Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
BUGÜN size bir bilim adamını tanıtacağız; daha doğrusu, bir bilim adamını yine bir bilim adamından naklen anlatacağız.
Tanıtacağımız bilim adamı tıp doktoru Prof. Dr. Alper Demirbaş. Onu bize tanıtan da hukuk doktoru Prof. Dr. Çetin Yetkin...
* * *
PROF. Dr. Alper Demirbaş 40 yaşında profesör olmuş bir bilim adamı. Şu anda 44 yaşında.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra aynı fakültede genel cerrahi uzmanı oldu.
ABD’de Miami Üniversitesi’nde organ nakli ihtisası yaptı. Bunu izleyen yıllarda İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde ve Japonya’da Kyoto Üniversitesi’nde organ nakli üzerine çalışmalarını sürdürdü. Hemen belirteyim ki, bu üç üniversite de organ nakli konusunda dünyanın en önemli merkezleri.
Türkiye’de çeşitli dernekler tarafından tam 12 kere “Yılın Tıp Adamı” seçildi.
* * *
2004-2008 yılları arasında da Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi müdürlüğü yaptı. Prof. Dr. Alper Demirbaş, Akdeniz Üniversitesi’nde de ilk karaciğer naklini gerçekleştirdi. Türkiye’de ilk defa böbrek-pankreas nakli programını başlattı.
Doku uyumsuz böbrek nakli programını ilk başlatan yine Prof. Dr. Demirbaş oldu. Kan grubu uyumsuz böbrek nakli programını ilk defa başlatan da bu genç profesör. Müdürlüğünü yaptığı Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi, geçtiğimiz yıl ABD de dahil olmak üzere tüm dünyada en çok başarılı böbrek nakli yapan merkez oldu.
* * *
AKDENİZ Üniversitesi’nde 2000 yılından bu yana 1800 böbrek-pankreas, karaciğer nakli ameliyatı yaptı.
Her yıl bir önceki yıldan daha çok organ nakli ameliyatı gerçekleştirdi.
Almanya, Hollanda, Kanada başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinden hastalar Prof. Dr. Alper Demirbaş‘ın müdürlüğünü yaptığı Organ Nakli Merkezi’nde ameliyat olmak üzere Antalya’ya geldi.
Yurtdışında en son çalıştığı ABD’de kalsaydı yıllık alacağı ücret 200.000 (iki yüz bin) Amerikan doları olacaktı ama ülkesinde hizmet vermeyi yeğledi.
* * *
PROF. Dr. Alper Demirbaş, gerçekten özverili bir hekim. Öylesine ki tam üç defa, kanamalı hastalara uygun kan bulunamadığı için, kendi kanını bu hastalara vererek ameliyatlarını yaptı ve onları sağlıklarına kavuşturdu. Kendisine hem kan vermek ve hem de aynı hastanın aynı anda ameliyatını yapmak zor olmadı mı diye sorduğumda. “Tabii güç. Ama beni asıl işin psikolojik yönü sarstı, bir yandan ameliyatı yaparken, aynı anda insanın kendi kanının hastaya verildiğini görmek çok şok edici bir şey...” diyecekti.
O dünyada tanınan ve takdir edilen bir hekim, bir bilim adamı.
* * *
HERHALDE bu bilim adamını yeteri kadar tanıdınız değil mi?
Sonra ne oldu?
Şimdi onu anlatalım...
Biliyorsunuz, Üniversitelerarası Kurul Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Akaydın, YÖK’ün gönderdiği listede de birinci aday olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Gül tarafından seçilmedi, yerine bir tarihçi, Prof. İsrafil Kurtcephe getirildi.
Yeni rektör, Prof. Dr. Alper Demirbaş‘ı makamına çağırdı. Organ Nakli Merkezi müdürlüğünden istifasını istedi; çok da nazikti, kâğıdı ve kalemini uzatarak istifasını yazmasını bekledi.
Peki, niçin?
Tarihçi rektör, Organ Nakli Merkezi’nde kendi ekibiyle çalışmak istiyordu, nasıl çalışacaksa!!!
* * *
ÖYLE mi?
Prof. Alper Demirbaş da istifa etti, ama Organ Nakli Merkezi’ndeki görevinden değil, üniversiteden...
Olan kime olacak?
Hastalara!
Ve Sayın Cumhurbaşkanı “Ben herkesin Cumhurbaşkanıyım!” diyor, takdirleri ortada...
