-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Bu virüsten hiç kaçış yok...
Bugun/10 Şubat 2009
Virüsü taşıyan kişiyle konuşsanız dahi bulaşıyor.
Doç. Dr. Mehmet Emre Atabek, “Alışveriş merkezinde hasta bir kişinin dolaşması, yüzlerce kişiye virüsün bulaşması demektir. Hasta kişinin boğazındaki virüsü taşıyan damlacıklar, hapşırmadan birkaç dakika sonra sizin boğazınızda'' dedi...
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Emre Atabek, kış aylarında grip ve öksürük salgını gibi virüs kaynaklı enfeksiyon hastalıklarının sık görülebildiğini söyledi. Bu yıl özellikle öksürük salgınının çocuklar da dahil birçok kişiyi etkisi altına aldığını ifade eden Atabek, grip ve öksürük gibi enfeksiyonlara yol açan 200'e yakın virüs bulunduğunu, kış aylarında dikkatli olunması gerektiğini bildirdi.
Viral bir enfeksiyonun 1 ay içinde tüm dünyaya yayılabileceğini vurgulayan Atabek, şunları kaydetti: ''Grip ve öksürük salgınları, damlacıklarla bulaşır. Hapşırma, öksürme ve konuşma ile bu damlacıklar yayılarak, diğer kişilere hastalıkları bulaştırır. Hasta bir kişinin hapşırması sırasında virüs taşıyan damlacıklar 40 metre, öksürükte 6 metre, konuşmada ise 2 metre ileriye gidebiliyor. Bunlar yapılan araştırmalarla ortaya konulmuş gerçekler.
Virüsten kaçış yok. Alışveriş merkezinde hasta bir kişinin dolaşması, birkaç kez de hapşırması ve öksürmesi yüzlerce kişiye virüsün bulaşması demektir. Söylemesi zor ama hasta kişinin boğazındaki virüsü taşıyan damlacıklar, hapşırmadan birkaç dakika sonra sizin ağzınızda, boğazınızda.''
Diğer organlara da bulaşıyor
Öksürmenin genelde basit bir hastalık olarak ele alındığını dile getiren Doç. Dr. Mehmet Emre Atabek, ''Virüs diğer organlara yayılıp daha ciddi hastalıklara yol açabilir. Özellikle çocuklarda öldürücü bile olabilir. Bu yüzden hastalık görülmeye başlandığında ciddiye alınmalı ve mutlaka bir doktora başvurulmalıdır'' dedi.
Uykusuz kalmak üşümek yok
Atabek, kış aylarında hastalıktan korunmanın yolunun vücudun güçlü tutulması olduğunu belirterek, ''Kendini güçlü tutacaksın, uykusuz kalmayacaksın, üşümeyeceksin. Kış aylarında dengeli beslenmek, kalabalığın yoğun olduğu yerlerden uzak durmak gerekiyor. Virüs, dirençsiz vücudu yakaladığı zaman asla affetmez. Kurtulmak için de oldukça uğraşmak gerekir'' diye konuştu.
ViRÜS
Hapşırma esnasında virüs taşıyan damlacıklar 40 METRE
Öksürmede 6 METRE
Konuşmada 2 METRE ileri gidebiliyor...
..................................
Mutlaka tüketmeniz gereken 15 bitki
Kalp krizi riskine, gribe, alerjiye iyi geliyor..
Bu bitkiler, kalp krizi riskine, enfeksiyonlara, gribe, alerjiye daha birçok hastalığa iyi geliyorlar. İşte 15 mucizevi bitki...
ADAÇAYI: Kalp krizi riskini azaltır. Aşırı terlemeye neden olan hastalıkları giderir. Kramp, omurilik rahatsızlığı, beze ve sinirsel titremelerde mucize etkileri vardır. Böcek sokmalarına karşı ısırılan bölgeye adaçayı yaptığını toz olarak uygulamanız önerilir.
CEVİZ: Damar koruyucu, ishal kesici, cildi temizleyici, siğil giderici, mantar hastalıklarında etkili, tümör engelleyici ve bağışıklık sistemini koruyucu özellikleri bulunmaktadır. Ceviz kanın pıhtılaşmasını önler, kan dolaşımını düzenler& Karaciğer için de çok faydalıdır.
IHLAMUR: Gribal enfeksiyonların yanı sıra güzellik ve ciltteki lekelere karşı da mucize etkileri vardır. Cilt lekeleri için iyice kaynatılıp, leke olan kısma sürülmesi öneriliyor. Bunun yanında strese karşı da ıhlamuru mutfağınızdan eksik etmeyin...
HİNDİBA: Safra kesesi ve karaciğer hastalıklarında mucizeler yaratır. Kronik karaciğer iltihaplanmalarına karşı tedavi edici özelliği vardır. Şeker hastalığına da iyi gelmektedir. Bunun yanı sıra deri kaşıntıları ve sivilcelere karşı da şaşırtıcı derecede etkilidir.
KARABAŞ OTU: Ağrıları dindirir, kalbe kuvvet verir& Özellikle sigara kullananlar için belirtelim, balgam sökücü özelliği vardır. Uyuşukluk gideren bu bitki zindelik kaynağıdır. Sara ve beyin hastalıklarının tedavisinde de kullanılır.
KEREVİZ: Huysuz ve asabi biri misiniz? Kereviz tüketin. Sakinleştirici özelliği var. Böbrek için çok yararlı, kanı temizliyor, kilo almayı önlüyor ve cinsel gücü artırıyor.
KUŞBURNU: Hangi vitamini ararsanız var. Grip ve soğuk algınlığı için bire bir. Kabızlık için de çare... Yorgunluk ve halsizlik için öneriliyor. Kan yapıcı ve tansiyon düzenleyici özelliği ile mutfaktan eksik edilmemeli.
MAYDANOZ: Bir tutam maydanoz vücudun günlük C vitamini ihtiyacının tamamını karşılıyor. Toksinleri vücuttan atıyor, kanı temizliyor, kansızlığa, böbrek ve karaciğer rahatsızlıklarına iyi geliyor...
MEYAN KÖKÜ: Balgam söktürücü özelliği olan bu bitki mide ülseri tedavisinde kullanılır. Böbreküstü bezlerini çalıştırdığı gibi kramp girmelerinde de çözücü etkisi vardır. Ayrıca iyi bir kabızlık gidericidir.
NAR: Narda bol miktarda antioksidan, C vitamini, demir ve potasyum var. Bir bardak nar suyunun antioksidan özelliği, iki kadeh kırmızı şarap ve 10 bardak yeşil çay ile aynı seviyede. Üstelik, bu özellikleri sayesinde kalbi ilaç gibi koruyor.
SEMİZ OTU: Uzmanlar, Parkinson tedavisinde hastalarına mutlaka semiz otu salatası yemelerini öneriyor. Zihin yorgunluğu, sinirlilik ve uykusuzluğa iyi gelir. Kanı temizleyici özelliği vardır...
PELİN OTU: Mideniz ile sorun yaşıyorsanız, gastrit derdiniz varsa pelin otu birebir... Bu bitki sindirim zor besinlerin hazmını kolaylaştırıyor. Tonik etkisiyle de kan dolaşımını artırarak, vücuda zindelik veriyor. Bir önemli özelliği ise vücuda sürüldüğünde haşereleri uzaklaştırması...
SOĞAN: Mümkün olduğu kadar çiğ tüketin. Zira çiğ tüketildiğinde mideyi güçlendirir, sindirim sistemini uyarır, idrarı arttırır. Grip, nezle, gırtlak iltihabı ve öksürüğü önleyici olarak kullanılır.
ZERDEÇAL: Zerdeçal en etkin ve en yaygın kullanılan antioksidanlardan biridir. üst solunum yolu enfeksiyonu, astım, bronşit ve sinüzit tedavisinde kullanılır. Kansere karşı etkilidir. Beyni güçlü tutarak, alzheimerı önler.
ZEYTİN: Özellikle zeytinin yağı mucize kaynağı olarak görülür. Vücudun ihtiyaç duyduğu omega 6 yağ asidine sahiptir. Hücre yenileyici özelliği ile cildi besleyip, güçlendirir... Zeytin ve zeytinyağı asla mutfaktan eksik edilmemeli, bolca tüketilmeli.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Beyninizi beslemenin yolları
Milliyet/11.2.2009
Vücudumuzdaki diğer hücreler gibi beyin hücreleri de oluşum sırasında besin öğelerine ihtiyaç duyar. İşte beyninizi beslemenin yolları...
Dilara Koçak
Bugün size beyninizi besleyen besinlerle ilgili bazı çalışmaların sonuçlarından bahsedeceğim
Bugün ne yediğinizi düşünün! Hatırlayabilmeniz için önce iyi bir hafıza ve güçlü bir beyne ihtiyacınız olduğunu da unutmayın. Yediğiniz besinler, içtiğiniz içecekler, öğrendiğimiz davranışlar, duyduğumuz sözcükler, yeni insanlar, yeni sporlar, yeni diller hepsi beyin fonksiyonlarımızın bir parçası.
Beslenmeyle ilgili yapılan çalışmaların çoğunun odağında kalp hastalığı, kemik sağlığı, kanser ve bel çevresi var gibi görünse de beslenme ve bedenimiz ile ilgili pek çok başka araştırma var. Bugün size beyninizi besleyen besinler ile ilgili bazı çalışmaların sonuçlarından bahsedeceğim. İlginizi çekeceğini düşünüyorum.
Beyin hücreleri vücudumuzdaki diğer hücreler gibi oluşum sırasında besin öğelerine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle hamilelik sırasında ve bebeklik döneminde sağlıklı bir vücut ve beyin fonksiyonu için sağlıklı beslenmenin çok büyük önemi vardır.
Şu anda ise yapılan birçok çalışma yetişkinlik döneminde beslenmenin bilişsel fonksiyonlara etkisini araştırmaktadır.
Hangi besin ve besin öğelerine ihtiyacınız olduğunu öğrenirseniz, erken iş toplantıları için sizi uyanık tutacak kahvaltı seçenekleri seçebilir, öğleden sonraki toplantıda esnemekten kurtulabilir ve geç saatlere kadar daha zinde çalışabilirsiniz. Şimdi bu önemli besin öğelerine bir bakalım:
Folik asit tüketimi asla unutulmamalı!
Portakal suyu, yeşil yapraklı sebzeler ve tam tahıl ürünlerinde bulunur. B vitaminlerinden olan folat, özellikle hamilelik öncesi ve sırasında çok büyük önem taşımaktadır. Yeterli alımı doğum defektlerini önlemekte ve bebek beyninin hafıza hücreleri için anahtar görevi görmektedir.
Yapılan çalışmalar kandaki yüksek folat seviyesinin, homosistein seviyelerini korumaya yardımcı olduğunu göstermektedir. Bu iyi bir şeydir, çünkü yüksek homosistein seviyesi Alzheimer ve demans (bunama) riskini artırır. Portakal suyu ile tam tahıllı ekmek kahvaltı için ve beyni beslemek için iyi bir seçenektir.
Folik asit düzeyi düşük kişilerde, depresyona benzer belirtiler görülebilir. Serotonin hormonu yetersiz olan kişilerin, aynı zamanda folik asit düzeylerinde de düşüklük görülür. Bu hastaların diyetine folik asit eklendiği zaman ise hem serotonin düzeyleri yükselir, hem de psikolojik durumlarında düzelme olur.
Beyin hücreleri kolini şiddetle ister
Kolin, bir çeşit B vitaminidir. Yumurta sarısı, yer fıstığı, balık, yeşil yapraklı sebzeler, soya ve keten tohumu kolinin kaynakları arasındadır. Kolin, beynin iletim servisi olan nerotransmitterleri destekler. Ayrıca yeni beyin hücresi üretiminde de fayda sağlar. Kendisine hafıza vitamini de denilmektedir. Sinirlerdeki iletilerde önemli görevi olan asetilkolin maddesi için gerekli bir moleküldür.
Yeterli miktarda antioksidan almalısınız
Özellikle nar suyu, kuru yaban mersini ve kuru eriğin içerdiği yüksek miktardaki hastalıklarla savaşmaya yardımcı olan biyokimyasallarla oksidatif stresle savaşır ve bilişsel fonksiyonları korur. Bu nedenle kahvaltıda ya da ara öğünde yoğurdunuza yaban mersini ekleyip öğlen için de ıspanaklı bir salata sipariş edip vücudunuza ve beyninize iyilik yapabilirsiniz.
Çay içmeye devam edin
Yapılan son çalışmalar, çay tüketiminin kişiyi sakinleştirerek konsantrasyon artırdığını ve işe odaklanmanın artığını gösteriyor. Çay, kafein içerdiği için “uyuklamayı önleyici”, “kişiyi daha uyanık ve dikkatli duruma getirici” olarak bilinir. Bileşimindeki kafein dolayısıyla merkezi sinir sistemini uyarıcı etkinlik gösterir. Çayda bulunan besin öğesi ”teinin” beyin dalga aktivitesini artırarak zihnin daha sakin ve atik olmasına teşvik etmektedir. Tein, yeşil, siyah ve oolong çayda bulunur.
Susamayı beklemeden su içmelisiniz
Eğer beyniniz bulanıksa muhtemelen susamış olmalısınız. Dehidrasyon (vücudun su kaybetmesi) sizi halsiz, uyuşuk hissettirir ve konsantrasyon problemleri yaşamaya başlarsınız. Bu nedenle günde 8 - 12 bardak su tükettiğinizden emin olmalısınız. Sıvı tüketmek için susamayı beklememelisiniz. Beyne susama sinyali iletildiğinde vücutta yüzde 1 su kaybı olmuştur. Yüzde 10 su kaybı hayati tehlikedir. Suyun yanında, taze meyve ve sebze atıştırmaları da hidrasyonu sağlamaya yardımcı olmaktadır. Meyve ve sebzelerin yüzde 80-90’ı sudur. Meyve ve sebze tüketimi ile vücuda 1 litreye yakın su sağlanabilir.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Kansere karşı uyuyarak korunun
Bugun/12 Şubat 2009
Uykudaki ufak ayrıntıların hayati önemi...
Karanlıkta uyumak beynin melatonin hormonu salgılamasını sağlayarak kişiyi kanserden koruyor. Işıkta bu hormon salgılanmadığı için kanser hücreleri daha çabuk gelişiyor. Uzmanlar, "Gece lambası da olsa ışıktan kaçının” uyarısında bulunuyor.
Zaman'da yer alan habere göre, bulguyu destekleyen Dünya Sağlık Örgütü, gece çalışmayı 'muhtemel kanserojen etkisi bulunanlar' listesine dahil etti. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi ise gece aydınlatmalarının zararlarını anlatmak için hazırladığı raporda melatonin hormonunun önemini vurguluyor.
Raporun önümüzdeki günlerde bütün belediyelere gönderileceğini açıklayan Kanserle Savaş Daire Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer, "Belediyelere, sağlığımız için 'gereksiz aydınlatmayla karanlığımızı kısmayın' çağrısında bulunacağız” dedi. Konuyu görüşmek üzere önümüzdeki hafta Ulusal Kanser Danışma Kurulu toplanacak. Buradan çıkan sonuç bildirgesinde yeterli aydınlanma dışındaki ışığın gece insan sağlığına zararlı olduğu mesajı verilecek.
ÜREME SİSTEMİ GELİŞİYOR
Şehirlerdeki bilinçsiz gece aydınlatmaları ve bunun insan sağlığı üzerindeki etkilerine yer verilecek. Belediyelerden şehir merkezlerini ayrı, yerleşim yerlerini ayrı aydınlatmaları istenecek. Sokak lambalarının sadece aşağıya ışık vermesi, evlere yansıtılmaması gerektiği aktarılacak. Rapor Enerji Bakanlığı'na da gönderilecek.
Melatonin hormonu saat 23.00 ile 05.00 arasında tam olarak salgılanıyor. Bu saatler arasında karanlıkta uyunduğunda hormon, hücreleri yeniliyor. Bağışık sistemini düzenliyor.
Vücudun biyolojik saatini koruyor, ritmini ayarlıyor. Üreme sistemini geliştiriyor. En önemlisi kanserli hücrelere karşı koruma sağlıyor. Görme engellilerin kansere daha az yakalanması bu durumu destekliyor. Bu sebeple çocukların gece kesinlikle ışıkta uyutulmaması gerekiyor.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Grip bazen öldürücü olabiliyor
Bugun/ 12 Şubat 2009
Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Klinik Bakteriyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Figen Kuloğlu, gribe neden olan influenza adlı virüsün, bazı hastalarda zatürreye neden olarak ölüme yol açabildiğini söyledi.
Doç. Dr. Kuloğlu, TÜ Tıp Fakültesi Başhekimliği tarafından başlatılan haftalık bilgilendirme toplantısında, gribin, yüksek ateş, baş ağrısı, kas ağrısı, halsizlik, iştahsızlık, boğazda yanma, kuru öksürük, aşırı yorgunluk gibi belirtilerle kendisini gösterdiğini söyledi.
Zaman zaman soğuk algınlığıyla gribin birbirine karıştırıldığını belirten Doç. Dr. Kuloğlu, şunları kaydetti:
''Soğuk algınlığı ve grip zaman zaman karıştırılmaktadır. Her iki hastalık da virüsler tarafından oluşsa da farklı hastalıklardır ve farklı virüsler tarafından oluşturulurlar. Grip semptomları, soğuk algınlıyla benzer durumlar ortaya çıkarsa da grip, soğuk algınlığında ortaya çıkan durumların ağır geçmesi şeklinde görülür. Gribe neden olan influenza virüsü bazı kişilerde akciğerde ilerleyip, hastada zatürreye neden olup öldürebiliyor. Grip virüsünün ciddiyetine 20. yüzyıl başlarında, 1918 yılında yaşanan kıtalar arası grip salgınında (pandemi) 20 milyon kişinin ölmesi örneği verilebilir.''
''KIŞ MEVSİMİNDE SELAMLAŞMALARDA ÖPÜŞMEMEYE DİKKAT EDİLMELİ''
Grip hastalığı için en iyi tedbirin hastalığın bulaşmasını önlemek olduğunun bildiren Doç. Dr. Kuloğlu, şöyle devam etti:
''Grip partiküller aracılığıyla hava yoluyla eşyalara temasla yakın temasla bulaşabilir. Grip, hastalığına yakalanmış kişinin hapşırma, öksürme yoluyla havaya saçtığı partiküllerin 2 saate yakın havada kaldığı hesap edilirse, hastalığın bulaşma kolaylığı net anlaşılabilir. Bu yüzden, kapalı ortamlarda bulunanlar, öğrenciler, çalışan kişiler risk altındadır. Türk halkının samimiyeti bilenen bir gerçek, ancak gripten korunmak adına kış mevsiminde selamlaşmalarda öpüşmelerden uzak durulmalıdır.''
Gribe yakalanan kişilerin dengeli beslenmeye ve istirahat etmeye özen göstermesi gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Kuloğlu, ellerin sık sık yıkanması ve bulunulan ortamda hijyenin sağlanmasının hastalığa yakalanma riskini azaltabileceğini bildirdi.
GRİP AŞISI ÖLÜM RİSKİ TAŞIYAN HASTALAR İÇİN GEREKLİ
Grip aşılarının ölüm riski bulunan hastalar için gerekli olduğunu ifade eden Doç. Dr. Kuloğlu, şöyle konuştu:
''Her sene grip aşıları piyasaya çıkıyor. İnfluenza virüsü değişikliği çok açık ve yeni bir kimlik geliştirme çok müsait bir virüs. Çok kolaylıkla yapısını değiştirebiliyor, vücudumuzda kolayca yaşayabiliyor. Hazırlanan aşı ile salgında saptanan virüs arasında bir benzerlik varsa, aşılarla yüzde 60 ile 80 arasında korunma sağlayabiliyor. Ayrıca grip aşıları ölüm riski olan hastalar için gerekli olduğu tespit edilmiştir.''
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Kilonuz artarken ömrünüz azalıyor
Milliyet/14.02.2009
Obezite dünyada en hızlı yayılan hastalıklardan birisi. Sigaranın neden olduğu ölümlerin ardından ikinci sırada obezite yer alıyor.
Dilara Koçak
Her yıl 300 bin insan, obezite nedeniyle hayatını kaybediyor. Bütün ülkeler, sağlık harcamalarının yüzde 10 - 12’sini, obezite ve obezitenin neden olduğu hastalıklara harcıyor. ABD’de obezite ile ilgili hastalıkların tedavisi için yıllık 75 ile 100 milyar dolar harcanıyor.
Obezite kronik bir hastalıktır, genetik ve çevresel etkileşimleri vardır. Vücutta yağ dokusunun artması çok sayıda faktöre bağlıdır.
Bir kişiye obez denilebilmesi için, beden kitle indeksinin 30’un üzerinde olması gereklidir. Beden kitle indeksi, kişinin ağırlığının boyunun metre cinsinden karesine bölünmesi ile elde edilen değerdir ve bu değer 18.5 - 24.9 olduğunda normal, 25 - 29.9 olduğunda kilolu, 30 ve üzeri olduğunda obez, 40 üzerinde morbid obez olarak gruplandırılır.
Obezite işin uzmanları tarafından tedavi edilmeli
Obez bireyler ciddi yaşam tehdidi altındadır. Obezlerde kalp ve damar hastalıklarından ölüm oranı, normal bireylere göre 4 kat daha fazladır. Yüksek tansiyon görülme sıklığı obez olmayanlara göre 3 kat daha fazladır. Obezite bu işin eğitimini almış kişiler tarafından tedavi edilmelidir; güzellik salonları, kısa dönem kurslar sonucu alınan sertifika yetkileri bu hastalığın tedavisi için yeterli değildir. Obezite tedavisinin ilkelerini hekim ile sağlık muayenesi, diyetisyen ile beslenme ve diyet eğitimi, diyet, bozulmuş yeme alışkanlığının düzeltilmesi, psikolojik destek, gerekirse ilaç tedavisi ve cerrahi müdahaleler oluşturmaktadır.
Beslenme ve stres
Kortizol gibi stres hormonları vücutta bazı vitaminleri etkiler. Vitaminler kasların gerilmesi ve kan basıncının yükselmesi gibi stres tepkileri için kullanılır. Bu nedenle anksiyete nedeniyle sinir sistemimiz fazla çalıştığında B vitaminine özel olarak ihtiyacımız oluyor. B vitaminleri, yiyeceği enerjiye dönüştürmekte de kullanılıyor.
Stresli zamanlarda alınan kaloriler besleyici yiyeceklerden gelmezse vücut için durum daha da zorlaşıyor. Bir kaç gün fazla cips yiyip gazlı içeceklerden içmenin sonucu olan hafif B vitamini eksikliği bile sinir sistemini alt üst ediyor. Böyle zamanlarda muz, balık, fırın patates, avokado, tavuk ve koyu yeşil yapraklı sebzeler yenilmeli.
Aşırı stres daha da büyük bir besinsel hasar yaratıyor. Stres hormonları vücuttaki A,B, C vitamini ve magnezyum gibi önemli besinleri tüketirken 1400 kimyasal değişim yaşanıyor.
Strese tepki olarak salgılanan hormonlar, sakinleştirici hormon olan seratonin seviyesini düşürerek karbonhidrat aşermelerine yol açabiliyor. Karbonhidrat tüketimini artırmak seratonin seviyelerini yükselterek strese toleransı artıra-bilir, ancak şekerli yiyecekler yemek kilo alımına yol açabilir. Baskı altındayken abur cubura yönelmemek kolay değil. Ancak az şekerli, az yağlı ve az kafeinli besinlere yönelmek bile sizin için iyi bir başlangıç olabilir.
Obezite, vücudun her organını ve duygu durumunu etkiler
RUH HALİ
Depresyon
Kendini beğenmeme duygusu
BEYİN
Beyindeki basıncı artırıp baş ağrısı ve çift görüşe neden olur.
