-
ESKİ ZAMAN AŞIĞI
Ben, eski zaman aşığıyım.
Sevda çeker, düşünürüm, ağlarım
Bazen; tilki kadar kurnaz , bazen akılsız
Bazen; çocuk gibiyim, bacak kadarım
Herkes aşık olur, sevdalanır...
Bir yolu var gönül çekmenin de.
Benim ki; sevda değil ateşten gömlek.
Bir kar düşmüş, ışıl ışıl yanar içimde
Ama ben eski zaman aşığıyım.
Sevmek kadar katlanmak da gelir elimden.
Gece hayalimde gündüz fikrimde
Ela gözlü o yar çıkmaz gönülden.
Oktay Rıfat
-
MELEĞİM
Hani bulutlarla bana haber yollayacaktın,
Sen her yağmur damlasına bir kelime yazacak;
bende o damlaları avuçlarıma alıp,
yazdığın mektubu okuyacaktım.
Kokunu çiçeklere iliştirip yollayacaktın hani?
Söz vermiştin...
Bülbüller sözlerini getirecekti bana.
Dalgalar, vurup vurup hasretini solumayacak mıydı?
Yıldızlar, sana giden yolu gösterecek,
mehtap, yolumuzu aydınlatacaktı.
Aşkımıza ondan başka kimse şahit olmayacaktı
Öyle sevecektik ki birbirimizi,
sorgusuz sualsiz girecektik cennete.
Kıskanacaktı nur'umuzu melekler bile...
Şimdi neden solgunsun böyle bir tanem,
Niçin açıp gözlerini ellerimden tutmuyorsun?
Uzat ellerini, al beni de yanına.
Bunca hasret yetmez mi çıkmak için katına,
Yoksa gittin ve unuttun mu beni;
Unuttun mu oralarda?
Göz kırp bana yıldızlardan.
Bir an bile durmam buralarda inan;
Davetini bekliyorum
Çağır geleyim artık,
Çağır meleğim artık...
Y.Bilinmiyor
-
KEŞKE TANIMASAYDIM SENİ
Keşke tanımasaydım seni
Omuzlarıma bu kadar yük binmezdi o zaman
Gözlerim ağlamayı bilmezdi
O kadar sık kalbim çarpmazdı böyle delicesine,
Benim de ellerim sımsıcak olurdu mutlaka
Geceleri asla uykusuzluk çekmezdim sabaha kadar
Rüyalarım hatta tatlı hayallerim olurdu
Duygusuzca düşünmezdim yokluğunda günlerimi, saatleri hep
Hiç üşümezdim böylesine ölü soğukluğunda
Hırsım takip etmezdi beni, kötü kader
Kan çanağına dönmezdi gözlerimin ta içi.
Kayan yıldızlardın bende farklı dilekler tutardım,
Duyardım, anlardım yanımda konuşulanı,
Hayretim bu kadar artmazdı o zaman
Ben de gülerdim zaman zaman
Deniz ve mehtap benim için önemli olurdu.
Hele kara saplı bıçak dostum olmazdı sırtımda
Güneşsiz dünyamda kavrulmazdı ciğerim
Beynim ise böylesine hırçın ağlamazdı.
Kar yüreğime damla damla vurmazdı.
Gözyaşım ruhumu daraltmazdı, benliğimi sıkıştırmazdı.
En tiz sesiyle çığlıklar atmazdı göğsüm.
Simsiyah yankılar oluşturmazdı uykumda.
Saçıma sakalıma bende bakardım.
Delicesine bütün gücümle sigaramı çekmezdim.
Ya da keşke tanımasaydım seni...
Keşke...
Murat Göğebakan
-
KIRÇİÇEĞİNİN ÖLÜMÜ
Seni yolda buldum,
Hem koparıp, hem de atmışlar.
Oysa; ne canlı,
Pırıl pırıldı renklerin
Sen, koparılmadan önce.
Kaderi bana benziyen kır çiçeği
Gizleme n'olur gözlerini.
Ağlıyorsun...
Yokluğuna içerliyen
Dağ öksüz, arı kızgın.
Dokunmaya kıyamadım
Ama okşadım, sevdim.
Sessiz bir çığlık
Büyüdü yüreğimde.
Bir damla yaş,
Süzülürken yanaklarından
Söylenmemiş şeyler
Yarım kaldı dudaklarında.
Kimse de duymadı sesini
Dağdan, kelebekten ve benden başka.
Anlatılması zor, tarifi güç
Koptu benden birşeyler.
Kırçiçeğim, bir zamanlar
Sen de yaşıyordun
Sevgililerin
Eline geçmeden önce...
M.Fatih ÖZDEMİR
-
ANLAR
Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama
İkincisinde daha çok hata yapardım
Kusursuz olmaya çalışmaz...sırt üstü yatardım.
Neşeli olurdum,ilkinde olmadığım kadar, çok az şeyi
ciddiyetle yapardım
Temizlik sorun bile olmazdı asla, daha çok riske girerdim,
Yolculuk ederdim daha fazla
Daha çok gün doğumu izler,daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim
Görmediğim birçok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamımın her anını gerçek ve verimli kılan
insanlardandım ben.
Elbette mutlu anlarım oldu ama
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem; yaşam budur zaten
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre ,su,şemsiye ve paraşüt olmadan gitmeyen insanlardandım ben
Yeniden başlayabilseydim eğer hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,ilkbaharda ayakkabılarımı fırlatır atardım,
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,çocuklarla oynardım,
Bir şansım daha olsaydı eğer,
Ama işte 85 indeyim ve biliyorum...
Ölüyorum...
Jorge Luis Borges
-
Her sey sende gizli:
yerin seni çektiği kadar ağırsın
kanatların çırpındığı kadar hafif..
kalbinin attığı kadar canlısın
gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
nefret ettiklerin kadar kötü..
ne renk olursa olsun kaşın gözün
karşındakinin gördüğüdür rengin..
yaşadıklarını kar sayma:
yaşadığın kadar yakınsın sonuna ne kadar yaşarsan yaşa,
sevdiğin kadardır ömrün..
gülebildiğin kadar mutlusun
üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
sakın bitti sanma her şeyi,sevdiğin kadar
sevileceksin.
güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
bir gün yalan söyleyeceksen eğer
bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
işte budur hayat!
işte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
çiçek sulandığı kadar güzeldir
kuşlar ötebildiği kadar sevimli
bebek ağladığı kadar bebektir
ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
SEVDİĞİN KADAR
SEVİLİRSİN...
