Sayin commodore1tr, yazinin devamini sabirsizlikla beklemekteyim, icimden bir ses yanliz olmadigimi soyluyor :)
Printable View
Sayin commodore1tr, yazinin devamini sabirsizlikla beklemekteyim, icimden bir ses yanliz olmadigimi soyluyor :)
Sayın commodore1tr;
Aşağıdaki alıntıdan hakkımdaki düşünceleriniz anlaşılıyor. Oscar konusunda sizinle hemfikirim ama bu alıntıdaki son cümleniz beni gerçekten üzüyor.
"C- Av. Abbas Bilgili : Sanat ve sanatçıya olan ilgisini bilemiyoruz ancak okumaya ilgisi olduğu kesinlikle anlaşılmaktadır. Bununda ''oscar'ile ilgisi yoktur. Sıfati Avukat olduğundan eğer oscarlık bir oyuncu olsaydı kendilerinin ''şeytanın avukatında '' baş rolde görmemiz gerekirdi. Bırakın filmini fragmanında bile yoktu. Demek ki oscarlık bir oyun yeteneği bulunmamaktadır. Zaten görülüp anlaşıldığı üzere zatıalilerinin en büyük ''meşgalesi'' avukatlıktan boş kalan zamanlarında AKP ye muhalif olanlara muhalefet etmektir."
Bu sitede defalarca AKP'li olmadığımı, bir başka partinin üyesi olduğumu yazdım. Başka bir partinin yetkili organlarında dahi görev yaptım. Siz kafayı AKP'ye taktığınızdan, her demokratik tepkiyi veya her sizin gibi düşünmeyeni AKP'li sanıyorsunuz. AKP'nin asker ya da hukuk (mahkeme) darebesi ile değil, alternatif oluşturacak ciddi bir halk hareketi ile gitmesini istiyoruz. Bu memleketin temel kurumları ile kavgalı olmayan, özgürlükçü ve demokratik bir ciddi oluşuma ihtiyacı var ve biz böyle bir oluşum için çevremizde uğraşıyoruz. AKP'li olsa idik, böyle bir oluşumla uğraşmaz, gider AKP'ye kaydolur ve oradana nemalanırdık.
Selam ve saygılar.
Al bendende o kadar. Bende merakla beklemekteyim bu yazının düğümünü nasıl atacağım diye. Aklıma habire başka birşeyler geldiğinden düğümü atamadığım gibi tam bir şey diyeceğim sataşma oluyor !! dönüp ona yanıt veriyorum. Zaten bir türlü toparlayamadım sanırım ben sizlere bir öykücük daha anlatarak sona geleceğim anlayan ne anlarsa diye düğümü açık bırakarak...
Abbas bey;
Dikkat ederseniz sizle ilgisi cümleyi '' AKP ye muhalif olanlara muhalefet etmektir.'' diye bağladım. Bunu özellikle yaptım çünkü bu bu kişi AKP li değildir ama AKP ye laf edenlerede laf etmeden duramaz anlamını taşımaktaydı. Çünkü yazılarınızın tamamını okumaya çalışıyorum. Okudukçada açıkça gördüğüm AKP ye ne şekilde eleştiri gelirse gelsin bir şekilde muhalefet yapıyorsunuz. Bende isterim AKP nin bir askeri sürece girmeden yada hukuksal zorlama olmadan gitmesini ancak görünen o ki AKP kendisine karşı olan her şeyi darbe olarak niteleyerek hukuk dışı olmakla sıçluyor ve maalesef bunada inandırıyor. Aslında son derece tehlikeli bir darbeyi AKP planlayıp uyguluyor önemli olan bunu geç kalmadan görmek unutmamak gerekirki hukuk ta demokrasi içerisinde olan bir kurumdur. Hukukta demokrasiyi savunur. Zaten Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının tek görevi buna bakmaktır. Ve bir kere daha unutnayınız ki ARALIK 79 da İran a uçak inene kadar bir DARBE yoktu...
Sonu bağlamadan hiçbir yerde bulamayacağınız bir öyküyü ekstradan hiç bir ücret talep etmeden Hukuki.net farkıyla yada ukalalık yapayım biraz commodore1tr farkıyla sizlere anlatıyorum bağlamayı bilahare yapacağım ama bağlantı yerleri iyice netleşecek... Tarihede not düşmüş olalım bir bütün olarak bulma şansımız bir daha olmayabilir...