AKCİĞER
Uyku apnesi
Astım
Nefes almada zorluk, kesik kesik nefes alma problemi
KALP VE KAN DAMARLARI
Yüksek LDL (kötü huylu) kolesterol
Düşük HDL (iyi huylu) kolesterol
Yüksek trigliserid seviyesi
Yüksek kan basıncı
Kanın pıhtılaşmasında anormallik
Kan damarlarına zarar veren kronik inflamasyon (iltihap)
SİNDİRİM SİSTEMİ
Reflü
Kabızlık
Safra taşları
Karaciğer yağlanması
KEMİK VE EKLEMLERDE
Kalça çıkığı
Blount hastalığı (dizlerde eğrilik)
Düztabanlık
Fazla kilodan dolayı ayaklar, dizler, kalça ve sırtta meydana gelen ağrılar
TİP 2 DİYABET
Vücudun yeterli insülin üretememe veya kullanamama durumu
ERKEN ERGENLİK DÖNEMİ
Kızlarda, polikistik over sendromu
Hormon seviyelerindeki değişikliğe bağlı olarak menstürasyonun (âdet) siklusundaki düzensizlikler ve çene, göğüs, karın çevresinde meydana gelen aşırı kıllanma.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Sevgililer gunu tum sevenlere kutlu olsun.Bu gunu alkollu içeceklerle kutlatanlarin dikkatine:
Alkol beyin hücrelerini tahrip ediyor!
Milliyet/14.02.2009
Alkol kullanımının nörolojik komplikasyonlara yol açtığı, Hipokrat zamanından bu yana literatüre konu olmuş bir gerçektir.
Alkolün, beyin ve çevre sinir sistemi üzerindeki etkilerini araştıran deneysel çalışmalara ilişkin sonuçlar da 1700’lü yıllardan günümüze dek yazıla gelmiştir. Amerikan Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Dr. Zekiye Kural, aşırı alkol tüketiminin beyinde ciddi hasarlara yol açtığını, alkol tüketimin oranına göre kalp, böbrek fonksiyonlarında bozuklukların ortaya çıkabileceğini belirtiyor.
Alkolün nörolojik komplikasyonlarının hangi mekanizma ile geliştiği tüm ayrıntıları ile bilinmemekle birlikte genetik ve çevresel faktörlerin alkolizm ile birleşerek ortaya çıktığı görüşü yaygınlık kazanmıştır. Alkol kullanımına bağlı beslenme bozukluğu ve elektrolit dengesizliği de nörolojik problemlerin ortaya çıkmasında etkisi olmaktadır. Ancak alkol alım oranları ile sağlık problemlerinin gelişmesi arasında direkt bir ilişki gösterilememiştir.
Deneysel çalışmalarda alkolün sinir hücresi veya uzantılarının fonksiyonlarında yarattığı değişiklikler gösterilmekte ve bu patolojik değişikliklerin düzeyi ile ilgili klinik veriler arasında bir ilişki olmadığı görülmektedir.
Kesin olan bilgi, alkolün beyin kabuğundan iskelet kasına kadar olan herhangi bir düzeyde merkezi ya da çevresel sinir sistemini etkileyebildiğidir. Bu etkilenim ağır derecede ya da kronik alkol kullanımı ya da alkol yoksunluğu durumunda değişik klinik değerlerle karşımıza çıkmaktadır.
Alkol zehirlenmelerinin belirtileri nelerdir?
Alkolik olan ve olmayan kişilerde belirtilerin ortaya çıkışını sağlayan kandaki alkol miktarı, vücuda alınan alkole göre değişiklik göstermekle birlikte, klinik süreçler her iki grupta da aynıdır. Alkol zehirlenmelerinde duygu kontrol bozukluğu, duygu durumu değişikliği, sosyal inhibisyonun ortadan kalkması, ılımlı dengesizlik, gözün istem dışı hareket etmesi, konuşmada peltekleşme, kızarıklık, çarpıntı ve göz bebeklerinin genişlediği gözlenmektedir. Kandaki alkol orarının artmasıyla birlikte santral sinir sisteminin etkilenmesi ayrıca koma, refleks kaybı ve tansiyon düşmesine de neden olur.
Kronik alkol kullanımında ortaya çıkan problemler nelerdir?
Kronik alkol kullanımı, santral sinir sistemi problemlerinin ortaya çıkmasına sebep olur. Alkole bağlı gelişen santral sinir sistemi problemlerinde patolojik bulgular, sinir hücresi kaybı, hücre zarında boğulma, beyin zarlarında kalınlaşma ve opaklaşma, beynin içinde ve çevresinde aşırı sıvı toplanması ile karakterizedir. Alkole bağlı problemler santral sinir sisteminin hangi bölgesinde yoğun ise, klinik bulgular o bölgenin fonksiyon kaybı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Alkol alımının sonlandırılması, vitaminin B(1) desteği, elektrolit bozukluklarının giderilmesi, klinik ilerlemeyi durduran ve bazen de iyileşmeyi sağlayan yöntemler olarak kullanılmaktadır. Uzun dönem alkol kullananan hastalarda gözlemlenen “Alkolik nöropati” kol ve bacaklarda güçsüzlük, ağrı, nahoş hisler, kas krampları, uyuşma ve yürümede dengesizlik, yanma hissi ile kendini gösterir. Alkolik nöropati durumu; alkol kullanımının kesilmesi ve vitamin desteğiyle durdurulabilir. Bu hastalarda seyrek olarak da düzelme görülebilmektedir.
Alkolik Nekrotizan Myopati
Alkolik Nekrotizan Myopati’de, ağır alkol kullanımını izleyen 1 – 2 gün içinde ağrılı, asimetrik ya da bölgesel tutulum gösteren kasların zaafı gelişebilir. Kalp ve böbrek fonksiyonlarında bozukluklara yol açabileceğinden acil tedavi gerektirir.
Alkolik kişilerde kas yıkımları
Alkolik kişilerde haftalar, aylar içinde gelişebilen, her iki bacak ve kök kaslarında zaaf ile seyreden bir klinik tablodur. Alkol kullanımına son verilmesi ve diyetin düzenlenmesi ile aylar içinde kaslarda düzelme sağlanabilir.
Alkol – inme ilişkisi
Hem akut alkol zehirlenmesinin hem de kronik alkol kullanımının inme riskini artırdığı bilinmektedir. Neden olan mekanizmalar net açıklanmamış olmakla birlikte alkolün hipertansiyon, kalp ritm bozuklukları, kalpte büyüme, sigara kullanımı, pıhtılaşma faktörlerini yükselterek inme riskini artırdığı var sayılmaktadır.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Safra kesesi taşının sessizi korkutuyor!
Milliyet/15.02.2009
Belirtileri ülserle karıştırılabilen safra kesesi taşında kadınlar daha büyük risk taşıyor.
Amerikan Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Burçak Kabaoğlu, açık tenlilerin, 40 yaşını geçen kişilerin, çok doğum yapmış ve kilolu olanların da bu hastalığa yakalanma riskinin daha fazla olduğunu söylüyor.
Her yıl ABD’de 1 milyon kişinin safra kesesi taşı ile başı derde giriyor. 100 hastadan 80’inde belirti vermiyor. Zamanla yüzde 13’ünde belirti vermeye başlıyor. İşte o zaman bu sessiz taşlar tehlikeli olmaya başlıyor.
Asemptomatik dedikleri bu taşların yüzde 5-6’sının hastayı ameliyata kadar götürdüğünü söyleyen Amerikan Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Kabaoğlu, ‘Safra kesesindeki taş, ana safra yoluna düştüğünde safranın bağırsağa akımı engelleniyor ve geriye doğru safra birikimi oluyor. Bu sarılığa, safra kesesi akut iltihabına, pankreas kanalının tıkanmasına neden olabiliyor. İşte o zaman bu hastaları kolestoktemi ameliyatına hazırlıyoruz' diyor.
Klasik 5F Bulgusu
Safra kesesi taşında klasik 5F bulgusuna dikkat çeken Dr. Kabaoğlu, bu bulguları; kilolu olmak(Fat), kadın olmak(Female), çok doğum yapmış olmak(Fertil), açık tenli olmak (Fair), 40 yaşında olmak(Fourty) şeklinde açıklıyor ve şöyle devam ediyor: ‘Bu sessiz taşların her yıl ciddi komplikasyon geliştirme şansı yüzde 2. Belirtileri dikkate almak gerekiyor. Ağrı ile hastalığın ciddiyeti arasında direkt ilişki kurmak çok anlamlı değil ama bulantı, kusma, gelip giden kramp şeklinde ağrı, yemekten sonra sırt ağrısı, mide yanması, ağızdan gaz çıkması, yağlı yiyecekleri tolere edememe önemli bulgular. Bu belirtiler ülserle karışabiliyor. Nasıl ayırt edilebilir? 12 parmak bağırsağındaki bir ülser de aynı belirtileri veriyor. Ameliyat kararı, mutlaka ultrasonografi ile taşın teşhisinden sonra verilmelidir.’
Safra kesesi ameliyatları laparoskopi yani; kansız, bıçaksız olarak tanımlanan kapalı ameliyat şeklinde yapılıyor.
Hangi Durumlarda Ne Yapılması Gerekiyor?
Safra kesesinde akut iltihap durumu söz konusu ise; ateş yükselmesi, ağrı şiddetlenmesi, karnın üst kısmında çok ciddi kas spazmı görülür ki o zaman acil ameliyat gerekir. Orak hücre anemisi olan hastalar var. Orak hücre anemisi belirti veya rahatsızlık vermiyor (özellikle çocuklarda) ama bu hastalarda mutlaka taşın, safra kesesi ile birlikte alınması gerekiyor.
Safra kesesinin kireçlenmesi durumunda ise, bu hastaların yarısında safra kesesi kanseri gelişme riski olduğundan takip edilmesi şart, ameliyat söz konusu olabiliyor.
Safra kesesinin çalışmadığı hastalarda da safra kesesinin alınması gerekir. 2,5 cm üzerindeki safra kesesi taşları, belirti vermese de problem çıkarmasını beklemeden alınmalıdır. Şeker hastalarının durumu da özeldir ve safra kesesinin takibi gerekir.
Her ameliyatta olduğu gibi safra kesesi ameliyatlarında da risk vardır ama cerrahi anlamda deneyimli bir ekip ve teknikle komplikasyon çıkma riski sıfıra yakındır. Ameliyatsız ilaçla tedaviler geçici çözümlerdir ama ameliyatı tolere edemeyecek hastalar için taş çözücü ajanlar kullanabilir.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Astımı Tanımak, Astımla Yaşamak
Milliyet/17.02.2009
Astım, ana soluk borusunun devamı olan ve akciğerler içinde giderek incelen dallar halinde uzanan, “bronş” adı verilen hava yollarının uzun süreli bir hastalığıdır.
Astımlı hastalarda hava yolları küçük miktarlardaki uyarana cevap olarak çok kolay ve çok fazla daralır. Bu daralma akciğerlere hava girişini ve çıkışını zorlaştırır. Sonuç olarak astım belirtileri ortaya çıkar.
Astım belirtileri nelerdir?
Hastalarda öksürük, nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi, hırıltılı / hışıltılı solunum (ıslık çalar tarzda sesler duyulur) gibi belirtiler görülür. Şikayetler ataklar halinde tekrarlar ve özellikle gece, sabaha karşı ortaya çıkar. Belirtiler sıklıkla ilaç tedavisi ile veya kendiliğinden kaybolur. Çevresel etkenler hastalık belirtilerinin ortaya çıkışını kolaylaştırır.
Astım nasıl tedavi edilir?
Hastalığı kötüleştirdiği bilinen faktörlerden uzak durulması esastır. Belirtiler olmasa dahi, düzenli doktor takibi çok önemlidir.
İlaçların doktorun önerdiği şekilde kullanılmaması ya da yetersiz kullanılması astım belirtilerinin daha sık ve daha şiddetli görülmesine yol açar.
Çocuklar ve astım
Astım çocuklarda en sık görülen kronik hastalıktır. Çocuklarda astım sıklığı artmaktadır. Çocukluk çağı astımının kalıtımsal bir eğilim taşıdığı ve allerjiler ile yakın ilişkisi olduğu düşünülmektedir.
Solunum yolu infeksiyonları sık geçiriliyorsa ve öksürük (egzersizden sonra öksürük, tekrarlayan gece öksürüğü ve kaba öksürük) mevcutsa çocuk astım açısından değerlendirilmelidir.
Sık ortaya çıkan hırıltılı hışıltılı solunum, ailenin doktora danışmasını gerektirir. İhtiyaç halinde allerji testi yapılmalı ve allerjen maddeler saptanırsa çocuk bu maddelerden uzak tutulmalıdır.
Çocuklarda tedavinin amacı;
• Semptomları ortadan kaldırmak
• Akciğer fonksiyonunu normal sınırlarda tutmak
• Çocuğun aktif ve normal yaşam sürmesini sağlamaktır.
Astım atağını tetikleyen faktörlerden uzak durulması, düzenli doktor takibi ve uygun ilaç tedavisi uygulanması önemlidir.
Astım ataklarını önlemek için alınabilecek tedbirler nelerdir?
• Ev tozu akarları: Halı - kumaş kaplı mobilya kullanımından kaçınılması, ortamın havalandırılması, nemin önlenmesi, çarşaf ve yastık kılıflarının en az haftada 1 kez yüksek ısıda yıkanması (60 derece üzeri) faydalı olur.
• Polenler: Polen yayma döneminde olabildiğince dış ortamlarda bulunmaktan kaçınılmalıdır. Maske, gözlük gibi koruyucular, polen filtreleri kullanılabilir.
• Küf mantarları: Nemin önlenmesi, küflü malzemelerin imha edilmesi gerekir.
• Mesleki maruziyetler (tozlar, kimyasallar):
Duyarlı olunan maddelerle temastan kaçınılması ve mümkünse iş ortamının değiştirilmesi önerilir.
• Hamam böcekleri: İlaçlama yapılmalıdır.
• İnfeksiyonlar (özellikle virüslere bağlı):
Astım belirtilerinin ortaya çıkışını kolaylaştırır. Yılda bir kez, sonbaharda grip aşısı önerilir.
• İlaçlar (başta bazı ağrı kesiciler): Hastaların her türlü ilaç kullanımında dikkatli olmaları gereklidir. Hekime danışmadan ilaç kullanılmamalıdır.
• Tüylü hayvanlar (kuş, kedi, köpek, at vs.): Duyarlılık varsa, temastan olabildiğince kaçınılmalıdır.
• Hava kirliliği: Sigara dumanı, ani ısı değişiklikleri ve egzost dumanından kaçınılmalıdır.
• Egzersiz: Soğuk ve kuru havada egzersiz yapılması astım belirtilerini ortaya çıkarabilir.
Jimnastik, aerobik, yüzme ve bisiklet astımlı hastalar için en uygun spor dallarıdır.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Cep telefonlarındaki 'mikrobik' tehlike
Gazeteport/17.02.2009
Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Meral Sönmezoğlu, cep telefonlarının, mikrobik hastalıklardan korunmak için her gün dezenfekte edilmesi gerektiğini belirtti.
Doç. Dr. Sönmezoğlu, yaptığı yazılı açıklamada, sürekli elle temas edilen cep telefonlarının temizlenmemesi halinde hastalık bulaştırdığını belirtti.
Gündelik hayatta sürekli kullanılan cep telefonlarının yararının yanı sıra hastalık da saçabildiklerine dikkati çeken Sönmezoğlu, telefon üzerinde üreyen bakterilerin ağıza, buruna girdiğini ve o bölgelerde enfeksiyona neden olabildiğini ifade etti.
Cep telefonlarının, mikroorganizmaların tutunarak üreyebildikleri iyi bir yüzey olduğuna işaret eden Sönmezoğlu, şu bilgileri verdi:
''Cep telefonları tıpkı klozet kapakları, kapı kolları gibi mikroorganizma yuvalarıdır. Günlük hayatımızda elimizi dokundurduğumuz pek çok yerden aldığımız mikroorganizmalar, ellerimiz aracılığıyla cep telefonlarına geçiyor. Cep telefonları da belirli bir ısı yayıp, sıcak oldukları için mikroorganizmaların rahatça üremelerine olanak verir. Bunlar da özellikle mukoza olan, hassas yerlerde enfeksiyon yayılmasına neden oluyor. Diğer bir deyişle cep telefonları mikropları ağıza ve buruna iten iyi bir yüzeydir. Özellikle açık bir yara veya sivilce varsa orayı enfekte eder.
Bu nedenle kişiye özel cep telefonlarının, başkası tarafından kullanılması durumunda hemen dezenfekte edilmesi gerekiyor. Hiç kimsenin eli steril değildir. Cep telefonları, mikrobik hastalıklardan korunmak için her gün dezenfekte edilmelidir. Sadece kişinin kendisinin kullandığı telefon ise yine sabah ve akşam olmak üzere günde 2 kez temizlenmelidir. Bu dezenfekte işlemi için aşındırıcı etkisi olmayan ıslak mendiller kullanılabilir. Ayrıca cep telefonlarına özel dezenfektan mendiller de kullanılabilir.'' A.A
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Bu gıdadaki 2 madde doğal doktorunuz olacak...
Bugun/18.02.2009
Gün içinde tüketildiğinde kolesterolü düşürerek, kalp ve damar sağlığını koruyor...
Yulafın lif içerdiği ve içerisindeki betaglukan adlı çözünür lifin kalp sağlığı konusunda olumlu etkileri olduğu ispatlandı.
İsveçli Dr. Anita Alvang, betaglukanın olumlu etkilerini, mide ve bağırsakta bal kıvamında bir jel oluşturarak, glikozun vücut tarafından emilme hızını düşürmesi olarak açıklıyor.
Bu sayede, kan şekeriniz bir anda yüksek derecelere çıkmıyor. Alvang, yulafın gün boyunca istenilen saatte hatta bazı yemeklerle bile yenilebileceğini söyledi.
KOLESTEROLÜ DÜŞÜRÜYOR
Yulaf betaglukanı sayesinde midede oluşan jel, yine mide ve ince bağırsakta safra asidini bağlayarak dışkı yoluyla atılmasını sağlıyor.
Karaciğer, bu durumda tekrar safra asidi üretiyor ve üretirken kandaki kolesterolü kullanıyor. Böylece toplam kolesterol seviyesinde düşüş sağlanıyor.
Aşk acısı bağımlı olmuş kadar zarar veriyor....
Yalnızlığın insan sağlığı üzerindeki etkisini görünce hiç yalnız kalmak istemeyeceksiniz...
Kendinizi yalnız hissetmeniz tansiyonun yükselmesine, strese ve depresyona davetiye çıkartıyor. Amerikan Bilimsel İlerleme Vakfı (AAAS) tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen toplantıda yalnızlığın sağlık üzerindeki olumsuz etkileri tartışıldı.
Yalnızlığın insan sağlığı için en az sigara ve obezite kadar tehlikeli olduğuna dikkat çeken uzmanlar bu durumun bağışıklık sistemini de zayıflattığını belirtti.
YALNIZIN TANSİYONU YÜKSEK
Psikolog John Cacioppo, yalnızlığın stres hormonu olan cortisolu artırdığını ve bunun da tansiyonu yükselterek kalp krizine neden olduğunu söyledi. Yapılan araştırmalarda yalnız insanların tansiyonlarının sosyal bir hayatı olan kişilerden daha yüksek olduğu saptandı.
Kıskançlık meğer vücudumuzun bir parçasıymış...
İşte eşinizi ya da sevgilinizi kıskandığınızda beynimizin harekete geçen o bölümü...
Bilim insanları beyinde kıskançlık lobu buldu. Beyinde yer alan bu kıskançlık bölümü insanların aşk acısı ya da sevgililerini kıskandıklarında hissettikleri fiziksel acıya yakın olan acının da yönetildiği bölüm.
Bu keşfin beyinle ilgili hastalıklar, ruhsal bakım ve danışmanlık alanında önemli gelişmelere ışık tutulması bekleniyor.
Araştırmanın başkanı olan Hidehiko Takahashi, kişinin herhangi bir olay karşısında ya da kıskançlık duyduğunda beyninin bu bölümünün harekete geçtiğini söyledi.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Yağlarınızla üç koldan savaşın...
Milliyet/19.02.2009
Eğer metabolik hızınız yavaşsa yediklerinize daha fazla dikkat etmek zorundasınız. Bugün, keyif aldığınız yiyeceklerden mahrum kalmadan yağlanmayı en aza indirmenizi sağlayacak üç stratejiyi ele alıyoruz
Dilara Koçak
Şişmanlamak zayıflamaya göre daha kolay. Eğer bir de metabolik hızınız yavaş ise yani “kaşıkla verip kepçe ile geri alan” grubunda iseniz yediklerinize ve genel yaşam şeklinize herkesten daha fazla dikkat etmek zorundasınız.
Alışveriş merkezleri, marketler, sokak satıcıları, televizyon reklamları, bol ikramlı dost sohbetleri, televizyon karşısı atıştırmalar, her gün kolayca erişilebilen birbirinden lezzetli yiyeceklerle ayda 1 - 2 kilo yılda 10 -12 kilo almak hiç şaşırtıcı değil.
Her gün sadece 200 kalori fazla yemek, yılda 72 bin kalori yapıyor. 7000 kalori 1 kg yağ depoladığına göre her gün 200 kalori fazla yemek, yıl sonunda 10 kg yağlanmak anlamına geliyor.
Eş zamanlı olarak güvenli ve yürüyüşe uygun kaldırımları olmayan yollar, uzaktan kumandalı televizyonlar, asansörler ve otomatik garaj kapısı kumandalarıyla neredeyse egzersizi de hayatımızdan çıkardık. Kendimizi stresli, izole edilmiş veya yalnız hissettiğimiz zamanlarda ise rahatlamak için yemeğe başvurmayı öğrendik.
Egzersiz sağlıklı bir vücut ağırlığını korumanın temel anahtarlarından biri olduğu için bu yazıyı okuyan atletik kişilerin çoğunun ciddi kilo sorunları yoktur. Ama birçok kişi zayıf kalma savaşı veriyor ve hepinizin 10 kilo verse daha sağlıklı olacak bir tanıdığı, bir ebeveyn, çocuk, eş veya arkadaşı vardır.
Bugün yağlanmayı en aza indirgemede ve istenen yağ kaybını optimize etmede keyif alınan yiyeceklerden mahrum kalmadan etkili olabilecek üç stratejiden bahsediyoruz:
STRATEJİ 1 - Kalsiyum tüketiminizi artırın
1988’de araştırmacılar kalsiyumun tansiyona etkilerini araştıran bir çalışmanın sonuçları karşısında şaşırdılar. Günde iki fincan yoğurt yemek daha düşük bir tansiyona katkıda bulunmakla kalmıyor, 12 ayda 5 kilo verilmesine de katkıda bulunuyordu. Hem de katılımcılara kilolarını korumaları söylendiği halde. Bu bulgu daha fazla araştırmayı tetikledi. Bugün biliyoruz ki:
- Hücrede bulunan kalsiyum yağ depolanmasını düzenliyor.
- Kalsiyum açısından zengin bir beslenme karın bölgesinde yağ kaybına katkıda bulunuyor.
- Kalsiyum açısından zengin bir beslenme orta yaştaki kilo alımını en aza indirgemeye yardımcı olabiliyor.
- Günde 3 ila 4 porsiyon kalsiyum açısından zengin süt ürünü tüketmek daha az süt ürünü içeren diyetlere göre daha fazla yağ ve daha az kas kaybı ile sonuçlanıyor. 12 haftalık bir kilo verme çalışmasında günde 3 fincan yoğurt yiyenler kalsiyum supleman ilaveli diyet yapanlardan yüzde 60 daha fazla yağ kaybettiler. (Sütteki yüksek kaliteli protein gibi başka bileşenler bu yağ yakma etkisini sürdürürken kasın korunmasını da sağlar.)
Gittikçe artan şekilde kanıtlar, günde üç ila dört defa kalsiyum açısından zengin süt ürünleri tüketmenin günde 100 kaloriye denk yağ yakılması veya yılda yaklaşık 5 kilo yağ yakılması demek olduğunu gösteriyor. Kalsiyumu süt ürünü olmayan besinlerden de sağlayabilirsiniz (brokoli, kalsiyum açısından zenginleştrilmiş portakal suyu, suplemanlar) ancak süt ürünlerinden (tercihen az yağlı) alınan kalsiyum en etkilisi.
