Şimdi de sıra geldi "sıkıntı"ya...
Printable View
Gördüğünüz gibi Muhteşem Süleymandan sonra Muhteşem Gül aday oluyor . Sabah biri soruyordu '' yahu seçim neden yapıldı ? Sıkıntı neydi ?''
Ben açıkça karşıyım kabul etmiyorum ama olacak fakat ben asla 11. Cumhurbaşkanını bu olursa söylemeyeceğim. hatta 500 bin YTL lik yarışmada son soru olarak bana sorsalar bile 'yok diyeceğim. Demokratik hakkım değil mi?
Bu ülke bunu hakketmiyor. Bu ne kepazelik ne rezalet ne ayıp ?
Laikliği,Cumhuriyeti ve Halkın ortak "mukaddesi" olan Atatürk kavramını sömüren bir ideolojinin ürünü şahsiyet kesinlikle olmamalıdır.
Halka taraf olma korkusu içerisinde "kronikleşmiş" bir düşünce taraftarı aday olmamalıdır.
İstediği "oy" sandıktan çıkmayınca "halkı mantıksız" addeden mantıksız bir fikrin taraftarı aday olmamalıdır.
İşi-gücü "kaos,kargaşa,puslu hava" olan grubun üyesi aday olmamalıdır.
Şu anda yukarıda özelliklerini saydığım düşünceye sahip grup/gruplar ortamı germek için ellerinden geleni yapıyorlar.Uzlaşma kisvesi altında "dayatmanın kralını" yapan bu eski kralcılar artık tedavülden kalktı.
Kanaatimce şu andaki gerilim,gerilimden beslenen bu "mihraklara" göre ancak şu aday ve adayların türevlerinin/fikirdaşlarının Cumhurbaşkanı olmasıyla giderilebilir.
-Mustafa Balbay(!)
-Deniz Baykal(!)
-YÖK Başkanı v.b.(!)
Herşey ancak ve ancak olacağına varır...
Gerçekten ya bu ülkede seçim neden yapıldı ve bir partinin adayını istemeyen(!) bu halk bu partiye neden daha çok destek verdi?
Hayret yahu...
Seçimler başka bir sebeple yapıldıda bizim haberimiz mi yok?
Her aşamada "halktan" kaçanlar,hala nasıl olupda halkın karşısına çıkıp,
işte biz Laikliği savunuyoruz,Cumhuriyeti savunuyoruz diyebiliyor?
Mesajlarım siliniyor!!!
Hiç bir şeyiniz silinmiyor.
Yazdıklarınızda da belirttiğiniz gibi sadece ezberci olduğunuzdan okumadığınızdan onay verilmeden çıkmayacağını anlayamıyorsunuz.
Ne kadar güzel önyargılarınız,beyin prangalarınız var sizin öyle?
Ezberimi bozun efendim...
İşinizi gücünüz,"mukaddesler" arkasından taş atmak...
Sinirlenmeyin sayın yönetici.
Sizin kafilenizle aynı görüşleri paylaşmadığım için "ezberci" yakıştırması yapmayın.
Siz yöneticisiniz "tarafsız" olmalısınız...
Cumhurbaşkanı;
1-Cumhuriyet ilkeleri halka zorlama biçiminde dayatılmıştır.
2-Ne Mutlu Türküm diyene lafını her yere yaza yaza Türkiye ilkel hale dönüşmüştür.
3-Tarih boyunca görülmüştür ki en birleştirici unsur dindir.
4-Moral değerleri açısından Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden ve en ziyade tahribatı vermiş olan laiklik ilkesidir, laiklik olayıdır.
5-İkinci Cumhuriyet ve yeni Osmanlılık kavramlarını çok sağlıklı buluyorum ve geleceğe ümitle bakıyorum.
6-Türkiye’de cumhuriyetin sonu geldi, kesinlikle laik sistemi değiştireceğiz.
diyen, 1995'de http://www.youtube.com/watch?v=Yw1tBWuvuP4 bunları söylerken, şimdi tam tersini yapan ve savunan kişi Cumhurbaşkanı olmalıdır.
Yorum sahibi genç arkadaşa böyle bir Cumhurbaşkanı yakışır, bu memlekete yakışır mı o ayrı bir konu...
Cumhurbaşkanı yöneticidir ve tarafsız olmalıdır. Abdullah Gül, milli görüşün bağrından kopup gelen, AKP'nin önde gelen isimlerinden, ağır toplarından biri olan Abdullah Gül tarafsız bir cumhurbaşkanı olabilecek mi? Biz bunu tartışıyoruz, tartışmak da bu ülkenin vatandaşları olarak en doğal hakkımız. Oysa siz "mukaddesler" olarak nitelendirdiğiniz şahıslara toz kondurmuyor, bırakın objektif olarak eleştirmeyi, eleştirilmelerine dahi tahammül edemiyorsunuz.
Bu arada, yönetici olmamız bizlerin fikirsiz olduğu ve fikirlerimizi bu platformda paylaşamayacağı anlamına gelmez, sitemizi resmi kurum ya da mercilerle karıştırmayınız. Bu bölüm ile ilgili açıklamayı okumadan, "Mesajlarım siliniyor." diyerek feveran etmeniz, asıl sizin önyargılı olduğunuzu, asıl sizin beyninize pranga vurduğunuzu gösterir. Öyle ya bizim "kafilemizin" (!), karşıt düşüncelere tahammülleri olmadığına inanmaktasınız, dolayısıyla sizin mantığınızla iletileri silmemiz gerekmekteydi. Ezberlerimi bozun demişsiniz, buyrun bozduk işte, gördüğünüz üzere hiç katılmadığımız halde sizin görüşlerinizi içeren iletileri onayladık, yayınlanmasına izin verdik, bizim "kafilemiz" hakkındaki ezberinizi bozduk...
Hiçbir cumhurbaşkanı adayı tarafsız olamaz.Önemli olan milletin menfaatlerinin ne kadar gözetileceğidir bence.
Sayın Yüce, elbette tarafsız olamaz, nihayetinde cumhurbaşkanı da bir insan, bu ülkenin bir vatandaşıdır. Tarafsızlıktan kastım, tüm siyasi partilere eşit mesafede durması, ideolojisi, dini, ırkı ne olursa olsun tüm vatandaşları kucaklamasıdır, birine diğerinden daha yakın olmamasıdır. Abdullah Gül umarım bunu başarabilir, umarım görevini yaparken siyasi kimliğini rafa kaldırır, birçok insanımızın (Ben de dahil.) bu yönde endişeleri var, umarım bizleri yanıltır ve gerçekten makamına layık olur...
Cumhurbaşkanının ülkemizin ve milletin menfaatlerini gözetmesi gerektiği konusunda sanıyorum hepimiz aynı düşüncedeyiz.
Sayın üye bahadirbuyukavci ;
Belki farkında değilsiniz ama yazdıklarınıza hiç bir yorum yapmadım yanıt vermedim. Size olan tepkim ''hiç hakkınız olmadığı halde olmayan bir şeyi olmuş gibi yazmanıza ve okumadan ahkam kesmenize idi.'' Tüm iletilerinizin bu forumda olması sizin önyargısız olduğunuzun göstergesi ise diyeceğim bir şey yok. Abdullah Gül ü savunmak yada yermek gibi bir derdim yok. Öyle bir satırımda yok. Ancak size karşı var. Ne enteresandır ki yazdığınız iletilerede onay veren benim !!!!! Hani tarafsız değilsiniz demeye getiren iletiniz dahil...
Sayın bayım. Hiç bilmiyorsanız iletinizi gönderdikten sonra çıkan yazıyı okusanız bu saçmalığa düşmezdiniz. Hadi düştünüz uyarıldınız ''özür dileme' erdemini gösterebilirdiniz. Ama maşallah hem suçlu hem güçlü olmaya alışmışsınız bazıları gibi... İletinizi gönderdikten sonra '' İletiniz için teşekkür ederiz yönetim tarafından onaylanmasını müteakip yayınlanacaktır.'' İbaresini okumaya tenezzül etmeden üst üste yazanlara biz ezberci deriz...
Saygılarımla...
Pek bu konulara girmeyi sevmem ama sayın bahadirbuyukavci nın iletileri üzerine yazma ihtiyacı duydum.
Cumhurbaşkanı demek adı üzerinde Cumhurun yani halkın başı demektir. Bir topluluğu halk yapan en önemli özellik ise bireylerden oluşmuş kişilerin birey olgusunu içine sindirmiş ve özümsemiş olmasından geçer. Kendisi düşünmeden birisinin yönetimine taii olan topluluklara Halk demek yanlıştır. Onlara genelde REAYA denilir. Birey olmanın birinci şartıda demokrasiye çoğulculuğa cumhuriyete bağımsızlığa fikir özgürlüğüne kayıtsız şartsız inanmakla olur. Her tür fikir ve inanç özgürlüğüde LAİKLİK ile korunmaktadır. Cumhurbaşkanı adayı olan kişi ise LAİKLİĞE karşı odağın da merkezinde olan şerri düşüncelere ve irticai görüşe yatkın birisidir. Cumhurbaşkanlığı en temelde kendi inancına terstir. Ama ille olmak istiyorsa bunun altında başka nedenler yatmaktadır. İşte sayın Commodore1tr bir çok yazısında bunları açıkça yazmış ama siz okumamışsınız bile. Durduk yere gürültü koparıp anlamsız yazılar yazmışsınız o kadar.
Siyasetteki en büyük hatayı CHP bu konularda yaptı yapmaya devam ediyor Halkımıza bir türlü çıkıp net olarak gerçekleri söyleyemediği gibi maalesef AK partinin adice oyunlarına taktiklerine düştü. Ne hikmetse Abdullah Gül ün adaylığı Hayrinüsa Gül arkasında gölgelendi ki bunu Ak parti yaptı CHP salak gibi bu tuzağa düştü. Temel de kalkıp tüm kamuoyuna çok ciddi bir açıklama yaparak gerçeği söylemeliydi. Oda aslında şuydu...