Kış bahara dönüyordu. Ama Kırım dondurucu soğuğundan bir şey kaybetmemiş insanların yüzünü yalayan dondurucu rüzgarını savuruyordu. Hızır bey sevinsin mi üzülsün mü bilemiyordu. Hanımı Bahtlı doğum yapmak üzereydi. Zaten zor geçiniyorlar Türk oldukları içinde Rusların baskısını iyice hissediyorlardı. Ama can Allah tan gelirdi. O da dişini sıkacak bu en son aileye katılacak ferdede gereken değeri verecekti.
1898 in 11 Mart günü Bahtlı hanımın sancıları iyice arttı ve bebek dünyaya gelmek için harekete geçti. 11 Mart 1898 de Kırım da kar tipi şeklinde yağıyor insanlar buz tutuyordu ama dünyaya bir bebek merhaba demişti... Aile neşeye boğuldu bebeği bağırlarına bastılar. Biraz gizli olarak ritüeli tamamlayıp bebeğin ismini koydular...
Hızır bey dişini sıktı sıktı sıktı Rusların baskısı inanılmazdı. Dinleri dahil her şeyleri dilleri sevgileri özlemleri sorun oluyordu. Ama sonunda dayanamadı yeter deyip 1904 te Eskişehir e geldi. Bebek artık çocuktu. Oynamak istiyor tam oynayamıyordu. Oradaki yabancılıktan buradaki yabancılığa. Çocukluk yılları pekte çetin geçiyordu. Kırım'ın soğuğundan Eskişehirin bozkırına...Ama hava sıcaktı.. Diğer çocuklar üşürken o neredeyse terliyordu.
Zekiydi cin gibiydi ama zamanın şartlarının olumsuz etkisi ondada etkili oldu ve yarım yamalak bir şekilde okuma öğrendi. 1914 yılının sonlarında artık 16 yaşında bıyıkları terlemeye başlamış delikanlılığa adım atmak üzereydi. Çiftliklerde çalışmış her türlü işi yaparak ailesine yardımcı olmuştu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun beklenmeyen bir şekilde savaşa girmesi yaşamını kökten değiştirecekti. 1915 yılında savaş şartlarının ağırlığı ve Osmanlının aslında hiçte hazır olmamasından dolayı daha 17 yaşındayken askere alındı. Acemi birliği ve atış eğitimlerini tamamlamak üzere İstanbul'a geldiğinde çakı gibi bir askerdi artık. Sevecenliği cinliği ve ustalara taş çıkaracak yeteneği ile Alman Yüzbaşının dikkatini çekti. O aralar Osmanlıda Alman ekolü ağırlıklı bir askerlik vardı ve eğitimin başında dahi Alman subayları bulunmaktaydı. Koca Osmanlının acınası halleri.. Genel kurmay başkanı Enver Paşa da Almanları nedense pek bir sevmişti. Hayatında Alaya bile kumanda etmemiş Enver tercihlerini hep yanlıştan yana yapmıştı. Aynen Çanakkale'ye de kendisi gibi Alay bile idare etmemiş Limon Paşa yı göndermesi gibi. Limon Paşa nın yeteneksiz bir asker dirayetsiz bir komutan olması Çanakkale'yi bizler için cehenneme çevirecektir ama o ayrı bir hikaye nereden geldim buraya bilmiyorum devam edeyim ben....
Alman yüzbaşı bu cin eri alıp özel olarak yetiştirilen birliğe alır. Bu ikiyüz kişilik özel birlik İstanbul yakınlarında eğitime tabii tutulur. Günümüz kimyasal silahlarının o zamanki benzeri olarak anılan ''gaz'' birliğidir bu özel birlik. Osmanlının gizli gaz birliği.... Zehirli gaz olarak bilinen o dönemin kimyasal silahının nasıl kullanılacağını öğrenir. Onlar da bu eğitimi cephede savaşan askerlere öğretecektir. Daha sonra bu olayı şöyle tanımlayacaktır genç asker : “Almanlar gazı nasıl kullanacağımızı bize öğretti. Teneffüs takımı vardı, kafamıza takıyorduk. Bu gaz bir silahla atılıyordu. Patladığı yerde dumanı dağılıyordu. Gaz zehirliyordu.” Eğitimini tamamlayan birlik 50 şerli dört ayrı gruba ayrılır. Bizim genç askerede Bağdat yolları gözükür....