Eğer bu kadar çok yoğurt veya süt tüketmek-ten kaçınıyorsanız sabahları tahıl gevreğinizi az yağlı sütle yiyebilir, öğleden önce veya akşamüstü az yağlı yoğurt tercih edebilirsiniz.
Başka seçenekler arasında 2 dilim az yağlı peynirden bir sandviç, sütle pişmiş yulaf ve hatta egzersiz sonrası kendinize gelmek için iyi bir protein karbonhidrat dengesi sağlayan tarçın ilaveli süt olabilir.
Kalsiyum açısından zengin diyetlerin sadece kilo idaresinde değil tansiyonu düzenlemek ve kemikleri güçlü tutmadaki faydalarını göz önüne alınca sağlığınıza nasıl bir iyilik yaptığınızı anlayacaksınız. Kalsiyum açısından zengin süt ürünleri tüketmenin püf noktası, kalorilerin günlük kalori tüketiminizin sınırları içinde kalıp aşırı olmadığına dikkat etmek. Yani litrelerce süt içip yağ kaybetmeyi beklemeyin.
STRATEJİ 2 - Kahvaltı edin
Yetişkinlerin yüzde 40’ı haftada en az dört kez kahvaltıyı atlıyor. Kahvaltıyı atlamak daha az kalori almak için iyi bir yol gibi gözükse de kahvaltı atlayanlar genelde kahvaltı edenlerden daha kilolu. İnsanlar normalden daha büyük bir kahvaltı edince gün sonunda neredeyse 100 kalori daha az tüketmiş oluyorlar. Bu nedenle kahvaltı etmek kilo idaresinde büyük fark yaratan bir strateji (spor performansından hiç etkilenmeden). 15 kilo ve daha fazlasını veren ve koruyanların yüzde 97’si artık kahvaltı ediyorlar. Neyin işe yaradığını biliyorlar...
STRATEJİ 3 - Daha fazla lif ve tahıllı besin yiyin
Doyurucu olan besinler (iştahı azaltmanıza neden olacak kadar sizi doyuranlar) ya protein açısından (et, balık, tavuk) ya da lif açısından zengindir (tam tahıllılar, sebze ve meyveler). Proteinin genelde doymuş yağ ile beraber geldiğini (yağlı peynir, et vs) ve yağlı yiyeceklerin aşırı kalorilerinin kolayca kilo aldırdığını düşünürsek, açlığımızı gidermek için lif açısından zengin besinlere yönelmek akıllıca olabilir.
Lif açısından zengin yiyecekler hacimli olma eğilimindedir; hacim tokluk sağlar. Bir güveç yemeğinin kalori içeriğini hacimli sebzeler ekleyerek (mantar, kereviz, biber) yüzde 30 azaltabilirsiniz ve insanlar farkı anlamadan daha az kalori alırlar. Lifli ve su içeriği çok besinler tüketmek daha az kalori almanıza yardımcı olur. Bu daha fazla meyve, sebze, çorba, fasulye, bakla, kepekli gevrek ve tam tahıllı gevrek anlamına gelir.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Kulak ağrısını hafife almayın...
Star/21 Şubat 2009
Kış aylarında artan kulak enfeksiyonu tam tedavi edilmediği takdirde menenjite ve beyin apsesine yol açabiliyor.
Mevsime bağlık olarak orta kulak enfeksiyonlarının Kış aylarında artığı, bu hastalığın tam tedavi edilmediği durumlarda yaşamı tehlikeye sokabilen menenjite ve beyin apsesine yol açabildiği belirtildi.
Kayseri Özel Tekden Hastanesi KBB bölümünden Op. Dr. Mehmet Türkay, orta kulak iltihabıyla başlayan menenjit hastalığının kış aylarında özellikle dikkat edilmesi gereken bir hastalık olduğunu belirtti. Orta kulak enfeksiyonunun hafife alınmaması gerektiğini belirten Op. Dr. Mehmet Türkay, "Bu aylarda orta kulak enfeksiyonları oldukça artar. Kulak ağrısı ile başlayan bu enfeksiyonları vatandaşlarımız geçiştirmesinler. Çünkü kulak enfeksiyonlarının akabinde iyi tedavi edilmediğinde menenjite, beyin apsesine kadar giden insan hayatını tehlikeye atacak derecede ileri derece enfeksiyonlara neden olan durumlarla karşılaşılabilir." dedi.
Türkay, özellikle kulak ağrısı başladığında mutlaka KBB hekimine görünmek gerektiğini vurgulayarak, "Orta kulakta yerleşen mikrop doğuştan küçük açıklar vasıtası ile beyin zarına yerleşip menenjit, oradan da beyin dokusuna geçip ileri derece hastalıklarına yol açabilir. Bunun yanısıra akıntılı kulakları mutlaka tedavi etmek gerekir. Tedavi olunmadığı taktirde menenjit, beyin apsesi, şiddetli baş dönmesi, yüz felci gibi daha kötü sonuçlar doğurabilecek enfeksiyonlar gelişebilir." diye konuştu.
Çocukluk yaş grubunda menenjite yakalanma ihtimalinin daha yüksek olduğunu belirten Türkay, "Zaman zaman KBB kliniklerine hastalar menenjit nedeni ile getirilmekte, hastalığın kaynağına bakıldığında da genelde orta kulak enfeksiyonları olmakta. Menenjitte o yüzden orta kulak enfeksiyonundayken hastalığı tedavi etmek lazım. Çünkü menenjit bilindiği gibi iyileşse de, vücutta bazı sakatlıklar bırakan bir hastalıktır. Bu yüzden olay daha ortakulak enfeksiyonu halindeyken bir hekim önerisiyle tedavi edilmesi lazım." dedi.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Hareketsizlik ölüme götürüyor!!!
Star/ 23 Şubat 2009 Pazartesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, yaptığı açıklamada, geçtiğimiz günlerde masa başında yerinden kalkmadan 11 saat sürekli ders çalıştığı için geçirdiği akciğer embolisi nedeniyle hayatını kaybeden genç doktoru hatırlatarak, hareketsiz kalınmamasına vurgu yaptı. Hareketsizliğin günümüz insanının en önemli sorunlarından biri olduğuna işaret eden Prof. Dr. Küçükusta, “Her işimizi oturduğumuz yerden halledebiliyoruz artık. Ne bankaya gidiyoruz ne postaneye ne vergi dairesine ne de çarşıya pazara. Gideceğimiz yerlere de hep arabayla gidiyoruz” dedi.
HAREKET ETMEK HER DERDE DEVA
Hareket etmenin kalp hastalıklarından akciğer hastalıklarına, sindirim şikâyetlerinden, hipertansiyona, damar setliğinden şeker hastalığına kadar pek çok rahatsızlığın başta gelen ilacı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Küçükusta, “Birçok araştırma, düzenli spor ve egzersiz yapan kişilerde kanserlerin bile az görüldüğünü gösteriyor” diye konuştu. Hareketsizliğin yol açtığı hastalıklardan birinin de akciğer embolisi olduğunu belirten Prof. Dr. Küçükusta şunları söyledi:
“Bu ölümcül hastalık bacak toplardamarlarında oluşan pıhtının buradan koparak akciğer atardamarlarını tıkamasıyla ortaya çıkıyor. Peki pıhtı nasıl oluşuyor? Bacak toplardamarlarında pıhtı oluşumunu kolaylaştıran üç önemli faktör var: Kanın damarlarda birikmesi, damar duvarının zedelenmesi ve kanın koyulaşması. Uzun süre hareket etmeden oturmak kan akımının yavaşlamasına ve kanın bacak toplardamarlarında birikmesine sebep olur. Hem uzun süreli oturmak ve hem de bacakların sarkıtılması toplardamarlardaki kan akımının yavaşlatarak pıhtı oluşumuna zemin hazırlar. Bacak damarlarında oluşan pıhtılar buradan koparak akciğer damarlarını tıkarlar ve akciğer embolisi adı verilen tablo ortaya çıkar. Bir de bu duruma kolaylaştırıcı risk faktörleri eklendiğinde, pıhtı oluşumu kaçınılmaz olur. Yaşlılar, şişmanlar, gebeler, doğum kontrol hapı kullanan hanımlar, sigara tiryakileri, varisleri olanlar, kalp hastaları ve yakın zaman önce ameliyat geçirmiş kişilerde pıhtı oluşma riski çok daha yüksektir.”
ANİ BAŞLAYAN NEFES DARLIĞI YA DA ÇARPINTI BELİRTİLER ARASINDAProf. Dr. Küçükusta, akciğer embolisinin belirtilerinin tıkanan akciğer damarının büyüklüğüne göre farklı olduğunu belirterek
“Pıhtı çok büyük ise kişi aniden fenalaşıp daha ne olduğu anlaşılamadan ölebilir. Daha küçük pıhtılar ise, ani başlayan nefes darlığı, göğüs ağrısı, öksürük, öksürükle kan tükürülmesi, çarpıntı, ateş, sıkıntı hissi gibi değişik belirtilere neden olurlar” dedi. Akciğer embolisinin tanısının tipik durumlarda çok kolay olduğunu kaydeden Prof. Dr. Küçükusta, “Akciğer röntgeni, sintigrafi, spiral tomografisi, kanda D- dimer yüksekliği, bacak toplardamar ultrasonografisi en çok başvurulan tanı yöntemleridir” diye konuştu.
“AKCİĞER EMBOLİSİ ACİL BİR DURUMDUR, HEMEN TEDAVİ EDİLMELİ"
Prof. Dr. Küçükusta, akciğer embolisinin acil bir durum olduğunu ifade ederek “Hemen tanınıp tedavi edilmezse, ölümle sonlanabilir. Tedavi heparin yani kanı sulandıran ve yeni pıhtı oluşumunu önleyen veya pıhtı eriten ilaçlarla yapılır” dedi. Pıhtı oluşumunun nasıl önleneceğine ilişkin de bilgi veren Prof. Dr. Küçükusta şöyle devam etti:
“Akciğer embolisi yaşlılarda önemli bir ölüm nedeni olan, ancak önlenmesi de mümkün olan bir hastalıktır. Yüksek riskli hastalara kanı sulandıran ilaçlar verilmesi gerekirken, pıhtı oluşumu bakımından risk altında olan kişiler şu önerilere dikkatle uymalıdır:
-Düzenli olarak yürüyüş ve egzersiz yapın
-Oturduğunuz zaman bacaklarınızı sarkıtmayın, yükseğe koyun
-Bacaklarınıza kan dolaşımını artırıcı egzersizler uygulayın
-Çok sıkı çoraplar ve jartiyer kullanmayın
-Hareketsiz olarak uzun süre ayakta kalmayın.
-Uzaktan kumandayı mümkün olduğunca az kullanın
-Bol sıvı alın. Sigara, alkol ve kafeinli içeceklerden uzak durun.”
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Stresin kontrolü elinizde!!!
Hurriyet/24.02.2009
Günlük yaşam koşulları, yaşanan iş stresi, trafik gibi birçok unsur, stresin modern hayatın kaçınılmaz bir parçası haline gelmesine sebep oluyor… Yaşanan stresten ise kurtulmak sanıldığı kadar zor değil
Yaşantımızda dikkat edeceğimiz ufak detaylar daha stressiz bir hayat için yeterli… Önemli olan stresin kaynağının bulunup hayatın diğer alanlarından en kısa sürede uzaklaştırılması… Kaliteli bir yaşama sahip olabilmenin yolunun stresle başa çıkabilmeyi öğrenmekten geçtiğini vurgulayan Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz stresi, sebeplerini ve baş etmenin yollarını şöyle anlatıyor.
Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, hayat kalitemizi düşüren stresten kurtulmak için günlük yaşamımızda uygulayabileceğimizi küçük değişikliklerin büyük faydası olabileceğini açıklıyor. Öncelikle hayatımızda strese yol açan durumların bir listesini çıkarmamız gerektiğini belirten Dr. Yavuz, bu listeyi kontrol edebildiğimiz ve kontrol edemediğimiz olaylar şeklinde ikiye ayırmamızı öneriyor. Dr. Yavuz, kontrol altına alınan stresin üstesinden gelmenin daha kolay olacağını sözlerine ekliyor.
İş hayatında strese karşı alınacak önlemler nelerdir?
Dr. Yavuz, özellikle iş hayatında alınacak önlemlerden bazılarını şöyle sıralıyor:
- Randevularınız arasında zaman bırakın. Randevularınızı birbiri ardına gelecek veya o zaman diliminde daha fazla iş yapmanız için zaman kalacak şekilde organize etmeyin.
- Yapmanız gereken bir iş için zaman ayarlaması yaparken kendinize ekstra süre bırakın. Bu şekilde iş umduğunuzdan uzun sürerse veya hata yaparsanız telafi edecek zamana sahip olursunuz.
- Stresli işlerin organizasyonunu bir araya sıkıştırmayın. Örneğin işte yoğunsanız aynı gün arkadaşlarınızı akşam yemeğe davet etmeyin.
- Yapabileceğinizden daha fazlasını yapma sözü vermeyin. "Hayır" demeyi öğrenin.
- İhtiyaç duyduğunuzda arkadaşlarınızdan, ailenizden ve iş arkadaşlarınızdan yardım istemekten çekinmeyin.
Stresin etkilerini nasıl azaltırsınız?
Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, gevşemeyi öğrenmenin ve fiziksel egzersizi yaşamın bir parçası haline getirmenin stresin etkilerini azaltmanın iki önemli yolu olduğunu belirtiyor. Dr. Yavuz, stresli olduğunuz zaman sırt ve boyun bölgenizdeki gergin kaslar baş ağrısına neden olabilir veya baş ağrısına eşlik edebilir açıklamasını yapıyor. Dr. Yavuz ayrıca, "Gevşemeyi öğrenmek, stresi baş ağrısına neden olmadan önce gidermeyi veya baş ağrısının yarattığı rahatsızlığı azaltmayı sağlayabilir" diyor.
"Kaslarınızı rahatlatma, derin nefes alma ve meditasyon", yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda bu üç yöntemin de stresten kurtulmayı sağladığının kanıtlandığını belirten Dr. Mehmet Yavuz, başvurabileceğimiz pek çok rahatlama tekniğinin bulunduğunu sözlerine ekliyor.
Stresten kurtaracak teknikler
Dr. Yavuz, pek çok insanın strese kasılmak suretiyle tepki verdiğini açıklıyor. İnsanların verdikleri tepkinin genel olarak farkında olmadıklarını belirten Dr. Yavuz, kasları rahatlatmanın, kasların gergin olması ve rahatlamış olması durumundaki farkı hissetmeye yardımcı olacağını da sözlerine ekliyor. Dr. Mehmet Yavuz stresten kurtulmak için uygulayabileceğimiz basit teknikleri şöyle sıralıyor:
- Derin Nefes Alın
Sırtınız dik olarak oturun veya ayakta durun. Yavaş ve derin derin nefes alın. Havanın vücudunuza dolması ile birlikte karnınız şişecektir. Nefes alışınızı hissetmek için elinizi karnınıza koyun. İçinizi mümkün olduğunca havayla doldurduktan sonra birkaç saniye süreyle nefesinizi tutun. Şimdi bir mum üflüyormuş gibi nefesi dudaklarınızın arasından verin. Nefesin vücudunuzdan dışarı çıkarken hissettiğiniz duygu üzerinde yoğunlaşın. Bu işlemi dört-beş kez tekrarlayın ve sonra da birkaç dakika sakince oturun. Şimdi kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
- Hobilerinizi günlük hayatınıza dahil edin
Sevdiğiniz işlerle uğraşmak stresi azaltmanıza yardımcı olacaktır. Nelerden hoşlandığınıza karar verin ve bu şeyleri düzenli olarak yapmaya çalışın.
- Küçük egzersizleri hayatınıza katın
Daha önce düzenli egzersiz yapmadıysanız yavaş yavaş başlayıp giderek seviyesini arttırabilirsiniz. Egzersize, arabanızı gideceğiniz yerin uzağına park etmekle, asansöre binmek yerine merdivenleri kullanmakla başlayabilirsiniz.
- Yaşamınızı daha aktif bir hale getirin
Evde bahçe veya ev işleri ile uğraşın. Kısa bir yürüyüş bile stresle baş etmenizde oldukça yardımcı olacaktır. Daha aktif olmak için neler yapabileceğinizin listesini yapın. Her hafta veya iki haftada bir listenize yeni şeyler ekleyin.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Yutulan hapı sakın çiğnemeyin!!!
Bugun/25.02.2009
İşte hapın çiğnenmesinin ölüme kadar varan tehlikeleri...
Yutularak alınması gereken hapların çiğnenerek kullanılmasının, içindeki etken maddenin vücuda hızlı yayılması nedeniyle farklı yan etkilere, hatta zehirlenmelere neden olabildiği bildirildi.
Konya Eczacılar Odası Başkanı Harun Kızılay, ilaçların içeriğine göre her birinin farklı kullanım şekilleri olduğunu söyledi. Kızılay, "Bazı ilaçlar dil altı, bazıları çiğnenerek, bazılarının da parçalanmadan yutulması gerekiyor. Bazıları da suda eritilerek içilmeli. Ancak birçok hasta buna dikkat etmiyor'' dedi.
Kızılay, parçalanmaması gereken hapların çiğnenerek alınmasının hastaya fayda yerine zarar verebileceğini vurgulayarak şunları kaydetti:
''Tablet halinde, üzeri koruyucu ile kaplı olan ilaçlar kesinlikle kırılmamalı, çiğnenmemeli. Bu noktada vatandaşların bilinçli olması gerekiyor. Örneğin yutulduğunda sadece bağırsakta çözülebilen ilaçlar var, çiğnenerek içilince, ince bağırsağa ulaşmadan etken madde yayılıyor, dolayısıyla boşa içiliyor.''
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Maden suyunda bilinmeyen mucize...
A.A/26 Şubat 2009
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi, Uluslararası Tıbbi Hidroloji ve Klimatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Zeki Karagülle, spordan önce ve sonra içilen maden suyunun, vücudun su kaybını önlediğini bildirdi.
Prof. Dr. Karagülle, yaptığı açıklamada, maden suyunun Avrupa ülkelerinde sofra suyu olarak kullanıldığını, bunun nedeninin yemeklerle alınamayan bazı minerallerin maden suyuyla alınabilmesi olduğunu söyledi.
Türkiye'de çıkarılan maden sularının, içerdikleri mineraller sayesinde yüzyıllardır insanlara şifa dağıttığını vurgulayan Karagülle, şöyle devam etti:
“Maden suyunun, minerallere bağlı etkilerin dışında, bazı hastalıklardaki terapotik yararları da söz konusudur. Maden suyu, böbreklerde ve idrar yollarındaki taş oluşumunu önler ve iltihabı geriletici etki gösterir. Safra kesesi tembelliğinde yararlıdır. Pankreas fonksiyonlarını da destekler. Kronik mide mukozası iltihabında veya mide asidi fazlalığında yüksek bikarbonat içeren maden suları faydalıdır. Maden suyu, sindirim sisteminde de önemli etkileri olmakla birlikte kabızlığa da iyi gelir.”
HER ALANDA VE HER YAŞTA MADEN SUYU
Maden suyunun çocuk mamasında bile kullanılabileceğine dikkati çeken Prof. Dr. Karagülle, şunları kaydetti:
“Maden suyu bebeklikten yaşlılığa kadar her yaşta rahatlıkla kullanılabilir. Bebeklerde anne sütü vazgeçilmez besin ve sıvı kaynağıdır. Bunun yanında ek beslenmeye geçildiğinde, mamalar maden suyuyla hazırlanırsa ideal bir mama karışımı olacaktır.
Ayrıca spor yapan insanlarda görülen kilo kaybı, tamamen su kaybıyla orantılıdır. Bu nedenle spordan önce ve sonra içilen maden suyu, vücudun su kaybını önleyecektir. Bununla birlikte sıcak günlerde meydana gelebilecek su kaybı, maden suyuyla ideal şekilde önlenecektir.”
Özellikle çalışan kişilere, kahve ve çay yerine maden suyu içmeleri tavsiyesinde bulunan Karagülle, “Sabah işe başlayan bir kişi, içinden kabarcıklar çıkan bir bardak soğuk maden suyuyla güne daha dinç ve enerjik başlayabilir” dedi.
Maden suyunun cilde de çok faydalı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Karagülle, “Maden suyu içildiği sürece, cilt pörsük, yorgun ve solgun görünmeyecektir. Maden suyu sadece içildiğinde değil, sürüldüğünde de cildi canlandırır ve gençleştirir” diye konuştu.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Cilt dostu havuç...
Hurriyet/27.02.2009
Sağlıklı, parlak ve canlı bir cilt için A vitamini deposu olan havucu bol tüketmelisiniz.
Çıtır çıtır, yemesi kolay ve lezzetli havuçlar aynı zamanda birer A Vitamini deposudur. Göz sağlığınıza faydalı olduğu zaten bilinmekte olsa da, içerdiği antioksidanlar sayesinde cildinize çok fazla yararı bulunduğu pek bilinmemektedir. Cilt yüzeyinin PH dengesini korumasını sağlayan havuç, cildi hafif asitli hale getirerek korur. Normal ve sağlıklı bir cildin kimyasal bileşimi hafif asittir. Bu sayede ciltte bulunan bakteri istilasının son bulmasına faydalı olur.
A Vitamini desteği yanında, havuç ayni zamanda beslenme stilinizin en önemli besinlerinden biri olabilir. Fazla yağ tüketen bir vücut cildinizdeki tüm nemi emer, kırışıklıklar ve çizgilerin saklanacak bir yeri kalmamasına neden olur.
Cildinize sadece su içerek yardımcı olmanız bir yere kadar fayda etse de, ideal olarak 5,4 ile 5,9 arasında sayılan PH dengesini havuç ile korumanız mümkündür. Bu aralık dışında oluşan bir PH dengesi, cildin normal fonksiyonlardan, bakterilerle savaş ve kendi hasarını gidermesi maddelerini zora sokar.
Yapılan bir çalışmaya göre, sadece erkeklerde, kalsiyum ve beta kriptoksantin gibi maddeler cildin asidik değerini etkileyebilmektedir. Araştırmacılar cinsiyetler arasındaki hormonsal faklılıklardan dolayı, bazı besinlerin, erkeklerin cildini etkilerken kadınların cildini etkilemediğini belirtmişlerdir.
Doğru şekilde ve doğru zamanlarda alınacak antioksidanlar sayesinde cildinize canlılık kazandırabilirsiniz
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Besin zehirlenmesine karşı hangi önlemleri almalısınız?
Milliyet/27.2.2009
Besinlerin uygun ortamlarda saklanmaması, yeterli derecede pişirilmemesi ve hazırlanmaları sırasında hijyen kurallarına uyulmaması, besin zehirlenmelerine yol açıyor. İşte hayat kurtaran önlemler...
Amerikan Hastanesi’nden Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Emin Yekta Kişioğlu, çok şiddetli enfeksiyonlarda bağırsak delinmesine kadar gidebilecek komplikasyonların gelişebileceğini söylüyor.
Besin zehirlenmesi nasıl olur?
Besin zehirlenmesi bakteri, virus veya kimyasal toksinlerle kontamine olmuş veya temas etmiş besinlerin alınması ile gerçekleşen, kusma, ishal karın ağrısı ateş gibi belirtilerle seyreden hastalığa denir.
Besin zehirlenmesine neden olan nedir?
Besinler, temiz koşullarda ve uygun ortamlarda saklanmamaları, hazırlanmaları sırasında kişilerin ellerindeki mikropların bulaşması, yeterli derecede ısı ile pişirilmemeleri veya servis sırasındaki koşulların temiz olmamasından dolayı, mikroorganizmalar tarafından kontamine olurlar (kirlenirler). Bu durumda tüketilen besinlerin içindeki mikroorganizmalar veya bazı besinlerdeki kimyasal toksinler, sindirim sisteminde çeşitli yollarla hasara yol açarak zehirlenmeyi oluştururlar.
