kusura bakmada ilkokul mezunlarına dava açma hakkı bile olmaması lazım isterse AQ su %99,9 olsun Ainstein olsun.Bugün bir torba kömür için oyunu veren yarın neler yapar bunu tahmin etmek hiç zor değil
Printable View
AKP'nin parti kapatma davasından kurtulma yolları arasında düşünülen yöntemler:
1- Yasa değişikliği yaparak, yasanın yürürlüğe girmesiyle derdest davaları geçmişe yönelik olarak düşürmek,
2- Kararı verecek Anayasa Mahkemesi'nin karar mekanizmasında değişiklikler yapmak; a) Oybirliği kararı zorunluluğu getimek, b) Üye sayısını arttırarak oyçokluğu sağlamak c) Anayasa Mahkemesinin parti kapatabilmesi için zorunlu önşartlar getirmek (Japonya modeli TBMM izni gibi)
Bu yolların hukuki niteliklerini tartışmamız mümkün mü? Ayrıca geçmişe yürürlük kural olacaksa şimdiye kadar kapatılan partilerin HUKUKİ durumu ne olacaktır?
Bence PArti kapatmak değil de kişilere yasak getirmek daha uygun olacak gibi geliyor çünkü parti kapatılsa bile hemen yeni bir adla bir parti kuruluyor yani sadece isme yasak geliyormuş gibi oluyor ama bu yasak kişilere olsa daha bağlayıcı olacak sanırım
ANTALYA BAROSU BAŞKANLIĞI
BASIN VE KAMUOYUNA
Cumhuriyeti kuran irade Cumhuriyet Savcılarına Cumhuriyetin hukukunu koruma ve savunma görevi vermiştir. Cumhuriyetin ilk Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt bunu şöyle formüle etmiştir:
Cumhuriyet Savcıları; Meriç kıyısında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanından tutunuz da, bu vatanda yaşayanların uğrayacağı en ufak bir haksızlıktan, hatta Bingöl Dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin gözyaşlarından siz sorumlusunuz.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya 14/03/2008 tarihinde Anayasa Mahkemesine: ''Adalet ve Kalkınma Partisinin, laikliğe aykırı eylem ve işlemlerin odağı durumuna geldiğinin tespiti ile eylemlerin ağırlığı da gözetilerek anayasanın 69.maddesinin 6. fıkrası ve 2820 sayılı Siyasal Partiler Yasasının 101. maddesinin (b) bendi uyarınca kapatılması, parti genel başkanı ile birlikte iddianamede adları sayılan bir kısım parti üyelerinin Anayasanın 69.maddesinin 9. fıkrası ve 2820 Sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 95.maddesi uyarınca temelli kapatılmaya ilişkin kararın Resmi Gazete’de yayınlanmasından itibaren 5 yıl süreyle bir başka siyasi partinin kurucusu, yöneticisi, denetleyicisi ve üyesi olamayacaklarına" karar verilmesi istemini içeren kamu davası açmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Görev ve Yetkisinin Hukuksal Temeli:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı' nın bu görev ve yetkisi kaynağını Anayasa’nın 154/4 ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Yasası ile 2797 sayılı Yargıtay Yasasının 27/5.maddesi, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki yasanın 33/1 .maddesinden almaktadır. Cumhuriyeti kuranlar Cumhuriyet Savcılarına ve özellikle Cumhuriyet Başsavcısına "Cumhuriyetin hukukunu koruma ve gerektiğinde/koşulları oluştuğunda siyasal partiler hakkında anayasa mahkemesine kapatma davası açma görev ve yetkisi vermiştir. Belirtilen maddelere dayanarak kamu adına dava açan Cumhuriyet Başsavcısı anayasal ve yasal görevini yerine getirmiştir. Tersine bir tutum Cumhuriyet Başsavcısı açısından görevi savsama olur.
Görevi kamu adına dava açmak olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, kamu adına dava açmasından sonra, Cumhuriyet Başsavcısı aleyhine yazılı ve görsel basında yoğun karalama kampanyası başlatıldığı görülmektedir. Bu kampanyanın giderek görevini titizlikle yerine getiren Cumhuriyet Başsavcısı sayın Abdurrahman Yalçınkaya' ya yönelik hakaret, uluorta suçlama ve bunun ötesinde Cumhuriyet Başsavcısını yasa dışı odakların hedefi haline getirme boyutuna ulaştığı üzüntü ile görülmekte ve gözlenmektedir.
Yasal ve anayasal görevini yapmaktan başka hiçbir kasıt ve kusuru bulunmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına karşı bir linç ve hedef gösterme kampanyası başlatanları şiddetle ve nefretle kınıyoruz. Bu vahim yanlışı yapanları yaptıkları hatayı gidermeye, sorumlu ve sağduyulu davranmaya çağırıyoruz. Görevini yerine getiren kamu görevlilerini yasa dışı odakların hedefi haline getiren faillerin bu fiillerinin hesabını er geç bağımsız yargı önünde vermek zorunda kalacaklarını anımsatıyor, yakın tarihteki acı olaylardan ders ve ibret alınmasını öneriyoruz.
Yine siyasal gücü elinde tutanların anayasa mahkemesine dava açılmasından sonraki süreç içinde:
Anayasa Mahkemesinin anayasa ve yasadan kaynaklanan görev ve yetkisine son verme, üye yapısını değiştirme, ya da yüksek mahkemenin yargısal denetimini "hukuka uygunluk denetimini" işlevsiz kılmaya yönelik yasal düzenleme yapma yolunda yargıya gözdağı verilmesi, (yargının ve yargıçların tehdit edilmesini), rejim demokrasi ve hukuk devleti açısından çok tehlikeli ve sakıncalı bir girişim olarak değerlendiriyoruz.
"Hiç kimse kendi davasının yargıcı olamaz."
Bu kural; hukukun ilkel çağlardan buyana bilinen genel ve evrensel kuralıdır. Bunun böyle olmasına karşın "siyasal gücü elinde tutanların kendi davalarının yargıçlığını yapmaya kalkışmaları" , kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanma olacağı ve bunun anayasanın 6.maddesine ters düşeceği akıldan çıkarılmamalıdır. Yürütme + Yasama birleşik gücünün, yargı yetkisini kullanmaya kalkması veya açılmış kamu davasını ortadan kaldıracak nitelikte düzenleme yapılması kuvvetler ayrımı ilkesinin ortadan kalkması sonucunu doğurur. Bu durum rejimi ve demokrasiyi rayından çıkarır. Seçilmişler diktatoryasının kurulmasına yol açar, Böyle bir durumun anayasayı ihlal suçunu oluşturacağı açıktır. Hiçbir kişi ve kurumun anayasayı ihlal ve suç işleme ayrıcalığının da bulunmadığı anımsanmalıdır.