Görev gizli olduğundan kimseciklere haber verilmez. Yolculuk 10 gün sürer yolculukta komutan yüzbaşı dahil bir çok asker hastalanır o günleride şöyle anlatır genç asker ''Bağdat'a savaş için gitmedim. Bizim oraya neden gittiğimizi kimse katiyen bilmiyordu. Ne kumandanlar ne başkası.'' Halil Paşa komutasındaki Osmanlı askerleri 11 Mart 1917 tarihinde Bağdat’ı İngiliz birliklerine teslim etmiş, ancak Osmanlı askeri yeniden gücünü toplayarak Bağdat’ı kuşatmıştır. Bizim genç askerimiz de bu günlerde Gizli Gaz Birliği’nin üyesi sıfatıyla Bağdat’tadır. Bir ay boyunca ‘gazı kullanın’ emrinin gelmesi beklenir. O anıda şöyle ifade etmektedir. “Bağdat’ta bir ay kadar durduk. Yapacağımız işi bekliyorduk. Askere öğretecektik. İstanbul’u arayınca gazı kullanmayın emri geldi.” Böyle bir emir gelince görev otomatikman iptal olmuştur. Gizli görev kalkınca bizim er müstahkem tabura katılır . basra ya gider savaşır. Bağdat ın geri alınması için kuşatma yapan 10 bin askerden birisi olur. Bağdat’ın yeniden Osmanlı topraklarına katılması an meselesidir. İngilizler kuşatılmıştır. Havadan kuşatma altındaki İngilizlere erzak gelir. Bir ara un ve üzüm taşıyan bir gemi karaya oturtulup erzaklara el konur. Aynı günlerde, 13 Kasım 1918’de İstanbul İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Başkenti işgal edilen cephedeki Osmanlı askerine destek bir türlü gelmez. 5 bin asker şehit olur, kalanlar da teslim olmak zorunda kalır.Osmanlı askeri teslim olmaya karar verince elindeki silahların ve topun düşman askerine geçmesini istemez. Bütün silahları birbirine çatıp yakar, topları da kullanılamaz duruma getirir. Tüfeklerin bir kısmı da Dicle nehrine atılır bizim asker o gün içinde şöyle diyecektir. "Türk askerinin silahı, canından daha kıymetlidir."....
Bizim yağız asker usta bir askerdir. Ama esir düşmüş kolundan da yaralanmıştır. 65 gün hastanede tedavi görür kolunun kesilmesi gündeme gelir ama Bir İngiliz doktorun azmi ve tedavi ısrarı sonucunda iyleşir. Tam iki sene esir hayatı yaşar o ara bir gerçek ortaya çıkar Kolundaki yaradan dolayı çalıştırılmazken diğer esirler para karşılığında işe götürülür. İki seneye yakın esir kaldığı kampta bir Arap kendine “German, German” diye seslenir. “Ne Almanı! Müslümanım ben.” der. Koynundaki hamaylını çıkartıp Yasin-i Şerif’i okur. Arap şaşırır. Olayı, “İngilizler kurnazdı. Araplara bizi Müslüman değil Alman olarak tanıtmışlar. Esirlerin etrafında Arap olmasını da istemezlermiş. Savaşta Alman vuruyoruz sanıyorlarmış.” diye anlatır bizim yağız asker. Bir süre sonra esir değişimi olur ve bizim er serbest kalır. 22 günde İstanbul'a güç bela varır. İstanbul' a geldiğinde ilk gördüğü boğaza demirlemiş İngiliz gemileridir. Bizim usta askerin gözleri yaşarır vurulduğunda canı bu kadar yanmamış acı duymamıştır. Gittiği askeri birlikten "Ordu dağıldı, siz de evinize gidin" yanıtını aldıktan sonra memleketlerinin yolunu tutar. Evden ayrılışından yaklaşık üç sene sonra Bilecik'e kadar yürüyerek gelir neyle karşılaşacağını bilemez sonunda Eskişehir e gelir. yıl 1919 un Nisan ayıdır.....
Bizim yağız asker bir hafta ablasının yanında dinlenir içi kan ağlamaktadır. Ama yapabileceği hiç ama hiç bir şey yoktur. Sonunda tezkeresini almaya gitmeye karar verir. Teskeresi için geldiğinde Anadolu'da direnişin başladığını öğrenir. İçini bir sevinç kaplar işte beklediği olmuş Anadolu dirilmeye başlamıştır. Teskere almak için girdiği askerlik şubesinden '' İsmini Mustafa Kemal'in ordusuna yazdırmış'' gururlu bir er olarak tekrar çıkar. Zaman vatan için savaşma zamanıdır. Gururla evine döner iki üç gün içerisinde hazırlıklarını yapar ve Polatlı ya yola çıkar. Asıl savaşı şimdi başlamıştır....