Hangi besinler zehirlenmeye daha çok neden olur?
Hemen hemen temiz koşullarda bulunmayan her besin zehirlenmeye neden olabilir. Ancak en sık zehirlenme salata, et, yumurta, kümes hayvanları, süt ürünleri ve kontamine su ile olur.
Besin zehirlenmesi nasıl belirtiler gösterir?
Bulantı, kusma, ateş, karın ağrısı ve ishal görülen belirtilerdir. Nadiren de olsa, sindirim sistemi belirtileri olmaksızın felç, hafıza kaybı, baş ağrısı, hepatit, menenjit ve düşük görülebilir.
Besin zehirlenmesinde ilk olarak yapılacaklar nelerdir?
Yukarıda saydığımız sindirim sistemi belirtileri olan hastalar öncelikle etraflarındaki kişilere de hastalığı bulaştırmamak için tuvalet ve el temizliklerine çok dikkat etmelidirler çünkü bu mikroorganizmaların çoğu dışkı yoluyla yayılabilir. Belirtiler görüldüğünde, bol sıvı ve su içilmelidir. Besin zehirlenmesi genellikle 2-3 gün içinde kendiliğinden düzelebilen bir durumdur. 2-3 gün içinde düzelme belirtisi yok ise mutlaka doktora başvurulmalı, doktora başvurmadan herhangi bir ilaç alınmamalıdır.
Besin zehirlenmesinin doğurabileceği sonuçlar nelerdir?
Kusma ve ishal gibi sindirim sistemi belirtileri dışında, sinir sistemini de etkileyen besin zehirlenmesi türleri az da olsa vardır. Ayrıca Hepatit ve Üre’ye neden olabilen mikroorganizmalar bulunmaktadır. Bazen ishal, dizanteri şeklinde yani kanlı ve mukuslu olabilir. Çok şiddetli enfeksiyonlarda bağırsak delinmesine kadar gidebilecek komplikasyonlar gelişebilir.
Besin zehirlenmesinden korunmak için nelere dikkat etmek gerekir?
Yiyecek alırken;
a. Donmuş bile olsa pişmemiş besin ile yan yana olan pişmiş besinleri tüketmeyin.
b. Hasarlı hiç bir konserve besini almayın.
c. Buzdolabında olmayan hiçbir kırmızı ve beyaz eti almayın.
Saklama;
• Et ve balıkların diğer besinlerle temasını plastik kap veya ambalaj kullanarak önleyin.
• Bozulabilecek besinlerin alındıktan sonra 1 saat içinde tekrar buzdolabına konması gerekir.
• Buzdolabı içi 0-4 derece, buzluk ise -18 derecede tutulmalıdır.
• Beyaz ve kırmızı etler, 48 saat içinde pişirilmeyecek ise dondurulmalıdır.
• Balıklar 48 saat buzdolabında saklanabilir.
• Yumurtaları buzdolabının kapağında (yeterli soğukluk olmayabilir) saklamayın.
• Pişirilmiş yiyecekleri 2 saat içinde buzdolabına koyun.
• Yemekleri ikinci kez yerken 74 derecede az ısıtın.
Yemek Hazırlama;
• Yemek hazırlamadan önce ve çiğ et, balık ve yumurta elledikten sonra mutlaka ellerinizi sabunla yıkayın.
• Donmuş et veya balıkları oda sıcaklığı yerine buzdolabında veya mikrodalgada çözün. Marine işlemini de oda sıcaklığı yerine buzdolabında yapın.
• Çiğ et, balık ve yumurta ile temas eden mutfak gereçleri mutlaka çok iyi yıkanmalıdır.
• Pişmiş ve pişmemiş yiyeceklerin birbirine temasını önleyin.
• Taze sebze ve meyveyi çok iyi yıkayın.
• Pişmemiş yumurta ile yiyecek hazırlamayın.
Pişirme;
• Mümkünse et termometresi kullanın, dana ve kuzu etini 63 derece, beyaz eti ise 77-82 derece iç sıcaklıkta pişirin.
• Yumurtaları sarısı katılaşana kadar pişirin.
Servis;
•Gıdaları oda sıcaklığında 2 saatten fazla, oda sıcaklığı 32 dereceden yüksek ise 1 saatten fazla bırakmayın.
• Dışarıda yemek yerken yapılabilecek tek şey güvendiğiniz ve bildiğiniz restoranlara gitmektir.
Besin zehirlenmesinde nasıl bir tedavi uygulanır?
Besin zehirlenmesi belirtileri çoğunlukla 2-3 gün içinde kendiliğinden geriler ve herhangi bir tedavi gerektirmez. Bu süre içinde bol miktarda su ve yağsız sıvı alınması, ishal ve kusma ile kaybedilen sıvının yerine konması için gereklidir. Kusma var ise bulantı önleyici ilaçlar kullanılabilir. Ancak çok şiddetli kusma ve çok fazla sıvı kaybı yapacak ishal varsa veya belirtilerde 2-3 gün içinde gerileme olmuyor ise doktora başvurmalıdır. O zaman destekleyici damardan sıvı tedavisi, zehirlenmenin nedeninin araştırılması ve gerekirse antibiyotik tedavisi gündeme gelebilir.
Halk arasında bilinen yanlış tedavi yöntemleri var mı, neler, yapılmaması gerekenler neler?
Bu konuda yapılan en sık hatalardan birisi ishali kesici ilaçların kullanılmasıdır. Bu durumda mikroorganizma veya toksinin bağırsaktan atılması gecikeceği için hastalığın hem seyri uzayabilir hem de şiddeti artabilir.
İkinci sık görülen yanlış davranış ise hemen antibiyotik kullanılmasıdır. Bu yanlışlık ise çok ciddi böbrek yetmezliğine kadar gidebilecek komplikasyonların gelişmesinden, antibiyotiğe bağlı olabilecek bağırsak problemlerine kadar birçok ilave soruna yol açabilir.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Havasızlığa dikkat!
Hurriyet/01.03.2009
Havalandırılmayan mekanlar vücut direncini düşürüyor, dikkat eksikliği oluşturuyor.
Uzmanlar, özellikle mevsim geçişlerinde ve soğuklarda kapalı mekanlardaki toplu yaşamların arttığını, bunun da enfeksiyonların yayılmasını kolaylaştırdığını söylüyor.
Kulak Burun Boğaz Uzmanları, soğuklar nedeniyle evlerde ve iş yerlerinde yapılması gereken havalandırmaların ihmal edildiğini kaydetti. Uzmanlar; "Kapalı ortamların havalandırılması kişilere zarar vermez aksine faydalı olur.
Kapalı mekanlar bir kişide olan hastalığın diğerlerine bulaşma ihtimalini artırıyor. Yaşanılan mekanların mutlaka havalandırılması gerekiyor. Havalandırma içeride bulunan mikropları öldürür. Havalandırma yapılmayan mekanlarda oluşan ev tozları alerjik durumların ortaya çıkmasına neden olur” dedi.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Doğru nefes al stres at...
Yeniasir/01.03.2009
"Bilinçaltımızı temizlemek, rahatlamak, bellekteki eski travmaları silmek, öfke, korku, endişe, suçluluk ve keder gibi bastırılmış duyguları yoketmek elimizde"
Semra Bakioğlu çektiği derin ağrılardan sonra geçirdiği seri ameliyatlara başlamadan önce 'Bio- Enerji' alarak, alternatif tıp ve enerji ile ilk bu dönemde tanışmış. ''Bedenime bilmeden, duygusal, mental ve fiziksel açıdan o kadar zarar vermişim ki, felç kalma riskini göze almamak için ameliyat oldum'' diyor. Ve, 1999 yılında başarı ile biten son ameliyatının ardından hemen Reiki 1 ve Reiki 2 almış. Sonrasında da dur durak demeden yurt içi ve yurt dışında konuyla ilgili tüm eğitimlere katılmış. Ve, on yıl önce başladığı bu ruhsal yolculuğu 'Transformal Nefes'le son bulmuş. Bakioğlu artık deneyimli bir eğitmen olarak insanlara doğru nefes alma tekniklerini öğretiyor.
- Transformal nefes tekniğine olan ilginiz nasıl başladı?
Gerçekten kendimi çok mutsuz ve tatsız hissettiğim bir anda karşıma çıktı ve beni bu konunun eğitimcisi yaptı. Bu bitmek tükenmek bilmeyen öğrenme ve şifalandırma isteğim bugün beni buralara getirdi. Çünkü hayatımda eksik olan bir şeyler vardı. Genelde çok neşeli olan ben, keyifsizdim. Ağrılarımla baş edemiyordum. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Bir gün gazete 'Doğru Nefes Alıyor musunuz?' diye bir yazı ilişti gözüme. Durdum kendime baktım, bedenime baktım 'Eeeee ben yaşıyorum demek ki nefes alıyorum. Ama doğru mu bak onu bilemem!' diye düşündüm. İçimden bir ses gittiğim çalışmanın benim dönüm noktam olacağını söylüyordu. En başta korkularımla nasıl savaşacağımı bilemediğim bir anda beni oradan çıkardı ve tekrar yaşama sıkı sıkı sarılmama neden oldu. Aldığım oksijenin tüm hücrelerime dağılmasını ve gerek zihinsel gerek duygusal ve fiziksel anlamda değişimimi izlememe sebep oldu. Artık sivilceme fondöten sürmektense onun neyin oluşturduğunu bulup, çıkarıp ardından sadece allık sürüyorum. Böylece kalıcı güzellik sağlayabiliyorum.
Transformal Nefes' bir akım olarak hızla ilerliyor..
Gerekli olan nefesi alarak kaliteli bir yaşam sağlamaya ben akım diyemem. Bazıları bunu kınıyor veya önemsemeyip dalga geçiyor ama işin gerçek yüzü kendimizden ve gerçeklerden kaçıyor olmamız. Ve belki de gerçekten bize iyi geleceğine inandığımız şeyleri yapmayı bir süreliğine veya tamamen ertelememiz.
Transformal nefesi bize anlatır mısınız?
Kişide fiziksel, zihinsel ve duygusal bütünlük sağlayan ve sistemde önemli düzeyde iyileşme gerçekleştiren ve kişinin ruhsal yapısını güçlendiren güçlü bir tekniktir. Unutmayalım ki, yaşam mucizesini mümkün kılan sadece nefestir. Nefesle alınan oksijen hücrelerimizin en önemli besinidir. Yaşam kaynağımız ile ancak nefes sayesinde bağlantı kurabiliyor ve yaşam enerjimizi ancak nefes sayesinde yaşamımıza alabiliyoruz..Ve Mevlana nın bir sözü geliyor aklıma seninle söyleşirken ''Bir nefes bin ses getirir''
Etkileri nelerdir?
Başlangıçta nefes alma mekanizmasını açmamız gerekir. Solunum sistemini çalıştırmaya başladığımızda, alt karın bölgesini, solarpleksus sinir ağını ve göğsün üstünü nefes ile hareketlendiririz. Bu bölgeler birbirine bağlanırsa, insanın aldığı oksijen düzeyi en uygun düzeye yükselir. Vücut iyileştirici etkiler alır ve zindelik artar. Kişinin enerjisi ve huzuru artar. Kapalı nefes alma modellerinde nefes alındığında, oksijen ve yaşam gücü bu bölgelerdeki hücrelere gider. Alt karın ve diyafram kaslarının kullanılması sayesinde, hazımsızlık ve sırt ağrısı gibi fiziksel şikayetler kısa sürede iyileşir. Bu sürecin ikinci düzeyinde olumsuz düşünceler, bastırılmış duygular, çocukluk travmaları ve geçmişte yaşanmış travmalar iyileştirilir. Nefes alırken oksijenin yol açtığı yüksek frekanslı titreşim, vücudumuzdaki elektromanyetik alanı değiştirerek daha önce oluşmuş olan düşük frekanslı titreşimleri aktive eder ve nefes alarak bunları dönüştürür. Böylece hafızamızda kayıtlı tüm karanlık köşeleri temizler aydınlatabiliriz. Belleğimizdeki bu enerji tıkanıklıkları açıldığında, artık olumsuzdan etkilenmeyiz.
Nasıl nefes alıyorsak öyle yaşarız demiştiniz.. Hiçbirimiz yeterli nefes almıyoruz demek..!
Evet. Yeterli nefes almıyoruz. Yani %100 kapasite nefesimizi; yaşadığımız gerek duygusal, gerek fiziksel ,gerek zihinsel anlamda yavaşlatıyoruz. Bilinçaltı düzeyinde düşünme ve hissetme, nefes alışımızla bağıntılıdır, başka bir deyişle "Nasıl nefes alıyorsak öyle yaşıyoruz".
Herkes kendine özgü bir şekilde nefes alır.
Bazı ortak nefes alma modelleri vardır, fakat bireylerin farklı durumlarda nefes alış şekilleri, parmak izi gibi benzersiz ve bireye özgüdür. Güçlü bir duygu hissettiğimizde kendimizi rahatsız hissedersek o an nefesimizi tutarız, böylece o duygudan kurtulmaya çalışırız. Bize kendimize hakim olmamız, susmamız vs. öğretilmiştir. Çoğu kişi kendini duygularına bırakmaz. Kulağa garip gelebilir, fakat karına nefes almak, tatsız duygulardan kurtulmayı sağlar, çünkü bu durumda hareket halindeki enerji tüm vücut ile birleşir, dışa vurulur ve vücuttan atılır. Nefesimizi tuttuğumuz zaman ise söz konusu enerji hücrelere gönderilerek bastırılır. Bunlar hastalığa ve diğer fiziksel şikayetlere yol açabilir. Nefes almak daha sevgi, neşe ve sağlık dolu bir hayatın kilit noktasıdır.
Nefes alma alışkanlığını değiştirdiğimizde hayatımızda neler değişiyor?
Transformal nefes güvenli ve etkilidir. İnsanın tüm bilinç düzeylerini transforme eder dönüştürür. Fiziksel düzeyde, sınırlı nefes alma modellerini açar ve temizler, böylece; daha çok sağlık, detoks kapasitesinin artışı, daha çok enerji, solunum sisteminin gelişmesi, daha çok denge, dayanıklılık ve bağışıklık...
Duygusal ve spirituel düzeyde
'Transformal Nefes'in bedenimizde yaratacağı olumlu değişiklikler nelerdir ?
Bilinçaltını temizler. Stresleri ortadan kaldırır. Rahatlama duygusu yaratır. Hücre belleğinde kayıtlı eski travmaları siler. Öfke korku, endişe,suçluluk ve keder gibi bastırılmış duyguları temizler. Spirituel düzeyde ise yüksek benliğimizle bağlantıyı açar.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Depresyonu yenebilirsiniz...
Hurriyet/02.03.2009
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rüstem Aşkın, depresyonun cinsiyet, meslek, yaş ve gelir gözetmeksizin herkeste görülebileceğini ifade ederek, “Dikkat edilmesi gereken konu, depresyonun insanların hayatını mahveden önemli bir problem olmadığıdır” dedi.
Prof. Dr. Rüstem Aşkın, depresyonun günlük yaşantıda sık rastlanan bir olay olduğunu belirtti.
Her 20 kişiden birinin depresyona girme riski olduğunu ifade eden Aşkın, depresyonun yaşam olayları ve beyin kimyasında değişikliklerle ilişkili olarak ortaya çıkabileceğini, mutsuzluk, dikkat azalması, hayattan zevk almama ya da bedensel belirtilerle kendini gösterebileceğini kaydetti.
Depresyonun zayıflık olarak algılanmaması gerektiğini vurgulayan Aşkın, “Depresyon cinsiyet, meslek, yaş ve gelir gözetmeksizin herkeste görülebilir. Kişi kontrolü dışında gerçekleşen birçok sebebe bağlı olarak mutsuz olabilir. Burada dikkat edilmesi gereken konu, depresyonun insanların hayatını mahveden önemli bir problem olmadığıdır” diye konuştu.
Aşkın, depresyonun üstesinden gelinebilir ve tedavisi mümkün olan bir hastalık olduğuna dikkati çekerek, depresyonun genellikle önemli olaylarla açığa çıktığını ifade etti.
Boşanma ya da ayrılık, iş kaybı veya maddi sıkıntılar ya da yaşlı insanların bir anda yalnız kalmalarının depresyon sebebi olabileceğini dile getiren Aşkın, “Bazı insanlar için hissettikleri durumun, görülebilir bir nedeni yoktur. Depresyonu harekete geçiren durum ne olursa olsun hiçbir olay depresyonun hafife alınmasını gerektirmez” şeklinde konuştu.
Aşkın, depresyonlu hastaların ilaç ve konuşma terapileri ile tedavi edildiğini belirterek, eğer tedaviden dolayı hastanın normal aktivitelerinde zorlanma varsa veya hasta tedaviyi bırakmak istiyorsa doktora başvurması gerektiğini kaydetti.
DEPRESYON TEDAVİSİNDE UYGUN SÜRE EN AZ 4-6 AYDIR
Dünya Sağlık Örgütü'nün depresyon tedavisinin en az 4-6 ay sürdürülmesi gerektiğini tavsiye ettiğine işaret eden Aşkın, şöyle konuştu:
“Depresyon tedavisi gören hasta, daha iyi olacağını düşünmelidir. Eğer hasta antidepresan alıyorsa ilk iki-üç hafta zor geçecektir. İlacın etkisini göstermesi zaman alsa da etkisini göstermeye başladıktan sonra ortaya çıkan fark anlaşılacaktır.”
Depresyon tedavisinde kullanılan antidepresan ilaçların bağımlılık yapmadığını belirten Aşkın, doktorun, hastanın durumuna göre uygun ilacı yazacağını ifade etti.
Aşkın, tedaviye devam etmenin iyileşme kaydetmede en önemli nokta olduğunu vurgulayarak, “Tedavinin birinci ayının sonunda kendinizi daha iyi hissedeceksiniz. Güne daha uyumlu başladığınızı ve depresyonun üstesinden geleceğinizi göreceksiniz. Önemli olan tedaviyi sürdürmeye devam etmeniz. Kendinizi iyi hissetmeye başladıktan sonra yeniden eski depresif duruma dönmemek açısından tedaviyi yarım bırakmamanız gerekir” diye konuştu.
DEPRESYON BELİRTİLERİ
Doktorun tedavi şeklini, hastalığın ciddiyeti, görülen semptomlar, hastalığın süresi, alınan diğer ilaçlar ve yaşam tarzına göre belirlediğini dile getiren Aşkın, depresyon belirtilerini şöyle sıraladı:
“Bir türlü geçmeyen üzüntü ve rahatsızlık duygusu, hobileriniz ya da daha önce yapmaktan hoşlandığınız aktivitelerden aldığınız zevkte ya da ilginizde azalma, kilo ya da iştahta değişiklik. Uyumakta zorlanma, çok erken kalkma ya da aşırı uyuma gibi uyku bozuklukları, konsantrasyon yeteneğinde azalma, yorgunluk ya da enerji kaybı, hareketlerde yavaşlama, yaşam hakkında değersizlik, intihar veya ölüm düşünceleri depresyon belirtileri olabilir.”
Prof. Dr. Aşkın, depresyonlu hastanın aile çevresinden destek almasının tedaviyi olumlu etkileyeceğini sözlerine ekledi.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Ya Unutkanlık Değilse!
Milliyet/04.03.2009
Halk arasında çoğunlukla unutkanlıkla özdeşleşmiş olan Alzheimer, beyin hücrelerini yavaş ve ilerleyici bir şekilde harap eden bir hastalıktır.
Alzheimer hafızayı ve düşünme, konuşma gibi zihinsel işlevleri etkilemekle birlikte, dalgınlık, ruh hali ve davranış değişiklikleri, entelektüel yetilerin kaybı, zaman ve mekan algısında bozukluklar gibi başka sorunlara da neden olabilir.
Soyunup giyinme, yıkanma, tuvalete gitme gibi günlük ihtiyaçları karşılamak giderek zorlaşır ve hasta zamanla giderek başkalarına bağımlı hale gelir.
Alzheimer hastalığı sağlığın genel olarak bozulmasına neden olan, ciddi morbidite ve mortaliteye yol açabilen bir hastalıktır.
Alzheimer Hastalığının Nedenleri
Alzheimer hastalığı ilerleyicidir ve nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Ancak ileri yaş, birinci derece yakınlarda Alzheimer hastalığının varlığı, geçirilmiş kafa travması, diyabet ve yüksek tansiyon gibi damarsal hastalıkların varlığı Alzheimer hastalığına yakalanma riskini artırır.
Alzheimer Hastalığında Tanının (teşhis) Önemi
Erken tanı, bakımı üstlenen kişinin hastalıkla başa çıkmak için daha hazırlıklı olması ve nelerle karşılaşacağını önceden bilmesi açısından önemlidir.
Hastalığın tanısı, kişinin fiziksel ve zihinsel durumunun muayenesinin yanı sıra doktor gözetiminde yakın bir akraba ya da arkadaşı aracılığıyla kişinin geçmişinin incelenmesi yoluyla konulur. Hafıza kaybına yol açabilecek diğer hastalıkları ya da koşulları elemek Alzheimer tanısı açısından çok önemlidir.
Alzheimer Hastalığının Belirtileri
Hastalığın başlangıcı sinsidir ve yıkım genellikle yavaştır. Belirtiler hastalığın evresine göre değişiklik göstermekle birlikte, Alzheimer hastalığının her insanı farklı biçimde etkilediği unutulmamalıdır.
Ailenin fark edebileceği ilk işaretler yakın zamanda olmuş olayları hatırlamakta yaşanan problemler ve rutin, alışıldık işleri yapmakta görülen zorluklardır.
Alzheimer hastalığının en sık rastlanan belirtileri şunlardır:
• Günlük yaşam aktivitelerini etkileyen
hafıza kaybı
• Günlük yaşam aktivitelerini yapmakta güçlük
• Konuşmayla ilgili güçlük
• Zaman ve mekan karmaşası
• Sık kullanılan eşyaların yerlerini değiştirme
• Ruh hali, kişilik ve davranış değişiklikleri
Tedavi
Alzheimer hastalığından koruyan, hastalığın ilerlemesini kesin olarak durduran ya da unutkanlığı tümüyle düzelten bir tedavi olmamakla birlikte araştırmalar devam etmektedir.
Günümüzde hastalığın ilerlemesini yavaşlatan ve belirtileri azaltan ilaçlar geliştirilmiştir. Duygusal ve davranışsal belirtiler üzerinde de yarar sağlayabilen bu tedaviler, günlük yaşam aktiviteleri dediğimiz, hastanın kendi başına yapabildiği işlerde de bir düzelme sağlayabilmektedir.
Hastalığa eşlik eden ve hem hastanın durumunu ağırlaştıran hem de bakımını üstlenenlerin işlerini güçleştiren depresyon, aşırı sinirlilik, kaygı, dalgınlık ve uykusuzluk gibi sorunların tedavisi için kullanılan etkili birçok ilaç vardır.
Hasta ve yakınlarının durumla baş etmelerine, hastalık ve tedavisiyle ilgili bilgi almalarına ve yaşam kalitelerini yükseltmeye yönelik destekleyici bakım da tedavinin önemli bir parçasıdır.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Bu sinsi hastalığa dikkat!
Vatan/06.03.2009
Hastalık ilerlediği zaman da çok geç kalınmış olur!
Göz hastalıkları uzmanı Doç.Dr. Özlem Evren, glokom hastalığında erken tanının önemine işaret ederek "Hastalar başlarda görme duyularında bir kayıp hissetmedikleri için hastalığı fark etmez. Çünkü önce çevredeki görme alanı daralır, görme keskinliği zamanla azalır. Hastalık ilerlediği zaman da çok geç kalınmış olur" dedi.