YARGILAMA SÜRECİ:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bağımsız. Türk Yargısı önüne götürdüğü bu sav hakkında bundan sonraki yargılama süreci içinde davalı partinin savunması alınacak, sunacağı kanıtlar toplanacak ve mevcut kanıtlar ile birlikte Anayasa Mahkemesi hukuksal süreci yansız ve objektif biçimde tamamlayarak, istem hakkında Türk Ulusu adına nihai kararı verecektir.
Açılmış bu kamu davası hakkında; "Hiçbir organ, makam, merci ve kişinin, yargı organına emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde (yönlendirmede) bulunamayacağı Anayasanın 138/2 maddesinin buyruğudur. Tüm kişi ve kurumları anayasanın bu kuralına uygun davranmaya ve böylece yargısal sürecin sağlıklı sonuca ulaşmasına engel olmamaya çağırıyoruz.
Saygılarımızla.
ANTALYA BAROSU BAŞKANLIĞI
Herhangi bir canlı kendisini tehlikede hissettiğinde korunmaya çalışır.Bu bir doğa kanunu değilmi?
Her devlet de, rejmine yani kendisine bir tehtit algıladığında savunma mekanizmasını çalıştırır. Bunu çalıştıramadığı durumların en bariz örneği Hitler ve Humeyni iktidarlarından sonra ki değişim.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu gün yapmaya çalıştığıda aynı şey korunma iç güdüsü. Olay yargıda sonucunu bekleyip göreceğiz. Suçlamalar ciddi boyutda iddianame en az 4-5 yıllık titiz bir çalışmanın ürünü.Suçlananlar savunmalarını verecek ortada tehtit ettikleri bir unsur yoksa korkacakları bişide yoktur.
Atatürk'ün bir konuşmasından alıntıyı aşağıya kopyalıyorum. Çok manidar geldi bana.
'' uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa,bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir.meclislerin öyle kararları olabilir ki ,bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir''
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
(Kaynak : Eskişehir- İzmit konuşmaları Kaynak yayınları.sf. 67)
Duygu Hanım;
Antalya Barosu'nun Sayın Başsavcıya destek çıkmasını anlıyoruz da, acaba iddianame yazan her savcıyı böyle sahiplenmek gerekmez mi?
Yazdığı iddianmame yüzünden hayatı kayan, meslektan atılan,avukatlık yapması engellenen savcı Ferhat Sarıkaya için de böyle destek çıkılıp çıkılmadığını biz bilmiyoruz. Antalya Barosu'nun böyle bir desteği olmamış ise bu eksiğini telafi etmesi amacıyla hatırlatmak istedim.
Selamlar, saygılar.
Başbakan türban konusunda "ulemaya danışmalı" derken bunun dinen şart olup olmadığını mahkemenin bilemeyeceğini, bunu alimlerin kararvereceği bir konu olduğunu söylüyor. Yoksa kararı ulema versin demiyor çarpıtma
Zaten şeriat düzeninde de kararı ulema vermez. Ulemanın olumlu veya olumsuz görüşüne bağlı olarak kararı kadı (o zamanın hukukçusu) verir. Yani çarpıtılan bir şey yok ortada...
Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs
Madde 288- (1) Bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hakim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi....
Madde metninin korumayı amaçladığı menfaat göz önünde bulundurularak hassas davranılması gerektiğini düşünüyorum.
Sayın milo;
Bizim Baro her iki olayla ilgili olarak hiç bir açıklama yapmadı, yani nötr (tarafsız) kaldı.
Ama maksat savcıya sahip çıkmaksa, Antalya Barosu'nun birisine sahip çıkarken diğeri hakkında ne yaptığını merak etmiştim. Şayet diğerine de sahip çıkmışsa Antalya Barosu'nu kutlamak lazım. Ama "baş" savcıya arka çıkarken "gariban" savcıya sahip çıkmamış ise o zaman kutlayacak bir şey yoktur ve tutrasızdır. Zaten bu işler böyledir, "arkası" kuvvetli olana arka çıkmak kolaydır.
Antalya Barosu'nun böyle bir tutarsızlık içinde olacağını zannetmiyorum. İkisine de arka çıkmıştır da biz duymamışızdır.
Saygılar sayın miloooo!..
İşte;
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, 'Sosyal Hukuk Devleti' panelinde açıklamalar da bulunuyor. İşte Gerçeker'in açıklamalarından satır başları:
Hiç kimse yargıya emir veremez tavsiye telkinde bulunamaz.
Güçler ayrılığında kimse kimsenin üstünde değildir. Üstünlük ancak Anayasa ve kanunlardadır.
Kurumlar ve idare her türlü yargı kararına uymak zorundadır.
Hukukun olmadığı yerde demokrasi olmaz.
Yargıçların dokunulmazlığı adaletin yerine getirilmesi için gereklidir.
Yargı erki tam bağımsız değilse kuralsızlıklar kural haline gelir.
Yargıyı eleştiren siyasiler zaman içinde bunun yanlışlığını görmüş ve acılarını çekmişlerdir.
Yargı herkese lazımdır. Bu konuda kurum ve kişiler kendilerine düşen özeni göstermelidir.
ALINTIDIR:HURRİYET
Ben halen daha Ak partiye gelemedim ama görüşüm belli olduğundan ağır ağır geliyorum bir kişi bile cidden ya bu doğru dese kardır dediğimden hiç acelem yok. Aslında ben apayrı bir yerde kendi kendime yazmalıydım ya neyse...
Hukukçu üyelere takmışken devam edeyim ben. Gerek sitede gerek ilgili partide bulunan hukukçular '' Parti kapatmanın demokrasilerde yeri olmadığını'' ''çok ayıp olduğunu dünyada olmadığını '' belirtiyorlar. Ve ne hikmetse 24 mü 26 mı olduğu hakkında kararsız bir şekilde parti kapatıldığını iddia ediyorlar.
Şimdi dostlar kardeşler olay hiçte öyle değil.
