ekinoksday80 rumuzlu üyeden alıntı
Belki yorumlarım bazı hukukçuları rahatsız edebilir zira her ne kadar siyasi ve hukuki temeli olan şeylere cümle arasında değinecek olsam da zaman zaman bitaraf olduğum noktalar elbette olacaktır ama demokrasi tahammül etmektir zaten. Yine de elimden geldiğince "objektif" olmaya söz veriyorum. Mürekkep yalamış birisi olarak, siyaset biliminden anlayan ve "hukukçular" kadar olmasa da hukuk altyapısı olan aynı zamanda aktif olarak siyasetle uğraşan birisiyim.
Önce Dokunulmazlıklarla ilgili yorum yapanlara karşı söylemek istediğim bir kaç cümle var:
Hatırı sayılır miktarda “Ay bu kadarı da fazla” serzenişleriyle kriz çıkarma gayreti içerisinde bulunan ve sadece ordunun dokunulmazlığına iman edenlerin bulunduğu bir ülkede dokunulmazlıklar kaldırılsa kaç yazar?
Sanıyorlar ki bu dokunulmazlıkları kaldırmak o kadar kolay bir iştir! O yüzden diyorum ki bir konu hakkında görüş bildirmeye kalkışanların bunların içini doldurmaları gerekir. Yani siyasete dair yorum yaparken bu ülkede, değiştirilmesi "rejim" değiştirmekten bile daha zor alanların olduğunu bilmemek inanın çok rasyonel görünmüyor.
Kanımca bu ülkede değiştirilmesi durumunda kıyametlerin kopmasına sebebiyet verecek 3 konu vardır. Bu 3 konu, bazı kesimlerin diline pelesenk ettiği ve artık bende mide bulantısına sebebiyet veren bazı klişeleşmiş jargonlar, "Sekülarizm yıkılıyor, Yargı ele geçiriliyor, İranlaşıyoruz, Cumhuriyetin temeline dinamit koyuyorlar, Laiklik elden gidiyor, Vatan bölünüyor" gibi ipe sapa gelmez ayakları yere değmez konulardan bile daha zor ve meşakatlidir.
1-Milletvekili Dokunulmazlığı
2-Siyasi Partiler Kanunu
3-Seçim Yasası
Bu 3 konu, doğrudan "milletvekillerini" ilgilendiren alana girdiği için öyle kimilerinin sandığı kadar kolay değişiklik yapılabilecek konular değildir ve anayasa hatta rejim değiştirmekten bile daha güçtür. Çünkü parlamentoya giren vekiller yerleşik kültüre bir şekilde ayak uydurdukları için ve yürürlükteki kanunlar kendileri adına biçilmiş kaftan olduğu için, kendilerine imkanların en iyisini sunan bu kanunları durduk yere niçin değiştirsinler? Mesela en basiti %10'luk seçim barajı, Milletvekilli seçilme ehliyeti vb. konularda en muhalifinden en radikaline en ılımlısına kadar, en sağından en soluna kadar, en dincisinden en dinsizine kadar hemen hemen herkes, her konuda kavga etseler dahi, mevzu bahis bu konular olunca mutabakata öyle varırlar, öyle ağız birliği ederler ki şaşırır kalırsınız!
Bir an için bir Siyasi parti liderlerinin bu müesses nizam anlayışını yıkmak için harekete geçtiğini düşünelim. Genel başkan veya başbakan kendi partisinin mensubu olan milletvekillerine "efendiler seçim kanunu, siyasi partiler kanunu değiştireceğiz ve anayasal bir hak olan dokunulmazlık haklarından feragat edeceğiz" dese bile tek bir vekil başkanlarının yüzüne Hayır diyemeyecekleri için elbette "Evet" diyeceklerdir. Fakat iş parlamentoda oylamaya geldiği vakit o lider arkasında tek bir destekçi vekil dahi bulamayacaktır, destekçileri ise emin olun gönülsüz destekleyenler olacaktır.
