Re: Memleketimden aydın manzaraları
Alıntı:
Harun Gür rumuzlu üyeden alıntı
Sn. cetin kardes,
Koca söyleşide bula bula bir bunu bulmuşsunuz, bulmuşsunuz da onu da eksik bulmuşsunuz.
Benim korkum; bu ve benzeri fikirsel fanatizm ile, umut ettiğiniz tüm güzelliklerin Türkiye'de olamayacağı gerçeği üzerine...
Oradaki ironi, türbanla mayalanmak istenen düzene, tabi tutarsa...
Selamlar,
Sayın Harun Gür;
Yaşınızı bilemiyorum yalnız bilmediginiz şeylerde olabilir sizin beğenmediğiniz türbanı hayatımıza sokan olaylar var.
Şöylek; 80 yıllarda sizinde met ettiginiz baş örtülü kızlar okullara alınmadılar, zamanın yök başkanı ismini yanlış hatırlamıyorsam ihsan Dogramacı olması lazım. Baş örtülü ögrencileri okula almadılar, Özal bastırınca çaresiz türban formülünü dayattılar, amaç örtülü ögrencileri okula almamak olan bu niyet. şimdi tersine işliyor. Amaç üzüm yemek degil, bagcıyı dövmek. Saygılarımla, tüm güzellikler Türkiye'nin olsun...
Re: Memleketimden aydın manzaraları
Sn. cetin kardes,
Yaşım o dönemleri de daha eskileri de hatırlamama elveriyor.
Türban 1965'lerden itibaren planlı ve programlı olarak ülkemiz gündemine sokuldu, tarikatler eliyle tabana yayıldı. Ayrıntısına girmeyeceğim başka bir forumda da bu konu tartışılıyor, oradan okuyup öğrenebilirsiniz.
1982 yılında YÖK tarafından çıkarılan kıyafet genelgesine dayanan başörtüsü yasağını kaldırmak için ilk adım 1984’de atıldı. YÖK’ten ilk olarak boynu açıkta bırakacak ve kulakların arkasından dolanarak bağlanılan örtülere izin çıktı. Ancak Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in, "Türkiye’de irtica tehlikesi" olduğuna ilişkin söylemleri üzerine 1987’de başörtüsü yeniden yasaklanarak disiplin suçu sayılmaya başlandı. 1987 genel seçiminin ardından Özal hükümeti YÖK Kanunu’nda bir değişiklik yaparak başörtüsünün yeniden serbest bırakılmasını sağladı. Evren’in "Türbanlılar tamam ama çarşaflı ve mayolular da gelirse ne olacak" diyerek yasayı veto etmesi üzerine Özal, Evren’e çıktı. "Yükseköğretim kurumlarında, dersane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir" hükmünü getiren yasa Aralık 1988’de Meclis’ten geçirildi. Evren yasayı bu defa imzaladı, ancak Anayasa Mahkemesi’ne götürdü. Mahkeme, 26 Mart 1989 yerel seçimlerinden hemen önce yasayı iptal etti. ANAP mahkemenin iptal gerekçesini dikkate alarak 25 Ekim 1990’da yükseköğretim kurumlarında başörtüye serbesti getiren üçüncü kanunu çıkardı. Bu defa SHP iptal talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu, ancak talep reddedildi. 2547’nin ek 17. maddesi uyarınca üniversitelerde her türlü kılık ve kıyafet serbest oldu. 1997’de Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanı seçilmesine kadar uygulandı. Sonrasındaki Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını biliyorsunuz.
Hadi biz bağcı dövmek derdindeyiz diyelim, Anayasa Mahkemesi ve AİHM de mi aldığı kararlarla üzüm yemek yerine bağcı dövmeye çalışıyor?
İlahiyatçı Prof. Dr. Beyza Bilgin'e kulak verelim:
"1988’de fakültenin dekan yardımcısıydım. Önce yasak dönemini yaşadık. Okulun bahçesinde çadırlar kuruluyor, siyasiler yasağın kaldırılması için konuşma yapıyorlardı. O dönem başörtüsü yasağı taraftarı değildim. Kızların okuma imkanıdır, dışı örtülü de olsa kafalarının içi açılıyor diye düşünüyordum. Yönetici olarak buna izin veremesem de gönül olarak öyleydim. Ne oldu, başörtüsü çağdaş kıyafettir dendi, olay tersine döndü. Yanlış, yön değiştirdi. Bu sefer bir tek kız kalmadı başı açık. Okumak için saçlarını açıp örgü yapan, toka takan kızlara, erkekler koridorlarda ’Manken oldunuz, niye örtünmüyorsunuz’ diye laf atmaya başladılar.