Parti kapatmayla ilgili anayasa hükmü bizim anayasamıza Federal Alman anayasasından oldukça yumuşamış bir biçimde geçmiştir. Kapatma zorlaştırılarak geçmiştir. Şimdi diyeceksiniz ki yahu zorlaştırma bu mu? Nerede bu 24/26 parti ? Zaten dikkatle bakıldığında bazılarının birbirinin devamı olduğu ve zaten kuruluşunda sakatlık olduğu çok net görülmektedir.
Şimdi sorun şudur bu kadar parti kapatıldığıına göre ya siyasi partilerde bir sorun oluyor yada hukukta bir sorun var çözüm bu değil kapatmakla olmuyor sal gitsin...
Hukukta sorun var diye bakarsak ve kapatmanın çözüm olmadığı anlaşılmaktadır diyip kestirip atarsak ki pompalanıp duran garabet budur. Bu mantıktan yola çıkarsak hukukumuzun hiç bir derde çare olmadığını görürüz. Hapis ceza ıvır zıvır yaptırımlara karşılık cinayette tecavüzde gaspta yağmacılıkta dolandırıcılıkta sahtekarlıkta artarak devam etmektedir. O zaman bunlara verilen cezada yanlıştır salalım hepsini gitsin. Aslında gelin biz hukuku filan ortadan kaldıralımda kimse bu işlerle uğraşmasın rahat rahat.....
Demekki hukukta sorun yok. Sorun beşer de yani insanda. İnsanımızda. Cehaletle beslenen cesaret bazı kişilerin çıkarına hizmet etmeye başladığı an olan budur. Taaa 1924 te Atatürk '' Dini siyasete alet emek vatan- ı hiyanettir.'' demiştir. Çünkü din insanların en kolay kanmaya uygun olduğu ortamı yaratır sorgulanmaz. Bunu yapmakta suçtur. İşte böyle olmaktadır.
Şimdi dostlar. Gerçekler baktığımızda dünyada hiç bir demokratik ülke yoktur ki milli geliri beş bin doların altında iken çok partili hayata geçsinler. Buna rağmen yokluk yıllarından bu yana ulu önder ATATÜRK ün en büyük hayali çok partili sistem olmuştur. Aslında insanımızı tıkayan ekonomik zorluklar olmakta ve bunun için üç otuz paraya oyunu satmakta bazı çevrelere hizmet etmektedir. Bu dünya gerçeğine rağmen Türk demokrasisi çok partili sistemini doğru yanlış ayakta tutmaya çalışmaktadır. Öncelikle bunun taktirini bilmeliyiz.
Şimdi gelelim hiç parti kapatılma davası yok denen uygarlıkta olmaz denilen avrupaya...
İspanya da Herri Batasuna partisi kapatıldı yasaklandı bu parti Euskal Herriorak olarak gene kuruldu gene kapatıldı sonra Sozialista Abertzaleak adıyla kuruldu gene kapatıldı sonra bir daha sonra bir daha tam yedi kez üst üste ve son olarak 4 ekim de (2007) 22 üyesiyle birlikte tutuklanarak komple gitti. Nedeni çok ama çok ilginç... Partinin Eta yı terör örgütü olarak kınamaması ve teröristi terörist diye nitelememek olarak açıklandı. AP de bu kişileri salona bile almadı görüş açıklamaları için. Şimdi dostlar bu açıdan bakarsak Türkiye de başbakanlıkta oturan kişi İmralı şerefsizine '' Sayın '' demiştir hemde iki kere. Öbür partiyi saymıyorum bile....
Belçika da Front National partisi hakkında kapatılma ve başkanı içinde bir seneye kadar hapisle dava açılmıştır . Bu parti silaha mı başvurdu ? Terör mü yarattı ? İki sorununda yanıtı hayırdır. Gerekçe '' Fikir ve düşünce hürriyeti sınırsız değildir''. Bu partinin adından da anlaşılacağı üzere aşırı sağcı bir partidir.
Almanya da da bir parti kapatma davası vardır. Hatta Almanya da çok ciddi yasaklar vardır. Fransa ve İtalya da da davalar vardır sürmektedir.
Çok daha ilginç olan bir durum da Avusturya da yaşanmıştır. Heider partisi seçimlerde en çok oyu almış Heider in başbakan olması gündeme gelmişti Peki ne oldu ? Aşırı Irkçı olarak bilinen bu partinin iktidara ortak olmasını istemeyen belli başlı demokratik ülkeler ( dikkat buyurun iç işleri olmasına karşın başka ülkeler ) Bu durum olursa '' Avusturya'yı boykot edeceklerini'' açıkladılar ve heider in partisi tarih oldu.
İngiltere bırakın kapatmatı tv ve radyolarda bile konuşma yasağı getirmektedir ırkçı ve dinci partilere işin komiği demokrasinin beşiği ingilterede yaşı bilinemeyen ANA KRALİÇENİN onayı olmadan parti kurulması yasak olmasına karşın alınan bir tedbirdir bu... Lordlar kamarasının inhası kraliçenin onayı olmadan parti kurulamayan demokrasi beşiği konuşma yasağı koymaktadır.
Yani dostlar değerli hukukçular dünyanın hiç bir demokrasisi siyasi partilerine sonsuz özgürlük vermiyor bu sistemin ve rejimin bir sorunudur. Militan demokrasi anlayışı sistemin kendisini korumasına her daim olanak vermektedir vermelidir. Yoksa demokrasiler yok olur gider.
Tehlikenin farkına varılması için bu yazımı Daryush Shayegen den bir alıntı ile bitireyim. Artık ne anlarsanız....
''Yıllarca ülkesinden uzakta kalmış genç bir adam , İran'a geri döndüğünde Tahran Havaalanı'ndan çıkınca evine gitmek için için bir taksiye biner. Yarı yolda şöföre, ilk tütüncüde durmasını söyler. '' Tütüncüde ne yapacaksınız beyim'' diye sorar şöför. '' Ne mi yapacağım? Sigara alacağım.'' '' Sigara mı? Sigarayı camide satıyorlar.'' '' Camide mi? Yahu cami Allah'ın evidir, oraya ibadete gidilmez mi?'' '' Yanlış anladın beyim , ibadet etmeye üniversiteye gidilir '' '' Peki öğrenim nerede yapılıyor?'' ''Öğrenim hapiste yapılıyor beyim.'' ''Hapis hırsızların yeri değil mi? Yahu '' '' Yine yanlış anladın beyim !! Hırsızlar hükümete atanıyor...''