Hasan Pulur
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
29 Ağustos 2008/HÜRRİYET
Rektörlük seçimi mahkemelik oldu
Nesrin COŞKUN/DHA
İzmir’deki Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’ne, seçimde ikinci sırada yer alan Prof. Dr. Mehmet Füzün’ün atanmasını, ilk sırada yer alan Prof. Dr. Sedef Gidener, yargıya taşıdı.
Üniversitedeki seçimde yüzde 47 oya, YÖK’ün listesinde birinci sırada olmasına karşın, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’ne ikinci sıradaki Füzün’ün atanmasının, "muayenehanesi olup, kısmi statüde çalıştığı" için yasal olmadığını öne süren Gidener, yürütmeyi durdurma istemiyle nöbetçi İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e, "Neden atanmadığını" da bir dilekçeyle soran Gidener, Gül’ün, "icraatlarında yanlışlık yapabileceği, hatasından da geri dönebileceğine" ilişkin demeciyle umutlandı. Füzün’ün rektörlüğünün tartışmasız olmak bir yana, yasal olmadığını savunan Gidener, şunları anlattı: "Çünkü yine YÖK Yasası diyor ki ’Kısmi statüde olanlar rektör olarak seçilemezler, atanamazlar.’ Ve daimi statüye geçmesi için de yapılması gereken prosedürler var. Füzün Bey bunlardan hiçbirini şu anda Dokuz Eylül Üniversitesi için yerine getirmiş değil. Bunu öğrenince geçen gün hem rektörlüğe dilekçe verdim, Füzün’ün kendisini uyardım, ’Sizin atanmanız yasal değil, atacağınız imzalardan kişisel sorumlu olursunuz, lütfen durumunuzu YÖK’e haberdar edin ve artık da herhangi bir icraatta bulunmayın’ diye. Mehmet Füzün Bey icraatlarına devam ediyor. Bu yüzden ben de mahkemeye başvurdum. Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne dava açtım. Sonucunu bekliyorum."
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
Rektör atamalarına ilişkin yasal düzenlemelerde bir sakatlık olduğu açık.
SEZER ve GÜL kıyaslaması yapmayacağım. Zira ikisini yaptıklarına bakınca yok aslında birbirlerinden farkı. SEZER bazı kriterleri dikkate alıyormuş. Hiç sanmıyorum. Zira önüne gelen listedekiler, uzaydan gelmedi, hepsi bu toprakların insanı. Bu ülkenin eğitim sisteminden geçerek belli yerlere gelmiş insanlar. Bunlar arasında laik antilaik ayrımı yapmak ayrı bir ayıp bana göre.
Gazi Üniversitesinde 1.olan aday YÖK tarafından elenmişti. 2. 3. ve 4. sıradaki adayların isimleri Cumhurbaşkanına gönderildi. O da 2.sıradakini (kendine gelen listede en çok oy alanı) atadı. Ancak 2. 3. ve 4.adaylar yakın görüşte insanlar. Eğer bunlardan 2'si diğeri lehine çekilmiş olsaydı, 2. olan 1. olurdu.
Çözüm; rektörlerin hakkında atama işlemi kalmayacak şekilde ya da yapılan atamanın göstermelik kalacağı düzeyde düzenleme yapılmasıdır. Seçimler yapılır. Üniversitelerin özerk olması için yapılması gerekenlerden sadece birisidir bu.
İki turlu seçim; İlk turda en çok oy alan 2 kişi tekrar seçime girecek ve en çok oy alan rektör olacak.
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
02.09.2008/MİLLİYET
Can Dündar
can.dundar@e-kolay.net
Rektörü kim seçecek?
Rektörler halen “ne kuş, ne deve” bir sistemle göreve geliyorlar.
Yöntem, hem seçime benziyor, hem atamaya...
Ama aslında ne tam seçim, ne de atama...
Üniversitede bir seçim yapılıyor gerçi ama YÖK, o seçimden çıkan iradeyi kendi kafasına göre değiştirebiliyor. En çok oy alan adayı silip daha az oy almış birini Köşk’e sunmayabiliyor mesela...
Cumhurbaşkanı da hem üniversitenin iradesine, hem YÖK’ün listesine tamamen aykırı bir atama yapabiliyor.
Ne rektörler memnun, ne oy veren akademisyenler, ne YÖK ve ne de son sözü söyleyen Cumhurbaşkanı...