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi göz hastalıkları uzmanı Evren, Dünya Glokom Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, glokomun, göz içi basınca bağlı olarak gelişen, görme sinirinin hasarı ve görme hücrelerinin kaybıyla sonuçlanan bir hastalık olduğunu bildirdi. Halk arasında "göz tansiyonu" olarak bilinen glokomun geriye dönüşümüolmayan körlük nedenleri arasında 2. sırada yer aldığını belirten Evren, hiçbirbelirti vermeden ilerlediği için "sinsi" bir hastalık olduğuna dikkati çekti. Evren, hastaların başlarda görme duyularında bir kayıp hissetmedikleri için hastalığı fark etmediklerini, önce çevredeki görme alanının daraldığını ve görme keskinliğinin zamanla azaldığını anlatarak, hastalık ilerlediği zaman da geç kalındığını söyledi. Glokomlu hastalarda görme kaybı meydana geldikten sonra bunun telafi edilemediğini, ancak tanı konulduktan sonra ilerleyişin durdurulabildiğini belirten Evren, hastalığın yeni doğan bebeklerden ileri yaşlardaki kişilere kadar herkeste görülebildiğini kaydetti. Evren, risk altındaki kişilerle ilgili şu bilgileri verdi:
"Yaş, glokoma yakalanma açısından önemli bir risk faktörüdür. 40yaşından sonra göz içi basıncı normal seviyenin üzerine çıkmaya başlar. Göz içi basıncı yüksek olanlarda 5-10 yıl içinde glokom gelişme riski artar. Bu risk 60-65 yaş arasındakilerde 6 kat fazladır. 70-75 yaş arasındakilerde ise her 6 kişiden birinde görülür. Ailede glokom öyküsü varsa, glokoma yakalanma riski büyüktür. Ailesinde glokom hastası olanlarda risk 4-9 kat yüksektir. Şeker, yüksek tansiyon, kalp, migren, guatr hastaları, astım, alerjik rinit, romatizmal hastalıklar nedeniyle kortizon kullananlarla organ nakli, yüksek miyop ve hipermetrobu olanlar ve göz travması geçirenler de risk altındadır. Bu tür hastalığı bulunanlar göz hekimine gittiklerinde bu durumlarını anlatmalıdırlar."
GÖZ TANSİYONU KONTROLÜ ERKEN TEŞHİSE YARDIMCI
Risk grubundakilerin belirli aralıklarla kontrolden geçmelerinin hastalığın erken evrede yakalanmasını sağlayacağını anlatan Evren, "40 yaş üzerindekilerde yakın gözlük ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu kişiler bir gözdoktoruna başvurduklarında göz içi tansiyonuna bakılırsa, hastalığın erken teşhisi mümkün olabilir" dedi. Hastalarda ilaç ve damla tedavisi uygulandığını, bunların yaşam boyu kullanılmasının büyük önem taşıdığını bildiren Evren, "Hastalar bir süre sonrafaydası olmadığı kanısına kapılıp ilaçlarını bırakıyor. Oysa bu ilaçlar hastalığın geriye dönüşümünü sağlamıyor, ilerlemesini durduruyor. Bu nedenle mutlaka doktor gerekli gördüğü sürece ilaçlarını kullanmaları gerekir" uyarısını dile getirdi. Evren, yan etkisinden kurtulmak için hastaların damla uygulamasından sonra göz pınarlarını 1-2 dakika bastırmalarının faydası olacağını söyledi. Erken teşhis ve ilaçların düzenli kullanılması halinde glokomdan korkmakiçin hiç bir neden bulanmadığını vurgulayan Evren, ilaç tedavisinden yanıt alınmadığında cerrahi müdahaleye başvurulduğunu söyledi. Evren, cerrahi müdahaleden sonra 5-10 yıl süreyle göz içi basıncının normal seviyede tutulabildiğini anlattı. Görme kusurlarının giderilmesine yönelik lazer tedavisi görenlerinkornealarının incelmesinden dolayı göz tansiyonlarının düşük çıkabildiğini belirten Evren, bu kişilerin ileri yaşlardaki göz muayenelerinde bu durumu hekimlerine bildirmelerinin faydalı olacağını söyledi.
ÇOCUKLARDA GÖZ TANSİYONU
Göz tansiyonunun bebeklerde de görülebildiğini ifade eden Evren normalden büyük göze sahip, sulanma ve ışığa bakamama sorunları olan bebeklerde göz tansiyonundan şüphelenilmesi gerektiğini bildirdi. Evren, bu gibi rahatsızlıkların cerrahi müdahale gerektirdiğini kaydederek, göz tansiyonu olan ileri yaşlardaki çocuklarda ise teşhisin daha zorolduğunu söyledi. Evren, "Ailede herhangi bir çocukta göz tansiyonu varsa, diğerçocuklar için de aynı risk söz konusu olabilir. Bu nedenle böyle ailelerçocuklarını kontrol ettirmelidir" dedi.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
İnternet bağımlılığı tedavi edilmeli...
Hurriyet/08.03.2009
İnternet ve teknoloji bağımlılarında sosyal fobi, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, depresyon, alkol ve madde bağımlılığı görülüyor.
Bağımlılık artık tek boyutlu bir kavram değil... Değişen ve gelişen dünya hayatımıza yeni bağımlılıklarda getirdi. Bunların başında gündelik yaşamı, iş başarısını, evlilik hayatını, akademik başarıyı olumsuz etkileyen, kişiyi yalnız hale getiren teknoloji bağımlılığı geliyor. Sanal bir dünyaya hapsederek gerçek dünyadan koparan ve kişiyi küçük dünyasına hapseden teknoloji ve internet bağımlılığını NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi'nden psikiyatri uzmanı Dr. Hakan Erkaya ile konuştuk.
-Bağımlılıklar arasında sanal bağımlılık sözü giderek yaygınlaştı. Nedir sanal bağımlılıklar? Bu kavram doğru bir kavram mıdır?
Sanal ve bağımlılık kelimelerini yan yana getirip sözcük anlamları üzerinden düşündüğünüzde, aslında var olmayan fakat zihinde var olduğu farz edilen bir bağımlılık türünden bahsetmiş oluruz. Bu tanımlama ile kafa karışıklığının ötesine geçemeyiz. Var olmayan, zihinde tasarlanan, yani sanal olan bir bağımlılığın ne demek olduğu ile ilgili karmaşa yaşanabilir. Bu yüzden bu konuyu internet ve teknoloji bağımlılığı terimleri üzerinden tartışmayı daha doğru bulurum. Benim de tercihim budur.
-O halde bağımlılıktan başlayalım.
Bağımlılık genel olarak bir kişinin, bağımlı olduğu nesneden uzak kalamaması ve bu nesneye ulaşamadığında yoksunluk belirtileri göstermesi, arama davranışı içine girmesi ile tanımlanabilir.
-Bağımlılık dendiğinde akla ilk alkol madde gelmekte değil mi?
Evet… Bağımlılık kelimesi kullanıldığında birçok insanın aklına alkol ve madde kullanımına bağlı bağımlılık gelse de, bağımlılık kavramının kapsamı çok daha geniştir. Alkol ve uyuşturucuların vücuda alınması ile oluşan biyolojik bağımlılıkların yanında davranışsal boyutta insanı çok zorlayan aşırı ve riskli bir şekilde kumar oynama gibi durumlarda, bağımlılık kavramı içinde ele alınmaktadır.
-Ayrıştırarak düşünmemiz gerektiğini söylüyorsunuz. Bilinen bağımlılık dışında davranış açısından da bağımlılıklar vardır mı diyorsunuz?
Evet aynen öyle diyorum. Son yıllarda hayatımızın vazgeçilmezleri arasında yerini alan internet, televizyon, cep telefonları, video oyunları ve aklınızın alabileceği bütün teknolojik ürünler diğer bağımlılık türlerinde olduğu gibi aslında, altında benzer biyolojik mekanizmaların yattığı düşünülen, davranışsal bir bağımlılığa doğru bizleri sürüklemeye başladı. Bunları da gözden kaçırmamalıyız.
-Bunlarda da yoksunluk belirtileri söz konusu oluyor mu?
Tabii. İnternet ve teknoloji bağımlılığı da aynen diğer bağımlılıklarda olduğu gibi kişinin kendi iradesi ile kontrol edemediği, kendini o davranışı yapmaktan alıkoyamadığı ve bağımlısı olduğu teknolojik ürüne ulaşamadığında yoksunluk yaşadığı bir durum olarak tanımlanabilir.
-Burada ölçü nedir? Bir limit var mıdır? Artık hepimiz internet kullanıyoruz. Nereden sonra bağımlılık riski vardır?
Bir insanın internete bağlı kalma süresi giderek artış gösteriyorsa, bağlı kaldığı süreyi kısıtlamaya çalıştığı halde bunu bir türlü başaramıyorsa, internet kullanımı azaltıldığında ya da kısıtlandığında sinirlilik, huzursuzluk gibi yoksunluk belirtileri oluşuyorsa, internete bağlı kalabilmek için aileye yada yakınlara yalan söyleme gibi davranışları oluyorsa, internette aşırı vakit geçirme nedeni ile okul, aile iş hayatı olumsuz şekilde etkilenmeye başlamışsa bağımlılıktan söz etmek gerekir.
-Peki bağımlılık spektrumu içindeki yeri neresidir?
İnternet ve teknoloji bağımlılığı son yıllarda bağımlılık spektrumu içinde klinik ilgi odağı olmaya başlamış yeni bir kavram olsa da, günlük psikiyatri pratiğinde sık karşılaştığımız bir sorun haline gelmeye başladı. Bu rahatsızlığın altında yatan mekanizmaların diğer bağımlılıklarla benzer olmasından dolayı bağımlılık türleri arasında geçişler ya da birliktelikler olabilmektedir. Kumar bağımlılığı olan bir kişinin internet üzerinden şans oyunlarına bağımlı hale gelmesi, ya da alkol bağımlılığı olan bir kişinin alkol ve oyun bağımlılığını beraber sergilemesi gibi.
-İnternet bağımlılığı ile birlikte görülen ne gibi başka psikiyatrik sorunlardan söz edebiliriz?
İnternet ve teknoloji bağımlılığı olan kişilerde sosyal fobi, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, depresyon, alkol ve madde bağımlılığı gibi rahatsızlıkların daha sık gözlendiği bilinmektedir.
-İnternet ve teknoloji bağımlılığı konusunu somutlaştıracak olursak bunun içine neleri alabiliriz?
İlk önce internet bağımlılığından bahsetmek gerekir tabi ki. Fakat internetin öyle çok kullanım alanı var ki çok farklı alanlarda bağımlılığa neden olabiliyor.
-Biraz somutlaştırmanız mümkün mü?
Elbette… İnternet üzerinden sohbet bağımlılığı, internet üzerinden oynanan online oyunlar, internet üzerinden kumar, pornografik bağımlılık, başkalarının bilgisayarına girme, şifre kırma bağımlılığı, internet üzerinden alışveriş bağımlılığı, açık artırmalara katılma ve bu linkleri reddedememe, sürekli haber kanallarını gezme ve aşırı, gereksiz bilgi yüklenmesi bağımlılığı gibi çok farklı bir spektruma sahip. İnternet dışında, video oyunlarının başından kalkamamak, aşırı televizyon seyretmek, ihtiyacı olmadığı hatta maddi olanakları elvermediği halde sürekli teknolojik aletler satın alıp sürekli yenisini almaya çalışmak, bu konuda kendini engelleyememek gibi birçok alana yayılabiliyor.
-İnternet bir bilgi okyanusu iken nasıl bir yaklaşım sonucu bağımlılığa dönüşüyor?
Bütün bağımlılıkların arka planında haz alma tatmin olma ve aynı duyguyu tekrar yaşama isteği yatmaktadır. "İnternet bir bilgi okyanusu iken" yani iyi ve çok faydalı bir araçken nasıl zarar verebilir diyorsunuz. Bakın, zararlı olduğu genel kabul gören alkol sigara, uyuşturucular ve toplumlar tarafından kabul görmeyen aşırı şekilde kumar oynama gibi davranışlar, kontrol altına alınmaya hatta sınırlandırılmaya çalışılsa da tarihin her döneminde bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkmaya devam etmiştir. Yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olan bir nesnenin yaratacağı bağımlılığın boyutları açıkçası beni bir psikiyatri uzmanı olarak endişelendiriyor.
-Tam olarak ne demek istiyorsunuz? Endişenizin temelinde ne var?
Açayım. Bu cümlemin ardından yasakçı bir zihniyete sahip olduğum gibi bir yanlış anlaşılmaya mahal vermek istemem. Fakat okulda başarılı olsun, derslerinden geri kalmasın teknolojiyi takip etsin diyerek çocuklarına sınırsız teknolojik imkan sağlayan aileler bir süre sonra çocuklarını bilgisayar başından kaldıramamaktan yakınmaya başlayabiliyorlar. Tabi ki okul ve sosyal hayatla ilgilenmemeye başlama, işin ikincil sonucu.
-Yani iyi bir düşünce ile yola çıkılsa bile sonuç bazen istenmeyen şekillerde olabiliyor. Öyle mi?
Evet öyle. Bütün bağımlılıklar aslında hayatla yaşanan bir kısa devredir. Yani uyuşturucu veya alkol etkisindeki bir insan belli bir noktadan sonra diğer insanlara ihtiyaç duymamaya başlar. Madde etkisinde olduğu sürece yaşadığı hayal dünyasında kendi kendine yeterli ve rahat olduğu duygusunu yaşayarak tatmin olur. Gerçek yaşamdaki kendisini zorlayacak ilişkilerdense hayal dünyasında uyuşturucu etkisi ile yaşamak çok daha kolay ve caziptir. Gün geçtikçe gerçek hayattan uzaklaşırken bağımlısı olduğu madde ya da davranış kalıbı hayatının merkezine oturur.
-Bu anlattığınız şeyler bir bakıma hayatı ıskalamak, kendine küçük bir dünya oluşturmak anlamına gelmez mi?
Evet tamda bunu söylemeye çalışıyorum işte. Bir bağımlılık nesnesi olarak interneti düşünmenizi istiyorum. Herhangi bir yerdesiniz. Bir bilgisayar ekranının karşısında oturuyorsunuz. Önünüzde tuşlar, yani kontrol paneli. Hayatınızın kontrolü… Bütün güç sizde… Tek bir tuşla dünyanın istediğiniz yüzünü görebilirsiniz. Gerçek dünyada bir insanın ihtiyaç duyabileceği hemen her şeyi hatta daha fazlasını vaat eder. Televizyon gibi ilkelde değildir. Sadece sizi oyalamaz. Sizinle ilişkiye girer. Konuşursunuz, sohbet edersiniz, aşık olursunuz, alışveriş yaparsınız, kumar oynarsınız, bankaya gidersiniz, gezersiniz… Evin dışında gerçek insanların arasında ne yapıyorsanız o ekranın karşısında da her şeyi yapabilirsiniz. Hem de daha kolay bir yoldan. Ve sadece bir ekran size yetmeye başladığında hayatla da kısa devreniz başlamış demektir. Gerçek hayatı pas geçmeye başlarsınız.
-Bağımlılık tanımlamasına girmesi için ne kadar zaman geçirmesi gerekir kişinin bilgisayar başında? Biraz daha netleştirmek mümkün mü?
Burada asıl önemli olan bilgisayar başında ne kadar zaman geçirdiğinizden çok, işlevselliğinizi ve sosyal hayatınızı, ilişkilerinizi ne kadar etkilemeye başladığıdır. İnternet başından ayrılamadığınız ve vakit kaybettiğiniz için önemli bir çok işinizi ertelemeye başlamışsanız bağımlılıktan bahsetmek için yeterli bir süredir. Birçok bağımlının yemek yemek için bile bilgisayar başından ayrılmadığını, hatta aşırı hareketsizlikten bilgisayar başında hayatını kaybeden bağımlıların olduğunu da biliyoruz.
-Bu bağımlılık kimleri daha çok etkisi altına almaktadır? Öncelik çocuk ergen mi, yetişkinler de mi?
Özellikle ergenler en önemli risk grubunu oluştursa da aslında bütün yaş grupları risk altında. Her yaş grubundan vaka ile karşılaşabiliyoruz.
-Bu bağımlılıkta biraz da yalnızlık, kimsesizlik, bir yere ait olmama duygusu rol oynamıyor mu?
Tam orası işte işin püf noktası aslında… Sosyal ilişki kurma konusunda yetersizlik hisseden, yalnızlık yaşayan veya duygusal boşluk içinde olan bir çok insanın sığınağı ve umut kapısı olmaya başladı sohbet odaları… Buraya dikkat diyorum.
-İnternete bağımlı olan kişi durumun farkında oluyor mu?
Bütün bağımlılıklarda olduğu gibi ilk aşamalarda kişi durumunun farkında değildir. Fakat internet başında geçirilen süre artmaya başladıkça kişi fark etmese de öncelikle yakınları durumun farkına varırlar ve şikayetçi olmaya, uyarmaya başlarlar.
-Bu sonuç veriyor mu? Kişi kabullenir mi?
Yok maalesef. Bağımlılar genellikle durumlarını inkar etmeye eğilimlidirler. Kendilerini de normal sınırlarda kullandıkları konusunda telkin ederler. Zaman geçtikçe sosyal hayatları aksamaya ilişkileri bozulmaya başladıkça kişiler durumlarının farkına varmaya başlarlar fakat diğer bağımlılıklarda olduğu gibi gizli bir şekilde ya da bütün her şeyi reddetme riskini göze alarak davranış kalıplarına devam ederler.
-Giderek çalışan kişilerden ev hanımlarında veya çalışmayanlara da kaydığı yönünde haberlere rastlıyoruz…
Biraz öncede bahsettiğim gibi her yaş grubundan ve her sosyal statüdeki insanlarda bu durumla karşılaşabiliyoruz… Bütün gün evde yalnız oturan, sosyalleşme imkanı olmayan, eşi ile yaşadığı duygusal boşluğu çözümleyemeyen bazı ev hanımlarında da internete bir yönelim olabilmektedir. Bu kişiler heyecanla karışık bir suçluluk duygusu yaşarlar. Bazen bu tür internet ilişkileri aile içi şiddete veya boşanmalara neden olabiliyor.
-Klinik olarak baktığımızda internet bağımlılığını sık görüyor musunuz?
Evet. Son yıllarda sıklığı giderek artıyor. Özelliklede ergenler arasında hızlı bir artış var… Çocuklarını bilgisayar başından 10-15 saat boyunca kaldıramadıkları için acil servisi arayıp yardım isteyen aileler var.
-İnternet bağımlısı olan kişiler ne gibi bedeller ödüyorlar?
İnternet bağımlılığı insan hayatının bütün alanlarını olumsuz yönde etkiler. Bütün bağımlılıklarda olduğu gibi sadece sosyal ilişkileri bozmakla kalmaz insanın fiziksel sağlığını da uzun vadede etkilemeye başlar. Uzun süre oturmaya bağlı bel ve sırt ağrıları, görme bozuklukları, uyku düzeninde bozulma ve buna bağlı yorgunluk huzursuzluk, kan dolaşım bozuklukları, hatta emboliye bağlı ölümler bile olabilmektedir. İnternet bağımlılığının derecesi arttıkça kişinin internet başında geçirdiği sürede artmakta buna bağlı olarak sosyal hayat ve iş hayatı sekteye uğramaya başlamaktadır.
-İnternet bağımlısı kişilerde kişilik değişimi yaşanıyor diyebilir miyiz? Takma isimler, kendini farklı cins ve kişi gösterme eğilimleri vs konusundaki düşünceleriniz nedir?
İnternet ortamı aslında gerçek hayatın bir simülasyonu… Fakat gerçek hayatta yapamayacağınız birçok şeyi yapmanızı sağlayan büyülü, fantastik bir ortam. Evet haklısınız… Düşünün bir kere… İnternet üzerinden gerçekleşen bir sohbet ortamında istediğiniz yaşta istediğiniz meslekte istediğiniz özelliklerde bir insan olmayı deneyebilir, onu yaşatabilirsiniz. Sınırsız bir özgürlük duygusu veriyor bu durum birçok insana… Karşınızda kininde gerçek kimliğinden tam olarak haberdar olamama bilgisiyle beraber… Bir bakıma bir oyun gibi… Bu tür ilişkilerde insanlar genellikle normal hayattaki karakterlerine çok zıt davranışlarda bulunabiliyorlar. Sahte kimliklerinin verdiği güvenle açık saçık konuşmalar, küfürler, tehditler sıkça gözleniyor. Hatta gençler arasında "klavye erkekliği" denilen bir kavram bile kullanılmaya başlandı. Normal hayatta çekingen olan fakat ekran karşısında saldırganlaşan arkadaşlarına böyle hitap ediyorlar.
-Cep telefonu ve bilgisayar dolayısıyla internetin kişileri sosyal izolasyona ittiği gözleniyor. Buna katılır mısınız ve bu kişiye neler kaybettirir?
Evet., teknolojiyi nasıl ve ne kadar hayatınıza dahil ettiğiniz oldukça önemli bir konu. Yalnızlaşmaya başladığımız inkar edilemez bir gerçek. Yaşamın hızı arttıkça insanoğlunun kendinden beklentisi de artmaya başladı. Eskiden bir ayda gidemeyeceğiniz yolu beş altı saatte kat etmeye başladığınızda hayatla ilgili algınızda değişmeye başlıyor. Zaman ve mekan algılarımızın değişmeye başladığı bu çağda yaşamı öylesine hızlandırmaya başladık ki ilkokula giden çocuğun bile vakti kısıtlı. Sürekli koşuyoruz. Hal böyle olunca da kimsenin kimseye ne ayıracak vakti ne de enerjisi kalıyor. Fakat bir şekilde sosyalleşmemiz de lazım. Genlerimizde bu var. Bu karmaşa içinde bunun en kolay yolu yine sanal ilişkiler oluyor. Bu yüzyıldaki yaşam tarzımızın bizleri yalnızlaşmaya ve bağımlılığa doğru sürüklediğini düşünüyorum.
-İnternet bağımlılığının kumarı teşvik ettiğini söyleyebilir miyiz? Sanal kumar ile servetini kaybedenlere rastlanıyor?
Direk olarak internet bağımlılığının kumarı teşvik ettiğini söylemek çok doğru değil fakat, internet bağımlılığında da diğer bağımlılıklardaki benzer biyolojik mekanizmalar rol oynamaktadır. Yani herhangi bir maddeye ya da davranışa bağımlılık eğilimli olan insanlarda diğer bağımlılıkların ortaya çıkma ihtimali artacaktır. İnternet üzerinden kredi kartı ile kumar oynatan siteler kumar eğilimi olan kişiler için oldukça tehlikeli... Son dönemlerde internet üzerinden oynanan kumar oyunlarından kurtulamayan hastalardaki başvuruda geçmişe göre artmaya başladı.
-Bazı ebeveynler çocukların derslerini etkiler diye eve internet bağlatmıyorlar. Bu korumacı davranış doğru mu?
Evet, burada gerçek bir çelişki var. Bağımlılık yapan uyuşturucuları yasaklayabilirsiniz, kumarı sınırlayabilirsiniz fakat internet hakkında böyle bir şey mümkün mü? Yasaklamak ya da eve bilgisayar almamak tabi ki çözüm değil ayrıca önerilebilecek bir yöntemde değil.
-Nasıl yaklaşılması sağlıklı olur?
Bilgisayar ve internet tabi ki bizlerin hayatında olduğu gibi çocuklarında hayatında olacak. Burada bilgisayardan korkmak yerine çocuğun bilgisayarla olan ilişkisini düzenlemek, çocuğa keyif alacağı başka ilgi alanları kazandırmak en önemli stratejidir. Okul dışında çocukların severek yapacakları ve sosyalleşebilecekleri ortam sağlanmalı, bilgisayardan hoşlanıyor denilerek kendi haline bırakılmamalıdır. Çocuğun bilgisayarla ilişkisi bozulmaya ve bağımlı davranışı gelişmeye başladıktan sonra onu bu davranıştan uzaklaştırmaya çalışmak çok daha zordur. Yani bağımlılığın oluşmasını engellemek daha önemli…
-Kişilerin internette kendini arama hastalığı da baş göstermiş sanırım? Bu durumu narsisistik bir davranış olarak görebilir miyiz?