Bilmem anlatabildim mi ???
Nalıncı keseri
YARGITAY Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Anayasa Mahkemesi'nde kapatma davası açtı...
*
Bunu duyan Başbakan Erdoğan, hukuka büyük saygısı olduğu için, "Yargıya intikal eden konular üzerinde konuşmamız yanlış olur" dedi.
Meclis Başkanı Toptan da, devleti temsil eden, sorumlu bir siyasetçi olduğunu kanıtlayıp, "Türkiye bir hukuk devletidir, Anayasa Mahkemesi'nin en doğru kararı vereceğine inanıyorum, herkes hukuka güvensin, müsterih olsun" dedi.
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ise, her zamanki gibi mantıklı ve olgundu, "Adalet Bakanı olarak, yargıya intikal eden bir konu hakkında yorum yapmam uygun olmaz, ancak şunu söyleyebilirim ki, siyasilerin kendilerini, davranış biçimlerini çek etmelerinde fayda var" dedi.
Eski Adalet Bakanı ve şimdiki Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ise, dayanamadı, vatandaşın duymak istediği en doğru cümleleri kullandı, "Hizmet için seçilenler, kavga çıkması, gerginlik olması için olaylara adeta çanak tutuyorlar, çok net iddia ediyorum, partinin kapatılmasını en çok siyasiler istiyor, yoksa bu kadar ahmakça politika güdülemezdi" dedi.
*
Ama ne zaman dediler bunları?
DTP için dava açıldığında!
*
Şimdi ne diyorlar?
"Garabet..."
"Yüz karası..."
"Halkı da kapatın bari!"
"Görülmemiş utanç..."
"Savcı yargılansın!"
"Savcı da ölümü tadacak!"
*
Zaten anlatmaya çalıştığımız bu...
Hukuk, bir gün herkese lazım!
Yılmaz Özdil'den alıntıdır.
Miliyet com tr' den..
Bakan Şahin, Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanarak, yargının ne yasama ne de yürütmeden talimat almadan özgürce hareket ettiğini söyledi.
Şahin, "Yargı, talimat almaz. Suçluyla, suçla mücadele eder. Suçluysa hakkında dava açılır, yargılama yapılır. Bu tür işlerden siyasi sonuçlar çıkarmayı doğru bulmuyorum" diye konuştu.
Bravo.... Keşke bunları bu günkü ergenokeon tutuklamasından sonra değil, AKP kapatma davasından sonra söyleseydiniz. İşte ozaman %60 la dönerdiniz...
Şimdi bende bir takıntıda vardır. Değerli bir hukukçumuz yanıt verir merakımı giderir diye bekledim ama nafile iş başa düştü. Bu kaç parti olduğu belli olmayan kapatılan partiler ilgimi çekmişti. Sağdan saydım tutmadı soldan saydım tutmadı alt alta yazdım tutmadı. Çok eksik kaldı !!! Kendimden şüphelenmeye başladım . Ben ortada yakın tarihimizi iyi bilen kendince fikri olan biri olarak dolaşıyorum amma 24/26 partiyi çıkaramıyorum bırakın 24/26 sını 20 sine 15 ine bile fit oldum. Hukuk yoluyla kapatılan partileri bulmakta. Dedim bari başbakan hariç herkes ülkede çok ciddi bir ekonomik kriz olduğunun farkında bunu değerlendirip araştırayım. Bu hukuk denen sistem gerçekten Türkiyede 24/26 parti kapatmış mı ? Kapattıysa benim neden haberim yok yazamadım...
Dostlar ortaya çıkan geröek şudur. Aksini ispat edeni dinlemeye hazırım. Anayasa mahkemesi bugüne kadar 4 antilaik 4 te etnik faaliyetlerden ötürü toplamda 8 ( yazıylada yazayım SEKİZ) parti hakkında kapatma kararı vermiş. Bu sekizinin ortak bir özelliği ise kurucuları ve merkez karar organları hemen hemen aynı aslında iki parti kapatılmış gibi Erbakan hoca parti başkanı olarak liderliği bırakmamış. Bu açıdan bakılınca İspanya da 3 senede 7 parti kapatıldığını göz önünde tutarsak İspanya bayağı bir antidemokratik ülke oluyor... Belçika Almanya ve Fransa da bizi geçmiş...
Bunun dışında 16 parti daha var. Böylece aslında sayınında 24 olduğunu buluyoruz. Bu 16 parti ise kongrelerini zamanında yapamayan, parasal (mali) hesabını Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na bildiremeyen, Siyasal partiler Yasasının öngördüğü şekilde üst üste iki dönem genel seçimlere katılmayan partiler oluşturuyor. Başka bir deyişle aslında kağıt üzerinde kurulmuş adı amacı bilinmeyen partiler ( aslında kuruluşlar) oluyorlar.
Tüm dost ve düşmana duyrulur.
Bende artık ufak ufak izninizle Ak parti nin kapatılması iddianamesine geleyim...