Son olarak Gül, NTV’ye “Rektör seçimini cumhurbaşkanı yapmamalı. Yeni bir sistem getirilmeli” dedi. Siyasi yarışa dönen seçimlerin üniversitede derin yaralar açtığını söyleyerek de yeni bir tartışmayı başlattı.
Peki seçim sakıncalıysa, cumhurbaşkanı da atamayacaksa rektör kim tarafından, nasıl seçilecek?
* * *
Önce bugüne kadar nasıl seçilmişler, ona bakalım:
İlk düzenleme 1933 tarihli... Tek partili rejimde rektörü eğitim bakanı seçiyor, cumhurbaşkanı onaylıyordu.
1946’da “demokrasi gelince”, sistem “atamadan seçime” döndü. Üniversitedeki profesörlerin kendi aralarından birini 2 yıllığına rektör seçmesi yöntemi benimsendi.
1973’te rektörün seçmen tabanı biraz daha genişletildi. “Bütün öğretim üyelerinin oylarıyla, salt çoğunlukla, 3 yıl için” seçilmeye başlandı.
Tabii “akademisyene oy hakkı” verilince bir sürü “sakıncalı isim” rektör oldu.
12 Eylül’de asker hemen buna bir çare buldu:
“Rektörün 15 yıl hizmet vermiş, tercihen devlet hizmetinde bulunmuş kişiler arasından devlet başkanınca 5 yıllığına atanması”na karar verildi. “Akademisyen olmasa da olur”du yani...
Bunun yürümediği de çabuk görüldü. 1992’de sistem yeniden tadil edildi ve düzeltileceğine, iyice karmaşık bir hale getirildi:
“Öğretim üyeleri profesörler arasından seçimle 6 aday belirlesin. Seçilen adayları YÖK 3’e indirsin, 3 içinden en uygununu cumhurbaşkanı 4 yıllığına atasın” denildi.
İyi de Köşk, “en uygunu”nu nasıl bilecekti?
Seçim sonuçlarına mı bakacaktı, istihbarat raporlarına mı?
Üniversiteler karıştı, YÖK arada kaldı. Köşk eleştirildi, sistem hepten kitlendi.
* * *
Şimdi yeni bir sistem aranıyor.
Demokraside yaşayageldiğimiz çıkmazın aynısı üniversitede de yaşanıyor:
İsteniliyor ki, hem akademisyenlerin iradesi yönetime yansısın, hem de devletin hassasiyetleri dikkate alınsın. Seçim yapılsın, ama “okul” da büsbütün kontrolden çıkmasın.
Oysa sandık tecrübesinden biliyoruz ki bu ikisi her zaman bir arada olamayabiliyor.
Seçmen ile devletin iradeleri çatışabiliyor.
Ve günümüzde sayıları 127’ye ulaşan üniversitelerde 100 bine yakın öğretim üyesini, 12 Eylül’den kalma bir kıskaca hapsetmek mümkün görünmüyor.
O halde ne yapılacak?
Gül’ün önerdiği şekilde Köşk bu işten çekilirse nasıl bir sistem kurulacak?
Bu konudaki tartışmaları da bir sonraki yazıda özetleyeceğim.
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
Cem Vakfı Ankara Başkanı Binici: Gül'ün atadığı 21 rektörün 8'i Alevî
Çeşitli çevrelerden farklı değerlendirmelerin yapıldığı rektör atamalarını Cem Vakfı, memnuniyetle karşıladı.
Ankara Şubesi Başkanı İlhami Binici, Cumhurbaşkanı'nın atadığı 21 rektörün 8'inin Alevî kökenli olduğunu ileri sürdü "Devlette Alevî müsteşar, genel müdür yoktu. Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu atamaları gelecek için umut verici. Güzel bir başlangıç oldu." diyen Binici, AK Parti hükümetine de diyalog çağrısı yaptı. Zaman'a açıklamalarda bulunan Binici'ye göre, Türkiye'de bir Alevî sorunu yaşanıyor ve toplumsal barış için bir an çözüm sağlanmalı. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan'ı arayarak diyalog sürecini başlatabileceğini düşünen Binici, Sünnî din adamlarının da devreye girmesini istedi.
Cem Vakfı Ankara Şube Başkanı İlhami Binici, "Bu sorunu Aleviler ve Sünniler birlikte çözecek. Dışardan birileri gelir çözerse, bu onurumuzla oynamak olur." görüşünü dile getirdi. Binici, çözüm bekleyen acil konuları ise şöyle sıraladı: "Cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması, dedelerin eğitimden geçirilmesi, Diyanet'te Alevilerin temsil edilmesi ve din derslerinde Aleviliğin yer alması."
