Arkadaslarından biri Hoca'ya sorar:
-Hoca, dünya kac metre?
Tam o sırada bir cenaze geçiriyorlarmış yanlarından. Hoca onu gostererek:
-Ona sor! Bak, ölçmüş, biçmis, gidiyor!..
Size de günaydın!..
Printable View
Sorum o kadar basit olsa idi siz Nasrettin Hocayı konuşturmazdınız...
Tekrar ediyorum:
Sorun ne?
Bu açılım Türkleri hedef almaktan başka bir iş değil. Şuan kürtler özgürlük sevdasında. Kürtlere soruyorum şuan özgür değilmisiniz. İstediğiniz gibi Türkiye'nin heryerinde at koşturuyorsunuz. Bu açılım Türklere zulümdür. Ve bu zulümü yapanlar bugün olmazsa da yarın cezasını bulacaktır.
Sevgili Çoban;
Aslında çok basit.Türkiye'de 20 yaşına gelmiş hemen hemen her erkek Türk vatandaşı askere gitmek zorunda.Her ne düşünce ile olursa olsun dağa çıkmak kendi insiyatifinde.Zorla değil.İster adını savaş koy ister başka birşey Türkiye Cumhuriyet'i devleti hangisinden sorumlu ?Mecbur olarak askere aldığından mı kendi isteği ile dağa çıkandan mı?
bence bu bir paket olmayacak tamamen psikolojik bi harp,Devlet tarafların nabzını ve samımıyetını ölçüyor,belirsizlik zamanlarında insanların yeri gelir sabrı taşar,bakalım taşacak mı?yoksa herşey yolunda gidecek mi? Belli bir yol olsaydı insanlar ne olacagnı bilir ve ona göre davranırdı şimdilik sabretmek gerekiyor diye düşünüyorum.teşekkürler
Paslaşmayalım ve adını koyalım...
Askerlik ne için yapılır?
Dağa ne için çıkılır?
Ha gayret bir noktada buluşacağız ama CESUR musunuz?
01 Kasım 2009 / 07:20
'Şehitler ölmez vatan bölünmez' eleştirisi
AKP'li vekilden tuhaf açıklama: Bu sloganlar atılmasın. Bu slogan PKK'ya yarıyor. Türk halkının tepkisi bir "tantana"...
AB Karma Komisyon üyesi AK Parti Hatay milletvekili Öztürk tuhaf
açıklamalarda bulundu. Şehitler ölmez, vatan bölünmez sloganlarını eleştirdi. Habur'daki PKK'lıların karşılanmasına gösterilen Türk halkının tepkisini ise "tantana" olarak tanımladı...
Kaynak: http://www.haberaktuel.com/sehitler-...ri-232978.html
MHP’li Vural: 10 Kasım nerenize batıyor?
Hükümetin Kürt açılımı için TBMM Genel Kurulu’nda Atatürk’ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım’da öngörüşme yapma kararı alması TBMM Genel Kurulu’nda dün de tartışma yarattı 5-KASIM-2009
http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/H...nize%20batiyor
“Demokratik Açılım”la ilgili muhalefetin eleştirileri sürerken, yol haritası da netleşiyor. Açılımdan bazı satırbaşları: Köy isimleri değişecek, Kürtçe seçmeli ders olacak, koruculuk tasfiye edilecek, Kürtçe Kur'an meali hazırlanacak...
* YÖK Kanunu’nda değişiklik yapılarak üniversitelerde Kürtçe Araştırma Enstitüleri kurulacak. Bunlar dil ve lehçe araştırması yapacak.
* Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulmasına yönelik çalışma yapılacak.
* Sınırlarla ilgili çalışma yapılacak. Habur'daki arama ve kontroller hızlandırılacak, yığılmanın önüne geçilecek.
* Diyanet İşleri Başkanlığı, Kürtlerin çoğunluğu şafi olduğu için “şafi ilmihali Kürtçe” basılacak.
* Kürtçe Kur'an-ı Kerim'in meaili basılacak.
* RTÜK yönetmeliği değiştirilerek, Kürtçe’nin özel televizyonlarda da kullanılmasının önü süre sınırlaması olmadan açılacak. Reklamlar da Kürtçe yayınlanabilecek.
* Sadece Van ve Hakkari arasında 21 araç kontrol noktası bulunuyor. Bu bire indirilecek. Bu idari genelgeyle yapılacak.
* Mahmur'dan gelenler için TOKİ kabul yerleri oluşturacak. Bunlara ikametgah ve nüfus cüzdanları verilirken rehabilitasyon programı uygulanacak.
* Geri dönenler "Öcalan için geldik" derse, etkin pişmanlığı düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 221'inci maddesinden faydalandırılmayacak.
* Koruculuk sadece terör bittiği anda tasfiye edilecek. Yaşı gelenler emekli olacak diğerleri de kamu hizmetlerinde çalıştırılacak.
* Köy isimleri değiştirilecek.
* Doğu ve Güneydoğu'da yaylalara çıkış serbest bırakılacak.
* Bağımsız 'İnsan Hakları Kurumu' kurulacak.
* Siyasi Partiler Kanunu'nun farklı dil ve lehçelerin kullanımını kısıtlayan 81'inci maddesi değiştirilerek, Kürtçe propogandanın önü açılacak. Böylece Meclis'te bekleyen birçok dokunulmazlık dosyası düşmüş olacak.
* Birleşmiş Milletler işkenceyi önleme sözleşmesinin ek ihtiyari protokolü onaylanacak. Böylece Avrupa birliğinden inceleme komiteleri Türkiye'de daha rahat çalışma yapabilecek.
www.ntvmsnbc.com
Başbakan Tayyip Erdoğan, demokratik açılım çalışmalarının 10 Kasım’da TBMM’de görüşülmesinden önce MGK üyesi bakanlar, grup başkanvekilleri ve genel başkan yardımcılarıyla ‘Demokratik Açılım’ zirvesi yaptı.
Başbakanlık Merkez Bina’da 2.5 saati Erdoğan, 1,5 saati İçişleri Bakanı Beşir Atalay başkanlığında olmak üzere toplam 4 saat süren toplantıya, Başbakan yardımcıları Bülent Arınç, Cemil Çiçek ve Ali Babacan, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ak Parti Genel Başkan yardımcıları Abdülkadir Aksu ve Hüseyin Çelik, AKP TBMM Grup başkanvekilleri Suat Kılıç ve Bekir Bozdağ ile Adana Milletvekili Ömer Çelik katıldı.
Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala ile İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Osman Güneş de toplantıda hazır bulundu. Basına kapalı gerçekleşen toplantının ilk bölümü yaklaşık 2.5 saat sürdü. Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un 14.30’da yapacağı haftalık olağan görüşme de yarım saatlik rötarla 15.00’te başladı ve 1,5 saat sürdü.
www.hurriyet.com.tr
Sayın Bahçeli'ye pek yakışmış bu söylem, kaş yapayım derken göz çıkarmış. Bravo. Buysa siyasi dil, çok kolaymış aslında !..
Bir güzel kışkırt halkı, galeyana getir , sonra da telaşla maddeleri bir bir sırala... http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/S...e%2010%20uyari
Sonra da " kesip , biçip, asanlar bizden değildi " diye yutturmaya çalış...
Daha da olmadı yaptıklarını / yapacaklarını bir bir say , at çamuru izi kalır belki.. http://www.haber3.com/bahceliden-ser...ma-522028h.htm
Düşünüyorum da bu kadar tutarsızlık olabilir mi ?
Açılmayın bence de , açıldıkça daha beter batıyorsunuz çünkü !!!
Siz kim sorun çözmek kim ...
Bundan sonra "Mehmetcik" demeyin sakın, kendiniz ( yaşlılar ) gidin sınır ötesine... Ne haliniz varsa görün orda...
Açılım sürecini başlatanlar ve içinde olanlar sanki sütten çıkmış ak kaşık!
Atatürkün ölümünden sonra, ülkemizi yönetenlerin bilerek veye bilmeyerek hataları sonucunda yavaş yavaş emperyalist devletlerin kucağına düşürüldük. Ulusal Kurtuluş Savaşından 90 yıl sonra, Cumhuriyetimizin 86, yılını kutladığımız bu günlerde, ne yazık ki yine benzer ihanet ve engellemelerle karşı karşıyayız. (Nutuk tavsiyemdir)
Başbakanın sözleri: "Sen ne mutlu Türküm dersen oda ne mutlu Kürdüm der. Türklük yerine Türkiyelilik bilinci yerleştirilmelidir."
Ve Başbakandan Atatürk de payını almış:"Ata'ya saygı durusunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok".
İstanbul Anakent Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın sözleri:"Cumhuriyetin ilanı İstanbul'un tarihi değerini ve saygınlığını düşürmüştür."
Leyla Zana'nın sözleri:"Kürtlerin geleceği ve özgürlüğü için Türk askerinin kanının oluk oluk akması gerekir."
(sorun çözcek olanlar kim kime hizmet ediyor bunlar mı sorun cözecek hadi ordan sabrında sınırı vardır sınırları zorluyorlar)
"Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde...
Ateşi ve ihaneti gördük.
Dayandık,
dayandık her yanda..."
Ateş ve ihanet devam ediyor heryanımızda.
Nazım Hikmet
m.e.sezen Notu: parentez içindeki yazılar bana aittir.
Yazı Ulus Gazetesi Suay Karaman'dan alıntıdır.
http://www.heddam.com/Resim/GenelResim/103677.jpg
Seraplar Yakılsın ki, «Teröristin Gururu» (!) Zedelenmesin...
Yukarıdaki fotoğrafa iyi bakın... İyi bakın, çünkü birkaç gün geçmeden unutacaksınız! Tıpkı bugüne kadar unuttuğumuz binlerce terör kurbanı ve şehit gibi...
12 Kasım 2009 Perşembe
Şimdi, şu anda «vah, vah...» diyeceksiniz, «bunu yapanlar insan olamaz! Vahşet bu!» diyeceksiniz, ama bir hafta bile geçmeden ne insanlık hatırlanacak ne de bu vahşet...
Yukarıdaki fotoğrafa iyi bakın... Fotoğraftaki kız henüz 17 yaşında... Evet, bu haliyle o kadar genç görünmüyor, ama gerçekten daha 17 yaşında...
Adı, Serap... Soyadı, Eser...
Serap Eser isimli bu evladımız, üniversitesi sınavlarına hazırlanıyordu. Amacı, hemşire olmak; ileride, şimdi kendi başına gelen bu faciaya benzer barbarlıklara maruz kalacak insanlara yardım etmekti. Orhan Cemal Fersoy Lisesi son sınıf öğrencisi olan Serap, hafta sonları da İstanbul Zeytinburnu'nda bir dershaneye gidiyor, üniversitesi sınavlarını kazanmak için harıl harıl çalışıyordu. Pazar günü dershane çıkışında telefonla babasını aradı ve kendisini evlerinin yakınındaki otobüs durağından almasını istedi. Sonrasını, Serap'ın babasından dinleyelim:
«Durağa geldiğimde 5-6 kişilik bir grup ateş yakmış etrafında oturuyordu. Otobüs yaklaşınca bir anda koşmaya başladılar ve ellerindeki şişeleri attılar. Otobüsün kapısı açıktı. Arka kapının orada birisi yanmaya başladı. Hemen müdahale ettim ellerimle. Yanan kişinin üzerini söndürmeye çalıştım. Baktım ki kızım... Neye uğradığımı şaşırdım. Kızım gözümün önünde yanıyordu. Ceketimi çıkardım, ama söndürmek ne mümkün. Birisi otobüsün yangın tüpünü getirdi, ama boştu. O sırada bir araba durdu, onun yangın tüpüyle söndürebildik. Ama biricik kızım yanmıştı.»Evet, Serap'ı yaktılar! Babasının gözleri önünde cayır cayır yaktılar Serap'ı...
Bu vahşetin sorumlularının hedefi Serap mıydı peki? Ellerindeki şişeleri otobüsün açık kapısından içeri atanların amacı Serap'ı yakmak mıydı?
Serap'ın yerinde «Ayşe» de olabilirdi! Veya «Mustafa» ... Yahut da «Mehmet Amca» ya da «Zehra Teyze» ... Serap'ın bindiği o otobüste, sizin kızınız, oğlunuz, anneniz, babanız, eşiniz, kardeşiniz de olabilirdi! Onların tek suçu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktı. Bu bahiste isimlerin ne önemi var? Terörist kendine kurban seçerken, nüfus cüzdanına bakmıyor ki!
Peki, kim yaptı bu barbarlığı? Serap'ı kimler yaktı?
Gazeteler bu insanlık dışı saldırıyı teröristlerin yaptığını yazdı.
İyi de kim o teröristler? İsmi yok mu o teröristlerin? Bugüne kadar İstanbul'un Zeytinburnu, Kâğıthane, Küçükçekmece, Gazi Mahallesi gibi bölgelerinde bu tür «molotof kokteylli» saldırıları kim gerçekleştiriyordu? Bugüne kadar sivil hedeflere kör bir terörle saldırıp kadın, çoluk, çocuk, yaşlı, genç demeden can alan, dehşet salmaya çalışan terör örgütü hangisiydi?
«Pe-Ke-Ke...»
Bu eylemi de PKK ya da onun büyük şehirlerdeki uzantısı veya destekçisi olan gruplardan biri yapmadı mı?
Ama bu vahşeti manşetlerine taşıyan gazetelerde PKK ismi yok! Sadece «teröristler» ibaresi var.
Neden?
Sözde «Barış süreci» zarar görmesin, sözde «Birlik ve Kardeşlik Projesi» yıpranmasın diye mi?
Şimdi, alevlerin kurbanı zavallı Serap'ın halini gösterip, «bu mu barış, bu mu kardeşlik?» diye sormak, «kin ve nefret duygularını tahrik etmek» ya da «savaş kışkırtıcılığı» yapmak mı oluyor yoksa? Peki, bu vahşet karşısında suskun kalmak ne anlama gelir o zaman? Serap'ın fotoğrafına baktığınızda içinizde hangi duygular oluşuyor?
Televizyonu açıyorsunuz, ekranda bir bölücü, ağzından bal damlıyor! «Kan dursun» diyor, «anneler ağlamasın» diyor, «barış olsun» diyor! Sonra alçakça tehdit ediyor:
«Öcalan ya da PKK muhatap alınmazsa kan durmaz, barış olmaz!»
Bu aşağılık tehditlerle süslü sahtekârlık, televizyon ekranlarından her akşam tekrarlanırken, derslerinden başka kaygısı olmayan Serap'ı cayır cayır yakıyorlar İstanbul'un göbeğinde! «Anneler ağlamasın» diyen sahtekârlar, Serap'ın annesini duyuyorlar mı?
«Yanan kişinin üzerini söndürmeye çalıştım. Baktım ki kızım... Neye uğradığımı şaşırdım. Biricik kızım yanmıştı»diyen acılı babanın feryadının bir önemi var mı bu alçaklar için?
34 PKK'lı Habur'dan Türkiye giriş yapıp ellerini kollarını sallayarak, davul zurna eşliğinde Diyarbakır'a kadar gelirken, PKK teröristleri Hakkâri'nin Çukurca ilçesinde Jandarma Karakolu'na havan topu ile saldırıyordu!
PKK teröristleri tarafından yakılan 17 yaşındaki Serap hastanede acılar içinde kıvranırken, Diyarbakır'ı ziyaret eden Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç uçakta gazetecilerle konuşuyor ve
«Gururları zedelenmeden dağdan inip teslim olmalılar. İlla ki «pişmanım» denmesine gerek olmayabilir» diyordu! (Hürriyet, 12.10.2009)Bu kör terör yüzünden 17 yaşında bütün yaşamı altüst olan ve yıllarca bu vahşetin şoku ile mücadele etmek zorunda kalacak olan Serap'ın; asker, polis, genç, yaşlı, çoluk, çocuk binlerce insanın katillerinin «gururunun» (!) zedelenmemesi kadar önemi var mı? YUKARIDAKİ FOTOĞRAFA İYİ BAKIN!
İyi bakın ve «barış» gibi kutsal bir kavramı kirleten, annelerin acılarını alçaklıklarına maske yapmaya çalışan, teröristin sözde «gururunu» bir terör kurbanından daha çok önemseyenleri dinledikçe, 17 yaşında PKK terörünün kurbanı olan Serap Eseri hatırlayın
MÜDAFAA-İ HUKUK
Serdar ANT
denizkurdu66@gmail.com
http://www.heddam.com/Resim/GenelResim/102582.gif
Meclis'te tarihi gün
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in başkanlık ettiği genel görüşmede, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ve Ak Parti Adana Milletvekili Ömer Çelik, partilerinin düşüncelerini dile getirdi.
Baykal Demokratik Açılım oturumunda konuştu
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “Hükümet ile PKK'nın dirsek teması içine girdiğini” savunarak, “Öcalan ile görüşülüyor. Demek ki ortada müşterek bir çalışma var” dedi.
“Demokratik açılım” konusunda Mecliste yapılan genel görüşmede konuşan Baykal, oturumu “tarihi” olarak nitelendirdi. 3.5 aydan beri bir açılım tartışmasının topluma dayatıldığını savunan Baykal, şunları söyledi:
“Gerçekten tarihi bir oturumdur. İlk kez TBMM 1920'de başlayan tarihi uluslaşma projesini tersine çevirmeye yönelik, ulus devlet kimliğini tahrip etmeyi yönelik açılımları hükümet eliyle TBMM gündemine taşımıştır.
Millet olma yolunda katetmiş olduğumuz mesafeyi tersine çevirmeye yönelik bir arayışın resmi himaye altına alındığını, şartların elverdiği ölçüde ne yapabilirse o çerçevede bir programı uygulama anlayışı içine iktidarın girdiğini, TBMM olarak tespit ediyoruz. Bu çok önemli bir kırılmadır. Bu buluşmayı tarihi hale getirmektedir.”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İçişleriBakanı Beşir Atalay'ın süreçteki açıklamalarını anımsatan Baykal, sürecin gizliolarak götürüldüğünü, iktidarın ne yapacağını söylememeye olağanüstü dikkat gösterdiğini ifade etti.
“Ucu açık” bir sürecin götürüldüğünü ileri süren Baykal, “yapılacak şeyler sınırsız, sonsuz, her şey olabilir” izlenimi verilmesinin, politika olarak tercih edildiğini savundu.
Samimi olmayan, aldatmacaya dönük bir sürecin söz konusu olduğunu ifade eden Baykal, 19 Ekimde Habur'da yaşananlarla bu sürecin içinde nelerin ve nasıl kotarıldığının ortaya çıktığını kaydetti.
Gelenlerin, “pişmanlık duyduklarını belirtmediklerini, ellerinde mektupla elçi olarak geldiklerini söylediklerini, PKK'nın lideri Öcalan'ın kendilerini gönderdiklerini belirttiklerini” ifade eden Baykal, “İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve MİT Müsteşarının karşılamaya gittiğini” iddia etti.
Habur'da yaşananlardan sonra Başbakan Erdoğan'ın, “Bu bir umuttur” dediğini, infial üzerine ise DTP yöneticilerini suçladığını savunan Baykal, “süreç içinde hukuk sisteminin resmen katledildiğini” söyledi.
Baykal, şöyle devam etti:
“Hangi mantıkla, hangi hukuki cambazlıkla 25 bin kişinin ölümünden sorumlu bir terör örgütüne mensup olduğunu, liderinin mesajını getirdiğini söyleyerek Türkiye'nin sınırına dayanan bir grup insan için bizim hukuk sistemimiz suç teşkil etmediği anlayışıyla kararlar alır. Gece yarısı bir gezici mahkeme ile, bir mobil mahkeme ile, bir çadır yargılaması ile nasıl olur da Türkiye'de böyle bir hüküm verilebilir? Bunun hukuki bir dayanağının bulunabileceğini düşünmek kimse için mümkün değildir. Nasıl oluyor da Türk adliyesi üzerinden söz verilebiliyor ve bu uygulanabiliyor? Bu, gerçekten acı bir manzara olmuştur. Demek ki ortada bir müşterek çalışma var. Çalışmanın bir iktidar ayağı var, ama onun karşısında oraya o insanları gönderen bir muhatabı var. Onun talimatıyla geliyorlar. Bir tarafta iktidar, bir tarafta İmralı... İktidar-İmralı işbirliği içinde geliyor.
Sayın Başbakan, Sayın DTP Genel Başkanını ziyaret ediyor. Sayın DTP Genel Başkanı diyor ki; 'muhatap Öcalan'dır.' Ve Öcalan ile konuşuluyor. Yani resmen telefonda konuşuluyor değil, ama mutabakat sağlanıyor. Ve mutabakatın sonunda Türkiye'nin müsteşarları, genel müdürleri, savcıları, hakimleri sınıra geliyor ve o mutabakatın sonucu, İmralı'nın talimatı doğrultusunda geliyor. Bu gizlilik içinde kotarılmış bir süreçtir. PKK ve Hükümet dirsek teması içine girmiştir. Birlikte kotarılmıştır bu. Bir işbirliği var. Bu işbirliğinin şartı olarak mesela PKK'nın terörü bırakması, silahtan vazgeçmesi sözü vermesi gibi bir durum var mı? Silahtan vazgeçildiği için mi böyle bir temas yapılmıştır, böyle anlayış gösterilmiştir? 'Silahı kesinlikle bırakmıyoruz' diye resmi açıklamalar yapılıyor. Bu insanlara siyasetçiler tarafından tutuklanmayacakları sözü verilmiştir. Hukuk katledilerek verilmiştir.”
“TERÖRLE MÜZAKERE EDİLMEZ”
CHP Genel Başkanı Baykal, çıkan manzaranın ortadaki çalışmanın ayaklarından birisinin İmralı ve PKK olduğu gerçeğini ortaya koyduğunu, terörü terk etme kararı almadığı halde Hükümetin, PKK'yı fiilen muhatap aldığını ve işbirliği içine girdiğini ileri sürdü.
İşin özünün yanlış olduğunu, elinde silah olanla dünyada hiçbir hükümetin müzakere etmediğini, İngiltere'nin, İspanya'nın etmediğini belirten Baykal, dünyada ilk kez bir hükümetin kendine silahı doğrultuğu halde, doğrultmaya devam edeceğini ilan ettiği halde onu muhatap aldığını, ona yaranmaya çalıştığını savundu.
Baykal, “Yanlış olan budur. Terörle mücadele edilir, terörle müzakere edilmez. Barış isteyenlerin sağlaması gereken temel hedef, PKK'nın en kısa zamanda, derhal silah bırakmasını sağlamaktır. Eğer barışı gerçekten istiyorsanız, PKK'nın silah bırakması gerektiğini çıkarsınız söylersiniz” diye konuştu.
PKK'nın siyasi projesinin değişmediğinin bu süreçte ortaya çıktığını, hedeflerinin aynı olduğunu kaydeden Baykal, hedefin Türk milletinin içinden yeni bir millet çıkarmak olduğunu iddia etti.
Baykal, “Hedef, milli ayrışmayı, milli parçalanmayı gerçekleştirmektir. Ayrı bir siyasi teşkilatlanma, ayrı bir egemenlik sağlama projesi çok açık ortadadır” görüşünü dile getirdi.
“NİYE TÜRKİYE'DEN SAKLIYORSUNUZ?”
Uzun süre İmralı'dan gelecek yol haritasının beklendiğini, beklenen yol haritasının geldiğini, ancak kamuoyunun yol haritasını bilmediğini anlatan Baykal, şunları kaydetti:
“Ne var orada? PKK ile yıllarca mücadele etmiş, bu uğurda evlatlarını mücadele uğruna vermiş olan anaların, babaların İmralı ne istiyor Türkiye'den, bunu öğrenmeye hakları yok mudur? Niye Türkiye'den saklıyorsunuz? 'Eğer Türkiye'ye söylersek belki Türkiye'yi yanıltmak mümkün olmaz, taleplerin içyüzü ortaya çıkar...' Siz milletin üstünde misiniz? Millet bilmeyecek, millet adına siz karar vereceksiniz, milleti siz güdeceksiniz. Sonra da bunu demokrasi diye yapacaksınız. Var mı böyle bir şey. Çıkın söyleyin nedir talep? Değişen bir şey yoktur. Milli ayrıştırma temel hedef olmaya devam etmektedir.”
Baykal, yaşanan manzarayı bayraklarını alarak protesto etmeye çıkanların güvenlik güçlerinin baskısına maruz kaldığını, “hükümette bayrak alerjisi ortaya çıktığını” savundu.
Baykal, “Analar gözyaşı dökmesin diye yola çıkılmış ama evlatlarını şehit vermiş olan analar, bu defa bu haksızlık karşısında ağlamak durumunda bırakılmışlardır” dedi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, herkesin etnik kimliği olduğunu ancak siyasetçilerin bunu diline dolamaması gerektiğini belirterek, “Başbakan'ın, şöyle yüreğini doldura doldura Türk milleti dediğini duymak istiyorum” dedi.
Baykal, Genel Kurulda demokratik açılıma ilişkin genel görüşme önergesi üzerinde partisinin görüşlerini dile getirdi.
Açılım sürecinden bugüne kadar verilen şehit sayısının, 2002'de verilen şehit sayısının 4 katı olduğunu kaydeden Baykal, terörle mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğini ancak olayın bundan ibaret olmadığını söyledi.