İddianamenin tümünü okudum.İlk başta hukuk kitabı niteliğine bürünmüş bilimsel yaklaşım ilerleyen sayfalarda yerini büyük ölçüde gazete sayfalarına bırakmakta , iddianame olarak adlandırılmakta olduğu için hukukiliği tartışmasız iş bu belge her aşamada ideolojik-siyasi yaklaşım içermektedir. Kapatmaya ilişkin bu çaba hukuki yönünün dışında Türkiye açısından değişik açılardan değerlendirilebilir. Yani Anayasa Mahkemesince bu davanın görülmesi halinde özellikle demokrasi , özgürlükler , laiklik ve din gibi bazı kavramlarda belki de daha çağdaş ve olumlu (çözüm getirecek) tanımlara ve sonuçlara ulaşacağız. Öncelikle açılması olası bu davayı mutlak olumsuzluklara yol açacakmış gibi algılamamalı , önyargılardan uzaklaşmalıyız. Kanımca adaletin üstünlüğü onun her türlü siyasi-ideolojik , toplumsal-kişisel, ekonomik ve dinsel naslardan arınması ile olacaktır. Elbette bu arınma da mutlak değildir. Buna göre yargıç kararını verirken adalet duygusu , vicdan , hakkaniyet ve hukukun Temel ilkelerine göre karar verecektir. O halde bizim için iddianamenin salt yasal olması yetersizdir. Onun aynı zamanda önyargılardan bağımsız olmasını beklemeliyiz. İşte iddianamenin kanımca temel eleştiri noktası budur:
İddianame İslamiyete ve İslama daha yakın gördüğü partilere karşı önyargılıdır. Buna göre İslamiyet=şeriat ve bu tür partiler kesinlikle şeriatçıdır ve kapatılmalıdır. Aslında ceza hukuku kapsamında da mesela önleyici tedbirler vardır ama suça teşebbüs ve/veya suç işlenmemişse ortada suç ve suçlu olmaz. Buna göre “Eli bıçak tutan herkes katil olabilir ve hapse atılmalıdır.” anlayışı mevcut. Aslında bu iddianameye göre büyük çoğunluğunu müslüman olarak bildiğimiz ülkemiz vatandaşlarımızın çoğu şeriatçı olabilir ve tutuklanmaları da gerekebilir. Bu görüş ve anlayış Cumhuriyet Savcımız ve Devletin belli elit kesimi ve toplumun da bir bölümünde hakim olan anlayıştır.Bu anlayış İslamiyete karşı önyargısı tartışmasız Avrupanın ve Batı Dünyasının da anlayışıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de şüphesiz büyük ölçüde bu anlayış ve önyargıyla kararlarını oluşturmuş ve oluşturacaktır. Ancak bu halde adil ve doğru bir neticeye varamayız. Yapılması gereken bu davaya Anayasa Mahkemesince gerçekten önyargılardan arınarak adaletle karar vermektir. Ben bu umutla yüce mahkemenin davaya bakmayı kabul etmesini dilerim.
Sonuç olarak laiklik samimiyetle hepimiz tarafından benimsenmelidir. Ancak kanımca iddianamede tanımlanan laiklik anlayışının -ki önyargılara dayalı ve siyasallaşmış bir ideolojik yaklaşım göstermektedir.- benimsenmesi düşünülemez. Önyargılardan uzak , adaletli ve aynı zamanda yaşadığımız dünyayla da uyumlu ve bizi mutlu yarınlara götürecek dengeyi sağlayan , sorun yaratan değil sorunları çözen ve tüm ülkemizi ve hatta tüm insanlığı kapsayan bakış açılarının ve bu bağlamda bir laiklik ilkesinin hepimiz için geçerli olmasını temenni ederim.
Bence önyargılı olan iddianame değil, sizsiniz. Ve hatta tüm yazınızdan sizin de "asker" olduğunuz sonucuna rahatlıkla varılabilir. Söyleminiz "bu dava topraklarımıza bereket getirecektir" söyleminin hukukçucasıdır.Alıntı:
İddianame İslamiyete ve İslama daha yakın gördüğü partilere karşı önyargılıdır
Siz ve sizin gibileri en çok rahatsız eden şey hasmınız olarak kucağınıza bırakılan laik, cumhuriyetçi, vatanını seven, demokrat ve çağdaş insanların aslında hiç birisinin sizin beyninize tıkıştırdıkları, gözlerinizi bağladıkları, vicdanlarınızı körleştirdikleri iftira, hezeyan ve uydurmalarla dolu düşünce ve duygularınızın aksine ne inanca ne İslama hiç de uzak olmadıklarıdır. Bu söylediklerim şimdilik bir üstnot olarak bu köşede kalsın.
Gazeteniz Zaman' da bu gün yer alan bir haber-yorumda bakın neler var.
-1963 den bu yana 24 parti kapatıldı
- AİHM, 'haksız yere kapatıldık' iddiasıyla kendisine başvuran HEP, DEP, ÖZDEP, EMEP, DKP, STP, TBKP ve Sosyalist Parti'yi haklı buldu.
- Yüklü miktarda tazminata mahkûm olan Türkiye, sadece Refah Partisi davasını kazandı.
Bu size bir şey ifade ediyor mu acaba?
Bu günkü sancılarımız AKP' nin bize hediyesidir. 1940 lı yıllardan bu yana uygulanagelen yöntemler, politikalar bu gün gün yüzüne çıkmıştır. Türkiye süratle ABD'nin arzuları doğrultusunda ılımlı bir Evangelist İslam oligarşisine doğru gitmektedir.Cumhuriyet ve Atatürk ilke ve devrimlerini bir kenara bıraktık, İslamiyet dahi tahrif ve tahrip edilmektedir. Okullarınızda Kutsal Kitap Kur'andan önce Hocaefendinin kitapları okutulmaktadır. ( Size bir hatırlatma, Vahhabilik 1800 yıllarda İngilizler tarafından kurulmuştu, birisi de ABD' den bu misyonu üstlenmiş durumda, senaryo aynı senaryo, piyonlar farklı)
Yerli sermaye kısmen el değiştirmiş ve küresel sermayeye entegre bir yeşil sermayeye dönüşmüştür.
Milli Eğitim milli olmaktan çıkarılmış durumda.
Toplumsal uzlaşma aranmadan yangından mal kaçırırcasına çıkartılan yasalar, Devletlerin temel belgesi olan Anayasayı alelade bir yönetmelik düzeyine indirmeler, işsizlere, yoksullara avlanmayı öğretmek yerine köle yapabilmek uğruna ekmeğe-kömüre mahkum etmeler, sanki başka özgürlük sorunu yokmuş gibi tek özgürlüğü türbana indirgeyen, toplumu geren uygulamalar,
Biraz da siz düşünüp ekleme yapın isterseniz.
Bütün bunlar aslında devleti bütünüyle ele geçirmek, toplumsal yaşamı değiştirip dönüştürmek için yapılmaktadır. Acı olanı ise bunların İslamiyetin araç olarak kullanılmak suretiyle yapılmasıdır. Elbette yapılabilir. Benim milletim bu kadar aptal olursa.Özgürlüğünü ekmeğe tercih ederse.Gününü geleceğine feda ederse. O gelecek ki çocuklarının hatırlamak bile istemeyecekleri geçmişleri olacaktır.
AKP' nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu o kadar açık ve sarihtir ki bunu görmemek için ya kör olmak yada beyninin yıkanmış olması gerekir.
Mücadele, iktidarı tümüyle ele geçirmektir.Kendi derin devletini yaratma mücadelesidir. Kendi politikalarını, uhrevi ve dünyevi görüşlerini topluma dayatma mücadelesidir.