CAN YÜCEL
ozgurcan
-
Mona Roza
Mona Roza siyah güller, ak güller,
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller
Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Açma pencereni perdelerı çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza ben bir deliyim
Açma pencerelerini perdeleri çek
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığına
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi
Seni hatırlatır her zaman bana
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeği eziyor gibi
Ellerinden belli olur bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onkidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Akşamları gelir incir kuşları
Konarlar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak kiminin sarı
Ah beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları
Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım uymaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Artık anla beni muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk bir garip bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık anla beni muhacir kızı
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı geceye güne
Altın bilezikler o kokulu ten
Mona Roza siyah güller ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller ak güller
Sezai Karakoç
-
O Sözler Ki
O sözler ki acıdır
Mapusane avlularında
Demirli kırbaçlar gibi şaklar
O sözler ki sırasında
Çiçek açmış bir nar ağacıdır
Dağ ufkuna vuran deniz aydınlığı
Sırasında gizemli bıçaklar
O sözler kiİmgelem sonsuzluğunun
Ateşten gülüdürler
Kelebek çarpıntılarıyla doğarlar ölürler
O sözler ki kalbimizin üstünde
Dolu bir tabanca gibi
Ölüp ölesiye taşırız
O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan
Uğrunda asılırız
Attila İlhan
-
ANLAR
Sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer,
Oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
Kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
Ve elbette çok daha çoşkulu olurdu sevdalarım,
İçine az buçuk da ciddiyet katılmış.
Bu denli titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
Korkmazdım daha çok riske girmekten
Daha çok yolculuğa çıkar,
Gündoğumlarını kaçırmazdım asla;
Hele dağlara tırmanmanın keyfini.
Hiç bilmediğim yerlere giderdim gidebildiğimce.
Doyasıya dondurma yer, boş verirdim kuru nimetlere.
Öyle bir şansım olsa idi eğer,
Dertlerim de yaşamın gerçeğini taşırdı,
Yanlızca düşlerin değil.
İşte hani onlardan,
Her saniyesini verimli geçirenlerden biriydim.
Aynı anlara geri dönebilse idim eğer,
Yanlızca iyi ve güzel olanları tatmak isterdim yeniden.
Yanında termometresi, bir şişe suyu, şemşiyesi ve
Paraşütsüz yerinden kıpırdamayanlardan biriydim.
Ama yeni baştan başlayabilse idim eğer,
İyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara.
İlkbahara yalınayak girer,
Sonbahara dek unuturdum pabuçlarla yürümeyi.
Hiç bilinmeyen yollara dalardım,
Tadını çıkarırdım gün ışığının,
Çocuklarla daha çok oynardım,
Sil baştan yapabilseydim eğer...
Ama heyhat, seksen beşindeyim artık
Ve biliyorum ki...Ölmekteyim...
Jorge Luis Borges
-
YALNIZ DEĞİLİZ
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.
Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden
Bir bahar akşamı dünyada.
Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.
Zehirli kör yılanları
Ve sıtmasıyla
Gün yirmidört saat insan avında
Karacadağda çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
- Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş üşümüş,
Minicik bir aşiret kızının -
Damla-damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider...
Çukurovam,
Kundağımız, kefen bezimiz
Kanı esmer, yüzü ak.
Sıcağında sabır taşları çatlar,
Çatlamaz ırgadın yüreği.
Dilerse buluttan ak,
Köpükten yumuşak verir pamuğu.
Külhan, kavgacıdır delikanlısı,
Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun
En çok Çukurovalılar mahpustur,
Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi,
Öyle içten
Öyle derin,
Türkü söylemek, küfretmek,
Çukurova yiğidine mahsustur...
Tütünü bilir misin?
"Kız saçı" demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır
İki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
İncecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına...
Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Canevinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
İlk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın...
Tütün isçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit
Pırıl - pırıl namuslu.
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu...
Ahmet ARiF
-
AKŞAM ERKEN İNER MAHPUSHANEYE
Akşam erken iner mahpushaneye.
Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kar etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.
Akşam erken iner mahpushaneye.
İner, yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Birden, ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası,
Üç kök hercai menekşe...
Aynı korkunç sevdadadır
Gökte bulut, dalga kaysı.
Başlar koymağa hapislik.
Karanlık can sıkıntısı...
"Kürdün Gelini"ni söyler maltada biri,
Bense volta'dayım ranza dibinde
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi,çocuksu...
Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Hiçbiri olmaz halbuki,
Geçer süngüler namluya.
Başlar gece devriyesi jandarmaların...
Hırsla çakarım kibriti,
İlk nefeste yarılanır cıgaram,
Bir duman alırım, dolu,
Bir duman, kendimi öldüresiye,
Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin,
Ama akşam erken iniyor mahpushaneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya...
Ahmet ARiF
-
DİYARBEKİR KALESİNDEN NOTLAR VE ADİLOŞ BEBENİN NİNNİSİ
1.
Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanamazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal...
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yarin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem
Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loooy...
Elim boş,
Ayağım pusu.
Bir ben bileceğim oysa
Ne afat sevdim.
Bir de ağzı var dili yok
Diyarbekir Kalesi...
2.
Açar,
Kan kırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan...
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı...
3.
Hamravat suyu dondu,
Diclede dört parmak buz,
Biz kuyudan işliyoruz kaba - kacağa,
Çayı kardan demliyoruz.
Anam sır gibi saklar siyatiğini,
"Yel" der, "Baharın geçer".
Bacım, ikicanlı, ağır,
Güzel kızdır, bilirsin.
İlki bu, bir yandan saklı utanır
Ve bir yandan korkar
Ölürüm deyi.
Bir can daha çoğalacağız bu kış.
Bebeğim, neremde saklayım seni?
Hoş gelir,
Safa gelir,
Ahmed Arif'in yeğeni...
4.
Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü...
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü...
Bu, namustur
Künyemize kazınmış,
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü...
Ahmet ARiF
-
YASAMAYA DAIR
1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...
