-
Hayat çetele tutmak değildir. Seni kaç kişinin aradığı,kiminle çıkıyor olduğun çıkacağın veya kiminle çıktığın demek de değildir. Kimi öptüğün, hangi sporu yaptığın veya kimlerin seni sevdiği de değildir. Hayat ayakkabıların, saçın, derinin rengi, nerede yaşadığın veya hangi okula gittiğinde değildir. Aslında hayat notlar,giysiler,para,girmeyi başardığın yada başaramadığın okullarda değildir. Hayat çok arkadaş sahibi olmak ya da yalnız olmak, kabul görmek ya da görmemek değildir.
Kısaca hayat bunlar değildir.
Hayat kimi sevdiğin ve incittiğindir. Kendin için neler hissettiğindir.güven, mutluluk ve şevkattir. Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır. Hayat kıskançlığı yenmek önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir. Neler söylediğin ve neler demek istediğindir. İnsanların sahip oldukları değil kendilerini olduğu gibi görmektir. Her şeyden önemlisi, hayatını başkalarının hayatını önemli yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir. İşte hayat bu seçimlerden ibarettir.
Katie LEİCHT
-
Peki Necip Fazıl usta nın dörtlüğüne ne demeli ?
Hayat, mayat diyorlar
Benim gözüm mayat'ta.
Hayatin eksiği var:
Hayat eksik hayatta.
NFK
-
Hayatla ilgili birde şöyle özlü sözler var :)
1.'Hayat bozuk para gibidir, dilediğinizce harcayabilirsiniz, ama sadece bir kez.
2. Dalga geçilecek kadar kısa, ciddiye alınacak kadar uzun, ardıma bakıyorum; ' ciddiye almalıyım' diyorum. Önüme bakıyorum 'dalga geçmeliyim' diyorum. Öyle bir yerdeyim ki dalga mı geçsem ciddiye mi alsam bilemiyorum.
3. İnceldiği yerden kopuyor 'an'lar. Koptuğu yerden bağlanır, bağlanmaz değil, ama malum düğüm payı var ip kısalır, yetirmek için çekiştiririz, başka yerden kopar, oraya da bi düğüm. Sonra bir bakarız ömrümüz kısacık bir ip düğüm düğüm, yaşadıklarımız anlarımızdan ibaret yamalı bi bohça..geldik mi hayatın sonuna. Bu kadar lime lime etmeyelim hayatımızı, baksanıza o her gün inadına tekrar tekrar gülümsüyor bize :)
4. Kim istemez batan güneşe karşi bade içmeyi yar elinden. Gözü kör olsun feleğin. Umudu kesmedik gelecekten. Fiilibeli ahmet hilmi... Hayat herseye ragmen guzel. İnatçiysan hayata karşi inatçi olucaksin. Hayat... Sen beni değil, ben seni yerim.
-
SON YAPRAK
Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokağının neredeyse tamamı ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur
bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadaşın stüdyoları bulunmaktaydı. Alt katlarında ise yaşlı bir ressam otururdu.
Günlerden bir gün kız arkadaşlardan biri zatürree hastalığına yakalandı. Genç kız günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu...
Geriye doğru sayıyordu; "Oniki" dedi, biraz sonra da "onbir"; arkasindan "on", sonra "dokuz"; daha sonra, hemen birbiri ardina "sekiz" ve "yedi". Arkadaşı merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba? Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş, yaşlı mı yaşlı bir asma, tuğla duvarın yarı boyuna kadar tırmanmıştı.
Dönüp arkadaışna "Neyin var?" diye sordu. Hasta kız fısıltı halinde" altı" dedi. "Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce neredeyse yüz tane vardı.Saymaktan başıma ağrı giriyordu. Ama şimdi kolaylaştı.İşte biri daha gitti. Topu topu beş tane kaldı şimdi." "Beş tane ne?" diye sordu arkadaşı. "Yapraklar, asmanın yaprakları. Sonuncusu da düşünce, ben de mutlaka gideceğim. Hissediyorum bunu."
Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü.Fakat o: "İşte bir tanesi daha gidiyor. Hayır, çorba filan istemiyorum.Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü görmek istiyorum.. Ondan sonra ben de gidecegim." diyerek cevap verdi.
Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt katta ki yaşlı ressama ziyarete gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı adama.
Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah hasta kız hemen arkadaşına perdeyi açmasını söyledi. Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetle esen rüzgârdan sonra, bir asma yaprağı hâlâ yerinde duruyordu.