Kızlar şikáyetçi olmadılar. ’Biz kendi rızamızla örtüyoruz’ dediler. Zaten şikáyet de olamaz. Ağabeyler, ablalar vardır. Malezya kadar baskı olmaz, ama bir miktar olacaktır. Baskı olmaya başlayınca direnme de olur. Ama artık 1980’li yıllar gibi değil. Şimdi, kızların okuması için eskiden olduğu kadar, başörtüsü serbest bırakılsın diyemiyorum, endişeliyim. Çünkü bu sefer öbür taraf eziliyor."
Yasak ortadan kalksın, iddia ediyorum başta Anadolu'daki üniversitelerde olmak üzere 2 sene içerisinde başı açık tek bir kız öğrenci göremezsiniz. Hepsi özgür iradesi ?!!! ile kapanır.
Bu nedenle sapla saman birbirine karıştırılmasın, bugün türban yasağını savunanlar özgürlükçüdür, yasak kalksın diyenler değil...
Selamlar,
Re: Memleketimden aydın manzaraları
Deniliyor ki: Örtülü eşleri AKP’lilere "türban yasasını hemen çıkarın" diye evde baskı yaptı! Peki, AKP’lilere baskı yapan örtülü eşler, ne zaman, nasıl örtündü? Aile, mahalle, koca baskısı gördüler mi? Mesleklerini bırakıp "ev kadını" olmaya mecbur mu edildiler? Hepsi aynı sosyal sınıftan mı geliyor? İşte onların, isim isim örtünme hikáyeleri...
Politikacıların üniversite bitiren türbanlı kızları neden çalışmıyor?
BÜYÜK olasılıkla, üniversitelerde türban serbest olacak. Herkes merakla bekliyor, sonra ne olacak? Deniliyor ki, "mahalle baskısı" gibi üniversitelerde "türban baskısı" olacak; özellikle Anadolu’daki üniversitelerde başı açık kız öğrencilere örtünme baskısı gelecek. Bu olabilir mi? Evet olur. Bitmedi. Meselenin bir başka yönü daha var: Türbanlı kızlarımız üniversitelere girince ne olacak? Söyleyeyim: Çok iyi okuyacak, çok başarılı olacak ve okullarını hep dereceyle bitirecekler. Peki, sonra ne olacak? Ne olacak biliyor musunuz; evlenip, ev hanımı olacaklar! Bunu da nereden çıkardınız demeyin. Gelin Türkiye’yi yöneten birkaç politikacının kızlarına bakalım: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kızı Kübra, Bilkent Üniversitesi’ni bitirir bitirmez evlendirildi. Çalışıyor mu, hayır!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Esra, ABD’de Indiana Üniversitesi’nde okudu. Çalışıyor mu? Hayır. Başbakan’ın diğer kızı Sümeyye çalışıyor mu; hayır! Milli Görüş’ün lideri Necmettin Erbakan’ın kızları; Elif Bilkent Üniversitesini bitirdi, Zeynep ise ODTÜ’yü. Üstelik "başları açık okudular" diye parti içinde muhalif sesler çıkmıştı. Peki, bugün çalışıyorlar mı; hayır! Evlendiler, çocuk yaptılar. Yani ev hanımı oldular. Enerji Bakanı Hilmi Güler’in kızı Ayşe Şeyma da Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nü bitirir bitirmez, eski Orman Bakanı Osman Pepe’nin oğlu İsmail ile evlendirildi. Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Bilkent Üniversitesi’ni bitiren kızı İclal’i hemen evlendirdi. Ulaştırma Bakanı Binalı Yıldırım’ın kızı Büşrah... Listeyi uzatmaya gerek var mı? Çok merak ediyorsanız; daha yaşları küçük olan Büşra Şahin, Zişan Güler, Büşra Çelik’i medyadan takip ediniz. Onlar da ablaları gibi üniversiteyi çok iyi dereceyle bitirecekler ve sonra hemen evlendirilecekler. Niye? Bu gencecik kızlarımız üniversiteyi bitirir bitirmez, çalışmalarına fırsat verilmeden neden hemen evlendiriliyor? Şimdi derler ki, "Sana ne, bu da bir özgürlük sorunu". Öyle ya... Aslında tüm bunlar; özgürlüğün tesettüre sokulması değil mi?
