-
4 Ekim 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Beyaz Saray'da show...
ABD'de özellikle PKK terörü açısından çok başarılı bir görüşme oldu diyorlar.
Tek sorun; PKK'nın adını unutmuşlar.
Bizim Başbakanımız terör örgütünün reklamı olmasın diye PKK adını söylememiş, Bush ise unutmuş.
Olsun.
Adını söylemedikleri ve unuttukları bir şeyde kararlı olmaları da iyi.
Başbakan Erdoğan da zaten gazetecilere "Sayın Bush'un sözlerinde kararlılık gördüm" diyor.
Hangi konuda?..
Bir tek o belli değil.
Bizim medyanın sunduğu en mutlu haber ise "Görüşme beklenenden uzun oldu" müjdesi.
Doğrusu ben de her zaman görüşmelerin boyunu merak ederim. Arada bir arkadaşlara sormadım değil:
"Uzun mu kısa mı?.."
"Ne?.."
"Görüşmenin boyu..."
"Beklenenden uzun" görüşme Başbakan'a göre "çok yararlı ve faydalı" oldu, bir tek Bush PKK'nın adını unutmasaydı...
İyi ki Başbakan'ın adını da unutup "Dost ve arkadaşım Mister Hayrettin..." falan demedi.
*
Sizler bu Washington showlarını çok gördünüz. Özellikle Özal geceyi de Beyaz Saray'da geçirmeyi başarmış, gece herkes uyuyunca baba Bush'un paltosunu giyip Semra Hanım'ın eline fotoğraf makinesini verip resimlerini çektirmişti. Tansu Çiller'in ziyareti ise Türk halkına "Demir leydi ABD'yi büyüledi" diye sunulmuştu.
O günlerden bu yana neler oldu, dönüp bir bakın:
Kuzey sınırımızda ABD eliyle bir Kürt devleti kuruldu... Kerkük Türkmen kenti olmaktan çıktı... PKK, ABD eliyle kurulan bu bölgede palazlandı... PKK'nın elinde ABD silahları, bombaları, mayınları var...
Ve ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi'nde yarısı "Kürdistan" olmuş bir Türkiye haritası...
Böyle zaman zaman izlediğiniz bir showdur bu.
Bir ucunda köylerimize taşınan şehit tabutlarının arkasında ağlayan analar vardır bu oyunun...
Öbür ucunda işte böyle Oval Ofis'te parlak sözlerle yapılan, samimiyetsiz, yapmacık, uyduruk gösteriler...
O kadar...
-
Din adamı...
YÜZÜNDE "nur" var.
Ne zaman onu uzaktan görsem, ceketimi ilikleyip koşarak elini sıkmak gelir içimden.
O bir din adamı.
Onu uzun uzun dinlemek, söylediklerine kulak vermek, önerilerine-yorumlarına uymak isterim.
(.......)
Ben tıpkı devletler gibi, dinleri de mensuplarının yücelttiğine, ya da yerin dibine batırdıklarına inanırım.
Bir dinin inananları, kasap bıçağı ile insanların kafasını kesiyorlarsa... Ya da uygarlığa yakışmayan davranışlarıyla dünya kamuoyunun tepkisini çekiyorlarsa, aslında canı yanan o inançtır.
Bir dinin inananları; insanlığa, cana, yaşama, sevgiye, barışa koştuklarında dinleri yücelir de yücelir.
Ben onu bunun için seviyorum.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu göreve geldiği günden bu yana, çağdaş-aydın din adamlığıyla (elbette tarikatçı yobaz takımı hariç) hepimizin sevgisini ve saygısını kazandı.
İlk kez çevreyi ve doğayı savunan, örtünmenin İslam#8217;ın ilk şartı olmadığını söyleyebilen, çocukların çağdaş öğretilerle eğitilmesini isteyen, Atatürk#8217;ün kurduğu laik Cumhuriyet#8217;in önemini anlatan, insanların ilim-bilim ve uygarlık yolundan ayrılmamalarını öneren bir din adamı.