Sapına yakın tarafları hâlâ koyu yeşil kalmakla birlikte, testere ağzı gibi tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş olan yaprak, yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yiğitçe asılmış duruyordu.
"Bu sonuncusu" dedi hasta kız."Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüştüm. Rüzgârı duydum. Bugün düşecektir, o düştüğü an ben de öleceğim." Ağır ağır geçen gün sona erdiğinde onlar, alacakaranlıkta bile, asma yaprağının duvarın önünde sapına tutunmakta olduğunu görebiliyorlardı.
Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar aydınlanır aydınlanmaz, genç kız hemen perdenin açılmasını istedi. Asma yaprağı hâlâ yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden uzun uzun yaprağı seyretti. Sonra arkadaşına seslendi. "Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yaprağı orada tuttu.
Ölümü istemek günahtır. Şimdi biraz bana çorba verebilirsin." dedi. Akşamüstü gelen doktor ayrılırken; şimdi alt kattaki bir hastaya
bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürree. Yaşlı adamcağız çok ağır bir durumda, kurtulma umudu yok ama daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor dedi.
Ertesi gün doktor : "Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız." dedi. O gün öğleden sonra arkadaşı artık iyileşmiş olan arkadaşına alt kattaki
yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş.
Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu, odasında sancıdan kıvranırken bulmuş. Pabuçları, elbisesi baştan aşağı sırılsıklam, her yanı buz gibi bir haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır erdirememişti kimse. Sonra, hâlâ yanık duran bir gemici feneri, yerinden sürüklene sürüklene çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde birbirine karışmış sarı, yeşil boyalarla bir palet ve sağa sola saçılmış bir kaç fırça bulmuşlar. O zaman o son yaprağın sırrı da çözüldü. Rüzgâr estiği zaman bile yerinden oynamayan yaprak, yaşlı ressamın şaheseriydi. Yaşlı adam, son yaprağın düştüğü gece oraya bir yaprak resmi yapıp yapıştırmıştı. (O.Henry)
-
HAYAT, SEVGİ, KORKU, UMUT, DOST
Sormuşlar bir bilgine;
Hayat ne diye
Demiş bilgin iki yönlü bir yol
Devam eder bilinmeze
Sen görmemezlikten gelsen de
Vardır bir yoldaş her köşesinde
Bazen çıkarsın zorlukla dar bir yokuştan
Bazen de aşarsın dertleri
Sanki uçuyormuş gibi inerek buradan
Peki sevgi nedir demiş biri
Kalbine sığmayacak kadar geniş
Dedikodusunu yapamayacağın kadar temiz
Kokusunu alamayacağın kadar uzak
Hayal edemeyeceğin kadar yakın ....
Ya korku nedir diye atılmış diğeri,
Bir yağmur damlasındaki barut kokusu,
Belki de saklanılan bir hayal yontusu
Ya bir miniğin haykırırışı,
Ya da yüreği yaralı bir kuşun feryadı....
Peki ya umut nerededir diye atılmış bir umut avcısı
Bilinmezde değildir bilirim demiş yerini kaygılı ve tasalı,
Aradın boşuna heryeri ama unuttun en kolay yeri besbelli
Bunu derken işaret etti insanın en derinden yaralanan yerini..
Peki dost kimdir diye sormuş bir diğeri
Demiş paylaştın mı sevgini,korkunu,ümidini ve yenilgini,
Verdin mi desteğini, sordun mu halini, yolladın mı yüreğini,
Şöyle, ağladın mı onun gibi ,
Hissettin mi,
Demiş biri, ya diğeri
Bilgin demiş,
Karşılığı olmadan verilir mi hiç yürekteki sevgi,
Dostluk dediğin tek bir ruhun iki ayrı bedende dirilmesi...
-
İki cocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak gecirmeye karar veriyor. Piknik yerine vardiklarinda anne yemegi hazirlarken, cocuklar babalariyla birlikte yürüyüse cikiyor. Uzun bir yürüyüsten sonra oldukca yorulan kücük cocuk yalvarircasina bakan gözlerle, Babacigim cok yoruldum. Lütfen beni kucaginda tasir misin? diyor. Baba; Ben de yorgunum oglum der demez cocuk aglamaya basliyor. Baba tek kelime etmeden agactan bir dal kesiyor.