Emine Erdoğan
Emine Gülbaran 15 yaşında intihar etmeyi düşündü. Yıl 1970’ti. Mithatpaşa Akşam Sanat Okulu’nun öğrencisiydi Romantik bir kişiliği vardı. Cep romanları okuyor. Artistlerin kartpostallarını biriktiriyordu. Emel Sayın ve Ajda Pekkan’ı beğeniyordu. Bir de sinemaya gitmeyi. Ziya amcalarının eski Amerikan otomobilinde ilk kez direksiyona geçti; otomobil kullanmak istiyordu. Giyinmeyi çok seviyordu. Dikiş dergisi Burda’nın patronlarından kalıp çıkarıp, kendine elbise dikiyordu. İlk diktiği giysi ise çift taraflı bir pelerin oldu. Bir tarafı uçuk bir eflatun, diğer tarafı uçuk griydi.
Ağabeyi Hüseyin Gülbaran kendisinden bir yaş büyüktü. Kız kardeşi Emine’ye artık örtünmesi gerektiğini söyledi. Emine Erdoğan, yıllar sonra "Nasıl Örtündüler?" kitabının yazarı Gülay Atasoy’a o günü anlattı: "Ağabeyim bana örtünmem gerektiğini söylediği zaman intihar etmeyi bile düşünmüştüm. Nasıl olur da örtünürdüm! Çevremde bir tane örneği yoktu. Köy gibi bir yerde olsam neyse... Orada dikkati çekmezdim. Ama burada (İstanbul’da) olamazdı. Bu karışık duygular içindeyken, bir vesileyle Şule Yüksel Şenler’le tanıştım. Bu tanışma beni çok etkiledi. Böylelikle bir Müslüman hanımın hem modern, hem kültürlü, hem de örtülü olabileceğini gördüm." Emine Gülbaran 15 yaşında örtündü. Okuldan ayrıldı.
Hayrünnisa Gül
Abdullah Gül’ün annesi Adviye Hanım, gelini olmasını istediği Hayrünnisa’yı Kayseri’de bir akraba düğününde gördü. Hayrünnisa 14 yaşındaydı. İstanbul’da Çemberlitaş Ortaokulu’nu yeni bitirmişti. Takdirname almıştı. Liseye başlayacaktı. Abdullah Gül 29 yaşındaydı. Sakarya Üniversitesi’nde asistandı. Gül Ailesi, Özyurt Ailesi’ne görücüye gidip Hayrünnisa’yı istedi.
Aileler anlaştı. Ama ortada sorun vardı. Medeni Kanun, 14 yaşında bir kızın evlenmesine izin vermiyordu. Hayrünnisa’nın 15’ini doldurması beklenecekti. 18 Ağustos 1980. O gün Hayrünnisa’nın yaş günüydü. O gün yasal engel kalktı. O gün 30 yaşındaki Abdullah Gül ile 15 yaşındaki Hayrünnisa Özyurt evlendi. Ve o güne kadar başı açık olan Hayrünnisa, işte o gün, evlendiği gün tesettüre girdi. Okuldan ayrıldı. Artık ev kadınıydı.
Münevver Arınç
Yıl 1978. Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu Giyim Bölümü’nden, 5 üzerinden 4.5’la mezun oldu. Okulun en başarılı öğrencisiydi. Münevver Tay, üniversite yıllarında modern giyimiyle dikkat çeken biriydi. Bir de yardımseverliğiyle tanınıyordu. Kırşehir Kaman’da öğretmenlik yapmaya başladı. Manisa MSP İl Başkanı Avukat Bülent Arınç, hemşerisi Münevver Öğretmen’i partisinin önde gelen isimlerinden İsmail Tay’dan istedi. Münevver Tay öğretmenliği seviyordu. Evlenmeyi şimdilik düşünmüyordu. Ancak... Babasının ısrarına fazla karşı koyamadı. Ve evlendi. Damat Bülent Arınç 31, gelin Münevver Tay ise 22 yaşındaydı. Öğretmen Münevver Tay evlenince ev hanımı oldu; tesettüre girdi. Öğretmenliği bıraktı. Çok sevdiği öğretmenliği ancak bir yıl yapabilmişti.
