Re: Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
“…
“Altı yüzyıl kadar önce Anadolu’da doğan Osmanlı İmparatorluğu 350 yılda Viyana kapılarına kadar ilerledi. İmparatorluğu güçlendiren manevi etkenler zayıfladığı için yavaş yavaş Viyana, Budapeşte, Belgrad elden çıktı. Artık bir avuç Rumeli toprağına sığındık. Şimdi de elimizde kalan küçük toprak parçasını Ruslar (Çarlık Rusyası, hrsn) ve Avusturyalılar almak istemekteler. Rusların bütün istekleri, kendi ırklarından saydıkları Bulgarlar ve Sırplara Balkanları sözde armağan etmektir. Avusturyalılar ise, Adriyatik’ten Akdeniz’e, Selanik’e uzanmak isteğindedirler.
TARİHTE DEVRİMLER, ÖNCE AYDIN KİŞİLERİN KAFASINDA DÜŞÜNCE OLARAK DOĞMUŞ, ZAMANLA TOPLUMU SARMIŞTIR.
Bakınız, dünkü ilimiz Bulgaristan’ın bir ulusal ozanı vardır. Şiirleriyle Bulgarları sürekli olarak kurtuluş hareketine, uyuşukluktan silkinmeye çağırmıştır. Ulusuna, tarihine tutkun olan bu sanatçı, kısa zamanda topluma egemen olmuş, şiirleri halk arasında dilden dile dolaşmaya başlamış, 500 yıldır biz Türklerin çobanı olan Bulgarlar onun gösterdiği yolla bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Belki de bir süre sonra bizden, başka yurt topraklarını isteyecek ve alacaklardır.
Sırpların da iki gözü görmeyen bir ulusal ozanları vardı. O da aynı yoldan yürüyerek ulusuna ulusal duyguları, bağımsızlık düşüncesini aşılamıştır. Şiirlerinde Miloş Kaploviçlerden, Sultan Murat’tan söz ederek toplumun belleğine ulusallık düşüncesini aşılamıştır. Onun bu şiirinde Sultan Murat’ın şu sözleri vardır: ‘Hıristiyanlara zulüm etmeyiniz. Zulüm ve baskılı yönetim saltanat ve egemenliği parçalar…’ O, şiirlerinde bağımsızlık düşüncesini işler ve savunurken gerçekleri de gizlemek olgunluğunu gösterir.
Yunanlıların da böyle bir ulusal ozanları vardır. O da, yıllar boyu eski yunan uygarlığını şiirleriyle anlatırken ulusuna güç kazandırmak, özgürlük için birlik olma koşulunu aşılamak istemiştir.
Bütün ulusların böylesine çırpınan, ulusunu uyandırmak isteyen ulusal ozanları, aydınları vardır. Başka ulusların ozanları, aydınları böyle çalışıp uluslarını uyandırırken nerede bizim düşünürlerimiz, nerede bizim ozanlarımız? Bizim bir Namık Kemalimiz var. O da, Türk ulusunun yüzyıllardan beri beklediği sesi verdi. Ama ne şiirlerini okuyabiliyor, ne konuşmalarını duyabiliyoruz. Bu ulusun tarihinin bir yönünü belirten ‘VATAN YAHUT SİLİSTRE’ oyununu bile temsil ettirmediler.
Arkadaşlar! Bizlere büyük görev düşüyor. Yarın görev alıp gittiğimiz her yerde ulusumuzu yetiştirmek için subaylarımızın öğretmenleri olacağız. Gittiğimiz yerlerde aydın gençlerle arkadaşlık ederek onları bu yöne yönelteceğiz. Yurdumuzu ve imparatorluğu büyük tehlikelerin beklediğini hatırdan çıkarmamak durumundayız.”
…”
ALINTI: EROL MÜTERCİMLER, FİKRİMİZİN REHBERİ, SAYFA 100
////////
1903-1905 yılları arasında bir Harp Akademisi öğrencisi olan Mustafa Kemal’in arkadaşlarına yapmış olduğu konuşmalardan biri…
Aradan yıllar geçer…
Ve 1921 Ankara’sında bir karşılaşma…
“…
‘Yarın meclise gelin. Sizleri paşa hazretlerine takdim edeceğim…’
dediğinde sevinçten kulaklarıma inanamamıştım…
Belirlenen saatte meclisteydik. İsmail Fazıl Paşa’nın beklediğini söyleyince, girişteki koridorun üzerinde bulunan bir küçük odaya aldılar. Biraz sonra kapıda görünen PAŞA ayaküstü kısa bir sohbetten sonra bizi peşine takarak, ‘İçtima Salonu’nun karşısındaki, tozlu caddeye bakan büyükçe bir odaya götürdü.