Nazım HiKMET
-
ACIYA BAL EYLEDİK
"Pir Sultan ölür dirilir"
bak şu bebelerin güzelliğine gözü destan
kaşı destan
elleri kan içinde
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni
damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana
sen olmazsan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne
kahrolasın demiyorum
kahrolma da
gör beni
kanadık toprak olduk
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne
ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne
ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni
Hasan Hüseyin KORKMAZGiL
-
HAZİRAN`DA ÖLMEK ZOR
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Yarali bir sahin olmus yuregim
Uy anam anam , Haziranda olmek zor
Calismisim onbes saat
Tukenmisim onbes saat
Yorulmusum , acikmisim,uykusamisim
Anama sovmus patron
Sikmisim dislerimi
Islikla soylemisim umutlarimi
Sicak bir ev ozlemisim
Sicak bir yemek
Sicacik bir yatakta unutturan opucukler
Cikmisim bir dalgadan, vurmusum sokaklara
Sokakta tank paleti
Sokakta duduk sesi
Sari sari yapraklarla dallarda
Insan iskeletleri
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
@Uyarina gelirse tepemde bir de cinar@ demistin yillar once
Demek ki on yil sonra
Demek ki sabah sabah
Demek ki manda gozu
Demek ki Sile bezi
Bir de memedin yuzu
Bir de saman sarisi
Bir de ozlem kirmizisi
Demek ki goctu usta
Kaldi yurek sizisi
Yillar var ter icinde tasidim ben bu yuku
Biraktim acinin alkislarina
Uc Haziran altmisucu
Bir kirmizi gul dali egilmis ustune
Bir kirmizi gul dali simdi uzakta
Oksar yanan alnini Nazim Ustanin
Bir kirmizi gul dali egilmis ustune
Bir kirmizi gul dali simdi uzakta
Yatiyor oralarda
Bir eski gomutlukte
Yatiyor usta
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Gecsem de golgesinden tankalrin tomsonlarin
Suramda bir kus otuyor.
Haziranda olmek zor......
Hasan Hüseyin KORKMAZGiL
-
Aydın Mısın
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun
Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol
Tam cağı ise başlamanın doğan gün
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram alin teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma sucun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alici kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol
Rıfat Ilgaz
-
KARANFIL SOKAGI
Tekmil ufuklar kisladi
Dört yön,onalti rüzgar
Ve yedi iklim beskita
Kar altindadir.
Kavusmak ilmindeyiz bütün fasillar
Ray, asfalt, sose, makadam
Benim sarp yolum, patikam
Toros, Anti-toros ve asi Firat
Tütün, pamuk, bugday ovalari,çeltikler
Vatanim boylu boyunca
Kar altindadir.
Dögüsenler de var bu havalarda
El, ayak buz kesmis, yürek cehennem
Ümit, öfkeli ve mahzun
Ümit, sapina kadar namuslu
Daglara çekilmis
Kar altindadir.
Sarkilar bilirim çig tutmus
Resimler, heykeller, destanlar
Usta ellerin yapisi
Kolsuz,yari çiplak Venüs
Trans-nonain sokagý
Garcia Lorca'nin mezari,
Ve gözbebekleri Pierre Curie'nin
Kar altindadir.
Duvarlari kati sabir taþindan
Kar altindadir varoslar,
Hasretim nazlidir Ankara.
Dumanli havayi kurt sevsin
Asfalttan yürüsün Aralik,
Sevmem, netameli aydir.
Bir baska ama bilemem
Bir kaçinci bahara kalmistir vuslat
Kalbim, bu zulümlü sevda,
Kar altindadir.
Gecekondularda hava bulanik puslu
Altindag gökleri kümülüslü
Ekmege, aska ve ömre
Küfeleriyle hükmeden
Cigerleri küçük, elleri büyük
Nefesleri yetmez avuçlarina
-Ilkokul çaginda hepsi-
Kenar çocuklari
Kar altindadir.
Hatip Çay'inin öte yüzü iliman
Bulvarlar çakirkeyf Yenisehir'de
Karanfil Sokaginda gün açmis
Hikmetinden sual olunmaz degil
"mucip sebebin" bilirim
Ve "kafi delil" ortada...
Karanfil sokaginda bir camli bahçe
Camli bahçe içre bir çini saksi
Bir dal süzülür mavide
Al - al bir yangin sarkisi,
Bakmayin saksida boy verdigine
Kökü Altindag'da, Incesu'dadir.
Ahmet Arif
-
ASK
Simdi sen kalkip gidiyorsun. Git.
Gozlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gozlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugun iyi uyanmistik
Sevgiyeydi ilk acilisi gozlerimizin sirf onaydi
Bir kus konmus parmaklarima uzun uzun otmustu
Bir sevismek gelmis bir daha gitmemisti
Yoktu dunlerde evvelsi gunlerdeki yoksullugumuz
Sanki hic olmamisti
Oysa kalbim iste suracikta carpiyordu
Surda senin gozlerindeki bakimsiz mavi, guzel lafli Istanbullar
Surda da etin cogaliyordu dokundukca laflarin dunyalarin
Oyle duzeltici oyle yerine getiriciydi ki sevmek
Ki Karakoy koprusune yagmur yagarken
Biraksalar gokyuzu kendini ikiye bolecekti
Cunku iki kisiydik
Oysa bir bardak su yetiyordu saclarini islatmaya
Bir dilim ekmegin bir iki zeytinin basinaydi doymamiz
Seni bir kere opsem ikinin hatiri kaliyordu
Iki kere opeyim desem ucun boynu bukuk
Yuzunun bitip vucudunun basladigi yerde
Memelerin vardi memelerin kahramandi sonra
Sonrasi iyilik guzellik.
Cemal SÜREYYA
-
Yasadiklarimdan ogrendigim bir sey var:
Yasadin mi, yogunluguna yasayacaksin bir seyi
Sevgilin bitkin kalmali opulmekten
Sen bitkin dusmelisin koklamaktan bir cicegi
Insan saatlerce bakabilir gokyuzune
Denize saatlerce bakabilir, bir kusa, bir cocuga
Yasamak yeryuzunde, onunla karismaktir
Kopmaz kokler salmaktir oraya
Kucakladin mi simsiki kucaklayacaksin arkadasini
Kavgaya tum kaslarinla, govdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandin mi bir kez simsicak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir tas gibi dinleneceksin
Insan butun guzel muzikleri dinlemeli alabildigine
Hem de tum benligi seslerle, ezgilerle dolarcasina
Insan baliklama dalmali icine hayatin
Bir kayadan zumrut bir denize dalarcasina
Uzak ulkeler cekmeli seni, tanimadigin insanlar
Butun kitaplari okumak, butun hayatlari tanimak arzusuyla
yanmalisin
Degismemelisin hic bir seyle bir bardak su icmenin mutlulugunu
Fakat ne kadar sevinc varsa yasamak ozlemiyle dolmalisin
Ve kederi de yasamalisin, namusluca, butun benliginle
Cunku acilar da, sevincler gibi olgunlastirir insani
Kanin karismali hayatin buyuk dolasimina
Dolasmali damarlarinda hayatin sonsuz taze kani
Yasadiklarimdan ogrendigim bir sey var:
Yasadin mi buyuk yasayacaksin, irmaklara, goge, butun evrene
karisircasina
Cunku omur dedigimiz sey, hayata sunulmus bir armagandir
Ve hayat, sunulmus bir armagandir insana...