Semiha Yıldırım
O da öğretmendi. Eşi; Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Erzincan Refahiye İlçesi Kayı Köyü’nden akrabasıydı. Görücü usulüyle evlendiler. Evlenince o da öğretmenliği bıraktı. Örtündü. Ev hanımı oldu.
Gülten Çiçek
Ailesi Yozgatlıydı. Yozgat ile Yerköy arasındaki Saray İlçesi’nde öğretmenlik yapıyordu. Cemil Çiçek ise Yozgat’ta avukattı. Görücü usulüyle evlendiler. Gülten Hanım’ın öğretmenliği sadece beş yıl sürdü. Örtündü. Ev hanımı oldu.
Fatma Ş. Akdağ
Fatma Şeyda, Erzurum Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiydi. Babası subaydı. Başı açıktı. Nesrin Akdağ, müstakbel gelinini Erzurum’da bir toplantıda görüp beğendi. Oğlu Recep Akdağ, Erzurum Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirmiş; üniversitede kariyer yapmıştı. Bekárdı. Akdağ Ailesi, Ordu’ya gidip Fatma Şeyda Hanım’ı ailesinden istedi. Evlendiler. Fatma Akdağ, okulu yarım bıraktı. Tesettüre girdi. Ev hanımı oldu.
Mehtap Güler
CHP Muğla Milletvekili Hasan Fehmi İlter’in kızıydı. Annesi Sevilay İlter ressamdı. DSP’li, eski Dışişleri Bakanı Sina Şükrü Gürel ile kuzendiler. Hilmi Güler, ODTÜ’den Metalürji Mühendisi olarak mezun oldu. Aynı üniversitede yüksek lisans, doktora yaptı. TAŞ-TUSAŞ, MKEK, ETİBANK, İGDAŞ kurumlarında üst düzey görevler aldı. 33 yaşındaydı. Mehtap İlter ile tanıştı. Flört ederek, 1981 yılında evlendiler. Babası Hasan Fehmi İlter bu mutlu olaya şahit olamadı; çünkü üç yıl önce vefat etmişti. Mehtap Güler evlenince örtündü. Çalışmayı bıraktı, ev hanımı oldu.
Zeynep Babacan
Hacettepe Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü öğrencisiydi. İleride eşi olacak Ali Babacan’ın üç kız kardeşi Betül, Tuğba ve Merve ile yakın arkadaştı. Ali Babacan öğrenimini tamamlayıp ABD’den döndü. Babası Hilmi Babacan, oğlu Ali’nin evliliğini şöyle anlattı: "Amerika’dan dönünce Ali’nin kız kardeşleri, kendi arkadaşlarının arasından birini belirledi ve ’Ağabeyciğim, şu kız (Zeynep Yurter) senin için uygundur’ dediler. Biz de Allah’ın emriyle istedik. İstediğimiz gün de kabul edildi. Kız kardeşleri, Ali’nin kendi karakterini ve nasıl birini istediğini bildikleri için mevcutların içinde sana bu uygun dediler. Biz de görücü usulüyle gittik, baktık ve beğendik." Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşıyacağı söylenen genç Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın evliliği görücü usulüyle böyle gerçekleşti. Evlenmesiyle birlikte Zeynep Yurter örtündü. Ev hanımı oldu. Uzatmayayım... Hayati Yazıcı’nın eşi Selma; Hüseyin Çelik’in eşi Şahsenem; Mehdi Eker’in eşi Yasemin; Faruk Çelik’in eşi Beyhan... Liste uzayıp gidiyor. AKP çevresi diyor ki; kızlarımız-kadınlarımız tesettüre girmeye kendileri karar veriyor! Ne yazık ki türbanı "özgürlük sorunu" olarak gören entellerimiz de öyle düşünüyor. Ama hayat öyle demiyor işte.