Polatlıda kısa bir eğitim görür zaten en usta askerlerdendir kendisi. O anıda şöyle anlatır artık bizim usta asker “Bu tarafta Mustafa Kemal olmuş. Kütahya’da onun ordusuna katıldım. Onun askeri yoktu. Birtakım çoluk çocuğu asker yapmış, ne silah kullanan var ne başka bir şey. Eline silah verilen asker olmuş.” Anlayın artık bizim Çılgın Türkler in doğuşunu....
Polatlı'dan cepheye katılan bizim usta asker burada Sakarya Meydan Muharebesi'ne katıldı. Bizim askerin ayağında ne çarık nede karnında azık vardı. İman dolu gir göğüs ve bitmek bilmeyen bir vatan sevgisi vardı.
Dürbünle kendilerine altı saat mesafedeki düşmanı gözetliyor hareketlerini takip ediyordu. Düşmanın elindeki ağır silah ve modern vasıtaları dürbününden net bir şekilde görünce '' Uffff ufff uffff vay anam vay...'' nidaları peş peşe dudaklarından döküldü. Tam bu nidaları bitmiştiki bir ses duydu...'' Ne oldu çocuk ? Ne gördün ?'' Bizim usta asker dünyayı titreten Türk askeri sesin sahibine baktığı an dizleri çözülür gözleri kamaşır karşısında bir çift ateş gibi mavi göz durmakta altın sarısı saçlar parlamaktadır. Mustafa Kemal Paşa'nın gözleri gülümseyerek bakmaktadır bu has vatan evladına kendisini toparlayan bizim asker yanıt verir ''Düşman komutanım'' Ulu önder dürbünü alır bakar '' Düşman ayağımıza gelmiş karşılamamak olmaz....'' der. Yaklaşık yarım saat sonra ordu hareket eder.... Keskin savaş başlar.... Polatlı tarafında sabaha karşı düşman gelip bizim istihkâmlara yerleşmiştir Nöbetçiler de sabah görünce ‘Düşman geldi, düşman geldi’ diye uyarırlar. Askerlerimiz savunma için geri kaçar bizim asker kaçamaz. Bizim tarafla bbizim asker arasında bir kurşunluk mesafe var. Arkasında da Yunan askeri var. Düşman ateş etmeye başlar.. Teslim olsa eziyet edip öldürürler. Bizim tarafa doğru koşar. Bir kulağına düşmanın, bir kulağına bizim askerin kurşunu gelir. Kafasına teki değse kesin ölüm. Ama kurşun yemeden bölüğüne katılır. Kocatepe yakınlarında ki çatışmada yaralanan Yüzbaşının '' beni bırakma'' demesi üzerine onu kurtarır ve ne olduğunu merak eder fakat öğrenemez. Son taaruz için askerlere hazırlık yaptırıp talip ettirirken canı bir sigara çeker bizim askerin. Tütün zaten zor bulunan bir şeydir o zamanlar. Bizim asker tütününüde bulamaz. canı sıkılır ceplerini arar Allah arar ille bir kırıntı bulmak için '' Bir çekimlik yahu bir çekimlik '' diye kendi kendine söylenirken yandan bir sigara uzatılır '' Yak bakalım birlikte tüttürelim....'' der bir ses. Sigarayı ikram gibi alır çok sevinir tam yakacakken sigarayı tutana bakar bir şok daha geçirir bizim asker... Karşısında İsmet İnönü vardır......
Destan yazılan savaş sona ermiştir. Bizim er 1915 te başladığı askerliği 1922 de tamamlamıştır Gururla memleketi Eskişehir 'e döner ne ana vardır ne baba ikiside vefat etmiştir....
Hakimin elleri arasında ciltli ince koskoca bir şey vardır bir kaldırır bir kürsüye koyar karar defteri mi defteri kebir mi ne tam anlaşılmaz. Bir suçlu vardır önünde bir de inanılmaz bir kalabalık yarısı kızgın yarısı şaşkın yarısı sulu göz. Bir şeyler olmuştur bir dolandırıcılık bir delikanlılık kabadayılık raconuna ters bir şey ama ne ? Hakimin garip bakışları altında savunma yapılır ki tarihe geçecektir...