Tebrik ederim doğru tespit. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki birçok insan ne şekilde olursa olsun görünür olma çabası içinde. İsimleri, resimleri, videoları ne kadar dolaşımdaysa kendilerini o kadar iyi hissediyorlar. Narsisistik bir tatmin yaşıyorlar. Görünür olma ve gündemden düşmeme çabası eskiden sadece sanat çevrelerinde sık bir şekilde gözlenirken internetin hayatımıza girmesiyle bu durum toplumun bütün bireylerine yavaş yavaş bulaşmaya başladı.
-İnternet bağımlılığının tedavisi gerekir mi?
Mutlaka tedavi edilmesi gereken bir durum... Kişinin tüm sosyal hayatını ve işlevselliğini alt üst eden başlı başına bir rahatsızlık…
-İlaç ile tedavi edilmeli yoksa psikoterapi mi öneriyorsunuz?
Tedavide her iki seçenekte kullanılabilir. Birçok vakada ilaç ve psikoterapi aynı anda gerekiyor. Bağımlılık davranışının yarattığı uykusuzluk huzursuzluk, sosyal ilişkilerde bozulma ile gelişen sorunlara yönelik ilaç ve terapi desteği oldukça önemlidir. Burada temel strateji kişinin yaşam şeklini ve davranış kalıplarını değiştirmektir.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Duygusal stresi en aza indirin...
Hurriyet/10.03.2009
Ekonomik kriz ve seçim öncesi yaşananlar insanların ruh halini derinden etkiliyor. Bunun için duygusal stresi en aza indirin.
Olaylara daha hoşgörülü, daha esnek bir bakış açısı ile bakmak, yaşamı, ilişkileri bir ölüm kalım sorunu olarak görmemek gerektiğini belirten Psikolog Gülgün Sharafat, "Günlerce, aylarca yaşanan anlık öfkelerin, acıların, üzüntülerin bedelini hastalıklarla ödemek istemiyorsak, yiyip içtiklerimize olduğu kadar ne düşündüğümüze, duygularımızı nasıl yönettiğimize de dikkat etmemiz gerekiyor" dedi.
Pozitif Psikoloji uzmanı Gülgün Sharafat, günümüzde bir hastalık olarak değerlendirilen stresin aslında atalarımızın fiziksel tehlikelere karşı geliştirdiği otomatik bir savunma mekanizması olduğunu söyledi. Tehlike anında beynin savaşmaya ya da kaçmaya hazırlanmak amacıyla 'stres tepkisini' devreye soktuğunu kaydeden Sharafat, şunları söyledi:
"Arkadan gelen acı bir fren sesiyle hızla kendimizi kaldırıma atarız ya da kulağımızın dibinde vınlayan ani bir sesle başımızı eğeriz. Bu hızlı tepkileri yaratan zihnimiz, duyularımız aracılığıyla tehlikeyi algılar ve beynimiz saniyeler içinde karar verirken, beden eşlik eder. Kalp atışlarımız hızlanır, göz bebeklerimiz büyür, kanımız hızla ihtiyaç olan bölgelere akar. Yalnızca fiziksel tehlikeler sırasında değil, yoğun bir acı ya da üzüntü, işte, evde bir gerginlik, sıkıntı gibi duygusal stres durumunda da bedenimiz aynı tepkileri verir. İşte, evde yaşanan ani bir gerginlik ya da hep süregelen halledemediğimiz her olay ve her durum bu tepkileri milyonlarca kez yaşamamızla sonuçlanır.
Olaylara yüklediğimiz anlamlar, verdiğimiz önem, beklentilerimizin yüksekliği duygusal stresin gerçek kaynağıdır."
NE YAPACAĞIZ?
Duygusal stresi önlemek için pozitif düşünmemiz gerektiğini ifade eden Sharafat, "Hayattaki olayları, sizi mutsuz eden ekonomik krizi bir limon olarak düşünün. Eğer siz mermer olursanız, limon sizin üzerinizde beyaz leke bırakır. Tahta olursanız, parlatır. Pamuk olursanız, ıslatır. Şeker olursanız, o limondan limonata yapabilirsiniz" dedi.
"Ne yaşadığınızın önemi yok, yaşadıklarınızla nasıl baş ettiğinizin önemi var" sloganını herkesin dikkate alması gerektiğini ifade eden Sharafat, "Ekonomik kriz nedeniyle her işini kaybeden intihar etmiyor. Kimi köyüne dönüyor, kimi herşeye sıfırdan başlayarak hayata yeniden atılma gücünü kendinde buluyor. Üstelik başarılı oluyor. Olayların önemini, bizim verdiğimiz değer belirliyor. Yani bu hayatın sonu diyorsanız, doğru o zaman hayatın sonu. Kriz benim sonum diyenler maalesef yok oluyor. Ama kriz varoluşun bir süreci diyenler kalıyor" diye konuştu.
Son araştırmaların beyin hücrelerinin çalışmasına yöneldiğini kaydeden Sharafat, şunları söyledi:
"Bir limona bakan herkesin ağzı sulanır. Bunu sağlayan beyin hücrelerini biliyoruz. Ama bir insana 'limonu hayal et' dediğinizde o kişinin ağzı yine sulanır. Çünkü aynı hücreler çalışır. Bir başka örnek, kanser hastası olan bir insan ölmekten korkar. Ama hiçbir rahatsızlığı olmayan bir insan da ölmekten korkar. Bakın yine aynı hücreler çalışır. Yani beyin için farketmez. Bu nedenle pozitif düşünün. Olaylara daha hoşgörülü, daha esnek bir bakış açısı ile bakmak, yaşamı, ilişkileri bir ölüm kalım sorunu olarak görmemekten geçiyor. Günlerce, aylarca yaşanan anlık öfkelerin, acıların, üzüntülerin bedelini hastalıklarla ödemek istemiyorsak, yiyip içtiklerimize olduğu kadar ne düşündüğümüze, duygularımızı nasıl yönettiğimize de dikkat etmemiz gerekiyor."
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Tuz: Doğal antidepresan
Hurriyet/13.03.2009
Tuzun fazlasının zararlı olduğunu bilmeyen yok. Uzmanlara göre tuz bağımlılık yapıyor.
Ama bilimadamlarına göre insanlar bu gerçeği bilseler de kendilerini mutlu ettiği için, yediklerine daha fazlasını koymaya meyilli olabilir.
ABD'deki Iowa Üniversitesi'nden araştırmacıların, Psikoloji ve Davranış dergisinde yayımlanan raporunda, tuzun doğal bir antidepresan olabileceği görüşüne yer verildi.
Fareler üzerinde yapılan deneylerde tuz eksikliğinin, hayvanları normalde yapmaktan hoşlandıkları aktivitelerden uzak durmaya yöneltmiş ki bu depresyona bir işareti olarak yorumlanan bir durum.
Bununla beraber uzmanlar, aşırı tuz tüketiminin yüksek tansiyona yol açtığı konusunda uyarıyor.
İnsan vücudunun sodyuma - kloridle beraber tuzu oluşturan kimyasal - ihtiyacı bulunuyor, ancak aşırı tüketimi kan basıncının yükselmesine yol açıyor, bu da kalp krizi sebeplerinin başında geliyor.
İngiltere'de Gıda Standartları Kurumu, ortalama bir yetişkinin günde 6 gramdan fazla tuz tüketmemesi gerektiğini söylüyor.
Tüketim miktarının düşmekte olduğu ancak İngiltere'de günlük ortalama tuz tüketiminin 8,6 gram olduğu belirtiliyor. Bu miktarın dörtte üçü hazır gıdalardan geliyor. Gıda Standartları Kurumu geçtiğimiz günlerde daha sağlıklı beslenilmesi yolundaki çağrılarını yinelemişti.
Bu bulgular ayrıca bağımsız uzmanlardan oluşan bir panelin raporunu da destekliyor.
Rapor, ünlü şeflerin yağ oranı yüksek tariflerle ülkedeki obezite salgınına katkıda bulundukları yolunda uyarılar içeriyordu.
Araştırmayı yürüten psikolog Kim Johnson, tuzun bağımlılık yaratabilecek bir madde olduğuna da dikkat çekiyor.
Bağımlılığın işaretlerinden biri bir maddenin zararlı olduğunu bile bile kullanma eğilimi olarak açıklanıyor - tuza bağımlı insanlar da bu maddenin tüketimini azaltmaları gerektiğini bilseler de düşük tuz içeren yiyecekleri sıkıcı buldukları için tuzlu gıdalar tüketmeye devam ediyorlar.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Ellerinizdeki tehlike...
Milliyet/14.03.2009
Güvenli gıda, besleyici değerini kaybetmemiş, fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik açıdan her türlü bozulma ve bulaşmaya yol açan etkenden arındırılarak tüketime uygun hale getirilmiş, temiz, bozulmamış besinlerdir. Gıda güvenliğini sağlamak için;
- Kişisel hijyen
- Besin hijyeni
- Yiyecek içecekle ilgili alanlar ve araç-gereç hijyeni ile ilgili kurallara mutlaka uyulmalıdır.
El yıkamanın önemi
Ellerin yıkanması besinlerin hazırlama süresince besin kaynaklı hastalıkların oluşmasındaki anahtar noktalardan biridir.
Eller ne zaman yıkanmalıdır?
- Elleri kirli gördüğünüz zaman
- Yemek hazırlamadan ve yemek yemeden önce
- İşe başlamadan önce
- Temizlik yaptıktan sonra
- Tuvaleti kullandıktan sonra
- Yemek yedikten sonra
- Sigara içtikten sonra
- Para elledikten sonra
- Bozulmuş gıda ve çöplere dokunduktan sonra
- Kimyasal madde kullandıktan sonra
- Saçlarınızı taradıktan veya elledikten sonra
- Para veya kredi kartı alışverişinden sonra
- Dışarıdan eve geldiğinizde
- Hasta kişilere dokunmadan önce ve sonra
- Burnunuzu temizledikten sonra
- Kedi, köpek ve diğer tüm hayvanları elledikten sonra
- Çiğ et, tavuk, balık ve yumurta gibi hayvansal besinlere dokunduktan sonra hemen eller akan su altında sabunla yıkanmalıdır. Çiğ hayvansal besinlerde milyonlarca mikrop bulunur.
En doğru el yıkama şekli nasıldır?
1. Ellerinizi akan, ılık suyla ıslatın. Islak ellerinizi sabunla iyice köpürtün.
2. Ellerinizin her noktasını (avuç içi, parmak araları, bilekler) iyice ovalayın.
3. Ellerinizin her noktasının sabunla iyice temizlendiğinden emin olun. İyi el yıkama işlemi sabunla 20’ye kadar sayarak gerçekleşir.
4. Ellerinizi yıkadıktan sonra iyice durulayın.
5. Yıkama işleminden sonra ellerinizi temiz bir havlu veya kağıt havlu ile iyice kurulayın.
Bakterilerin üreme için neme ihtiyacı vardır. Bu yüzden kurulamadığınız elinizde gerçek bir temizlik tam olarak sağlanmış olmaz. Mutlaka elinizi temiz havlu veya kağıtla kurulayın. Üzerinize silmek daha fazla kirlenmeye sebep olur unutmayın.
Bakteri nedir?
Bakteri çıplak gözle görülmeyen, ufak canlı organizmalardır. Ancak mikroskopla görülebilirler. Bakteriler her yerde bulunabilir, her yerde yaşayabilirler (besinlerin çoğunda, derinizin üstünde, tırnaklarınızda, her türlü yüzey ve hayvan üstünde). Bakterilerin üremesi için 5 ile 63°C arası en tehlikeli bölgedir. Zararlı olan bakterilere patojen bakteriler denir. Patojenik bakterilerin gıdalara bulaştığını koklayarak veya tadarak anlayamayız. Bu nedenle gıda güvenliğine çok dikkat edilmelidir.
Bakteri nasıl ürer?
Bakterilerin üremesi için 4 temel etmen vardır;
1. Yeterli süre
2. Yeterli sıcaklık
3. Yeterli asidite (pH)
4. Yeterli nem
Bu koşullar yerine geldiğinde dakikada binlerce bakteri çoğalabilir. Mutfak bu yüzden tehlikelidir çünkü besin, nem, sıcaklık koşulları her zaman mevcuttur. Evde tezgâhların üzeri, kurulama bezleri, el yıkama kuralları, yemeklerin pişirme ve saklama sıcaklığı çok basit görünen ama sağlığı tehdit edebilen önemli detaylardır.
Balıkyağı ve astımlı bebek ilişkisinde yeni bir araştırma!
Rahim içi ortam ve anne adayının beslenme şekli ceninin astım riskini artırabiliyor. Yapılan bir araştırmada hamile kadınlar üç gruba ayrılarak bir gruba balık yağı, bir gruba zeytinyağı, bir gruba ise plasebo (beden üzerine etkisi olmayan) verildi.
Sonuçlar balık yağı verilen annelerin çocuklarında astım görülme oranının zeytinyağı verilenlere göre daha az olduğunu ortaya koydu. Zeytinyağı verilen anneler ile plasebo verilenlerin çocuklarında ise astım riski açısından bir farka rastlanmadı. Hamileliği sırasında supleman şeklinde balık yağı alındığında astım görülme riski en aza iniyor. Diyetle yeterli omega 3 alamıyorsanız dışarıdan tablet olarak takviye yapabilirsiniz.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Gribe sarımsak, kansere zencefil
15.03.2009/Gazeteport
Uludağ Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mihriban Korukluoğlu, son yıllarda antimikrobiyal özellikler taşıyan baharat ve tıbbi bitkilerin üretimlerinin arttığını söyledi.
Dünya üzerinde 750 bin ile 1 milyon arasında bitki türünün bulunduğunun tahmin edildiğini belirten Korukluoğlu, ''Bunlardan yaklaşık 10 bini gıda olarak kullanılırken, 13 bininin ise tıbbi tedaviye destek amaçlı kullanıldığı düşünülmektedir'' dedi.
Bitkilerden ekstreler hazırlanarak ilaç olarak kullanılmasının Çin'de M.Ö 2700 yıllarına kadar uzandığını belirten Korukluoğlu, Anadolu halkının yabani bitkileri ilaç olarak kullanışının ise Hititler'e kadar dayandığını anlattı.
Son 10 yılda tedavi amaçlı bitki satışlarındaki artışın fazla olduğunu dile getiren Korukluoğlu, sadece ABD'de bitkisel ürünlerin satışının 15 milyar dolara yaklaştığını bildirdi.
Türkiye'de halen tedavi amaçlı kullanılan 1500'ün üzerinde bitki olduğunu ifade eden Korukluoğlu, şu bilgileri verdi: ''Sarmısağın antimikrobiyal özelliği eskiden bu yana bilinmektedir. 7 bin yıl önce Mısır piramitlerinin yapımında çalışanların sağlıklarını korumaları için her gün sarımsak verildiği bilinmektedir. Orta çağda salgın hastalıklardan korunma amacıyla kullanılan sarmısağın, ezilerek 2. Dünya Savaşı'nda Rus askerlerinin yaralarına konması bu ürünün tarihi hakkında önemli bilgiler vermektedir. Antimikrobiyal, antiviral ve antiparazit etkisi bulunan sarmısağın, nezle, grip, boğaz ağrısı ve burun iltihabına iyi geldiği bilinmektedir.''
Özellikle kekiğin halk arasında çoklukla etli yemeklerde lezzet verici olarak kullanıldığını belirten Mihriban Korukluoğlu, bu ürünün gıda bozucu mikroorganizmalara karşı da güçlü bir katkı maddesi olduğunu söyledi.
Adaçayı ve karanfilin özellikle boğaz ağrısına neden olan virüsler ile enfeksiyonların ve ağız içindeki zararlı mikroorganizmaların gelişmesinin engellenmesinde yararlanılan çok önemli iki baharat olduğunu anlatan Korukluoğlu, şunları kaydetti: ''Zencefilin ise antibakteriyel, antioksidatif, antiviral ve antitümör etkisi bulunuyor. Antitümör etkisi kansere karşı koruyuculuğunu gösteriyor. Antiviral ise virüs kaynaklı hastalıklara karşı iyi geldiğini ortaya koyuyor. Ancak baharat ve tıbbi bitkilerin etki mekanizmaları birbirinden farklıdır. Özellikle herhangi bir ilaçla olası olumsuz etkileşimin olmaması için dikkatli ve kontrollü kullanılması gerektiği unutulmamalıdır.''
A.A
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Uzun ömür için 10 altın kural
Bugun/16.03.2009
Sağlıklı yaşam ve uzun ömür için uzmanlar 10 altın kuralı açıkladı.Yemek ayırmamak, egzersiz yapmak, solaryumdan uzak durmak kanser gibi ölümcül hastalıkları engelliyor...
Sigara kullanmak, hareketsizlik ve düzensiz beslenme alışanlığı birçok hastalığı beraberinde getiriyor. Özellikle kalp hastalıkları, yüksek kan basıncı, şeker hastalıkları, yüksek kolesterol, şişmanlık, safra kesesi hastalıkları, bazı kanser türleri beslenme tarzıyla yakından ilişkili hastalıkların başında geliyor.
Anadolu Sağlık Merkezi Tıbbi Hizmetler Direktörü Prof. Dr. Metin Çakmakçı, alınacak birkaç önlemle sağlıklı yaşamanın mümkün olduğunu kaydetti. Çakmakçı, "Sağlıklı bir yaşam için önce alışkanlıklarımızı gözden geçirmek gerekiyor. Masum görünen bazı alışkanlıklar sağlığı olumsuz yönde etkileyebilir. Alışkanlıkların değiştirilmesi sayesinde ölümcül olabilecek kanser, kalp, akciğer gibi önemli hastalıklar önlenebilir" dedi. İşte sağlıklı yaşamanın 10 kuralı.
1 BESiNLERi AYIRMAYIN
Her besin grubunun içerdiği besin öğelerinin, bir başka deyişle karbonhidratların, proteinlerin, yağların, vitamin ve minerallerin ölçüsü farklılık gösteriyor. Yeterli ve dengeli beslenebilme için her gruptan belirli oranda alınması gerekiyor.
2 HAFTADA 3 KEZ SPOR
Egzersiz yapmak yüksek kan basıncı, diyabet, osteoporoz, felç ve sırt hasarlarını azaltıyor. Haftada üç kez, 45 - 60 dakika egzersiz yapılmalı. Eğer düzenli egzersiz yapılırsa kişi kendini daha iyi hissedecek ve kilosunu kontrol altında tutabilecektir.
3 CiNSEL YAŞAM
Kişinin ve eşinin cinsel yolla bulaşan bir hastalığı yoksa, tek eşli ise güvende demektir. Prezervatif kullanmak cinsel yolla bulaşan hastalıkları önlemede etkilidir. Risk taşıdığını düşünenlerin, kontrol için hekimiyle görüşmesi doğru olur.
4 SOLARYUM UYARISI
Kanser tiplerinden en yaygını deri kanseridir. Güneşe altında kalma ile deri kanseri arasında bağlantı bulunuyor. Bu nedenle, güneş ışınlarının en zararlı olduğu saatlerde güneşe çıkılmamalıdır. Eğer herhangi bir nedenle güneş altında kalınacaksa, mutlaka koruyucu giysi giyilmeli, şapka takılmalı ve koruyucu ürünlerden uygun olanı kullanılmalıdır.
5 PROSTAT KONTROLÜ
Erkeklerin prostatlarını belirli aralıklarla kontrol ettirmeleri lazım. Özellikle 50 yaş ve üzerindeki erkekler muhakkak doktora gitmeli.
6 KANSERE DiKKAT
Kadınların 20'li yaşların başından itibaren meme kontrolü yaptırması gerekiyor. Böylelikle kanserin erken teşhis edilmesi mümkün oluyor. Kadınlar için bir diğer önemli kanser türü de rahim kanseri. Her kadın belirli periyodlarda jinekolojik muayenelerini yaptırmalı.
Doğru gıdalar tüketilmeli
7 SEBZE VE MEYVE
Lifli besinlerden uzak durulması gerekiyor. Bunun yerine sebze ve meyve tüketimine ağırlık verilmeli.
8 AŞI iÇiN YAŞ SINIRI YOK
Belli bir yaşa geldikten sonra aşı olmak gerekli. Hepatit B aşısı için yaş sınırı yok. Her yaştaki kişiye mutlaka yapılmalıdır. Yetişkinlerin, tetanos ve difteriyi tetikleyici nedenlere karşı 10 yılda bir aşıya gereksinimleri vardır. 65 yaş ve üstünde olanların ya da risk altında olanların grip aşısı olması gerekir.
9 A’DAN Z’YE MUAYENE OLUN
Kişinin sağlık durumu yıldan yıla değişiklik gösterebilir. Bu yüzden mutlaka her yıl A'dan Z'ye kontrolden geçmeye özen gösterilmeli.
10 TÜTÜNDEN UZAK DURUN
Sigara içmek en tehlikeli alışkanlıkların başında geliyor. Önlenebilir hastalıklara en çok sigara neden oluyor. Bu yüzden sigarayım hayatınızdan tamamen çıkarmanız lazım.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Yiyeceklerdeki kimyasallara karşı en kolay önlem...
Bugun/17.03.2009
Yediğiniz meyve ve sebzeler üzerinde kalıntı bırakan kimyasallardan korunmanın en basit yolu...Kimyasal ilaçların baklagillerin ve meyvelerin kabuk kısmında yoğun bulunabildiği, bu nedenle kuru baklagillerin bekletme sularının mutlaka dökülmesi, meyvelerin ise kabuklarının soyularak yenmesi önerildi.
Türkiye Diyetisyenler Derneği Başkanı Prof. Dr. Yasemin Beyhan gıdaların vitamin değerlerinin azalmaması ve kalitelerinin korunabilmesi için sebzelerin pişirilmeye yakın zamanda köklerinden ayıklandıktan sonra bütün halde yıkanması gerektiğini belirtti. Beyhan şunları söyledi:, ''Sebzeler bol akan suyun altında iyice yıkandıktan sonra büyük doğranıp sıcak pişirme ortamına atılmalı. Kesinlikle bir gün öncesinden suda bekletilmemeli.
SUYUNU DÖKÜN, KABUĞUNU SOYUN
Bekletme suyu kesinlikle dökülmeli. Çünkü, eskiden suda eriyen vitaminlerin kaybolmaması için bekletme suyunun yemekte kullanılmasını öneriyorduk. Ancak son yıllarda kimyasal ilaçlar gıdaların üretim aşamasında sık kullanıldığı için özellikle gıdaların kabuk kısmına yakın yerlerde kalıntılar yoğunlaşıyor. Bu yüzden suyu dökülmeli. Aynı şekilde meyveler de soyularak yenilmeli.''
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Stresle performansınızı arttırın...
Gazeteport/18.03.2009
Günlük yaşamın kaçınılmaz bir parçası haline gelen stresin, doğru yönlendirildiğinde performansı ve başarıyı tetikleyebildiği bildirildi.
Bursa'daki özel bir hastanede görevli Uzman Psikolog Sevil Usanmaz, yaptığı açıklamada, insanı zorlayan her durum, yaşantı veya koşulun stres anlamına geldiğini söyledi.
Bu bakış açısı doğrultusunda çocuk, yaşlı, kadın, erkek herkesin stresli olabildiğini belirten Usanmaz, çevrede stresle ilgili çok etken varken, hayattan bu rahatsızlığın sökülüp atılmasının mümkün olmadığını ifade etti.
Usanmaz, stres karşısında insanların kendilerini korumak için çeşitli tepki ve davranışlar geliştirdiğini dile getirerek, bütün canlıların, stresi yaratan durumla ya mücadele ettiğini ya da bu durumdan uzaklaştığını vurguladı.
Buna ''savaş veya kaç'' ilkesi denildiğine işaret eden Usanmaz, ''stres, kimi zaman bizi güçlü de kılabilir. Yeter ki onunla baş etmeyi öğrenebilelim'' dedi.