Terörle Mücadele Yasasına, 2006'da terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın tahliyesine imkan sağlayan bir düzenlemenin eklenmek istendiğini ifade eden Baykal, iktidarın, “Öcalan ile temas kurma, tatmin etme, gerekirse tahliye etme arayışını çok uzun süreden beri takip ettiğini” savundu.
Baykal, terörle mücadelenin devam edeceğini dile getirerek, Türkiye'nin, bu konuyu aşabilmesi için öncelikle terörle müzakere etmemeyi, temel politika haline getirmesi gerektiğini kaydetti. Baykal, “Bu, bize özgü bir karar değil, dünyanın gerçeğidir. Ancak ne yaptığını bilmeyen şaşkın iktidarlar, elinde silah olanların gözüne girerek, teröre son verme gayreti sergilerler. Bunun hiçbir geçerliliği olmadığını anlamalıyız. Teröre yaranarak bir yere varılmaz” diye konuştu.
20 YIL ÖNCEKİ RAPOR
CHP'nin 20 yıl önce bir rapor açıkladığını, raporun önemli bir iddiayı ortaya koyduğunu ifade eden Baykal, o dönem bir kişinin “Kürdüm” demesinin, Kürtçe konuşmanın yasak olduğunu söyledi. Baykal, bu gerçeği istismar etmek yerine, yapılması gerektiğine inandıklarını ilan ettiklerini kaydetti.
Baykal, “Türkiye, ırk, kan, kafatası devleti değildir, milletimiz içinde birbirinden farklı etnik kimliklere mensup olanlar vardır, anadillerini konuşmak temel haklarıdır” dediklerini anlattı. Baykal, 1991'de TBMM'ye kendisinin de imzasının bulunduğu, Kürtçe'nin konuşulmasının önündeki yasal engelin kaldırılması için kanun teklifi verdiklerini belirtti.
DTP'lilerin tepkileri üzerine Baykal, “Bunları dinlemekten rahatsız olmayın. Sorunlarınızı bize aktarın, konuşuruz. Bu sözlerden telaşlanarak, tepki göstererek bir yere varamazsınız” diye karşılık verdi.
Baykal, her etnik kesimin kendi televizyonunu, radyosunu kurmasını, devletin etnik eğitime karışmamasını söylediklerini dile getirerek, bunların ardından DGM'ye çağrıldıklarını kaydetti.
Türkiye'de bir Çerkez, Arnavut hangi hakka sahipse, Kürdün de o hakka sahip olması, bunu sağlamaları gerektiğini dile getiren Baykal, bunun hukukunun geride bırakılan 20 yıllık süre içinde gerçekleştirildiğini, hukuk açısından bir sorun bulunmadığını belirtti. Baykal, bu hukuki düzenlemenin, hayatın bir gerçeği halinde, Türkiye'nin her yerinde tam olarak dönüşmediğini belirtti.
“TERÖR TEHDİDİYLE MİLLİ AYRIŞTIRMAYI DAYATMAK”
Baykal, gelinen noktada bazılarının “Etnik kimliği ayrı bir millete dönüştüreceğiz, ayrı bir millet olarak bizi kabul edeceksiniz. Biz ayrı millet olarak, Çerkez, Arnavut, Arap, Gürcü'nün sahip olduğundan daha farklı imtiyazlı statüye sahip olacağız” dediğini savunarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu Kürt kökenli insanlarımız için yanlıştır, hepimiz için, bölgenin barışı, huzuru, istikrarı için yanlıştır. O istikamete girdik mi, ne olacağını merak ediyorsanız, Irak'a, diğer Orta Doğu ülkelerine bakınız. Böyle bir tehlikeye Türkiye'nin sürüklenmesini önlemek için etnik kimliğe saygı göstereceğiz. Ama bunu milli ayrıştırmaya dönüştürmek isteyen, bunu da silahla dayatmak isteyen, içeriden, dışarıdan birilerinin desteklerini ayarlayarak, her birisinin kendi hesabını göz önünde bulundurarak, içerde mayın patlatarak, masum insanları öldürerek, şiddetle, terör tehdidiyle milli ayrıştırmayı dayatmaya kalkmak, kabul edilemezdir.
Elbette herkes kendi kimliğine sahip olacak ama o kadar. Bizim bir devletimiz var. Devletimizin adı Türk Devleti, milletimizin adı Türk milleti. Bu, etnik dayatma deniliyor. İnsaf ediniz, bu etnik dayatmayı, Türkiye'de Çerkezler, Araplar, Arnavutlar hissetmiyor. Milyonlarca Kürt kökenli vatandaşlarımız hissetmiyor da PKK hissediyor diye, biz de öyle hissetmek zorunda mıyız? Buradaki Türk milleti sözü, etnik bir anlam taşımaz, bu bize dünyanın verdiği bir addır. Bize Türk diyorlar. Türk derken, Kürdünü, Arabını ayırmadan diyor. 'Türkler Ermenileri kesti' diyorlar. Bunu derken, onlar acaba Kürtler kesmedi de etnik Türkler kesti mi demek istiyor, ne alakası var. Bunlar yanlış. Bu yanlış, Kürt-Türk ayırmadan bize yapılıyor."
“BUNUN MODASI GEÇTİ”
Milli devletin, kimsenin etnik kimliğini sorgulayamayacağını, bu konuda geçmişte yanlışların, haksızlıkların yapıldığını belirten Baykal, ancak bunları kaldırmak için 20 yıl önce mücadele verdiklerini söyledi.
“Milli ayrışmayı getirelim, ayrı milli devlet kuralım”, anlayışının olamayacağını dile getiren Baykal, “Bunun modası geçti. Bu, 19. yüzyılın projesi. Türkiye'de yaşayan Arnavut, Çerkez, Kürt, Türk milletinin Arnavutu, Çerkezi ve Kürdüdür” dedi.
Baykal, Türkiye'de “Kürdüm” diyebilmenin, o kişilerin, şerefi, şanı ve hakkı olduğunu, bu konuda tartışma kabul edemeyeceklerini dile getirdi.
“ÇIKMAZ YOLDUR”
Baykal, bakış açılarını değiştirmek gerektiğini ifade ederek, “Hükümetin, PKK'ya baktığını, PKK ile iş birliği yapmaya çalıştığını, bu konuda aracıları kullanmaya çalıştığını” iddia etti. Baykal, “Dış aracılar onu telkin ediyorlar, onlar zaten devrede, içerdekilerin de katkılarını alarak, PKK ile iş birliği yaparak, bu işi kontrol etmeye çalışıyor. Çıkmaz yoldur, hiçbir yere götürmez. Açılım yapacaksanız, PKK açılımı olmayacak, gerçekten Kürt açılımı, o insanlara yönelik açılım yapacaksınız” diye konuştu.
Bölgede, ekonomik ve sosyal reform yapılması gerektiğine işaret eden Baykal, işsizliğin, bütün kötülüklerin anası olduğunu belirtti.
“ANALARIN GÖZ YAŞINA SON VERMEK İSTİYORSANIZ”
Konuşmasında, önerilerde de bulunan Baykal, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolusunu ayağa kaldıracak ciddi ekonomik atılım yapılmasını, GAP'ın bir an önce tamamlanmasını istedi.
Baykal, bugüne kadarki anlayışla, teşvik uygulamasıyla ekonomik yapının değiştirilemeyeceğini, teşviğin, yolsuzluğu finanse eden bir uygulama olduğunu, teşviği alanın, batıya yatırım yaptığını belirterek, devleti devreye sokmak gerektiğini kaydetti.
Ciddi bir eğitim hamlesine ihtiyaç bulunduğunu belirten Baykal, başarılı okulların bölgede kurulması gerektiğini söyledi.
“Anaların göz yaşına son vermek istiyorsanız, oradaki çocuklara sahip çıkacaksınız. Oradaki insanlara iş vereceksiniz” diyen Baykal, kadınlara ve ailelere sahip çıkılmasını önerdi.
Baykal, “PKK'yı etkisizleştirmek için bir programı etkili şekilde kullanmak lazım. Diplomasiyi, Irak ile iş birliği olanaklarını seferber ederek kullanmak lazım” dedi.
“BİZİM IRAK'TAN BİR TALEBİMİZ YOK MU?”
CHP Genel Başkanı Baykal, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, Erbil'i ziyaretine işaret ederek, “Kuzey Irak'ın Türkiye'ye yönelik yapması gereken birşey yok mu? Bizim kuzey Irak ve Irak'tan bir talebimiz yok mu? PKK'nın terör örgütü olarak ilan edilmesini sağlayamaz mıyız? Örgütün elebaşlarından bazılarının Türkiye'ye teslim edilmesini sağlayamaz mıyız? Bunları, onlardan almanın bir yolunu bulamıyor musunuz? Kandil'e giden yolları tutmak mümkün değil mi?” sorularını yöneltti.
Kuzey Irak'ta, PKK'yı gerekirse Türkiye'ye karşı kullanmak amacıyla destekleyen güçlerin bulunduğunu belirten Baykal, “Bu güçlerle işinizi halledin. Bu doğrultuda bir çalışmanın işaretini göremiyoruz” dedi.
“ANILARIN ÜZERİNDEN GELECEĞE BAKAMAYIZ”
Baykal, Türkiye'nin terörle mücadelesini başarıya ulaştıracak temel unsurun, o bölgedekileri kazanmak, dışlanmış duygusundan çıkarmak olduğunu kaydetti.
Acı anıların, bölgede yaşadıkları olumlu, olumsuz günlerin, çekilmiş ızdırapların olduğunu belirten Baykal, “İlişkilerimizi kurarken, birbirimizin duyarlılıklarına saygı göstermek en temel sorumluluğumuz olmalıdır. Kimse kimseyi, peşin olarak mahkum etmemeli, dışlamamalıdır. Geçmiş acıları kaşıyarak, kurcalayarak, birbirimize fatura ederek, yarar sağlayamayacağımızı bilmeliyiz. Birbirimizin gönlünü kazanmak durumundayız” diye konuştu.
Baykal, yaşanan acılara, acıları yaşayanlara saygı gösterdiğini, geçmişte hiçbir şekilde kabul edilemez çok acı, yakışıksız değerlendirmeler yapıldığını belirterek, ancak bu anıların üzerinden geleceğe bakamayacaklarını söyledi.
“EKMEĞİNE YAĞ SÜRÜYOR”
Türkiye'nin 72 milyon tapusunun bulunduğunu, her tapunun, tek tek vatandaşların elinde olduğunu dile getiren Baykal, sözlerini şöyle tamamladı:
“Ana nokta, Hükümetin, Türkiye'ye bir bütün olarak değil, etnik kimlikler penceresinden bakma anlayışını artık bırakması gereğidir. Maalesef çok uzun süre, Sayın Başbakan, 28 ya da 38 kimliği; birbiri ardından söyleyerek, Türkiye tarifi yapmayı çok önemli saymıştır. Bu yanlış bir yaklaşımdır. Elbette herkesin kendi etnik kimliği vardır. Ama siyasetçilerin bunu diline dolaması, doğru, uygun değildir. Siyasetçinin görevi, bütün etnik kimlik mensuplarına eşit bakmak, bir bütünün parçası olduğunu ifade etmektir. O bütünün adını söylemekten de Türkiye'yi yönetenler hiçbir zaman geride kalmamalıdır. Şöyle yüreğini doldura doldura Başbakan'ın, Türk milleti dediğini duymak istiyorum. Bu konudaki zafiyetin, Türkiye'yi ayrıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüğünü unutmamalıyız.”
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12943425.asp
Bahçeli 'demokatik açılım' oturumunda konuştu
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Bugün yüce Meclisin önüne PKK açılımıyla çıkan AKP hükümeti, 7 yıllık iktidarı dönemindeki acz ve zafiyetlerden sonra terör örgütüne teslim olma noktasına gelmiştir. Terörle mücadele bırakılmış, terörle müzakere ve mütareke süreci başlatılmıştır” dedi.
Bahçeli, “demokratik açılım” konusunda, TBMM Genel Kurulunda yapılan genel görüşmede, partisinin görüşlerini açıkladı.
Sözlerinin başında, terörle mücadelede vatan ve bayrak uğruna toprağa düşen şehitleri rahmet, minnet ve şükranla andığını ifade eden Bahçeli, gazilere de şükranlarını sundu.
“Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 89 yıllık kutlu tarihinin en talihsiz günlerinden birisini yaşamaktadır” diyen Bahçeli, Türk milletinin kurtuluşu, bağımsızlığı, hürriyeti ve birliğinin en büyük temsilcisi olan, en muhteşem mekanı olan bu çatı altında konuşulan konulardan üzüntü duymamanın mümkün olmadığını söyledi.
Bahçeli, “Türkiye'yi 7 yıldır derin uçurumlara sürükleyen, yönetim iradesini başka başkentlerin yörüngesine oturtanların, milleti bölme hayallerinin burada tartışılmak durumunda kalınmasının son derece kaygı verici olduğunu” vurgulayarak, şöyle devam etti:
“Hükümet eliyle Türkiye için bölünme modelleri arayışına girilmesine, siyasi tarihimizde ilk defa şahit olunmaktadır. Dün, Meclisin ilk Başkanı olan Mustafa Kemal'in Anadolu'ya çöreklenmiş işgalcileri atmak için verdiği mücadeleye bakınız. Bugün, aynı çatı altında bulunanların getirdikleri tekliflere bakınız. Dün, bir milletin bağımsızlık savaşını tıpkı bir savaş karargahı gibi doğrudan yönetmiş muhterem kahramanların vatanı kurtarmak için verdikleri mücadeleye bakınız. Bugün, bu mücadeleyi sorgulatmaya çalışanların çırpınışlarına bakınız. Dün, Malazgirt'ten buyana bu toprakları vatan yapmak için can vermiş milyonlarca aziz şehidin ve gazinin mücadelesine bakınız. Bugün, şehidini sorgulatan bir anlayışın düştüğü çaresizliğe bakınız. Dün, dağınık, moralsiz, umutsuz, yoksul bir milleti bir araya getirmek için elele vermiş; yılgın, küskün, moralsiz kitlelerden büyük bir millet meydana getirmiş kahramanlara bakınız. Bugün, aynı muhteşem milleti otuzaltıya bölmeye çalışanların heveslerine bakınız.”
“BUGÜN BURADA NEYİ TARTIŞACAĞIZ?”
“Bugün burada neyi tartışacağız?” diyen Bahçeli, şu soruları yönetti:
“Nasıl bölüneceğimizi mi? Nasıl ayrılacağımızı mı? Kardeşlerimizi nasıl terk edeceğimizi mi? Bugün burada hangi konuda uzlaşacağız? Devletimizi nasıl parçalayacağımızı mı? Topraklarımızı nasıl taksim edeceğimizi mi? İllerimizi kimlere vereceğimizi mi? Bugün burada hangi karara varacağız? Şehitlerimize nasıl ihanet edeceğimizi mi? Gazilerimizi bir kez daha nasıl yaralayacağımızı mı? Asker, polis ve korucularımızın hatıralarını nasıl ayaklar altına alacağımızı mı? Aylardan beri görüşmek, buluşmak, konuşmak, temas kurmak istiyordunuz. İşte buradayız. Milletimizin gözü önünde ve onun şahitliğinde bilmek ve duymak istiyoruz: Maksadınız bunlardan hangisidir? Bize ne anlatmak istiyorsunuz? Bizden istediğiniz nedir? Bunların hangisini tartışıp, hangisinde uzlaşacağız? Bunların hangisini kabul edip, hangisine destek vereceğiz? Bunların hangisine onay verip, hangisini savunacağız? Ve Allah esirgesin, bunlara izin verirsek, göz yumarsak, görmezden gelirsek, Muhterem ecdadımıza, ne diyeceğiz? Ne anlatacağız? Ne söyleyeceğiz? Şayet varsa, bir yolunuz ve bahaneniz siz söyleyiniz. Gafletteydik, uyuyorduk, güçsüzdük mü diyeceksiniz? Görmedik, bilmedik, düşünmedik mi diyeceksiniz? Oy peşindeydik, günü kurtarmaya çalışıyorduk mu diyeceksiniz? Bu mekanda ayakta alkışladığınız küresel güçler, öyle istiyordu, pazarlıklar böyleydi, arkamızdan itiyorlardı mı diyeceksiniz? Ne yapalım, strateji kuruluşları böyle tavsiye ettiler. Birbirinden değerli zevat da böyle buyurdular. Çaresiz kaldık, boynumuzu eğdik mi diyeceksiniz? Devlet kurumları görülmemiş uyum içindeydi, Birileri de önümüzde fırsat var, kaçırmayalım demişti, Biz de razı olduk mu diyeceksiniz? Bunun hesabını iki cihanda nasıl vereceksiniz?”
“TÜRK MİLLETİ BUNU KABUL ETMEZ”
MHP Genel Başkanı Bahçeli, Türk milletinin bunu asla kabul etmeyeceğini ifade ederek, mezhebi, kökeni, yöresi ne olursa olsun, hiçbir kardeşinin buna razı olmayacağını bildirdi.
“Türkiye bir ve bütün olur, bu oyuna gelmez. Kardeşliğine, birliğine ve varlığına musallat olan bu tehlikeyi elinin tersiyle iter” ifadelerini kullanan Bahçeli, sonsuza kadar var olmanın inancıyla, yıkımın muhataplarına da hak ettiği dersi vereceğini söyledi.
Bahçeli, “Yaşattığı buhranın, sarstığı kardeşliğin, tehlikeye düşürdüğü birliğin hesabını da mutlaka sorar. Ve niyet sahiplerini uyarıyorum, MHP'nin Mecliste bulunan 69 kişilik birbirinden değerli arkadaşlarım ve milyonlarca Türkiye sevdalısı, al bayrağımıza kem gözle bakanların hakkından gelir. Bugün aldığınız oya bakıp, 'Türkiye'nin tamamıyız' deyip duruyorsunuz, dikkat edin; Hakkari'den, Edirne'ye, Artvin'den, Muğla'ya, Van'dan İzmir'e, Trabzon'dan Mersin'e kadar bu kutlu vatanda yaşayan bütün kardeşlerim hesaplarınızı boşa çıkartır ve gerçeklerle yüzleştirir” diye konuştu.
Türk milletinin bugün son derece endişeli, huzursuz ve tedirgin; karşılarındaki sorunun da çok ciddi bir beka sorunu olduğunu ileri süren Bahçeli, bu açılımın amacı, anlamı ve sonuçlarının iyi ve doğru anlaşılmasının büyük önem taşıdığını vurguladı.
Bahçeli, bunun meşruiyetinin değerlendirilmesinde, yegane ölçünün, Anayasanın çizdiği hukuki ve siyasi çerçeve olduğuna dikkati çekerek, Anayasanın bu konudaki hükümlerine işaret etti.
“PKK açılımının bu temel ilkeler ışığında anlaşılması ve değerlendirilmesi kaçınılmazdır” diyen Bahçeli, Türkiye'nin son 25 yıldır milli varlığını hedef alan silahlı terör ve bölücülük sorunuyla karşı karşıya olduğuna anlattı.
Bu süreçte, terörle mücadelede çok ağır bedeller ödendiğini vurgulayan Bahçeli, bu şerefli mücadelede 2002 yılına gelindiğinde terörün belinin kırıldığını, bitme noktasına getirildiğini söyledi.
“TERÖRE TESLİM OLMA NOKTASINA GELDİ”
Ak Parti hükümetinin, terörün sıfır noktasına geldiği bir Türkiye devraldığını öne süren Bahçeli, ancak, aradan geçen 7 yılda terörün yeniden tırmandığını, etnik bölücülük hiçbir dönemde görülmemiş bir şekilde cüret ve mevzi kazandığını öne sürdü.
“Bugün Yüce Meclisin önüne PKK açılımıyla çıkan AKP hükümeti, yedi yıllık iktidarı dönemindeki acz ve zafiyetlerden sonra terör örgütüne teslim olma noktasına gelmiştir” diyen Bahçeli, şözlerini söyle sürdürdü:
“Terörle mücadele bırakılmış, terörle müzakere ve mütareke süreci başlatılmıştır. Terörün tasfiyesi yerine, milli kimliği ve milli devleti tasfiye etmek için yola çıkan hükümet, bölücülüğün önünü açmıştır. Terörün talepleri siyaset sahnesine taşınmış, etnik bölücülük meşruiyet zemini kazanmıştır. PKK açılımıyla yapılmak istenen, terörün silah ve şiddetle yapamadığının siyasi yollarla hayata geçirilmesidir. Yüce Meclis maalesef bugün PKK'ya teslimiyetin belgesi olan bu yıkım projesini görüşmektedir. Hükümetin PKK açılımının hareket noktası; terörden beslenen bölücülük sorunun etnik ve meşru kimlik ve hak talebi sorunu olarak tanımlamasıdır. Sorunun kaynağı ve esası; bireysel hak, temel hürriyetler ve demokratikleşme özlem ve talepleri değildir. Yapılmak istenilen, bireysel kültürel haklar değil, oluşturulmak istenen bir azınlığın kolektif olarak kullanacağı siyasi azınlık haklarıdır.”
“HAREKET NOTKASI YANLIŞ VE SAKATTIR”
Bahçeli, AKP'nin açılım sürecinin hareket noktası ve temelinin, bu nedenlerden dolayı yanlış ve sakat olduğunu belirtti. Terörün baskı altına aldığı vatandaşların yegane siyasi temsilcilerinin, eli kanlı veya silahı bırakmış
teröristler değil, yalnızca bu çatı altında bulunanlar olduğunu vurgulayan Bahçeli, şunları kaydetti:
“Bu vatan, bundan bin yıl önce gerçek sahibini bulmuştur. Aradan geçen on asır, bu coğrafyadan tarihe damgasını vurmuş bir büyük milleti ortaya çıkarmıştır. Bunun adı Türk milletidir. Bu iftihar ettiğimiz beşeri varlık, köklerin, kökenlerin, dillerin, mezheplerin üstünde bir maddi ve manevi bağ ile birleşmiştir. Bizleri bir araya getiren, acılarımız, anılarımız, zaferlerimiz, hüzünlerimiz ve coşkularımız olmuştur.
Her çekilen halay, her dövülen davul, her buluşulan düğün, her açılan duvak, her doğan çocuk, her sallanan beşik, her tüten ocak, her can veren şehit bizi bir millet yapmıştır. Bin uzun yılda kız alıp vermiş, fetihlere katılmış, işgale direnmiş, vatanı kurtarmış, birlikte üzülmüş, sevinmiş, ağlamış ve gülmüştür. En önemlisi de evlatlarımız bu değerler uğruna şehit düşmüştür. Tekraren ilan ediyorum: Bizi bugüne getiren kökenimiz, doğduğumuz yer, muhterem anamızın dili, ruhumuzu teslim ettiğimiz inancımız ve mezhebimiz ne olursa olsun, bizim adımız Türk milletidir.”
Bahçeli, son 200 yılda bu coğrafyada yaşananların tamamının, bu tertemiz ve soylu milleti Anadolu'dan göndermek üzerine oynandığını bildirdi.
“BURASININ ADI TÜRKİYE, MİLLETİNİN ADI TÜRK MİLLETİDİR”
Türkleri Anadolu'dan atmak hayalinin, yüzyılları aşarak günümüze kadar ulaşan vazgeçilmez bir emel olduğunu dile getiren Bahçeli, “Aziz milletimiz, altı asırlık hükümranlığının sonucunda, ana yurda, baba toprağının sınırlarına, asli unsurun ocağına dönmüştür. Bu tarihten sonra, büyük Türk milleti için dönülecek başka toprak parçası, gidilecek başka göç güzergahı ve verilecek başka vatan köşesi de kalmamıştır. Anlamakta ve anlamlandırmakta güçlük
çekenlere tekrarlıyorum: Burasının adı Türkiye, milletinin adı ise Türk milletidir” diye konuştu.
Bahçeli, ya bu topraklar ve üzerinde yaşayan milletin bir ve bütün tutulacağını, ya da Türk milletinin Anadolu'dan atılacağını ve tarihten silineceğini ifade ederek, şu görüşleri dile getirdi:
“Bilmeyenleriniz varsa, ben buradan tekraren söyleyeyim; bunun adı tarihi Şark meselesidir ve tarafları bellidir. Bir yanda Türk milleti, diğer yanda yedi düvel. Bir yanda milletimiz, inançlarımız, değerlerimiz ve bayrağımız; diğer yanda haçlı zihniyeti. Bugün adının değişmiş olması, maskelerin değişmiş olması, bu tarihi emelleri değiştirmemiştir. Bunu görmek lazımdır. Bunu bilmek lazımdır. Adına ne denirse denilsin, ister fırsat, ister çare, ister yol haritası, ister açılım, dayatılmak istenenler Şark Mesele'sinin bugünkü uzantısıdır.”