Ataol BEHRAMOÐLU
-
PERİŞAN
Gözlerinde deniz, gözlerinde gemi
Gözlerinde çýrýlçýplak çocuklar
Rüzgar esiyor rüzgar, meltemdir
Güzel dünya üzerinde matemdir
Kalbimizin üç köþesi yangýn yeri, periþan
Güzel þehir diri diri periþan
Güzel yaðmur, çirkin olur yoksul gözünde
Ýsyan deðil, arzudur, þimþek þimþek parlayan
Konuþ toprak, konuþ meydan
Ýnsanoðlu her gün daha periþan.
Cahit IRGAT
-
SOLUK SOLUGA
Büyük aþklar yolculuklarla baslar
ve serüvenciler düþer bu yollara ancak
Onlar ki dünyanin son umudu
soylari tükenen birer çilgindirlar
Ne bir adresleri vardi onlarin yeryüzünde
ne de asktan baska bir siginaklari
Ama yasarlar dünyanin dört bir yayinda
Ölümle alay ederler sanki
Nerede beklenirse oradaydilar
bir kez bile gecikmediler ömür boyu
Neydi onlari ordan oraya
savurup duran sey
Onlari daima yalniz kilan
neydi bu yasam denilen gürültüde
Her dilden bir adlari vardi onlarin
ama hiçbir ülkenin kimligini tasimadilar
Sarisindilar belki de esmer
yani birçok yüzün bileskesi
Ahmet TELLi
-
GİDERSEN YIKILIR BU KENT
Gidersen yýkýlýr bu kent, kuþlarda gider
Bir nehir gibi susarým yüzünün deltasýnda
Yanlýþ adresteydik, kimsesizdik belki
Sarýþýn bir þaþkýnlýk olurdu bütün ýþýklar
Biz mi yanlýzdýk, durmadan yaðmur yaðardý
Üþür müydük nar çiçekleri ürpeririken
Gidersen kim sular fesleðenleri
Kuþlar nereye sýðýnýr akþam olunca
Sessizliði dinliyorum þimdi ve soluðunu
Sustuðun yerde birþeyler kýrýlýyor
Bekleyiþ diyorum caddelere, dalýp gidiyorsun
Adýný yazýyorum bütün otobüs duraklarýna
Öpüþtüðümüz her yer adýnla anýlýyor
Birde seni ekliyorum susuþlarýma
Selamsýz saygýsýz yürüyelim sokaklarý
Belki bizimle ýþýklanýr bütün varoþlar
Geriye mapushaneler kalýr, paslý soðuklar
Adýný bilmediðimiz doslar kalýr yalnýz
Yüreðimize alýrýz onlarý, ýsýtýrýz
Gardiyan olamayýz kendi ömrümüze her akþam
Gidersen kar yaðar avuçlarýma
Bir ceylan sessizliði olur burada aþklar
Fiyakalý ýþýklar yanýyor reklam panolarýnda
Durmadan çoðalýyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuþlar satýlýyor bütün çiçekçilerde
Menekþeler nergisler yerine kuþ ölüleri
Bir su sesi bir fesleðen kokusu þimdi uzak
Yangýnlarý anýmsatýyor genç ölülere artýk
Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birhanelere
Bu kentin künyesi bellidir artýk ve susuþun
Ýsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanýma sen, ellerin sýmsýcak kalsýn
Devriyeler basýyor karartýlmýþ evleri yine
Gidersen yýkýlýr bu kent kuþlarda ölür
Bir tufan olurum sustuðun her yerde
Ahmet TELLi
-
Biz de çocuktuk Allahım
Ekmek elden gelirdi su gölden
Günlerimiz uzun evlerimiz büyüktü
Ve yağmur çift çubuk için değil
Sadece bizim için yağardı.
*******
Erimek belirsizce her şeyde
Karışmak sulara,yıldızlara
Sinmek kokusuna mor menevşenin
Yaşamak damar damar, nefes nefese
Yaşamak tükene tükene
Bedri Rahmi Eyuboğlu (Tezek ,Bilgi Yayınevi 1975)
ceteris paribus
-
Buraya da burnu mu sokmasam felç melç gelir ne me lazım :))
ÜÇ DİL
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler, masallar, küfürler de caba
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime arslan ağzında
Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelime bir kat daha artacaksın
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Canım ağzıma geldi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesi be
Gümbür gümbür gümbürdemesini becereceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernuş
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun
Bedri Rahmi Eyüboğlu
-
Annabel lee
It was many and many a year ago,
In a kingdom by the sea,
That a maiden there lived whom you may know
By the name of ANNABEL LEE;--
And this maiden she lived with no other thought
Than to love and be loved by me.
She was a child and I was a child,
In this kingdom by the sea,
But we loved with a love that was more than love--
I and my Annabel Lee--
With a love that the winged seraphs of heaven
Coveted her and me.
And this was the reason that, long ago,
In this kingdom by the sea,
A wind blew out of a cloud by night
Chilling my Annabel Lee;
So that her high-born kinsman came
And bore her away from me,
To shut her up in a sepulchre
In this kingdom by the sea.
The angels, not half so happy in Heaven,
Went envying her and me:--
Yes! that was the reason (as all men know,
In this kingdom by the sea)
That the wind came out of a cloud, chilling
And killing my Annabel Lee.
But our love it was stronger by far than the love
Of those who were older than we--
Of many far wiser than we-
And neither the angels in Heaven above,
Nor the demons down under the sea,
Can ever dissever my soul from the soul
Of the beautiful Annabel Lee:--
For the moon never beams without bringing me dreams
Of the beautiful Annabel Lee;
And the stars never rise but I see the bright eyes
Of the beautiful Annabel Lee;
And so, all the night-tide, I lie down by the side
Of my darling, my darling, my life and my bride,
In her sepulchre there by the sea--
In her tomb by the side of the sea.