''Yani öğretmek gibi olmasın ama kimsenin on parasına dokunmadım. kimsenin emniyetine yani böyle bir halel getirmedim. Ama o küçük kız.. .Ya iki güne kadar gitmezse ölecek dediler hakim bey. Böyle bir şey... Hani saksıda çiçek gibi şu kadarcık. Sen olsan ne yapardın hakim bey ? Ya siz...Ölecekmiş, ölmesin dedim! Bir can kurtulsun dedim. Bütün hayatımda ofsayt dediler, bir işe yaramaz, sümsük dediler, varsın yine desinler dedim. Hayatımda bir defacık bir kız sevdim, onu da kaybedeyim dedim. Hayatımda bir kerecik bir şey kazanacak oldum onu da kaybedeyim dedim. Tek, bir can kurtulsun dedim. Çocuğu kurtaracak kadarını aldım, üst tarafına el sürmedim. Fena mı oldu? Sizler, hepiniz...hepiniz, hepiniz hakem olun abiler... ya bu maç be. Tıpkı bir maç. Ama böyle hayat sahasında oynanıyor. Oyuncuları bizleriz. Topumuz da namusumuz, vicdanımız, insanlığımız. ben, ben Osman. ofsayt Osman. Söyleyin be... Allah rızası için söyleyin. Gene mi atamadım golü ha? Bu da mı gol değil be? Gol mü? ( bu arada ağlamakta salon ve hakimde ağlamaktadır.)
– Ayla : gol!
- bu da mı gol değil be!
Ferhat Ağa: gol yavrum gol.
- bu da mı gol değil!Adaletine, insanlığına kurban olayım hakim bey, bu da mı gol değil ?
( VEEE hakim yani mahkeme resisi TÜRK ADALET tarihine geçecek ve bir daha şiirde hikayede filmde maslada öyküde romanda karikatürde resimde asla görülemeyecek kararını şağ elini kaldırıp o ne olduğu anlaşılmaz deftere vurarak verir.... )
- Golll....
Anımsadınız mı? Bu son sahneyi yazabilmek için 15 kere filan seyrettim filmin sonunu elifi elifine... Sadri Alışık ın Şakayla Karışık filminin finali Filiz Akın Ajda Pekkan Vahi Öz Kadir Savun çok güzel bir filmdi.. Hakimde Selahattin İçsel Ferhat ağa da Aziz Basmacı...
Şimdi burada bunun ne işi var diyeceksiniz ... Burada bunun şu işi var film karakteri olarak Ofsayt Osman ( Yaşam ona ofsayt gelmiştir karakteri dört dörtlüktür) bile muhteşem bir gol atar. ( Hukuken olanaksız olsada gönüllerde atmıştır bence...) Ama birisi varki birisi icraat olarak karakter olarak hep ofsayt olmasına karşın hayatına asla ofsayt olamayacak bir şekilde taçtan atılan bir topla kalecisiz kaleyle karşı karşıya kaldığı halde yanında arkadaşı da varken Ofsayttan öte kalmıştır... Neyse yeri gelince devam ederiz. Kısa bir öykü...
Kuzey İtalya'nın Bettola şehrinde fakir bir ailenin 7 Aralık 1897 de bir bebekleri olur .Aile fakirdir ve çocukları çoktur. Üç sene sonra aile bölünür ve daha üç yaşındayken ağabeyleri Fransa ya gider o ailesiyle yanlız kalır. Anne evlatlarının hasretine dayanamaz ve 9 yaşında bir çocuk olarak Fransa ya gelir oda. Çevresine alışması yanı sıra hem fakir olmaları hem yabancı olmalarından dolayı hayat çok ama çok zor olur onun için ...Gazete dağıtıcılığı baca temizliği yaparak hayatını idame ettirir ailesine destek olur....
Zor yıllar gelmiştir 1. dünya savaşı çıkmıştır 1915 te İtalya savaşa girince askere çağrılır ve Avusturya ya karşı tirol şehrinde savaşa girer ve yüzünden yaralanır. Almanların yaraladığı bazı Fransız askerlerini kurtarır kahramanlıklar gösterir.
Savaş biter Fransaya bir daha geriye dönmemek üzere yerleşir ve 1939 yılında Fransız vatandaşı olur. Ağabeyleriyle birlikte çok çalışıp üretip metal ve boru üreten bir şirket kurar 2. dünya savaşı çıkıncada şirketini Vichy’ye taşıdı ancak bu kent düştüğünde direnişçilere maddi manevi yardımcı oldu. İşin ilginci bu savaşta italya Fransa ya karşıydı... Ama o gök mavisi Fransız savaş üniformasını ve Fransa'yı sevmişti...