Anayasanın malum maddeleri milletvekillerine hem "yasama dokunulmazlığı" hem de "yasama sorumsuzluğu" gibi haklar verdiğini ve bunların değiştirilmesi veya kaldırılması için nitelikli çoğunluk gerektiğini söylemeye hacet yok zira zaten herkesin malumudur. Bu ülke, siyasal partileri neredeyse hiç ilgilendirmeyen sıradan bir anayasa maddesinin dahi 330-367 arasında oy alarak referanduma götürülmek zorunda bırakıldığı bir parlamento ile karşı karşıyayken, "dokunulmazlık" niçin kaldırılmıyor gibi acayip bir soru sormanın, kusura bakmayın akıl ile izah edilir yanı yoktur.
Liderlerden herhangi biri bugün çıkıp vekillerine desinler ki, "Arkadaşlar bu illeti kaldırıyoruz, herkes ne oy vereceğini biliyor!" ... Oy verme günü geldiği zaman 550 vekilden kaçı acaba gidip kendilerine verilmiş olan bu haktan feragat edip Evet oyu kullanacaklardır? Şimdi bana, "Ama CHP, %10 barajı ile dokunulmazlıkların kaldırılmasını teklif etmişti" diyenleriniz çıkabilir elbette. Onlarda biliyorlar ki teklif etseler dahi iktidar buna yanaşmayacaktır. Sonrada bunu siyasi bir söylem olarak ranta dönüştürme maksatlı meydanlarda kullanacaktır. Hangi lider kaldırmak istemez, isterler elbette çünkü sonunda rey devşirmek vardır. Yani teklif etmeleri gördüğünüz gibi gayet normaldir!
Yok ille de ısrar edenler varsa benim onlara şöyle bir teklifim var: Lütfen gidiniz 367 vekil bulun, imzalarını alın (hatta noter onaylı olsun çünkü pek güven olmaz onlara), söz veriyorum ben meclise gidip bu dokunulmazlığı kaldıracağım. Anlaştık mı?
ANAYASAYA NEDEN EVET?
Evet demek için aslında bir çok neden var fakat şimdi bunları sayarak sizlerin canı sıkmak istemem. Fakat "Hayır" demek için niçin, nedenler yok gibi soru soran birileri varsa, Hayır diyecekken Evet demeye karar veren ve "Hayır deme gerekçemin mendireği çöktü" diyen Milliyet Gazetesinin 20 yıllık siyaset yazarı ve aynı zamanda Hayırcı kanadın şimendiferlerinden Mehmet Tezkan'ın yazısını okumalarını şiddetle tavsiye ediyorum, Ne de olsa muhalif cenahın kalemi!
Bana gelince, ben öyle lafı dolandırmayı hiç sevmem şak diye yapıştırırım. Öyle başkaları gibi anayasa paketinin içinde "vay efendim şu varmış, vay şu yokmuş" filan gibi polemiklere girmeden, süslemeden İLAN ediyorum.
1)Yürütme erkinin üzerine karabasan gibi çökmüş ıslah olmaz hele hele iflah hiç olmaz Cuntacı manyakların ve Yargının en tepesinde, "yargıçların" bekçiliğini yapma işgüzarlığı üstlenen HSYK gibi hukuk dışı kurumlar "Demokles'in kılıcı gibi sallandığı" müddetçe bu ülkede hak, özgürlük, adalet olmaz kardeşim olamaz...
2)Zaman zaman mevcut anayasayı dahi kendisine amir tanımayan, Sürekli görev ve sorumluluk alanlarının dışına çıkarak anayasal ihlaller yapan, Verdikleri neredeyse her kararı tartışmalı ve taraflı olan, Cumhuriyet rejiminin seçilmiş meşru parlamentosunun egemenlik sahasına alenen tecavüz etmekte beis görmeyen, Selefleri terk-i diyar etmiş olsalar dahi halefleri 30 yıl evvelki vesayetçi geleneği sürdürmekte direnen, yenililiklere kapalı oligarşik bir AYM yapısı tepemizde olduğu müddetçe bu ülkeye ne huzur gelir ne adalet...
Sonuç olarak sırf bu 2 madde değişsin diye pakete Evet'i basıyorum. Zaten Evet basmaz isem vicdani adalet terazimde bir şaşma hissederim. Var mı İTİRAZI olan? Niye olsun ki bende herkes gibi fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür birey değil miyim sanki!
Herkesin malumu olduğu üzere AB ülkelerinin bazılarında yüksek yargı organlarını, Devlet Başkanları veya meclisler hem doğrudan hemde dolaylı olarak seçiyorlar.