ANNABEL LEE
Seneler,seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı,bileceksiniz
İsmi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekden başka beni.
O çocuk ben çocuk,memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.
Bir gün işte bu yüzden göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,_
Evet!_bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.
Sevdadan yana ,kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.
Ay gelip ışır hayalin eşirir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim,uzanır beklerim
Sevgilim,sevgilim,hayatım,gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni .
Edgar Allan POE
-
Bu kent öldürüldü diyorlar
kurşuna dizildi bir geceyarısı
Hayaletler geziniyormuş şimdi
sokak aralarında ve caddelerde
baykuş tüneği olmmuş alanlar
ve yarasalar uçuşuyormuş
Silah ve esrar kaçakçıları
altın çağını yaşarlarken
artıyormuş bir yandan da
kumarhaneler, meyhaneler
Borsa oyunları, hileli iflaslar
birbirini kovalayıp dururken
nasıl çıkmışsa pek bilinmiyor
yaygınmış şimdilerde rus ruleti
İntiharların sayısı bilinmiyor
çoğalıp duruyormuş fahişeler
ve artık bunların hiçbiri
olay bile sayılmıyormuş şimdi
Bu kent öldürüldü diyorlar
bahar gelmez artık buraya
yalan atla gider, gerçek yürür, yinede tam zamanında yetişir.
-
Size açabilseydim içimi,
Geceler yalnız size,
Ve yüzüm kızarmadan
çocukluğumun küçük aşklarını,
Anlata bilseydim
Geceleri yalnız size
RÜSTÜ ONUR
-
Yasemen
Buram buram yasemen kokuları burnumda
Yasemin gönlümde yasemenler tutamında
Hep hüzünleri yaşarım onlarla akşam batımında
Yasemenler Yasemin gibi sabaha güler yapraklarda
Sanki hep Yasemin kokuyor caddelerde sokaklarda
Ah yasemenler onunla yarışır gibisiniz kibarlıkta
Siz buralardasınız hep açıkta hep açmakta
Sevgiler yürekte özlemler hasret yaşamakta
Ne bir ses gelir ne bir haber o şimdi uzakta
Sadece bir resmi var karşımda
O da sizinle çekilmiş sarmaş dolaş aranızda
Yasemenler kokudur burunlarda
Yaseminler ruhumuzda
Mutluluk gelecek hayali yaşatır bizi
Aşılmaz dağları aşarız hep umutlarımızda
Yasemenler gibi Yaseminlere vurgunuz pek çoğumuz da...
Uğur Oğuz Şahin
-
Basralı Ömer'in sesi...
Ben Basralı Ömer
Belki haberin yoktur diye yazıyorum Tommy Franks.
Önce demokrasi geldi göklerimizden
Sonra özgürlük geçti üzerimizden
Palet palet.
Ve insan hakları
Namlularından
Yüzü maskeli adamların
saniyede bilmem kaç adet.
Demokrasi bizim eve de isabet etti
Bir gün sonra anladım koptuğunu ayaklarımın.
Tam on sekiz adet
İnsan hakları saymışlar
Vücuduna babamın.
Annem yoktu zaten
Ben doğarken
İlaç yokluğunda ölmüş.
Ambargo falan dediler ya
Anlamadım çocukluk aklı işte
Oluşmadan sökülmüş.
Sizde de barış böyle midir Mr. Franks?
İnsan hakları çocukları yetim
Ve ayaksız bırakır mı orada da
Düşer mi ayın kan gölüne aksi
Güpegündüz düşer mi pazar yerine demokrasi?
Kuşlar gökyüzünü terk eder mi orada da?
Babamla mırıldandığım son dua dilimde
Ayaklarım hastanede
ve giymeye kıyamadığım pabuçlar kaldı elimde.
*
Nasıl, hoşunuza gitti mi?
Bu gün Bekir Coşkun' un köşesinde yer almış bu şiir.
Sahi ABD IRAK'a neden müdahale etmişti? Kitle imha silahları var diye.
Peki buldular mı?
HAYIR!
SONRADAN SONRAYA Irak' a DEMOKRASİYİ getirmek için girdiklerini söylediler. Irak halkını öldürmeye başladılar.Neden, çünkü işgalci güçlere direniyorlardı. Orası kendi ülkeleriydi.DİRENMELİYDİLER. Nerede kalmışgtı ulusların kendi kaderini tayin hakkı?
Peki şimdi ne oldu da Şii'lere savaş açtılar? Şiiler fazla mı babalanmaya başlamışlardı? Gazetecileri bölgeden çıkarttılar ki yaptıkları/yapacakları görülmesin diye. Şiiler Saddama da karşıydılar. O Halde Şiilerle ne alıp veremediği var ABD' nin?
HZ. Ali' nin türbesini bombaladılar, belki de yakında tamamen tahrip edecekler.
İslam dünyasından ise TEK BİR TIK YOK. Belki de var bizim medya vermiyor.
Velhasıl karışık bir durum ama şahsen benim canımı yakıyor.
NE İŞİ VAR ABD'NİN IRAK' DA???!!!!
ceteris paribus
-
RÜZGARLARIM KONUŞUYOR
VII
Ben bir harp esiriydim
Bulutları seviyordum, hürriyeti seviyordum
İnsanları seviyordum, yaşamayı seviyordum
Bulutları gözlerimden boşalttılar bir gece.
Yalan söylemeyen bir dünyada.
Ben de yalan söyleyemem.
Ve ben şeffaf, tertemiz
Pırıl pırıl bağırıyorum:
Yetişir oltaya yem
Dile küfür olduğumuz,
Yetişir bozuk para gibi savrulduğumuz.
