
saygılarımla
-
1 milyon dolarınız var, ne yaparsınız. Ben mesleğimi,artık daha fazla keyif için yaparım diye düşündüm.Ama kesinlikle bir iş kurmayı düşünmem. Ama içimizde bunu ticaret yaparak ya da bir işyeri açarak değerlendirenler çıkar. Yanınızda 30 kişi çalışıyor, ama bazılarının işi sahiplenmesinden hoşlanmıyorsunuz ya da işe gelip gitmesinden/hal ve davranışından/arkadaşları ile ilişkilerinden/tavrından vs... İşten çıkarmayı ve kafanıza uygun başka birisi ile çalışmayı düşünüyorsunuz. Kıdemi de 1 yılı yeni aşmış. ihbar+kıdemini ödüyorsunuz. İşe iade talepli dava açıyor ve mahkeme tavrından hoşlanmamak geçerli sebep değildir diyor ve işe iadeye karar veriyor. 4+4 tazminatını da veriyorsunuz. 1 yıl çalışmış işçiye kabaca 10 aylık tazminat ödediniz. Sn. HRMGR ortalarda bir yeri örnek alarak göstermiş kıdem tazminatındaki 3 yılı. Ama ülkemizdeki gelişmede 3008 sayılı Yasa döneminde "3 yıldan sonra 15 gün" esasından başlayarak "1 yıldan sonra 30 gün" esasına dönüşmüştür, kıdem tazminatında. Ve TBMM tutanaklarında hep işsizlik sigortası olmaması olarak gösterilmiştir bu artırmada ve birde ek bir tazminat ödenmesi amaçlanmıştır. Bende 4773 sayılı Kanun çıkmadan bir araştırma yapmıştım. Kıdem+ihbar+iş güvencesi tazminatı+işsizlik sigortası olan ülke, yanlış hatırlamıyorsam bir istisna hariç, yok. Olayları uç noktada ve belli bir bakış açısı ile yansıttım.
Tersine bir bakış açısı ile ters yönde de bir sonuca ulaşılabilir ve işverenin haksız olduğu,suiniyetli olduğu bir durum tespit edilebilir. Ama asıl olan iyiniyettir. Hep uç noktalar ile uğraştığımzı için iyileri görmez olduk,pek az olduğundan herhalde! Ama çoğumuz paramız olsa işyeri açmayı düşünmez. Halbuki böyle düşünenlerin azalması, daha fazla işyerinin açılması çalışanlara olan talebin artmasına,çalışma şartların iyileşmesine neden olacaktır. O yüzden ilkönce işyerlerinin çoğalması lazım. Yoksa pasta aynı kaldığı ve bu şekilde küçük olduğu müddetçe,hepimiz az az yemeye devam edeceğiz.
-
Herkese selam,
Öncelikle belirteyim; ben bir hukukçu değilim. Ancak "Adalet" duygusu her insanın içinde var olan ve tesis edilmesi insanlık onurunun gereği olan bir olgudur. Bu olaya da adil olup olmama bağlamında yaklaşarak kişisel düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
Örneğin, bir işverenin, bir işçiyi en verimli olduğu gençlik çağında yıllarca kullanıp da sonraki bir döneminde herhangi bir tazminat ödemeden ya da üç-otuz parayla kapının önüne koyması bence adil değil.
Öte yandan bir işverenin yanında çalıştırdığı işçisine ihtiyacı kalmadığı veya artık çalıştırmak istemediği bir durumda zorla çalıştırmasını sağlamak da bence adil değil.
Ayrıca, benimle çalışmak istemeyenle -geçerli bir nedene ister dayansın, ister dayanmasın- ben hiç çalışmak istemem; işçi de olsam, işveren de olsam durum budur. İşçi gözüyle bakarsak, mahkemenin beni işe ade etmesi beni tatmin etmez; işverene seçme hakkı tanıdığı gibi bana da seçme hakkı tanıması gerekirdi.
Aslında işe iade mekanizmasına hiç gerek yoktu; eğer bu kanun ve öncesinde tanımlanan tazminat mekanizmaları düzgün bir işlerliğe kavuşmuş olsaydı... ne demek istediğimi daha detaylı açıklayacağım.