Usanmaz, stres nedenleri değişse de stres karşısında insanların verdiği tepkilerin benzerlik gösterdiğini ifade ederek, şöyle konuştu:
''Stres karşısında organizmanın bütünlüğü tehdit altındadır ve organizmanın kendini korumak için oluşturduğu dengesi bu durumdan etkilenir. Bozulan dengenin yeniden sağlanması gerekir. Denge, bu durumla savaşarak veya kaçarak yeniden oluşturulur. Stresle sürekli ama etkisiz mücadele tükenmişliğe yol açar. Stres nedenleri değişse de stres karşısında insanların gösterdiği tepkiler benzerlik gösterir. Ancak stres durumunda otonom sinir sistemi tepki verdiğinden stres karşısında hemen herkeste aynı bedensel ve fizyolojik değişiklikler olur.''
-''STRES İŞE YARAYABİLİR''-
Psikologlara göre, stresin, onu zihninde taşıyan kişiye ait olduğunu belirten Usanmaz, şöyle devam etti:
''Bireysel farklılıklar, algılama, hissetme, öğrenme, sosyo-kültürel özellikler, zihinsel kapasite, cinsiyet, yaş, geçmiş yaşantılara ait izler uyaranı strese dönüştürür. Stres karşısında verdiğimiz tepki, uyarana yüklediğimiz anlama bağlıdır. Bireyin, geçmiş yaşantıları, yanlış öğrenmeleri, ihtiyaçları ve beklentileri bir durumu veya uyaranı 'stres veren' veya 'stres vermeyen' olarak tanımlamasına neden olur. Bazen biraz stresin işe yaradığı söylenir. Biraz stres performansı iyileştirir, bireyi aktif yapar, Örneğin; yetişecek bir iş için çalışma hızının ve süresinin artırılması gibi. Yani biraz stres merak duygusunu artırır, yeni öğrenmeler sağlar.''
-''STRESLE BAŞA ÇIKMAK İÇİN DOĞRU NEFES ALIP VERİN''-
Sevil Usanmaz, stresle başa çıkmada en etkili yolun gevşeme olduğunu dile getirerek, gevşemenin ilk adımının da solunumu kontrol etmekten geçtiğini bildirdi.
Böyle durumlarda derin, ağır ve sessiz nefes alınmasının önemine değinen Usanmaz, şunları kaydetti:
''Stresle başa çıkmada en etkili yol gevşemedir. Gevşeme, bedende meydana gelen gerginliği tersine çevirir. Gevşemenin ilk adımı solunumu kontrol etmektir. Doğru nefes almayı yeniden öğrenebiliriz. İyi nefes derin, ağır ve sessiz olmalıdır. İyi nefes almak, iyi nefes vermekle olur. Aldığımız nefesi ağzımızdan yavaşça ve iyice verirsek gevşeriz. Kısa nefes alıp verme gevşemeyi sağlamayacağı için stresle başa çıkmada iyi bir yöntem olmayacaktır. Ayrıca, stresle başa çıkabilmek için empati duygunuzu geliştirin, diğerlerinin duygusunu hissetmeye çalışın. Öfke kontrolünü ve zaman yönetimini öğrenin. Kendinizi daha çok sevin ve daha fazla güvenin. Kendinizi ödüllendirin, olumlu düşünün. Değişimlere açık olun.'' A.A
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Çay keyfiniz zehir olmasın
Hurriyet/20.03.2009
İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yanık Ünitesi Sorumlusu, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Muharrem Akgüner, 6 ayda yaklaşık 700 çocuğun yanık şikayetiyle hastaneye başvurduğunu, vakaların çoğunun çaydanlıklarda bulunan kaynar suyla yandığını söyledi.
Opr. Dr. Akgüner, yaptığı açıklamada, çocuklar arasında en sık görülen yanık tipinin, kaynar su dökülmeleri sonucu meydana gelen yanıklar olduğunu anlattı.
Özellikle kış aylarında, soba kullanılan evlerde yanık vakalarının sıklıkla görüldüğüne işaret eden Opr. Dr. Akgüner, “Son 6 ayda yaklaşık 700 hasta yanık ünitesine başvurdu. Bunlardan 96'sı yatarak tedavi gördü. Servise başvuran hastaların büyük çoğunluğunu, ocak ve soba üstünde bulunan çaydanlıklardaki kaynar suyun dökülmesi sonucu haşlanarak yanan çocuklar oluşturuyor” dedi.
“ÇOCUĞUN ERİŞEBİLECEĞİ YERE KOYMAYIN”
Sıcak su yanıklarının, yoğun olarak 2-3 yaşındaki çocuklarda görüldüğüne işaret eden Op. Dr. Akgüner, şöyle konuştu:
“Su yanıklarında en sık görülen biçim, çocuğun, çaydanlığı sağ elle çekerek sol el ve göğüs üzerine düşürmesi sonucu vücudun yanması. Bu nedenle çocuğun sıcak su bulunduran kaplara ulaşamaması gerekiyor. Annelerin dikkat etmesi geren şey, tencere ve çaydanlıkları ocağın arka bölümlerine koymak. Soba üzerinde çaydanlık varsa, çocuk mutlaka takip edilmeli. Soba kullanılan evlerde, tedbir amacıyla çocuğa engel olabilecek bariyerler konulabilir. Sobada tek tehlike su değil. Çocuklarda sıklıkla soba kaynaklı yanıklarla da karşılaşıyoruz. Sobaya elle temas edilmesi halinde, el çok fonksiyonel bir organ olduğu için sorunlarla karşılaşılabiliyor. İyileşme uzun zaman alıyor. Fizik tedavi ya da ameliyat gerekebiliyor.”
“TÜRKİYE'DE HERKES YANIK UZMANI”
Op. Dr. Akgüner, çocuk yanıklarında bilinçli yapılan ilk müdahalenin, tedavi sürecinde önemli rolü bulunduğunu vurguladı.
Yanık durumunda ilk olarak çocuğun üzerindeki giysileri çıkararak, yanık bölgenin su altına tutulması gerektiğine dikkati çeken Op. Dr. Akgüner, “Yapılacak ilk şey, yanan bölgenin soğutulması olmalı. Yanan bölge, çok soğuk olmayan çeşme suyunda yıkanmalı. Yanan bölgenin soğutulması, yanığın derinliğini azaltır. Daha sonra hiçbir uygulama yapmadan sağlık kurumuna başvurmak çok önemli” şeklinde konuştu.
Yanık durumunda yapılan en önemli yanlışın yanan bölgeye su dışında maddelerin uygulanması olduğunu bildiren Op. Dr. Akgüner, şunları kaydetti:
“Halk arasında yanığa herkes karışıyor. Yanan bölgeyi herkes kendi doğrularına göre tedavi etmeye çalışıyor. Herkesin bir formülü var. Oysa ki yanan bölgeye diş macunu, yoğurt gibi yabancı maddeler uygulanmasının tedavi aşamasında bir yararı yok. Hatta süreci olumsuz etkiliyor. Yapılmaması gerekenlerin yapılması halinde yaranın iyileşmesi etkileniyor. Yapılan yanlış uygulamaları tekrar temizlemek durumunda kalıyoruz. İlk müdahalenin düzgün yapılması iyileşme hızını etkiler.”
Tedavi kapsamında ağır vakalarda greftleme ameliyatı (vücudunun bir bölgesinden alınan derinin iyileşmeyen bölgeye yerleştirilmesi) gerçekleştirdiklerini ifade eden Op. Dr. Akgüner, son 6 ayda hastaların dörtte birinin ameliyatla tedavi edildiğini sözlerine ekledi.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Salatanıza katın anında zayıflayın
Bugun/22.03.2009
Profesör Doktor İbrahim Saraçoğlu zayıflamanın sırrını açıkladı.Saraçoğlu, "Sofraya oturmadan 15 dakika önce bir yemek kaşığı dereotu yerseniz sofradan daha erken kalkarsınız. 10 dakika sonra tokluk hissi artar. Daha az yemek yersiniz. Diyet yapanların özellikle dereotu yemesi gerekir. Açlık duygusana fren yaptıran dereotudur. İştahınızın yavaş yavaş kalktığını görürsünüz” dedi.
TİROİDİ DÜZENLİYOR
Daha önce yapılan bilimsel araştırmalarda dereotunun tiroidin hızlı ya da az çalışması durumunda da etkili olduğu saptanmıştı. 3 ay boyunca bir yemek kaşığı dereotunun sabah, öğle ve akşam öğünlerinden 15 dakika önce tüketilmesinin tiroidleri düzene soktuğu belirtiliyor.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Kriz göbekten vuruyor...
Bugun/23.03.2009
Yoğun baskı ve stres altında vücut kortizol maddesi salgılar.Su ve tuz tutulumu da artar. İnsan bünyesi bu durumda enerji yakmaktan daha çok enerji üretme ve yağ depolama haline geçer. Kortizol hormonu, vücudun aç kalabileceği düşüncesiyle yağ depolanmasını aktive etmeye başlar...
Son günlerde artan kriz ve stres ortamı altında insanlar sürekli yağ depolamayı sürdürüyor. Bünye yağ rezervlerini artırıyor. Eğer bu gizlice işliyorsa durum daha da ciddileşiyor, kalp krizi riski de devreye giriyor. Stres ortamlarında artan kilo ve yağlanma sonucu ortaya çıkabilen kalp krizi riskini önlemek için basit ölçümler yeterli olabiliyor.
Yağlar kana karışıyor
En aktif yağ hücreleri ise karın bölgesinde olduğundan depolama bu bölgede yoğun olarak gerçekleşiyor. Aynı zamanda stres, karın bölgesinde şişmanlığa neden olan kimyasal maddeleri salgılayarak göbek ve bel çevresindeki yağlanmaları kaçınılmaz hale getiriyor. Bu yağlar doğrudan karaciğere yönelerek kolesterol ile birleşip, kan dolaşımına karışıyor. Bu da kalp hastalıklarına yakalanma riskini iyiden iyiye artırıyor.
Fırsatı kaçırmayın
Kimileri için bu durum gözle görünür bir tehlike iken kimileri için gizli bir tehdit oluşturuyor. Göbek yaptığınızı, yağlandığınızı düşünüyorsanız önlem almak için fırsat yakalamış olabilirsiniz. Ancak pek çok insan bu kadar şanslı olamıyor. Çoğu kez kilo artışı kendini epey gizliyor, gözlenemiyor, risk oluşturan bu bölgeler yağlanmıyor gibi durabiliyor.
İç organların bir oyunu mu?
Siz zayıf görünmeye devam etseniz de yaşadığınız stres içten içe sizi besliyor, bel ve göbek bölgeniz iç organ çevresinde yağ depolama işini gizlice sürdürüyor. Dünya Sağlık Örgütü ve akademik çevreler tarafından en tehlikeli bölge ilan edilen “Bel” kalınlaştıkça risk katlanıyor.
Aşırı stres altında yağlanmayı önlemek için ne yapmalı?
Biyoelektriksel impedans bel, göbek ve bu bölge iç organ çevresi yağlanmalarını ölçerek hayati önem taşıyan sonuçları ortaya koyan bir teknik. Bu yöntemle elde edilen veriler doğrultusunda kişinin yağ oranına uygun beslenme ve tedavi programı çıkarılıyor.
Bu yöntem sadece birkaç dakika süren ve zahmetsizce yapılabilen bir işlem olup, 30 yaş üstü erkeklerde ve kadınlarda özellikle kalp damar hastalıkları açısından ciddi risk olarak görülen karın bölgesi yağlanması ve iç organlar çevresi yağlanmasını kolayca ortaya koyuyor.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Bu ay ne yersek zayıflarız?
Vatan/25.03.2009
Prof. Dr. Maranki hangi ayda hangi besinlerle zayıflanacağını açıkladı
OCAK
Balık: Kefal, tekir,kırlangıç, istrongilos, levrek,
Sebze: Kereviz, lahana, brüksel lahanası, brokoli, havuç, pırasa, ıspanak, pazı, kara turp, kırmızı turp
Meyve: Elma, nar, portakal, armut, ayva, greyfurt
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Sebze ve etsuyu ile hazırlanan çorbaları sofranızdan eksik etmeyin. Hareketsiz geçirilen soğuk kış günlerinde çorbalar bağırsak sisteminizi düzenler.Soğuk havalarda vücuda direnç veren balık ve baklagiller de en çok tüketilmesi gereken besinlerdendir.
ŞUBAT
Balık: Uskumru, istavrit, lüfer, palamut, tekir, kefal, kalkan, gümüş balığı,
Sebze: Brokoli, brüksel lahanası, karnabahar, pazı, ıspanak, pırasa, pancar, defne yaprağı, havuç, turp.
Meyve: Elma, portakal, muz, armut, greyfurt, ayva.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kansere karşı etkili lahanagilleri (lahana, brüksel lahanası, karnabahar ve brokoli) sık sık tüketin. Bol beta-karoten içeren havuç ile salata, zeytinyağlı yemek ya da havuç suyu hazırlayın.
MART
Balık: Levrek, kalkan, kefal
Sebze: Ispanak, havuç, pırasa,kırmızı turp, brokoli.
Meyve: Elma, muz
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Mart, yaza hazırlanılan aydır. Hafif beslenmeye ve diyet yapmaya başlamanın tam zamanıdır. Mart, aynı zamanda ilkbahara geçiş yapılan aydır. Bu sebeple hafif ve bir o kadar da direnç veren besinleri tüketmeye özen göstermeniz gerekir. Balık, ızgara et, sebze ve meyveler bol tüketilmelidir.
NİSAN
Balık: Kalkan, kılıç, kırlangıç, tekir, barbunya
Sebze: Taze soğan, taze sarımsak, kuşkonmaz,taze kekik, bakla, marul.
Meyve: Can erik
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kuzu etinin en taze ve lezzetli zamanıdır. Bu aylarda et olarak kuzu eti tercih edilmelidir. Sütlü hafif tatlılar yiyin. Sabah kahvaltılarında ve geceleri yatmadan evvel bir bardak süt içmelisiniz. Hafif ama sağlıklı beslenip ve açık havada düzenli yürüyüşler yaparak fazla kilolarınızla vedalaşabilirsiniz.
MAYIS
Balık: Barbunya, levrek, kılıç, kırlangıç, dilbalığı,
Sebze: Enginar, bakla, madımak, semizotu, papatya, ebegümeci, domates, salatalık.
Meyve: Çilek, yeşil erik, malta eriği, dut.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Çilek kısa ömürlü bir meyvedir. İçeriğinde bulunan zengin vitaminler (özellikle C vitamini) ve mineraller sayesinde ani enerji vererek, geçiş mevsiminde ortaya çıkabilen yorgunluk belirtilerini gidermektedir.
HAZİRAN
Balık: Mercan, levrek, barbunya.
Sebze: Enginar, taze patates, taze fasulye, bakla (ayın ortasına kadar), bezelye, kabak, patlıcan, sivribiber, domates, salatalık, kuzu ıspanak, semizotu, rezene, marul, üzüm yaprağı, taze soğan, taze sarımsak, dereotu, dolmalık biber, çalı fasulyesi.
Meyve: Kiraz, yeşil erik, malta eriği, kayısı, şeftali, dut.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kısa ömürlü dut ve kiraz bu ayda bol bol tüketilmelidir. Her ikisi de zengin vitamin ve mineral kaynağıdır.
TEMMUZ
Balık: Sardalye, barbunya, tekir, ıstakoz, böcek, pavurya.
Sebze: Domates, salatalık, bezelye, dereotu, kum havucu, taze fasulye, kuzu ıspanak, kabak, patlıcan, semizotu, sivribiber, dolmalık biber, çalı fasulyesi, barbunya fasulyesi.
Meyve: Kayısı, şeftali, kavun, sarı erik, karpuz, ahududu, vişne.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Semizotu, balıktan sonra en çok omega-3 içeren sebzedir. Vücut tarafından üretilmeyen bir yağ asidi olan Omega-3, kalp hastalıklarına, zihinsel karışıklığa ve bunamaya karşı ekilidir.
AĞUSTOS
Balık: Çingene palamudu, mercan, kılıç, sardalye.
Sebze: Domates, salatalık, patlıcan, dolmalık biber, çarliston biber,sivribiber, taze fasulye, barbunya fasulyesi, kabak, mısır, kırmızı salçalık biber.
Meyve: Kayısı, kavun, kırmızı erik, şeftali, vişne, böğürtlen, karpuz, incir, mürdüm eriği, üzüm.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Yaz meyve ve sebzelerinin en olgun zamanıdır. Bol meyve yemelisiniz. Bunun yanısıra balık, zeytinyağlı sebze, hafif soslu makarnaları günlük öğünlerinize paylaştırın.
EYLÜL
Balık: Palamut, lüfer, kılıç, sardalye, kolyoz, kırlangıç.
Sebze: Mantar, patlıcan, mısır, pazı, biberiye, barbunya fasulyesi,kabak, dolmalık biber, kırmızı salçalık biber.
Meyve: Mürdüm eriği, fındık, kavun, karpuz, incir, üzüm.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Eylül, kışa hazırlık ayıdır. Vücudu soğuk mevsime hazırlamak gerekir.Bol balık, sebze, meyve ve makarna gibi enerji verici karbonhidratlar ağırlıklı beslenin. Mürdüm erik ve fındığı her gün belli bir miktar tüketmeye özen gösterin.
EKİM
Balık: Palamut, lüfer, istavrit, barbunya, kılıç, mercan, sardalye.
Sebze: Mantar, fındık, ceviz, ıspanak, yerelması, pırasa, lahana,kıvırcık salata, kırmızı turp, karnabahar, havuç.
Meyve: Armut, ceviz, üzüm,elma, greyfurt, mandalina, muz.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Ekim ayında omega-3 içerikli cevizin tam zamanı. Cevizi bu aylarda bol bol tüketin. Ayrıca mantarlı nefis yemekler pişirebilirsiniz. Mantar, balık, et ve sebzelere çok yakışır. Mantarı ızgarada üzerine peynir serperek pişirip kahvaltıda da yiyebilirsiniz.
KASIM
Balık: Mezgit, ringa
Sebze: Balkabağı, kabak, lahana, kereviz, pırasa, yerelması, havuç,ıspanak, karnabahar, pazı.
Meyve: Ceviz, kestane, üzüm, elma,muz, mandalina, nar, armut, kivi,greyfurt, Trabzon hurması.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kasım ayında balkabağından bol bol yararlanın. Çorbası, tatlısı ve pastası ile nefis lezzetler hazırlayabilirsiniz. Balkabağını ayrıca etli sebze yemeklerine de ilave edebilirsiniz. İçerdiği bol beta-karoten sayesinde kansere karşı etkili bir sebze.
ARALIK
Balık: Levrek.
Sebze: Balkabağı, lahana, yerelması, pırasa, brüksel lahanası,karnabahar, ıspanak, kereviz, havuç, pazı, kara lahana.
Meyve: Elma, mandalina, portakal, nar, armut, muz, kivi, kestane,greyfurt, ayva, Trabzon hurması.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Soğuk algınlığı hastalıklarına yakalanmamak için sağlıklı beslenin.Portakal veya greyfurt suyu için. Ispanak, baklagil, et, yoğurt, muz,elma ve kuruyemişleri bol tüketin.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Sık öksürenler 'Plörazi' olabilir...
Bugun/25.03.2009
Kuru ve sık bir şekilde öksürüyorsanız bu haberi okuyun...
Plörezi, akciğerleri çepeçevre saran zarların arasında sıvı toplanmasıyla sonuçlanan hastalıkların genel ismidir. Halk arasında zatülcenp adıyla bilinir. Her yaştan insanda görülebilir. Tüberkülozdan kansere, kalp yetersizliğinden romatizmal hastalıklara kadar 50'den fazla nedeni vardır. Ülkemizde de çok görülen akciğer hastalıklarından biri olan plörezinin nedenleri içinde gençlerde tüberküloz, yaşlılarda ise kanser ve kalp yetersizliği ilk sıralarda gelir. Zatürreenin neden olduğu plörezilere ise her yaşta rastlanabilir.
Plörezinin belirtileri esas hastalığa bağlı olarak değişirse de, kuru öksürük, yan ağrısı ve nefes darlığı gibi belirtiler tüm hastalarda vardır. Ağrı: Hastalığın ilk belirtisi göğüs duvarının tek bir noktasında duyulan ağrıdır. Sırtta, göğüste veya göğsün yan taraflarında olabilir. Ağrının en önemli özelliği, derini nefes alırken, öksürürken, hapşırırken bıçak ucu batar tarzda ve şiddetli olmasıdır. Nedeni, iltihaplanmış akciğer zarlarının solunum hareketleri sırasında birbirlerine sürtünmesidir. Hasta ağırının en çok olduğu noktayı parmağı ile gösterir. İşte, bu nokta dinleme aleti ile dinlendiğinde frotman ismi verilen özel bir ses duyulur. Bu ses hastalar tarafından da işitilebilir ve meşin gıcırtısı veya karda yürürken çıkan seslere benzetilir.
Öksürük: Plörezili hastalarda kuru bir öksürük de hemen her zaman vardır. Nedeni, akciğer zarlarındaki öksürük refleksi doğuran noktaların uyarılmasıdır. Plörezi öksürüğü kurudur, yani hastalar balgam çıkarmazlar. Öksürük, ağrıyı artırdığı için son derece rahatsız edicidir. Hastalar öksürürlerken hasta olan taraflarının üzerine yatarak ağrıyı önlemek isterler.
Nefes darlığı: Akciğer zarları arasında biriken sıvının miktarına bağlı olarak nefes darlığı da vardır. Nedeni, sıvının akciğerleri sıkıştırarak hareketlerine engel olmasıdır. Nefes darlığı, önceleri sadece eforlar sırasında ortaya çıkarken, sıvı miktarı arttıkça oturur durumda bile nefes darlığı hissedilebilir. Sıvı miktarı çok olan hastalar, sırtüstü yatamadıkları gibi, ancak sıvının bulunduğu tarafın üzerine yatmakla rahat edebilirler.
Tüberküloza bağlı plörezi: Ülkemizde en çok görülen plörezi nedenidir. Her yaşta ortaya çıkabilirse de, çocuk ve gençlerde daha sık rastlanır. Hastalık kuru öksürük ve ağrı ile sinsi olarak başlar. Çoğu kez akşamları çıkan hafif bir ateş ve gece terlemesi de vardır. Zamanla iştahsızlık, halsizlik ve kilo kaybı gibi belirtiler de ortaya çıkar. Sıvı arttıkça nefes darlığı da görülür. Kesin tanı için sıvının incelenmesi yeterli olmayıp, akciğer zarından biyopsi yapılması gerekir. 9 aylık tüberküloz tedavisi ile tamamen düzelir.
Zatürreeye bağlı plörezi: Her zaman fark edilmese de zatürree geçirenlerin çoğunda plörezi de meydana gelir. Bu sıvı için özel bir tedavi gerekmez, zatürree için kullanılan antibiyotikler bu sıvının da düzelmesini sağlarlar. Zatürree tedavisi iyi yapılmadığında veya toplanmış olan sıvıda mikroplar varsa bu tür plöreziler ampiyeme (cerahatlı plörezi) dönüşürler. Ampiyemin tedavisi için, göğüs boşluğuna ucu içi su dolu kapalı bir şişeye bağlanmış diren konması ve oradaki cerahat tamamen temizlenene kadar da kalması gerekir.
Kalp yetersizliğine bağlı plörezi: Yaşlılarda daha çok görülür. Yüksek tansiyon, ayaklarda şişme, karaciğerde büyüme, çarpıntı gibi kalp yetersizliğine ait diğer bulgularla birliktedir. Ağrı ve ateş belirgin değildir. Sıvı çoğu kez iki taraflı toplanır. Kesin tanı için sıvının incelenmesi yeterlidir, biyopsi gerekmez. İdrar söktürücü ve kalbin kasılmasını kuvvetlendirici ilaçlarla birkaç gün içinde tamamen düzelir.