Bu mücadele lumpen-köylü sınıfını egemen kılmaya yöneliktir. Bu ifademiz "seçkinci" bir görüşün eseri değildir, bir gerçeğin ifadesidir. Lumpen-köylü sınıfı oluşumunu RTE açıklıyor.
" Azınlık tahakkümünü de savunmasınlar. Azınlık derken gayri müslimleri kastetmiyorum. Seçkinci bir grup var ya onları kastediyorum. Onlar halkı ötelemişlerdir
- Cumhuriyetçiyiz derken cumhuru, halkçıyız derken halkı reddetmişlerdir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil midir?"
AKP'nin misyonu ve bu söylem "şimdiye kadar 'onlar' iktidardaydı, bundan böyle 'bizler' iktidardayız" düşüncesinin birebir ifadesidir. Bunu da "mağdur" u oynayarak gerçekleştirmekteler.Peki ama bu kapatma davası üzerine bir yandan "bu dava topraklarımıza bereket getirecektir" derken öte yandan kopartılan bu yaygara nedendir? Bırakın kapatsınlar %60 ile iktidara gelin, bir daha kapatsınlar %80' e ulaşın.
Bu güne kadar tüm ülkeyi saracak biçimde alevi-sünni veya türk-kürt çatışması yaratamayanlar bu kez laik-antilaik çatışmasını yaratabilmişlerdir. Endişe verici olan budur ancak endişemiz kendimiz için değildir. "Bizler", "sizler" için endişe etmekteyiz.
Yukarıda üst nottaki ifadelerimiz bu yönde değerlendirilmelidir.
Sayın Milo 20:20:42 Yazınız için emeğinize bilginize teşekkür.
Bugüne kadar yapılan 18 Mart Çanakkale törenlerinde hiç bir siyasetcinin bakanın Başbakanın yapmadığı ama böyle bir Askeri başarının üstünden bile din sömürüsüne dayalı siyasetin 18 Mart 2008 Çanakkale zaferi kutlamalarında bile o günlerde sadece Vatanı ve Bayrağı için mücadele eden Seyit Onbaşı üzerinden bile siyaset yapanların kimler olduğunu bir kezdaha düsünmelerini?
Şimdi yazacaklarımı, "Dur Yolcu" forumuna yazdım. Çok içtendi, RTE'nin söylediklerinden sonra yazdıklarım, biraz da öfkelenmiştim. Sağolsun bir arkadaşım dedi ki " burası şehitleri anma forumu, buraya siyaset karıştırmayalım, bu hoşuma gitmiyor." Çok haklıydı...
Ama bu foruma yazmamda bir sakınca yok sanırım, gerçi bir gazetenin de yazarı o forumda yazdıktan bir gün sonra benzer birşeyler yazdı. Ne güzel aynı düşüncede olan insanlar da varmış dedim.
Öncelikle Seyit Onbaşı'ya Allah'tan gani gani rahmet dilerim. Eminim imanlı bir insandı. İmanlı olmasaydı da benim için bir şey farketmezdi. Çanakkale'de şehit düşen Yüzbaşı Dimitroyati'nin de ve diğer gayrimüslimlerin de imanlı olduklarına eminim.
Peki ama RTE'nin bu vurgusu neden? O, şeriattaki tasnifi dünya görüşü olarak aldığından onun için milliyetin bir önemi yoktur, o ümmetçidir. Varsa yoksa Müslümanlar ve Gayrimüslimler... Öyle değil RTE efendi...
Yemen'de, Balkan'da, Galiçya'da yenilen ordunun askerleri imansız mıydı? Bunu mu demek istiyorsun?
Elbette Din bizi bize bağlar ve hatta milliyet de... Bunlar yeterli midir efendi? Ortak tarih, ortak bağ, kız/erkek alıp verme, aile kurma, aynı şeylere sevinme ve üzülme, aynı ortak hedefe kenetlenme az şey midir? Tabi bunlar işine gelmez çünkü ULUS' u tanımlar. Türk ulusuyla alıp veremediğiniz nedir sizin?
Sayın milo;
Yukarıdaki iletinizde;
"AKP' nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu o kadar açık ve sarihtir ki..." demişsiniz.
"Sarih" kelimesinin anlamı zaten "açık" olduğundan, bu cümleniz dilbilgisi kuralları açısından sakattır. Yazarken kendinizden geçmeyin lütfen...
Sayın mehmet emin sezen;
Bakıyorum da sayın milo'ya ve sayın Harun Gür'e sık sık emeklerinden dolayı teşekkür ediyorsun. Peki onlarınki emek de bizimki emek değil mi? Alınıyorum vallahi... Biz de sizi seviyoruz. Eşitlik ilkesini ihlal etmeyin lütfen..
Kııskanaaaanlaaaar çatlasın... :o
Arkadaşlar neyi tartışıyorsunuz siz?
18 Mart'ta AKP'li (Resmi anlamda da AKP üyesi) birkaç kişi ile yaptığım bir konuşmadan sonra ben artık hiçbir şeyi tartışmamaya karar verdim. Konu aslında Çanakkale Zaferi ile ilgili ama Harun Bey'in yazısını okuyunca ben de buraya yazmaya karar verdim.
Bu zihniyet Çanakkale Zaferi'nin İLAHİ BİR ZAFER olduğunu söylüyor. Nasıl yani diyorum? Diyorlar ki, Müslüman oldukları için Allah onları korudu, çeşitli mucizelerle korundular düşmandan ve bu savaş öyle kazanıldı...
Hmmm, diyorum.Peki, Allah sadece Müslüman oldukları için mi yardım etti? Evet diyorlar ama gerçek Müslüman oldukları için, inandıkları için...
Gene pekiii diyorum, vatan sevgisi,bağımsızlık sevdası,millet aşkı, bunların hiç mi etkisi olmamış? Olmaz olur mu diyorlar ama düşman da seviyor vatanını, milletini ama Müslüman olmadıkları için Allah onlara yardım etmedi.
Uzunca bir pekiii daha çektikten sonra, iki Müslüman ülke savaştığı zaman Allah nasıl karar veriyor hangisine yardım edeceğine, kura mı çekiyor? O nasıl soru öyle,dalga mı geçiyorsun diyorlar...