Bahçeli, coğrafya tartışılırsa, milletin, millet tartışılırsa devletin, devlet tartışılırsa bayrağın, bayrak tartışılırsa varlıklarının ortadan kalkacağını belirterek, şunları ifade etti:
“Bunlar ne fantezi bir düşünce, ne bir vehim, ne bir sendrom, ne bir paranoyadır. Binlerce yıllık insanlık tarihinin, yüzlerce yıllık milletler mücadelesinin, millet olmanın inceliklerine nüfuz edebilmiş bir yüksek fikriyatın, derin duyuşun ve milli tarihe vakıf olmanın eseri ve sonucudur. Bunlar benim şahsi fikrim değil, bin yıllık millet varlığının bu topraklarda tutunmak için, kanla, gözyaşıyla, çileyle bugüne aktardıkları stratejik miras ve emanetlerdir. Bütün bu gelişmeleri ve yorumlarımı, iyi niyetli olduklarını düşünmeye devam etmek istediğim iktidar partisinin değerli milletvekillerine ve yüce meclise hatırlatmak isterim. Bir kez daha düşününüz. Bir kez daha oynanan oyunun bütününü tarihi perspektif ile dün, bugün ve gelecek vizyonuyla değerlendiriniz. Karşımızda, yeni bir Sevr dayatması olduğunu mutlaka göreceksiniz. Yüzyılın başındaki küresel aktörlerin, oyunların ve parçalanma taleplerinin sadece isim değiştirmiş olduğunu da bileceksiniz.”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, içi ve içeriği bilinmeyen bir demokrasi arayışı için Türk milletini dağıtmak ve harcamak gibi bir lüksün olamayacağını söyledi.
Genel Kurulda, “Demokratik Açılım” ile ilgili genel görüşmede konuşan Bahçeli, Hükümetin çeşitli isim zinciri arasından en sonunda karar kıldığı kavramın, “Milli Birlik Projesi”, bunun formülü olarak da sunduğu reçetenin “Demokrasi” olduğunu söyledi.
Her ikisinin de çağdaş bir toplum arayan herkes için cazip, sıcak gelen, hoşa gidecek davetkar kavramlar olduğunu kaydeden Bahçeli, “Burada bu kavramların nasıl bir makyaj içerdiğini, bunların hangi niyetleri maskelediğini açıklayacak değilim. Zaten buna da zaman yoktur” dedi.
Demokrasinin, kendileri için de vazgeçilmez temel siyasi zemin olduğunu kaydeden Bahçeli, ancak demokrasinin aynı zamanda, içi boş bir demokrasi arayışında ülkelerini maceralara atan yöneticiler için, ustaca hazırlanmış bir tuzak anlamı da taşıdığını ifade etti.
Özellikle emperyal fikirlerin ve emellerin çağımızda en iyi saklandığı sığınağın demokrasi iddiası olduğuna işaret eden Bahçeli, şunları söyledi:
“En güçlü bahane ise mazlum milletlere demokrasi götürme olmuştur. Terörist başı bile ayrı bir devlet kurma fikrini 'demokratik Cumhuriyet' denilen bir istismarın içine sıkıştırmak durumunda kalmıştır. Hükümetin, Kürt sorunu diyerek başlattığı sözde açılım süreci de kısa zamanda demokrasi ambalajının arkasına saklanmıştır.
Başbakan Erdoğan, gittiği her yerde 'demokrasinin eksikliğinden', sorunları 'demokrasinin çözeceğinden' bahsetmeye başlamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı da yasama yılının açılışındaki konuşmasının tamamına yakınında, farklılaştırma odaklı düşüncelerini demokrasiye atfederek yapmıştır.
Elbette demokratik kültürün yeni gelişme alanları, demokrasi fikrini de demokrasi ihtiyacını da değiştirip geliştirmektedir.
Ancak, Sayın Başbakan'ın etnik kimlikleri kaşırken kullandığı ve Sayın Cumhurbaşkanının da farklılıklara vurgu yaparken sözünü ettiği eksikliğin, gerçekten bir demokrasi noksanı olup olmadığı tartışılmalıdır.”
“FERTLER ARASINDA AYIRIM YOKTUR”
Kimliklere yönelik bir baskıdan söz edebilmek için vatandaşların sahip oldukları temel hak ve özgürlükleri düzenleyen Anayasaya bakılması gerektiğini vurgulayan Bahçeli, “Burada temel soru, milletimize mensup ve devletimize vatandaşlık hukuku ile bağlı olan kişilere ırkı, dini, dili, mezhebi veya kökeni itibariyle kanunlar nezdinde bir ayrımcılık yapılıp yapılmadığı konusudur” dedi.
Anayasanın hükümlerince, Türkiye'de fertler arasında hiçbir sebeple ayırım olmadığını dile getiren Bahçeli, her ferdin, Anayasada da gösterilen bütün insan hak ve özgürlüklerine sahip olduğunu kaydetti. Bahçeli, hiçbir vatandaşın, yasalar karşısında eşit vatandaşlık haklarını fiilen ve hukuken kullanamadığını iddia edemeyeceğini veya bu haklardan mahrum olduğunu söyleyemeyeceğini ifade etti.
Devlet Bahçeli, “Bugün gerçekten de iddia edildiği gibi ülkemizin bir bölümünde bir eşitsizlik var ise bu, yılların ihmaliyle oluşmuş yokluk ve yoksulluğun neden olduğu mahrumiyettir. Bir demokrasi sorunu ve özgürlük eksikliği varsa bunun önündeki engeller de devlet yapımızda ve yasalarımızda değildir.” diye konuştu.
“SOSYAL VE EKONOMİK TEDBİRLER ALINMALI”
Yöredeki vatandaşların tam bir mahkumiyet içinde bulundukları katı feodal yapının ve terörün neden olduğu ferdi özgürleşme sorunu bulunduğunu belirten Bahçeli, bu özgürlüğün, kimliklerin kaşınmasıyla değil, feodal baskı ortamının ve terör baskısının ortadan kaldırılması için sosyal ve ekonomik süreci hızlandıracak tedbirlerin alınmasıyla mümkün olabileceğini vurguladı.
Bahçeli, 7 yıldır iş başında olan Hükümetin bu tedbirleri almasında bir engel olmadığını kaydederek, “Ancak, bunları ihmal edip, ferdin sahip olduğu haklar dışında millet bütünlüğü içinde yer alan bir topluluğa değişik adlar altında, siyasal haklar vermeye çalışmanızı kabul etmeyiz. Edemeyiz” dedi.
Devlet Bahçeli, şayet Türkiye'de insanların bir kısmında kendilerini ifade edememe sorununun varlığı iddia ediliyorsa, bu sorunun çözümündeki engelin anayasal değil sosyolojik ve ekonomik olduğunu söyledi.
Milletleşmeye katılamayacak kadar geri bağ ve bağlantıları aşamamış bir ferdin, hangi dili konuşursa konuşsun, sorunların asla tükenmeyeceğini anlatan Bahçeli, şöyle devam etti:
“Türkiye Cumhuriyeti, bugüne kadar hangi etnik kökenden gelene menşeini sormuş ve ayrımcı muamele etmiştir? Kucaklayıcı ve konuksever gönlüne sığınmak isteyen hangi topluluğu reddetmiş, hangisini menşei itibariyle aşağılamıştır? Hangi Başbakan'a, hangi Bakana veya hangi iş adamına kökeni nedeniyle farklı muamele yapılmış, bireysel yükselme yolları sözde ayrımcılık nedeniyle tıkanmıştır? Kim ülkemizde kökeni nedeniyle, anasının dili nedeniyle, yönetime, siyasete, ticarete, idareye, memuriyete, bürokrasiye giremediğini iddia edebilir? Kim cumhurbaşkanı, başbakan, meclis başkanı, general, profesör, vali, bürokrat ve büyükelçi olamayacağını söyleyebilir?
İşte bu yüce Meclis çatısı altında ve hükümet bünyesinde yer alan arkadaşlarımıza lütfen bakınız. Fikirlerine katılmayız, düşüncelerini benimsemeyiz, hatta şiddetle karşı çıkarız, ama aileleriyle de doğdukları yörelerle de iftihar ederiz. Hepsi bizim milletimizin evlatlarıdır. Bu yörelerden gelen sayın üyelere hayatın her alanında kapı açan bir hukuk sistemi, neden birilerini dağa çıkmaya sevk etmiş olsun?
Hükümetin yapacağı şey, kimlikleri kaşımak değildir, tahrik etmek değildir. Bir;i önce otuz altıya bölüp, sonra tekrar bir yapmaya çalışmak değildir. Türk milleti zaten birdir, devleti birdir, vatanı birdir, bayrağı birdir ve lisanı birdir. Yapacağınız iş, teröre teslim olmak değil, ortadan kaldırmaktır.”
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Kendilerinden çözüm önerileri istendiğini belirten Bahçeli, bu önerileri şu şekilde sıraladı:
“Yurt içinde ve yurt dışındaki bütün teröristler silahlarıyla birlikte teslim olmalıdır. Tamamı Türk adaletine hesap vermeli ve verilecek hükme rıza göstermelidir. Yokluk, işsizlik, yoksulluk çemberini kırarak bu mevkilere kadar ulaşmak için yola çıkmış diğer evlatlarımızın önünü açacak tedbirleri geliştirmektir. Anayasa, ülkemin herhangi bir yerinde doğmuş vatandaşıma ülkemdeki her mevki ve makama yükselme hak ve imkanlarını sonuna kadar vermektedir.
Anayasayı kurcalayarak, kolektif kimlik ve hakların oluşmasına cevaz vererek ulaşacağımız sonuç, bilmelisiniz ki kutuplaşma, bölünme, çatışma ve ayrılıştır.”
Devlet Bahçeli, devlet çöküntüye uğrasa da demokrasi kesinti yaşasa da eğer millet ayaktaysa, yıkılmamışsa, dağılmamışsa, ayrışmamışsa kaybedilen bu değerlerin tamamını yeniden inşa etme imkanının her zaman var olduğunu kaydetti. Bahçeli, “Geçmişte 15 olduğunu söylediğimiz yıkılışların, 16 kuruluşla sonuçlanmasının esas nedeni ve gerçek dayanağı da budur. Milletin varlığını ve birliğini koruması ve sürdürmesidir” dedi.
“İÇERİĞİ BİLİNMEYEN DEMOKRASİ ANLAYIŞI”
Bahçeli, içi ve içeriği bilinmeyen bir demokrasi arayışı için Türk milletini dağıtmak ve harcamak gibi bir lüks olamayacağını ifade etti. Bahçeli, bu arayışı, devletin ve özellikle milletin önüne çıkaran anlayışların, iyi niyetli bile olsalar, nasıl yıkıma götürebileceğini anlamak ve ders almak için son iki asırlık tarihe bakmalarının yeterli olacağını söyledi.
Mustafa Reşit Paşa'nın, Mehmet Ali Paşa'nın, Fuat Paşa'nın ve Mithat Paşa'nın siyasal hayata katkılarının olduğunu inkar edemeyeceklerini kaydeden Bahçeli, ancak aynı şahısların, Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkıma kadar götüren sürecin mimarları arasında olduklarının da gözden kaçırılmaması gerektiğini vurguladı.
“TEMEL KAYGIMIZ, YENİ KİMLİKLER OLUŞTURULMASI”
Temel kaygılarının, sürecin, millet bütünlüğünü parçalayarak, yeni kimlikler oluşturması olduğunu belirten Bahçeli, ortaya çıkan bu kimliklerin, kendilerine yeni idari çekim merkezleri bulacağını ve millet yapısının parçalanarak, milli ve üniter devletin çökme noktasına geleceğini ifade etti.
Bahçeli, kendilerinin siyaseti birleştirme ve uzlaştırma üzerine inşa ederken, Hükümetin tercihinin ayrıştırma ve farklılaştırma üzerine olduğunu öne sürdü.
Siyaset kurumu eliyle toplumda ortaya çıkacak olan benzeşme ile barış, refah, huzur ve gelecek üzerinde ittifak sağlanabileceğini belirten Bahçeli, böylesi bir kaynaşma sürecinin devam etmesiyle bir devlet çatısı altında ve millet kimliği ile yaşama arzusunun güçlü ve kalıcı halde tutulabileceğini anlattı.
Millete dayalı güçlü ülkelerin tamamına yakınının, yeni kimlik oluşturacak ve kolektif ayrılıklara yol açacak girişimleri reddeden anlayışları geliştirdiğini belirten Bahçeli, şöyle devam etti:
“Kaynaşma ile bir arada yaşama, farklılaşma ile ayrışma arasında istense de istenmese de yakınlaşma ve doğal paralellik olacaktır. Kısaca aykırılıkların ayrılıklara; benzeşmelerin birleşmelere temayül göstermesi kaçınılmazdır.
Farklılıklar sürekli vurgulanarak, körüklenerek, kışkırtılarak birlikte yaşama imkanı nasıl sağlanacaktır? Önce üniter yapı içinde otonomi, sonra federasyon ve sonra bağımsız devlet kurma talepleri nasıl önlenecektir? Yıllardan beri Avrupa Birliğinin dayatmalarıyla, sözde aydınların oluşturduğu işbirlikçi lobilerin baskısıyla bitmek bilmeyen taleplere karşı verilecek tavizin son sınırı nerede çekilecektir? Aldıkça iştahı kabaran ve adım adım emellerine yaklaşan bölücülüğün duracağı yer neresi olacak, Hükümetin direnci nerede ortaya çıkacaktır?
Birilerinin ayrıştırmaya, bölmeye yönelik talepleri demokrasi içinde görülecekse, bilinmelidir ki; bizim misli ile göstereceğimiz tepkiler de aynı demokratik çerçevede olacaktır. Dikkatinize sunmak isterim, kesinlikle vermek istemeyenlerle, ısrarla almak isteyenler arasındaki engeller zayıfladığında, mesafeler kısaldığında, taraflar görüş menziline girdiğinde ortaya çıkabilecek gelişmeler hakkında aranızda bir fikri olan veya öngörü geliştiren var mıdır? Özellikle açılım sürecini farklılıklar üzerine oturtmaya çalışanlar, PKK taleplerine göz kırpanlar bu sorulara gerçekçi bir cevap vermek durumundadırlar.”
Devlet Bahçeli, bu cevapları vermeleri gereken ancak hazırlıkları olmayanlara, hayatın müştereklerinin bağlayıcı kuvveti, farklılıkların zayıflatıcı etkisinden mutlaka üstün olduğunu hatırlatmak istediğini söyledi.
“SOYUT DEMOKRASİ, SANAL AÇILIM”
“Herkes anasının dilini konuşup konuşmamak hususunda serbesttir” diyen Bahçeli, bunun gündelik hayattaki özel münasebetlerin kurulmasında bir engel oluşturmadığını, buna mani olacak kimsenin de olmadığını söyledi.
Ancak resmi dilin dışındaki ikinci bir dilin kamusal alanda resmiyet kazanmasının milletin birlik ve devamlılığını durduracağını kaydeden Bahçeli, “Eğer Türkçemiz, hepimizin günlük iletişim dili olmaktan çıkarsa bilimin, sanatın, yargının, eğitimin, idarenin dili olmaktan da adım adım çekilir ve sonunda yönetim gücü ortadan kalkar.
Bahçeli, “Soyut bir demokrasi putu peşinde ve sanal açılım paketleri ile milletin ufalanmasına göz yummalarının ve millet birliğinden vazgeçmelerinin asla mümkün olmayacağını söyledi.
DEMOKRATİK AÇILIM
Devlet Bahçeli, “Sözde açılım projesinin”, bölgede su ve enerjiyi ele geçirmek, kontrol altında tutmak ve stratejik olarak rezerve etmek isteyen küresel gücün yazdığı Büyük Ortadoğu Projesi'nin dayatması olduğunu iddia etti.
Devlet Bahçeli, şöyle devam etti:
“Tarihi kökleri itibariyle sömürgeciliğe karşı duruşu ve mazlum İslam ülkelerinde mücadelesi bilinen siyasi İslamcılığın bugünkü fason sahipleri, bu proje ile küresel oyununun parçası haline gelmiş ve ırkçı noktaya sürüklenmişlerdir..
İmralı, PKK, AKP, Peşmerge ve ABD'nin birlikte oynadığı bu oyunun sonunda milletimizin birliğinin, devletimizin tekliğinin, bin yıllık kardeşliğimizin devamı asla mümkün değildir.
'Farklılıklarımız zenginliğimizdir' bahanesiyle kurcalanan kimliklerin tahrikiyle uyanacak etnik ayrımcılığın, sosyolojik zeminde tutunmasıyla birlikte ne anayasalar, ne yasaklar, ne tavsiye kararları ve ne de sözde demokratik açılımlar bu yıkımı durdurmaya yetmeyecektir.
Bu aşamaya kadar bile, PKK terör örgütünün 25 yılda yapamadığı ayrışma ve husumeti Hükümet kısa sürede başarmış ve terör örgütü ile kahraman, fedakar şehitlerimizi, gazilerimizi ve aziz yöre halkını aynı kefeye oturtmuştur.
Türk Milleti adı ile oluşmuş milli kimliğin kırılması ile sonuçlanacak süreçte alt kültürlerin kimlik haline gelmesiyle derin bir ayrışma ve husumetin tohumları atılmaya başlanmıştır.
Bu gelişmelerle birlikte, vatan topraklarını ve kardeşliğimizi canı pahasına savunan vefakar ve fedakar yöre halkının ve korucuların çaresizleştirilerek, PKK'nın insafına ve zulmüne teslim edilmesi tehlikesi ortaya çıkmıştır.
Milliyetçi Hareket, oyunu görmüş, okumuş ve bozmuştur. Başbakan'ın geri adım atarak, sıkıştığı anlarda sığındığı takiyye alışkanlığı ile milletin, devletin, bayrağın ve vatanın tekliğine vurgu yapmak zorunda kalmasının nedeni budur.”
Devlet Bahçeli, Hükümet'e yönelik, “Girdiğiniz yoldan dönmemekte ısrarlı iseniz, açılım ortağınızla birlikte elele veriniz ve hodri meydan, bölünme yasalarını çıkartabiliyorsanız çıkartınız” dedi.
Bahçeli, tarihin, ihanetleri de kahramanları da geçmişte kaydettiğini şimdi de kaydedeceğini sözlerine ekledi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12943324.asp
Türk Demokratik Açılım oturumunda konuştu
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilmesi durumunda, silahların 3 ay içinde Türkiye'nin gündeminden kalkabileceğini söyledi.
Türk, TBMM Genel Kurulunda görüşülen “Demokratik açılım” ile ilgili genel görüşme önergesi üzerinde partisi adına yaptığı konuşmada, ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilmesi durumunda, silahların 3 ay içinde Türkiye'nin gündeminden kalkabileceğini ifade etti.
“Bu meselede canı yanmayanlar, yüreği dağlanmayanlar rahat olabilirler. Ancak hiç kimse, bize bir daha bu acıları yaşatma hakkına sahip değildir ve bundan sonra da olamayacaktır” diyen Türk, siyasi ve ekonomik rantları için bu acıların sürmesini isteyenlere karşı demokrasi mücadelelerini sürdürdüklerini, bundan sonra da kararlı bir biçimde sürdürmeye devam edeceklerini bildirdi.
Ahmet Türk, ülkenin bu en temel sorununu demokratik siyasal bir çözüme kavuşturmak için, TBMM'de bulunan bütün partilerin temsil edileceği bir komisyon kurulmasını önerdi. Türk, “Madem bu sorun bizim sorunumuzdur, madem çözümünü de biz kendimiz bulacağız, o halde; Hükümet, bu süreci artık kapalı kapılar ardında yürütüp süreci bulandırmak yerine, Meclise teslim etmelidir” dedi.
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, “Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Alevisi, Sünnisi ile binlerce çiçekli bahçeyi kurutup, tek çiçeğe dönüştürmeyi savunmanın hiçbir makul gerekçesi olamaz” diye konuştu.
Genel Kurulda, “demokratik açılım” konusundaki Genel Görüşme önergesi üzerinde konuşan Türk, “Kürt sorununun” ortaya çıkması, büyümesi, derinleşmesi ve sonuçta çözümsüz bir hal almasının “devletin hatalarıyla doğrudan bağlantılı olduğunu” iddia etti.
“Sorunun bu hale gelmesi, elbette ki uluslararası sistemden ve güç dengelerinden bağımsız da değildir” diyen Türk, “Bu sorun, hiç şüphesiz ki Türkiye'nin kendi içinde ve iç dinamikleriyle çözmesi gereken bir sorundur. Ancak bu durum, konuyu dış dünyadan yalıtarak ele alma lüksüne ya da hatasına bizleri sevk etmemelidir” dedi.
“Farklılıkların inkarı ve demokrasi yoksunluğunun, ülkeyi uluslararasısistemin sömürüsüne ve istismarına açık hale getirdiğini” ifade eden Türk,“Bu, temel bir paradigma farkıdır. Yıllardır emperyalizme karşı mücadele ettiğini sananların birçoğu bile, Kürt sorununa yaklaşımdaki hatalar nedeniyle, bunların değirmenine su taşıdığını fark etmedi. Bazıları da ülkenin birliğini ve bütünlüğünü koruma adı altında yapılan hataların, Türkiye'yi adım adım bunlara teslim ettiğini göremedi” diye konuştu.
“TEMEL YANILGI”
“Sorunların üstüne şiddetle gidildiğini, tepkilerin nedenlerinin doğru analiz edilmediğini, demokratikleşme hamleleriyle yaklaşılmadığını” bildiren Türk, “Bunlar yapılmış olsaydı; bu gün 40 bin ölüden, binlerce faili meçhulden bahsetmeyecektik. Boşaltılmış üç bin köyden, göçe zorlanan milyonlardan, yitip giden yüzlerce milyar dolardan söz ediyor olmayacaktık. Taş attığı için, hapislere tıkılan yüzlerce çocuğun dramı ile yüz yüze kalmayacaktık” dedi.
“İşte, tam bu noktada, PKK'nın bir sonuç olduğunu ifade etmek istiyorum” diyen Türk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“PKK, devletin ve hükümetlerin siyasal hataları neticesinde ortaya çıkmış bir sonuçtur. Ancak devlet, bu sonucu ortadan kaldırmayı bir çözüm politikası olarak benimsediği için, sorunun nedenleri hiçbir zaman ele alınmamıştır. Bize göre temel yanılgılı yaklaşımlardan biri budur.
Kimi çevreler ise aslında Kürtlerin herhangi bir sorununun olmadığını, bu taleplerin dış güçlerce üretildiğini, herkesin eşit yurttaş olarak bu ülkede yaşadığını savunarak sorunu görmemeyi tercih etmiştir.
Eğer eşit yurttaş olduğumuzu, hiçbir sorunumuz olmadığını iddia ediyorsanız, lütfen biraz empati yapın. Bir an düşünün; Birileri çıksa ve 'yeryüzünde Türkçe diye bir dil yoktur' dese ve tek kelime Kürtçe bilmeyen sizin çocuğunuza, zorla Kürtçe eğitim yaptırsa, kendinizi eşit yurttaş olarak hissedebilir misiniz bu ülkede?
Bu haksızlığa karşı çıkmazsanız, insanlık onurunuzu koruyabilir misiniz? Eminim bunun düşüncesi bile, bazılarınızın tüylerini diken diken ediyordur. İnsanın kendi ülkesinde, kendi anavatanında, kendi devleti tarafından dilinin inkar edilmesi, yasaklanması, yok sayılması nasıl bir travma yaratır? Bunu anlayabilir misiniz? İşte, düşüncesi bile, sizin tüylerinizi diken diken eden bu trajediyi biz yıllardır yaşıyoruz. Hiç değilse onurumuzu korumak için, bu politikalara karşı çıkıyoruz.”
“ASIL ETNİK MİLLİYETÇİLER TEK ETNİK KİMLİĞİ DAYATANLARDIR”
“Türk halkının bir tarihi, kültürü, medeniyeti olduğunun inkar edilmeyen bir gerçektir” diyen Türk, “Şüphesiz ki; bu tarihine, kültürüne sahip çıkması da, onur duyması da en temel hakkıdır. Ancak aynı şekilde, Kürtlerin de bir tarihinin, kültürünün, edebiyatının ve sanatının olduğu da inkar edilemez bir gerçektir” dedi.
Kültürlerin tümünün yan yana barış içinde, birbirine saygı temelinde yaklaşmasının “bir erdem örneği olacağını” ifade eden Türk, “Bu örnekler tarihimizde vardır. Görkemli uygarlıklar, bu şekilde ortaya çıkmıştır” diye konuştu.
Türk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Alevisi, Sünnisi ile binlerce çiçekli bahçeyi kurutup, tek çiçeğe dönüştürmeyi savunmanın hiçbir makul gerekçesi olamaz. Bu nedenle bir kez daha ifade ediyorum; Bu mesele bir Kürt-Türk meselesi değildir. Türk halkına karşı bir tutum da değildir. Asimilasyon politikalarına karşı bir tutumdur. Bunun doğru anlaşılması gerekir.
İnkar edilmiş, yok sayılmış bir dili ve kültürü savunmayı da etnik milliyetçilik olarak tanımlayanları halkın vicdanına havale ediyoruz. Ortada resmi olarak kabul edilmiş bir etnik kimlik bile yokken 'bu kimlik vardır' demenin neresi milliyetçiliktir, neresi ırkçılıktır? Asıl etnik milliyetçiler, vatandaşlarına tek etnik kimliği dayatanlardır. İğneyi kendine batırmayıp da çuvaldızı bize batıranlardır.
Peki bunca hata, inkar, baskı, sindirme girişimi, işkence, cezaevleri, operasyonlar sorunun çözümüne en küçük bir katkı sundu mu? Sorunun giderek büyümesine ve içinden çıkılmaz bir hale gelmesine neden olan, bu uygulamalar değil midir?”