Ahsen Unakıtan
Edirneliydi ailesi; merkeze bağlı Musabeyliği Köyü’nden. Orta halli Eral Ailesi’nin kızıydı. Mandolin ve piyano çalmayı küçük yaşta öğrendi. Tenis oynamayı seviyordu. Öğrenim hayatında hep başarılıydı. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Avukatlık yapmaya başladı. Solcuydu. 1971 yılında Maliye Bakanlığı’nda Hesap Uzmanı olarak çalışan Kemal Unakıtan ile evlendi. Edirne’den çocukluk arkadaşıydılar. Bir gün... Yolda gördüğü bir işportacıdan eşarp aldı. Örtündü. Avukatlığı bıraktı. Ev hanımı oldu. Eşi bakan olunca, örtünme modelini değiştirdi; türbanı kulaklarının arkasından bağlayarak kendi tarzını yarattı. Türban, Eral Ailesi’ni böldü. Bugün Eral Ailesi’nin çoğu hálá solcu.
Soner YALÇIN
http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/ga...=9669&rid=4369
Re: Memleketimden aydın manzaraları
YAŞAR KEMAL CUMHURBAŞKANI GÜL'DEN ÖDÜLÜNÜ ALDI
05.12.2008 09:53:00
Yazar Yaşar Kemal, Turgut Cansever ve Alaeddin Yavaşça'ya Çankaya Köşkü'nde Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri verildi
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Çankaya Köşkü’nde yapılan törenle sahiplerini buldu. Ödüllerden biri ‘Devleti affetmeyeceğim’ diyen yazar Yaşar Kemal’e verildi. Yaşar Kemal, "Bu yaşta böyle bir ödülü almaktan memnunum. Bu ödülle beni onurlandıranlara teşekkür ederim" dedi. Diğer iki ödülü de Turgut Cansever ve Alaeddin Yavaşça aldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, törende yaptığı konuşmada, ödüllerin üç seçkin kültür ve sanat adamına takdim edileceğini belirterek, mimari dalında ödül kazanan Turgut Cansever, edebiyat dalında ödül kazanan Yaşar Kemal ve müzik dalında ödül kazanan Alaeddin Yavaşca’yı içtenlikle tebrik ettiğini kaydetti. Yaşar Kemal ve Alaeddin Yavaşça’yı törende görmekten duyduğu mutluluğu dile getiren Cumhurbaşkanı Gül, Cansever’in sağlık durumu nedeniyle törene katılamadığı için eşi ve kızı tarafından temsil edildiğini belirterek, kendisine acil şifalar diledi.
Cumhurbaşkanı Gül, şunları söyledi: "Bugünkü tören bu üç değerli kültür adamının neredeyse asırlık emeklerinin ve artistik yaratıcılıklarının toplamına, aydın olarak özgür ve bağımsız duruşlarına ve toplumsal sorumluluk bilinciyle oynadıkları rollere devlet ve toplum olarak duyduğumuz saygıyı ifade etmektedir. Gerçekten de Sayın Cansever, Sayın Yaşar Kemal ve Sayın Yavaşça on yıllar boyunca kendi alanlarında sanatın asaletinden, insani değerlerin yüceliğinden hiçbir taviz vermeksizin en güzel ve en özgün eserleri Türkiye’ye ve dünyaya armağan etmişlerdir.
Dehalarıyla mimarimizi, edebiyatımızı ve müziğimizi en yüksek noktaya taşımışlardır. Kültür hayatımızı zenginleştiren ve düzeyini yükseltenlerin başında geldiler. Bir yandan da kültürel yozlaşma eğilimlerine karşı direniş göstermeyi başardılar. Kültür mirasımızı dünden bugüne taşıdılar, bugünden de yarına taşıyacaklar."
Cumhurbaşkanı Gül, Cansever’in "eşsiz yapıları ve projeleriyle antik çağlardan Selçuklu ve Osmanlı şaheserlerine uzanan insan odaklı Anadolu-İslam mimarisi geleneğini ve formlarını, şehircilik anlayışını, çağdaş ve yaratıcı biçimde dönüştürerek topluma sunduğunu" ifade etti.