Pencerelere yakın bir yerde MUSTAFA KEMAL ayakta durmuş, hepsinin de mebus olduğunu sandığım yedi sekiz kişiyle konuşuyordu. Çoğunun başı açıktı ama içlerinde bir kaç da sarıklı vardı. Orta boylu olan ‘PAŞA’ bu adamların arasında gene de hemen göze çarpıyordu. Ankara’nın şartları düşünüldüğünde inanılmaz derecede şık ve zarifti.
CAMLARDAN SÜZÜLÜP SANKİ TAM DA BAŞININ ÜSTÜNE VURAN GÜNEŞİN IŞIKLARIYLA İKİNCİ BİR GÜNEŞ GİBİ PARLIYORDU.
Kalın sayılamayacak bir sesle sakin sakin konuşuyor ve etrafındakiler tek kelimesini kaçırmamak istercesine dikkatle dinliyorlardı. Kendimi bir an büyülenmiş gibi hissettim. Gözlerimi, yıllardır hayalimde yaşattığım bu adamdan ayıramıyordum. İsmail Fazıl Paşa, sağına soluna ‘chester’ tipi koltuğun serpiştirildiği salonda ‘REİS PAŞA’ya doğru yürüdü. Vala ile ben de bir adım gerisinden.
MUSTAFA KEMAL, Ali Fuat Paşa’nın yaşlı babasını görünce konuşmasını kesti kendisini dikkatle dinleyenlere:
‘Müsadenizle…’
dedikten sonra, samimi bir saygı beslediği hemen belli olan İsmail Fazıl Paşa’ya yöneldi. Paşa da aynı saygılı tavırla:
‘Size geçen gün sözünü ettiğim İstanbul’lu genç şairleri takdim ederim’
diye konuştu.
‘İnebolu üzerinden Ankara’ya henüz ulaştılar…’
‘SAĞ OLSUNLAR… HOŞ GELMİŞLER… MEMNUN OLDUM…’
Dudaklarında dostça bir tebessümle uzattığı, ince, dikkat çekecek kadar uzun parmaklı eli ilk önce İsmail Fazıl Paşa, sonra da Vala hafif bir ‘reverans’la sıktılar.
Sıra bana gelince bütün cesaretimi topladım ve karşımdaki, o yaşa kadar benzerini görmediğim bu, arkaya doğru özenle taranmış sarı saçların süslediği delici mavi gözlerin ta içine bakarak:
‘Ben İstanbul’lu değilim, Paşam!.. ‘
dedim. Güldü:
‘Yaaa! Peki nerelisiniz?’
‘Selanikli! Sizin gibi!..’
‘Demek ki, hemşehriyiz!’
‘Bundan gurur duyuyorum Paşam…’
Birden ciddileşti:
‘GÜZEL ŞİİRLER YAZDIĞINIZI SÖYLEDİ BANA PAŞA HAZRETLERİ. MEVZULU ŞİİRLER Mİ BUNLAR?’
cevap verdim:
‘Umumiyetle öyleler…’
‘UMUMİYETLE YETMEZ! ŞU SIRALAR YALNIZ MEVZUULU ŞİİRLER YAZMALISINIZ. MEMLEKETİN BUNA İHTİYACI VAR…’
Sohbetimiz tahminimden daha güzel bir mecraya girmeye başlamış, heyecanım da biraz yatışmıştı. Ona –en azından- bir şiirimi okumaya kararlıydım hemen oracıkta. İçimden ‘hangisini okusam acaba?’ diye geçirmeye başlamıştım bile. ‘İsmail Fazıl Paşa’nın yakını olmanın bize sağladığı bu fevkalade imkanı akıllıca kullanmalıyız!..’ diye düşünürken sivil bir görevli yaklaşarak başıyla selamladığı Mustafa Kemal’e bir kağıt uzattı.