Zındık ilan edilmeden başka bir soruya geçiyorum,Uhud Svaşı'nı kimler, neden yaptı biliyor musunuz? Cevap hemen geliyor, Müslümanlar Müslümanlığı yaymak için tabii ki...
Hah diyorum,peki neden Allah bu savaşta Müslümanlara yardım etmemiş? Nasıl yani diyorlar?
Uhud Savaşı, Müslümanların yenilgisi ile sonuçlanmış ya diyorum, neden Allah yardım etmemiş, hem de Müslümanlığı yaymak gibi kutsal bir amaçları olduğu halde?..
El cevap;
"Allah bilir, biz nereden bilelim..."
Artık ben bu ülkede hiçbir şeyi tartışmıyorummmmmm...
Çok haklısınız Harun bey.
Ümmetçiliğin bağlayıcı unsur olmadığının en basit ve çarpıcı örneği osmanlı değilmidir.
İslam ülkerinin hepsi birbirini yiyor. Bu nasıl bir bağlayıcı unsurdur ki, Mezhepleri arasındaki çatışmalarda dökülen kanlar neredeyse deryalar oluşturacak.
Dinini özgürce yaşamanın temelinde; sağlam,güçlü,basiretli,hür bir devletde yaşamak yatmıyormu. Böyle vasıflara sahip bir devletin oluşabilmesi içinde kusura bakmayın kimse bana ümmetçiliği savunmasın. tarihteki örneklerinden sadece benim bildiklerimi( eminim çok az bir kısmıdır) yazsam burdan kudüse yol olur:)
Sayılan niteliklere sahip bir devletin, bekasının sağlanmasının yolunu, önderimiz çok güzel bir şekilde anlatmışken, bunun uygulamalı örneğinide koca bir kurtuluş destanı olarak yazmışken, sorarım size daha ne ararsınız.
Demişsiniz Abbas Bey,siz liberaller için böyledir lafımız olmaz ama bakın biz ulusalcılar için nasılmış?..Alıntı:
Zaten bu işler böyledir, "arkası" kuvvetli olana arka çıkmak kolaydır.
Cumhuriyetten, Cumhuriyet'in kazanımlarından, Atatürk'ten, ilke ve devrimlerinden, ulustan, ulus devletten, antiemperyalizmden, laiklikten, araç olan değil amaç olan demokrasiden yana olana arka çıkmak; karşı olanla mücadele etmek kolay değil oldukça zordur ama biz ulusalcılar zoru severiz, kolayına kaçmayız...
Durumu ne kadar büyütmüşsünüz saygıdeğer üyeler...Olayı Kurtuluş Savaşı moduna sokmuşsunuz...Durumu bilmesem sonumuz ne olur acaba diye düşünmeye başlayacağım...Sıradan bir yargı-yasama çatışmasını bu kadar büyütmek doğru değil...Her iki tarafında hedef gösterdiği kesim bahsettiğiniz kenetlenmeye aday insanlar!yani biz,siz,onlar...Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes...
Üniversite öğrencisi olarak benim hayat hakkımı sadece egolarını tatmin etmek için tehlikeye sokan herkese söylüyorum eğer bana bişey olursa hepiniz sorumlusunuz...
Kafası pek çalışmayan yüzlerce insanın arasından bir tanesini bile azmettirmek için yazdıklarınız yeter de artar bile...
Burada kapatılması söz konusu olan parti 16,5 milyon seçmeni olan bir parti..Eminim hepiniz kapatılısa da hiçbirşeyin değişmeyeceğini biliyorsunuz.Bildiğiniz halde din alimlerinin bile kafasının çalışmadığı konular hakkında yorum yapıp o 16.5 milyonu geriye kalan milyonlara düşman ediyorsunuz.
Bırakın insanlar neye nasıl inanıyorlarsa öyle kalsınlar...İnandığı hiçbirşey doğru olmasa bile sadece o inandığı için saygı göstermek bu kadar zor mu?
Laikliği gayrimüslimlik olarak gören bir insana laikliğin bu ülke için gerekli bi kavram olduğunu anlatamazsınız...Laik olan bi insana da türbanı gerekli gören bir kız türbanın kendisi için gerekli olduğunu anlatamaz..
Türbanın neden takıldığını ve ne anlama geldiğini bilmiyorum o konuda yorum yapamam..Ama laikliğin neden varolduğunu ve ne anlama geldiğini biliyorum ayrıca laikliğin sizin bildiğiniz gibi bi kavram olmadığını da biliyorum...En azından bu kadar sert bi kavram olmadığını biliyorum..
İki boyutu vardı birincisi din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması diğeri devletin HER dine eşit uzaklıkta olması..Bu iki boyutta herhangi bir dini simgenin üniversitelere girmesine engel değil...
İlk yanlışı AKP'nin hukukçuları yaptı belli ölçüde buna MHP'nin hukukçularını dahil edebiliriz..Bu iki hukuk grubunun bir tanesi türbana kafayı taktığı için bir tanesi de 301'e kafayı taktığı için inanılmaz hatalar yaptı..
İnsanların serbest iradeleri ile giydikleri kıyafetlerini sanki herhangi bi kurumda çalışacak personelin giyeceği tek tip kıyafetmiş gibi düzenlemeye kalktılar.Kanunla kıyafet düzenlemek isteyecek kadar ileriye(yada geriye) gittiler.Olması gereken türbanın DEĞİL sadece dini simgelerin eğitim hakkına engel olmayacağı bir düzenlemeydi..Yapamadılar...O zamn belki türbanlı kızlar böyle hedef haline gelmezdi..
Diğer sözüm yargıya;Birisi bana izah etsin bir belediye başkanının isminin Anayasa mahkemesinde ne işi var..Bu isimler bölgedeki savcıların,bölge idare mahkemelerinin eğer onlar yapamazsa Danıştayın muhattabı olmuyor muydu?
Duyarsız kalındıça birikti biriktikçe de harekete geçen Yargıtay Başsavcısı hedef haline geldi...
Yani herkes kendi gibi düşünen veya yaşayan insanları hedef tahtası yaptı..Şimdi iki örnek vereceğim;
1-Siz burda din şudur budur diye tartışırsanız;Türban takmayan kızları ve rahat yaşamayı tercih etmiş herkesi hedef haline getirirsiniz..Din budur diyen birisi mutlaka çıkar..
2-Ölüm Allahın emri derseniz de;Mutlaka ben senin gibi düşünen birilerini öldüreyim de görsün bakalım kimin emriymiş diyen birileri çıkar..