'' TC ne Cumhurbaşkanı olmak isteyen Abdullah Gül dür. AK parti olarak niçin Hayrünisa Gül ün gündeme getirildiğini anlamıyoruz. Bu hanımın Adayın eşi olmaktan öteye hiç bir özelliği bulunmamaktadır. Sadece AK partinin söylediği bir yalanın parçasıdır. O yalan da Çankaya ya ilk defa Türbanlı bir Kadının çıkacağıdır. Gazi Mestafa Kemal Atatürk ün sayın eşleri dahil İsmet İnönü ve Celal Bayar In eşleri türbanlıdır yani 1960 a kadar Cumhurbaşkanlarının eşleri türbanlıydı ancak ne gerilim nede sorun olmuştur. Bu gerilim ve sorunun temelinde AK partinin yalanları ve gizli amacından dolayı çıkardığı kargaşa ve gerilim vardır o kadar.
Biz Abdullah Gül ün adaylığına karşıyız. Çünkü kendisi Laik demokratik sosyal hukuk devletine inanmamaktadır. Geçmişten günümüze söylemleriyle bunu ispat etmiş duruşuda hep bu yönde olmuştur. Cumhur a inanmadan Cumhurun başı olunmaz.
Kendileri YArgıtay Sayıştay Anayasa Mahkemesi kararlarını bilmesine rağmen eşini kullanarak Türkiyeyi AİHM sine şikayet etmiş bunun arkasında durmuş ve kaybedecekleri anlaşılınca örnek bir kararla gene BİR YALANLA davalarını çekmişlerdir. Şimdi şikayet ettiği konuyu savunacak en yüce makama hangi yüzle çıkacaktır ? İnandığının tam aksini nasıl savunacaktır ? Laldıki konuşmalarında bunu savunacağını laiklikten taviz vermeyeceğini belirtmektedir daha önceki yalanları bir yana bırakılırsa kendisine inanan tabana hangi yüzle bakacak kendi tabanı bunun için oy vermediki bu kişiye ? Böylece her iki tarafada yalan söylemiş aldatmış olacaktır. '' yüce Türk halkına duyurulur deseydi yeterdi.
Kaldıki bu kişi Türkiye nin Cumhurbaşkanı olmaya adaydır dikkatinizi çekerim İlkokul birde sınıf başkanı adayı değil. İlk okulda en yaramaz sınıf başkanı yapılırdıki o uslu dursun bu sayede milletide uslu tutsun. Laiklik karşıtı odağın merkezindeki kişilerden birisini Laikliğin kalesine aynı mantıkla çıkarmak neyin nesidir ? Böyle bir mantık olabilir mi ? Kaldıki bu kişi devleti dolandırmaktan yargı dosyası bekleyen birkişi kayıp tirilyon davasının iki numaralı sanığı hakkında çok ciddi suçlama varken ne işi var orada ? Türkiye de başka birisi kalmadı mı ? Kendisinden başka beraat ettiğini söyleyende yok çok ilginç olarak kaldıki suçun sabit olduğu sayıştayca belirlenmiş durumdayken nasıl beraat çıkacak onuda anlamış değilim.
Bu mantıkla hareket edeceksek ki öyle gözüküyorr ülkenin başbakanı 18 tane bekleyen çok ciddi mahkeme dosyası 11 adet bekleyen fezleke ile 29 suçla suçlanan birisi. Tam başbakan olacak kişi. Kabine konusunda da yardımcı olalım kendilerine. Geçen gün gazetede okudum adamın birisi 261 promil alkol ile Kartalda önce bir genç kızı ezmiş ama farketmemiş sonra 150 metre ötede iki çocuk annesi bir kadını daha ezmiş gene farketmemiş eee 4 bira bir ufak votkayı devirince kimbilir ne görüyordu neyse iki ölüyü bırakıp yukarıda ki bir mesire yerine bir ufak votka daha içmeye gitmiş içerkende yakalanmış ertesi gün hiç anımsamıyorum pişmanım demiş. İşte tam tekel bakanı olacak adam kaçırmasın üflet kibriti çak havaya uçsun orası. Sonra hapishanelerde en vahşi ve çok tecavüz eden birisi elbet vardır .kadınlarımıza taciz eden tecavüz eden birisini de alıp kadından sorumlu devlet bakanı yaparız sorunu çözer. İlk seri katilimizide adalet bakanı yaparız ohhh aykışır. Geçenlerde kalpazanlar yakalandı maşallah Türkiye bütçesi kadar sahte dolar euro YTL ile yüzde dörtle saıyorlarmış. Bunlardan ne maliye bakanı olur biliyor musun ? Yurt dışına satarlar tüm sahte paraları borç morç kalmaz . Orman yakanıda tarım bakanı yaparız gül gibi geçinir gideriz vallahi...
Sizin yazdıklarınıza yanıtı ise birazdan vereceğim .
Herkese Selamlar ,
Hukukun hice sayildigi , kanunlarin cignendigi , bir ulkenin kaderinin illellebet kilitlendigi ve krizlere suruklendigi gecen cumhur baskanligi secim sureci belliki kimselere ders olmamis olacakki hala bazi kesimlerin milletin yuzune tukurdugunu goruyoruz...( sanki milyonlarin bir kisinin yuzune tukurmesi onu susturmamis , o hala milyonlarin yuzune tukurmeye calisiyor )
lsbu secim surecinde %47 halkin iradesinin onayladigi Abdullah Gül Beyin Cumhuru reisliğe adaylığına antitez olarak getirdikleri Abdullah Gül Beyin Esinin Türbanli olmasi , Ataturku kullanan sozde laikciler tarafindan kullanilmakta adeta Ataturk , Ataturkculuk ve laiklik ile Halk arasindaki kopruleri yikmaktadirlar...( sanki Atatürkün Eşinin ve Annesinin başörtülü olduğunu göz ardi etmektedirler )
lsbu hususlar göz önüne alındığında siz hukukcular ya milletin yuzune tukureceksiniz yada milletin tukuruklerine boyun eğeceksiniz...
Seçimlerin, oy pusulasının seçim sandığına atılması ile gerçekleştirildiğini sanıyordum. Siz oyunuzu bir torbaya tükürerek ve bunu sandığa atarak gerçekleştirmişsiniz demek ki...
Demokratik sistemde yasalar çerçevesinde kalmak kaydıyla, fikirler kişilerce veya partilerce dillendirilir ve savunulur. Bu fikirler kimimize doğru gelir, kimimize doğru gelmeyebilir. Seçmen sandıktan çıkardığını öpmediği gibi, çıkarmadığına da tükürmüş olmaz. Yasalar çerçevesinde kalmak kaydıyla dile getirilen fikirler , seçmene uygun görünmemiş olabilir. Bu fikirlerin savunulması kimsenin yüzüne tükürmek de değildir.
Atatürk'ün annesinin ve eşinin başörtülü olduğu demogojisini insanlar değilse bile lamalar (sürekli tüküren hayvan) yerler. Devrim Kanunları (Kılık ve Kıyafet Kanunu başta olmak üzere) 1925 yılından itibaren yürürlüğe girmeye başlamıştır. Bu Kanunları yürürlüğe sokan da bizzat Mustafa Kemal ve onun ideolojisidir. Latife Hanım'ın bu Kanunlar öncesi giyim şeklini (bu şekil sürekli de değildir) örnek gösterip, Kanundan sonra örtülü olup olmadığını sorgulamaz da uydurmaya kalkarsanız, yutturma Atatürkçü olursunuz, tabi bunu ancak lamalar yutabilir, biz yutmayız. Halkla Atatürk ve Laiklik arasındaki köprüleri yıkmaya kalkanlar bizzat savunduğunuz arkadaşlardır. Ancak Dimyat'a pirince giderken, foyalarının ortaya çıkması, kime hizmet ettiklerinin belli olması neticesinde korkarım halkla dini inançlar arasındaki köprüye ciddi zarar vereceklerdir.
http://tbn0.google.com/images?q=tbn:...image28941.jpg
http://tbn0.google.com/images?q=tbn:...image28941.jpg
Sayın Gür, öptüm sizi...
Bu Atatürk ün eşinin Türbanlı olmasının örneğini sanırım ilk veren commodore1tr dı ne meşhur bir örnek olduki başbakan bile kullanmaya başladı. Ben bu sitenin özellikle bazı yazarlarının çok ciddi okunduğunu sanıyorum. Ama nedense herkes işine gelen bölümünü alıyor.
Sayın commodore1tr demiştiki Cumhuriyetin ilanından 1960 lara kadar olan Cumhurbaşkanlarımızın eşleri Türbanlıydı. Bu AK partinin İlk defa bir Türbanlı çankayaya çıkacak sözünün yalan olduğunun halkı kandırmak olduğunun en güzel örneğidir. Ve davam etmiş anlatmaya bakın ne demiş sayın commodore1tr....
Ancak o zaman ki türban ve başörtüsü asla ve kata bugünün iktidar partisi AK parti gibi iki yüzlü bir takiye dini bir simge toplumu bölmek için kullanılmamış doğal olarakta gerilime neden olmamıştır. Özellikle Latife hanım zamanında tam bir geçiş sürecide yaşandığı düşünülürse 1925 lerin Türkiyesinden örnekleme yapmanın ancak bu partiye yakışabileceğini görürüz. Aslında keşke 1920 li yılları 30 lı yılları örnekleyebilseler unutmayalım ki 29 Ekim balolarında Aynı türbanlı kişi Türbansız olarak Gazi mustafa kemal ile VALS yapmıştır. Şimdi eşlerinin ellerini tutmaktan bile imtina eden Başbakanla Dışişleri bakanı yani RTE ile Gül ilk 29 EKİMde görüşleri gereği eşleriyle vals yapamayacaklarına göre o çağada özendiklerinden yanakyanağa birbiriyle VALS yaparlar ve bizde dünyaya iliside erkek olan Başbakanla Dış işleri bakanının Valsini gururla seyrettiririz.. Dünyanın ağzı açık kalmış ne gam... Yutacakları sinekten de ben sorumlu değilim ya.... Ederler mi ederler yakışırda... Zaten iyi kıvırıyorlar orası kesin de Valsi bilemem... E 29 Ekimdede göbek atılacak değil ya...
Tam yerine denk geldi bende bu yazıyı izniyle burada kullandım.... Affeyleye...