Londra Konferansı öncesi mecliste heyecanlı tartışmaların yaşandığı günlerdi. Herhalde, önemli ve acil bir haber olmalıydı bu. Paşa nazik bir gülümsemeyle ayrılmak zorunda olduğunu belli etti. İsmail Fazıl Paşa’ya
‘Tekrar görüşelim paşa hazretleri’
dedi.
‘ŞAİR GENÇLERDEN DESTEĞİNİZİ ESİRGEMEYİN LÜTFEN!..’
Mustafa Kemal’le aramda bu ilk -ve son- konuşma böylece, tam da samimi bir sohbete dönüşürken noktalanıvermişti… Büyük bir üzüntüyle Vala’ya usulca
‘Bizdeki şansa bak!..’
dediğimi hatırlıyorum. İsmail Fazıl Paşa, yanımızdan ayrılırken ‘Beni tekrar arayın muhakkak’ diye tembih etti ama ne onu aradık bir daha ne de bir başka yakınımı. Kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliydik…”
…”
NAZIM HİKMET
ALINTI: TANIDIĞIM NAZIM HİKMET, ORHAN KARAVELİ, DOĞAN KİTAP 7. BASKI, ŞUBAT 2008
/////////////
Nazım’ın bir kurum kararıyla değil gerçekte ne zaman ve kimler tarafından ‘Türk vatandaşlığına Kabulu’nun olması gerekliliği ile ilgili şifreleri içeren iki alıntıyı buraya aktarmak istedim…
Şimdi şu soruyu sorabiliriz miyiz?
GÜNÜMÜZDE KAÇ AKADEMİ ÖĞRENCİSİ, BIRAKIN BU TÜR KONUŞABİLMEYİ, BÖYLE DÜŞÜNEBİLİYORDUR?
Re: Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
Mezarının Türkiye’de olması Nâzım’ın vasiyeti
ÖNAY YILMAZ İstanbul - TOLGA ŞARDAN Ankara
Ünlü şair Nâzım Hikmet’le ölümünden kısa bir süre önce Moskova’da 15 gün boyunca geceli gündüzlü beraber olan gazeteci Orhan Karaveli, “Vatandaşlıktan çıkarılması Nâzım Hikmet’i elbette çok üzmüştü; ama onu asıl üzen halkının sevgisini kaybetmesiydi.
58 yıllık ayıp sona erdi ve Türk vatandaşlığına resmen kabul edildi. Şimdi sıra onun vasiyetini yerine getirmekte. 15 Ocak olan doğum gününde onun vasiyetini yerine getirmek için bu büyük adımı da atalım” dedi.
Mezarının Moskova’dan Türkiye’ye getirilmesinin Nâzım Hikmet’in vasiyeti olduğunu hatırlatan Karaevli, ancak bu konuda oğlu Mehmet Nâzım’ın onay vermesi gerektiğine dikkat çekti. Son zamanlarda gerçek mirasçısı olan oğlu Mehmet Nâzım’ın adına konuşan birçok yakınının ortaya çıktığını söyleyen Karaveli şöyle konuştu:
‘Oğlu onay verecektir’
“Yakınım diye ortaya çıkanların kimler olduğu belli değil. Nâzım’ın kan bağı olarak bir tek akrabası var; o da Paris’te yaşayan oğlu Mehmet Nâzım’dır. Ve Mehmet Nâzım bu konuda olumlu olumsuz bir şey söylemiş değildir. Mehmet Nâzım babasının oğlu ise Türk milletinin arzusuna karşı çıkmaz. Eğer oğlu onay verirse mezarı Türkiye’ye hemen getirilir. Oğlunu ikna etmek için gerekirse mezarının getirilmesi konusunda bir sivil toplum örgütü bile oluşturabiliriz” dedi.
Nâzım Hikmet’in mezarının Ruslar için turistik bir yer olduğunu belirten Karaveli, “Kremlin’den önce Nâzım’ın mezarını ziyaret ediyorlar. Kabrini ziyaret etmek isteyen milyonlarca Türk vatandaşı var. Ruslar, ünlü opera sanatçısı Feodor İvanoviç Şalyapin’in mezarını Paris’ten Moskova’ya getirtti. Eğer Türkiye’den de ciddi talep olursa mezarı vermemezlik edemezler” diye konuştu.