Bir dönem SHP'den Tunceli milletvekilliği de yapan İlhami Binici, Alevilerin hiçbir partinin arka bahçesi olamayacağını vurguluyor. Alevilerin AK Parti'ye de oy verdiğini söyleyen Binici, siyasi duruşları konusunda şunları söyledi: "Ben kendim için 'solcuyum' demiyorum. 'Aleviler solcudur' anlayışı da doğru değil. Kim hizmet ederse ona destek veririz. Biz laik, cumhuriyetçi, demokrat insanlarız. Aleviliği İslam dışında görenlere, ateistlere kapımız kapalı. Bir kişi hem ateistim, hem Alevi'yim diyemez." İlhami Binici, cemevlerinin yasal statüye kavuşmasına verdikleri öneme değinirken, cemevleri adı altında kurulan bazı yapılara dikkat çekiyor. "Sahte cemevleri türedi. Bunların bizlerle hiçbir ilgisi yok. Tamamen siyasi rant amacıyla kuruluyor." diyen Binici, DHKP-C terör örgütünün elebaşısı Dursun Karataş'ın cenazesiyle ortaya çıkan cemevi görüntüsünü tasvip etmediklerini ifade etti. Binici, şu mesajı verdi: "Cemevleri illegal örgütlerin gösteri ve propaganda merkezi olamaz. Bunu kabul etmiyoruz."
Ömer Şahin
04 Eylül 2008, Perşembe - ZAMAN
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
2006 da yayınlanmış bir yazı. Fakat içerik olarak halen geçerli ve değişimin ayak izlerini ve üniversitelerin bugün içinde bulundukları durumu çok iyi tahlil ettiğini görebiliyoruz.. Okuyalım..
Suç ve Ceza
Cem Terzi
Bildiğiniz gibi üniversiteler aklın ve bilimsel değerlerin geçerli olduğu öğretim kurumlarıdır. Ama ne yazık ki bugün üniversitemizde, üniversitelerimizde üniversiter değerlerle bağdaşmayan bir süreç işlemektedir ve bu süreç Dokuz Eylül Üniversitesi’nde “amirini küçük düşürmek” suçundan Prof. Dr. İzge Günal’ın üniversitedeki görevine son verilerek cezalandırılmasına kadar dayanmıştır.
Biliminsanlarını düşüncelerini ifade ettikleri ya da eylemleri için cezalandırma çabaları hep süregelmiştir.
Bertrand Russell, Cambridge’de öğretim görevlisiyken, savaşa karşı çıkması ve barışçı görüşleri savunması yüzünden 1961’de görevinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Üstelik, resmî makamlar kütüphanesine de el koymuştu. Ama Russell hayatı boyunca, inanç ve ifade özgürlüğünü savundu ve savaşa karşı çıktı. ABD’nin Vietnam’da işlediği suçları mahkum etmek için uluslararası bir mahkemenin kurulmasına öncülük etti. Bu mahkeme onun adını taşıdı. Doksan küsur yaşında, sokaklarda yapılan savaş karşıtı gösterilere ve oturma eylemlerine katıldı.