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, hiç kimsenin bayrakla, sınırlarla bir sorunu olmadığını ve olmayacağını ifade ederek, “Ülkenin ortak dili Türkçedir, Türkçe olmaya devam eder. Hatta kendi anadilinde eğitim yapacak olanlar için, Türkçe ortak iletişim dili olarak korunur” dedi.
Türk, “Demokratik açılım” ile ilgili genel görüşme önergesi üzerinde partisi adına yaptığı konuşmada, bölge halkının, barışı ve demokrasiyi ne kadar büyük bir hasretle sahipleneceğini görmenin birilerini ürkütebileceğini söyledi.
“Fakat inanınız ki, barış işte bu kadar gerçek ve bu kadar elle tutulabilir bir şeydir” diyen Türk, “Eğer geçmişimizle gerçek bir yüzleşme sağlayamazsak, gelecek için birbirimize güvenemeyiz. Bu politikalar geçmişte yaşandığı düzeyde kabaca olmasa da; günümüzde de inceltilmiş bir şekilde halen yürütülmektedir” dedi.
Yaşananlara rağmen halklar arasında bir etnik çatışmanın yaşanmamış olmasını, bir kazanım olarak değerlendiren Türk, “Biz, bu inkarcı politikalara karşı çıkarken de halkı suçlamıyoruz. Bundan sorumlu tutmadık, tutmuyoruz. Çünkü biliyoruz ki; bu inkarcı, asimilasyoncu politikaları üreten ve uygulayan halk değildir. Devleti ele geçirmeyi başaran ittihatçı ekip ve onların ardılı olan zihniyetlerdir” diye konuştu.
Bölgenin geri bırakılmışlığının nedeninin, devletin birçok raporunda da ortaya çıktığı gibi, bilinçli bir ihmal ve ayrımcı politikalar sonucu olduğunu iddia eden Türk, bölgeler arası gelişmişlik farklarının ortadan kaldırılması için, devlet destekli yatırımlar ile bölge ekonomisinin canlandırılması gerektiğini bildirdi.
Ahmet Türk, şöyle konuştu:
'Bu, bir Kürt-Türk çatışması değildir. Sorun, Kürtler başta olmak üzere vatandaşlarına demokrasiyi, özgürlükleri çok gören, resmi devlet ideolojisi sorunudur. Bu ülkede demokrasi ihtiyacı olan sadece Kürtler de değildir. Ülkede Türk kavramı ve millet tanımı bile, bu resmi ideoloji tarafından, özünden boşaltılmıştır.
Kimliklerin, dillerin, kültürlerin kendini özgürce, korkmadan, baskılanmadan ifade etmesi ülkeyi bölmez. Tam tersine, ülkeye aidiyet bağlarını güçlendirir. Asıl bölünme tehlikesi, kimliklerin inkarı ve bastırılması üzerine ortaya çıkar. Hiç kimse bu ülkedeki farklı kimlikleri bir ayrışma veya bir çatışma nedeni olarak görmemeli, göstermemelidir.
Bugün geldiğimiz noktadaki durum, eski zihniyetten bir kopuş yaşanmadığı için, maalesef yeterince ilerlemiyor. 1980 askeri darbesinin ürünü cunta anayasasını değiştirmeyi bile gündemine alamayan bir çözüm yaklaşımı, önceki inkar yaklaşımlarından, özü itibariyle, ne kadar farklı olabilir? Hükümetin amacı, sorunu kalıcı bir şekilde ve demokratik bütün hakları hayata geçirerek çözmek midir? Yoksa bu sorunla bir müddet daha yaşamaya devam etmek, yani sorunu 'katlanılabilir' bir düzeye çekmek midir? Bu konularda Hükümet, acilen netleşmelidir.”
“BİZ ÇÖZMEZSEK, KİMSE GELİP ÇÖZEMEZ”
DTP Genel Başkanı Türk, uluslararası oyunları bozmanın ve boşa çıkarmanın tek yolu demokratik çözüm olduğunu ifade etti. “Bu, sorunumuzu çözmezsek, kimse gelip bizim sorunlarımızı çözemez, belki çözülsün de istemez.
Demokrasisini kendi özgücüyle güçlendiremeyen hiçbir toplum, esaretten kurtulamaz” dedi.
“Bizi bir arada tutan yeterince ortak değerimiz vardır, var olmaya devam eder” diyen Türk, 'Hiç kimsenin bayrakla, sınırlarla bir sorunu yoktur, olmaz. Ülkenin ortak dili Türkçedir, Türkçe olmaya devam eder. Hatta kendi anadilinde eğitim yapacak olanlar için, Türkçe ortak iletişim dili olarak korunur” diye konuştu.
Ahmet Türk, Türkiye'nin demokrasi dışında başka bir çıkış yolu kalmadığını, demokrasinin ülkeye zarar getireceğini söylemenin de kimsenin savunabileceği bir şey olmadığını belirtti. Hükümetin, “Kürt Açılımı” adıyla başlattığı, sonra da “Milli Birlik Projesi” adında karar kıldığı sürecin, anlatmaya çalıştığı çözüm zihniyetinden uzak olduğunu kaydeden Türk, “Hükümet şundan emir aldı. Bu bir dış dayatmadır, ABD projesidir” denilerek Hükümetin küçük düşürülmesini de doğru bulmadıklarını söyledi.
“GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEDE CESUR OLMADAN...”
Hükümetin somut tek bir projesi, tek bir adımı olmamasına ve partisini ısrarla sürecin dışında tutma gayretlerine rağmen umutlarını yitirmediklerini vurgulayan Türk, şunları kaydetti:
“En azından sorunun artık orduya havale edilmemesi umuduyla, siyasal alanda bizlerin sorumluluğunda kalması ve bu vesileyle ölümlerin durması adına bu süreci destekledik, desteklemeye devam ediyoruz. Ancak, Hükümetin askeri operasyonlardaki ısrarı ve meseleyi güvenlik boyutunun ötesine taşıyamamış olması, ölümleri durdurmadığı gibi, süreci de ilerletememiştir.
Biz şuna inanıyoruz: Eğer ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilirse; silahlar üç ay içinde Türkiye'nin gündeminden kalkabilir. Bu meselede canı yanmayanlar, yüreği dağlanmayanlar rahat olabilirler. Ancak hiç kimse, bize bir daha bu acıları yaşatma hakkına sahip değildir ve bundan sonra da olamayacaktır. Bizler, siyasi ve ekonomik rantları için, bu acıların sürmesini isteyenlere karşı, demokrasi mücadelemizi sürdürdük.
Ülkenin bu en temel sorununu demokratik siyasal bir çözüme kavuşturmak için, TBMM'de bulunan bütün partilerin temsil edileceği bir komisyon kurmayı yüce Heyetinize öneriyoruz. Madem bu sorun bizim sorunumuzdur, madem çözümünü de biz kendimiz bulacağız, o halde; Hükümet, bu süreci artık kapalı kapılar ardında yürütüp süreci bulandırmak yerine Meclise teslim etmelidir. Kurulacak bu komisyon, ters yüz edilmiş tarih anlayışını sorgulayarak, gerçekleri açığa çıkarabilmelidir. Hakikatleri araştırıp, kimin nerede hangi hataları yaptığını, ülkenin hangi dönemeçlerde, zayıflatılıp teslim alınmaya çalışıldığını ortaya çıkarmalıdır. Geçmişle yüzleşme noktasında cesur olmadan; Cumhuriyet, elitlerin işgalinden kurtarılıp demokratik bir hale getirilemez.”
“BASKICI ŞİDDET YÖNTEMLERİ İSYANLARI DOĞURDU”
“Devletin ısrarı ve kullandığı baskıcı şiddet yöntemlerinin” isyanları doğurduğunu ve bu defa devletin, bu isyanları bastırmak için “en şiddetli yollara başvurduğunu” belirten Türk, “Şeyh Sait İsyanı da Ağrı ve Dersim olayları da doğru okunamadı. Bozulan düzeni yeniden tesis etme adına, akıl almaz baskılar, katliamlar uygulandı” dedi.
Türk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dönemin, Erkanı Harbiye kurumunun, hükümete sunduğu raporda, 'Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetin müdahalesi, Dersimli'ye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder' diyor ve ondan sonra yaşanan trajediler biliniyor. Munzur suyunun nasıl kızıla boyandığı resmi tarihçiler tarafından yazılmamış olsa da halk tarafından kuşaktan kuşağa aktarılan gerçekler sayesinde çok iyi biliniyor.
Düzenin niye bozulduğunun üstünde durulmadı, araştırılmadı. O dönemlerde yaşananların üstü örtüldüğü yetmezmiş gibi bugün bile aynı zihniyetin temsilcileri çıkıp bu yöntemleri bir daha uygulamaktan söz etme cesaretini gösterebiliyor. O dönemin sorumlu siyasetçilerini, nasıl etkisiz hale getirdilerse, şimdi de bu mantığı aynen devam ettirmek isteyenler olduğunu görüyoruz.”
“GELİN HEP BERABER SORUMLULUK ALALIM”
DTP Genel Başkanı Türk, bu dönemde ortaya konulan yaklaşımların darlığına rağmen umutsuz olmadıklarını söyledi.
“Ortada bu kadar tarihi gerçekler ve yaşanmış acılar varken, 'ben meseleyi askeri operasyonlarla çözerim' diyen bir politikacı, çözümsüzlüğe hizmet eder” diyen Türk, üstlendikleri sorumluluk gereği, bırakın tek bir yurttaşın ölmesini, burnunun kanamasının bile, makamlarıyla kıyaslanamayacak kadar değerli olduğunu, barış için koltuklarından değil, canlarından vazgeçmeye hazır olduklarını bildirdi.
Türk, “Tarih karşısında onurlu bir yere sahip olmak her siyasetçiye nasip olmaz. Gelin bu onuru hep birlikte paylaşarak, çocuklarımıza barış ve huzur içerisinde yaşanacak bir gelecek armağan edelim. Bizler bugün varız, yarın yokuz. Ama halklarımız hep var olacak. Bizi ya minnetle ya da öfkeyle anacaklar. Gelin hep beraber sorumluluk alalım. Bu sorunları çözelim ki, gelecek kuşaklar da bizi minnet ve şükranla ansınlar” diyerek sözlerini tamamladı.
Türk'ün konuşmasını, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, AK Parti'li milletvekilleri alkışlarken, DTP'li milletvekilleri de ayakta alkışladı.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12943467.asp
Başbakan, Demokratik Açılım oturumunda konuştu
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Atatürk'ün en büyük başarılarından biri, her türlü farklılığı önce TBMM çatısı altında ardından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı paydasında birleştirmek, millet olma bilincini güçlendirmek olmuştur” dedi.
“Demokratik açılım” konusunda Mecliste yapılan Genel Görüşme önergesi üzerinde söz alan Erdoğan, üç gün önce, vefatının 71. yılında minnetle anılan Gazi Mustafa Kemal'in, TBMM'nin açılışı öncesinde yayınladığı tebliğde, “O günden, yani 23 Nisan 1920'den itibaren, askeri ve sivil bütün makamlarla, bütün milletin, tek mercinin, Büyük Millet Meclisi olacağını” ifade ettiğini hatırlattı.
TBMM'nin o günden itibaren, aziz milletin tek merci olduğunu belirten Erdoğan, “Bu Meclis, Gazi, Kurtuluş Savaşımızı sevk ve idare eden Meclis'tir. Bu Meclis, millet iradesinin tezahür ettiği, tecessüm ettiği Meclistir. Bu Meclis, açıldığı 23 Nisan 1920'de, bu ülkenin bütün renklerini, bütün çiçeklerini, bütün kokularını, bu ülkenin topyekün sesini, nefesini bünyesinde toplamış, bu ülkeyi teşkil eden, Cumhuriyeti kuran bütün unsurları çatısı altında birleştirmiş bir Meclistir” dedi.
Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“1920'de ilk Meclis'te Ankara Mebusu Mustafa Kemal, Afyonkarahisar'dan Ömer Lütfi Ergoşa, Ardahan'dan Filibeli Hilmi, Balıkesir'den Abdulgafur Efendi, Bilecik'ten Mostarlı Boşnak Ahmet Lakşe, Bitlis'ten Derviş Sepunç, Burdur'dan Mehmet Akif, Çankırı'dan Müştak Torbo, Diyarbakır'dan Abdülhamit Hamdi, Manisa'dan Çerkes Reşit, Dersim'den Diyab Ağa var.
Kurtuluş Savaşı'na başkumandanlık yapan, Türkiye Cumhuriyeti'ni inşa eden ruh ve irade, Türkiye'nin tüm unsurlarını işte bu Meclis'te cem etmiştir.
Atatürk'ün en büyük başarılarından biri, her türlü farklılığı önce TBMM çatısı altında, ardından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı paydasında birleştirmek, millet olma bilincini güçlendirmek olmuştur.”
İlk Meclisin açılışında Gazi'nin dile getirdiği, “Efendiler... Burada maksut olan ve Meclis-i Alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden
mürekkep anasır-ı İslamiyedir, samimi bir mecmuadır...” ifadelerinin her an hatırda bulundurulması gerektiğini kaydeden Başbakan Erdoğan, “Bu Meclis, aziz milletimizin hamurunu çokluk içinde birlik anlayışıyla yoğurmuş, milletimizin birlik ve bütünlük ruhunu tesis etmiştir” dedi.
“HER MESELESİNİN ÇÖZÜM YERİ BU MECLİSTİR”
Büyük Millet Meclisi'nin Kayseri'ye taşınması teklifi karşısında söz alan ve “Biz buraya Ankara'dan kaçmak için gelmedik. Savaşmaya, dövüşerek ölmeye geldik” diyen Dersim Mebusu Diyab Ağa'nın, bu Cumhuriyetin hangi ruh ve ideal üzerine inşa edildiğinin en somut abidelerinden yalnızca bir tanesi olduğunu ifade eden Erdoğan, “89 yıl boyunca da bu Meclis hep milletin Meclisi olarak kalmıştır ve hep öyle kalacaktır. Türkiye'nin her meselesinin çözüm yeri bu Meclistir. Türkiye'de her meselenin cesaretle, samimiyetle, açık seçik konuşulacağı zemin işte bu Meclistir. Bu Meclis, 89 yıl öncesinin gerisine düşemez. Bu Meclis, 89 yıl önce, renklilik üzerine, özgürlük üzerine, en önemlisi de demokrasi üzerine inşa ettiği temellerinden ve ilkelerinden taviz veremez” diye konuştu.
Başbakan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Varlık yokluk mücadelesi veren, istiklal mücadelesi veren, bir milleti küllerinden ayağa kaldıran bu şanlı Meclis, elbette her türlü sorunu ele alabilecek, her türlü sorunu çözüm yoluna koyabilecek bir tarihi geçmişe, derin bir tecrübe ve sağduyuya sahiptir.
Türkiye'nin en önemli sorun alanlarıyla ilgili meseleleri de elbette Meclis'te konuşmak, tartışmak durumundaydık ve bu amaçla genel görüşme yapılmasını istedik. Bundan daha doğal ne olabilir. Her meselenin özgürce konuşulduğu, cesaretle konuşulduğu, millet adına konuşulduğu, nezaketle, edeple, adapla, karşılıklı saygıyla, hoşgörüyle ele alındığı İlk Meclis, bugünkü Meclis için bir model olmak, bir ilham kaynağı olmak zorundadır.
İktidar kadar muhalefet de demokrasinin olmazsa olmaz unsurudur. Muhalefetin, iktidarla her konuda bire bir düşünmesini, mutabık olmasını, her konuda ittifak etmesini asla bekleyemeyiz, bu, demokrasinin de doğasına aykırıdır.
Ancak, her konuya, sırf iktidarın önerisidir, fikridir, girişimidir diyerek karşı çıkmak; yapıcı bir öneri, yapıcı bir eleştiri getirmek yerine, temelden her meselenin karşısında durmak millet istifadesine de değildir, memleket yararına da değildir. Demokrasinin en temel şartı diyalogtur, müzakeredir, uzlaşı aramaktır. Her konuda uzlaşmak, her konuda aynı düşünmek demokrasinin bir gereği değildir, ama her türlü farklılığa rağmen konuşmak, tartışmak, sorunlara çözüm aramak demokrasinin bir gereğidir. Konunun özüne dönük görüş beyan etmek, eleştiri getirmek yerine, hükümet kendisini anlatamasın diye çaba göstermek, farklı polemiklerle konuyu saptırmaya çalışmak bir muhalefet tarzı olamaz.
Bizler bu Meclis'te yeni değiliz. Uzun yıllardır bu Mecliste olan milletvekilleri var. Bu Meclis'in kurulduğu günden beri tutanakları var. Bugün, Türkiye'nin her tarafında bizi izleyen aziz vatandaşlarımız, siyasette tutarlılık istiyor. İzleyici tribünlerine eli tutularak getirilenler olursa bunlar, bu Meclisin asaletiyle bağdaşmaz. Milletin Meclisi'ndeki üslup, elbette çocuklara, elbette gençlere, elbette tüm bir millete örnek teşkil edecek bir üslup olmalı, sağduyuyu ve aklı selimi yansıtan bir üslup olmalıdır.'
“KİN GÜTMEMİŞ, İNTİKAM HİSSİ İÇİNDE OLMAMIŞ”
86 yıl önce, birlik, beraberlik ve dayanışma üzerine inşa edilen Cumhuriyet'in, 86 yıl boyunca gelişerek, güçlenerek, bölgesinde ve dünyada, tarihine, kültürüne, medeniyetine yaraşan bir ağırlık kazanarak bugünlere ulaştığını belirten Erdoğan, Cumhuriyet'in, 86 yıl boyunca, dünyadaki değişime ayak uydurduğu ölçüde, demokrasisini ilerlettiği ölçüde, kendisini yenilediği,reformları hayata geçirdiği ölçüde ilerlediğini ve kalkındığını dile getirdi.
Trablusgarp Savaşı'nda, Tobruk ve Derne'de savaşan; Balkan Savaşı'nda, Gelibolu, Bolayır, Dimetoka ve Edirne'yi savunan; Çanakkale Savaşı'nda Anafartalar Grup Komutanı olarak zafere imza atan ve Kurtuluş Savaşımızın Başkumandanı olarak bu ülkeyi istiklaline kavuşturan Gazi Mustafa Kemal'in, Cumhuriyetin ilanının hemen ardından, savaştığı tüm ülkelerle diplomatik ilişkileri geliştirmenin gayreti içinde olduğunu anlatan Başbakan Erdoğan, “Atatürk, kin gütmemiş, intikam hissi içinde olmamış, küsmemiş, husumet beslememiş, tam tersine, işgalci ülkelere Kurtuluş Savaşı'nda gereken cevabın verildiği düşüncesiyle yeni bir dönem başlatmıştır” dedi.
Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal'in, ülkenin etrafına duvarlar örmediğini, ülkenin ufkunu daraltmadığını, tam tersine, “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek Türkiye'yi büyütmenin mücadelesine, istikbal mücadelesine yoğunlaştığını söyledi. Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Soruyorum; Yurtta sulhu tesis edemeyenleri cihanda sulhu tesis edebilir mi? Bunun başarılması lazım. Bugünün, ulusal ve uluslararası meselelerini, dar kalıplar üzerine inşa edenler, meselelere hissi yaklaşanlar, ulusal ve uluslararası problemleri kin, nefret ve intikam duygusuyla mülahaza edenler, Cumhuriyet'in kuruluş ruhuna ve kurucusuna haksızlık ederler.
Biz, 'Türkiye'nin üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili' diyen bir anlayışla değil, 'Yurtta sulh, cihanda sulh' anlayışıyla hareket ediyoruz. Biz, düşman üretmek değil, dost kazanmak yaklaşımıyla dış politika belirliyoruz. Bizim barışçı aktif dış politikamızı eleştiren anlayış o gün var olsaydı, ne Kurtuluş Savaşı son bulurdu, ne Lozan olurdu, ne Cumhuriyet, ayakları üzerinde doğrulurdu. Emin olun ki bu anlayış, Atatürk'ün diplomatik temaslarına da 'dünyada sulh' anlayışına da karşı gelir, ayak direrdi. Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923'te ne kadar büyük düşündüyse, bugün de o kadar büyük düşünmek durumundadır… Bu devlete ve bu millete Büyük düşünmek yakışır. Bizler, küçük meselelere takılıp kalamayız. Biz, ülke olarak, millet olarak, devlet olarak, tarih boyunca her zaman büyük düşündük, büyük adımlar attık, büyük hedefler belirledik ve büyük ideallerin peşinden koştuk. Bugün de aynı ruh ve aynı heyecanla büyük düşünmek ve büyük hedeflere doğru kararlı adımlarla ilerlemek, bizim ve tabii ki bu yüce Meclisin asli vazifesidir.
Bu Yüce Meclis, memleketin meselelerine çözüm üretecek güce sahip bir Meclistir. Hiçbir ülke, topluluk, grup ya da zümre, milletin bu aziz Meclisine hiçbir şey dayatamaz. Bu Meclis yıllar yılı hayali tehditlerle meşgul edilmiştir, şimdi olduğu gibi. İçini bildikleri için değil, gerçekleri bildikleri için değil, dış güçlerin talimatlarıyla, oralardan verilen emirlerle, Büyük Ortadoğu Projesi gibi ifadelerle. 'Nedir' diye sorsanız, içeriğinde ne var diye sorsanız bilmezler. Söyledikleri bir şey de zaten yok. Hiç bir zaman bir belgeye, delile bağlı olarak da konuşamazlar. Çünkü o kapasiteleri de yok. Böyle bur durumları var.
Bu ülkenin enerjisi, var olmayan tehditler nedeniyle israf edildi.
Dünya değişirken, dönüşürken, gelişirken, bu ülke sonu gelmeyen tartışmalarla, çözüm üretilmeyen meselelerle oyalandı, duraklatıldı, geri bırakıldı. Bugün, o eski anlayışla, o eski siyaset tavrıyla, artık tedavülden kalkmış siyasi üslupla, Türkiye'ye yeni tehditler, yeni korkular, var olmayan ve var olmayacak yeni düşmanlar üretmek suretiyle kimsenin sanal tehditler üretmeye hakkı yoktur.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin tüm sorun alanlarına el atmak, sıkıntıları hafifletmek, demokrasiyi her alanda hakim kılmak için “demokratik açılım” sürecini başlattıklarını bildirdi.
“Demokratik açılım” konusunda TBMM'de yapılan genel görüşmede, eleştirileri hükümet adına yanıtlayan Erdoğan, Hükümet olarak, 7 yıldır bu ülkenin kronik meselelerini çöze çöze bugünlere geldiklerini söyledi. Erdoğan, enflasyondan faizlere, dış ticaretten uluslararası yatırımlara, turizm gelirlerinden ücretlere, bölünmüş yollardan dersliklere, modern teknolojiyle donatılmış okullardan üniversitelere, yüksek standartlı demokrasiden dış politikaya kadar her alanda ezberleri bozduklarını, statükoyu değiştirdiklerini ve Türkiye'ye yeni bir ufuk çizdiklerini bildirdi.
7 yıl boyunca, ekonomiyi, toplumsal yaşamı, dış politikayı sağlam bir zeminde yüceltmek ve büyütmek için, demokratik hak ve özgürlükleri olabildiğince genişlettiklerini belirten Erdoğan, şunları söyledi:
“Bu iktidar döneminde, temel hak ve özgürlüklerin almış olduğu irtifa hiçbir dönemde olmamıştır. Bugün çağdaşlığın da modernliğin de evrensel değerlerle buluşmanın da yolu demokrasiden, daha ileri, daha gelişmiş bir demokratik standarda ulaşmaktan geçiyor. Ülkemizdeki tüm sorun alanlarına el atmak, sıkıntıları hafifletmek, demokrasiyi her alanda hakim kılmak için demokratik açılım sürecini başlattık. Yani bu olayı sadece terör sorunu olarak algılamak veya anlatmak ayrı bir yanlıştır. Sadece Kürt sorunu olarak algılamak veya anlatmak ayrı bir yanlıştır. Hedef, milli birlik ve kardeşlik projesidir. Süreç, demokratik açılım sürecidir. Burada tabi ki öncelikli sorun terörle, terör sorunuyla mücadeledir. Etnik unsurların sorunlarıyla mücadeledir. Bunun içinde Kürt sorunu da vardır, Arnavut sorunu da vardır, benim Türk vatandaşımın sorunu da vardır. Abaza, Arnavut, Roman... Hepsinin sorunu vardır, kendilerine göre, bunları çözmek durumundayız. Bunun yanında azınlıkların da sorunları var, inanç gruplarının da sorunları var.”
Bu sözlerine karşın, muhalefetin söz atması üzerine Erdoğan, “Sana gelmiyor, bana geliyor bunlar. Bu sorunlar bana geliyor, size gelmiyor çünkü kimse sizi zaten muhatap olarak kabul etmez. Sizin ilafta yeriniz yok” diye konuştu.
Erdoğan, daha sonra sözlerine şöyle devam etti:
“İstiyoruz ki her sorun alanı demokratik standartların yükselmesiyle, temel hak ve özgürlüklerin gelişmesiyle, adalet ve hakkaniyetin her vatandaşı kuşatmasıyla, ezilen, horlanan, dışlanan herkesin kucaklanmasıyla aza insin... 7 yıl boyunca bu anlayıştan, bu yaklaşımdan, bu kucaklayıcı tavırdan taviz vermedik. 72 milyon vatandaşımızın her birinin sofrasındaki ekmeğin, özellikle büyütülmesi gayreti içinde olduk.”