Yaşar Kemal’in, Homeros’tan Dede Korkut’a, Kürt destanlarından Yunus Emre ve Karacaoğlan’a, Evliya Çelebi’den Sait Faik’e uzanan son derece zengin edebi gelenekleri kendi evrensel ve anıtsal eserlerine dönüştürdüğünü belirten Cumhurbaşkanı Gül, "Bunu, insancıl ve hakçı özünü hiçbir zaman yitirmeksizin başardı. İnsani ve kültürel değerler kadar tabiatın da tahrip edilmesine karşı duran çağdaş bir tavır sergiledi" diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Gül, Alaeddin Yavaşça’nın, Anadolu’nun bin yıllık çeşitli müzik geleneklerini araştırdığını, en ince ve saf biçimleriyle bugünün süzgecinden geçirerek yeniden yarattığını, kendi sentezini meydana getirdiğini ve yorumladığını kaydetti. Yavaşça’nın yüzlerce öğrenci ve müziksever yetiştirdiğini, Türk müzik hayatına eşsiz katkılar yaptığını da vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül, ödül alan her üç kültür adamına da ayrı ayrı şükran borçlu olunduğunu söyledi.
-VEFASIZLIK VE HAKSIZLIKLARA UĞRAMIŞ OLABİLİRSİNİZ-
"Üç değerli kültür adamımız uzun sanat yaşamları boyunca şu veya bu şekilde uğramış olabildikleri anlayışsızlık, ilgisizlik, vefasızlık veya haksızlıklar nedeniyle zaman zaman üzülmüş de olabilirler" diyen Cumhurbaşkanı Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu davranışlar Sayın Cansever için yarattığı bazı eserlerin bakımsız kalması, şehircilik ve mimaride özensiz ve kişiliksiz bazı uygulamaların hakim olması ve giderek bunların bazen daha çok ilgi görmesi; Sayın Yaşar Kemal bakımından gençliğinde bazı el yazmalarının el konularak yok olması, evrensel ve toplumsal barış ile ilgili olarak yapmış olduğu çağrı ve uyarıların zamanında ve yeterince dikkate alınmamış olması veya kitaplarının korsan baskılarının önüne geçilememesi; Sayın Yavaşça için ise müziğimizin yozlaştırılması veya telif haklarına riayet edilmemesi biçiminde ortaya çıkmış olabilir.
Bunların dışında belki sizi üzen başka şeyler de olmuş olabilir. Ama her şeye rağmen bugün, başta hükümet olmak üzere devletimizin kurumlarında, özel sektör dahil vatandaşlarımızda kültür sanata karşı giderek daha ilgili, daha duyarlı, daha saygılı bir yaklaşımın gelişmekte olduğunu da memnuniyetle görüyoruz. Bunun sonucu olarak kültür hayatımızda canlılık ve çeşitlilik giderek artmaktadır.
Sanat, kültür ortamı artık daha özgür ve daha demokratik bir hale gelmiştir. Bir çok yasal engeller, hükümetin, Meclis’in girişimleriyle ortadan kaldırılmakta, yeni yeni kanunlar ve yeni yeni yönetmelikler sunularak kolaylıklar getirilmekte ve bunun sonucunda kültürümüzün evrensel erişimi daha da artmaktadır."
YAŞAR KEMAL ALKIŞLARLA GİRDİ
Yazar Yaşar Kemal, törenin yapıldığı resepsiyon salonuna Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen ile, konukların alkışları arasında girdi. Tören, Cansever, Kemal ve Yavaşca’nın ödül gerekçelerinin okunmasıyla başladı. Cumhurbaşkanı Gül’ün konuşmasının ardından ödüller sahiplerine verildi.
Cumhurbaşkanı Gül, yaş sırasına göre, önce Turgut Cansever’i temsilen eşi Nilüfer Cansever’e, ardından da Yaşar Kemal’e ve Dr. Alaeddin Yavaşca’ya madalya ve berattan oluşan ödüllerini takdim etti.