2. Dünya savaşıda bitince işlerini büyütür çalışır çalışır yanında 5 bin kişiye yakın personel çalışan dev bir şirketin sahibi olur. Savaştan konuşmayı savaşla ilgili öyleşi yapmayı ve ölümünde tören yapılmasını hiç istemez.Savaşa karşıdır zaten Fransa’dan Legion d’Honneur dahil beş madalya alır ve bunların hepsini bir ayakkabı kutusunda saklar. Vefatıyla ilgili tören ısrarlarına son zamanlarda dayanamayıp '' sade bir tören'' belki der...
Fransa Cumhurbaşkanlığı basın yayın bildirisinde bizzat Cumhurbaşkanı ağzından 12 Mart 2008 de Fransanın en büyük askerinin 110 yaşında öldüğünü Fransa nın yasa boğulduğunu duyacaktır....
Şehitleri anmak için o gün tüm ülkede bayraklar yarıya indirildi. Başbakan François Fillon, Savunma Bakanı Herve Morin , Genelkurmay Başkanı Jean-Luis Georgelin, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da törende hazır bulundu. Cenazeyi taşıyan askerler ise törene Birinci Dünya Savaşı üniformaları giyerek geldi. Fransız yetkililerin Ponticelli’yi devlet mezarlığına gömme talebine rağmen 79 yaşındaki kızı aile mezarlığına defnedilmesini tercih etti. Ülkenin en büyük gazeteleri manşetten dev resmiyle haberlerini verdi. O Fransanın savaşmış son gazisi Lazare Ponticelli ydi...
Ofsaytta olmasına rağmen golün nasıl atılabileceğinin en güzel örneğinide Fransa vermişti....
EE artık izninizle toparlama bölümüne geleyim......
15 ve 16 da anlattığım öyküyü bağlayayım . Belki kim olduğunu anladınız belki birisinden bahsedildiğini anlamadınız bile ama önemli değil bu kişi öyle birisiydiki... Bizim bilip bilmememiz önemli değil...
Bizim er 1915 te başladığı askerliği 1922 de tamamlamıştır Gururla memleketi Eskişehir 'e döner ne ana vardır ne baba ikiside vefat etmiştir.... demişiz... devam kısaca ama...
Eskisehirde enişteleriyle birlikte çiftçilik manavlık gibi işlerle uğraşır asla tamah etmez. Görücü usulüyle evlenir. Tam 6 Çocuk 48 Torun sahibi olur Şu sözü çok ama çok önemlidir. ( Hikayemizde Atatürk ile karşılaşmasını anlatırken duyguları... )
“Adı aramızda daha o zaman efsane haline gelen komutan, o anda tam karşımdaydı. Rüya gibiydi. Mustafa Kemal’in zaman zaman asker ve halk arasına karışarak insanları şaşırttığını hikâye gibi anlatırlardı. Ben de, “Koca komutanın ne işi var bizim gibi insanlarla” derdim. Şimdi düşünüyorum da onu Türkler’in Ata’sı yapan işte buydu. 109 yaşıma geldim. Cumhuriyet’in bütün yöneticilerini gördüm. Bunca yıl sonra Atatürk’ün niye Atatürk olduğunu ancak bu kelimelerle anlatabiliyorum. Atatürk kâh çocuk olurdu kâh kendinden yaşça büyük bir dede.”
Aslında daha sonra bir kez daha karşılaşırlar Ulu önderle... Atatürk şakalaşır '' Bak bakalım düşman görünüyor mu ?'' der bu anıları hiç ama hiç unutmaz 1934 te soyadı kanunu çıkınca yaptığı işten dolayı SATAR soyadını alır. Aslında hiç bir şey satmasada bakmak zorunda olduğumuz bu kişi... Son on senesinde pek dışarıyada çıkamaz o yağız yüz parlak ela gözler içine kaçmıştır. Verdikleri maaş Türkiye için Utançtır....
2006 senesinde commodore1tr evinde ziyaretine gitmiş elini öpmüş helallik almıştır. Tam 6 saate yakın oturup o nurlu yüzü seyretmiş gözleri dolu dolu olmuş 301. madde olmasına rağmen kısmen Türklüğünden utanır gibi olmuştur... 2007 senesinde de RTE ziyaretine gitmiştir gözleri zor gören bu kişiye köstekli saat hediye etmiş bol bol hava atmıştır...
İşte bu değerli kişi Güzü karanlığa dönerken hep ofsaytta bulunan RTE ye hayatının pasını atmıştır Kendi güzünün karanlığa döndüğü 2 Nisan 2008 den tören yapıldığı 4 Nisan 2008 e kadar geçen iki gün sürede bile gol atabilecek yetenekte olmadığını kanıtlamıştır RTE...