Muhalefet partilerinin konuşmasını laf atarak bölmesi üzerine Erdoğan, “Sayın Başkan, şahsım ve grubum diğer liderler konuşurken en ufak bir müdahalede bulunmadılar. Şurada bakıyorum iki muhalif grup sürekli laf atıyor. Ben hem Hükümet hem de grubumun başkanı sıfatı ile konuşuyorum. Lütfen anlayın ki anlatabilesiniz. Dinlemesini öğrenin. Dinlemediğiniz sürece de hiçbir şey anlatamazsınız bu ülkede” diye konuştu.
Daha sonra konuşmasını sürdüren Erdoğan, çözüm üretmeyen bir siyasetin, sorunları ele almayan, hafifletmeyen bir demokrasinin, halkın taleplerine duyarsız kalan bir devlet anlayışının olamayacağını ifade ederek, “Bu noktadan hareketle, bizler dedik ki insanı yaşat ki devlet yaşasın, insanı yücelt ki devlet yücelsin” dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 7 bölgenin 7'sinde de birinci parti, 81 vilayetin 80'inde milletvekili çıkartan tek parti olduklarını belirterek, “Niçin? Çünkü halkımızın tümünü kucaklıyoruz, dışlamak bizim anlayışımızda yok. Ayrımcılık bizim anlayışımızda yok” dedi.
“Demokratik Açılım” konusunda TBMM'de yapılan genel görüşmede, eleştirileri hükümet adına yanıtlayan Erdoğan, demokrasiden hiç kimsenin korkusu, çekincesi ve tereddüdünün olmaması gerektiğini bildirdi.
“Demokrasi bu ülkeyi bölmez, tam tersine birleştirir, bütünleştirir, kardeşliğimizi daha da pekiştirir” diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Demokrasi korkuların pazarı değil, panzehridir. Demokrasi en temel meşruiyet zeminidir. Meşru siyasetin görevi, iktidarıyla muhalefetiyle, bütün sivil mekanizmalarıyla meşruiyet alanını genişletmektir. Bütün sistemler, dinler, insanın mutluluğu için birer araçtır. Amaç insanın mutluluğudur. Bunu öğren. Bizim demokratik açılımdan, milli birlik ve kardeşlik projesinden kastımız budur. Yani sorunların minimize olduğu bir Türkiye. Her yönüyle. Bunun için de bizim muhatabımız, ele aldığımız bu devlet projesiyle, millettir. Destek veren olur, olmayan olur, millettir. Biz bugün milletimizin vekillerinin huzurunda bunu konuşuyoruz. Yarından itibaren milletimize gidiyoruz. 81 vilayette milletimize anlatacağız. Sivas'ın ötesine gitmemek gibi bir durumumuz, kaygımız yok. 81 ilin 81'ine de gideceğiz.
Aksini iddia edenler, bize eski yöntemleri önerenler, (yangını niye söndürmek istiyorsunuz, bırakın devam etsin, bırakın bu yara açıkta kalsın, kanama devam etsin) demiş olmuyorlar mı? Hayır, doğru yol bu değil. Aklın ve vicdanın yolu bu değil. Demokrasinin yolu bu değil. Biz diyoruz ki; peki nedir onu söyleyin. Biz diyoruz ki Türkiye'ye güvenin, demokrasiye güvenin.”
İçişleri Bakanı'nın bir çok başlığı ifade ettiğini dile getiren Erdoğan, “Ama siz anlamakta zorlanıyorsanız benim söyleyecek bir şeyim yok” dedi.
“FARKLILIKLAR ZENGİNLİK”
Erdoğan, farklılıkların zenginlik ve renk olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:
“Gökkuşağı ne kadar güzelse, ne kadar muhteşemse, ne kadar etkileyiciyse, farklılık da o kadar güzeldir, o kadar muhteşemdir, o kadar etkileyicidir. Bu ülkenin dağlarını, Ağrı'yı, Munzur'u, Kaçkar'ı, Erciyes'i, Uludağ'ı döşeyen, binlerce, onbinlerce çiçek, farklılıklarıyla, farklı renkleri, farklı kokuları, farklı güzellikleriyle bizimdir. Hepsinin kökü bu topraktadır. Burada herhangi bir sıkıntısı benim grubumun yok. Ama bunu benim gruba sormaya da kimsenin hakkı yok.
Her biri suyunu Kızılırmak'tan, Dicle'den, Fırat'tan, Yeşilırmak'tan, bu ülkenin nehirlerinden, derelerinden alır. Hepsi bu toprakların çiçeğidir. Hepsi bizim çiçeğimizdir. Hep beraber... Derdimiz bu zaten. Biz, yanı başımızdaki komşumuzun derdini biliriz, hastalığını biliriz, ihtiyaçlarını biliriz ama etnik kökenini bilmeyiz. Bilsek de inkar etmeyiz, hor görmeyiz, sadece saygı duyarız. Biz, millet olarak öyle bir medeniyetten geliyoruz.”
Erdoğan, “Komşusu açken, kendisi tok yatan bizden değildir” anlayışıyla, bir tas çorbayı komşusuyla paylaşabilme anlayışına sahip olduklarını bildirdi. Erdoğan, “Bunu küçümsemeye de kimsenin hakkı yok. Bu farklı bir alicenaplıktır, farklı bir kadirşinaslıktır. Kimsede bunu bir sadaka kültürü olarak vasıflandıramaz” diye konuştu.
“YARADILANI YARADANDAN ÖTE SEVİYORUZ”
Burada da bir dalalet ve gaflet olduğunu vurgulayan Erdoğan, şunları ifade etti:
“Biz insanı insan olduğu için, ne Türk olduğu için, ne Kürt olduğu için, ne Gürcü, Abaza, Pomak vesaire olduğu için sevmiyoruz. Biz yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz. Zaman zaman benim alındığım gücendiğim bazı durumlar oldu. Bazı topluluklarda örneğin, Kürt kökenli bir vatandaşıma birisi kalkar (şu Kürt, şu Laz...) Bu tür ifadeleri yakıştırmak bile yanlış. Sanki o ifadeyle orada küçümseme mantığı yatıyor. Bunlardan bir defa kurtulmak lazım. Sen söyleme, ben duyduklarımı, bildiklerimi gördüklerimi söylüyorum. Zaten sıkıntının altında bu var.”
İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın genel görüşmenin öngörüşmeleri sırasında söylediği sözler karşısında kıyametlerin kopartıldığını ifade eden Erdoğan, şunları söyledi:
“Ben söylüyorum, son seçimlerde ve ondan önceki 22 Temmuz seçimlerinde, sizlerin seçim neticesi olarak Güneydoğu ve Doğuda aldığınız oylar ortadadır. Sizlerin oralarda bir bölge partisi olduğunuz ortadadır. Benim milletim niçin size oralarda oy vermiyor, ortadadır. Niçin? Biz oraların birinci partisiyiz. Güneydoğu Anadolu'da da birinci partiyiz, Doğu Anadolu'da birinci partiyiz. Toplamında birinci partiyiz. 7 bölgenin 7'sinde de birinci partiyiz. 81 vilayetin 80'inde milletvekili çıkartan tek parti biziz. Niçin? Çünkü halkımızın tümünü kucaklıyoruz, dışlamak bizim anlayışımızda yok. Ayrımcılık bizim anlayışımızda yok. Dedim ya yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz. Bizim anlayışımız bunun üzerine inşa edildi.”
Erdoğan, Halepçe'de katledilen masum yavruların, masum insanların acısınıyüreğinde hisseden yegane milletin Türk milleti olduğunu dile getirerek, 1991'deyerinden, yurdundan, köyünden, toprağından edilen bir milyon Iraklı Kürt kardeşlerine kucak açan yegane milletin yine Türk milleti olduğunu bildirdi.
Kendisinin o dönemde bir partinin il başkanlığında bulunduğunu söyleyen Erdoğan, tırlarla ilaç, yiyecek, gıda götürdüğünü söyledi.
“SANA NE? ARAŞTIR BAK”
Hangi partinin olduğu yönünde laf atılması üzerine Erdoğan, “Sana ne? Bir partinin il başkanıydım. Eğer sen yakın siyasi tarihi bilmiyorsan ben ne yapayım, aç biraz araştır bak. Siyasetçisin, politikacısın, nerede siyaset yaptığımı bilirsin” karşılığını verdi.
“Bizim tarihimiz bir, kültürümüz bir, medeniyetimiz bir, türkülerimiz bir, acılarımız, sevinçlerimiz bir” diyen Erdoğan, “Sarı gelin türküsü çalındığında, sözleri hangi dilde olursa olsun, ezgisiyle yürekleri titreyen biziz. Hazreti Hüseyin Kerbela'da Sahra'ya düşenden beri göz yaşı döken hep birlikte biziz. Sema ile elini göğe ve yere açan da biziz, semah ile kainat gibidönen de biziz” ifadelerini kullandı.
Laf atılması üzerine Erdoğan, “Genel başkanınla beraberdik, semaları beraber izledik” dedi.
“STATÜKOYU SÜRDÜRMEK...”
Erdoğan, siperlerde yan yana düşerek, bu toprakların kardeşliğini parçalanamaz şekilde birleştiren şehitlerin bulunduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Malazgirt'te nasıl bir ve berabersek, bütün Haçlı seferlerine karşı da bir ve beraber olduk, aynı sancak altında toplandık. Biz, artık bu ülkenin kronik meselelerine, ekonomik sorunlarına, işsizliğe, teröre, hiç bir demokratik hak ve özgürlük talebine karşı kulaklarımızı tıkayamayız. Yaklaşık 25 yıldır devam eden terör meselesine, tutucu, statükocu, ezberini değiştirmeyen tek boyutlu bir anlayışla çözüm üretemeyiz. Statükoyu devam ettirmenin ülkemize, milletimize menfaati varsa devam ettirelim. Ama görüyoruz ki yok. Türkiye'yi daha büyük tehlikelere, daha büyük risklere sokacak olan statükoyu benimsemek ne aklen, ne mantıken, ne vicdanen mümkündür. Statükoyu sürdürebilmek mümkün ise buyurun sürdürelim. Ama geçmişin yanlış politikalarının, bildik ezberlerin artık sürdürülebilir bir tarafı kalmamıştır. Sürdürülemez bir yaklaşımda ısrar etmek, büyük devletlere yakışmaz. Yakın tarihimiz bize şunu çok net olarak göstermiştir; sorunları yok saymak, sorunları ortadan kaldırmıyor, tam tersine daha karmaşık hale getiriyor.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Bu Meclis, Şırnak'taki asker oğlunu bekleyen Ayşe Hanım'a da yıllardır haber alamadığı dağlarda oğlunu yitiren Fatma Hanım'a da bugün bir şeyler söylemek zorundadır. Artık bebekler, çocuklar, gençler kaybettikleri yakınlarının acısını büyüterek, intikam hissini kabartarak, kinine kin katarak büyümemelidir” dedi.
“Demokratik Açılım” konusunda TBMM'de yapılan genel görüşmede konuşan Erdoğan, terörle mücadele meselesinin yaklaşık 25 yıldır, salt bir güvenlik meselesi olarak görüldüğünü ifade ederek, şunları kaydetti:
“25 yıl boyunca acaba güvenlik sorunu olarak ele aldığımız terörle mücadelede dağlar bombalandı mı? Bombalandı. Sınır ötesi operasyonlar yapıldı mı? Yapıldı. Terör sıfırlandı mı? Hayır, devam ediyor. Demek ki terörle mücadele salt olarak güven sorunu olarak, sadece güvenlik güçleriyle çözülebilecek bir sorun değil. Bunun psikolojik, sosyolojik, diplomatik, ekonomik boyutu var. Bütün bunların üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor. İşte bizler 2005'teki Diyarbakır konuşmamdan itibaren yoğun bir çalışmayı bu alanlar üzerinde geliştirmeye başladık. Bizim sadece Güneydoğu ve Doğu'da yaptığımız yatırımların, ekonomik olarak söylüyorum... Eğitimde, sağlıkta, adalette, emniyette, enerjide, tarımda, bütün toplu konut yatırımlarında yaklaşık 15 katrilyon lirayı bulmuştur. Bunlar cumhuriyet tarihinde bu bölgede görülmemiş yatırımlardır.”
Baykal'ı, “lütfedip Güneydoğu'yu, özellikle de Hakkari'yi ziyarete davet eden Erdoğan, şunları söyledi:
“Hakkari'de bir tane Yüksekova'da bir tane merkezde gayet modern iki tane hastane var. Oradaki okulları bizzat kendim gidip açtım. Oradaki okullarımızda bilişim teknoloji sınıflarını göreceksiniz. Bütün bunlarla beraber orada atılan adımlar, yapılan yol çalışmalarıyla birlikte Van-Hakkari arasındaki yolların yapılmasıyla ihmal edilmiş olan bu ilimizi ele aldık. Şemdinli'de suyu yoktu... Bizzat kendim gittim. Şemdinli'nin susuzluğunu giderdik. Bütün bunları anlatırken... Ankara'dan izlemiyorum veya bana gelen bilgilerle hareket etmiyorum. Ama ben muhalefette lütfetsin de oraları şöyle bir dolaşsınlar istiyorum. Gidin bir gezin oraları. Ne var, ne yok bir görün. Görmeden olmuyor bu işler. Okullarda neler var neler yok... Size anlatılanlarla konuşmayın. Bizzat yerinde inceleyin.”
CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol'un laf atması üzerine Başbakan Erdoğan, “Ben sana anlatmak durumunda değilim zaten. Çünkü diyorum ya... Kulağın var duymuyorsun, gözün var görmüyorsun, dilin var doğru söylemiyorsun. Ne yapayım ben?” diye konuştu.
“72 MİLYON VATANDAŞA KONUŞUYORUM”
Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı olarak, milletin vekillerine konuşurken, “aziz millete” de hitap ettiğini belirtti. Erdoğan, şöyle devam etti:
“Ben bugün, sizlerin vekaletiyle, 81 vilayetimize, ülkemin 780 bin kilometrekaresine, 72 milyon vatandaşıma konuşuyorum. Ben bugün, gözü yaşlı, yüreği yaralı annelere konuşuyorum. Canından can kopmuş, can parelerini yitirmiş, yürekleri dağlanmış analara sesleniyorum. Nişanlısından mektup beklerken, şehadet haberini alan, ölüm haberini alan bacılara, hanım kardeşlerime sesleniyorum.
Bu Meclis, Şırnak'taki asker oğlunu bekleyen Ayşe Hanım'a da yıllardır haber alamadığı dağlarda oğlunu yitiren Fatma Hanım'a da bugün bir şeyler söylemek zorundadır. Artık bebekler, çocuklar, gençler kaybettikleri yakınlarının acısını büyüterek, intikam hissini kabartarak, kinine kin katarak büyümemelidir.”
Birilerinin, kabaran hissiyatı biraz daha kabartmak, bilenen hissiyatı biraz daha bilemek, kızgınlığa kızgınlık katmak isteyebileceğini, yangına körükle gitmeyi siyasetine uygun görenlerin de olabileceğini belirten Erdoğan, “Ama böyle bir siyaset, milletimizin birlik ve bütünlüğüne güç katmaz, böyle bir siyaset sevgi ve barış dolu bir geleceğe hizmet etmez” dedi.
“GÜN, BÜYÜK DÜŞÜNME GÜNÜDÜR”
Ne Hükümet olarak, ne de Ak Parti olarak, gündelik ve popülist siyaset kaygılarıyla hareket etmediklerini kaydeden Erdoğan, şunları söyledi:
“Türkiye'nin derdi bizim derdimizdir. Türkiye'nin meselesi bizim meselemizdir. Bu ülkenin her neresinde olursa olsun, sorunu olan, derdi olan, acısı olan her bir vatandaşımın vebali bizim üzerimizdedir. İşte onun için, biz, görmezden gelemeyiz, duymazdan gelemeyiz, bilmezden gelemeyiz. Başımızı kuma gömüp, kendimizi karanlığa mahkum edip, ışığa, aydınlığa gözümüzü kapatamayız.
Gün, bağırıp çağırma günü değildir. Gün, sesi en yüksek çıkanın rantı toplayacağı gün de değildir. Gün, oy kaygısıyla, koltuk sevdasıyla ülkenin sancıya, ateşe, ağrıya, sızıya terk edileceği gün hiç değildir. Gün büyük düşünme günüdür, kucaklayıcı ve kuşatıcı düşünme günüdür, nezih bir üslupla, yapıcı bir üslupla, birleştirici bir söylemle, ortaya, millet adına, memleket adına bir vizyon koyma günüdür.
Ne güzel ifade etmiş Şair Orhan Veli: 'Neler yapmadık şu vatan için. Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik.' İşte gün, hamaset dolu, heyecan dolu, tahrik dolu nutuklar atma değil, ölümlere çare bulma günüdür. Herkes elini vicdanına koysun ve lütfen, sadece ve sadece vicdanıyla konuşsun. Bir çocuk, bir bebek, anne ve babasının ırkından olduğu için, mezhebinden olduğu için, annesinin dilini konuştuğu için, dışlanabilir mi, eleştirilebilir mi, mağdur bırakılabilir, ötelenebilir, itilip kakılabilir mi? İnsanlar, etnik aidiyetlerinden, dillerinden, dinlerinden, mezheplerinden dolayı ikinci sınıf, üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görülebilir mi? Böyle bir tavır hakkaniyete sığar mı?”
“TERÖRLE SONUNA KADAR MÜCADELE EDECEĞİZ”
Başbakan Erdoğan, güvenlik güçlerinin, 25 yıldır terörle başarıyla mücadele ettiğini, sonuna kadar da mücadele edeceklerini belirterek, şunları kaydetti:
“Ancak, terörle mücadelenin ötesinde, sinsi bir öfkenin, sinsi bir intikam duygusunun, sinsi bir kin ve nefretin, gizliden gizliye bu toplumun kardeşliğini, birlik ve bütünlüğünü kemirmeye çalıştığını daha ne kadar görmezden gelebiliriz? Terör belası yüzünden, komşuların, akrabaların, kardeşlerin birbirine kuşku duymaya başladığını daha ne kadar inkar edebiliriz? Siyasetçilere, aydınlara, medyaya sirayet etmiş olan farklı dil ve üslubun, tahrik edici tavırların, toplumun değişik tabakalarında dalga dalga ayrışmayı körüklediğini daha ne kadar kayıtsızlıkla izleyebiliriz? Ülkenin sorunlarını bölen, gündemini bölen, hassasiyetlerini bölen, hissiyatını bölen bir anlayış nasıl bölücülükten yakınabilir? 25 yıl bu sorun görmezden gelindi. Güneydoğu'nun, Doğu'nun, Karadeniz'in belli bölgelerinde aynı sıkıntıları hep beraber gördük. Orta Anadolu'nun belli bölgelerinde hep gördük. Onun için de yola çıkarken bir şey söyledik, o da şu; 'biz etnik milliyetçiliğe, bölgesel milliyetçiliğe, dinsel milliyetçiliğe karşıyız.' Neyi kapsıyor biliyor musunuz? İşte bunu kapsıyor... Bu ülkede biz, bütün etnik unsurları, kaç adet olursa olsun fark etmez, Türküyle,Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Gürcüsüyle, Abazasıyla, Romanıyla hepsiyle... Hepsine saygı duyarız, sevgi duyarız, yaradandan ötürü severiz. Hepsini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından topladık, topluyoruz, toplarız ve bundan dolayı da bu üst kimlikle hareket ederiz. Olay budur.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Sizin hiç köyünüz boşaltıldı mı? Sizin ekip biçtiğiniz tarlalarınız, hayvanlarınızın otladığı yaylalarınız yasak bölge ilan edildi mi? Oğlunuzu, kızınızı, malınızı mülkünüzü aldı mı, sizden haraç topladı mı? Köylerinizin yollarına mayın döşendi mi? (Analar tabii ki ağlayacak) diyenler, sizin hiç oğlunuz, yavrunuz öldü mü?” diye konuştu.
“Demokratik açılım” konusundaki genel görüşmede eleştirileri yanıtlayan Erdoğan, bölgesel milliyetçiliğe karşı olduklarını yineledi.
Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
“Biz bölgesel milliyetçiliğe de karşıyız. O da nedir? Güneydoğu, Doğu, Doğu Karadeniz acaba buralara bugüne kadar ne kadar yatırım yapıldı. Hiç incelediniz mi, üzerinde durdunuz mu? Bunlar, tabii en iyi yaşayan, o bölgede yaşayan vatandaşlarımdır. Bütün o çileleri onlar çektiler. Ama şu anda 11 bin kilometre bölünmüş yolla Güneydoğu'nun, Doğu'nun, Doğu Karadeniz'in bu karanlık talihini ortadan kaldırdık. Oralara şimdi bölünmüş yollarla ulaşabiliyoruz. Oralarda havaalanları... Adı vardı kendisi yoktu. Şimdi artık havadan ulaşımda orada var. Ağrı'ya git bak çalışıyor, Kars, çalışıyor, Van çalışıyor, Siirt'te pisti uzatıyoruz, uzatınca daha rahat ineceksin. Hakkari'dekinin de adımları atıldı. Orada da havaalanı göreceğiz. Bütün bunlarla birlikte Türkiye modern bir dünyanın yakaladığı imkanlar neyse o imkanları bizim dönemimizde yakaladı ve yakalamaya devam ediyor. İnanın şu anlattıklarımdan muhalefetin haberi yok. Biliyor musunuz? Böyle bir şey var mı yok mu haberleri yok. Olamaz da... Bu ülkede hızlı bir tren var mı yok mu bunların haberi yoktur. Şöyle Ankara'dan Eskişehir'e bin git, tadını gör.”
“RAYDAN ÇIKAN SENSİN”
Başbakan Erdoğan, CHP'li Anadol'un “Hızlı tren raydan çıktı” şeklinde laf atması üzerine, “Sen öyle zannet. Raydan filan çıkmadı. Aynen yoluna devam ediyor. Raydan çıkan sensin. Dünyanın her yerinde kazalar mukadderdir. Amerika'sında, Avrupa'sında her yerde olur. Kazaların olmadığı yer var mı? Her yerde var. Dolayısıyla kalkıp da sataşmak için kendine malzeme arama” karşılığını verdi.
Başbakan Erdoğan, bu ülkenin hangi coğrafi bölgesinde olursa olsun bölgesel ayrımcılıkları ortadan kaldırdıklarını vurgulayarak, “Ülkemizin yüzde 99'u Müslüman. Yüzde 1 farklı inançta insanlar var. Yüzde 99 Müslümanın içinde farklı mezhep, meşreplerde olanlar var. Şu anda biz Alevi çalıştaylarını başlattık, 5'ncisi bitti” dedi.
CHP Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir'in laf atması üzerine Başbakan Erdoğan, “Rahatsız olma. Siz yapamadınız, biz yaptık devam ediyor. Bundan sonra da kararını vereceğiz. Yapamadıklarınızı biz yapıyoruz, onun için rahatsız oluyorsunuz. Zaten sıkıntının altında yatan temel esas bu... Ak Parti, sizin yapamadıklarınızı yaptığı için rahatsız oluyorsunuz” diye konuştu.
Recep Tayyip Erdoğan, hangi coğrafi bölgede, hangi ilde olursa olsun, hangi mezhebe, siyasi görüşe sahip olursa olsun, her bir vatandaşın kendisine ötekinin yerine koymasını ve düşünmesini istedi.
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, laf atmaya devam eden CHP'li Özdemir'i uyardı. Başbakan Erdoğan da “Sayın Baykal, lüften grubunuza hakim olun. Edep, adaptan uzak hareket ediyorlar. Siz konuşurken ben grubuma böyle bir saygısızlık yaptırttım mı? Lütfen grubunuza hakim olun” dedi.
“SİZİN HİÇ KÖYÜNÜZ BOŞALTILDI MI?”
Erdoğan, “Sizin hiç köyünüz boşaltıldı mı? Sizin ekip biçtiğiniz tarlalarınız, hayvanlarınızın otladığı yaylalarınız yasak bölge ilan edildi mi? Gece yarısı köyünüzü teröristler sarıp, camide namaz kılanların üzerine kurşun yağdırdı mı? Oğlunuzu, kızınızı, malınızı mülkünüzü aldı mı, sizden haraç topladı mı? Köylerinizin yollarına mayın döşendi mi? (Analar tabii ki ağlayacak) diyenler, sizin hiç oğlunuz, yavrunuz öldü mü?” diye konuştu.
TBMM Başkanı Şahin, Erdoğan'a laf atan milletvekillerini tekrar uyardı. Konuşmasını sürdüren Erdoğan, “Dersim'de olanları savunanları ben insanlık noktasından nasibini almamış olarak değerlendiriyorum. Benim aziz milletimin her bir ferdi bu soruları kendisine sorsun. Kendisini ötekinin yerine koysun. Samimi bir şekilde vicdan muhasebesi yapsın. Terör örgütüne yönelik öfke, tüm bir etnik gruba veya toplumun bir bölümüne yöneliyorsa, bu son derece hatalı bir bakış açısıdır. Terör örgütüyle benim Kürt kökenli vatandaşlarımı, kardeşlerimi biraraya getiremezsiniz, getiremezsiniz... Kürt kökenli vatandaşlarımın, kardeşlerimin sorunu farklıdır, terör örgütü farklıdır. Ne yazık ki burada, bu kürsüde Sayın Bahçeli'nin Ak Parti'yi terör örgütüyle el ele adeta kol kola benzetme yapmasını çok sakil buluyorum. Tabi kendi grup toplantılarında da çok yaptılar. Ama bunların hepsini hukuka havale ettim, hukukta görüşülüyor. Orada devam edecek. Çünkü buna, içinden kendisi de inanmıyor, biliyorum. Ama buradan nemalanıyor, nemalanıyor mesele bu...” diye konuştu.