Mesela Fransa'yı herkes bilir. Temsili demokrasi ile yönetiliyor fakat hükümet etme sistemi "Yarı Başkanlıktır". Bu şu anlama geliyor:
Yarı başkanlık sisteminin olduğu Fransa'da devlet başkanı aynı zamanda halk tarafından seçildiği için siyasal bir erktir ve ondan da önemlisi, yürütmenin iki erkinden birisi olarak kabineden daha geniş yetkilerle donatılmıştır. Yani yürütmedeki mutlak hakimiyet "neredeyse" devlet başkanına aittir. Bkz: Chirac, Sarkozy...
NOT: Bizde de 2007 değişikliği ile Cumhurbaşkanını halkın seçecek olması bizi yarı başkanlık sistemine bir adım daha yaklaştıracak ama cumhurbaşkanın yetkileri Fransa'da ki gibi kabineden fazla olmayacaktır zaten olmasınada bırakın muhalefetin müsade etmesini, iktidar bunu yapmaya teşebbüs dahi edemez.
İşte bu Fransa'nın AYM'i 9 üyelidir ve 3'ü Cumhurbaşkanı(devlet başkanı), 3'ü Meclis ve kalan 3'ü Senato Başkanı tarafından atanıyor.
Gördüğünüz gibi neredeyse tüm dünyanın hukuk sisteminin teşekkül etmesine neden olan Fransa'da yürütmenin erki (meclis ve devlet başkanı) yüksek yargının 3/2'sini seçiyor(6 üye)... Ama her nedense orada bu kadar yaygara koparan yok. Çok manidar!
Parlamenter demokrasilere sahip olan AB üye devletlerinden değilde, parlamenter demokrasi olarak sayılmayan "Başkanlık" sisteminin en etkin şekilde uygulandığı ABD'yi örnek verelim: ABD'de ki "başkanlık sistemi", Fransa'da ki yarı başkanlık sistemi gibi çakma bir sistem değildir...
ABD Yüksek mahkemesi 9 üyeden oluşur. Üyelerin hepsini atama yetkisi sadece BAŞKANA aittir. Ancak, başkanın ataması “Senatonun görüş ve onayına" bağlıdır. Uygulamada, Başkanların kendi siyasal görüşüne yakın kişileri Yüksek Mahkemeye üye olarak atadıklarını sağır sultan bile bilir. Başkanın partisi, Senatoda çoğunluğa sahip değilse, Senato atanan kişinin atamasını genelde onaylamıyor! Mesela Obama'nın Demokrat Partisi hem Temsilciler Meclisinde hemde Senatoda da çoğunluktadır. Cumhuriyetçiler Obama seçildiğinde avuçlarını yalamıştı. Fakat Senato'nun 3/1'i her 2 yılda bir yapılan seçimlerle yenileniyor ve her seçilen senatörün bir sonraki seçime kadar görev süresi tam 6 yıldır. Bunu şunun için söylüyorum: Uygulamada başkan tarafından atanan üyelerin bazıları, Senato tarafından genelde siyasi çekişmeler yüzünden onaylanmıyor. Bunu bırakın yüksek yargıda, en son Türkiye'den Amerikan büyükelçisi James Jeffrey'den boşalan koltuğa Obama Francis Ricciardone adında bir herifi getirecekti fakat Cumhuriyetçi senatör bu adama şerh koymuştu... Yani sen senatoda çoğunluğa sahipsen senin karşında duracak kimse yoktur! Sonuç olarak ABD Başkanı, Yüksek Mahkemeye üye atanması ve onanması işinde siyasal makam olarak neredeyse "tek kişilik rol" oynuyor. Şimdi hemen bana çıkıp "yahu orada bu işlere rot balans pardon "checks&balances" ayarı çekiyorlar derseniz size "yatak orada uyuyabilirsiniz" derim:)
Yahu böyle bir güç olabilir mi? Olamaz değil mi? Ama oluyor işte gördüğümüz gibi. Orada niye böyle kıyamet kopmuyor sorusunun cevabını sizlere bırakıyorum. Tamam diyebilirsiniz ki bizim siyasiler onlardan daha az basiretli ama değişecek şu paketin içinde yürütmeyi tek güç yapacak ne var diye bende size sorararım! O nedenle böyle "yargı ele geçiriliyor" diye çemkirilmesi benim canımı artık iyice sıkmaya başladı çünkü bu yaygarayı koparan her zaman olduğu gibi Yüksek Yargı ve onlara bir şekilde göbekten bağlı olan CHP'nin taa kendisidir. Nasılsa cezalarını kestim ben. İşte böyle EVET'i reyini veriyorum, ohh olsun!