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Erdoğan daha hükümet listesini cebinden çıkartmadan,
"Bunu yeni Cumhurbaşkanına sunmanız daha doğru olur" diyerek listeyi almamış.
Başbakan Erdoğan da yaşananları çıkışta gazetecilere şöyle açıklamış;
[I]"Listemi hazırlayıp Sayın Cumhurbaşkanımıza sunmak üzere huzurlarında idim. Kendileri ben daha listeyi çıkartmadan, listeyi hiç görmeden "bunu yeni cumhurbaşkanına sunmak daha isabetli olur" dedi, böyle bir olumlu yaklaşım gösterdi. Bana da sürpriz oldu."
Gazeteler de bunu Cumhurbaşkanı jest yaptı diye açıklamışlar web sitelerinde...
Daha dün Sayın Başbakan, "Sezer kabine listesinde bazı isimlere itiraz ederse ne yapacaksınız?" sorusu üzerine, "Sayın Cumhurbaşkanımızın tavrını bugünden kestiremem. Kendisine seçilenlerden oluşan bir kadro sunuyorum. Burada biz bir takım kuruyoruz. O takımda kimi nereye monte edeceğim noktasında ben bilirim." dememiş miydi?
Sayın Cumhurbaşkanı da, madem seçilenlerden oluşan bir kadro kuruyorsun, bir takım kuruyorsun, o takımda kimi nereye monte edeceğini de sen bilirmişsin, o zaman takımını da kardeşin onaylasın demiş olamaz mı?
Sayın Mustafa Polat ;
Akli yetilerinizde bir sorun mu var ? Eğer varsa çözüm yeri burası değil onu öncelikle belirtmek isterim. 22 Temmuz da Abdullah Gül ile ilgilib bir seçim yapıldığından haberim yok. Onu öyle yorumlayan sahte liboşlara sahte Atatürkçülere sinir oluyorum. Bu seçim üzerine çok konuşulacak bir garip seçimdi onu kabul ediyorum. Toplumdaki bir kısım ikiyüzlülüüde göstermesi bakımından da ayrıca ibretlik olduğuda tartışılmaz. Kaldıki burada tartışılan konuyla hukukçuların milletin yüzüne tükürmesiyle milletin hukukçuların yüzüne tükürmesi arasında bir bağ kurabilmek ancak akıl fukaralığının bir sonucu olabilir. Hukukçularda milletin bir parçası olduğu gibi Ak partiye oy vermişte bir çok hukukçunun bulunduğu bir gerçektir. Aynı şekilde yüzde kırkyedi dediğiniz oy oranının tamamının Abdullah gül e onay verdiğini düşünmek veya yüzde elli üçün Abdullah gül e karşı olduğunu kabul etmekte sadece gerizekalıca bir görüş olmaktan öteye gidemeyecek bir gerçekliktir.
Kaldıki yaşadığımız yüzyılın gerçekleriyle Ulu Önder Gazi mustafa Kemal Atatürk ü ikide bir kıyaslayıp durmak ondan örneklemeler de bulunmak terbiyesizlik olduğu gibi gerçekleri görmemeye çalışma gafletinden başka bir şey değildir. Fikir ve zikir olarak Atatürk ün kestiği tırnak olamayacak ucuz çıkarcı din bezirganı politikacılarla kıyaslama yapmak tarihi inkar eden terbiyesizlikten öteye bir şey değildir. Benden size tavsiye bu kişilerle Atatürk adını yanyana getirmemenizdir.
Bunlara aslında verecek yanıt dahi bulamıyorum. Beyin damarlarında zeka ve bilgi kırıntısı dahi olan birisinin böyle yazabileceğine inanasım gelmiyor . Yahu en azından desteklediğin herne ise ona yönelik bir görüş bildir. Ne büyük adammışsın neyin olup olamayacağını belirtmene rağmen halihazır mevcut kişi hakkında tek kalamın yok. İşin ilginci başka bir iletin de yok. Tıpkı diğer bazı tipler gibi bir avuç aymaz olarak girip saçlayapıp gitme üzerine kurulu düşünce fakiri beyninizin aslında bizleri düşünmeye sevk ettiği içinde teşekkür edilesi tarafı olduğunu kabul etmem gerekecek doğal olarak.
Mukaddes kutsal demektir Atatürk ise hiç bir zaman mukaddes olmamış olayıda asla istememiş şaheser bir liderdir. Atatürk yaşadığı çağın ötesinde bir dünya görüşü olan Askerlik le sivilliği çok iyi özümsemiş yoktan bir ulus kurmuş yüzyılların en büyük fikir düşünce siyaset ve asker kişisidir. Atatürk ü değerli yapan budur. Bu inancın içindeki ruhtur. Reaya bir toplumdan ulus çıkarmış kölelikten bireyliğe hiçlikten varlığa salt ve cehalet tapınmadan ilim ve irfan doğrultusunda bir dine kara cahillikten aydınlığa giden bir meşale olmuştur. Uyduruk hurafelere inamaktansa bilimi işaret etmiştir. Ama asla mukaddes olmamıştır. Vatan toprakları mukaddestir ona görede bana görede hani bugün senin beğendiklerinin üç otuz paraya satıp yok etmeye çalıştıkları mukaddes işte tam üzerine bastığın yerdir.
İşte bu mukaddesi anlayabilmen için Atatürk kafanın içinde örümcek bağlatan fesi, çağdaşlığı yok sayan kara çarşafı ulema geçinen yobazları ve onların fitne yuvaları olan tekke ve zaviyeleri kapatmış yasaklamıştır. Kaderciliği yıkıp ilmi değerler koymuştur. Hani bugün çok büyük belediye başkanları yağmur duasına çıkıp yağmur Allahtan diyip halkı kandırıyor ya Eğer Çankaya da Bir Mustafa Kemal olsaydı daha sözünün tükrüğü kurumadan kendisini dağda çoban bulacak kişi hala makamında insanlara saçmalıyorlar diyecek densizlikte. O zaman kader olarak algılanmayan olay maalesef 2007 Türkiyesinde kader oluyorsa Bazılarının Atatürk ten bahsetmeye hakkı yoktur demektir. Atatükçülüğün içini boşaltmaya çalıştığınız o dar kafanızla aklınızca bize ders vermeye kalkmanız yeter. Kendi pisliğinize Atatürk ü alet etmeyiniz. Siz sanıyor musunuz ki bu gün Atatürk olsaydı Türkiyede böyle karaçarşaflı tipler garip kıyafetli şalvarlı başı takkeli tipler dolaşabilirdi ? Bunlara iin veren polis Cumhuriyet savcısı yer bulamazdı gitmeye şimdi bunlara özgürlük diye diye sözde Atatürkçülüü savunuyorsunuz hadi oradan... Yalancı takiyeciler.
İlkede Atatürkçüyüm demek Türk üm demek neredeyse suç oldu insanlar çekinir oldu Laik düşünce yapısına inanmak kadınlar için o.. erkekler için p lik gibi anlatılırken baştaki Atatürk düşmanları tarafından bunu bana Atatürkçülük olarak yutturamazsınız. 1933 te Ne mutlu Türk üm diye bir ses Dünya ya yankılanırken 2007 de ne olduğu belirsiz birileri sen ne mutlu Türk üm dersen birileri de laga luga gibisinden anlamsız cümle kurup Atatürk ü en iyi kendisinin savunacağını söyleyerek susun diyor terbiyesizliğin daniskasını yapıyor.
Dini siyasete karıştıranın Allah belasını versin deneceğine Allah belalarını verecek diye halkı kandırmanın madah olduğu bir dönemdeyiz. Cumhuriyet savcılarımızda siesta yapıyor. Atatük atatürkü yok etmeye çalışan din bezirganlarına bıraktırılmak isteniyor yuh kere yuh...
Neyse devam edeceğim... Ayrılma bir yere.
Oktay EKŞİ
oeksi@hurriyet.com.tr
Erdoğan’a yakışmadı...
BİR kısım iktidar yalakalarının "türban"ı savunmak için başvurdukları üçüncü sınıf demagojiye son bir, bir buçuk senedir orada burada rastlıyorduk ama doğrusunu isterseniz bir gün Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da aynı malzemeyi kullanacağını hiç beklemiyorduk.
Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkması ihtimali bildiğiniz gibi bir süredir akıllara, "Türkiye Cumhurbaşkanı’nın eşinin ’türbanlı’ olması Büyük Atatürk’ün kurduğu çağdaş ve modern laik cumhuriyete yakışır mı?" sorusunu getiriyordu.
Daha doğrusu eşi türbanlı bir cumhurbaşkanının temsil ettiği devlete "laik cumhuriyet" denir mi, yoksa ABD’li diplomat Richard Holbrook’un ifadesiyle "Ilımlı İslam demokrasisi" mi demek gerekir sorusuydu tartışılan...
Sayın Başbakan önceki gün yaptığı basın toplantısında, "türban"la ilgili soruya, "Bir bayan nasıl başını açma hakkına sahipse, diğeri başını örtme hakkına sahiptir. Buna kimse müdahale edemez. Cumhuriyetin ilk Cumhurbaşkanı Atatürk’ün eşine, annesine bak. Eğer örnek alacaksan Atatürk’ün eşi nasıl giyiniyor, buna bakarsın, bu da size bir ders olur" yanıtını verdi.
Bir hikáye vardır. Bektaşi onu dinleyince, "A oğlum," demiş, "ben bu hikáyenin neresini düzelteyim? Söylediğin Peygamber Hazret-i Süleyman değil, Hazret-i İbrahim olacak. Kurban etmeye kızını değil oğlunu adamış. Oğlunun adı İsrafil değil İsmail. İsmail’in canını kurtarmak için gelen meleğin adı Azrail değil Cebrail... Gökten inen kurban keçi değil koyun..."
Başbakan Erdoğan’ın söyledikleri de öyle...
Türkiye’de kimse Anadolu’daki milyonlarca kadınımızın başını örtmesine de bir şey söylemiyor, başını örtme şekline de... İtiraz edilen "siyasi bir simge" haline gelen "türban"dan ibaret. Tıpkı bir tarihte İtalya’da Mussolini taraftarlarının giydiği "kara gömlek" gibi...