-Bu forumda genel olarak ilk örneğime yakın görüşte üyeler var.Ve aynen dediğim gibi dini tartışıyorlar..Her ne kadar laiklik-türban-kapatma konularında sizler gibi düşünmesem de öyle düşündüğümü hatta daha da fazlasını düşündüğümü zannettiren bir yaşam tarzım var..Sizden ricam olayları ve dini tartışacağınıza normları tartışın ve beni hedef yapmayın...
Sayın bihaber;
"Cumhuriyetten, Cumhuriyet'in kazanımlarından, Atatürk'ten, ilke ve devrimlerinden, ulustan, ulus devletten, antiemperyalizmden, laiklikten, araç olan değil amaç olan demokrasiden yana olana arka çıkmak.."
demişsiniz ve sanki bizim bunlarla bir problemimiz varmış gibi algılamışsınız.
Vallahi benim bunlarla bir problemim yok. Bunlar bizim de kabul ettiğimiz şeyler. Benim problemim bunları yasakçılığın, baskıcılığın aracı olarak kullananlarla.. Benin Atatürk'le ne problemim olabilir? Benim problemim Atatürk'le değil, "Atatürkçü"lerle.. Atatürk'ü çağdaşlıktan koparıp, kendi dar dünyalarının önderi gibi gösterenlerle..
Saygılar.
Kaos yaratmayın, lütfen... AKEPE yi büyük TÜRK Milleti yakında kapatacaktır.
Alıntı:
Sayın bihaber;
"Cumhuriyetten, Cumhuriyet'in kazanımlarından, Atatürk'ten, ilke ve devrimlerinden, ulustan, ulus devletten, antiemperyalizmden, laiklikten, araç olan değil amaç olan demokrasiden yana olana arka çıkmak.."
demişsiniz ve sanki bizim bunlarla bir problemimiz varmış gibi algılamışsınız.
Vallahi benim bunlarla bir problemim yok. Bunlar bizim de kabul ettiğimiz şeyler. Benim problemim bunları yasakçılığın, baskıcılığın aracı olarak kullananlarla.. Benin Atatürk'le ne problemim olabilir? Benim problemim Atatürk'le değil, "Atatürkçü"lerle.. Atatürk'ü çağdaşlıktan koparıp, kendi dar dünyalarının önderi gibi gösterenlerle..
Saygılar.
Abbas Bey vallahi alemsiniz,lafı nasıl da döndürüp dolaştırıyor ve bir güzel de çarpıtıyorsunuz. Ben sizin bunlarla probleminiz olduğunu söylemedim ya da ima etmedim ki,siz öyle algılamışsınız sanırım.Siz, bizzat kendi ifadenizle "arkası kuvvetli olana arka çıkmak kolaydır" deyince,sizin için öyle olabilir ama bizim için öyle olmadığını,bizim için şahısların önünün,arkasının,sağının,solunun önemli olmadığını,önemli olanın önceki iletimde saydığım değerlere verilen değer olduğunu ifade etmeye çalıştım.Siz liberallerin bu değerlerle bir problemi olmayabilir ancak bu değerleri yok etmeye çalışan "arkası kuvvetlilere" verdiğiniz destek gösteriyor ki kolay olanı seçiyorsunuz.Eh bunu da anlayamazsanız daha ne diyeyim,kolay gele...
Abbas Abi; ben senden korkuyorum :mahcup: :)
Abbas Abi; Sen olmasan kim konu bulup gündem oluşturacak kim konulara şah damarından girip gaza gelenlerin konulara katılımı artaçak hiç senin emeklerin görmezden gelinirmi.
Bence siz sitenin önemli temel taşlarından birisiniz. Selam ve saygılarla.
Cumhuriyeti ve kazanımlarını korumak şeriata bölücülüğe,ırkcılığa karşı koymak Atatürk ilke ve devrimlerini savunmak hedefimdir.
Evet Sayın mehmet emin sezen , Sayın commodore1tr'yi de ekleyebiliriz bu listeye, ben de şahidim buna...
Sayın Bilgili, madem öyle , ihtiyacınız da yok ama yine de bundan böyle koskoca deniz02 de sizin safınızdadır, hadi bakalım Sayın Sezen? Siz mi yaman el mi yaman... :p
Eşitlik dengesini korumaya çalışmalıyız, çünkü sitemiz demokratik bir sitedir, öyle de kalmalıdır....
Saygılarımla,
Sayın deniz 02 desteğiniz için teşekkürler.
Ama Oğuzhan'ı kaçırdık galiba, staja çağırıyorlar.
Mehmet Bey(Abi derdim de şimdi ne bu laubalilik dersiniz diye tırstım) gurur duyarım ancak bkz=> imzam.
Neyse; Sayın Bilgili hani eleştirmek baabında sormadım. Gerçekten Atatürkçüleri mi kastettiniz yoksa benim yazdığım gibi o kisve altındaki saklanan kişileri mi? Bunu merak ettim.
Sayın Dayar;
Atatürk'ü samimi bir şekilde seven ve sayanlara saygım sonsuzdur. Çünkü ben de aynı şekilde seviyorum. Zaten bir kaç defa bu duygularımı yazmıştım. Ama bugün Atatürkçülük adına yapılanlara pek katılmıyorum.
Bir kaç gün önce bir büyük gazetede önemli meevkideki bir adam Atatürkçülük ile ilgili marifetini anlatıyordu ve bu da haber konusu olmuştu. Ama tanıdığım bu adam rüşvetçi ve ahlaksızdı. Bence Atatürk'ü de sadece menfeati icabı kullanıyordu.
Konuyu birebir tartışma ortamına döndürmek haddim değil ancak hala size katılmadığım bir kaç nokta var. Siz de bilirsiniz ki Atatürkçülük, Mustafa Kemal'i saygı ve sevgi duymaktan öte bir kavramdır. Onun görüşlerini benimsemek, ideolojisini kabul etmektir. Bahsettiğiniz gibi yazarlar, gazeteciler muhakkak vardır, işin kötüsü olacaktır da sonsuza dek. Bende aynen sizin gibi düşünüyorum bu konuda. Ancak bu tarz kişi ve kurumları eleştirirken Atatürkçülük kavramını hala; sözde, sahte gibi sıfatlarla kullanmamanız garibime gidiyor.