-KEMERİMİ TAKMADIM KİMSENİN AKLINA BİRŞEY GELMESİN-
Ödülünü aldıktan sonra konuşmasını oturarak yapan Yaşar Kemal, sahneye gelirken pantolonunun kemeri nedeniyle yaşadığı soruna ilişkin, "1,5 aydır bel ağrısı çekiyorum. Belimde bir şey var, kemerimi takamadım. Kimsenin aklına bir şey gelmesin diye, hasta hasta buraya geldim" dedi. Yaşar Kemal, bu yaşında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü almaktan memnun olduğunu ifade ederek, kendisini onurlandıranlara teşekkür etti. Konuşmasında, küreselleşmeyi ve eğitim düzenini eleştiren Kemal, şunları söyledi:
"Cumhuriyet dönemiyle birlikte kültürümüze, dilimize dönmeyi öğrendik. Halkevleri ve köy enstitülerinin kurulması bize yardım etti. Bugünkü yeryüzünün eğitim düzeni düzen değil. Böyle bir düzen olmamalı. Bugünkü eğitimle barış da olmaz. Hiroşima’ya atom bombası atılmasını imzalayan ABD Başkanı da bu okullardan gelmiştir. Bu okullar zulüm okullarıdır. Köy enstitüleri dünyadaki en iyi başlangıçlardan biriydi. İnsanlık bir gün mecbur olacak, tutacak bu düzeni. Bu, gelecekte dünyayı gerçek insanlığa kavuşturacak tek düzendir. Bugün milyonlarca insan, açlıktan, bakımsızlıktan ölüyor. Ne halt ederlerse etsinler bu böyle devam edemeyecek ya da insanlık sona erecek. Bir gün, ’Bir Türk yazar bunu söyledi’ diyecekler, edebiyatım umurumda değil, namusum umurumda."
-TEK DİLE KALMIŞ DÜNYA HAPI YUTMUŞTUR-
Kemal, küreselleşmenin farklı dilleri ve kültürleri yıprattığını ifade ederek, "Tek dile kalmış dünya hapı yutmuştur" dedi. İnsanlığın, savaşın korkunç yüzünü 20. yüzyılda en ağır biçimde gördüğünü dile getiren Kemal, "Dünya ve Türkiye barışa susadı. Savaşın küçüğü, büyüğü olmaz. Dünyayı düzeltmenin yolunu seçsek olmaz mı?" diye konuştu. Yazarlık hayatı boyunca insanın gizemine ulaşmaya çalıştığını anlatan Kemal, düş gücünü yitiren insanın umudunun da kalmayacağını belirtti. Kemal, kendisinin hiçbir zaman karamsarlığa düşmediğini söyleyerek, okurlarının da karamsar olmamasını istedi.
-HEP SEVGİ AŞILAMAYA ÇALIŞTIM-
Müzik alanında ödüle değer görülen Dr. Alaeddin Yavaşca da, gerek 40 yıllık doktorluk gerek 65 yıllık müzik hayatında hep hizmet aşkıyla görev yapmaya çalıştığını söyledi. Mesleğini ve müziğini icra ederken sevgi aşılamaya çalıştığını dile getiren Yavaşça, her iki mesleğinde de hiçbir zaman karşılık beklemediğini belirtti. Yavaşca, geçmişte çeşitli ödüller aldığını anlatarak, "Benim için bir hastayı tedavi ettikten sonra onun gülücüğü hiçbir değerle mukayese edilemezdi" dedi. Yavaşca, müziğine de bunu yansıttığında görevini yerine getirdiği duygusunu yaşadığını kaydetti.
Yavaşça, ilk kez bir cumhurbaşkanından böyle bir ödül almanın ve takdir görmenin gönlünde unutamayacağı bir ışık yaktığını söyledi.
Mimar Turgut Cansever adına konuşan kızı Feyza Cansever, sözlerine "Babamın bu törene katılabilmesini ve ödülünü kendi elleriyle almasını çok isterdim. Çok mutlu olurdu" diyerek başladı. Feyza Cansever, eserlerinde insan, sanat ve çevre ilişkilerine büyük önem veren babasının dünyayı güzelleştirmeyi bir insanlık görevi olarak gördüğünü anlattı.
Konuşmaların ardından, Cumhurbaşkanı Gül ve Hayrünnisa Gül’ün verdiği resepsiyon için diğer salona geçilirken, Başbakan Erdoğan, Devlet Bakanı Mehmet Aydın ve bazı davetliler Yaşar Kemal ile bir süre ayaküstü sohbet etti.