İkincisi, Atatürk’ün ne annesi Zübeyde Hanım’ın "türbanı" vardı ne de eşi Latife Hanım’ın... Onların kullandığı aynen yukarıda dediğimiz gibi yani Anadolu’da bugün de görülen "başörtüsü" idi.
Üçüncüsü... Zübeyde Hanım’ın vefat ettiği tarih 14 Ocak 1923’tür. Atatürk’ün Latife Hanım’la evlendiği tarih 29 Ocak 1923; boşandığı tarih 11 Ağustos 1925 idi. Atatürk’ün şapka devriminin tarihi 29 Kasım 1925. Daha sonraki kıyafet devriminin tarihi ise 3 Aralık 1934...
Tarihi gerçekler bu kadar açık olduğuna göre hangi izan sahibi "Atatürk’ün annesi ve eşi de devrimler sonrasında bile türbanlıydı" anlamına gelecek bir laf edebilir?
Kaldı ki Sayın Başbakan’ın "Madem Atatürk’ün eşi şapka ve kıyafet devrimlerinden önce başörtüsü takıyorlardı, o halde şimdiki cumhurbaşkanının eşi de -ona kıyasen- türban takabilir" mantığı eğer yerinde ise onu biraz daha geliştirmek mümkündür. Örneğin "Birinci Cumhurbaşkanımız Atatürk 1928’e kadar eski yazıyı kullanıyordu. Eğer Atatürk eski yazıyı kullanmakta sakınca görmediyse, bizim de şimdi eski yazıya dönmemizde bir sakınca yoktur" denebilir.
Eğer orada kalmak istemezseniz Anayasa’nın 174’üncü maddesinde yazılı olan öteki "devrim yasaları"nı da aynı mantıkla pazara sürüp, onların getirdiği kavram, kurum ve kuralları çöpe atabilirsiniz.
Hoş bu mantık ve bu gidiş başka bir yere varacağımızı da söylemiyor ya!
http://www.hurriyet.com.tr/_newsimages/3906427.jpgKDÖ
http://www.hurriyet.com.tr/_newsimages/3906428.jpgKDS
İşkembe-i kübradan atanlara (bal gibi bilirler aslında neyin ne olduğunu) ve bu yutturmacalara gözü kapalı inananlara ithaf olunur.
Latife Hanımefendi’ye yapılan en büyük haksızlık
İş geldi Latife Hanımefendi’ye dayandı. Yani cumhuriyetin ilk yıllarına, yani 84 yıl öncesine, yani Kılık Kıyafet Devrimi öncesine kadar uzandı.
Başbakan türban tartışmalarına Latife Hanımefendi’yi örnek gösterdi ya, bu şimdiye kadar ona yapılmış en büyük haksızlık oldu. Ona zaten çok haksızlık yapılmıştı da bu cidden en ağırı oldu.
Oysa O, o dönemde herşeyiyle ama en çok da kıyafetleriyle bir reformcuydu. Şimdi Hayrünnisa Gül’ün türbanını tartışan yabancı basın o dönemde de Latife Hanımefendi’yi merakla izliyordu. Hatta New York Times Gazetesi 14 Mart 1923’te “Bayan Kemal’in Giysileri Bir Reform Çağrısı” diye başlık atmış; onun binici pantolonuna, mahmuzlu çizmelerine dikkat çekmişti.
London Illustrated News adlı dergi Latife Hanımefendi’nin fotoğrafının altına “Türk kadını için özgürlük simgesi Kemal’in peçesiz karısı” diye yazmıştı.
Fransız Le Temps gazetesi ise “Gazi, genç karısını yüzü açık, çizmeleriyle askeri teftişlere ve lokantaya götürmekten çekinmiyor. Mustafa Kemal özellikle kadının örtünmesine karşıdır” yorumunu yapmıştı.
O evde, aile toplantılarında, yakın çevresinde başını kapamasa da Gazi ile birlikte gittiği, Gazi’yi temsil ettiği her yerde siyaset gereği örtünüyordu. Ama buna rağmen gazetelerde yayımlanan fotoğraflarda Paşa’nın yanında, erkeklerin arasında onlar kadar kendinden emin bir kadının gözükmesi hoşa gitmiyordu.
Hatta o dönemde el altından halka dağıtılan broşürlerde “Sen canınla, malınla, çalışarak verdiğin kurbanlara mukabil elhamdülillah Anadolu’nu kurtardın. Fakat padişahımızın makamını bin hile ve desise ile gasp eden ve büyük hilafete kafircesine tekmeler atan… Mustafa Kemal’i gör. Hele şu resimdeki biçare karısını dikkat gözün ile gör. Hicabından yerlere, İslamiyet ve milliyet namına yerlere geç ve geçtikçe geç! Senin ismet ocağına, namus yuvana sokulan cinayetleri, alçaklıkları gör!” sözleriyle Latife Hanımefendi hedef alınmıştı. Saldırıların dozu o kadar artmıştı ki; Paşa ile birlikte yaptıkları Adana gezisi sırasında Adana Müftüsü “ Gazi’nin karısının kıyafeti şeriata uygundur” açıklaması yapmıştı.
O hiç istemese, alışık olmasa, rahat etmese de onun kıyafetleri memleket meselesi olmasın diye kıyafetlerine dikkat etmek, içinde kendini yabancıladığı bir tarzda giyinmek zorunda kalmıştı.
Oysa evlenmeden önce de, boşandıktan sonra da ölünceye kadar başı açık yaşamıştı.
Dedim ya ona şimdiye kadar çok haksızlık yapıldı da Başbakanın yaptığı en ağırı oldu.
Latife Hanımefendi Mustafa Kemal ile iki yıl altı ay dört gün evli kaldı. Gençliğin verdiği cehalet ve hatta şımarıklıkla çok hata yaptı ama yaşam boyu süren bir inzivayla bedelini ödedi. Susmasını da, aşkını vakarla taşımasını da bildi. “Olur da Mustafa Kemal’e zarar veririm” diye aşkına saygısından kendini evine hapsetti, genç yaşta hayattan elini eteğini çekti. Ama onu hep sevdi, hep çok sevdi. Öyle ki ölene kadar yazdığı her mektubunda, her kelimedeki her “K” , kelime içinde bile olsa her “K” büyük harfle geçti. Çünkü “K” Kemal’dendi.
Ne yazık ki O’nun gösterdiği saygıyı cumhuriyetin ilanından 84 yıl sonra Sayın Başbakan gösteremedi. Zavallı Latife Hanım!
Ne bilsin 84 yıl önce çekildiğinde “Bu ne açıklık bre münafıklar” diye tepki gösterilen fotoğraflarının 84 yıl sonra türban tartışmasına konu edileceğini??
Kimin aklına gelirdi ki…
84 yıl önce yeni kurulan cumhuriyette, Kılık Kıyafet Devrimi’nden önceki fotoğrafların bugüne refere edeceği!!!
Melike İLGÜN / Gazeteport
MHP, Kayseri Milletvekili Sabahattin Çakmakoğlu'nu cumhurbaşkanı adayı göstermeye karar verdi.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), cumhurbaşkanı adayını belirledi. MHP Genel Başkan Yardımcısı Sabahattin Çakmakoğlu Meclis Başkanlığı'na adaylık başvurusunu yaptı.
Adaylığı için "MHP'nin Meclis'teki varlığını göstermek istedik" diyen Çakmakoğlu, "Sayısal tablonun ne olduğunu biliyoruz. Adaylığımız, varolduğumuzu gösterme çabasıdır" dedi.
Çakmakoğlu'nun adaylık dilekçesini alan TBMM Başkanı Köksal Toptan, her iki cumhurbaşkanı adayının da Kayseri milletvekili olduğunu, başka aday çıkmazsa her durumda kazananın Kayseri olacağını söyledi.
Milliyetçi Hareket Partisi'nin Meclis'te sandalye sayısı 70. Cumhurbaşkanlığı için ilk tur oylama pazartesi günü yapılacak.
Çakmakoğlu Kimdir ?
1930 yılında Kayseri'de doğan Çakmakoğlu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu.
Milli Güvenlik Akademisi'ni İçişleri Bakanlığı adına katılarak bitiren Çakmakoğlu, Gümüşhane, Isparta, Edirne, Gaziantep, İçel valilikleri, Emniyet Genel Müdürlüğü, Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı Müsteşarlıkları ile Cumhurbaşkanı Başdanışmanı görevlerinde bulundu.
İçişleri Bakanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı da yapan MHP Kayseri Milletvekili Çakmakoğlu, evli ve 2 çocuk babası.
www.haber3.com
Aaa! Latife Hanım’a bak...
“Atatürk’ün eşine bak, annesine bak” diyen Başbakan Tayyip Erdoğan sert kayaya çarptı. AK Parti’nin cumhurbaşkanı adayı Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün adının açıklandığı ilk günden bu yana Hayrünnisa Gül Hanım’ın türbanı tartışılır oldu.
Peki bu tartışmanın odağındaki isim Dışişleri Bakanı Abdullah Gül “bu tarz tartışmalar ayrımcılığa sürükler” derken, Başbakan Erdoğan ne diyordu ?
Başbakan Erdoğan, bir gazetecinin “Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinin gerginliğe yol açacağı, Hayrünisa Hanım’ın başörtüsü gerginliğe sebep olur mu?” sorusuna verdiği yanıtta Hayrunnisa Hanım’ın türbanı için Atatürk’ün eşi Latife Hanım ve annesi Zübeyde Hanımı örnek gösterip,
“Her bayanın bu bireysel tercihidir, o bireysel tercihe de herkesin saygı duyması gerekir. Siz bir bayanın bireysel tercihine saygı duymaz, onun üzerinde spekülasyonlar yapmaya çalışırsanız, insan hakları noktasında o bayana haksızlık yapmış olursunuz. Bir bayan nasıl başını açma hakkına sahipse bir başkası da örtme hakkına sahiptir. Kimse müdahale edemez. Cumhuriyetimizin 1. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün eşine bak. annesine bak.”
dedi.
İyi dedi hoş dedi de biraz yanlış dedi...