Bu öykünün kahramanıysa toprağı bol mekanı cennet olmasını dilediğim Ruhunun şad olduğundan emin olduğum herkesin deyimi ile YAKUP DEDE YANİ YAKUP SATAR DEDENİN ÖYKÜSÜYÜ BUDA. Bu toprakları bize bağışlayan Yakup SATAR vatanını asla satmamış giderayakta RTE ye gol atma fırsatı vermiştir. Ama ALLAH bile bu kadar TAKİYE ye dayanamamış ÇARŞAFI AYAĞINA dolamıştır...
Bu öykünün sonuna geldik ama üç-dört çeşit son yapacağım. Herkese ayrı bir son . Ama hepsinin bileşkeside var olmalı... Hikayelerin başı belli sonu belli yalanı dolanı girdisi çıktısı atmasyonu yok... 1890 lardan günümüze uzanan farklı kesitlerde olsada üç yaşam üç ayrı olay iki devlet iki farklı yaklaşım birde atılan nutuklar... Varın değerlendirin artık ben kendimce değerlendireceğim tabiiki...
RTE efendi 18 Mart günü sağına soluna bakınırken bir top görüp elbet bunun mermiside var diye başladığı akla zarar konuşmasını nedense gene din iman üzerine getirdi bağladı. Gerçi 1915 yılında TC'nin olmadığını Osmanlı İmparatorluğu nun olduğunu RTE bilmiyordur ama olsun. Bir insanın almış olduğu ve yargıtayca onanan cezası üzerine bu kadar mı yakışır dedirtecek birisidir RTE Halkı sadece dil din olarak bölmekle görevli birisi gibi partisinin kapatma davası açılmışken tamda açılma nedenini doğrularcasına bu kadar abuk sabuk laf edebilen kişiyi tebrik etmekten başka bir şey yapamayacağım artık.
Seyit Onbaşı'nın nezdinde tüm şehitlerimizi anarken belli ediyordu aslında Seyit Onbaşıyıda bilmediğini samırsınızki Seyit Onbaşı otopları taşırken şehit oldu... Seyit onbaşı Şehit değildir sayın RTE bunu bari bilin İmanla ilgisizdir ama kendi tarihimiz ile ilgilidir...
O top mermisini iman gücüyle kaldırmış. Hoppala Hasan dayı bu ne biçim bir sözdür ağızdan çıkan sözü kulak işitmez mi ? İşitince beyine göndermez mi ? Ben ne dedim yahu demez mi insan ? Pes ki pes... Seyit Onbaşının dinine imanına laf edecek değiliz ve canı gönülden inanıyorum ki aklı başında bir dindardı. Bazıları gibi din bezirganı bir dinci değildi.
Peki Seyit onbaşı o top mermisini iman gücüyle kaldırdı ise tüm o bataryada ki diğer subay ve erler dinsiz imansız mıydı ? Bu kadar garip bir laf etme hakkını nereden buldu !!! Peki oradn birisi seslenseydi '' tayyip efendi her yerde din imanı tekeline aldın türban din iman gidiyorsun en fazla sende var bu din iman hele bir yüklende görelim iman gücünü....'' Ne olurdu ? At bile üstüne almadı bizim RTE yi... ( Anlayan anladı...)
Seyit Onbaşı o mermiyi din iman gücü kadar savaşın getirdiği o anki motivasyon vatan sevgisi istiklal ve manus uğruna kaldırmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bağımsızlığı olmayan bir ülkede öyle yada böyle dinini yaşayamayacağınıda biliyordur kesin. Ve gene Seyit onbaşı arkasında ki gücün vatanını sevenler olduğunu biliyordu. 4 kilo bulgur bir çeki kömüre oy alanların satanların ülkesi değildi o zamanlar... En büyük namus vatan toprağının bir karışının gitmesiydi...
Fransız ihtilalinden sonra din eksenli savaşların azaldığını ve ulus devlet savaşlarının başladığını söyleyemesede biliyor hissediyordu Seyit onbaşı.. Balkan savaşı din değil ulus savaşıdır. 1. Dünya savaşında uluslar karşıkarşıya gelmiştir Seyit onbaşı o zamanlar bunu hissediyordu RTE bu gün bilmiyor.... O yüzden bizim 1919 da başlayan savaşımız İSTİKLAL SAVAŞIDIR. Kurtuluş değil... Bunuda anlayan anladı....
