-
Bu ahmaklara kendilerini ifade edebilmeleri için sağlanan özgürlükleri anlamaktan aciz mahluklar bu özgürlükleri yıkma parçalama adına kullanma niyetinde.
bakırhandı apoya 'sayın' diyen
bakırhandı apo için 'görüşleri dikkate alınsın' diyen
bakırhandı 'hükümete ve kongragele eşit uzaklıktayız' diyen
bilakis bakırhan ve avanesi tam pkk nin göbeğinde olanlardır. bu aşağılık insanlardır polise pusu kurarken öldürülüp ailesine geçmiş olsuna giden ve bu insani bir duygu başsağlığı savunmasına sığınanlardır. bu bayrak için mücadele edenler bugün o aşağılık insanları besleyenlerdir.
birgün benim çalıştığım işyerinin müdürü demişti 'elimde olsa bir yerden çizgi çeker o bölgeden kendimi kurtarırdım diyordu. evet açıkça haykırıyorum ben hiçbirinizi sevmiyorum elimde olsa topunuzu dünyanın en uç tarafına sürerdim. bu ülkenin kaynaklarını yiyen bu ülkenin insanların çabalarını yiyen çalan dolandıran bölücü hainlersiniz. bundan ötesi yok inşallah kendi pisliklerinizde boğulursunuz ya da er geç sizi bu pisliğiniz içinde boğacağız hiç kimsenin şüphesi olmasın....
-
İşte en korkulan yanıt, bennadan geldi. Benna düşüncelerinde yalnız değil. milliyetçilikle şovenizm arasındakiçizgi aşılırsa olacağı da bu maalesef.
Bir ulusu ortak noktada birleştiren şey, bayraktır. Ancak bu bayrak, ulusun içersindeki farklı etnik kökenli insanların hiçbirine ait değildir. Bayrağımız, ne ortasyadan göç eden insanlarının torunlarınındaır, ne kafkasyadan göç eden insanların torunlarınındır, ne de balkanlardan göç eden insanların torunlarınınıdır. Anadoluda biz gelmeden yaşayan insanların da değildir.
Bayrak, misakı milli sınırları içersinde yaşayan, ortak bir amaç etrafında birleşmiş ve TÜRK dediğimiz tüm halkımızın bayrağıdır. Bu nedenle bayrağımıza yapılan bu saldırıyı sukunetle karşılamak ve sorumlularının en ağır şekilde cezalandırılmasını sağlamak yerine, etnik linç haline getirirsek, olacağı da budur.
Amerikanın yeni dünya düzeni diye uydurduğu sistemin, birinci koşulu, bölgesel milliyetçiliktir. Yugoslavya, makedonya, arnavutluk, ırak, ermenistan-karabağ, kafkasya, ve daha pek çok yerde, bçlgesel milliyetçilikler artmış ve devletler parçalanmıştır. Tabi bu dudrum, kendiliğinden olmamakta provakatörler vasıtası ile, etnik unsurlar birbirlerine düşürülmektedir.
bayrağa yapılan saygısızlık ve hatta ona karşı işlenen suç, tüm kürtlere karşı bir nefret kampanyasına dönüşmüştür. Tabi bu tepkinin bir anti tepkisi de olacak. Bireysel karşı çıkmlara, örgütlü soyutlamalara doğru hızla yol açacak. Belli bir süre sonra haklı haksız karışacak ve ben kendimi karşı taraftan koruyorum savunmasına dönüşecek.
Amerika, kendi ülkesinde yüzlerce etnik gurubu birleştirip, amerikan halkı yaratmaya çalışırken, dünyanın başka ülkelerinde, artık tek bir ulus olmuş etnik ayrılıkları körükleyerek, ulusları parçalamaya çalışmakta. Bizler de hala "ne oluyor biz kimle düşman oluyoruz" diye kendimize soramıyoruz.
-
İşte en korkulan yanıt, bennadan geldi. Benna düşüncelerinde yalnız değil. milliyetçilikle şovenizm arasındakiçizgi aşılırsa olacağı da bu maalesef.