‘Mezarına zarar gelmez’
Nâzım’ın Türkiye’ye ait olduğunu, vatan hasretiyle yanıp tutuştuğunu, o nedenle mezarının kendisinin de vasiyetinde dediği gibi Anadolu’da bir yer olması gerektiğini vurgulayan Karaveli, “Bana da son görüşmemizde hu hasretini defalarca anlatmıştır.
Ben hayatımda vatan hasretiyle bu kadar yanıp tutuşan bir insan görmedim. Siyasal ve kişisel düşüncelerden uzak durarak bu fırsatın değerlendirilmesi gerekir. Kabri mutlaka Türkiye’ye getirilmelidir. Çünkü bu onun vasiyetidir, şiiriyle ve bize söylediği sözlerle. Gerekirse onay çıktığı an gider kemiklerini ben alırım. Türk insanının mezarına zarar vereceğini düşünenler, acaba Türk insanına hakaret ettiklerinin farkında değil mi? Türkler kimin kabrine zarar verdi? Kimse merak etmesin Türkiye onun kabrine gerekli saygıyı gösterir” dedi.
Nâzım’ın T.C. Kimlik No’su: 20753206252
İçişleri Bakanlığı, hakkındaki vatandaşlıktan çıkarılma kararı yürürlükten kaldırılan şair Nâzım Hikmet Ran’a T.C. kimlik numarası olarak 20753206252’yi verdi. Ran’la ilgili nüfus yazışmaları bu hafta içinde sonuçlandırılacak.
İçişleri Bakanlığı, MERNİS çalışmaları kapsamında 1904’ten bugüne kadar doğan ve nüfusa kayıt olan her vatandaşa ölmüş olsa bile T.C. kimlik numarası verdi. Bu kapsamda, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü 2002’deki yeniden düzenleme çalışmaları sırasında 1951’deki hükümet kararnamesiyle vatandaşlıktan çıkarılan Ran’a da daha önce Türk vatandaşı olduğu için T.C. kimlik numarası verdi.
Ancak Ran’ın bu kimlik numarası vatandaşlıktan çıktığı için nüfus kütük sistemine girilmedi. Böylece vatandaşlıktan çıkarıldıktan 58 yıl sonra yeniden vatandaşlık hakkı kazanan Ran’a T.C. kimlik numarası olarak “20753206252” sayısı verildi.
Nüfus kütüğü Kadıköy’de
Nüfus kayıtlarına Nâzım Hikmet’in asıl ismi Mehmet Nâzım Ran olarak girdi. Ünlü şairin doğum tarihi ise eski takvime göre 2 Şubat 1317 olarak kayıtlara girildi. Miladi takvime göre doğumu “Selanik 1901 yılı” olarak gözüken Ran’ın nüfus kütüğü ise ailesinin bulunduğu İstanbul Kadıköy oldu. Feneryolu Mahallesi üzerindeki aile kayıtlarına alınan Ran’la ilgili işlemler bu hafta içinde sonuçlandırılacak.
Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü, cumartesi yayımlanan kararname gereğince işlemleri tamamlayıp Kadıköy İlçe Nüfus Müdürlüğü’ne bildirecek. Ardından Ran’ın vatandaşlık işlemi başlatılacak. Yeni işlemle birlikte “kapalı” olarak nüfus kayıtlarında gözüken Ran’ın vatandaşlıkla ilgili her türlü işlemi yapılabilecek.
İşte Nâzım’ın ‘Vasiyet’i
...Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü / Ölürsem kurtuluştan önce yani / Alıp götürün Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni...
... Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- Öyle gibi de görünüyor - / Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni / Ve de uyarına gelirse / Tepemde bir de çınar olursa / Taş maş da istemez hani...
Milliyet
Re: Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
Nazım Hikmet'in Türkiye'den kaçtığı günlerde Cumhuriyet gaztesinin birinci sayfasında Nazım Hikmet'in resmini yayınlayan bu gazete; "yüzüne tükürülsün diye resmini birinci sayfaya koyduk" anlamında şeyler yazmıştı.
Cumhuriyet gibi bir gazetenin böyle yazmış olması ne kadar ilginç değil mi?
Şimdi aradan yıllar geçtikten sonra, soğuk savaş döneminin önyargılı, karalamaya yönelik, saldırgan ve hakaret içerikli söylemlerin yanlışlığı ve saçmalığı daha iyi anlaşılıyor.