Başbakan Erdoğan “Gül’ün arkasındayım tartışmalar anlamsız” demek için örnek verdi ama örnek olmadı.
Çünkü Latife Hanım, Başbakan Erdoğan’ın söylediği gibi değildi...
Önce 3 cümle ile Latife Hanım’ı tanıyalım...
29 Ocak 1923 tarihinde Atatürk ile hayatını birleştiren Latife Hanım 1898 yılında İzmir'de doğdu.
Latife Hanım önce İzmir Lisesi’ni bitirdi ardından Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde hukuk okudu ve Londra’da dil öğrenimi görüp Kurtuluş Savaşı henüz bitmeden Türkiye’ye döndü...
Atatürk ile sürdürdüğü yaklaşık 2 yıllık evliliğinin ardından sırlarıyla birlikte bir eve kapanıp, sırlarını anılarını ebediyete gömdü.
Bu arada işte size bir foto-galeri daha... Latife Hanım'ın fotoğrafları için tıklayınız.
Fotoğraflara bakınca ilk gözümüze çarpan başörtüsünün bağlanış tarzı.. Ama neyse beni konuşturmayın şimdi. Yorum okurların olsun..
Şimdi gelelim Başbakan Erdoğan’ın “Latife Hanım” tarifine. Ne demişti Erdoğan, “Atatürk’ün eşine bak, annesine bak”
http://image.haber3.com/haber/107476.jpg
Latife Hanım, Zübeyde Hanım, M. Kemal Atatürk
Başbakan’ın Latife Hanım benzetmesine en sert yanıt “Latife Hanım” kitabıyla Atatürk’ün eşinin bilinmedik yönlerini gün ışığına çıkartan İpek Çalışlar’dan geldi.
Latife Hanım’ın milli mücadele uğrunda çarşaf giydiğini, bunun dışında asla türban takmadığını ve Latife Hanım’ın kapalı bir kadın olmadığını söyleyen. Çalışlar,
“Ailesi de kapalı değil, İzmir sanıyorum bu konuda çok baskı gören bir yer değil, o sebeple hiç örtünmüyorlar, çarşaf ve peçe hiçbir zaman kullanmamış... Fotoğraflarında dikkatimizi çeken bir şey var. Binici pantolonu giyiyor, mahmuz takıyor, dönemi içinde çok modern giyinen bir kadın...” dedi.
Latife Hanım’ın hayatında karanlık kalmış köşelerle birlikte bizleri de “aydınlatan” Çalışlar, Latife Hanım’ın çarşaf içerisinde Atatürk’e Kurtuluş Savaşı sırasında destek verdiğini de söyledi.
Şimdi hemen kafanız karışmasın. Madem Latife Hanım çarşaf giyiyor da sen ne diyorsun diye düşünmeyin. Yanıtı yine İpek Çalışlar veriyor:
“Fransa’dan İzmir’e gelirken İstanbul’a uğruyor, pasaporttaki fotoğrafı başı açık ama İstanbul’da çekilen fotoğrafı kapalı. Çünkü milli mücadele için İstanbul’a belgeler getiriyor, onları saklıyor çarşafının altına ve İzmir’deki aramada ‘Siz örtülü bir Türk kadınını arayamazsınız’ diyor.”
Velhasıl kelam, Türkiye geçmişindeki gerçekleri farklı görüp farklı tartışıyor. Ama Türkiye’nin asıl gerçekleri unutuluyor..
Türkiye Ocak 2007’de başlayan Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları ile geride 8 ay ve bir erken seçim bıraktı. Daha Cumhurbaşkanını bile seçemedik. Günler gelip geçiyor.
Sokakta ayağında ayakkabısı olmayan vatandaşlarımız varken biz türban ile başörtüsü bilerek birbirine karıştıranlar sayesinde “siyasi bir simge”yi tartışıyoruz.
Yani Türkiye’nin altından değerli günleri icraatla değil tartışmayla polemikle geçiyor. Sağcısı, solcusu, merkezdekiler politika yaratamıyor varolan politikalarına sarılıyor.
PKK terörü yıllardır ekonomimizi emdi yetmedi, evlatlarımızın canını aldı yetmedi şimdi de topraklarımıza açık açık göz koyuyor duyan yok. Hangi ülkelerin PKK’ya destek verdiği açık açık ortaya kondu da ne oldu ?
Yıllardır dağda kazanamadığını şimdi Türkiye’nin kalbi TBMM’de kazanmaya çalışıyorlar kimsenin sesi çıkmıyor.
Açık açık “PKK terör örgütüdür demiyorlar” ama demokrasi denilince aslan kesiliyorlar.
Ah benim güzel Türkiyem, vah benim güzel Türkiyem, mışıl mışıl uyuyan Türkiyem...
Bu arada ben bu yazıyı yazarken Doğu’dan iki haber geldi.
Birincisi Hakkari’de bir evladımızı daha şehit verdik ikincisi Van’da bölücü terör örgütü PKK tarafından yola döşenen mayın pikniğe giden bir aile geçerken patladı...
Serhan Işılay
"Gül kayıp trilyon davasından beraat etmedi"
http://img.mynet.com/ha2/gul6.jpg
CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül'ün, “kayıp trilyon” davasından beraat ettiği yönündeki açıklamalarının gerçekleri yansıtmadığını söyledi.
Kılıçdaroğlu, Meclis'te yaptığı açıklamada, Abdullah Gül'ün, “Kayıp Trilyon” davasından beraat ettiği yönündeki sözlerini değerlendirdi. Daha önce milletvekili olup, milletvekilliği sürerken davası görülüp beraat eden milletvekili bulunmadığını ifade eden Kılıçdaroğlu, “Yoksa bu süreçte Abdullah Gül'ün dokunulmazlığı kaldırıldı da, CHP olarak bizim mi haberimiz olmadı?” diye konuştu.
Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen “Kayıp Trilyon” davası nedeniyle Abdullah Gül'ün dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyanın TBMM'ye gönderildiğini ve davanın “milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar” verildiğini hatırlatan Kılıçdaroğlu, şöyle dedi:
“Kayıp trilyon olayında Ankara Hukuk ve Ceza Mahkemelerinde açılmış iki ayrı davanın olduğunu Abdullah Gül niçin gizlemek ihtiyacını duymuştur? Hukuk Mahkemesinde açılan davada verilen beraat kararı acaba kesinleşmiş midir? Yoksa aynı Recep Tayyip Erdoğan'ın malvarlığı davasında olduğu gibi Maliye Bakanlığı tarafından temyiz edilmeyeceği güvencesi Abdullah Gül'e de verilmiş midir? Eğer böyle bir güvence kendisine verildi ise, Devlet Davalarının Takibine ilişkin 4353 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca, resmi evrakta sahtecilik suçu işlenerek buharlaştırılan trilyona ilişkin davadan vazgeçmek için, Danıştay'ın olumlu görüşünün gerekli olduğunu Abdullah Gül'e hatırlatmak ve bu konunun takipçisi olacağımızı da belirtmek isteriz.”
Abdullah Gül'ün “Kayıp Trilyon davasından beraat ettim” derken doğruları söylemediğini ifade eden Kılıçdaroğlu, “Bir Cumhurbaşkanı adayına daha yolun başında iken yalan söylemek yakışır mı? Acaba, Recep Tayyip Erdoğan Abdullah Gül'ü hala ‘özü ve sözü bir olan” kişi olarak tanımlamaya devam edecek mi? Elini vicdanına koyup bu soruya yanıt vermesini bekleyeceğiz” dedi.
Abdullah Gül'ün basın toplantısı düzenleyerek “nasıl bir Cumhurbaşkanı olacağını” anlattığını anımsatan Kılıçdaroğlu, “takiyye kültürü”nden gelenlerin özünün de sözünün de bir olmayacağını ileri sürdü.
ANKA
mynet haber
Abdullah Gül kayıp trilyon davasından beraat etmediğini bal gibi biliyor. bir çok kişinin bildiğinide biliyor. Ama halkın gözünün içine bakabaka o ağlamaklı mağdur sesiyle yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdiğinden bu hususta hiç bir sakınca görmüyor. Halkla dalga geçip kötü davranıp yalan söyledikça prim yaptıklarını sanıyorlar.
Gerçi ben şahsen hala bu seçim sonuçlarını anlayabilmiş değilim. Yahu Allah Rıza sı için bir tane de Ak partiye oy veren birisiyle karşılaşmaz mı insan ? Neredeyse kendileri bile kendilerine oy vermediklerini söyleyecekler . Kim verdiki bu kadar oyu. Bekleyelim görelim şimdi açacağım forumda da bunu tartışmaya açacağım. Bir forumda yazmıştım bu seçim sonuçları normal değil diye şimdi çok ciddi veriler çıktı ortaya bence kıyamet kopacak bakalım ne zaman....
AMERİKA VE İSRAİL AY' da ARSA SATIYOR
BİZLER NELERLE UĞRAŞIYORUZ
Neden İDEOLOJİLER özgürlüklerin ve HUKUKUN ÖNÜNE GEÇİYOR,
neden özgürlükçü olamıyoruz,
neden bu kadar çok kılık kıyafetle uğraşıyoruz,
neden anayasanın cumhurbaşkanı olabilmek için ortaya koyduğu kıstaslarla yetinmiyoruz da ilaveten kendi düşüncelerimize göre enteresan koşullar ekliyoruz,
neden dışişleri bakanlığı yaparken sorun olmayan şeyler Cumhurbaşkanı olduğunda sorun olacak diyoruz,
Lütfen ülkemizdeki farklılıkları kabul edelim ve bu farklılıkları bir ZENGİNLİK SAYALIM.
Bizim gibi düşünmeyenleri yok saymayalım.
Hukuka güvenelim ve hukuku güvenilir kılalım,
Hukuku siyasallaştırmayalım,
Bu konularda büyük adımlar atılmıştır, önümüzdeki günlerin daha da iyi olacağını temenni ediyorum.
Burada her türlü fikri dile getiren tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum,
iyiki farklılıklarınızla varsınız.
herkese selam
Gönderdiğim yazıyı neden göremiyorum
Bak "beynindeki kırıntılarla" cevap verebilme kabiliyetine sahipmişsin.