Bir ulusu ortak noktada birleştiren şey, bayraktır. Ancak bu bayrak, ulusun içersindeki farklı etnik kökenli insanların hiçbirine ait değildir. Bayrağımız, ne ortasyadan göç eden insanlarının torunlarınındaır, ne kafkasyadan göç eden insanların torunlarınındır, ne de balkanlardan göç eden insanların torunlarınınıdır. Anadoluda biz gelmeden yaşayan insanların da değildir.
Bayrak, misakı milli sınırları içersinde yaşayan, ortak bir amaç etrafında birleşmiş ve TÜRK dediğimiz tüm halkımızın bayrağıdır. Bu nedenle bayrağımıza yapılan bu saldırıyı sukunetle karşılamak ve sorumlularının en ağır şekilde cezalandırılmasını sağlamak yerine, etnik linç haline getirirsek, olacağı da budur.
Amerikanın yeni dünya düzeni diye uydurduğu sistemin, birinci koşulu, bölgesel milliyetçiliktir. Yugoslavya, makedonya, arnavutluk, ırak, ermenistan-karabağ, kafkasya, ve daha pek çok yerde, bçlgesel milliyetçilikler artmış ve devletler parçalanmıştır. Tabi bu dudrum, kendiliğinden olmamakta provakatörler vasıtası ile, etnik unsurlar birbirlerine düşürülmektedir.
bayrağa yapılan saygısızlık ve hatta ona karşı işlenen suç, tüm kürtlere karşı bir nefret kampanyasına dönüşmüştür. Tabi bu tepkinin bir anti tepkisi de olacak. Bireysel karşı çıkmlara, örgütlü soyutlamalara doğru hızla yol açacak. Belli bir süre sonra haklı haksız karışacak ve ben kendimi karşı taraftan koruyorum savunmasına dönüşecek.
Amerika, kendi ülkesinde yüzlerce etnik gurubu birleştirip, amerikan halkı yaratmaya çalışırken, dünyanın başka ülkelerinde, artık tek bir ulus olmuş etnik ayrılıkları körükleyerek, ulusları parçalamaya çalışmakta. Bizler de hala "ne oluyor biz kimle düşman oluyoruz" diye kendimize soramıyoruz.
-
Bennanın, bunu Tüm Kürt Vatandaşlarımıza değil pkk'lı olanlara söylediğine inanıyor, kendisine aynen katılıyorum. Bence sizin söylediğinizin aksine, insanlarımız artık uyanmalı, bu LİGHT Milliyetçilikten kendisini kurtarmalıdır. Atatürk'ün Sosyalliği gibi, Milliyetçiliği de vardır ve bu asla ve asla LİGHT değildir. Bu yüzden Atatürk için diktatördü diyenler bile çıkmıştır. Bu arada pkk lı olmak için sırf dağa çıkmaya da gerek yoktur. Toplum içinde bir şarkıcı veya artist, veya topluma mal olmuş herhangi bir Kürt, çıkıp siz ne yapıyorsunuz diye kendi etnik gurubuna sormuş mudur? Yoksa bu hareketlerde zafer işareti mi yapmaktadır? Daha yukarıda, bir bilgisayarcıdan söz edildiği üzere, bir etnik gurup, eğer diğer guruplarla barış içinde yaşamak istiyorsa, bunu çıkıp öncelikle kendileri söylemelidirler. Ben ortaya çıkıp bu ayrımcı Kürtlerin karşısında duran, hata yapıyorsunuz, yapmayın diye bağıran çok az Kürt tanıdım. Onlar da yaşadıkları çevrede mutlaka tanınıyorlardır. Öyleyse inancım şudur ki: Herkes Yeni Dünya Görüşü, İnsan Sevgisi bilmem ne zırvalarını bir an önce AŞIP, Vatanına sahip çıkmalıdır. Yetmedi mi, çok aydınmışız gibi, yıllardır, dünyanın kardeşliği edebiyatı yapan tek ülke oluşumuz. Bütün Avrupa üstümüze gelirken, Amerika üstümüze gelirken,biz çıkar, insanlar kardeştir deriz. Nedense o kardeşlerin hiçbiri de çıkıp kardeşlerimizin nevruz bayramını gidip kutlayalım demez de. Oysa, bölücülerin kardeşleri sürekli ortada gezerler. Eğer bu olaylara meydan vermek istemiyorlarsa, bir durum tespiti yapılmalı, çoğunluk Kürt, Devlet yanlısı ise, kendi akrabalarını uyarmalı, ve devlete karşı gelmekten alıkoymalıdır. Bu böyle olmuyorsa, o zaman çoğunluk Kürt, bölücülük istiyor demektir. Herkes sonunda hakettiğini bulur,...