BİR BAŞKA ATMA DENEMESİ VE ÖRNEK EVRENSEL TAVIR
Prof. Edward Said, 2000 yılında Lübnan sınırındaki bir İsrail karakoluna taş atınca, Columbia Üniversitesi'ndeki öğretim üyeliğine son verilmesini isteyenler olmuştu. Bunun üzerine Rektör Jonathan R. Cole, akademik özgürlük çerçevesinde Said'i savunan bir yazı kaleme almıştı. Bu yazıdan bazı kesitlerle rektörün bu zor duruma nasıl yaklaştığını anımsayalım:
“... Akademik özgürlükten kasıt, bütün öğretim görevlilerinin, sınıflarında konularını tartışırken özgür olmalarıdır; bu özgürlük, araştırma ve bu araştırmaların sonuçlarını yayımlama özgürlüğünü de içerir. ... Öğretim görevlileri fikirlerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından cezalandırılmaz ... Kısacası, üniversite, bir görevlisinin fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar yargının alanına girse bile müdahale etmeyebilir. Karşılığı, hal ve şartlar belirler. ... Bir üniversite için, bireyin siyaseten baskın bir ideolojinin titreten-felç edici etkisinden korkmaksızın, görüşünü ifade etmekte kendisini özgür hissetmesinin güvence altında olmasından daha temel bir ikinci şey yoktur. ... Fikirler, sınıf içinde veya dışında kamusal ifade buldukça anlam taşır; bazı fikirler bize çirkin gelebilir, 'doğruluk' mefhumumuza aykırı düşebilir, yargılarımıza veya kabullerimize meydan okuyabilir, ama ne olursa olsun akademik düzenimizin temel yapısını tehdit etmedikçe güvence altında olmaları gerekir. ... Bu nedenle, Said'in etrafında süregiden son tartışma da bizi rahatsız etmemelidir; yeter ki tartışma özgür fikir alışverişine zincir vurma veya Profesör Said'e yaptırım uygulama çanlarını içerir hale gelmesin. Hepimizi ve akademik özgürlüğü tehdit eden işte tam da Said'in ifade özgürlüğünü ya da eleştirilerini sınırlama düşüncesinin kendisidir. Öğretim üyelerimizin görüşlerine yönelik bu tür kısıtlamalarn, bu üniversitenin saygın bir özelliği açısından uzun süreli olumsuz etkileri olabilir: Bu özellik, çoğunluğun kabul edilemez görebileceği fikirlere karşı hoşgörü göstermektir....”
Bu örnek, akademik özgürlüğün korunması için harekete geçen ve Edward Said’in üniversitede kalmasını sağlayan bir rektörün ibretlik sözleri...
ÜNİVERSİTEDE OTORİTARYEN ZİHNİYET
Biz de ise üniversiter yaşamdaki otoriter, merkeziyetci, keyfî ve bazen baskıcı yönetim, 12 Eylül rejiminin YÖK yasasının armağanıdır. 1402 sayılı yasa ile binlerce öğretim görevlisini görevden uzaklaştırma faciası belleklerimizde yerini almıştır. Yükseköğretim Yasası yayımlandığı 1981 yılından bu yana defalarca değiştirilmesine karşın anti-demokratik ve baskıcı özellikleri korunmuştur. Üniversitelerde tüm yetki tek bir kişiye; rektöre bırakılmıştır. Disiplin yönetmeliği, yapılan değişikliklerle öğretim üyelerine yasal şiddet uygulanmanın bir aracı haline getirilmiştir. Yükseköğretim dünyası, bilimsel örtülü otoriter zihniyetin egemenliği altındadır. Üniversiteler mutlak yönetim gücüyle donanmış tek bir kişinin adeta şahsi iktidarı ile yönetilmektedirler. Mutlak iktidar peşinde koşanlar bunu asla elde edemezler. Mutlak iktidar, doğası gereği imkansızdır. Üniversitede aşırı merkeziyetçi ve hiyerarşik yapılanma yaratıcılık ve özgürlükle bağdaşmaz. Üniversite ötekine tahammüllün garanti altına alındığı yerdir aslında.
ÖNCE İŞÇİLER ATILDI SONRA PROF.DR. İZGE GÜNAL
Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’nün paravan şirketi -taşeron şirketi-, Güzel İzmir, DİSK üyesi Genel-İş sendikasında örgütlenen işçilerden 213’ünü geçtiğimiz Ağustos işten çıkardı. Temizlik ve taşıma gibi aslında süreklilik arz eden, geçici olmayan ve sağlık hizmetinin bir parçası olan bir işte çalışan bu işçiler, iş güvencesi sağlamak adına sendikalaşmışlardı.
Asgari ücretle geçinmeye çalışan bu insanların çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve iş güvencesi sağlanması için sendikalaşması kadar doğal ve haklı bir çaba olamaz.
Topluma öncülük etmekle görevli olan, toplumsal barışın sağlanmasına ve toplumun gelişmesine katkı sunmak için kurulmuş olan üniversite, işçisinden örgütlenme hakkını esirgememeliydi ve onunla mahkemelik olmamalıydı ama oldu...
Prof. Dr. İzge Günal’ın atılan işçilerin geri alınmasını talep eden 4000’e yakın destek imzasını rektöre iletmek isterken seçtiği yol, “amirini küçük düşürmek” suçlaması ile üniversiteden atılmasına yol açmıştır.
Ceza, isnat edilen suç ile orantısızlaştıkça, bir güç gösterisine dönüşür ve adalet duygusunu rencide eder.