Nedir yani "Juristokrasi" daha mı iyidir anlamakta zorlanıyorum bazen. Elbette demokrasiyi, juristokrasi tercih ederim.
Demokrasilerde siyasal gücü bir şekilde dizginlemek ve sınırlamak mümkündür ya Juristokrasi de bu mümkün müdür? Değildir! Çünkü "Yargıçlar Devleti" halka hesap vermek zorunda kalmazlar, tıpkı Cumhurbaşkanı veya Asker gibi siyaseten "sorumsuzdur". Verdikleri kararlar hiç bir şekilde sorgulanamaz veya değiştirilemez. Fakat siyasal hareketlerin amacı temsil ettiği halka hizmet sunmak olduğu için, icraatlarında halka karşı sorumludur ve şayet bir yanlış yaparsa cezası halk tarafından kesilir. Peki aynı yanlışı "Yargıçlar Hükümeti" yapsa cezasını kim kesecek? "Et kokarsa tuzlanır, ya tuz kokarsa ne yapılır?"
En tehlikeli iktidar, gücü sınırlanamayandır ve sınırlanmayan bir güç felakettir. As'lolan toplumu, yönetenlerin tahakkümünden korumak değil, aynı zamanda ve daha önemlisi toplumu "bazı kesimlerin" ihtimal dahilindeki adaletsizliklerine karşı korumaktır.”
Yargının siyasal iktidar üzerindeki hukuksal denetimini tamamen “yargı vesayeti” ya da “Jüristokrasi” olarak görmek belki yanlış olabilir anlıyorum fakat bu yargı denilen erk, sahip olduğu gücü her daim iktidara karşı kullanıyorsa orada "adalet mekanizması" değil "yargı vesayeti" işliyor demektir ve bu daha tehlikelidir. Sonuç olarak önemli olan yargının bağımsızlığı değil tarafsızlığıdır, Önce bunu anlamak şarttır!
Hem siyaset bilimcilerin hemde Pirelli'nin kullandığı sloganına bakalım: "Power is nothing without control". Kontrolsüz güç, güç değil, bir hiçtir. Kontrol altına alınması mümkün olmayan "Juristokrasi" gücü, "totaliter rejimlerden" hatta faşizan yönetimlerden daha tehlikelidir.
Yargı’nın daha etkili çalışmasını, adaletin daha iyi dağıtılmasını sağlamak için muhakkak bir "yargı reformu" gereklidir. O da şu anda önümüze getirilmiş olan anayasa değişiklik paketidir ve yargının yeniden yapılandırılmasına olanak tanıyacaktır.
NOT: Bugün 2010-2011 adli yıl açılışında Yargıtay Başkanı çıkıp aynen şunları söyledi: Hükümet seçim tabanını genişleterek Yüksek Yargı'nın etki alanını daraltmış ve yüksek yargıdan seçilenlerin sayısının diğer yerlerde(diğer yerler dediği adli ve idari yargı hakimleri) daha azdır. Tabanın genişlemesi yüksek yargıyı çalışamaz hale getirecektir, demiş!!
Buyrun hadi laf ola beri gele! HSYK'ya seçilecek olan 1. Sınıfa ayrılmış hakim ve savcıların sayısının yüksek yargıya verilmiş olan kontenjandan daha fazla olmasını resmen içlerine bu adamlar sindiremiyorlar ve bu gücü paylaşmak zorunda kalacak olmaları onları sinirden çıldırtıyor. Çünkü 1. Sınıf yargı mensuplarını, 2. Sınıf insan gibi görüyorlar. Olay bu kadar net ve açık. Gel de bu adamların adaleti eşit olarak dağıtabileceklerine inan şimdi!
Ama yok öyle ben cezalarını kestim onların. Gelde Evet oyunu şak diye basma!
Selamlar
Cahit