Sen "öncelikle" karşındakini bir insan yerine koyma erdemini göster,ondan sonra cevap yazmaya yelten.
Benim görüşüm banadır.
Herkes savunduğu düşüncedeki Cumhurbaşkanı profilini çiziyor bende savunmadığım profili çiziyorum.
Doğru "tersten profili" anlamak biraz zor,eee zorlanın efendim napalım.
Son teklifim:
Halktan kopuk,belli bir zümre düşüncesine sahip,Anadolunun kenarlarına köşelerine gidememiş,oralardaki havayı koklayamamış birisi de olmasın.
Sonuçta Cumhurbaşkanı tüm halkın başıdır,tüm hakı kucaklayabilmelidir.
Siz "laga luga" yapacağınıza bir düşünün bakalım:Daha önceki Cumhurbaşkanlarımız halkın yüzde kaçını kucaklayabilmiş?
Sayın anlama özürlü beyefendi ;
Buyurmuşsunuz ki
'' Bak "beynindeki kırıntılarla" cevap verebilme kabiliyetine sahipmişsin.
Sen "öncelikle" karşındakini bir insan yerine koyma erdemini göster,ondan sonra cevap yazmaya yelten.
Benim görüşüm banadır.
Herkes savunduğu düşüncedeki Cumhurbaşkanı profilini çiziyor bende savunmadığım profili çiziyorum.
Doğru "tersten profili" anlamak biraz zor,eee zorlanın efendim napalım.
Son teklifim:
Halktan kopuk,belli bir zümre düşüncesine sahip,Anadolunun kenarlarına köşelerine gidememiş,oralardaki havayı koklayamamış birisi de olmasın.
Sonuçta Cumhurbaşkanı tüm halkın başıdır,tüm hakı kucaklayabilmelidir.
Siz "laga luga" yapacağınıza bir düşünün bakalımaha önceki Cumhurbaşkanlarımız halkın yüzde kaçını kucaklayabilmiş?''
Tersten cümle kurabilmek zeki birisinin yapacağı bir şeydir yeltenmemenizi hararetle öneririm. Hele hele konu Türkiye cumhuriyetinin en üstmakamını seçmekse tersten yandan sağdan soldan yana yattı çamura battı olmaz. Dümdüz olur insan kıvrılmaz. İnsanların tersten profilini çizemezsiniz. Unuttuğunuz bir nokta başınızı ağrıtır.
Cumhurbaşkanının kimseyi kucaklaması gerekmez. Cumhurbaşkanı devleti devlet adamlığı ile yönetsin devletin temel değerlerini korusun gözetsin yeter. Sizin kriterlerinizde ''kayıp trilyon davasının baş sanığı olmamak'' gibi yani devletin hazinesiyle mahkemelik olmamak gibi temel bir kriter olmadığından tersiniz düzünüz fark etmiyor. Sizin kriterlerininde devletin temel nitelikleri arasında olan laiklik ilkesinin altına dinamit koyan cumhurbaşkanı olamaz diye bir kriter olmadığından değeride yok. Bir çok konuşmasında demokrasiyi ''araç'' olarak gören asıl hedefinin islam cumhuriyeti olduğunu söyleyen kara düşüncenin cumhurbaşkanı olamayacağı kriteri olmadığından eksidesiniz.
Din sömürüsüne artık aile sömürüsüde katan birinden Cumhurbaşkanı mı olur ? Çok dokunaklı konuşmuş eşi ''ben ayakbağı oluyorsam çekileyinm biraz ...'' demiş Abdullah efendiinin gözleri dolmuş. Hanımın nereye çekilecek bilmem ama sen çekil adaylıktan da germe ülkeyi be adam hani evlilik kurumuna saygı? Ne demiş karısı nereye çekilecekmiş ? Suudi Arabistan a gidip sonunda bular kaçınca orada mı bekleyecekmiş ? Ne ? Devlet bu kadar ayağa düşürülür mü ayıptır yazıktır. Kepazeliğin bini bir para...
Buana kadar yazılan hiç bir yazıyı okumadığınız da belli ki bol bol sallamışsınız gene. Laga luga yapacağımıza düşünecekmişiz daha önceki Cumhurbaşkanları halkın yüzde kaçını kucaklayabilmişmiş.. Azıcık beynine kan gitse bu soruyu yazmazsın İlk üçü özellikle ilki Herhalde Dünya yı kucaklamış birisi adından korkarsın diye yazmadım ama dayanamıyorum. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ikincisi en az yüzde doksanı üçüncüsü en az yüzde sekseni kucaklamıştır. Zaten ilk üçü çok özeldir. Üçüncüsü sorunluda olsa sonu gene özeldir . Dört le on arasındakiler de oldukça sevilen tiplerdir. Bazıları örneğin Rahmetli KORYTÜRK gibileri olmamak için direnmiştir. Şimdiki gibi ülke batsın savaş çıksın ben olayımda ne olursa olsun değil ... Özal la Demirel de bu oran 60 lara kadar düşsede geri kalan kırktan tepki böyle gelmemiştir. Ahmet Necdet Sezer İstemeden zorla Cumhurbaşkanı yapılmıştır ve inan en az yüzde yetmiş çok sevilen birisidir. Şimdiki aday ise halkın en fazla yüzde otuzunu oda parti zoruyla kucaklayan ortamı geren tutucu şerri kafalı irticai birisidr. Değiştim sözüme inanın kandırmıyorum diye bağırıp durması ondandır. ma gerçekleri göremmeyecek kadar içerde örümcek ağı olduğundan ben bunlarıda boşuna yazdım....
Basın Metni
Sayın basın mensupları,
Kayseri Milletvekili, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı adayı sıfatıyla siyasi partiler ve meslek kuruluşları arasında Türkiye Barolar Birliği’ni de ziyaret ederek adaylığını ve bu konudaki düşüncelerini bizlerle paylaşma nezaketinde bulunmuşlardır. Türkiye’de bir ilk olan bu uygar, nazik ve demokratik davranışlarından dolayı kendilerine teşekkür ederiz.
Sayın basın mensupları;
22 Temmuz Milletvekili genel seçimi, demokrasimizin eksiklerini giderme sürecinde önemli bir aşama olmuştur. Seçime katılım konusunda yurttaşlarımızın duyarlılığı, oy verme işlemlerinin uygar bir ülkeye yakışır şekilde sakin ve huzur içinde tamamlanması, sonuçların kısa sürede alınması, hepsinden önemlisi seçim akşamı Sayın Başbakan ve seçimin galibi AKP’nin üst düzey yöneticilerinin sergilediği olgun demokratik duruş bizlere ülke geleceği için umut ve güven vermiştir.
Bu noktada Sayın Başbakanın bir hakkını da teslim etmeden geçemeyeceğiz. Sayın Başbakan, yasal koşulları uygun olsa da bir Başbakan ve siyasi parti genel başkanının Cumhurbaşkanlığını tercih etmeyebileceğini göstermiştir. Ülkemiz geçmişte bu yolda kullanılmayan tercihlerin sıkıntılarını yaşamıştır.
Tüm bu güzel, olumlu, demokratik gelişmelere karşın; erken genel seçimlere neden olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaşanan gerginlik ve krizlerden hiçbir ders çıkarılmadığı görülmektedir.
Sayın Gül’ün AKP’nin elde ettiği seçim başarısında kendisinin ilk adaylığı sırasında yaşadığını iddia ettiği mağduriyetin büyük etkisi olduğu düşüncesi, seçim sonuçlarını gerçeğe yakın öngören KONDA’nın ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi yaptığı tahmin ve tespitler karşısında dayanaksız kalmaktadır. Seçim başarısı AKP örgütünün top yekûn çalışmasının ürünüdür. Başka bir anlatımla milletvekili genel seçimleri Sayın Gül’ün yeniden aday olmasını, ya da önceki adaylığında ısrar etmesini gerektirecek bir mesaj vermemiştir. Bu sonucu Sayın Gül ve yakın çevresi çıkarmış ve kendileri yeniden aday olmuşlardır. Kuşkusuz Sayın Gül’ün adaylığını TBMM’nin sayın üyeleri değerlendireceklerdir.
Bu bağlamda biz, Sayın Gül’ün insan olarak kimliğine ve kişiliğine son derece saygı ve sempati duymaktayız. Ancak, Cumhuriyetimizin en yüce makamı ve simgesi olan Cumhurbaşkanlığı söz konusu olunca, bugüne kadar izlenen politikaları ve referanslarını da asla onamamaktayız. Bunu da demokratik bir hak olarak Cumhurbaşkanı adaylığı aşamasında açıkça ifade ediyoruz.
Cumhuriyetin sağladığı yaygın eğitim ve çağdaş olanaklarla kavuştuğumuz bugünkü durumumuz itibariyle, TBB ve barolar olarak elde ettiğimiz Cumhuriyet kazanımlarını, Atatürk devrimlerini, laik demokratik sosyal hukuk devletini, yaşatmayı ve korumayı bu değerleri bizlere emanet eden, Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, kurtuluş savaşını kanları ve canlarıyla kazanan şehitlerimize, ulusumuza ve geleceğini ancak çağdaş bir Türkiye ve dünyada sağlayabilecek evlatlarımıza karşı bir borç ve ötelenemez bir görev olarak görmekteyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle seçilmesi kesin olan Sayın Gül’e başarılar diler, TBB ve barolar olarak, büyük tarihsel sorumluluklar içeren yeni görevi süresince Cumhuriyetimizin temel değerlerinin korunmasında ve “Eksiksiz demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti” ilke ve kavramlarının yaşama geçmesi yönündeki çalışmalarında her zaman yanında olacağımızı yineler, saygılar sunarım.
Türkiye Barolar Birliği
Başkanı
Avukat Özdemir ÖZOK
Baro başkanlığı görevinin KÖTÜYE KULLANILDIĞINI DÜŞÜNÜYORUM,
Siyasal amaçlarla MAKAM VE YETKİLERİN KULLANILMASI DOĞRU DEĞİLDİR.
ÜSTELİK KARAR MEKANİZMASI İŞLETİLMİŞ DE DEĞİLDİR.