CHP, GENEL KURUL SALONUNUN TERK ETTİ
Her milletin kutsal değerleri olduğuna işaret eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bizim toprağımız, vatanımız, bayrağımız, İstiklal Marşımız, Cumhuriyetimiz tartışmaya açamayacağımız kutsallardır. Bunu bir kere söylemedik ki yüzlerce binlerce kez söyledik. Bunun için de zaten siz bizi test edemezsiniz. Bizim mazimiz, tarihimiz bunun en açık ifadesidir. Benim hangi kültürle, hangi değerlerle yetiştiğimi, benim mazim ortaya koyar. Bunu siz test edemezsiniz, onu edecek kalitede de değilsiniz. Bu konuda bize bu şekilde saldıranlar benim milletimden gerekli dersi, cevabı, dersi, vakti geldiğinde alacaktır. Bölünmekten bahsetmek, ihanetten bahsetmek, bu milletin en hassas olduğu konuları tamamen bir hayal ürünü olarak sürekli gündeme getirmek, vatanseverlik de olamaz milliyetçilik de olamaz.
Sürece karşı çıkanları da kabaca 3'e ayırıyorum. Birincisi bu açılım sürecine, içeriğini bilmediği için karşı çıkanlar var. Onları bilgilendirmek boynumuzun borcudur. Benimle beraber seyahat ediyorsun. Taa Orhun Abidelerinden Karakurum'a, oraya yapılanları gören sen değil miydin? 3,5 yıl iktidar oldunuz. 3,5 yıllık iktidarınızda soruyorum size Türk Cumhuriyetlerinin hangisine hangi yardımı götürdünüz? Edirne'den Ardahan'a kadar karış karış, mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev dolaşıp bunları anlatacağız.”
Erdoğan, sürece karşı çıkanlardan ikinci grubun ise açılımın sonunda rant kapıları kapanacak olanlar olduğunu belirterek, “Bu açılımın sonunda rant kapıları kapanacak olan istismarcılar var. Şiddet üzerinden, şehit cenazeleri üzerinden siyaset yaptığını zannedenler var. Bunlar tabii ki bu sürece karşı çıkıyorlar. Hatta 'şehitler gelsin de biraz daha fazla bağıralım' diye bekleyenler var” dedi.
Milletvekillerinin tepkisi üzerine Erdoğan, “(Yok) diyorsanız niye bağırıyorsunuz? Siz yapmıyorsanız niye alınıyorsunuz? Alınmayın rahat olun. Niye rahatsız oluyorsunuz?” karşılığını verdi.
Bu sözler üzerine CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile CHP'li milletvekilleri Genel Kurul Salonunu terk etti. Erdoğan, “CHP grubuna 'güle güle' diyorum. Siz olmadan (laf atılmadığı için) daha rahat konuşurum. Bunların düşünceye tahammülü yok, bunların meseleleri konuşmaya tahammülü yok. Bunlar izleyici tribününü provoke edenleri buraya getirenlerdir. Anlayış bu...” diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, partiyi kurduklarında, “sorunun toplum hayatımızda neden olduğu olumsuzlukların bilinciyle, bölge halkının mutluluğunu, refahını, hak ve özgürlüklerini gözeten, Türkiye'nin bütünlüğü ve üniter devlet yapısıyla birlikte bölgeyi tehdit eden terörün önlenmesinde zaaf yaratmayacak bir şekilde; kalıcı, tüm toplumun duyarlılıklarına saygılı, etkili ve sorunları kökünden çözmeye yönelik bir politika izleyecektir” ibaresini programlarına koyduklarını bildirdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye için hayati bir süreç başlattıklarını belirterek, “Ben, bugünün Türkiye için bir milat, bir yeni başlangıç kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum” dedi.
Genel Kurulda, “Demokratik Açılım” konulu genel görüşmede Hükümet adına konuşan Erdoğan, süreçten Güneydoğu ve Doğu'daki iller kazanırken, 81 ilin de atılan adımlardan olumlu etkileneceğini ifade ederek, kendilerinden önce her ikibölgenin ihracatının yaklaşık 800 milyon iken, bugün 5 milyara ulaştığını
söyledi. “Bu bir hareketlenmeyi gösteriyor” diyen Erdoğan, bunun yeterli olmadığını ve daha da hareketleneceğini kaydetti.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın “Terör bu işin engeli değil” dediğine işaret eden Erdoğan, “Nasıl engeli değil canım? Bir defa ekonomide bir kaide var; yatırımcı güven ve istikrar arar. Güven ve istikrarın olmadığı yere yatırımcı gelmez. Bütün bunlara rağmen bizim girişimcimiz orada yatırımları sağ olsun yaptılar ve şu andaki noktaya geldik” diye konuştu.
Televizyonlar ile ilgili yeni bir düzenlemenin ortaya konulduğunu, eylemlerde istismar edilen çocukların hukuki durumunun yeniden gözden geçirileceğini, üniversitelerin attığı adımların kendilerini imrendirdiğini kaydeden Erdoğan, tüm bunların yanında daha büyük hedefleri olduğunu vurguladı.
Erdoğan, “Bu bir süreç...Bu süreç içerisinde gelişmelerle bizler, o sorun alanlarını minimize edeceğiz. Bunlar bir anda hemen çözülebilecek ya da bir anda neticelendirilecek sorunlar değil. Dünya değişiyor, dönüşüyor. Bu değişim ve dönüşüm içinde tabii ki karşımıza farklı alanlarda farklı sonuçlar çıkabiliyor. Bu sorunlar da çıktıkça çözüme kavuşturacak olan biziz” diye konuştu.
Erdoğan, meselelerin ilk kez bu dönemde ortaya çıkmadığını, “Gazi Mustafa Kemal'e kadar uzanan bir geçmişi olduğunu” belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Biz diyoruz ki bu sorunları minimize edelim ve gelecek nesillere sorunun çok daha azaldığı bir Türkiye bırakalım. Liderlerin geçmişte söyledikleri var. Gıyabında konuşmak işime gelmez ama maalesef kaçıp gittiği için söylemek zorundayım. 1989'da SHP Genel Sekreteri Sayın Deniz Baykal tarafından hazırlanmış rapordan alınmış ifadeleri söylüyorum; 'Kürt kökenli yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma, geliştirme ve açıklayabilme, kendi ana dillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon dahil her türlü medya aracılığı ile yayın yapabilme, özel okullarda kendi ana dilleri ile eğitim yapabilme, Kürt dil ve kültürü üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabilmesi, haklarına kavuşmalıdırlar.' Nereden nereye, sıkıntı burada...
Özellikle Sayın Bahçeli'nin Başbakan Yardımcısı olduğu koalisyon hükümeti tarafından atılmış adımlar var. Ama Sayın Bahçeli bütün bunlar olurken meseleyi, kendi dilinden 'Üniversite sınavında bir soruya takılıp kalmazsınız, onu atlar, diğer sorulara geçersiniz' diyerek izah etmiş, ama o atladığı soruya geri dönmeyi asla düşünmemiştir. Yine bu, o dönemde Yabancı Dil ve Öğretimi Kanunu değişikliğiyle, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçeleri öğrenmelerinin önündeki hukuki engellerin kaldırılmasıyla olmuş.”
“TÜRKİYE SİYASETİ KENDİSİNİ POPÜLİZMDEN KURTARMALI”
Türkiye siyasetinin, popülizmden kendisini kurtarması gerektiğini belirten Erdoğan, şunları kaydetti:
“Bunu beraber çözeceğiz. Burada sizin bir öneriniz yok mu? Biliyoruz ki açık yaraları kanatmak isteyenlerin işi kolaydır, ama bu yarayı sarmak isteyenlerin işi zordur. Söyleyeceğimiz her sözün, atacağımız her adımın, alacağımız her kararın bu ülkenin hangi köşesinde nasıl yankılanacağını hesap etmek durumundayız. Biz, Türkiye ölçeğinde, dünya ölçeğinde büyük düşünmeye devam edeceğiz. 4 aydır, siyasi bir terbiyeyle, nezaketle, tevazuyla, bu süreci muhalefete anlatmak, bu tarihi süreçte onların da mutabakatını almak için gayret gösterdik. Ama masaya gelmediler veyahut da kendi merkezlerine kabul etmediler, lütfetmediler. Şehitleri istismar eden bir tavır var ortada. Gazileri istismar eden bir tavır var ortada. Şehit ve gazi derneklerini tahrip eden bir tavır var ortada. Atatürk'ü istismar eden bir tavır var ortada. Hıyaneti, ihaneti, bölünmeyi, Sevr'i dilinden düşürmeyen, vehim ve korku üreten, toplumu geren ve provoke eden bir tavır... Bu tavrın, ne aziz milletimize, ne memleketimize, ne devletimize bir faydası vardır.”
“SON DERCE SAMİMİYİZ”
Erdoğan, Türkiye için hayati bir süreç başlattıklarını, Türkiye'nin büyümesine, gelişmesine, ilerlemesine engel teşkil eden kronik meseleleri çözmek için cesur bir adım attıklarını söyledi. “Son derece samimiyiz” diyen Erdoğan, 72 milyon vatandaşın her birinin bu süreçte kazanacağını, Türkiye için çok daha geniş ufuklar açılacağını vurgulayarak, şöyle devam etti:
“İnanıyorum ki Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümü, 2023'ü Türkiye bambaşka, çok farklı bir Türkiye olarak karşılayacak. Umudumuz var, heyecanımız var, coşkumuz var. Aşkla, sevdayla, barış ve kardeşlik içinde hep birlikte yarınların Türkiyesini inşa edeceğiz. Kimseyi kırmak, duygularını örselemek istemiyorum. Elimizde tarihi bir imkan var. Milletimiz bizimle, milletimizin hayır duaları bizimle... Bizim yolumuz, bizim üslubumuz ise milletin yoludur, milletin üslubudur. Türkiye 72 milyon vatandaşımızın vatanı, bu bayrak 72 milyon vatandaşımızın bayrağı, bu istiklal Marşı hepimizin, ama hepimizin istiklalinin, bağımsızlığının sembolüdür. Demokratik laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye, Cumhuriyetimizin güvencesidir. Devlet ile millet arasındaki kaynaşma duygusunu yediden yetmişe bütün vatandaşlarımızın yürekten hissetmesi en büyük rüyamızdır. Herkes emin olsun ki Türkiye bu yolda emniyet içinde mesafe alıyor. Evet, bugün yeni bir gün ve yeni şeyler söylemeliyiz; Ben, bugünün Türkiye için bir milat, bir yeni başlangıç kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum.”
Erdoğan, kendisine laf atan bir milletvekiline, “Çok çirkin oluyor. Sen zillet içindeysen onu bilemem. Ama bu toplum, bu milletvekilleri asla zillet içinde değiller” karşılığını verdi.
Türkiye'nin yarın geleceğe daha umutla bakan bir Türkiye olarak uyanacağını belirten Erdoğan, buna gönülden inandığını dile getirdi. Erdoğan konuşmasını, “Şuna bütün kalbimle inanıyorum; biz birlikte Türkiyeyiz. Allah yar
ve yardımcımız olsun” diyerek tamamladı.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12943398.asp
İngiltere'de yayımlanan "The Economist" dergisi, "Türkiye'nin AB'ye katılım amacı ortadan kalkar ve Türkiye İran'a baskı girişimlerini zayıflatıyor gibi görünürse, Batı'nın Türkiye'ye karşı ılımlı tavrının değişebileceğini" yazdı. Makalede, "Türkiye Ortadoğu'ya dönüyor" yorumu yapıldı.
The Economist, "Türkiye ve Ortadoğu-Doğuya ve Güneye Bakmak" başlıklı makalesinde, Türkiye'nin son dönemdeki dış politikasını ve bölgesinde oynadığı rolü konu aldı.
Makalenin yanında ise dergi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sırtını Batı'ya dönmüş, elinde teleskopla cami minaresinden Doğu'ya bakarken çizilmiş bir karikatürüne yer verdi.
"Avrupa'nın kararsızlığından bıkan ve sıkılan Türkiye, Arap komşularıyla yıllardır süren husumetini değiştiriyor" ifadesiyle başlayan derginin makalesinde, "Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türkler Ortadoğu'ya geleli 1000 yıl oldu. Bu bin yılın yarısı bölgeyi yönettiler. Ama Osmanlı İmparatorluğu çöküp, Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulunca, eski köklerinden koparak, Avrupa'ya yöneldiler ve Amerika'nın Sovyetler Birliğiyle soğuk savaşını kabul ettiler" denildi.
"Türklerin artık Ortadoğu'ya geri döndüğü"nün öne sürüldüğü makalede, Türkiye'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yla ihracatının son 7 yılda 7 kat artarak 2008 yılında 31 milyar dolara ulaştığı belirtildi.
Nabucco, İran ve Ermenistan...
Türkiye'nin Nabucco projesi gibi enerji anlaşmalarına attığı imzalara, Ortadoğu ve Arap ülkelerinde yaptığı yatırımlara da dikkat çekilen makalede, Türkiye'nin ayrıca Irak'ın kuzeyinde de birçok altyapı anlaşması imzaladığı ve alışveriş merkezleri, oteller ve okullar yaptığı kaydedildi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son İran ziyaretinin ve "İran'ın sivil amaçlarla nükleer enerji üretebilme hakkı olduğu" görüşlerinin de anımsatıldığı dergide, Ermenistan'la son dönemde ilerleyen ilişkilere ve imzalanan protokollere de değinildi.
Makalede, "Eğer iki ülkenin parlamentoları da atılan adımı onaylarsa, 16 yıldır donmuş olan diplomatik bağlar yeniden kurulacak" denildi.
"Komşularla sıfır problem" politikası
"Bu pragmatik diplomasinin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından şevkle yürütüldüğünü" yazan dergi, Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik" kitabına da gönderme yaparak, kitapta "komşularla sıfır problem" politikasının anlatıldığını belirtti.
Bölgedeki güç boşluğunun Türkiye'nin başarılı olmasına neden olduğunu yazan dergide, "Türkiye'nin bölgede olumlu karşılanmasının bir sebebi de, İran'a göre birçok Arabın Türkiye'yi daha ılımlı bir denge ve Batıya açılan bir pencere olarak görmesi" ifadeleri yer aldı.
Suriye ile ilişkiler
Dergi bu çerçevede Türkiye'nin Suriye ile ilişkilerine de değindi. Türk yetkililerin, Doğu'ya ilginin Batı'ya karşı soğuma anlamına gelmediğini anlattıklarını kaydeden dergi, yetkililerin Türkiye'yi kullanışlı bir köprü, barış için bölgesel bir güç ve demokrasi modeli olarak sunduklarını yazdı.
Batılı ülkelerin de genel olarak bu görüşe katıldığı ve Türkiye'nin Doğu'ya kayışına karşı çıkmadıkları belirtildi. Ancak dergi Batının bu tavrının değişebileceğine işaret etti.
The Economist, "Eğer Türkiye'nin AB'ye katılım amacı ölür ya da Türkiye İran'a baskı girişimlerini zayıflatıyor gibi görünürse, Batının bu ılımlı tavrının değişebileceğini" yazdı.
Türkiye'nin Doğu'ya yönelmesinin bedelleri olduğunu, Türkiye-İsrail ilişkilerinin mevcut durumunu örnek göstererek anlatan dergi, Türkiye'de özellikle kamuoyunun İsrail'e karşı artan bir "düşmanlık" beslediğini kaydetti. Ancak makalede Türk yetkililerin, "İsrail'le ilişkileri kesmek gibi bir niyetleri olmadığı" görüşlerine de yer verildi.
Batı'nın Türkiye kaygısına Erdoğan yorumu
Türkiye'nin izlediği dış politika bir süredir tartışma konusu... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki çıkışıyla başlayan süreç İsrail ile tatbikat krizine kadar vardı.
Türkiye'nin yüzünü Batı'dan Doğu'ya çevirdiği haberlerinin yoğunlaştığı böyle bir gündemde İran'a giden Erdoğan'a da ziyareti sırasında bu soru soruldu. Başbakan'ın cevabı "Türkiye'nin bir yüzü Batı'ya bakıyor, bir yüzü Doğu'ya bakıyor" oldu. Batı basını da bu konudaki endişelere geniş yer ayırıyor.
http://www.cnnturk.com/2009/dunya/10...2.0/index.html
http://www.economist.com/world/middl...ry_id=14753776
Şimdi de Roman açılımı
Hükümet, Demokratik, Ermeni ve Alevi açılımının ardından Romanların sorunlarını da gündeme getirmeye hazırlanıyor.
87 roman derneği, 17 Kasım'da Ankara'da toplanarak yaşadıkları sorunları hükümete iletebilmek için çalışma yapmıştı.
AK Parti'nin 14. İstişare toplantısında konuyu gündeme getiren Devlet Bakanı Faruk Çelik, Romanların sorunları konusunda Mayıs ayı içinde adım atılacağının mesajını verdi.
Aralık ayı içinde de Roman sorunlarının masaya yatırılması için İstanbul'da bir çalıştay yapılması bekleniyor.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25023809/
Bu da benim ilerleme raporum
http://www.hurriyet.com.tr/_yazarlar/images/10b.jpg
DÜN, dünya görüşümü, fikirlerimi, önyargılarımı bir kenara koyup, AK Parti hükümetinin icraatı ve öteki kurumların gidişatı konusunda kendimce bir “ilerleme raporu” hazırladım.
Tabi “Kendimce” dediğime göre, sahip olduğum yargıları ne kadar kenara koyabildiğim sorgulanabilir.
Hayatını benim ve Hürriyet’in üzerinden kazanan bazı “kesin inançlıları” ikna etmemin mümkün olmadığını biliyorum.
Ben yine de tarafsız bir gözlemde bulunduğuma inanıyorum.
* * *
* AK Parti hükümeti, PKK sorununu çözmek amacıyla başlattığı “demokratik açılımda” bana göre tarihi önemde iyi şeyler yapıyor. Henüz ortaya çok somut şeyler konmamakla birlikte, niyetin samimiyeti konusunda ikna olduğumu söyleyebilirim. Bu politikayı ben de destekliyorum.
* Ermeni açılımı konusundaki adımları da destekliyorum. O alanda da cesur ve önemli adımlar atıldı. Bu adımlar, Türkiye’nin dış dünyadaki imajının düzelmesine de yardımcı olacak.
* Ortadoğu politikalarında başarılı ve sonuç alıcı bir yol izlendiğine inanıyorum. Ancak, İsrail konusunda gereksiz bir sertleşmeye gidildiği görüşündeyim. Ayrıca bu konuda iç kamuoyunun haddinden fazla “ısıtılmasının” tehlikeli sonuçlar doğurabileceği endişesi taşıyorum.
* Ekonomik krizin yönetimine gelince. Finansal kurumlar düzeyinde, krizin “teğet geçtiği” düşüncesine katılıyorum. Türkiye’nin bu krizi gelişmiş birçok ülkeye göre daha az hasarla atlattığına inanıyorum.
Bunda 2001 krizi sırasında başarılan yeniden yapılanmanın etkisi olduğu kesin.
* Buna karşılık reel ekonomide ve ekonominin mikro alanlarında krizin bırakın teğet geçmeyi, damardan girdiğine inanıyorum. Vatandaşının günlük hayatta ekonomik krizden ağır biçimde etkilendiğini görüyorum.
*
Türkiye’nin Batı’dan koptuğu tezine katılmıyorum. Ama Batı ile ilişkilerde, bu izlenimi verecek ve ilerde daha da derinleşebilecek bir üslup sorununun yaşandığına da kesin gözüyle bakıyorum.
* * *
* Askerin demokrasi üzerindeki vesayetinin kaldırılmasında çok önemli adımlar atıldı. Atılan adımlar sayesinde, Türkiye’nin asker-sivil ilişkilerinde sağlam bir konsensüse doğru gittiğini söyleyebilirim.
* Ancak, bazı gazetelerin ve köşe yazarlarının askeri eleştirmede “gurur kırıcı” sınırı aşmasının, ordunun psikolojisini olumsuz etkileyecek noktaya geldiğine inanıyorum. Başbakan’ın bu konudaki “ölçülü”, zaman zaman da “kollayıcı” bir üslup ve tutum sergilemesinin de çok iyi olduğu kanaatindeyim.
* Ergenekon davasının, devlet içindeki çetelerin temizlenmesi ve darbe niyetlerinin engellenmesi bakımından tarihi önemde bir dava olduğuna içtenlikle inanıyorum. Bu yapılanmanın tamamen çökertilmesi ve bir daha kimsenin böyle yollara tevessül etmemesi için sonuna kadar gidilmesi gerektiğini düşünüyorum.
* Ancak bu dava sırasında yapılan çok vahim hukuk hatalarının, üzülerek davaya gölge düşürdüğünü gözlüyorum. Bu hataların, ilerde Türkiye’nin başına çok ağır İnsan Hakkı ihlalleri yargılamaları getireceğini tahmin ediyorum.
* Demokrasi üzerindeki askeri vesayet kalkarken, bu defa demokrasi üzerine çok ciddi bir “sivil vesayet” tehlikesinin çökmeye başladığına inanıyorum.
*
Devletin çeşitli kademelerinde görev yapan bazı bürokratların ve kurumların, tıpkı askeri vesayet dönemlerinde olduğu gibi “durumdan vazife çıkararak” büyük haksızlıklar yaptıklarını, hukuk ihlallerine yol açtıklarını giderek daha çok örnekte görüyorum.
* * *
* Devletin özerk olması gereken bazı çok önemli kurumlarının son yıllarda aşırı derecede siyasallaştığını ve tarafsızlığını kaybederek, cezalandırma aracı haline dönüştüğünü gözlüyorum.
* Yargı üzerindeki baskıların giderek arttığına ve bağımsız karar verebilme imkânlarının azaldığına inanıyorum. Medyanın bir bölümünün yargı üzerinde insafsız bir baskı oluşturduğunu gözlüyorum.
* İllegal telefon dinlemeleri alabildiğine arttı. Ayrıca legal telefon dinlemelerinde de konuyla hiç ilgisi olmayan özel konuşmaların da dava dosyalarına konmaları, sızdırılmaları ile toplumun psikolojik dengesini sarsacak bir korku ortamı oluşturuldu. Bu korku artık iktidar yanlılarına bile sirayet eder hale geldi.
*
Basın özgürlüğü konusundaki gelişmeleri ise fevkalade endişe verici buluyorum. Basın üzerindeki baskıların bazı alanlarda askeri rejimleri bile aratır hale geldiğine inanıyorum.
* * *
Evet, benim ilerleme raporum da bu.
Son derece samimi ve tarafsız bir duyguyla kaleme alınmıştır.
Hürriyet
"ANALAR AĞLAMASIN!"
Öyle mi?
Kim bu anaları ağlatmak istemeyenler?
Buyurun:
"...
Tam o sırada sakallı ve mavi gözlü bir nefer ayağa kalktı. Tüfeğini bana çevirerek:
- Sizi gidi mektepli gavur zabitleri! Bizi gavura sattınız, şimdi de kırdırıyorsunuz!..
diye bağırdı.
- Dön düşmana ateş et!
dedim. Ama beni vurmak üzere nişan alıyordu. Elimde duran tabancayı beynine sıktım.
Bir anda yere yuvarlandı. Hayatımda ilk kez adam öldürmüştüm.
28 Kasım 1912'ydi.
..."
YÜZBAŞI SELAHATTİN
İLHAN SELÇUK
/////
Selahhattin Yüzbaşımın verdiği tarihte olayın geçtiği mekan Balkan Savaşı ve büyük bir bozgunla ordu geri çekiliyor trakyadan...
Bulgarlar ise işgal ettiği halkı katlediyor...
Bunlar içinde analar da var...
Peki bu analara kim ağlamıştır...
Tüfeği ile komutanına nişan alan nefer bozuntusu mu?
Yoksa Yüzbaşı Selahattinler mi?
Hadiyin uleyyyn!
VESSELAM!
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün İzmir ziyareti sırasında DTP konvoyuna provokatif bir saldırı oldu.
DTP konvoyundaki araçların camları kırıldı, konvoya ateş açıldı.
Konvoydaki araçlar ise buna karşılık protestocuların üzerlerine arabayı sürdüler.
Olaylar saatlerce sürdü.
Birçok kişi yaralandı, onlarca araç zarar gördü.
Bu korkunç görüntüler Türkiye’nin geldiği noktayı gösteriyor.
Kürt Açılımı’na başlarken amaç toplumsal çatışmayı durdurmak, küskünlüğü bitirmekti.
Sonuçta süreç o kadar kötü yönetildi ki aksine insanları birbirine yabancılaştırdı. Bugüne kadar yaşanamamış şekilde yurttaşları birbiri ile boğazlaşacak noktaya getirdi. İnsanlar tanımadıkları halde birbirlerinin canına kastediyor.