Gözlerim var, görüyorum:
Yarı çıplak, çırılçıplak
Ölülerle dolu toprak
Ölüler sarmaş dolaş
Ölüler sivil, asker, ihtiyar
Ölüler buram buram
Nefret kokuyor
Ve dilim var söylüyorum:
Benim de altçenemi
Gözlerimi alacaklar belki de
Yaşamak ve hürriyet istedim diye
ve belki de bir sabah
Gün doğmadan az önce
Heykelim dikilecek
Bir darağacına
CAHİT IRGAT
-
Ölürsem şaşırma
Ölebilirim
Ölürsem ağlama
Yine gelirim
Ölürsem seslenme
Uyuyacağım
Ölürsem üzülme
Yaşayacağım
Ölürsem bekleme
Geri dönemem
Ölürsem ölme
Sensiz edemem
Ü.Yaşar Oguzcan
-
BİR PUSU DÜZENLİYOR HERŞEYİ
Aşk değil bu merhamet
akşamın durmayan atlarından anlıyorum bunu
zaman boşluklarında dönmeyen başımdan
İki sayıklama arasına bir günü sıkıştırıyorum
Biliyorum, aşk değil bu merhamet
sözgelimi bir tramvay özlüyor beni
zihni karışıyor bir ırmağın
denizin çukurlarına saklamak geliyor içimden
bütün çalar saatleri...
Çünkü bir pusu düzenliyor her şeyi
av ve ölüm mevsimlerini
Bense yanımda huysuz bencil bir çocuk
bir ikindi vakti
açık bırakılmış o pencereyi düşlüyorum
Yavaş yavaş ölüyor bütün romantikler
hızla iyileşmiyor aşk yaraları...
CEZMİ ERSÖZ
özgürlüğümü kimseye vermem
-
BEN ÖLECEK ADAM DEĞİLİM
Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.
Alıştım bir kere gökyüzüne;
Bunca yıllık yoldaşımdır bulutlar.
Sıkılırım,
Kuşlar cıvıldamasa dallarında,
Yemişlerine doymadığım ağaçların,
Yağmur mu yağıyor,
Güneş mi var,
Farketmeliyim
Baktığım pencereden.
Deniz görünmeli çıksam balkona.
Tamamlamalı manzarayı
Karlı dağlarla sürülmüş tarlalar.
Ekmekten olamam doğrusu,
Nimet bildiğim;
Sudan geçemem,
Tuzludur teneffüs ettiğim hava.
Ya nasıl dururum olduğum yerde,
Öyle upuzun yatmış,
İki elim yanıma getirilmiş,
Hareketsiz,
Sükûta râmolmuş;
Sanki devrilmiş bir heykel?
Ellerim ne der sonra bana?
Soğumuş kalbime ne cevap veririm?
Utanmaz mıyım ayaklarımdan?
Kalkmalıyım,
Dolaşmalıyım,
Sokaklarda, parklarda.
El sallamalıyım
Giden trenlere,
Kalkan vapurlara.
Bilmeliyim,
Gölgelerin boyundan,
Saatin kaç olduğunu...
Islık çalmalıyım.
Türkü söylemeliyim
Yol boyunca,
Keyfimden ya hüznümden.
Geçmiş günleri hatırlamalıyım,
Dalıp dalıp akarsuya,
Hayaller kurmalıyım,
Güzel geleceğe dair.
Yanımdan geçenler olmalı,
Selâm almalıyım;
Robenson'u düşünmeliyim,
Garipliğini:
Şükretmeliyim
İnsanlar arasında olduğuma.
Nedir ki eninde sonunda ölüm?
Ayrı düşmek değil mi aşinalardan?
Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.
CAHİT SITKI TARANCI
-
SAMAN SARISI
Seher vakti habersizce girdi gara ekspres
kar içindeydi
ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım
peronda benden başka da kimseler yoktu
durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri
perdesi aralıktı
genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı
üst ranzada uyuyanı göremedim
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
baktım arkasından
üst ranzada ben uyuyorum
Varşova'da Biristol Oteli'nde
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu
oysa karyolam tahtaydı dardı
genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
ak boynu uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
oysa karyolası tahtaydı dardı
vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu
oysa karyolalar tahtaydı dardı
iniyorum merdivenleri dördüncü kattan
asansör bozulmuş yine
aynaların içinde iniyorum merdivenleri
belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım
vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli bir
gül açıldı ağır ağır
Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde
taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden
şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan
yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum
yudum şehirlerimizin hasretini
iki şey var ancak ölümle unutulur
anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü
kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık
yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm
vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
çıktılar önüme ansızın
oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı
bir mangaydılar
kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri
kolları kollarında gamalı haç işaretleri
elleri ellerinde otomatikleri vardı
omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu
omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu
hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu
ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler
yürüdük
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
gözlerinden belli diyemem
başları yok ki gözleri olsun
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
belli çizmelerinden
korku belli mi olur çizmelerden
oluyordu onlarınki
korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız
bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara
her sese her kımıltıya ateş ediyorlar
hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler
ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor
ve kurşun seslerini benden başka duyan yok
ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez
ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek
ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli
bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce
bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi
derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından sicim
ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sıcak
bir fırancala gibi
vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler
tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı
girdim büyük salona genç bir kadınla
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu
bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki gibi
ve sen bundan dolayı
bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin
belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne
uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada
ak boynun uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu
ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı
vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında
onu oraya sen koydun
bir taş kuyunun dibindeki suydu
bakıyorum eğilip
bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
sesleniyorum
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
cıgaranın ucunda senin
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
aklından geçenlerdeydi ayrılık
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
ayrılık rahatlığındaydı senin
senin güvenindeydi bana
büyük korkundaydı ayrılık
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem
tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı
vakit hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize
yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında
vakit hızla akıyordu geriye doğru
ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu
ardımızdan koşuyordu önümüze
Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dolaşıyor
bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını
ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end rol oynuyor Katolik öğrencilerle
vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın
orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte
ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara
ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur
Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan borozan gece
yarısını çaldı
Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi
şehre yaklaşan düşmanı verdi haber
ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın
borazan iç rahatlığıyla öldü
ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden öldürülmenin acısını
düşündüm