Aslında son söylemek istediğimi baştan söyleyeyim, sonra örneklerim. kanımca, kıdem tazminatına tavan uygulaması getirilmiş olması büyük bir saçmalıktır ve tazminat mekanizmalarının işlerliği önündeki en büyük engellerden birisidir. Eğer bu tavan olmasaydı, kanımca, iş kanununun 18 ve ilgili maddelerine gerek kalmaz, olay gereksiz biçimde karmaşıklaştırılarak işin içinden çıkılması zor bir hale getirilmiş olmazdı.
Hemen örnekleyeyim:
Şimdi 2 işçi düşünün, birisi beyaz yakalı, diğeri mavi yakalı... ikisinin de işyerlerinde 5'er yıllık kıdemi olsun ve (kolaylık olsun diye brüt) ücretleri birisinde 2bin YTL, diğerinde 10bin YTL olsun. Tartışmaya bile gerek yok; her iki işçi de ücretleri misli ve hatta daha fazla miktarda işverene kazanç sağlamaktadır (ki işveren bu ücretlerle bunları çalıştırmaktadır).
Yine tartışmaya gerek olmayan bir diğer konu da her iki işçinin yaşam standartları arasındaki farktır. Hatta öyledir ki, 10bin YTL maaş alan işçinin (ev kirası, site aidatı, araba taksidi, çocukların okul ücretleri gibi) sadece aylık sabit giderleri bile 2bin YTL alan işçinin maaşından yüksek olacaktır. Üstelik hiç kimse, ayda 10bin YTL para kazanan bir kişinin, ileride ne olur ne olmaz diyerekten, şehrin kenar bir mahallesinde tek göz oda bir evde ve buna uygun çevre ve hayat standartlarıyla yaşamasını bekleyemez. Zorunluluk halinde de kendisinin ve ailesinin içine düşecekleri psikolojik travmayı bertaraf edemez.
Gelelim fesih konusuna...
Güncel kıdem tazminatı tavan değeri yaklaşık 1800YTL. Şimdi her iki işçinin de çalıştığı işyerlerinde, (İ.K. madde 24'e göre) İşçinin haklı nedenle derhal fesih hakkı'nı doğuran acı bir tabloyla karşılaştıklarını varsayalım.
Bu durumda 2bin YTL ücrete sahip işçi, fesih yoluyla sözkonusu acı durumdan kurtulmak isterse 5 yıllık kıdemi ve 1800YTL'lik tavan değerinin çarpımıyla yaklaşık 5 aylık maaşı kadar bir tazminata kavuşacak ve hayat standardında esaslı bir değişiklik olmadan 5 ay süreyle durumunu koruyabilecektir. kıdemi 10 sene olsaydı da 10 ay süreyle kendi durumunu koruyabilecekti. Bu durumda bu işçi madde 24'e göre feshi kendi açısından bir çözüm olarak düşünebilecektir.
Ancak ayda 10binYTL kazanan işçi aynı acı durumda fesihle karşı karşıya kalırsa, 5 yıllık kıdemiyle 1800YTL'lik tavan değer çarpımı neticesinde 9bin YTL'lik bir tazminat alacak ancak bu miktar 1 aylık maaşı bile etmeyecektir. Bu işçinin fesih karşısında yaşam standardında esaslı bir değişiklik olmadan 1 ay bile idare edebilmesi mümkün görünmemektedir. yürürlükteki kanunlar bu işçiye madde 24'e göre fesih şansı tanımamaktadır. Bu işçinin böyle bir seçeneği olmadığına göre karşılaştığı onur kırıcı acı tablo karşısında ne yapmak durumundadır. Ya zarara katlanıp madur duruma düşecek ve basıp gidecektir, ya da görmezden gelip sineye çekecek ve işverenin dümen suyuna gitmeye devam edecek ve hatta bir daha bu onur kırıcı tabloyla karşılaşmamak için "işvereni yıkama, yağlama atölyesi olarak" iş hayatına devam edecektir.