-RESEPSİYON-
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünün verilmesinin ardından resepsiyona geçildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Hayrünnisa Gül, resepsiyona katılan konuklarla tek tek tokalaşarak "Hoşgeldiniz" dedi. Resepsiyona Başbakan Erdoğan, Devlet Bakanı Mehmet Aydın ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve çok sayıda davetli katıldı.
YAŞAR KEMAL MUHALİF KİŞİLİĞİYLE TANINIYOR
Her zaman muhalif kimliğiyle tanınan, devletle yıldızı pek barışmayan Yaşar Kemal’in ödülü kabul etmesi “Yaşar Kemal, devletle barışıyor” yorumlarına yol açmıştı. Cumhurbaşkanlığı’nın ödülle ilgili duyurusundan sonra açıklama yapan Kemal, “Bu ödülün bana verilmesini Türkiye’de siyasal duruşun, barış ve insan hakları mücadelesinin dışlanmaması konusunun ve toplumsal barışa giden yolun açılmak üzere olduğunun bir işareti olarak görmek istiyorum. Bu ödülün siyaset ve partilerüstü bir kurum olan Cumhurbaşkanlığı tarafından verilmesi bu açıdan ümidimi güçlendiriyor” demişti.
1950 yılından beri, özgürlükçü tutumu nedeniyle defalarca yargılanan, hapse girip çıkan Yaşar Kemal, en son Kürt sorunu hakkında yazdığı ‘Türkiye’nin Üzerindeki Kara Gökyüzü’ başlıklı yazısı nedeniyle bir yıl sekiz ay hapis cezasına çarptırılmış, cezası ertelenmişti.Yaşamı boyunca devletle başı derde giren aydınların da yanında yer alan yazar, Eşber Yağmurdereli’nin 1997’de hapse girmesi üzerine “Ölünceye kadar Türk devletini bağışlamayacağım” açıklamasını yapmıştı. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, ‘Türk kültür ve sanat yaşamına önemli katkılarda bulunan, sanatın yücelmesine çalışan Türk vatandaşı ve yabancı uyruklu kişiler ile kurumlara, Devlet adına onurlandırmak amacıyla’ veriliyor.
www.radikal.com.tr
Re: Memleketimden aydın manzaraları
:p Ben ve kuzenim Mehmet Aydın "Aydın" bir sülaleden geldiğimiz için soyadlarımızda aydındır.:o
Soyadımız münevver de olabilirdi o da başka...
Re: Memleketimden aydın manzaraları
BAŞBAKAN'I HANGİ GİZLİ ÖRGÜT DESTEKLİYOR?
Bugün gazetelerde tam sayfa bir ilan vardı. İlanda açık bir gökyüzü fonunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yürürken gösteriliyordu. İlanın manşetinde “İçimizdeki Destan Yeniden Uyandı” yazıyordu.
İlanın başlangıcında Tayyip Erdoğan şöyle tarif ediliyordu: “Ne bahane üretti ne de mazerete sığındı. Kıbrıs’tan Davos’a, Irak’tan Gürcistan’a, İspanya’dan Kafkaslar’a kadar ülkemizi lider yapma yolunda azmini, iradesini her şart altında ortaya koydu”. Başbakanın Irak Savaşı’nda ABD yanında savaşa girmek için meclise getirdiği tezkerenin muhalefet tarafından reddedildiği, Kıbrıs’ta Annan Planı’na destek verdiği düşünülürse söz edilenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmadığı sanılabilirdi. Ancak Davos’tan söz etmesi ve metnin yanında Başbakanın tam sayfa fotoğrafının yer alması nedeniyle kastedilenin başbakan olduğu açıkça anlaşılıyor. Yine de metnin içinde başbakanın adı geçmiyor.
http://www.odatv.com/index.php?id=15098
///////
Sayın Bilgili, bu konu başlığını açarken ne düşündü pek emin değilim ama
yeni bir konu başlığı açacağıma, bu konu başlığını ANLAMLANDIRAYIM, daha iyidir diye düşündüm...
Gizli aydın bunlar...
Gel vatandaş geeeelll!
(Sonu bizim ittihatçılara benzemesin de MALUM... :) )