www.dipdalga.com
-
Bennanın, bunu Tüm Kürt Vatandaşlarımıza değil pkk'lı olanlara söylediğine inanıyor, kendisine aynen katılıyorum. Bence sizin söylediğinizin aksine, insanlarımız artık uyanmalı, bu LİGHT Milliyetçilikten kendisini kurtarmalıdır. Atatürk'ün Sosyalliği gibi, Milliyetçiliği de vardır ve bu asla ve asla LİGHT değildir. Bu yüzden Atatürk için diktatördü diyenler bile çıkmıştır. Bu arada pkk lı olmak için sırf dağa çıkmaya da gerek yoktur. Toplum içinde bir şarkıcı veya artist, veya topluma mal olmuş herhangi bir Kürt, çıkıp siz ne yapıyorsunuz diye kendi etnik gurubuna sormuş mudur? Yoksa bu hareketlerde zafer işareti mi yapmaktadır? Daha yukarıda, bir bilgisayarcıdan söz edildiği üzere, bir etnik gurup, eğer diğer guruplarla barış içinde yaşamak istiyorsa, bunu çıkıp öncelikle kendileri söylemelidirler. Ben ortaya çıkıp bu ayrımcı Kürtlerin karşısında duran, hata yapıyorsunuz, yapmayın diye bağıran çok az Kürt tanıdım. Onlar da yaşadıkları çevrede mutlaka tanınıyorlardır. Öyleyse inancım şudur ki: Herkes Yeni Dünya Görüşü, İnsan Sevgisi bilmem ne zırvalarını bir an önce AŞIP, Vatanına sahip çıkmalıdır. Yetmedi mi, çok aydınmışız gibi, yıllardır, dünyanın kardeşliği edebiyatı yapan tek ülke oluşumuz. Bütün Avrupa üstümüze gelirken, Amerika üstümüze gelirken,biz çıkar, insanlar kardeştir deriz. Nedense o kardeşlerin hiçbiri de çıkıp kardeşlerimizin nevruz bayramını gidip kutlayalım demez de. Oysa, bölücülerin kardeşleri sürekli ortada gezerler. Eğer bu olaylara meydan vermek istemiyorlarsa, bir durum tespiti yapılmalı, çoğunluk Kürt, Devlet yanlısı ise, kendi akrabalarını uyarmalı, ve devlete karşı gelmekten alıkoymalıdır. Bu böyle olmuyorsa, o zaman çoğunluk Kürt, bölücülük istiyor demektir. Herkes sonunda hakettiğini bulur,...
www.dipdalga.com
-
-
-
24.03.2005 hürriyet
Ahmet HAKAN
Abartılı tepkide Zanalar’ın payı
ahcoskun@superonline.com
MERSİN’de Türk bayrağına yönelik çirkin hareketin hemen ardından Diyarbakır’da yapılan değerlendirmelere bakalım:
Leyla Zana, ‘Bayrak, uğrunda can verilen en önemli ortak değerdir’ dedi.
Orhan Doğan, ‘Bayrak, ortak vatanımızın ortak değeridir’ dedi.
DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, ‘Türk bayrağı, Kürtlerin de bayrağıdır’ dedi.
Yani hepsi ağız birliği etmişçesine hem olayı ‘provokasyon’ olarak niteledi ve kınadı, hem de Türk bayrağına sahip çıktı.
Ancak bu net açıklamaların öfke rüzgárını dindirmeye yetmediğini, ‘taktiksel’ bulunduğunu ve ‘kocaman bir kuşku’nun gölgesi altında ezilip gittiğini görüyoruz.
Peki neden böyle?
Neden Kürt hareketinin önde gelen isimlerinin yaptıkları ‘yatıştırıcı’ açıklamalar, herhangi bir karşılık bulmadı?