İşverenlerinin bu iki işçiyi derhal işten çıkarma durumları neticesinde yaklaşık 2 aylık ihbar süreleri göz önüne alınırsa bu durumda 2bin YTL alan işçi yaklaşık 7 ay süreyle hayat standartlarında kayba uğramadan durumunu idare edebilecekken, 10bin YTL alan işçi 3 ay bile idare edemeyecektir.
Kanunların 10bin YTL alan örnek işçimizi ve ailesini yeterli koruma şemsiyesi altına almadığı aşikardır.
Hal böyle olunca bu işçinin işe iade davası açıp eski işine (ve statüsüne) tekrar dönmek için (yerli veya yersiz) girişimde bulunarak şansını denemek istemesi anormal karşılanmamalıdır. Sözkonusu örnek durumun fiili olasılığının yüksekliği dikkate alınırsa işe iade davalarında patlama yaşanması normal ve kaçınılmaz bir durumdur.
Özetle kanunun öngördüğü tazminat kurumu hakkıyla ve adil biçimde çalışıyor olsa, kanuna ayrıca işe iade gibi çetrefilli ve karmaşık bir kurumun getirilmesine gerek kalmazdı. Çünkü kimse istenmediği bir yerde kalmak istemez; zorla güzellik olmaz.
Hayatta ve tarih boyunca işe yarayan mucizevi sistemlerin en önemli ortak noktası, daima basit ve anlaşılabilir bir mantık üzerine kurulmuş olmalarıdır! İnceleyin, göreceksiniz!..
-
Sn. tazo,
Kıdem tazminatı tavanı ile ilgili görüşünüze katılıyorum. Neden böyle bir tavan konmak gereği duyulduğunu da ayrıca anlayabilmiş değilim. (Devlet memurları katsayı sistemi ve özel sektörün buna uyumu mantığı)
Ancak belirttiğiniz olumsuzluk ortadan kaldırılsa, yani kıdem tazminatı tavanı kaldırılsa dahi, bunun soruna çözüm olmayacağını, aksine kayıtdışını artıracağını düşünüyorum.
Zira;
Bugün ülkemizde çalışanların neredeyse yarısı (% 44'ü) asgari ücret almakta, en azından kağıt üzerinde öyle görünmektedir. Buna karşılık kayıtdışı istihdam yine yarıya yakın % 48 oranındadır. İşsizlik % 11,2 seviyesindedir. Bu rakamlar bize,
İstihdam edilenlerin neredeyse yarısının DİE verilerine göre açlık sınırının altında olduğunu,
Çalışanların yarısının kayıtlı olmaması nedeniyle, sosyal güvenlik haklarından yararlanamadığını,
2.500.000 kişinin işsiz olduğunu göstermektedir.
Bu rakamlar ne yazık ki Türkiye gerçeğidir. Çalışanların bir iş bulması halinde, şartları ne olursa olsun, bu işi elden kaçırmamak için her türlü hukuksuzluğa ses çıkaramaması bu tablonun eseridir.
Şimdi bu tablo önümüzde iken kıdem tazminatı tavanının kaldırıldığını düşünelim;
1.815,28 kıdem tazminatı tavanının üzerinde çalışanları (mutlu azınlık) mutlu edecek bir uygulamanın, kalan büyük çoğunluğa hiçbir faydası olmayacak, tavan kalkarsa, yüksek ücretlilerin maaşlarının kayıtlarda daha düşük gösterilmesinin yolu açılacaktır.
Devlet istihdam ve enerji üzerindeki vergi yükünü azaltmalıdır.
Buna rağmen kayıtdışı veya vergi kaçıran işvereni Devlete karşı işlenmiş suçlar kapsamında yargılamalıdır.
Kayıtdışı çalışan şahıslara da cezai müeyyide uygulanmalıdır.
En önemlisi Devlet, sosyal devlet olmanın bilinci ile hareket etmeli, etkili bir denetim mekanizmasını oturtmalı ve kimsenin gözünün yaşına bakmaksızın uygulamalıdır.
Selamlar,