Oysa çok uzak değil bundan 2 yıl önce 19 Temmuz 2007 tarihinde DTP İzmir’de miting yapmış, radikal sloganlara rağmen miting olaysız geçmişti.
2 yıl sonra Kürt Açılımı’nın ardından gelinen noktada sokak çatışmaları yaşanıyor.
Bir garip durum daha…
MHP yöneticilerinin “evlerinize dağılın” açıklamalarına rağmen bozkurt işareti yapan topluluk olayları başlatıyor. Emniyet 1 Mayıs’da göstericileri dağıtırken gösterdiği çabayı olay boyunca göstermiyor. Birileri İzmir’de saatlerce bu görüntülerin yaşanmasına izin veriyor. Belki de ikinci bir Sivas Katliamı teğet geçiyor. Kameralar ise yaşananları çekiyor ve dünyaya duyuruyor.
Kısacası birilerinin Kürt-Türk çatışması yaşanmasından beklentilerinin olduğu açıkça gözleniyor. Birileri de bu çatışmaya izin veriyor.
Kürt Açılımı sonunda geldiğimiz nokta bu…
Odatv.com
Bu proje kimin projesi bilmem ama şu an sakin küçük bir ilçede birileri Kürtler dışarı diye yürüyor. Yansıtılırsa yarın gazetelerde okursunuz. Jandarma kürt mahallesine varmadan durudurdu. Kaymakam sakinleştirmeye çalıştı. On dakika önce atılan kurşun dilerim hiçbir hedefi vurmamıştır. Bu kimin projesidir bilmiyorum ama ilk etkileri çok acı..
Demokratik açılım mı , hadi canım siz de...
Arkadaşlar bu demokratikleşmeyi kim yaparsa yapsın eğer bu bizim insan hakları anlayışımıza bir değer katacaksa onun desteklenmesi gerektiği kanaatindeyim. Eğer gerçekten hak hukuk diyebiliyorsak ve evrensel insan haklarını özümsemişisek bizim içimizde olan başka halklarında dillerini özgürce kullanmalarına tahammül etmeliyiz, hatta hoşgörüyle karşılamalıyız. Biz kardeşiz diyoruz ama kardeş kardeşin dilini kültürünü yaşamasına engel olur mu hiç.. Evet kardeşiz bu ülkede vergiyi beraber veriyoruz tarihte hep beraber vatanımızı koruduk ama söz pastayı paylaşmaya gelince bir sana bin bana kardeşliğe sığar mı hiç.. Biz kendi içimizdeki insanlara haklarını özgürlüklerini vermezsek dışarıdakilerin içişlerimize karışması hep bir tehdit olarak var olacaktır. Hukukçu eğer filistindeki haksızlığı duyunca içi sızlıyorsa Yunanistan'daki türklere yapılanlara veya Âlmanyada yaşayan türklerimize yapılanlara karşı bu insan haklarına sığmaz diyorsa buna eşdeğer sayılabilecek Türkiye'deki halkların insan onuruna yaraşır düzeyde bir hayat sürememesine kültürlerini yaşayamamasına da aynı tepkiyi koymalıdır. Koyamıyorsa vicdanını yoklamalıdır..
Dış Türkler Başkanlığı kuruluyor
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlığında, Başbakanlık Yeni Bina'da gerçekleştirilen toplantı yaklaşık 6,5 saat sürdü.
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek toplantı sonrası bir açıklama yaptı. Çiçek yurtdışında yaşayan yaklaşık 5 milyon Türk vatandaşının sorunlarıyla ilgilenecek yeni bir başkanlığın kurulacağını açıkladı.
İşte Çiçek'in açıklamasından satır başları:
- Bakanlar Kurulu'nda bugün iki tane önemli kanun tasarısı var bunlar imzaya açıldı bir tanesi dış Türkler
bir bakanlığın kurulması ile ilgilidir.
- Evvela birini kategorideki konuyla ilgili olarak 30 devlet kurumu bu vatandaşlarımıza hizmet götürmeye çalışıyor. Bu hizmetlerin etkin bir şekilde sürdürülmesinde bir dağınıklık olduğu ortaya çıkmaktadır.
- Bu hizmetlerin tek çatı altında toplanması öngörülmektedir. Aslında bu tip bir muhatabın bulunması yurt dışındaki vatandaşlarımızın da talebidir.
- Yaşadıkları ülkelerde etkin olmaları hem bizim arzumuzdur hem de onların arzularıdır. Bu 30 ayrı kuruluşumuz önemli ölçüde kamu kaynaklarını kullanmaktadırlar.
- Öbür taraftan tarihsel sorumluluğumuz altında bulunan topluluklarında planlanması ve koordine edilmesi de mevcut kuruluşun görevleri arasında olacak. Böylece hem dağınıklığı önlemiş hem de
- İkinci konu ise; gümrük müsteşarlığı teşkilatının yeniden yapılandırılması. Yürütmek ve kaçakçılıkla müdahale etmek üzere usul ve esaslarının yeni baştan düzenlenmesidir.
- Bugün bir başka konu sosyal yardım bşlgi sistemi sosyal yardımlaşma ve dayanışma genel müdürlüğünün altı aydan fazladır üzerinde çalıştığı bir proje takdimi yapıldı. pilot olarakta çalışılmaya başlandı.
- Sosyal yardım için başvurular yapan vatandaşlarımız var vbe bunu hakeden vatandaşlarımızın faydalanması amacıyla bir çok bürokratik hizmet sürdürülmektedir. bu konu ile ilgili olarak bir kişi başvurduğunda sekiz on yerden gerçekten ihtiyaç sahibi olup olmadığı araştırılmaktadır.
- Başvuran vatandaş ihtiyaç sahibi olduğunu kendisi ispatlamaktadırç bunun için de bir çok kurumdan bilgi istenmektedir. İş kurdan işsizlik sigortası ve kısa çalışma ödeneği aldığı soruşturulamkta, sosyal hizmetlerden evde bakım aylığı alıp almadığı bilgisi istenmeklte.
- Ayrıca sosyal güvenlik kurumu açısından sosyal güvencesinin olup olmadığı sağlık hizmetlerinden yararlanıp yararlanmadığı, gelir vergisi başkanlığından geliri olup olmadığı, tapu kadastrodan taşınmaz malı olup olmadığı. yani bu kurumlardan bu yeni getirilen sistemde vatandaş artk ihtiyaç sahibi olup olmadığını kendisi ispatlamayacak. On farklı kurumdan 15 gün zaman alan bu işlemi şimdi 7 saniye içerisinde belirleme imkanına kavuşmuş olmaktadır. hem bir taraftan vatandaşlşarımız külfetten kurtluyor.
Üniversitede okuyan öğrencilerimiz kredi yurtlardan burslar ve krediler verilmektedir. Üniversite ve yüksekokulda okuyan öğrencilerimizin aylık olarak alacakları 200 tl'ye yükselmiştir master 400 doktora 600 alabilecektir. Bu da karar verdiğimiz bir başka husustur. ayrıca bugün bakanlar kurulunda genel değerlendirmeler yapılmıştır.
SORU & CEVAP
AÇILIMIN KONUSU GÖRÜŞÜLDÜ MÜ? AÇILIMDA BUNDAN SONRA NASIL BİR YOL İZLENECEĞİ KONUŞULDU MU?
Biz 2002’den bu yana AB yolunda demokratik standartların yükseltilmesine yönelik düzenlemeler yaptık.
Çok önemli adımlar attık, düzenlemeler yaptık. Demokratik açılım 4 aylık bir süreç değildir.
Öyle olmasa müzakerelerde 12 başlık açılamazdı.
Türkiye bu yarıştan kopmamak için kendi üzerinde düşeni yapıyor.
Biliyorsunuz bir insan hakları kurulu var.
Bunu dışında, her türlü ayrımcılığın önlenmesine yönelik bir kurulun oluşmasına yönelik bir görüşmemiz oldu.
Umuyorum 2010’un başında TBMM’ye gönderebiliriz.
Hiç kimse artık 2009 Türkiyesi’nin 2002 Türkiyesi olduğunu söyleyemez. zaten açılım o dönemde başlamış olmasaydı Avrupa birliği ile müzakere eden bir ülke olmazdık. son zamanlarda yaptığımız açılımın ve sürecin devamıdır ve devam da edecektir. Bunun dışında insan hakları başkanlığı var fakat ilerleme raporuna ve diğer ülkelerdeki örneklere baktığımızda insan hakları başkanlığı tam da istediği gibi görev ifa edememektedir. Özerk bir yapıya ulaştırılması ve böyle bir başkanlığın kurulması gerekliliği ortadadır.
Ancak sonradan buna ilaveten bir de konusu sadece ayrımcılığın önlenmesi ile ilgili ayrı bir kurulun oluşturulmasında fayda görüldü. Bu iki kurul arasında yakın bir bağlantı olacağı için öbür tasarı da hazırlansın birlikte sevk edelim diye bir noktaya geldik. öbürü ile eğer bir görev geçişi olacaksa o zaman tasarıyı meclisten çekmek gerekece. ümid edioyurm 2010'un başlarında bunu meclise sevk etmiş olacağız.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/13270287.asp
İşadamı Cem Boyner’in Kürt sorununun çözümü ve açılım süreciyle ilgili görüşleri iş ve siyaset dünyasında ses getirdi
Milliyete dün yayımlanan röportajında “Türklerle Kürtlerin kardeşlik mayası bozulmadan kavga bitmeli” diyen Boyner, kapsamlı bir af çıkarılması, köyleri boşaltılanlara tazminat ödenmesi gibi önerilerde de bulunmuştu. Boyner’in görüşlerini değerlendiren iş dünyasının temsilcileri ağırlıklı olarak destek verirken siyasi partilerden hem destek hem de eleştiri geldi. Sanatçıların çoğu Cem Boyner’in söylediklerine destek verdi.
Ahmet Nazif Zorlu Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Bir ileri bir geri olmaz hep ileri gidilmesi lazım
Kürt-Türk diye bir ayrım yok. Türkiye var, Türkiyeli vatandaşlar var. Burada önemli olan demokratikleşmedir, bakın hepimiz kazanacağız. Herkes bir tarafa çekerse, kimse yarar sağlamaz, dış kaynaklar yarar sağlar. Demokratik açılımın dönüşü olmamalı, herkes aklı selim davranmalı. Hükümet bu açılıma cesaretle devam etmeli. Herkesin karşılıklı olarak empati yapması lazım. Bir ileri bir geri yapmamamız lazım, devamlı ileri yapmamız lazım. Tepkiler olacaktır, herkes birşey diyecektir ama aklı selim düşünüp makûl olanı bulmamız lazım. Açılıma destek veriyorum çünkü Türkiye’nin kaynakları bu bölgede heba oluyor. Burada parti, şahıslar söz konusu olamaz. Ak Parti her türlü riski almıştır, almaya da devam etmelidir. Bu Türkiye’nin önceliğidir, gerekiyorsa eline silahı almamış olanlar için af da konuşulmalı, yoksa daha çok anne ağlayacak. Türkiye’nin demokratik açılıma ihtiyacı vardı, hükümet bu adımı atmıştır.
Hamdi Akın Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Boşanma olacaksa tartışma açılmasın
Açılımdan kesinlikle geri adım atılmamalı. Milletin büyük çoğunluğu bunun devamını istiyor. Kürtlerle Türk halkının arasında problem olmadığının en büyük kanıtıdır zaten bu. Sorunun çözümüne gelince, bunun talep sahibinden gelmesi lazım. Kürt vatandaş herhangi bir jargona sahip değil. DTP ve PKK ise marksist - leninist bir söylem kullanıyor. Bu söylem de ‘halka özgürlük’ değil ‘halklara özgürlükten’ geçer. Bu da Türkiye’yi bölünmeye götürür. Bu nedenle Kürt milletinin taleplerinin biraz daha yüksek sesle ve net olarak konuşulması lazım. Bu talep net konuşulmuyor, herkes karnından konuşuyor. DTP ve kanaat önderleri ne istiyorsunuz sorusunu, ana dilde eğitim, Türkiye’yi 25 yerel bölgeye bölme önerisinden ileri götüremiyor. Ki bu bölme işi olsa olsa dış güçlerin önerisi. Bu sorunun artık aile içinde yüksek sesle konuşulması lazım. Anne ve babanın birbirinden boşanmayacağı kesin ise, tartışmaya ailede herkes katılır ve inanın sonuç her halükarda demokratik olur. Ama sonunda boşanma var ise bu tartışma hiç başlatılmamalı. DTP’nin kapatılmasına gelince anayasada kurallar belli ve mahkemenin görevi bu kuralları uygulamaktı. Kapatmama kararını veremezlerdi.
Aynur Bektaş Hey Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı
BDP muhataptır
Türkiye kanayan yaralarını çözmeli, bu kadar kan akarken, 40 bin insan ölürken, milyarlarca dolar da heba oluyor. Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, Güneydoğu sorunu yıllardır kanayan yaralar. Tek bayrak, tek ülke ve toprak bütünlüğüne zarar vermeden bu sorunlarda alınacak her türlü mesafe alınmalı. Bu doğrultuda her türlü açılıma destek verdik. İşsizlik bu bölgede patlamışsa, Adana gibi bir şehirde bile göç nedeniyle işsizlik yüzde 26’ları bulmuşsa iş yaratmamız lazım. Hükümet bölge için yatırımın önündeki her engeli bir an önce kaldırmalı. Sorunu çözerken muhatap olarak bölge halkının seçmiş olduğu Meclis’teki parti muhatap alınmalı.
Süleyman Orakçıoğlu Orka Grup Yönetim Kurulu Başkanı
Af çıkarılabilir
30 yıllık bir sorun. Dünya değişiyor, bu değişim içinde yön bulmak konusunda bu kadar tutucu olmamak lazım. Bir yerlere takılıp kaldık. Tarafların ortak faydada buluşması için diyalog ve güven şart. Radikal azınlığın fanatik düşünceleri gündemden çıkarılsın. Kavgayı istemeyen çoğunluk maalesef ortada değil. Hükümete sorunun çözümü için destek vermeliyiz. Bir takvim çıkarılmalı, sırayla yapılacaklar gündeme alınmalı, gerekiyorsa suça bulaşmamış olanlar için af da çıkarılabilir. Hükümet yola doğru çıktı ama gördüğüm kadarıyla yalnız kalıyor, bunun yarattığı belirsizlik hükümeti zorluyor.
Suat Kılıç Ak Parti Grup Başkan Vekili
Empati sürecini kavradık
Cümlelerinde katıldığımız, katılmadığımız yerler var. Burada önemli olan iktidar partisinin ortaya koyduğu tutum ve yaklaşımdır. Biz DTP’nin veya terör örgütünün ne istediğine bakmadık. Sürecin atılacak bütün adımlarla birlikte bir empati süreci olduğunu kavradık. Demokrasi hukuk ve özgürlükler konusunda toplumun tümü tarafından benimsenecek adımlar atma kararlılığımızı ortaya koyduk. Demokrasi, hukuk ve özgürlük ihtiyacının farkındayız. Empati yaparak belirlediğimiz sorunları hoşgörü, anlayış ve sevgi iklimini geliştirerek çözüme kavuşturma iradesiyle hareket ediyoruz. Biz sorunun farkında olan kesimlerle çözüme yönelik kararlılığımızı sürdüreceğiz. Terörün panzehiri hukuk ve demokrasidir.
Mustafa Özyürek CHP Sözcüsü
Bu değerlendirmeler son derece yanlış
İşadamlarının da siyasetle ilgilenip, toplumsal konularda görüş açıklamasını memnuniyetle karşılıyorum. Tespitlerinde katılmadığım pek çok nokta var. PKK-Öcalan ilişkisi konusundaki sözleri doğru ama sanki Türkiye’de Kürtlere karşı bir savaş varmış ve Kürtler bu savaşı kazanmış gibi bir değerlendirme yapılması son derece yanlış. Bazı sakıncalı tartışmaları beraberinde getirir.Türkiye’de terör örgütüne, şiddete karşı bir savaş verilmiştir. O savaş ne yazık ki halen devam etmektedir. Ama bu savaş hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin 1. sınıf vatandaşı olan Kürt kökenlilere karşı bir savaş gibi değerlendirilmemeli. Onlarla bir savaş yapılması söz konusu değildir. Bu savaşın mağlubu veya galibi olmaz.
Tunca Toskay MHP Genel Bşk. Yrd.
Siyaseti bir daha denesin
Sayın Boyner daha evvel siyaseti denedi, anlaşılan kendisine yeni bazı vahiyler inmiş. Kendisine, o çok parlak, güzel düşüncelerini siyasette bir daha denemesini tavsiye ediyorum. ‘Sorunun özünden habersiz Türkler’ arasında Sayın Boyner kendisini rahatlıkla sayabilir. Türklerin önemli bir bölümü sorunun, oyunun farkında ama onlardan tek farkımız var biz gaflet içinde değiliz.
Selahattin Demirtaş BDP Diyarbakır Milletvekili
Hakaret olarak tanımlıyorum
Durumu sosyolojik olarak tanımlaması fena değil. Sorun devlet çatışmasından giderek Kürt-Türk çatışmasına dönüşmek üzere. Çözüm aciliyetini dayatıyor, fakat bu işi AKP’den başka kimsenin çözemeyeceğini belirtmesi bir hatadır. Güncel siyaseti göremediği düşüncesindeyim. DTP-PKK ilişkisini doğru tanımlamıyor veya cesurca gerçeği söylemiyor. PKK’nın DTP’nin veya Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünü istemediği şeklindeki belirlemelerini hakaret olarak tanımlıyorum. Kara bir propagandadır. BDP olarak çözümü istediğimizden kuşku duymuyoruz, birileri artık Kürtler adına konuşmaktan vazgeçip Kürtlerle konuşmayı denerse açılım yürür.
YAŞAR KEMAL:
“Boyner’in söyledikleri, gerçek bir vatanseverlik örneği”
Ayşe Kulin Yazar
“Bir Gün” adlı romanımda ben de aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyordum. Aklın yolu bir. İnşallah AKP devam eder bu açılımın üstünde durmaya. Ve hakikaten Cem Boyner’in röportajında geçen her şeyi teker teker yapar. Ama her iki taraf da şu anda çok mantıksız davranıyor.
Cem Mansur Orkestra şefi
Her iki taraftan da bu kadar acı çekmiş insanların objektif olmasını beklemek yerine Cem Boyner gibi aklın, doğrunun yolunu soğukkanlılıkla düşünme konumunda olan sivil, bağımsız kişilerin sesi önemli. Ama ‘açılımı’ başlatanlardan da daha tutarlı ve cesur olmalarını beklemek hakkımız.
Tarık Akan Oyuncu
Düşüncelerine katılmıyorum Boyner’in. Yorumlarına da katılmıyorum. Onun fikirleri birleştirme değil daha fazla ayrıştırma gibi geldi. Bu da daha büyük bir tehlike yaratır diye düşünüyorum. Onun için düşüncelerinin özüne katılmıyorum.
Muhsin Kızılkaya Yazar
Bu süreç içerisinde karşılaştığım en makul ses olarak değerlendiriyorum Cem Boyner röportajını. Boyner’in ülke meselelerine ne kadar kafa yorduğunu da gösteriyor. Herkesin dikkatlice okumasını öneriyorum.
Rojin Müzisyen
Artık kan dökmenin zamanı geçti. Çözüm yolu iki halkın kardeşliğinden geçiyor. Maalesef siyasetin dili çok zehirli ve kötü. O yüzden çok önemsiyorum Boyner’in söylediklerini.
Pınar Kür Yazar
Kürt halkının haklarına kavuşması, kendi dillerinde okumak, konuşmak, bütün bunlar tabii ki benim normal karşıladığım şeyler. Ama Kürt siyasetinin de Türk siyasetinin de buna niyeti yokmuş gibi bir görünüyor. Boyner de aşağı yukarı aynı şeyi söylüyor.
Hüsamettin Koçan Ressam
Cem Boyner’in söylediklerinin yüzde 90’ını çok doğru buluyorum, saptamalarına katılıyorum. Türkiye bence Cem Boyner’in bu görüşlerinden yararlanmalı. Siyasetin kesin ve mutlak, sorumluluğu üstüne alması gerekiyor.
http://www.internethaber.com/news_de...=224225&page=2
Devlet procesi:utangac deyince nedense aklıma "Proce Yönetimi" geldi.
Proce entegrasyon yönetimi : OTUR! SIFIR
Proce kapsam yönetimi : OTUR! SIFIR
Proce maliyet yönetimi : OTUR! SIFIR
Proce kalite yönetimi : OTUR! SIFIR
Proce iletişim yönetimi : OTUR! SIFIR
Proce risk yönetimi : OTUR! SIFIR KERE SIFIR
Procenin ekonomik ömrü? MEÇHUL
NE KADAR BİLİMSELSİNİZ...
AHMET HAKAN 28.12.2009 07:26:48
Uzaktan izlenimlerle Cem Boyner’e dair
BEN “Yeni Demokrasi Hareketi”ni ıskalamış biriyim. O zamanlar başımda “kavak yelleri” mi esiyordu, politikayı küçümseyerek hafiften “entel ayakları”na mı yatıyordum?
Bilmiyorum.
Ama kaçırdım bu hareketi...
Çok iyi izlemedim... Derinliklerine vakıf olamadım...
Gerçi tamamen bigane de kalmadım:
Mesela gazetelerin olağanüstü YDH gazlamasını anımsarım...
Mesela genç ve yakışıklı işadamı Cem Boyner’in bir politik lider olarak dere tepe dolaşmasının etkileyici fotoğrafları hâlâ gözümün önündedir.
Mesela Cem Boyner’in o zaman için fena halde cesur demeçler patlattığını da bilirim.
Sanırım savcılıkta ifade falan bile vermişti...
* * *
Cem Boyner’in etrafındaki isimler de dikkatimi çekiyordu o zamanlar...
Deli fişek gibi yazılar yazan Cengiz Çandar Abi’miz YDH’daydı...
Hep saygı duyduğumuz Asaf Savaş Akad Hoca da YDH’daydı...
Mehmet Altan harekete destek veriyordu...
Etyen Mahcupyan teşkilatlanmadan sorumlu genel başkan yardımcısıydı.
O zamanlar bu kadar ünlü olmayan Kemal Derviş de hareketin içindeydi...
Kürt önderler, eski komünistler, hatta İslamcılar bile vardı YDH’da...
Yani tam bir özgürlükçü, demokrat, liberal hareket...
Burjuvayı önder yapmış liberal ve demokrat aydınların huruç hareketi...
Tozu dumana katıyorlardı...
“Kürt” sözcüğünün telaffuz edilmesinin bile risk taşıdığı bir dönemde Cem Boyner Kürt kentlerine vuruyordu kendini...
“Atatürk’ü aşmalıyız” türünden lakırdılar ediliyordu...
Fakat sonu tam bir hüsranla bitti bu coşkulu hareketin...
Kürtler oy vermediler... İslamcılar kendi partilerine yöneldiler... Merkez sağ hoşlanmadı söylenenlerden... Beyaz Türkler uzak durdular... Laik kesim öfkelendi... Milliyetçiler ise ateş püskürdü...
Sonuç tam bir hezimet oldu...
Hareket dağıldı, herkes köşesine çekildi....
Cem Boyner de fabrikalarına, alışveriş merkezlerine, yani işine gücüne döndü...
Bir daha siyaset arenasına gözünün ucuyla bile bakmamacasına...
* * *
Aradan geçmiş şunca yıl...
Ben tam da “Acaba Cem Boyner ne diyordur bugünlerde olup bitenlere” derken, Milliyet gazetesinde kocaman bir Cem Boyner röportajı çıktı...
1995 konjonktüründe ne söylediyse aynısını söylemiş Cem Boyner...
Birbirimizi anlamaktan söz etmiş... “PKK” ile “Kürtlerin hakları” meselesinin ayrı değerlendirilmesi gerektiğini söylemiş... CHP ve MHP’yi silmiş, AK Parti’ye şans tanımış... Dağa taşa yazılan “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözünün, kendilerini Türk hissetmeyenleri üzmek dışında bir işe yaramadığını belirtmiş...
Güzel konuşmuş, iyi konuşmuş...
En sonunda sorulmuş kendisine: “Yeniden politikayı düşünür müsünüz?” diye...
Sütten ağzı yanan Cem Boyner, şöyle bir üflemiş yoğurda...
Ve şöyle demiş: “Asla... Kapandı o defter.”
Haklıdır: Öyle bir hezimete uğramıştı ki zavallı, 15 yılda toparlanması mümkün olamazdı.
Hürriyet G.Z.T
Bu ağızlar beş para etmiyor artık, daha ciddi yazılar lütfen!
Mustafa Mutlu
Muhalefet ediyorsan... Olacak, olacak o kadar!
Radyo Televizyon Üst Kurulu, sanatçı Levent Kırca’ya ceza yağırdırmış...
Çünkü Kırca, 14 Kasım 2009 günü yayınlanan “Olacak O Kadar” adlı programda PKK’lıların Habur’dan ellerini kollarını sallayarak girmelerini mizah yoluyla eleştirmiş...
“Öpüşün Barışın” adlı skeçte hâkim rolündeki Levent Kırca, silahlı saldırı ve tecavüz gibi suçlardan yargılananlara ceza vermiyor ve mağdur ile sanıkları “Bunlar ufak şeyler, hadi bakayım, öpüşün barışın” diyerek serbest bırakıyormuş.