Dali bicakla bicimlendirip, cocuga zarar vermeyecek bicimde yontuyor. Sonra dali ogluna verir. Al oglum, sana güzel bir at diyor. cocuk sevincle dal parcasindan yontulmus ata biniyor ve sevincle sicrayarak, ata vurarak annesinin yanina dogru gitmeye basliyor. Babasini ve ablasini geride birakmistir bile... Baba gülerek kizina: ste yasam budur kizim. Bazen zihnen ya da bedenen kendini cok yorgun hissedeceksin. İste o zaman kendine degnekten bir at bul ve nese ile yoluna devam et. Bu at bir arkadas, bir sarki, bir cicek, bir siir yada bir cocugun tebessümü olabilir. degnekten atiniz hic eksik olmasin.
-
İnsanı Düzelttiğimde...
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında, bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü.Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu.
Baba oğluna söz vermişti. Bu hafta sonu sinemaya götürecekti, ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce Dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna, "eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim" dedi sonra düşündü. "Oh be kurtuldum. En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez."Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve "baba haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz" dedi. Adam önce inanamadı ve haritayı görmek istedi.
Gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu.
Çocuk: Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN DÜNYA DA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ.
-
ODTÜ İşletme'nin deli ama çok bilge, hem en sevilen hem en nefret edilen profesörü Muhan Hocanın Strateji Yönetimi dersinin ilk saati öğretim üyelerinin bile katılımıyla geçer ki her senesi ayrı ilginçtir. Derslerinden birinden bir anekdot:
Muhan Soysal tepegöze bir Picasso resmi koyar. Herkes bakar bakar ama tarzı zaten kübik olan sürrealist resimde sanatla fazla ilgilenmeyenlerin anlayabileceği çok az şey vardır. Bozuk perspektifli bir oda, sarı uzun saçlı yaratığa benzeyen bişey. Etrafında başka yaratıklar, yerde yine bir yaratık ve arkadaki şekli bozuk içi parlak dikdörtgenin içinde başka bişeyler daha.
5-10 dakka hiçbişey söylemeden sınıfı izleyen hoca, birazdan Picasso'nun resmini alıp Meninas'in bir resmini koyar. Bu resimde sandalyenin üzerinde oturan sarı uzun saçlı bir aristokrat kızının etrafındaki dadıları onun saçını tararken yerde köpeği yatmaktadır. Ve babası arkasından ışık sızan kapıdan kızını izlemektedir.
Ancak ikinci resmi görünce Picasso'nun resmindeki öğelerin ne olduğunu ve bu resmin Meninas'in tablosuna gönderme olarak yapılmış olduğunu farkeder tüm sınıf.
Ve Muhan Soysal hiç unutamayacağımız dersini verir:
"Hayatta hiçbirşey Meninas'in resmi kadar belirgin ve net değildir. Hayat gerçekleri size Picasso'nun resmindeki gibi şekil değiştirmiş olarak gösterir. Picasso'nun resmine bakıp, Meninas'in resmini görebilenleriniz başarılı olacak, diğerleri kübik şekillere bakıp yanlış anlamlar çıkarmaktan gerçekleri hiç göremeyecek."
romantic
-
AŞKIN MEVSİMLERİ
Her ilişki bir bahçeye benzer. Eğer yeşerip gelişmesi isteniyorsa, düzenli olarak su verilmelidir. Beklenmedik hava değişiklikleri kadar, mevsimleri de dikkate alarak özel bakım gösterilmelidir. Yeni tohumlar ekilmeli ve yabani otlar ayıklanmalıdır. Tıpkı bunun gibi, aşkın büyüsünü canlı tutmak için de, mevsimlerini anlamalı ve aşkın kendine özgü ihtiyaçlarını doyurmalıyız.
Aşkın İLKBAHARI
Aşık olmak, ilkbahar gibidir. Sonsuza dek mutlu olacakmışız gibi bir duyguya kapılırız. Eşimizi sevmemek aklımızın ucundan bile geçmez.Bu bir saflık dönemidir. Aşk ölümsüz gibi görülür. Her şeyin kusursuz
sanıldığı ve tıkır tıkır işlediği büyülü bir dönemdir bu. Eşimiz tıpatıp bize uygun görünür. Hiç çaba harcamaksızın, uyum içinde dans ederiz ve şansımızın yüzümüze gülmesinin tadını çıkarırız.