YANİ Bütün barolardan bir görüş alındı da ortak bir bildiri mi yayınlanmaktadır. Yahut bu konuda katkısı olan barolar da kendi mensuplarından görüş ve yetki almışlarmıdır.
ÇOK YAZIK,
HUKUK HERKESE LAZIM,
BAROLAR BİRLİĞİ HUKUKİ DAVRANMAZSA HUKUKA KİM UYACAK
LÜTFEN HERKES SİYASETİ BİR YANA BIRAKSIN VE HUKUK ADAMI OLARAK KONUYA YENİDEN BİR BAKSIN
SAYGILARIMLA
Kamer Genç olmalıdır.
Cumurbaşkanı adayı niçin madem baro başkanlığını ziyaret ediyor?
pastıra oynamak içinmi!!
Barolar Birliği'nin açıklamasındaki hukuka aykırı yanın ne olduğunu anlayamadım?
Türkiye Cumhuriyetinin pek çok kurumunun hassasiyetlerini görmezden gelmektese, kaynağını sorgulamak yerinde olmaz mı acaba?
İddianame (6)
XI-DEĞERLENDİRME VE HUKUKİ DURUM:
Devletle uzlaşmacı ve barışçı bir politika izleyen, toplumun bütün kesimleri ile diyalog kurmakta sakınca görmeyen Fethullah GÜLEN Grubunun başta milli eğitim ve emniyet teşkilatı olmak üzere bütün devlet kadrolarına sızma çalışmaları yaptığı ve önemli ölçüde bu faaliyetlerinde muvaffak olduğu bilinmektedir.
Sahip olduğu okul, yurt ve dershanelerinde yetiştirdiği iyi eğitilmiş kadroları ile Atatürk ilkeleri ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırarak şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurmayı amaçlayan Fethullah GÜLEN gücünü iki kaynaktan almaktadır.
1- Oluşturmuş olduğu büyük sermaye imparatorluğu,
2- Son yıllarda dozajını gittikçe artıran ve zaman zaman teşekküle yardım boyutlarına ulaşan siyasi destek,
Kısa bir sürede oluşan sermaye imparatorluğu örgüte bağlı bütün okul, yurt, dershane ve sair kuruluşların finansmanını yaparken, siyasi destek sayesinde devlet kadrolarındaki örgütlenme sağlanmakta ve örgütün önüne çıkacak engeller bertaraf edilmek istenmektedir.
Tarikat okullarını övmek son zamanlarda moda haline gelmiştir. Oysa yukarıda belirttiğimiz gibi bu okullarda yetişen kadrolarla siyasi Islam’ın iktidar yapılması hedeflenmektedir. Bu itibarla tarikat okullarına destek verenler Atatürkçü olamazlar. Fethullah GÜLEN Laik Cumhuriyete karşı değilse, amacı sadece Türk toplumunu eğitime tabii tutmaksa;
Neden kuvvet dengesi mevcut değilse kuvvete başvurmayın talimatını vermektedir?
Neden, müritlerine “O kuvveti temsil edeceğiniz şeyleri elinize alacağınız ana kadar, Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün Anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır” demektedir.
Neden, Mülkiye, Adliye ve Askeriye başta olmak üzere devlet kadrolarında teşkilatlanma isterken, ayrıca;
Bu açıdan bizim ister bu dairede, ister diğer dairede arkadaşlarımızın korunması çok önemlidir. Bu koruma mevzuunda işte arz ettiğim gibi belki işin esnekliğinden istifade edilebilir,
Yani sivrilmeden, mevcudiyetinizi hissettirmeden, çok ilerlere gitmek, işte bu iki müessesede olduğu gibi hayati dinamik bir kısım müesseselerde söz konusudur. Ta ilerilere gitme, böyle can damarları içinde dolaşma ve eğer dönülüp gelinecekse yara almadan hissettirmeden dönüp geriye gelme meselesi geleceğimizin adına çok esaslı hususlardır,
Türkiye’de önünüzü kestiler. Yürüyemiyoruz, orada durgun sular gibi gölleşme imajı uyandıracaksınız. Zorlayacaksınız, yerinde yürüyor gibi yapacaksınız.
Talimatları vermektedir.
Neden, Arapça eğitimin kaldırılmasını, devletin bir yanılgısı olarak kabul etmektedir.
Neden, kitaplarında İslamcı silahlı çeteler gibi tebliğ ve cihad konuları üzerinde hassasiyetle durmaktadır.
Neden, oluşturduğu ışık evlerinin medrese, tekke ve zaviyelerin fonksiyonlarını ifa ettiklerini defalarca söylemekte, 30 Kasım 1925 tarihinde kapatılan bu kurumların özlemini çekerek Atatürk devrimleri ile ters düşmektedir.
Neden, Cumhuriyet dönemini kötülemekte ve bu dönemi kendi tarihi olarak kabul etmemektedir.
Neden, “Mahmut Efendi’nin görevi, sarığın, şalvarın, cüppenin propagandasını yapmaktır. Sen de emniyet teşkilatına girecek Vali ve Kaymakam olacak insanları yetiştir” demektedir.
Neden, Türkiye’de Atatürk düşmanlığının simgesi haline gelmiş bulunan ve Büyük Atatürk’e “Deccal” demek küstahlığını gösteren Said-i Nursi’nin yolundan gitmektedir. Aynı zamanda “Kürt Teali Cemiyeti’nin” mensubu olan bu şahıstan Bediüzzaman diye bahsederek bu şahsın ve risalelerinin yoğun bir şekilde propagandasını yapmaktadır.
Bütün bu faaliyetlerin hedefi İslam Devletini kurmaktır. Esasında bu hedef 1996 yılı baskılı Çağ ve Nesil 5 isimli kitabın önsözünde M.Garip isimli kişi tarafından ifade edilmiştir. Ancak bu ülkenin uyanık bekçileri buna fırsat vermeyecek, Laik Cumhuriyet ve Atatürk ilkeleri ilelebet yaşayacaktır.
12.04.1991 tarihli 3713 sayılı terörle mücadele kanununun 1 nci maddesinde:
Terör, baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yollarından biri ile Anayasada belirtilmiş Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türkiye Devleti’nin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak, yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemdir.
denilmiştir.
Aynı kanunun 7/1 nci maddesinde ise;
3 ve 4 ncü maddeler ile TCK.nun 168, 169, 171, 313, 314 ve 315 nci maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla, bu kanunun 1 nci maddesi kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler cezalandırılır.
denilmektedir.
Fethullah GÜLEN’in oluşturduğu örgüt yukarıda izah olunduğu gibi devletin laik yapısını yıkmak amacıyla kurulmuş olup, istişare kurulu, bölge imamları, şehir imamları, semt imamları, ev imamları gibi illegal yapılanmayla bütün ülkeyi bir ağ gibi sarmıştır. Yine bu illegal yapılanmaya bağlı olarak yurt içinde ve yurt dışında legal görünüşlü şirket, okul ve vakıflara sahip bulunmaktadır. Bu legal ve illegal yapılanması ile büyük ve güçlü görünüm arz eden örgüt halk üzerinde bir manevi cebir ve baskı yaratmaktadır. Bu itibarla örgütün 3713 sayılı kanunun 1 nci maddesi delaletiyle aynı kanunun 7 nci maddesi kapsamı içinde ele alınması gerekmektedir.
Bu iddianame ile örgütün başı hakkında dava açılmış olup örgütün illegal ve legal yapılanması hakkında soruşturma sürdürülmektedir.
XII-NETİCE VE TALEP:
Sanığa isnat edilen suç yukarıda anlatılan delillerle sabit olduğundan 2845 sayılı kanunun 9 ve 20 nci maddeleri gereğince yargılamasının yapılarak,
Sanık Fethullah GÜLEN’in hareketine uyan 3713 sayılı terörle mücadele kanununun 1 nci maddesi delaletiyle aynı kanunun 7 nci maddesinin 1 nci fıkrasının 1 nci cümlesi, TCK.nun 31, 33, 40 maddeleri gereğince TECZİYESİNE,
Emanette bulunan suç eşyalarının TCK.nun 36 ncı maddesi gereğince MÜSADERESİNE karar verilmesi kamu adına İDDİA olunur.22.08.2000
Nuh Mete YÜKSEL
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi
Cumhuriyet Savcısı
(19201)
Sayın Kronikyorgun,
ŞÜPHE SANIK LEHİNE YORUMLANIR,
YİNE MASUMİYET KARİNESİ GEREĞİ SUÇU SABİT OLUNCAYA DEK HERKES MASUM OLARAK KABUL EDİLİR.
BUNLAR TEMEL HUKUK PRENSİPLERİDİR.
İdeolojik ve siyasal tartışmalarla ne siz başkalarını değiştirebilirsiniz, ne de başkaları sizi. Böyle bir beklenti içinde olmanın da doğru olmadığını düşünüyorum. Herkes kendi gibi olsun yeter. Çeşitliliğin güzelliğin hissetmek gerekir.
Ancak neden günlük yaşantımızda bu TEMEL HUKUK KAİDELERİNİ KULLANMIYORUZ anlamış değilim.
Ben meslek hayatımda her gün, salt müştekinin şikayet ve iddialarına dayalı olarak (hiçbir delil ve tanık olmaksızın) hazırlanan iddianamelerle karşılaşmaktayım. Yargılama neticesinde bu insanların neredeyse tamamı beraat ediyorlar. Bu koşullar altında birbirimizi suçlamak için İDDİANAMELERİ EMSAL KABUL ETMEMELİYİZ.
Birgün arkadaşınızın yahut komşunuzun basit bir şikayeti neticesinde hazırlanan İDDİANAME İLE SANIK KONUMUNA DÜŞEBİLİRSİNİZ. İnanın ki gerçek hukukçuların hiçbirisi bunu alarak sizi zor durumda bırakmak istemezler.
İDEOLOJİK VE SİYASİ TARTIŞMALARIN YAPILDIĞI BİR ÇOK SİTE VAR, BİRÇOK FORUM VAR. ANCAK BURASI BİR HUKUK PLATFORMU.
ÖYLEYSE EVRENSEL VE TEMEL HUKUK KAİDELERİNE UYMAMIZ GEREKİR.