Daha sonra da Habur’da serbest bırakılan PKK’lıları kastederek, “On binlerce insanı katledenler, zafer kazanmış kahraman gibi karşılanıyor. Fak-Fuk Fon’dan yararlanıyor. Onlar suçsuzsa, o zaman bunlarınki hiç suç değil” diyormuş...
Sen misin bunu diyen?
RTÜK, programın yayınlandığı kanalı cezaya boğmuş!
***
Hani; “sivil diktatörlüğü” tartışıyoruz ya...
Alın size fırından yeni çıkmış bir örnek:
Hangi “diktatör” olmayan iktidar, bu kadarcık eleştiride bulunan mizah sanatçısını cezalandırmaya kalkışabilir?
***
Aydınlar sussun; gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, sendikacılar, hak arayan işçiler, karikatüristler, tiyatrocular sussun...
Susmayanlar susturulsun!
Bunun adı da “demokrasi” olsun...
Uzun söze gerek yok:
Susanlara yuh olsun!
16-01-2010
http://haber.gazetevatan.com/haberde...oryid=4&wid=10:
"Türkiye İnsan Hakları Kurumu" kuruluyor
"Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" kapsamında yürütülen demokratikleşme çalışmaları içinde orta vadeli adımlardan biri olarak nitelendirilen "Türkiye İnsan Hakları Kurumu"nun kurulmasına ilişkin kanun tasarısı, TBMM Başkanlığı'na sunuldu.
Tasarıya göre, Kurum, kamu tüzel kişiliğine haiz, idari ve mali özerkliğe sahip ve özel bütçeli olacak.
Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı'na göre, Kurum, kamu tüzel kişiliğine haiz, idari ve mali özerkliğe sahip ve özel bütçeli olacak.
Başbakanlıkla ilişkili olacak Kurumun merkezi Ankara'da bulunacak. Kurum, yurt içinde ve sayısı ikiyi geçmemek üzere yurt dışında büro açabilecek.
Kurum, insan hakları alanındaki gelişmeleri izlemek ve değerlendirmek; sorunların çözüme kavuşturulması doğrultusunda çalışmalar yapmak; şikayet ve başvuruları incelemek, araştırmak ve bunların sonuçlarını takip etmek, insan haklarının korunmasına, geliştirilmesine ve ihlallerin önlenmesine yönelik çalışmalar yapmakla görevli ve yetkili olacak.
Kurum, görevlerini bağımsız olarak yerine getirecek. Görev alanına giren konularla ilgili olarak hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Kurula emir ve talimat veremeyecek, tavsiye ve telkinde bulunamayacak.
Kurum, faaliyetleri hakkında internet ortamı ve resmi bültenler aracılığıyla kamuoyunu azami ölçüde bilgilendirecek.
Kurumun her kademedeki yöneticileri, görevlerini mevzuata, stratejik plan ve programlara, performans ölçütlerine ve hizmet kalite standartlarına uygun olarak yürütmekten üst kademelere karşı sorumlu olacak.
Kurum, görev, yetki ve sorumluluk alanına giren ve önceden kanunla düzenlenmiş konularda idari düzenlemeler yapabilecek. Kurum, geçici veya belli bir ihtisas gerektiren nitelikteki işler için hizmet satın alabilecek. Kuruma, genel bütçeden yardım yapılacak.
Türkiye İnsan Hakları Kurulu
Türkiye İnsan Hakları Kurulu, Kurumun karar organını oluşturacak. Kurul, biri Başkan, biri İkinci Başkan olmak üzere 11 üyeden oluşacak.
Kurula başkan ve üye olabilmek için herhangi bir siyasi partinin yönetim ve denetim organlarında görev almamış veya bu görevlerinden ayrılmış olmak gerekecek.
Başkan, İkinci Başkan ve üyeler, Bakanlar Kurulu tarafından seçilecek. Seçimlerde, ilgili sivil toplum, sosyal ve mesleki kuruluşların, düşünce akımlarının, üniversitelerin, uzmanların çoğulcu bir şekilde temsiline özen gösterilecek. Başkan ve üyelerin görev süresi 4 yıl olacak.
Süresi bitenler en fazla bir dönem daha yeniden seçilebilecek.
Kamu görevlisi iken Kurul Başkanlığına ve İkinci Başkanlığa seçilenlerin önceki kurumları ve görevleriyle ilişikleri sona erecek. Kurul Başkanı, İkinci Başkan ve üyelerin süreleri dolmadan herhangi bir nedenle görevlerine son verilemeyecek.
Ancak, seçilmeleri için gerekli şartları taşımadıkları ya da kaybettikleri Kurulca tespit edilen Başkan ve üyelerin görevlerine, Bakanlar Kurulunca son verilecek.
Kurul kararlarını süresi içinde imzalamayan veya karşı oy gerekçesini süresi içinde yazılı olarak bildirmeyen Başkan ve üyelerin üyeliklerine de aynı usul çerçevesinde son verilecek.
http://www.cnnturk.com/2010/turkiye/...1.0/index.html
Bu darbe senaryoları sıktı artık.
Darbelerden zarar gören Türk halkına saygısızlık
darbelerde işkence gören aydınlara saygısızlık
Darbelerde evini işini kaybeden insanlara saygısızlık.
Darbelerde, demokrasiyi kaybeden demokratlara saygızısızlık
Geçmişte gerçekleşmemiş, üzerinden zaman geçtiği için olması mümkün olmayan bir olayı suç olarak gösterdikleri için; Ceza kanununda böyle bir suç öngörülmediği için hukukçulara ve hukuka saygısızlık.
Aslında amaç, hısrsızlığı saklamak. Mağduru oynamak istiyorlar. Böyle başladılar, böyle devam ediyorlar. Darbe darbe diye diye mağdur olduklarını akılaara kazımak istiyorlar.
YEMEZLER.
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulmasını öngören kanun tasarısı Meclis Genel Kurulu'nda kabul edildi.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay Müsteşarlığın etkili bir koordinasyon birimi olacağını söyledi.
Genel Kurul'da kabul edilen Kanuna göre, terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulacak. Güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmek amacıyla Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu kurulacak. Kurul; İçişleri Bakanının başkanlığında, Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, MİT, Adalet, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları müsteşarları, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve Sahil Güvenlik Komutanından oluşacak.
Gerektiğinde gündemle ilgili diğer kurum ve kuruluş temsilcileri de toplantıya davet edilebilecek. İçişleri Bakanının daveti üzerine toplanacak Kurulun gündemi, Kurul üyelerinin görüşleri alınarak İçişleri Bakanı tarafından belirlenecek.
Müsteşarlığa 94 kişilik kadro
Müsteşarlık merkez teşkilatına; müsteşar, 2 müsteşar yardımcısı, 6 daire başkanı olmak üzere 94 kadro ihdas edilecek. Bu kadrolar, hukuk müşaviri, uzman, çözümleyici, programcı, mütercim, veri hazırlama ve kontrol işletmeni, mühendis, istatistikçi, sosyolog, psikolog, antropolog gibi unvanlardan oluşacak. Müsteşarlık, gerekli görülen görevler için hizmet süreleri belirtilmek kaydıyla müsteşarın teklifi ve İçişleri Bakanının onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları kurabilecek. Müsteşarlığının görev alanı;"-Politika ve stratejiler belirlenmesine yönelik çalışmalar yürütmek ve bu politika ve stratejilerin uygulamasını izlemek.
-Güvenlik kuruluşları ve istihbarat birimlerinden gelen stratejik istihbaratı değerlendirmek ve ilgili birimlerle paylaşmak.
-Gerekli araştırma, analiz ve değerlendirme çalışmaları yapmak veya yaptırmak.
-Güvenlik kuruluşlarına ve ilgili kurumlara stratejik bilgi desteği sağlamak ve bunlar arasında koordinasyonu temin etmek.
-Kamuoyunu bilgilendirmek ve halkla iletişimi sağlamak.
-Uluslararası gelişmeleri Dışişleri Bakanlığı ve ilgili kurumlarla işbirliği içinde izlemek ve değerlendirmek.
-İnceleme ve denetleme yapmak ya da yaptırmak." şeklinde olacak.
Operasyonel görevi olmayacak
Müsteşarlığın, güvenlikle ilgili operasyonel bir görevi olmayacak. Terörle mücadele alanında oluşturulacak politika ve stratejiler ile alınacak tedbirlere esas olmak üzere, ilgili birimlerden stratejik istihbaratın alınması ve değerlendirilmesi amacıyla doğrudan Müsteşara bağlı İstihbarat Değerlendirme Merkezi oluşturulacak. Bu çerçevede güvenlik kuruluşları ve istihbarat birimleri ile Dışişleri Bakanlığınca elde edilecek stratejik bilgi ve istihbarat bu merkezde değerlendirilecek. Terörle mücadeleye yönelik stratejiyi belirlemek amacıyla ihtiyaç duyulan istihbari bilgiler; Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından müsteşarlığa verilecek. Bu bilgiler doğrultusunda yapılacak analiz ve değerlendirmeler ilgili birimlerle paylaşılacak. Müsteşarlık, Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığı, Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığı, İletişim Daire Başkanlığı, Dış İlişkiler Daire Başkanlığı ana hizmet birimlerinden oluşacak. İnsan Kaynakları ve Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı adı altında yardımcı hizmet birimi bulunacak olan müsteşarlığın, Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği ve Müsteşarlık Müşavirleri adı altında danışma hizmet birimleri olacak.
Yabancı uzman çalıştırabilecek
Müsteşarlıkta, terörle mücadele alanında özel bilgi ve ihtisasından yararlanılmak üzere, Devlet Memurları Kanunu ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki usul ve esaslarına bağlı olmaksızın, İçişleri Bakanı'nın onayıyla, en çok 10 "müsteşarlık müşaviri" unvanıyla sözleşmeli personel çalışabilecek. Personelin sözleşme usul ve esasları, müsteşarlık tarafından tespit edilecek. Özel uzmanlık isteyen konularda kadro karşılığı olmaksızın, tam gün, kısmi gün, belli bir konu veya proje bazında, konu ya da projenin süresi ile sınırlı tutulmak koşuluyla sözleşmeli personel ya da yabancı uzman çalıştırılabilecek. Müsteşarlık, kanunla belirlenen görevleri yaparken, bakanlıklar, kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde çalışacak. Müsteşarlık tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebi, ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine getirilecek.
Personelin maaşları
Müsteşarın brüt taban ücreti 3 bin 750 lira, brüt tavan ücreti 3 bin 970 lira, müsteşar yardımcısının taban ücreti 3 bin 375 lira, tavan ücreti 3 bin 590 lira, müsteşarlık müşavirinin taban ücreti 2 bin 780 lira, tavan ücreti 3 bin 100 lira, 1. hukuk müşaviri ve daire başkanının taban ücreti bin 930 lira, tavan ücreti 2 bin 250 lira olacak.
Örtülü ödenek
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa tabi genel bütçeli bir idare olacak. Kanun kapsamında yürüttüğü ve gizlilik içeren işler için Müsteşarlık bütçesine, örtülü ödenek konulacak. Müsteşarlığın 2010 yılı harcamaları için gereken ödenek ihtiyacı, İçişleri Bakanlığınca karşılanacak. İçişleri Bakanlığının hazırlayacağı yönetmelikler, kanunun yayımı tarihinden itibaren 6 ay içerisinde yürürlüğe girecek.
Tasarının yasalaşmasının ardından teşekkür konuşması yapan Bakan Atalay, önemli eleştiriler olduğunu belirterek, "Özellikle CHP fazla karamsar göründü, tablolar çizdi ama göreceksiniz mahçup edeceğiz. Etkili bir koordinasyon birimi olacak, hayırlı işler yapacağız. Eleştirilerinizin hepsini daima kulak ardında tutacağız" diye konuştu.
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=115600
CHP'den genel affa 'evet'
CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, “Toplumsal barışın bir parçası olacaksa genel affa 'evet' deriz” dedi.
BATMAN - Partisinin il kongresinde konuşan Kılıçdaroğlu, siyasi ahlak yasasının olmadığı bir yerde yolsuzluğun önlenemeyeceğini savunarak, iktidara geldiklerinde ilk iş olarak siyasi ahlak yasası çıkaracaklarını bildirdi.
Demokratik Açılım sürecine değinen Kemal Kılıçdaroğlu, sorunun çözümü için gerektiğinde genel affa destek verebileceklerini ifade ederek şöyle devam etti:
''Bu sorunu çözmeye talibiz, kardeşlik içinde çözeceğiz. Sağlıklı, güçlü bir ekonomi politikası izleyerek çözeceğiz. Herkesin düşüncesini özgürce ifade edebileceği bir Türkiye yaratarak çözeceğiz. Toplumsal barışın bir parçası olacaksa biz genel affa 'evet' deriz. İktidara geldiğimizde bu bölgede, kesinlikle ama kesinlikle hiçbir özelleştirme yapılmayacaktır. Devlet gelip burada fabrika kuracaktır.''
KCK OPERASYONLARI
KCK operasyonları kapsamında BDP'li belediye başkanlarının tutuklanmasını da eleştiren Kılıçdaroğlu, uygulamanın yanlış olduğunu savundu. CHP Grup Başkanvekili Kılıçdaroğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Seversin veya sevmezsin ama bu millet oy verdi mi, belediye başkanı yaptı mı? Evet. İfadesini alacaksanız, hukuku adam gibi çalıştırıp davet edersin gelir ifadesini verir. Peki, eline kelepçe vurup sıraya dizip boy boy fotoğrafını çekmek dünyanın hangi modern ülkesinde var. Cebinde yarım limon çıktı diye küçük çocuğu tutuklayıp hapse atacaksın. Bunu kabul etmiyorum. Bu çocuklar bizim çocuklarımızdır. Çocukları suçlamayacaksın. Ona taş attıran mekanizmadan kurtaracaksın.''
http://www.ntvmsnbc.com/id/25066321/
"CHP'nin Kürt raporundaki tespitlerini AKP gerçekleştiriyor"
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Hükümetin başlattığı "Demokratik Açılım" sürecinde yöneltilen eleştirilere karşı, "Terörün çözümü noktasında, CHP'nin geçmişte doğu ve Kürt raporundaki tespitleri AK Parti hayata geçirmeye çalışıyor" dedi.
TBMM Adalet Komisyonu AKP Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya Başkanlığı'nda, kamuoyunda "taş atan çocuklar" olarak bilinen düzenlemeyi görüşmek üzere toplandı. Toplantının başında MHP'li üyeler, son terör saldırılarını ve şehit olan askerlerin acısının taze olduğunu gerekçe göstererek, komisyonu terk ettiler.
Komisyonda, Hükümet adına konuşan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, terörün çözümü noktasında Hükümet politikalarını eleştiren muhalefet partilerinin eleştirilerine yanıt verdi.
Ergin, "Hadiseleri soğukkanlı olarak değerlendirmek, elde edilmeye çalışılan sonuçlara ulaşmalarını engelleyecek serinkanlı, akılcı bir tavrı ortaya koyabilmektir. Terör örgütü ya da terör eylemleri yapanların bir amacı var. Ve bize düşen bu amacın gerçekleşmesini önleyecek adımları atabilmektir. Terör örgütü, toplumda korku oluşturmak, panik temin etmek, kendi reklam ve propagandasını yapmak ve nihayetinde sulfi emellerine ulaşmaya çalışmaktır. Ayrıca, yöneticileri, idarecileri, yasama organını fecri tedbirleri almaya zorlamaktır" dedi.
Terör örgütünün oluşturmaya çalıştığı bu atmosfere ve eylemlere karşı dikkatli olmalı ve doğru bilinen kararların alınması gerektiğine dikkat çeken Ergin, "Milletimizin her bir ferdinin hak etmiş olduğu hürriyetlere ulaşması için gayret ortaya koymalı ancak terör yöntemini kullananlara karşı da bu terör eylemlerinin hak ettiği karşılığı her türlü mücadeleyi de beraberce ortaya koymak zorundayız" diye konuştu.
Yürek acıları
Muhalefet partili üyelerin son terör örgütü saldırılarına yönelik yaptıkları değerlendirmelere de değinen Adalet Bakanı Sadullah Ergin şöyle dedi:
"Bu eleştirileri kendi yürek acılarının bir parçası olarak görmek durumundayım ama bunlar yapılırken bir takım insaf ölçüsü kaçırılarak yapılmış değerlendirmeler. Açılımın, faydalarını ya da yararlarını Sayın Başbakan bahsetti, biter bitmez terör eylemleri arttı gibi bir değerlendirme sağlıklı bir değerlendirme değil. Türkiye'de bu illetle fiilen mücadele 26 yılını doldurdu. 84'de başlayan ilk silahlı saldırıdan sonra 26 yıllık süre geçti bu süre içerisinde bir çok yöntemler denendi, gözaltı sürelerinin 30 gün uygulandığı olağanüstü hal dönemleri oldu. Sıkıyönetimler uygulandı, bir çok mevzuatımızda ağır hükümler getirildi ama görüldü ki bütün bu teröre bulaşmamış insanların da hayatlarını zehir eden yöntemler terörü bitirmek zayıflatmak şöyle dursun daha da onun taban bulmasını sağlamıştır. Onun için bize düşen görev, bu tür terör saldırıları karşısında terör eylemleriyle netice almaya çalışanlarla sivil halkı vatandaşımızı ayrıştıracak o vatandaşın duygusunu güçlendirecek tedbirler almak ama terörle uğraşanlara karşı en acımasız hak ettiği metotlarla karşılık vermek bize düşen şey. 26 yıldır bu illetle mücadele etmeye çalışıyoruz. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine AKP iktidarının tek bir yatırım yapıp yapmadığı soruldu ; bunu insaf ve izan ölçülerine sığmadığını düşünüyorum. 15 katrilyonun üzerinde bir yatırım yapıldı. Bütün yatırımlar tarihinde görmediği yatırımlardır. Yeterli mi hayır daha da artırılabilir."
CHP'nin tespitlerini gerçekleştirmeye çalışıyoruz
"Ne yapılmaya çalışılıyor açılımla yapılmak istenen nedir" sorularına da yanıt veren Bakan Ergin, geçmişte CHP'nin hazırladığı Kürt raporuna vurgu yaparak şöyle dedi:
"Burada şunu ifade ediyorum; CHP'nin Doğu, Kürt raporu hangi tespitleri yapmışsa, orada yapılan tespitleri, değerlendirmeleri gerçekleştirmeye çalışıyor AKP. CHP'nin raporlarında tespitlerinde çok daha ileri düzenlemelerin olmasına karşın ama Türkiye'de o bölgede mücadelenin sadece silahlı yöntemle olamayacağı gerçeğini kendileri de vurguluyorlar. Sayın Genel Başkanları (Kemal Kılıçdaroğlu), dün yaptığı konuşmada sadece silah zoruyla önlenmeye çalışılmasının ' akılsızlık' olduğunu söylüyor. Bir yandan bunu telkin edeceksiniz, bir yandan o bölgenin sorunlarıyla ilgili raporlar yayınlayacaksanız, o raporların içerisinde tespit edilen bir takım realitelerin telafi edici tedbirler getiren iktidar partisine karşı bu şekilde tavır ortaya koyacaksınız. Bunu çok tutarlı bir tavır olarak görmüyorum. Haksız bir eleştiri.2002'de sıfır terör alındığı tespiti doğru değil. Bu süreçte inişli çıkışlı süreler olmuştur. Ama Türkiye'de terörizm sıfırlanmamıştır, terörün sıfırlanması için alınması gereken önlemler bellidir, bu noktada CHP'nin yaptığı değerlendirmeler de doğru tespitler içermektedir."
Sevkedilmek istenen bir yer var
Ergin, terör olaylarıyla Türkiye'nin bir yerlere çakılmak istendiğini vurgulayarak, "Bizim yaptığımız ve yapmaya çalıştığımız şey o raporlarda tespit edilenlerden çok farlı şeyler değil. Ancak bugün yapılacak çalışma, bu atmosfer içerisinde her şeye rağmen yapmamız gereken şey, MHP komisyonu terk etti. Keşke terk etmeselerdi bu terör olaylarıyla sevk edilmek istendiğimiz bir yer var, biz o noktaya sürüklenmemeliyiz. Bildiğimiz doğruları yapmalıyız, terör örgütünün amaçlarına ulaşmalarına izin vermemeliyiz" diye konuştu. Komisyon, çalışmalarını maddeler üzerinde yapılan görüşmelerle devam ediyor.
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=151082
http://www.heddam.com/Resim/GenelResim/103677.jpg
Seraplar Yakılsın ki, «Teröristin Gururu» (!) Zedelenmesin...
Yukarıdaki fotoğrafa iyi bakın... İyi bakın, çünkü birkaç gün geçmeden unutacaksınız! Tıpkı bugüne kadar unuttuğumuz binlerce terör kurbanı ve şehit gibi...
12 Kasım 2009 Perşembe
Şimdi, şu anda «vah, vah...» diyeceksiniz, «bunu yapanlar insan olamaz! Vahşet bu!» diyeceksiniz, ama bir hafta bile geçmeden ne insanlık hatırlanacak ne de bu vahşet...
Yukarıdaki fotoğrafa iyi bakın... Fotoğraftaki kız henüz 17 yaşında... Evet, bu haliyle o kadar genç görünmüyor, ama gerçekten daha 17 yaşında
https://www.hukuki.net/showthread.php...m-Süreci/page6
http://foto.gazetevatan.com/newpics/...6240126081.jpg
"BUSE NEREDE BABA"...
http://img.internethaber.com/gallery/8107/3.jpg
Bombalı saldırı şüphelileri alkışlarla(!) adliyede - Hürriyet
24 Haz 2010 ... İstanbul Halkalı'da biri 17 yaşında bir asker kızı ve 4 askerin bombalı saldırıda şehit edilmesi ve polis servisine bombalı saldırı ...
www.hurriyet.com.tr/gundem/15126826.asp -
M.E.Sezen: Şeref yoksunu aşalık mahluklar hepinizin Allah belasını versin size fırsat yaratanların topunun canı cehenneme söylencek söz çok ama sözlere yazık...
Kadınlar "demokratik açılım"ı değerlendirdi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sivil toplum kuruluşlarının kadın temsilcileriyle gerçekleştirdiği ve yaklaşık 7 saat süren toplantı sona erdi. Başbakanlık İstanbul Ofisi'ndeki toplantının sona ermesinin ardından çıkışta gazetecilere açıklama yapan TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, toplantıya 80'in üzerinde katılımcının iştirak ettiğini belirterek, şimdiye kadar gerçekleşen en uzun açılım toplantısı olduğunu söyledi.
Her kesimden kadın sivil toplum örgütlerinin fikirlerini rahatça ortaya koydukları bir toplantı gerçekleştirdiklerine işaret eden Boyner, "Genellikle tüm kadın sivil toplum kuruluşları açılımın devam etmesinden ve açılımın içeriğine katkı sağlamaktan memnun. Katkı sağlamaya devam etmek istiyorlar" dedi.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Kadın Girişimciler Kurul Başkanı Aynur Bektaş da, bölgeyi tanıyan biri olarak taleplerini dile getirdiğini ifade ederek, bölgeye özel bir teşvik verilmesini istediğini söyledi.
Bektaş, bölgenin sorununun sadece ekonomik olmadığını, ancak ekonominin bölge halkına refah getireceğini ve orada en mağdur durumda olan kadınların sorunlarını çözeceğini dile getirdiğini kaydetti.
Avrupa'nın benimsediği "yasak yasaktır" ilkesinin bölge için de geçerli olması ve tüm yasakların kaldırılması gerektiğini ifade eden Bektaş, toplantıya katılan tüm kadınların açılıma destek verdiklerini söyledi.
Bektaş, 3 yıldır Doğu ve Güneydoğuda yatırım yaptığını, bölge halkından zarar görmediği gibi en karlı fabrikalarının da orada olduğunu anlatarak, bölge halkının kazanılması gerektiğini dile getirdi.
Toplantıda Başbakan Erdoğan'ın partisinde Kürt kökenli 60 milletvekili bulunduğunu belirttiğine de işaret eden Bektaş, Türk-Kürt diye bir ayrımın yapılmaması gerektiğini ifade etti.
Türkiye Aile Planlaması Derneği Başkanı Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu da, Türkiye'nin açılımdan başarılı çıkacağını umduklarını belirterek, demokratik bir açılımın kimliklerden ziyade insan odaklı olması gerektiğini vurguladı.
Toplantıya katılan STK'ların tek erkek temsilcisi olduğunu da ifade eden Şatıroğlu, uzun süren toplantı boyunca Başbakan Erdoğan'ın herkesi tek tek sabırla dinlediğini ve notlar aldığını belirtti.
Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Merkezi Başkanı Ayşe Sucu ise, toplantıda Türkiye'nin problemlerine değinildiğini ifade ederek, "Eğer toplumda bir mutabakat sağlamak istiyorsak, bir üst dil oluşturmak zorundayız. O üst dili oluşturabilirsek bunun altında tüm problemleri ister Alevi-Sünni problemi olsun ister Türk-Kürt, diğer etnik gruplar adı altında yaşanan problemler olsun çözebiliriz" diye konuştu.
http://www.cnnturk.com/2010/turkiye/...3.0/index.html