*
Cumhurbaşkanı ve komutanların "irtica" uyarıları karşısında, iktidarın kravatlı dincileri ile iktidar yalakası aydınlar homurdanırken ve uyarıları küçümserken, o "Devlet büyüklerinin bütün tespit ve uyarılarını anlamlı buluyoruz ve önemsiyoruz" diyebildi.
Niçin?..
Çünkü samimi bir din adamı, temsil ettiği dinin siyasete-ticarete malzeme yapılmasına asla izin vermez.
Sahtekárların din sömürüsüne seyirci kalamaz.
Eğer din bir kazanç kapısı ve iktidar aracı haline getirilmişse, bu uğurda ülke geriye savruluyorsa, ülkenin Cumhurbaşkanı ve komutanları herkesi uyarıyorsa, samimi ve gerçek din adamı elbette uyarıları önemli ve anlamlı bulur.
*
Bardakoğlu herkese örnek olmalı.
Hiçbir din; şiddetle, ilkellikle, bağnazlıkla, çağdışılıkla insanlara vaat ettiği mutluluğu sağlayamaz.
Artık aydınlık seslere kulak vermelisiniz.
-
Paşam niçin konuşur...
ÜÇ şeyi eksik bu memleketin a gözüm:
- Demokrasi.
- Hukuk.
- Ve siz...
*
Eğer bir siyasi parti, seçmenlerin yüzde 25'inin oylarıyla Meclis'teki sandalyelerin yüzde 60'ını alıp tek başına iktidar oluyorsa, bunun olduğu yerde asla demokrasiden söz edilemez.
Ve konuşur paşam...
*
Eğer orada hukuk da yoksa...
Hırsızlar, katiller, soyguncular, gaspçılar, kapkaççılar, uyuşturucu tüccarları, mahkeme salonlarından polislerden önce ellerini kollarını sallayarak çıkıp gidiyorlarsa...
Eğer yargıdan umudunu kesmiş insanlar, sanıklarını mahkeme kapılarında tekme-tokat döverek adaleti sağlamaya çalışıyorlarsa...
Eğer insanlar hukukun zenginden ve güçlüden yana olduğuna kesinkes inanmışlarsa...
Eğer hukuk; hak dağıtmaktan çok, suçlara kılıf bulma, aklanma kapılarına dönüşmüşse...
Yüksek yargıçlar dahi, rejim düşmanları karşısında hukuku aramaya başlamışlarsa...
Paşam konuşur...
*
Ve siz yoksanız...
En yaşamsal sorunlara, çirkinleşmiş futbola gösterdiğiniz kadar ilgi göstermiyorsanız... En ulusal çıkmazları ti-vi dizileri kadar merak etmiyorsanız...
En kalabalık demokratik örgüt toplantıları, ramazan çadırları kadar kalabalık olamıyorsa...
Şehriniz, parklarınız, doğanız, çocuklarınızın geleceği, suyunuz, toprağınız elinizden alınırken dönüp bakmıyorsanız...
Yeryüzünün bu yanında, size onurlu bir ulus olma gururunu sunan... Size ve çocuklara uygarlık kapısını aralayan laik cumhuriyet rejimine dahi sahip çıkmıyorsanız...
Sessiz...
Kör...
Sağır...
Dilsizseniz...
Ortalıkta siz yoksanız...
Paşam konuşur...
-
Fransız uydusunu vuralım...
GAZETEDEKİ odamın penceresinden, Fransız Büyükelçiliği önünde protesto gösterisi yapanların gür sesi geliyor:
"Fransa şaşırma, sabrımızı taşırma..."
Arkasından benim gibi peltek birisinin cılız sesi:
"Tekbirr..."
Gür koro bir ağızdan:
"Ya Allah, Bismillah, Allah-ü ekber...."
"Ermeni soykırımı yoktur" demeyi suç sayan yasayı, Fransız parlamenterler dün, uygarlık karşısında hiç utanmadan, sıkılmadan kabul ettiler.
Artık Fransa#8217;nın anlında, düşünce özgürlüğüne karşı işlenmiş suçun kocaman bir kara damgası var.