vakit hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir vapur
iskelesi gibi arkada kaldı
seher vakti habersizce girdi gara ekspres
yağmurlar içindeydi Prag
bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı
kapağını açtım
içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık
yağmurlar içindeydi Prag
sen yoksun
uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada
üst ranza bomboş
sen yoksun
yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı
içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı
söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse
yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından
sokaklar bomboş
bütün pencerelerde perdeler inik
tıramvaylar bomboş geçiyor
biletçileri vatmanları bile yok
kahveler bomboş
lokantalar barlar da öyle
vitrinler bomboş
ne kumaş ne kristal ne et ne şarap
ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu
ne bir karanfil
şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yalnızlıkta on kat
artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprü-
sü'nden martılara ekmek atıyor
gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp
her lokmayı
vakitleri yakalamak istiyorum
parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının
yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı
üst ranzada uyuyanı göremedim
ben değilim bir uyuyan varsa orda
belki de üst ranza boş
Moskova'ydı üst ranzadaki belki
duman basmış Leh toprağını
irest'i de basmış
iki gündür uçaklar kalkıp inemiyor
ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden geçiyorlar
Berlin'den beri kompartımanda bir başımayım
karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah
yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim
garson kız tanıdı beni
iki piyesimi seyretmiş Moskova'da
garda genç bir kadın beni karşıladı
beli karınca belinden ince
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
tuttum elinden yürüdük
yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata
o yıl erken gelmişti bahar
o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi
Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık
yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın seni oysa
ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını senin
sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini
ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan
ama yine de ansızın yitirdim seni
asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun
bulvarlar karlı
seninkiler yok ayak izleri arasında
botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini birde tanırım
milisyonerlere sordum
görmediniz mi
eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz
elleri gümüş şamdanlarda mumlardır
milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyor
görmedik
İstanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında üç
mavna
gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları
seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına seslenemedim çünkü makinası öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdı
yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri de kopuktu
seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan
görmedik
girdim giriyorum Moskova'nın bütün sokaklarında bütün kuyruklara
ve yalnız kadınlara soruyorum
yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar
al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife
ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık
belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var ama onlardan
bana ne
güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz
görmediniz mi
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri kocaman
Prag'da aldı
görmedik
vakitlerle yarışıyorum bir onlar öne geçiyor bir ben
onlar öne geçince ufalan kırmızı ışıklarını görmez olacağım diye ödüm
kopuyor
ben öne geçtim mi ışıldakları gölgemi düşürüyor yola gölgem koşuyor
önümde gölgemi yitireceğim diye de bir telâştır alıyor beni
tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum
Bolşoy'a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin
Kalamış'ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik'le tatlı tatlı
konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri
sancılar içindeydi ve dünya güzeldi
lokantalara giriyorum estırat orkestraları yani cazları ünlülerin
sırmalı kapıcılara bahşiş sever dalgın garsonlara
gardroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum
görmedik
çaldı geceyarısını Stırasnoy Manastırı'nın saat kulesi
oysa manastır da kule de yıkıldı çoktan
yapılıyor şehrin en büyük sineması oralarda
oralarda on dokuz yaşıma rastladım
birbirimizi birden tanıdık
oysa birbirimizin yüzünü görmüşlüğümüz yoktu fotoğraflarımızı bile
ama yine de birbirimizi birden tanıdık şaşmadık el sıkışmak istedik
ama ellerimiz birbirine dokunamıyor aramızda kırk yıllık zaman duruyor
uçsuz bucaksız donmuş duruyor bir kuzey denizidir
ve Stırasnoy Alanı'na şimdi Puşkin Alanı kar yağmaya başladı
üşüyorum hele ellerim ayaklarım
oysa yün çoraplıyım da kunduralarımla eldivenlerim kürklü
çorapsız olan oydu bezle sarmış postallarında ayaklarını elleri çıplak
ağzında ham bir elmanın tadı dünya
on dördünde bir kız memesi sertliği avuçlarındaki
gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir karış
ve haberi yok başına geleceklerin hiçbirinden
onun başına gelecekleri bir ben biliyorum
çünkü inandım onun bütün inandıklarına
sevdim seveceği bütün kadınları
yazdım yazacağı bütün şiirleri
yattım yatacağı bütün hapislerde
geçtim geçeceği bütün şehirlerden
hastalandım bütün hastalıklarıyla
bütün uykularını uyudum gördüm göreceği bütün düşleri
bütün yitireceklerini yitirdim
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri koskocaman
görmedim
On dokuz yaşım Beyazıt Meydanı'ndan geçiyor çıkıyor Kızıl Meydan'a
Konkord'a iniyor Abidin'e rastlıyorum da meydanlardan konuşuyoruz
evveli gün Gagarin en büyük meydanı dolaşıp döndü Titof da dolaşıp
dönecek hem de on yedi buçuk kere dolanacak ama daha bundan
haberim yok
meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin'le tavan arasındaki otel
odamda
Sen ırmağı da akıyor Notr Dam'ın iki yanından
ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiş gibi görüyorum Sen
ırmağını rıhtımında yıldızların
bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda Paris damlarının
bacalarına karışmış
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
saman sarısı saçları bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut
çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapıdan konuşuyoruz Abidin'le
meydanda fırdönen Celâlettin'den konuşuyoruz
Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor
ben renkleri yemiş gibi yerim
ve Matis bir manavdır kosmos yemişleri satar
bizim Abidin de öyle Avni de Levni de
mikroskobun ve füze lumbuzlarının gördüğü yapılar meydanlar renkler
ve şairleri ressamları çalgıcıları onların
hamlenin resmini yapıyor Abidin yüz elliye altmışın meydanlığında
suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem öyle görüp
öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakitleri tuvalinde Abidin'in
Sen ırmağı da bir ay dilimi gibi
genç bir kadın uyuyor ay diliminin üstünde
onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç kere
bulacağım
işte böyle işte böyle kızım düşürdüm ömrümün bir parçasını Sen ırmağına
Sen Mişel Köprüsü'nden
ömrümün bir parçası Mösyö Düpon'un oltasına takılacak bir sabah çiselerken aydınlık
Mösyö Düpon çekip çıkaracak onu sudan Paris'in mavi suretiyle birlikte
ve hiçbir şeye benzetemiyecek ömrümün bir parçasını ne balığa ne
pabuç eskisine
atacak onu Mösyö Düpon gerisin geriye Paris'in suretiyle birlikte suret
eski yerinde kalacak.