Prof. Dr. İzge Günal alanında çok sayıda bilimsel yayına sahip olan bir öğretim üyesidir. Günal’ın ortopedi alanında yurtdışında üniversitelerde eğitim kitabı olarak kullanılan bir kitabı vardır. Birçok yerli ve yabancı bilimsel derginin hakem kurullarında görev almıştır. Çalışmaları yurt içinde ve yurtdışında birçok ödüle lâyık görülmüştür. Mesleğini maddi kazanca tahvil etmek yerine üniversitenin kamusal nitelikte bir bilim ve eğitim kurumu olarak kalması için yüreğinden geleni inatla savunmuştur. Ayrıca ülkemiz akademik dünyasında maalesef var olan bilimsel etik kaygısızlığına direnmiş, bilim etiğini savunmayı kendisine iş edinmiştir.
ÜNİVERSİTELERDE NELER OLUYOR?
Prof. Dr.İzge Günal bu özellikleri ile emekten ve emekçiden yana bir tavır alırken son yıllarda üniversitelerimizde neler olmaktadır? Devlet tarafından finanse edilen yüksek öğretim kurumları, Özal döneminden itibaren adım adım piyasa güçleri ile yüz yüze gelmeye ve serbest girişimin rekabetçi ruhunu benimsemeye zorlanmışlardır. Kamu kurumlarına “işletme kültürü”nün yerleşmesini sağlamak amacıyla bu kurumların bütçelerinden kesintiler yapılmıştır. Üniversiteler kendi yaratacakları döner sermaye gelirlerine bağımlı hale getirilmiştir. Bu kurumlara yapılan merkezî desteğin korkak bir bağımlılık kültürü yarattığı insanların bilinçlerine yerleştirilmiştir. Bir kısım akademik camia bu değişime direnmek yerine işletme kültürünü kucaklamış ve gönüllü bekçisi olmuştur. Özal’ın tohumlarını ektiği serbest piyasa politikalarına zayıf da olsa direnen toplumsal muhalefet 2001 ekonomik krizinin etkisiyle iyice kırılmış ve toplumun zihin dünyasına “piyasa metaforu” yerleştirilmiştir. YÖK’ün de üniversiteler için hazırladığı ve uyguladığı proje, bu metafora uyum projesidir. Bu proje üniversiteleri ‘teori’ye ev sahipliği yapmaktan piyasaya teslim etme sürecidir: Adı, girişimci üniversitedir, para kazanan üniversitedir, kendi başının çaresine bakan üniversitedir, piyasa yönlendirmeli üniversitedir, talep merkezli üniversitedir, piyasa dostu üniversite’dir... Kamu yararı kaygısı olmayan bir serbest girişimciliğin ve parası olanın yüceltilmesi projesidir.
İkinci öğretim programları, yaz okulları, sertifika programları, tezsiz yüksek lisans uygulamaları, projecilik - döner sermaye uygulamaları, kampüslerin ticarileştirilmesi, öğrenci harçlarının öğrenci başına cari hizmet ödeneğinin yarısı seviyesine çekilmesi gibi uygulamalar, YÖK’ün üniversiteleri ticarileştirme çabalarıdır.
Öte yandan, kurulduğundan bu yana süregelen siyasi ve örgütsel olarak merkeziyetçi otoriteryenliğin sürdürülmesinden asla vazgeçilmemektedir.
AKADEMİK ÖZGÜRLÜK
Oysa, akademik özgürlük, herhangi bir kimse tarafından cezalandırılma korkusu olmaksızın inandığını öğretme, akademik veya akademik olmayan konularda çoğunluğun paylaşmadığı görüşleri savunma ve kendi anladığı şekliyle bilgi ve fikirlere göre hareket etme hakkıdır.Düşünceleri yolunda eyleme geçenler genellikle yalnız kalırlar, ama bazen yalnızlık, mevcut duruma hoşgörü göstermekten ya da haksızlığa uyumculuktan çok daha iyidir.
http://www.birikimdergisi.com/biriki...uç%20ve%20Ceza
...............................
...................................
Nitekim sonrasında YÖK tarafından öğretim üyeliğinden atılma kararı reddedildi..
" Prof. İzgi Günal`a YÖK sahip çıktı
Prof. Dr. İzge Günal hakkında, Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Rektörlüğü tarafından verilen ``öğretim üyeliği görevinden alınma`` kararı, YÖK tarafından reddedildi."
http://www.tumgazeteler.com/?a=1864040