Tam burada oturup onlara küfür etmek kolaydır. Bunu herkes zaten yeterince yapıyor. Ama hiddet ve tekbir sesleri arasında da olsa sormamız gerekmez mi:
Ya biz?..
*
Fransızların adımıza uydu attıkları günü hatırlıyorum; medyanın manşetlerinde "Özal#8217;ın büyük devrimi" haberleri vardı.
Yer-gök bayramdı...
Yalaka yazarların köşesinde "Özal#8217;ın müthiş karizmasından ve Türkiye#8217;yi nasıl yıldız gibi parlattığından" söz ediliyordu.
Bizler "Özal devrimlerine" karşı çıktığımız için yine küfür yerken... Halkımız çoğalan ti-vi kanallarında sulu, densiz, kalitesiz, pespaye dizilere dalıp gitmişti.
İşte halkımız ti-vi dizilerine daldığında, Fransız firmaları otomotivde, bankacılıkta, çimentoda, borsada, bilgisayarda, havacılıkta, ilaçta, dünya şirketleriyle paylaştılar bizi.
(Daha bundan altı ay kadar önce AKP iktidarı#8217;nın, Fransız Alcatel şirketine üçüncü bir uydu siparişini (A-3) ihale açmadan, yaklaşık 300 bin dolara verdiğini de dizi seyircileri bilmezler elbette)
Sonuçta eli kolu bağlıdır Türkiye#8217;nin.
*
Yine de ses geliyor pencereden:
"Fransa şaşırma, sabrımızı taşırma."
"Tekbir..."
Benim aklıma ise Fransız uydusunu vurmak geliyor.
Olmadı, şen, eğlenceli, kaynanalı, delikten bakmalı, yeni diziler-programlar yapılır, şakır-şukur... Nasıl olsa Fransız uydusu üzerinden size Fransa#8217;nın yaptığını unuttururlar...
Ne yapacaksınız?
Kandırılmış-uyutulmuş bir ulusun hazin öyküsüdür bu...
-
26 Ekim 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Pardösünün sırrı...
BİR ilahiyatçı profesör, geçen gece televizyonda "pardösünün sırrını" açıklıyordu:
Tarikat erkeklerinin uzun pardösü giymelerinin nedeni; namazda eğildiklerinde arkalarındakinin aklına "başka bir şey" gelmemesi içinmiş.
Bir an için dondum ve düşündüm:
Namaz kılıyorlar...
Öndeki eğiliyor ve arkadaki onun bu pozisyonunu görünce demek ki aklına "başka bir şey" geliyor.
İşte, arkadakinin aklına "başka bir şey" gelmesin diye de pardösü önlem olarak giyiliyor.
O zaman iyi ki pardösü var.
Yoksa öndeki erkek eğilince, arkadaki erkeğin aklına "başka bir şey" gelmesi olasılığı var ki, bu iyi değil.
*
Diyelim ki siz tarikatçı olmadığınız için bu değerli bilgilerden yoksun olarak namaza gittiniz ve pardösünüz yoooookkkkk....
Eğildiniz...
Elbette aklınıza "başka bir şey" gelmez.
Ama arkanızda bir tarikatçı varsa, kendisi için önlem aldığına göre, demek ki aklına "başka bir şey" gelmesi olası....
Çünkü pardösünüz yok...
Ve açık hedef teşkil ediyorsunuz.
*
Böylece ben yere kadar uzanan pardösülerin sırrını çözerken, bir başka sırrın peşine takılıyorum:
Nasıl olur?..
Bir insan inançla ibadet ederken, bu gibi "başka bir şey" nasıl aklına gelebilir?
Pekiiii...
Namazında-niyazında olan milyonlarca vatandaşımızın aklına "başka bir şey" gelmiyor... Akıllarına gelmediği için pardösü giyerek önlem de almak gereğini duymuyorlar.
Niçin tarikatçıların aklına "başka bir şey" geliyor?..
*
Çünkü; bu tarikatlar; gerçek Müslümanların değil, dini çıkar amaçlı kullanan, üçkağıtçı ve samimi olmayan insanların örgütüdür.