Devlet adamlarını, gençleri idam eden devlet, yıllar geçtikten sonra bunların masumiyetinin farkına varıyor. Ama olan olmuş ve ağır bir bedel ödenmiştir.
Nazım'ı yurt dışına çıkmak zorunda bırakan ve vatandaşlıktan çıkaran devlet şimdi özür diliyor. Ama ağır bir bedel ödenmiştir.
Bir zamanlar verilen kararların ne kadar yanlış olduğu ağır bedeller ödendikten ve yıllar geçtikten sonra anlaşılıyor.
O halde, bugünkü düşüncelerimizin ve kararlarımızın da yıllar sonra yanlışlığı ortaya çıkabilir. O nedenle geniş ve uzun vadeli düşünmek gerekmez mi?
Re: Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
Abbas üstad, "anakroni" devam ediyor bakıyorum.:)
Bugünü, dünün şartları ile algılamak ve yargılamak nasıl güzel bir şey değil mi?:o
1945'de babası Yunus Nadi'nin ölümü üzerine Cumhuriyet Gazetesi'nin patronajı ve başyazarlığına Nadir Nadi geçer. Nazım Hikmet'i hedef alan gazete kapağı, Başyazar Nadir Nadi'nin 1950-1954 arasında Demokrat Parti'den Muğla Bağımsız Milletvekili olduğu döneme denk gelir. Sence bu ayıp sadece Nadir Nadi ve o dönemki Cumhuriyet'in midir?
"Yeter söz milletindir" değil mi?:o
Re: Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
Alıntı:
Harun Gür rumuzlu üyeden alıntı
Abbas üstad, "anakroni" devam ediyor bakıyorum.:)
Bugünü, dünün şartları ile algılamak ve yargılamak nasıl güzel bir şey değil mi?:o
1945'de babası Yunus Nadi'nin ölümü üzerine Cumhuriyet Gazetesi'nin patronajı ve başyazarlığına Nadir Nadi geçer. Nazım Hikmet'i hedef alan gazete kapağı, Başyazar Nadir Nadi'nin 1950-1954 arasında Demokrat Parti'den Muğla Bağımsız Milletvekili olduğu döneme denk gelir. Sence bu ayıp sadece Nadir Nadi ve o dönemki Cumhuriyet'in midir?
"Yeter söz milletindir" değil mi?:o
Olayları eksik anlatma böyle birşey olsa gerek.İnsanlar neden buna ihtiyaç duyarlar ki.Sayın Abbas Bilgilinin muhtemelen yaşamadığı ya da çocuk olduğu bir dönemdeki Cumhuriyet gazetesi başlığını bilmesinden dolayı Nadir Nadinin de Dp milletvekili olduğunu bildiğini varsayıyorum.Günümüzdeki Ahmet Hakan ve Salih Memecan örnekleri de Cumhuriyetin o zamanki durumuna benziyor.
Re: Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
Nazım Hikmet yurt dışına kaçtığında Cumhuriyet gazetesinin "yüzüne tükürülmesi için resmini bastık" diye şairin resimini bastığını yazmamız bazı arkadaşları anlaşılan rahatsız etmiş.
Bu arkadaşlar Cumhuriyet'in bu yayın politikasına bazı "gerekçeler" de bulmuşlar. O tarihte Nadir Nadi DP milletvekili imiş ve ben bunu bildiğim halde işin bu kısmından bahsetmemişim.
Ben Nadir Nadi'nin DP milletvekili olduğunu gizledim diyelim. Bu arkadaşların bu ifadesinden sanırsınız ki DP'den önce Nazım halinden çok memnundu..
Sayın Harun Gür'ün "adil mahkemeler" diye savunduğu Ankara İstiklal Mahkamesi Nazım'ı gıyabında yanılmıyorsam 15 yıla mahkum etmedi mi? Hem de suçun işlendiği tarihte (suç var mıydı acaba?) henüz doğmamış bir yasaya göre suçlandığı iddiaları da vardı.
Yani Nazım'a sadece Cumhuriyet gazetesi değil, Cumhuriyet Devleti de karşıydı. Bazı arkadaşların "asrı saadet" devri zannettikleri tek parti dönemi Nazım için cehennemden beterdi.