Cevaplanması gereken soru budur.
***
Ben bu sorunun cevabını Diyarbakır’da Nevruz törenlerinde yapılan konuşmalarda buldum.
O konuşmalarda, Leyla Zana’dan Tuncer Bakırhan’a herkes, önce Öcalan’ın adının başına özenle ‘Sayın’ sözcüğünü yerleştiriyor, ardından da ‘Öcalan’ın düşüncelerinin dikkate alınması gerektiğini, barışın ancak bu yolla sağlanabileceğini’ söylüyorlardı.
Bunu yaparken de sık sık ‘dağdaki silahlı gücün varlığını’ hatırlatıyorlardı.
Yani taleplerin odak noktasında, evrensel insan hakları ve demokratik değerler yoktu.
Bunun yerine ‘dağdaki silahlı güç’ ve o gücün kontrolünü hálá elinde tutan İmralı’daki Öcalan vardı.
Leyla Zana’nın Öcalan’ın ablasının elini öpmesi ve protokolde onun yanında oturması ise işin ‘sembolik’ kısmıydı.
***
Bunun açık anlamı şudur:
Leyla Zana ve arkadaşları, sorunların çözümü için yepyeni bir bakış açısı ve yaklaşım tarzı geliştirmek yerine, Öcalan eksenine teslim olmayı tercih etmişlerdir.
Bu nedenle de hem mazlumiyetlerinin bir gücü kalmamıştır, hem de söyledikleri bütün o yaldızlı sözcükler etkisini yitirmiştir.
Gelinen bu noktada ‘barış’ mesajları etkisiz, ‘bölücü değiliz’ çıkışları ikna edici değil, ‘analar ağlamasın’ seslenişleri masumiyetten uzak...
Artık onlar, kurulu düzenin ezberini bozmak yerine kurulu düzenin duyarlılıklarını kaşır hale gelmişlerdir.
Ve yazık olmuştur.
***
Düşünelim:
Leyla Zana ve arkadaşları, dağdakilere dayanmak yerine demokratik değerlere dayanmayı tercih etselerdi ve bir alternatif oluşturabilselerdi, Mersin’de iki çocuğun yaptığı densizlik nedeniyle ortaya bu kadar büyük bir öfke patlaması çıkabilir miydi?
AB değerlerine yekten savaş açamayan AB karşıtları, bulunmaz bir fırsat yakaladıklarını düşünebilirler miydi?
3 Kasım’da ağır darbe yiyen ve bu zamana kadar da hükümete karşı ciddi bir alternatif haline gelemeyen siyasi hareketler, Mersin’deki olayı, varlıklarını hissettirme imkánı olarak değerlendirme fırsatına çevirebilir miydi?
Karşı milliyetçilik bu denli tetiklenir miydi?
Sıcak çatışma dönemlerinde bile örselenemeyen toplumsal barış, bu denli örselenir, okullar, kahveler kuşatılır mıydı?
Bir arada yaşama iradesi, saldırıya uğrar mıydı?
Demokrasi, insan hakları ve barış sözcükleri bu denli etkisini yitirir miydi?
***
Gelinen bu noktada benim durduğum yer şurasıdır:
Hem Zana ve arkadaşlarının cesaretsizliğini sonuna kadar eleştirmek, hem de Mersin’de iki çocuğun yaptığı densizliği fırsat bilerek bu toplumun yüzyıllar boyu geliştirdiği bir arada yaşama kültürü ve iradesine darbe vuranlara karşı çıkmak.
-
24.03.2005 hürriyet
Ahmet HAKAN
Abartılı tepkide Zanalar’ın payı
ahcoskun@superonline.com
MERSİN’de Türk bayrağına yönelik çirkin hareketin hemen ardından Diyarbakır’da yapılan değerlendirmelere bakalım:
Leyla Zana, ‘Bayrak, uğrunda can verilen en önemli ortak değerdir’ dedi.
Orhan Doğan, ‘Bayrak, ortak vatanımızın ortak değeridir’ dedi.
DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, ‘Türk bayrağı, Kürtlerin de bayrağıdır’ dedi.