Aşkın YAZ MEVSİMİ
Aşkımızın yaz mevsimi boyunca, eşimizin sandığımız kadar kusursuz olmadığını ve ilişkimiz üzerinde çalışmamız gerektiğini anlarız. Eşimiz sadece başka gezegenden gelmiş olmakla kalmaz, hata yapan, bazı bakımlardan aksayan bir insan olarak da karşımıza çıkar. Sürtüşmeler ve düş kırıklıkları belirmeye başlar; yabani otların kökünden sökülmesi ve yakıcı güneş altındaki bitkilerin fazladan sulanması gerekir. Artık aşkı vermek de, gereksindiğimiz aşkı almak da, o kadar kolay değildir. Her zaman mutlu ve sevgi dolu olmadığımızı görüp anlarız. Bizim aşk konusunda düşlediğimiz tablo değildir bu. Birçok çift, bu noktaya geldiğinde düş kırıklığına uğrar. Bir ilişki üzerinde çalışmak istemezler. Hiç de gerçekçi olmayan bir tutumla, hep ilkbahar olmasını beklerler. Eşlerini suçlarlar ve pes ederler. Aşkın her zaman kolay olmadığını, arasıra sıkı bir çalışma ve sıcak bir güneş istediği gerçeğini görmezler. Aşkın yaz mevsiminde, kendi sevgi ihtiyacımız olduğu kadar eşimizin ihtiyaçlarını da gidermemiz gerekir. Bunlar kendiliğinden gerçekleşmez.
Aşkın SONBAHARI
Yaz mevsimi boyunca bahçemize iyi baktıysak, bu sıkı çalışmanın sonucu olarak hasadımızı alırız. Güz mevsimi gelmiştir. Bu altın bir çağdır, zengin ve doyurucu. Gerek kendimizin, gerekse eşimizin kusurlarını kabullenen ve anlayışla karşılayan daha olgun bir aşktır yaşadığımız. Bir şükran ve paylaşma zamanıdır bu. Yaz boyu sıkı çalıştığımız için, şimdi dinlenebilir ve yarattığımız aşkın tadını çıkarabiliriz.
Aşkın KIŞ MEVSİMİ
Sonra hava yeniden değişir ve kış bastırır. Kışın o soğuk, verimsiz ayları boyunca doğa kendini tümüyle içine çeker, kapanır. Bu bir dinlenme, düşünme ve yenilenme zamanıdır. İlişkilerde de çözümlenmemiş acılarımızla veya gölge benliğimizle yüzleşme zamanıdır. Kapağımızın açılıp acı dolu duygularımızın ortaya döküldüğü zamandır. Aşk ve doyum için eşimizden çok, kendimize bakmaya gereksinme duyduğumuz, kendi
kendine gelişim zamanıdır. Yaraların iyileşmesi, acıların dindirilmesi zamanıdır. Erkeklerin mağaralarına çekilip kışladıkları ve kadınların kuyuların dibine indikleri zamandır bu.
Aşkın karanlık kış mevsimi boyunca kendimizi sevdikten ve iyileştirdikten sonra, ilkbahar ister istemez geri gelecektir. Yeniden umut, sevgi duyguları ve olanakların bolluğu bizi sevindirir. Kış boyu kendi kendimizi iyileştirdiğimiz ve ruhumuzu araştırdığımız için, artık yüreklerimizi açabilecek ve aşkın ilkbaharını yaşayabilecek duruma gelmişizdir.
romantic
-
Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti,
'Sen eğitimcisin neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi.
Sorusu kolaydı ama, yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:
Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı 'insan yetiştirmek' olan bir iş.
Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın.
Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını...
Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...
Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona.
Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini. Kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu, gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.
Kitaplardan keyif almasını, okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı.
Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp ta kendini yönlendirmeyi bulmasını.
Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla.
Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona.
Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona.
Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı... Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.
Hayatı sorgulamayı öğret ona... Bilginin en büyük güç olduğunu öğret. Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret.
Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmemesini öğret ve haklıyken dik durmasını. Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret.
Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı... "İstemiyorum", "hayır" demeyi öğret ona, istediğinde ise "istiyorum" demeyi, Sevdiğinde ise "seni seviyorum" diyebilmeyi öğret ona.
Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...
Sorgusuz sevmeyi...
El yazısı ile notlar yazmayı...
Lafı dolandırmamayı...
Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona.
Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını,
İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret...
Ama en çok da kendini sevmesini öğret...
Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini...
Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini...
Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...
Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...
Aylin Kotil
Cumhuriyet Gaz.
23 Mayıs 2004