Sayın Gür'e göre Yunus Nadi'den sonra Nadir Nadi Cumhuriyet'in başına geçince politika değiştirmiş. Ulusalcı yayınlarda, Nadir Nadi'nin gerçek bir Atatürkçü olduğu ve gazetenin yayın ilkelerinde değişiklik yapmadığı yazıyor. Aslında Yunus Nadi döneminde Alman nazizmini savunmuş olması ayrı bir konu..
Aslında Nadir Nadi'nin DP listesinden bağımsız Muğla milletvekili seçildiği dönemde gazetenin önemli bir görüş değişikliği olmamıştır. Nadir Nadi büyük ölçüde DP'nin genel politikalarına karşı olan bir isimdir. Örneğin, DP'nin işçilerle ilgili hafta tatili çalışması yaptığını duyan Nadir Nadi buna karşı çıkmıştır.
DP'nin ilk yıllarında bazı sol görüşlüler de CHP'nin baskıcı yönetminde nefes alamadıkları için DP'den aday olmışlardır. Örneğin Mehmet Ali Aybar bunlardan biridir. DP'nin başlangıçta CHP'ye göre daha özgürlükçü olduğu ve tercih edildiği görülüyor.
Kısacası; Nazım'a hakaret eden, yüzüne tükürün diyen Cumhuriyet gazetesinin bu davranışını Nadir Nadi'nin DP milletvekilliğine bağlamanın yanlışlığı ortada.. Nazım'ın çilesi DP'den çok önce başalmıştır. Bu çilenin izlerini tek partinin baskıcı genlerinde aramak lazım.
Re: Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
Kastedilen dönem Mustafa Kemal'in gel git yapan koma günlerinden Mayıs 1950 dönemine kadar geçen süre ise buna "Ben Kemalistim!" diyen hiç kimse itiraz edemez...
Bu dönem gerçek Kemalistler, gerçek vatanseverler, gerçek Cumhuriyet çocukları için ezilme ve yok edilmelerinin yanı sıra Mustafa Kemal'e karşı biriktirilen kin ve nefretin başlangıçta kişisel ataklar olmak üzere bilahare ülke çıkarlarının peşkeş çekildiği ve bu uğurda en büyük kumarların oynandığı bir dönemdir...
Burada dikkat edilmesi gereken husus, "kumarbazlar"ın bir kaç "pul" atarak ödüllendirdiği "dalkavuklar"dan yola çıkarak bir ideolojinin, bir mücadelenin özdeştirilmemesi gerekliliğidir...
Bu gereklilik, bu uğurda canını veren, canları yanan Nazımlara, Sabahattinlere, Ilgazlara, Nesinlere, Boranlara vermemiz gereken değerle direkt ilgilidir...
Bununla birlikte o dönemde yaşananlarla ilgili bu ayrımı yapabilme becerisini günümüze bağlayamamak da ayrı bir sorun olsa gerek...
Re: Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
6-7 Eylül Olayları'nı tertipleyip, o bahane ile işi komünistlere yıkıp, komünist oldukları gerekçesi ile 44 kişiyi tutuklayıp aylarca sorgusuz sualsiz hapis tutanlar (Aziz Nesin, Nihat Sargın, Profesör Boratav’ın kardeşleri Dr.Müeyyet ile Dr.Can, Kemal Tahir, Tornacı Emin, İlhan Berktay , Hasan İzzettin Dinamo, Dede Ahmet, Dr.Hulusi Dosdoğru vb.) kimlerdi acaba? Tek partidir canım, diğerleri çok demokrattır ne de olsa...
"Adnan Menderes ile Fatin Rüştü Zorlu Yassıada Mahkemesinde bu olaylardan yargılandılar ve 6’şar yıl hapse mahkum edildiler. Bu dava daha sonra Anayasayı ihlal davasıyla birleştirildi."
İnanmam, "yeter söz milletindir." :o
Re: Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
Re: Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
DP'nin o dönem CHP'den farklı olmadığı yönündeki görüşe katılırız...
Hatta CHP'nin sözüm ona günah çıkarırcasına seçim yatırımları yaparak DP'leştiğini de görürüz...
Ama verdiği hasarı gördükçe de dizlerini döven analar misali hallarına daha az biraz zaman vardır...
MAH şifrelerini, Mustafa Kemal tarafından hesabı alınan İttihatçı "birinci sınıf" sinsi süzmelerin günümüze kadar uzanan olayların dışa vurumunda aramak gerek diye düşünüyorum...