Pardösülünün, arkadakinden şüphelenmesi doğaldır.
Haremlikler, çitle çevrili plajlar, İstanbul'da sırf kadınların girebileceği bir parkın kurulması (dünkü Milliyet'te vardı), tümü "pardösü zihniyetinin" uzantılarıdır.
Siz pardösü giymeseniz de olur...
-
14 Kasım 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Çankaya'ya çıkan yollara otururuz...
GÖRDÜĞÜM kadarıyla Başbakan'ın halkın karşısına çıkması giderek daha da zorlaşıyor.
Misal; Ecevit'in cenaze töreninde, Başbakan'ın camiye girmesi için yandaki inşaatın içinden özel bir yol yapılması ve iktidar heyetinin halka gözükmeden oradan cami avlusuna girmesi iyi bir fikirdi.
Alttan, altgeçit de yapılabilirdi.
Olmadı, havadan da sarkıtılabilirdi Başbakan, sepet içinde.
Halk görmesin yeter.
Çünkü halk, Başbakan'ı görünce "Çankaya laiktir, laik kalacak" diye bağırmaya başlıyor.
Başbakan'ın buna canı sıkılıyor.
Ve o zaman kendi cemaatine soruyor:
"Laikliğin en çok mücadelesini veren kim?.."
Onlar yanıtlıyorlar:
"Siz... Yani sizin kadar laiklikten yana olan kimse yoktur..."
Kendisi de inanıyor ve mutlanıyor:
"Eeee... O zaman ne bağırıyorsun arkadaş..."
*
Olsun...
Halkımız bir kez neyi bağıracağını ezberlediğinde, artık kimse onu tutamaz.
Bu durumda Başbakan'ın işi zorlaşıyor.
Nasıl Cumhurbaşkanı olacak?..
Nasıl halkın karşısına çıkacak?.. Bayramlarda halka gözükmeden nasıl resmi geçitten geçecek?.. Törenlerde on binlerce insanın karşısındaki şeref tribününde nasıl oturacak halktan gizli?..
*
Başbakan'ın açık toplantılara böyle arka yoldan, arka kapıdan, arka inşaattan girmesi iyi işaretler değil.
Bu olanlar toplumsal tepkinin ilkiydi.
Hiç kimse örgütlemeden, kimsenin çabası olmadan, toplumun kendi doğal tepkisiydi bu...
Bir gün elli milyon insan, Çankaya'ya çıkan tüm yollara oturacak.
Şaşırmamalısınız...
Yüzde 25 oyla, toplumun tümünün iradesine rağmen, bir oldu-bitti maşallah ile Çankaya'ya çıkmaya geçit yok.
Tayyip Erdoğan nasıl çıkacak Çankaya'ya?..
Arkadaki inşaattan mı?..
Bence bu halk en kapsamlı, en kararlı, en içten, en yürekli tepkisine hazırlanıyor.
Çankaya yolu zor...
-
Bağırma zamanı...
BUNDAN böyle Başbakan'ı görünce "Türkiye laiktir, laik kalacak" diye daha çok bağırmalısınız.
Çünkü onun bu slogana kızmasının ve "Laikliğin mücadelesini biz veriyoruz, şimdi sen öyle ne bağırıyorsun?" demesinin ne kadar kandırmaca olduğu ortaya çıktı.
Başbakan'ın bu "masummuş gibi" sözlerinden iki gün sonra imam hatiplileri illa vali-kaymakam-yargıç yapma girişimlerini izliyorsunuzdur.
İmamlar devleti laik olacak, öyle mi?..
Başbakan'ı daha görür görmez başlamalısınız...
*
Türkiye'nin başı ne denli derttedir, artık görün.
AKP iktidarının kendi girişimleriyle imam hatiplerin önü açılmayınca, bu sefer özel düzenlenmiş "Milli Eğitim Şûrası"na karar aldırtıyorlar.
İmamlar devletini kurmakta ısrarlı ve kararlılar.
İmam vali...
İmam kaymakam...
İmam savcı...
İmam hákim...