Yani hepsi ağız birliği etmişçesine hem olayı ‘provokasyon’ olarak niteledi ve kınadı, hem de Türk bayrağına sahip çıktı.
Ancak bu net açıklamaların öfke rüzgárını dindirmeye yetmediğini, ‘taktiksel’ bulunduğunu ve ‘kocaman bir kuşku’nun gölgesi altında ezilip gittiğini görüyoruz.
Peki neden böyle?
Neden Kürt hareketinin önde gelen isimlerinin yaptıkları ‘yatıştırıcı’ açıklamalar, herhangi bir karşılık bulmadı?
Cevaplanması gereken soru budur.
***
Ben bu sorunun cevabını Diyarbakır’da Nevruz törenlerinde yapılan konuşmalarda buldum.
O konuşmalarda, Leyla Zana’dan Tuncer Bakırhan’a herkes, önce Öcalan’ın adının başına özenle ‘Sayın’ sözcüğünü yerleştiriyor, ardından da ‘Öcalan’ın düşüncelerinin dikkate alınması gerektiğini, barışın ancak bu yolla sağlanabileceğini’ söylüyorlardı.
Bunu yaparken de sık sık ‘dağdaki silahlı gücün varlığını’ hatırlatıyorlardı.
Yani taleplerin odak noktasında, evrensel insan hakları ve demokratik değerler yoktu.
Bunun yerine ‘dağdaki silahlı güç’ ve o gücün kontrolünü hálá elinde tutan İmralı’daki Öcalan vardı.
Leyla Zana’nın Öcalan’ın ablasının elini öpmesi ve protokolde onun yanında oturması ise işin ‘sembolik’ kısmıydı.
***
Bunun açık anlamı şudur:
Leyla Zana ve arkadaşları, sorunların çözümü için yepyeni bir bakış açısı ve yaklaşım tarzı geliştirmek yerine, Öcalan eksenine teslim olmayı tercih etmişlerdir.
Bu nedenle de hem mazlumiyetlerinin bir gücü kalmamıştır, hem de söyledikleri bütün o yaldızlı sözcükler etkisini yitirmiştir.
Gelinen bu noktada ‘barış’ mesajları etkisiz, ‘bölücü değiliz’ çıkışları ikna edici değil, ‘analar ağlamasın’ seslenişleri masumiyetten uzak...
Artık onlar, kurulu düzenin ezberini bozmak yerine kurulu düzenin duyarlılıklarını kaşır hale gelmişlerdir.
Ve yazık olmuştur.
***
Düşünelim:
Leyla Zana ve arkadaşları, dağdakilere dayanmak yerine demokratik değerlere dayanmayı tercih etselerdi ve bir alternatif oluşturabilselerdi, Mersin’de iki çocuğun yaptığı densizlik nedeniyle ortaya bu kadar büyük bir öfke patlaması çıkabilir miydi?
AB değerlerine yekten savaş açamayan AB karşıtları, bulunmaz bir fırsat yakaladıklarını düşünebilirler miydi?
3 Kasım’da ağır darbe yiyen ve bu zamana kadar da hükümete karşı ciddi bir alternatif haline gelemeyen siyasi hareketler, Mersin’deki olayı, varlıklarını hissettirme imkánı olarak değerlendirme fırsatına çevirebilir miydi?
Karşı milliyetçilik bu denli tetiklenir miydi?
Sıcak çatışma dönemlerinde bile örselenemeyen toplumsal barış, bu denli örselenir, okullar, kahveler kuşatılır mıydı?
Bir arada yaşama iradesi, saldırıya uğrar mıydı?
Demokrasi, insan hakları ve barış sözcükleri bu denli etkisini yitirir miydi?
***
Gelinen bu noktada benim durduğum yer şurasıdır:
Hem Zana ve arkadaşlarının cesaretsizliğini sonuna kadar eleştirmek, hem de Mersin’de iki çocuğun yaptığı densizliği fırsat bilerek bu toplumun yüzyıllar boyu geliştirdiği bir arada yaşama kültürü ve iradesine darbe vuranlara karşı çıkmak.
-
Sn. Alisinkay
Bu hatırlatma için, size teşekkürü borç biliriz.
www.dipdalga.com