Kansere bağlı plörezi: Başta akciğer ve meme olmak üzere birçok kanser türünün en çok metastaz (sıçrama) yaptıkları yer akciğer zarlarıdır. Bu sıvı çoğu kez kanlı bir sıvıdır. Miktarı çok fazla olabilir ve aşırı nefes darlığına yol açar. Kesin tanı için sıvının incelenmesiyle yetinmeyip, biyopsi yapılması uygun olur. Bu hastalar kemoterapi ismi verilen kanser tedavisinden pek yarar görmezler. Önemli olan hastanın rahat etmesini ve kaliteli bir yaşam sürmesini sağlamaktır. Sıvının tekrar toplanmasını önlemek için, sıvı tamamen boşaltılıp içeriye akciğer zarlarının yapışmasına neden olan ilaçların verilmesi gerekir.
Mezotelyoma: Akciğer zarlarından çıkan tümörlerdir. Selim veya habis olan türleri vardır. Habis olanları çok tehlikelidir ve bilinen bir tedavileri de yoktur. Ülkemizde belirli yörelerde (Diyarbakır, Ürgüp...) topraktan çıkarılan ve köylülerin badana yapmakta kullandıkları asbest (amyant) isimli mineral mezotelyomanın en önemli nedenidir. Bu köylerde adeta salgınlar halinde mezotelyomalı hastalara rastlanmaktadır.
Viral plörezi: Özellikle gençlerde görülür. Akciğer zarlarının virüs enfeksiyonudur. Sıvı miktarı genellikle çok fazla değildir. Yüksek ateş yapar. Bazen salgınlar halinde ortaya çıkabilir. Bilinen bir ilacı olmamakla beraber, kendiliğinden tamamen düzelen bir hastalıktır.
Diğer plörezi nedenleri: Plörezcilerin yukarıda sayılanlardan başka daha pek çok nedeni vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
• Böbrek yetersizliği
• Siroz
• Guatr
• Akciğer embolisi
• Romatizmal hastalıklar
Akciğer röntgeni plörezi tanısı çoğu zaman yeterlidir. Kuşkulu durumlarda hastanın yana yatırılarak da filminin çekilmesi gerekebilir. Bilgisayarlı tomografi ile sıvının miktarı, akciğer zarları arasında yapışıklıklar olup olmadığı belirlenebilir.
Torasentez: Akciğer zarları arasındaki sıvının alınmasına torasentez ismi verilir. Yapılması son derece kolay bir girişimdir. Plörezi olan her hastaya torasentez yapılması gereklidir. Halkımız arasında torasentezin zararlı ve tehlikeli bir girişim olduğu şeklinde yanlış bir görüş vardır. Bir kere sıvı alındı mı hastalığın artık hiçbir zaman iyileşemeyeceği ve sıvının hep alınmasının gerekeceği sanılır. Bu son derece yanlış bir düşüncedir. Sıvı alınmasına izin vermedikleri için kesin tanının konamadığı ve tedavi edilebilir bir hastalığın tedavi edilemez bir duruma gelmesi durumu ile çok sık olmasa da yine de karşılaşıyoruz.
Alınan sıvıda ne gibi incelemeler yapılır?
Sıvının içindeki kolesterol, protein ve LDH miktarları ölçülür. Sadece bu ölçümlerin sonuçları ile kalp yetersizliği, siroz, böbrek hastalığı... gibi nedenlere bağlı plörezilerin kesin tanısı yapılabilir.
Sıvıda mikrobiyolojik inceleme yapılır. Bununla sıvıda mikropların bulunup bulunmadığı, hangi cinslerinin olduğu ve hangi ilaçlara duyarlı oldukları saptanır. Zatürreeye bağlı plörezilerde mutlaka mikrobiyolojik inceleme de yapılmalıdır.
Biyopsi: Yukarıdaki incelemelerle kesin tanı konamamışsa, akciğer zarı biyopsisi (parça alınması) şarttır. Hastaya yatağında yapılan kör iğne biyopsileri ile de sonuç alınamamışsa, hastanın genel anestezi altında ameliyatı ile tanıya gidilir.
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Azı karar çoğu zarar...
Gazeteport/26.03.2009
Alkolün azı rahatlatıyor, fazlası uyuşturuyor ve endişeyi artırıyor.
"Alcoholism" dergisinin internet sitesinde yayımlanan araştırma sonucunda, az ya da ölçülü alkol almanın beyinde endorfin (ağrıyan dokularda ağrının azalması için beyin dokuları tarafından üretilen, sinirleri uyuşturan hormon) üretimini artırdığı ortaya çıktı.
Fransız Le Figaro gazetesindeki habere göre, Kanada'daki Mac Gill Üniversitesi'nden Christina Gianoulakis ve ekibi, bazı farelere iğneyle serum fizyolojik bazılarına dozu giderek artacak şekilde alkol verdi. Araştırmacılar daha sonra ileri bir teknikle beyindeki endorfin oranını ve diğer kimyasalları ölçtü.
Araştırmacılar, düşük ve ölçülü dozda alkolün beyinde endorfinin salgılanmasını artırdığını, bu durumun yüksek dozda alkol için geçerli olmadığına dikkati çekti. Endorfin artışının rahatlık hissini, endişenin azalmasını ve iyi hissetmeyi açıkladığını belirten araştırmacılar, yüksek dozdaki alkolünse hipnotik etki yarattığını ve daha çok endişeyi artırdığını vurguladı.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Enerjinin anahtarını ihmal etmeyin
Bugun/28.03.2009
Eğer yapmazsanız metabolizma yavaşlıyor, kolesterol yükseliyor.Kahvaltısız güne başlamak çocuklarda başarıyı olumsuz etkiliyor. Yetişkinlerde metabolizma yavaşlıyor, kolesterol yükseliyor. Gün içerisinde harcanan enerjinin anahtarının kahvaltı olduğunu belirten Diyetisyen Ezgi Çam “Vücut bir makinedir ve devreye sokulması kahvaltıyla başlar” dedi...
Öğünlerin kraliçesi olarak adlandırılan kahvaltının özellikle çocuklar için çok önem taşıdığı vurgulandı. Yetişkinlerde ve çocuklarda 4 ana besin grubundan her öğünde yeterli miktarlarda yenilmesinin yeterli ve dengeli beslenmek için şart olduğuna dikkat çeken Diyetisyen Ezgi Çam, "Sadece bir grup besinler, sadece süt ve süt ürünleri ile beslenmek yetersiz ve dengesiz beslenmeye neden olur.
Kahvaltı günün 3 öğününden ilkidir ve vücudumuzu bir makine olarak kabul edersek, devreye sokulması kahvaltı ile başlar. Vücut uyurken sürekli çalışmaya devam eder, gün içerisinde alınan enerjiyi sabaha kadar tüketebiliriz. Bu nedenle gün içerisinde harcadığımız enerjinin anahtarı kahvaltıdır" dedi. Çam, kahvaltısız güne başlandığında ise sonuçlarını şöyle açıkladı:
"Yorgun, stresli ve konsantrasyon bozukluklarının yaşandığı keyifsiz bir gün. Saat 10-12 arasında vücuttaki enerjide büyük bir azalma olur. Bu da kas kasılması, kontrolden yoksun bir sinir sistemi, baş dönmesi, açlık duygusu ve uyuşukluğa neden olur."
Vücut yağ depolar
Kahvaltı yapılmadığı zaman vücut sonraki yenilenleri yağa dönüştürerek depolar, uyarısını yapan Dyetisyen Ezgi Çam, “ Çocuklar gelişme sürecinde olduklarından dengeli beslenmeyle desteklenmelidir” dedi. Çam, “Bağışıklık sistemleri gelişmesi için her sabah karbonhidrat ve protein kaynaklarından zengin bir kahvaltı yapmaları gerekmektedir. Her sabah sağlıklı kahvaltı yapan çocukların kilolarını korudukları, daha düşük kolesterol ve daha dengeli kan şekeri seviyelerinin olduğu bilinmektedir” şeklinde konuştu.
Ruhsal çöküntü nedeni
Kahvaltısız güne başlayan çocuğun derslerinde algılamanın azaldığının altını çizen Ezgi Çam, “Sabah kahvaltısını aksatan erişkinlerin kolesterol düzeylerinin kahvaltı edenlere göre daha yüksek çıktığı görülmüştür. Bedensel olumsuzlukların yanı sıra ruhsal çöküntülere de rastlanabiliyor. Karnı aç olan çocuk canı ne görürse çeker. Bu da oburluğa atılan ilk adımdır. Şişmanların çoğunun kahvaltı yapmadığı gözlemlenmiştir. Kahvaltı yapmamak metabolizmayı yavaşlatır” dedi.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Yan etkisi bulunmayan tek içecek
Bugun/30.03.2009
Hipertansiyon, fazla kilolar ve depresyon gibi olumsuz gelişmelerin bir numaralı ilacı...
Su dünyada en kolay bulunabilinen ve hiçbir yan etkisi olmayan tek içecek. Hipertansiyon, fazla kilolar ve depresyon gibi birçok rahatsızlığın temelinde yatan neden, vücutta yeterli su olmamasıdır. Sağlıklı bir yaşam için su için...
Su, insanoğlu için vazgeçilmez bir içecek. Hayatta olmazsa olmazlardan biri olan suyu, yemek yaparken, bulaşık- çamaşır yıkarken, banyo yaparken, tuvalet kullanırken, temizlik yaparken ve daha saymadığımız pek çok şeyde kullanıyoruz. Medical School of London Üniversitesi’nden Dr. Fereydoon Batmanghelidj, ‘Vücudunuz Sizden Su İstiyor’ adlı kitabında suyun faydalarını ve suya neden ihtiyaç duyduğumuzu anlattı.
DNA HASARINI ÖNLÜYOR
Su vücudun her hücresinde elektriksel ve manyetik enerji üretir, bize yaşam gücü verir.
Hücre yapısındaki maddeleri birbirine bağlayan bir yapıştırıcıdır.
DNA hasarını önler ve onarım mekanizmalarının daha iyi çalışmasına yardımcı olur,
Bağışıklık sisteminin merkezi olan kemik iliğini güçlendirir.
Bütün besinlerin, vitamin ve minerallerin temel çözücüsüdür. Vücutta besinleri küçük parçalara ayırır, sindirimlerinde ve son metobolik aşamalarında görev yapar.
Su, besinlerdeki gerekli öğelerin emilimini artırır. Bütün öğelerin vücuda taşınmasına yardımcı olur.
Akciğerlerde oksijen toplayan kırmızı kan hücrelerinin çalışma verimini artırır.
Hücreye ulaşan su, o hücreye oksijen verir ve atık gazları vücuttan atılmaları için akciğerlere taşır.
Vücuttan zehirli atıkları toplar ve atılmaları için karaciğer ya da böbreklere taşır.
Artrit ve sırt ağrılarının oluşumunun önlenmesinde yardımcı olur.
Bağırsakları en iyi çalıştıran yağlayıcı maddedir, kabızlığı önler.
Kalp krizi ve felce karşı koruyucudur.
Yorgunluğun giderilmesine yardımcı olur.
Kanı sulandırır pıhtılaşmayı önler.
YAŞLANMA KARŞITI
Kilo vermenin en iyi yolu su içmektir.
Bellek kaybının önlenmesine yardımcı olur.
Yaşlılık belirtilerinin azalmasına yardımcı olur.
Gözlere canlılık ve parlaklık verir.
Kemik iliğinde kan üretim sistemlerini düzenler, lösemi oluşumu riskini azaltır.
Vücutta enfeksiyon ve kanser hücrelerinin geliştiği bölgelerde bağışıklık sistemini güçlendirmek için çok gereklidir.
-
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Kişi neden yalan söyler...
Hurriyet/31.03.2009
Yalan bir hastalık mıdır?
Hangi kişilik tipleri yalana yatkındır?
Masum yalan ile çıkar yalanı arasında fark var mıdır?
Yalan öğrenilir mi?
Yalanın altında yatan psikolojik dinamikler nelerdir?
Neden antisosyaller ve histriyonikler daha çok yalan söylerler?
Yalan toplumu kemiren en önemli sosyal bir hastalık aynı zamanda. Çocuklar arasındaki kavgaya neden olan yalan akrabaları da zehirler. İş yaşamında kişileri birbirine düşürebildiği gibi ailede mutluluğun en önemli düşmanıdır aynı zamanda. Boşanmaların artışındaki sinsi düşman olarak yalan çıkar karşımıza. Politik kavgaların temel nedeni de yalanlardır. Çocukluk çağında başlayan yalanların ergenlik ve yetişkinliğe taşınmaması için neler yapılabilir? Yalanların arka planında neler var? Hangi psikolojik etkenler kişiyi yalana iter? Tüm bunları Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi'nden Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuz Tan ile değerlendirdik.
-Yalanı yalan yapan şey nedir?
Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuz Tan
Söyleyenin inanmamasıdır.
-Yalan bir psikolojik kaçış olabilir mi?
Bazı kişiler sadece ilgi çekmek için çok renkli hikayeler uydururlar. Hedefleri zor bir durumdan kurtulmak veya çıkar sağlamak değildir. Sadece ilgi odağı olmaktır. Bu tür yalanlara 'pseudologia fantastica' denir, 'fantastik laflar uydurma'. Bunlar genellikle 'histriyonik' dediğimiz 'oyuncu' kişiliklerdir.
-Kişi hangi durumlarda kendini yalan söylemek zorunda hisseder?
Antisosyal kişilikler çıkar sağlamak için, hem de hiç pişman olmadan yalan söylerler. Histriyonikler ise ilgi odağı olmak için yalan söylerler.
-Yanan söyleyen kişileri katagorize etmek mümkün müdür? Örneğin; yarar için yalan söyleyenler, narsistik duyguların tatmini için, zarar görmekten korunmak için vs..
Evet, tabii kabaca yukarıdaki tasnif yapılabilir: Antisosyaller ve histriyonikler. Ama herkes yalan söyleyebilir.
-Peki yalanı bir başka açıdan da sınıflamak mümkün müdür? Mesela, adi yalanlar, entelektüel yalanlar gibi..
Antisosyallerin yalanı, adi yalana iyi örnek olur. Bu kişilerde sahte kimlikler, sahte adlar, adi suçlardan ceza evine girişler gırla gider. Üstelik hep kendilerini haklı görürler. Histriyonikler çıkar gütmezler, ama doktorlarını bile kandırabilirler. Entelektüel yalana iyi örnek, 20nci yüzyılın ünlü bilim felsefecisi Popper'in 'pseudoscience', yani 'sahte bilim' dediği şey olabilir. Sahte bilime marksizm ile psikanalizi misal gösteriyordu. Çünkü marksistler ve psikanalistler hipotezlerini 'yanlışlanmaya' değil 'doğrulanma'ya açık olarak kuruyorlar ve ne olursa olsun daima haklı çıkıyorlardı. Halbuki Einstein 1919'da güneş tutulması olacağını yıllar evvel yazmıştı, güneş tutulmasaydı hipotezi yanlışlanacaktı, bu yüzden Einstein'in bilimi doğru bilimdi.
-Yalan bilgisizlik bağlantısı kurulabilir mi?
En bilgili insanlar bile yalan atabilirler. Bilgisizler, belki yalana daha çok muhatap olabilirler. Ama entelektüel yalanların muhatabının genellikle okumuş kesim olduğunu da unutmamak gerekir.
-Biraz değiştirerek şöyle sorayım o halde. Sizce cahiller mi daha çok yalan söyler, okumuş yazmış tabaka mı?
Okumuş yazmışlar entelektüel yalana maruz kalır ve entelektüel yalan atarlar. Ama iyi niyetli, samîmî oldukları için buna yalan demek zordur. Kanabilirler, ama kandırmazlar.
-Zekice üretilen yalanlar gerçekten zeka işareti midir?
Yalanın bile iyisini uydurmak zekâ gerektirir. Mesela henüz olgunlaşmamış olan çocukların yalanları hemen anlaşılacak tarzdadır, çok masumanedir.
-Politik yalanlar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Turgut Özal sağlığında İncirlik'e Çekiç Güç'ü konuşlandırmıştı. Saddam Kürtleri Irak'ın kuzeyine doğru kovalıyordu ve kendisini katliamdan alıkoyacak vicdanı yoktu. Ya sınır kapısını Kürtlere açacaktık (nitekim bir süreliğine açtık da) veya Saddam'ın gözünü korkutacak askerî gücü güney bölgemize yığacaktık. Bu askeri gücün Türk ordusu olması, her an Türkiye'yi savaşa sokmaya çalışmak demekti. Tatsız bile olsa en makul ve ehven çözüm İncirlik'e Amerikan kuvveti yığmaktı, yani Çekiç Güç'tü. Ama muhalefet Çekiç Güç'e şiddetle karşı çıktı, ülkemiz ABD tarafından işgal edilecekti vesaire. O devirde muhalefette olan bütün partiler 90'lı yıllarda iktidara geldiler ve hepsi de Çekiç Güç'ün görev süresini uzattılar. Yalan, Türk siyasetinin en büyük zaaflarından biridir. Bu kötü mirastan kurtulmadıkça ülkemizde iyi şeylerin olması çok zor…
-İddia ve yalan sizce nasıl bir ikilidir?
İddia sahibi kişiler yalana inanmaya da yalan söylemeye de daha yatkındırlar. İnançlarını ateşli biçimde savunan, sonra fikir değiştiren, fikir değiştirdikten sonra sanki hiç öyle bir geçmişleri olmamış gibi yeni inançlarını çok yüksek sesle haykıran, kendileri gibi düşünmeyenleri ihanetle suçlayan insanlar aramızda eksik değil. Hepimiz yanılabiliriz, ama iddiacı kişiler yanılgılarını fanatikçe savunurlar ve başkalarını inandırmak için söylenecek yalanları meşru görürler.
-Kişilerin yalanları olduğu gibi devletlerin de yalanları var. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?
Yalan, modern devletin temelidir desek yanlış olmaz belki de. Benedict Anderson, meşhur 'Hayalî Cemaatler' kitabında tarihte millet diye soyut bir cemaatin olmadığını, 19uncu yüzyılda milliyetçilik akımı doğduktan sonra milletin icat edildiğini, sonra bu milletlerin savaşarak devletlerini kurduklarını anlatır. Yunanlılar, Bulgarlar, Arnavutlar, Macarlar, Romanyalılar, Sırplar, Macarlar, Çekler önce kendilerine bir geçmiş yaratmışlar, bu geçmişte kendilerine kahramanlar bulmuşlar, tarih müzeleri kurmuşlar, hamasî bir edebiyat oluşturmuşlar, sonra da Osmanlı ve Avusturya-Macaristan'dan bağımsızlaşmışlardır. 19uncu yüzyıl ortalarında İtalyan milliyetçiliğinin çalışmalarıyla İtalya Birliği kurulmuş, ama çeşitli İtalyan şehirlerinden gelen kişiler birbirleriyle anlaşamadıkları için Fransızca konuşmak zorunda kalmışlardır. Devlet yalanları konusunda Türklerin de sicili temiz değildir. Eti Türkleri, Sümer Türkleri, Güneş Dil Teorisi gibi icatlar yalan konusunda pek de başarılı olamadığımızı gösterir.
-Biraz söyleşinin yönünü değiştirelim müsadenizle… İnsan yaşamına dönelim. Yalanın mayalandığı dönem size göre hangi yaşlardır?
Çocuklukta yalan sıktır ve bu pek de anormal değildir. Ancak bir insanın ileride yalancı olup olmayacağı genellikle ergenlik yıllarında kendisini belli eder.
-Yalan aileden veya büyüklerden öğrenilen bir durum mudur?
Bütün huylar gibi yalancılıkta da öğrenmenin rolü büyüktür. Fakat bazen çocuklarını aşırı dürüst yetiştirmeye çalışan aileler, katı ve cezalandırıcı davranarak, çocuklarını yalan söylemeye itebilirler.
-Peki yalana yatkın olmaktan söz edilemez mi? Aynı aileden yetişmiş iki kişi bu konuda çokta farklı olamazlar mı?
İkizler bile pek çok konuda birbirinden farklılık gösterirler. Kardeşler, aynı ortamda büyüseler bile aynı şartlarda büyümemişlerdir. Bir tarlanın verdiği ürünün lezzeti her sene farklı olabilir. Kardeşlerin huyları da farklı olabilir.
-Hastalık haline gelmiş olan patolojik yalanı tarifler misiniz? Hangi unsurları içerir?
Antisosyallerin çıkara yönelik yalanları ve histriyoniklerin pseudologia fantastica'ları.
-Yalan söyleyen kişilerin her konuda yalan söylerler şeklindeki bir genelleme doğru mudur?
Çoğu insan yalan söyler, ama bunların çok azı yalancıdır. Sadece bazı konularda yalan söyleyenleri yalancı kabul etmek doğru olmaz. Ama antisosyaller ve histriyonikler sürekli yalan söylerler.
-Yalancılığı yaşam tarzı haline getirmiş kişi düzelebilir mi peki?
Düzelmeleri zordur. Düzelmelerinden çok bir miktar değişmelerini beklemek daha gerçekçi olur.
-Sizce toplum olarak en çok hangi konularda yalan söylüyoruz?
Gülten Kazgan birkaç sene evvel İstanbul gençliğinin değerleri konusunda yaptığı araştırmada, geçler arasında milliyetçiliğin yaygın olduğunu görmüştü. Fakat Türk olmakla böbürlenen bu gençler, fırsat bulur bulmaz yurt dışında yaşamayı tercih edeceklerini söylüyorlardı. Demek ki kendi üstünlüğümüz konusunda söylediğimiz şeyler, kendimizin bile inanmadığı kadar abartılı.
-İnsanların "Ben kötü niyetle söylememiştim" savunmalarının bir anlamı olabilir mi?
Kötü niyetle söylenen yalanın yol açacağı zarar elbette daha fazladır. Yalan şüphesiz onaylanamaz, ama niyetin kötü olmaması bir hafifletici sebep olabilir.
-Yalan bir savunma aracı olarak da kullanılıyor mu? Ne dersiniz?
İnsanların çoğu zor bir durumdan kurtulmak için yalan atarlar. Kendilerini iyi durumda göstermek için de yalan söyleyenler vardır.
-Yalan mutlaka söze dökülen kelimeler ile mi söylenir? Takınılan tavrında yalan oluşundan söz edebilir miyiz?
İletişimin daha önemli bölümü, sözel olmayan iletişimdir. Yani beden diliyle, gözlerle, bakışlarla, tavırla, edayla, ses tonuyla kurulan iletişimdir. Tavırla yalan söylemeye verilen güzel bir de ad vardır: 'yapmacık'.
-Yalan ile özgüven eksikliğinin bağlantısı nedir? Ya da var mıdır?
Hayır. Özgüveni fazla olanlar daha az yalan söylerler. Çünkü olumsuz durumlarla yüzleşmeye daha fazla hazırdırlar. 'Obsesif' dediğimiz mükemmeliyetçi, titiz, kılı kırk yaran, inceleyip sık dokuyan insan türü de hastalık derecesinde dürüsttür.
-Korku ile yalan ikiz kardeştir diyebilir miyiz?
Korku insanı yalana götürür. Ama asıl tehlikeli yalan, içinde korku değil çıkar unsurunun bulunduğu yalandır.
-Dünyayı uyutan yalanlar desem neler gelir aklınıza…
Futbol, fado, fiesta...
-Keyifle okuduğumuz masallar, romanlar ve tiyatrolar nedir? Buna yalandan ya da hayalden doğru çıkartmak çabası denebilir mi?
Edebiyat elbette tabiatı gereği 'kurmaca'dır, 'fiction'dur. Ancak iyi edebiyat eseri, insanı anlama yönünde en değerli çabadır. Meselâ Dostoyevski'yi veya Marcel Proust'u bu kadar sevmemizin sebebi, insan ve hayat hakkında bize çok şey öğretmeleridir.
-Kişinin kendine yaptığı övgülerin ne kadarı yalan olarak değerlendirilebilir?
Kendilerini övenler yalan uydurmaktan çok iyi yönlerini abartarak vurgularlar.
-Yalanın tedavisi var mıdır?
Elbette yapılabilecek çok şey var. Ancak kişilik bozukluklarında (bu bağlamda antisosyaller ve histriyonikler) bu problem geç ve güç düzelir.