Hukuk emin olun bir gün size de lazım olacak, bizede
Saygılarımla,
Tartışmalara son noktayı koyuyorum...
cumhurbaşkanı benim...
rahat rahat uyuyun
:))
Sayın Av.Fahri Sürücü ;
Şüphenin sanık lehine kullanılmasından yanayım bende, suç sabit olana kadar masum olmakta çok doğru bir şey. Ama şunuda unutmamak lazım şüphe hukukta beraat ettirirken toplum ruhunda mahkum eder. Şuç isbat edilemediğinde o kişi delil yetersizliğinden beraat eder ama bu suçsuz demek değildir. İspat edilememiştir o yüzdende evrensel hukuk kuralları gereği sür güt dava devam etmeyeceğinden beraat gelir.
Bende biliyorum okuyorum duyuyorum ne kadar saçma sapan mahkemelerin olduğunu saçma iddianame yüzünden hatta bazen bizzat yaşadıklarımda olur. Hatta bazende kesin şuçsuz olan kişi nasıl ispat ediliyorsa edilip suçlu çıkıyor güzel ülkemde daha sonra gerçek suçlular ortaya çıkınca kuru bir ''pardon'' la serbest bırakılıyorlar bunlar o kadar sık oluyor ki film bile çekiliyor hakkında.
Siyasi yargılamalar ve mahkumiyetlerle gerçekler genelde çok ters çıkmaktadır hele hele ortada ideoloji değilde bir eylem varsa. Bir siyasi olay olan ''kültür sarayı yangını'' sonucu yakalanıp işgence gören hatta ciddi cezalara çarptırılanların masum olduğu işkence ile bu suçu kabul ettikleri bile ortaya çıkmıştır. İşin daha ilginci olay anında anından öte suçlu diye yakalananların bazılarının Ankara da olduğu İstanbul a hiç gelmedikleri bile ortaya çıkmasına rağmen ''oluş ve kabul de'' Ankarada istanbul daki Kültür sarayını yaktıkları kabul edilmiştir...
17 Yaşında ehliyetsiz bir gencin aşırı süratli ve kırmızı ısıkta durmayarak Sevim Tandürek adlı sanatçıyı öldürmesi ise gene İtfaiyenin anında olay yerini yıkaması bilir kişini değişmesi üç ay önceki tarihli ehliyet verilmesi kırmızının yayaya yandığının iddiası ( Aksine fotoğraf olmasına karşın ) kabul edilmiş ve genç beraat ederken bu itfaiye müdürü bilirkişiler v.s zevat anormal yükselivermişlerdir. Olay siyasi havaya bürünmüş ve ölenin değeri değil öldürenin Büyükşehir belediye başkanı RTE nin oğlunun olması çok değerli olmuştur...
Konumuza gelirsek, Fethullah Gülen in ...
''Adliye’de, Mülkiye’de mevcut olanlar mevcudiyetlerini korumazlarsa, arkadan gelenlerin mevcudiyetini koruyamayız. Bir taraftan o kanun ve kuralları, diğer taraftan da kanun ve kural adamı olma imajını kullanmalıyız. Yani sizi gören, ‘Bunlar kurallara harfiyen riayet ediyorlar’ demeli.”
Taa ilerilere gitmeli, can damarları içinde dolaşmalıyız. Cepheleri öğrenmeleri lazım arkadaşlarımızın. Hukuk sistemini didik didik etmeliler. Sistemin püf noktalarını bilmeleri lazım. Biz de çalışıp onları istifade edecekleri mevkilere getirmeliyiz.”
“Dikkatli olmalıyız. Erken harekete geçersek, tepemize binerler. Durmadan hazırlanmalıyız. Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca maratona geçeriz. Devlet memuru arkadaşlarımız kahramanlık yapamazlar. Erken vuruş yaparlarsa dünya başlarını ezer. Bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır.”
Sözleri video kayıtlı olarak ispatlanmıştır. Neresinin ŞÜPHELİ OLDUĞUNU ben bu güne kadar anlayamadım. Kaldıki ben biraz fazla iyiniyetliyimdir unutur affederim. Ama bazılarına neden sinir olduğumu unutmamak için dediklerini yazarım kaydederim tıpkı bunun olduğu RTE nin ve Abdullah Gül üm dediklerini kaydetmem gibi ...
Bu bant KESİN DEDİL olarak ortaya çıkınca kendileri ABD ye gidip bir daha dönmemişlerdir. Gerçi geçn sene beraat etti gerekçesi tam açıklanmadan ama gene dönmedi. Tabii ki ben merak etmiştim o zamanlarda '' Bu kadar dini bütün Türk İslam büyüğü neden KAFİR bir ülkeye kaçtıda Suudi Arabistan İran gibi İSLAM ülkesine kaçmadı diye'' ... Yanıtını buldum bulmasınada genede düşünürüm zaman zaman .
Temel bir hukuk kaidesimi bilmem ama TEMEK BİR ATASÖZÜ olduğunu bilirim oda GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ dır.
Saygı ve sevgilerimle...
ABDULLAH GÜL cumhurbaşkanı olacak bu kesin artık ama bu makama uygun mu bence değil çünkü o 10 yıl önce laiklik dinsizliktir dedi öğrencilere din propakandası yapmaktan yargılandı o ATATÜRK'E düşman olan bir gelenekten geliyor allah sonumuzu hayır etsin
Sahi Çankaya kimin?
Tayyip Erdoğan soruyor:
“Köşelerinde ’bir kale düştü’diyecek kadar ileri gidenler var. Kale neresi? Bu kale kimin kalesiydi düştü? Şu anda iktidarda bulunanlar, bizler kim, nereden geldik? Çankaya kimin, birilerinin mi? Yoksa 70 milyon vatan evladının mı? Çankaya hepimizin. Çankaya şunun bunun bir seçkinci grubun değil.”
***
Soruları şöyle soralım:
Çankaya’yı fethedilmesi
gereken bir makam olarak gören kim?
Şu anda iktidarda bulunanlar, “Ne mutlu Türküm diyene” anlayışını reddederek gelmiş değil midir? Bu felsefenin temsil makamı, ona düşman olan bir
siyasi ekip tarafından ele geçirilirse kale gerçekten düşmüş olmaz mı?
Şu anda iktidarda bulunanların beslendiği iklimde Türkiye darül harp değil midir? Dolayısıyla bu ekolde “Türkiye’de Cuma namazı kılınmaz” diyenler yok mudur? Böyle diyenler şu anda devlet kadrolarına ve basına hâkim değil midir? Erdoğan’ın yakın çevresi bunlarla dolu değil midir? (Erdoğan örnek isterse veririm)
Çankaya elbette seçkinci bir grubun olmamalıdır! Fakat, Yenilikçi hareketini başlatırken CIA istasyon şefi Graham Fuller ile; AKP’yi kurarken kısa adı ADL olan ABD’deki en etkin Yahudi örgütünün başı olan Abraham Foksman ile görüşüp destek almak, ne anlama geliyor?
Türkiye’de iktidar olmak için CIA ve Yahudi kuruluşunun kanatları altına girmeye ne ad vermek gerekir? Hatta, CFR’nin gönderdiği gizli memorandumu parti programı haline getirmek, iktidara ulaşmak için dünya elitine, yani kendilerini seçilmiş ırk olarak görenlere boyun eğmek değil midir? Bu durumda iktidarın meşruiyeti ve onun Cumhurbaşkanı adayı tartışılmaz mı?
İktidarın arkasında başlangıç olarak üç kuruluş var: CIA, CFR ve ADL!
Çankaya yolundaki şahıs da bu üç kuruluştan destek sağlayan en önemli isim! Bu durumda Çankaya gerçekten düşmüş olmuyor mu?
Elbette Cumhurbaşkanlığı ele geçirilirse devlet oradan zaafa uğratılabilir ama böyle durumlarda sigorta atar ve herkese yeniden bir değerlendirme yapma imkânı verilir! “Sigorta zaten gevşemiş” diyenler olabilir! Görünmeyen sigortalar da vardır!
***
Aslında Çankaya’nın kime ait olduğu tartışmasından önce İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nı tartışmak gerekir!
Dünyada para kimde var? Yahudilerde, Japonlarda!
Türkiye’de özelleştirilen stratejik kuruluşları kim satın alıyor?
Yahudi sermayesi?
Peki 60 yaşındaki Japon ev kadını Yukiko İkebe, İstanbul Borsası’ndan milyonlarca doları nasıl kazandı?
Yukiko, yenlerini dolara çevirdi, “dünyanın yüksek faiz veren ülkeleri” olan Türkiye, İzlanda ve Yeni Zelanda borsasına girdi.
Yukiko, Türkiye’de parasını TL’ye çevirip yıllık yüzde 17-18 faizle Hazine kâğıdı aldı; eline geçen parayı da dolara çevirdi. Yukiko bu gibi işlemlerle üç ülkede üç yılda 3.4 milyon dolar kazandı.
Vergisini ödemeyince Japon adaleti Yukiko’nun yakasına yapıştı, fakat dünyanın en yüksek faizini veren AKP hükümetinin yakasına kimse yapışmıyor? 70 milyon vatan evladının yüzde 46.6’sı, herhalde Yahudi bankalarına ve Japon ev kadınlarına kazandırmaktan memnun! CIA, CFR ve ADL’nin pışpışladığı bir kişiyi “Dindar Cumhurbaşkanı” diye destekleyen de aynı kitleler!
Bu durumda Çankaya kimin oluyor?
Veya bu vatan kimin?
ARSLAN BULUT
YENİÇAĞ 26.08.2007
Gerçi insanlar bıktı ama bu gene RTE nin bir çam devirmesinden öteye bir şey değil.
Bir kale daha düştü yazısını bir baş yazar yazdı ancak Bahsettiği kale yazısı okunduğunda ve anlaşıldığında Çankaya değildi. ADL denilen RTE ye ermeni soykırımı yasasına karşı çıkacağını belirten yahudi lobisinin son kararına bir tepkiydi. Yani yahudiler bize karşı döndü demek istemişti yazar özetle amma velakin bizimki kaleleri karıştırdı . Allahtan bir spor yazarını okumadı yoksa hangi kale olduğunu iyice karıştırırdı...