Sen ırmağıyla akacak ömrümün bir parçası büyük mezarlığına ırmakların
damarlarımda akan kanın hışırtısıyla uyandım
parmaklarımın ağırlığı yok
parmaklarım ellerimle ayaklarımdan kopup havalanacaklar salına salına
dönecekler başımın üstünde
sağım yok solum yok yukarım aşağım yok
Abidin'e söylemeli de resmini yapsın Beyazıt Meydanı'nda şehit düşenin
ve Gagarin Yoldaşın ve daha adını sanını kaşını gözünü bilmediğimiz Titof Yoldaşın ve ondan sonrakilerin ve tavan arasında yatan
genç kadının
Küba'dan döndüm bu sabah
Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir
çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba'nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
resmini yapabilir misin üstat
yazık yazık Havana'da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin
bir el gördüm Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısına yakın
bir duvarın üstünde bir el gördüm
ferah bir türküydü duvar
el okşuyordu duvarı
el altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının
on yedi yaşındaydı el ve Mariya'nın memelerini okşuyordu avucu nasır
nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu
yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun
yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan
otuz yaşındaydı el ve Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz
kıyısında bir duvarın üstünde gördüm onu
okşuyordu duvarı
sen el resimleri yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini
Kübalı balıkçı Nikolas'ın da elini yap karakalem
kooperatiften aldığı pırıl pırıl evinin duvarında okşamaya kavuşan ve
okşamayı bir daha yitirmeyecek Kübalı balıkçı Nikolas'ın elini
kocaman bir el
deniz kaplumbağası bir el
ferah bir duvarı okşayabildiğine inanamayan bir el
artık bütün sevinçlere inanan bir el
güneşli denizli kutsal bir el
Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda şekerkamışı hızıyla fışkırıp
yeşerip ballanan umutların eli
1961'de Küba'da çok renkli çok serin ağaçlar gibi evler ve çok rahat evler
gibi ağaçlar diken ellerden biri
çelik dökmeğe hazırlanan ellerden biri
mitralyözü türküleştiren türküleri mitralyözleştiren el
yalansız hürriyetin eli
Fidel'in sıktığı el
ömrünün ilk kurşunkalemiyle ömrünün ilk kâadına hürriyet sözcüğünü
yazan el
hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları Kübalıların balkutusu bir
karpuzu kesiyorlarmış gibi
ve gözleri parlıyor erkeklerinin
ve kızlarının eziliyor içi dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne
ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip kuyudan yudum yudum içiyor
mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının
akşam oluyor Paris'te
Notr Dam turuncu bir lamba gibi yanıp söndü ve Paris'in bütün eski
yeni taşları turuncu bir lamba gibi yanıp söndü
bizim zanaatları düşünüyorum şiirciliği resimciliği çalgıcılığı filan düşünüyorum ve anlıyorum ki
bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri
sonra bütün çaylar yeni balıkları yeni su otları yeni tatlarıyla dökülüyor
onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir odur.
Paris'te bir kestane ağacı olacak
Paris'in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atası
İstanbul'dan gelip yerleşmiş Paris'e Boğaz sırtlarından
hâlâ sağ mıdır bilmem sağsa iki yüz yaşında filân olmalı
gidip elini öpmek isterdim
varıp gölgesinde yatsak isterdim bu kitabın kâadını yapanlar yazısını
dizenler nakışını basanlar bu kitabı dükkânında satanlar para verip
alanlar alıp da seyredenler bir de Abidin bir de ben bir de bir saman
sarısı, belâsı başımın.
NAZIM HİKMET
-
alıp başını gitmeli
batan günün ardından
duyuşu, düşünüşün, yürüyüşün sorumlusu ayaklar
bir şilebe, sönmüş köpük olmalı hatıralar
gitmeli
hep gitmeli
bir kez ger bakmadan
ya azgın denizlerde yitmeli
ya tipili dağlarda hiçbir iz bırakmamlı
Turgut Çelik
nilgul
-
Ben ölünce...Bitki olacaksam,
Çayır çimen olayım. Aman baldıran değil.
Yol altında kalacaksam,
Gelin arabaları geçsin üstümden,
Çelik paletler değil.
Üstümde çocuklar koşsun,
Ne kaçan ne kovalayan, askerler değil
Kerpiç yapacaksanız beni
Okullarda kullanın, Ceza evlerinde değil.
Soluğun tükenmez de kalırsa, ıslık öttürsünler,
Aman ha düdük değil.
Kalem yapın beni kalem,
Şiirler yazın sevgi üstüne,
Ölüm kararı değil.
Ölünce yaşamalıyım defne yapraklarında,
Sakın ola ki silahlarda değil.
AZİZ NESİN
-
Cigarayı Attım Denize
Simdi bir güvercinin uçusunu bölüsüyoruz
Gökyüzünün o meshur maviliğinde
Uzun saçli iri memeli kadınlarıyla
Bir Akdeniz şehri çıkabilir içinden
Alıp yaracak olsak yüreğini
Simdi bir güvercinin
Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak
Hangi bir elinden güzelim hangi bir
Bir elinde kızlığınn duruyor garip huysuz
Öbür elinde yetişkin bir günışığı
Daha öbür elinde kilometrelerce hürlük
Çalışan insanlar için aksamlara kadar
Toz duman içinde
Bir elinle de boyuna ekmek kesiyordun
Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cigara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu
Cemal Süreya
-
Beklenen
BEKLENEN
Ne hasta bekler sabahi,
Ne taze oluyu mezar,
Ne de seytan bir gunahi,
Seni bekledigim kadar.
Gecti istemem gelmeni,
Yoklugunda buldum seni;
Birak vehmimde golgeni,
Gelme, artik neye yarar?
Necip Fazil Kisakurek
-
BEKLEYEN
Sen, kacan urkek ceylansin dagda,
Ben, pesine dusmus bir canavarim!
Istersen dunyayi cagir imdada;
Sen varsin dunyada, bir de ben varim!
Seni korkutacak gectigin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarip vucudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ates nefesim.
Kimsesiz odanda kis geceleri,
Icin urperdigi demler beni an!
De ki Odur sarsan pencereleri,
De ki Ruzgar degil, odur haykiran!
Gogsumden havaya kattigim zehir,
Solduracak bir gul gibi omrunu.
Kacip dolasan da sen, sehir sehir.
Bana kalacaksin yine son gunu.
Olursun... Kapanir yollar geriye;
Ben mezarla sirdas olur, beklerim.
Varilmaz hayale isaret diye
Topraginda bir tas olu, beklerim...
NECIP FAZIL KISAKUREK
-
İFRAT VE TEFRİT İLE MED CEZİR
Bir ânım ifrata varır bir ânım tefrite
Bir yanım aslandır ve bir yanım benzer ite
Az dem med hâliyim hemen akabinde cezir
Hem rezil-i âliyim hem halk indinde vezir.
Mehmet Yoğurtçu -Hakim-Konya