Bol keseden atan RTE yi Yakup SATAR da gördük aslında ne olduğunu ...ne acı....
SONUMSU....
3 Nisan 2008 Çankaya Köşkü....
Sabah Uyanan Abdullah Gül sağına soluna bakınır hala Çankaya da olduğunu anlayınca badem bıyıklarına bir gülümseme gelir. Kalkıp banyoya gider elini yüzünü yıkar traşını olur. Banyodan çıkışında giyinirken
'' Hayrinüsa , Hayrinüsa kalk artık miskinliği Allah sevmez şu tadilat işlerine bak hele nereyi yıkıp nereye ne yapacağız gerçi durduğumuz yok ama olsun bütçeden pay alırım ben dert etme sen '' der....
Gerçektende başta leylek ler olmak üzere tüm göçmen kuşlarla yarışan bir Cumhurbaşkanı ve başbakan vardır ülkede. Ne gariptir ki gazete haberleride artık '' Gül Ankara'ya döndü'' diye çıkmakta sıradanlaşmaktadır. Şahsın durması gereken tek yerdir oysa Ankara...
Kahvaltı etmek için aşağıya inerken aklına takılır
'' Yüzde 64 arttırılmış köşk ödeneği bile yetmemişken benden önceki nasıl hemen hemen tamamını iade ediyordu acaba... RTE ile kafakafaya verip alınacak uçakların sayısınıda dörde çıkarmaları iyi olmuştu hani''' Haklıydıda her ziy<rete nası danası karısı çoluk çocuk gittiklerinden bir makam uçağı yetmiyordu gariplere... Alışmalıydı Türk halkı alışmalıydı ümmete geç kalsalar birey olanlar çoğalmaya başlamıştı...
Masaya oturduğunda bugünkü işi gelir aklına
'' Bir yerin emiri geliyordu havaalanında karşılayayım nede olsa emir emir demek islam büyüğü yöneticisi demek ayıp olur '' Aslında kendisine Cumhurbaşkanı denmesinden hiç haz almıyordu padişah şıh şeyh emir sultan gibi sıfatlar olsa iyi olurdu ama zaman erkendi zaten partisine kapatma davası açılmıştı. Halk ta ne saftı ha 1 saat te kendisinin bağımsız olduğunu kabul edivermişlerdi...
Gazetelere göz atar bir haber dikkatini çeker '' Son Gazi Vefat etti...'' Baştan anlamasada sonra okuyunca yarım yamalak anlar içinden '' iyi olmuş ohh ne vardı Cumhuriyeti kurmaya istiklal savaşına '' desede makam olarak böyle diyemeyeceği bir konumdaydı. Tam o an bir ampul çaktı kafasında zaten partilerinin amblemide ampuldü gayet normaldi ampul çakması ne çakacaktı ki başka... Bu kendileri için bulunmaz bir fırsat bir show olabilirdi....
Hemen kader arkadaşı kardeşi RTE yi aradı.
'' Yakup SATAR vefat etmiş....''' önce bir sezsizlik....
'' Parti üyemizse hemen tören yapalım ama sizin katılmanız doğru olmaz. Kim bu Yakup canım kardeşim ? Mütahit mi ?''
'' Gazi, gazi....''
'' Canım kardeşim gazi deme bana başımıza ne geldiyse zaten o gaziden geliyor bir yok edemedik . Hem o ölmedi miydi ? 10 kasımlarda dikilip duruyorduk. Onada laf ettilerdi....''
'' Bu istiklal savaşının son gazisi RTE ''
'' Aman aman iyi olmuş soyları kurudu sonunda biz şimdi vur kaççı al satçı ver geççi dinci ve eğitimsiz bir nesil yaratıyoruz. Son buydu değil mi eminsin ?''
'' Haklısında çaktırma tören yapmamız lazım tören, devlet töreni ....''
'' Kurtulduk diye mi?''
'' Hayır be kaybettik ayaklarına yatacağız en büyük uğurlamayı yapacağız herkesin gözü boyanacak GOL atacağız....''
'' Hay aklınla bin yaşa boşuna Cumhurbaşkanı atamadım aman pardon seçtirmedim seni... hemen ilgileneyim...''
'' Bende Emiri karşılayacaktim bir şekilde haber uçurur özür dilerim bu iyi oldu iyi....'''
Bu konuşma üzerine birisi başbakanlığa diğeri Köşk çalışma salonuna fırlar. Gül randevuları iptal eder... RTE de toplantıya çağırır herkesi....