Ve imamların yönetiminde bir devlet.
Bu yüzden diyelim ki Başbakan'ı gördünüz...
Daha görür görmez "Türkiye laiktir, laik kalacak..." diye var gücünüzle bağırmalısınız...
*
Zaten şu anda Türkiye'yi imamlar yönetiyor.
Başbakan, bakanlar dışında, en üst kademedeki üç bin kadro imamdır. Ancak AKP iktidarına bu az gelmektedir.
Eğer sizler de dün bu imam kararına tepki gösteren TÜSİAD gibi "Tayyip Erdoğan iyi, kalsın... Ama bu imamların önünü açması yanlış" gibi bir hatanın içine düşerseniz, yazık olur Türkiye'ye.
İmam ataşeler...
İmam büyükelçiler...
İmam komutanlar...
*
AKP gibi imam ruhu taşıyan bir siyasi iktidar; imamların imam değil, devlette her türlü yönetici olmaları için, niye bu kadar inatla-ısrarla didinsin?..
Sanki eğitimin imam hatipten başka derdi yokmuş gibi...
Niçin bu çaba?
O zaman, diyelim ki baktınız Başbakan geliyor...
Daha görür görmez var gücünüzle başlamalısınız:
"Türkiye laiktir, laik kalacak..."
17/11/2006
-
TÜRKİYE LAİKTİR, LAİK KALACAK !
-
Gecenin bu saatinde de;
"TÜRKİYE LAİKTİR ve akp'ye rağmen ve RTE'ye rağmen LAİK KALACAK." ve RTE'den sonra da...
-
1 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Bay samimiyet...
BAŞBAKAN samimi değil.
Hiçbir konuda, hiçbir zaman samimi değil.
"Medeniyetler buluşması" diyor, tarihin belki de en önemli medeniyetler buluşması için Papa geldiğinde yurtdışına kaçmaya kalkıyor, zar zor tutuyorlar.
"Yüce Atatürk" diyor, Atatürk'ün en büyük eseri laikliğin özünü söküp atmaya çalışıyor.
"Temiz yönetimi başlattık" diyor, dokunulmazlıkları kaldırmaya asla yanaşmıyor, 200 AKP'linin dokunulmazlık dosyası raflarda bekliyor.
Uluslararası terörle mücadele için, uluslararası kurumlarla birlikte hareket ettiklerini söylüyor, BM'nin terörist saydığı El Kadı'ya kefil oluyor.
"Çağı yakalamaktan" söz ediyor, namus meselesi haline getirdiği türbanı kamuya sokmak için binbir plan yapıyor, aile fotoğrafı ile Türkiye'yi İran'ın yanına sürüklüyor.
*
Asla "samimi" değil.
Hiçbir zaman, hiçbir konuda...
İşte; AB'ye gitme meselesindeki samimiyetsizliği meyvesini verdi ve müzakereler askıda.
Şimdi Başbakan'ın "Önemli değil, tren durmuş-murmuş, biz yolumuza devam ederiz" düşüncesi de elbette samimiyetsizlik.
O zaman tren durdu, tren yolcusu Başbakan gitmeye devam edecek.
Enteresan bir yolcu.
Tren duruyor, bu gidiyor...
(.....)
Söyler misiniz; AB müzakereleri en önemli başlıklarda askıya alırken "Biz yolumuza devam ederiz" demek, mantıkla, akılla, gerçekle, samimiyetle bağdaşır mı?..
Yani AB organları "Görüşmüyoruz" diyecekler, Başbakan tek başına "görüşme" yapacak, öyle mi?..
Bu durumda Başbakan AB'ye dönem başkanı olduğumuzu, hatta Fransa'yı AB'den attığını da açıklayabilir tek başına.
*
"Samimi" değil çünkü.
Hiçbir zaman...
Hiçbir konuda...
Türkiye gibi aydınlık umutları olan bir ülkenin, en büyük uygarlık projesinin hazin sonudur bu.
Ya da; gözünün önündeki "samimiyetsizliği" hálá göremeyen bir ulusun düş kırıklığı...