"Bilmelisin ki ...
sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pismanligin uzun yillar sürüyor."
hata yaptıysan dönmesini bileceksin,yapışıp kalmayacaksın...
Printable View
"Bilmelisin ki ...
sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pismanligin uzun yillar sürüyor."
hata yaptıysan dönmesini bileceksin,yapışıp kalmayacaksın...
Ben pisman olmamak ve yasiyan ölüye dönmemek için sevgimi tüm kalbimle itiraf edenlerdenim :) Pismanlik duyup dövünmektense sevgi denizinde bogulmak iyidir...
Hastanenin birinde bir hasta varmış.Durumu çok kötüymüş,ümitsizmiş yani.Günden güne durumu kötüleştikçe buda hayattan,yaşamdan iyice ümidini keser olmuş.Kaldığı odanın küçücük bir penceresi varmış.Fakat hiçbir gün bu pencereden dışarı bakma gereği duymamış bizim hasta çünkü hiçbir şey umrunda değilmiş.Gelen yemekleri bile yemek istemiyor,verilen ilaçları içmek istemiyormuş.Kaldığı odada boş bir yatak daha varmış o küçücük pencerenin yanında.
Birgün başka bir hasta getirmişler bizim hastanın yanına.Onunda hastalığı ümitsizmiş,onuda yaşam makinesıne bağlamışlar.Diğer hasta yaşamı okadar seviyormuşki bu hastalık onu yaşamdan hiç koparmamış.Bizim hasta buna ikimizde ölücez dedikçe bu iyice kızıyor ben yaşıcam bu hastalığı yenicem diye söylüyormuş.Yeni hasta bizim hastanın durumuna okadar üzülüyormuşki yani onun yaşamdan bu denli kopması onu kahrediyormuş.Aklına bir fikir gelmiş. Bulunduğu yatağın kenarındaki o el kadar küçücük pencereden dışarı bakıyormuş her gün ve durmadan anlatıyormuş. Dışarıda bugün çok güzel bir güneş var, insanlar çok mutlu. Bak bir anne ile kız dışarıda gezitor,s evgililer elele. Her tarafta çiçekler var çocuklar şen şakrak. İkinci gün bak çocuklar okula gidiyor,simitçi amcalarından simit alıyorlar. Ne kadarda mutlular.
Birgün bak bugün bayram galiba insanlar ne kadar şen şakrak,herkes çok güzel giyinmiş,dışarıda muhteşem bir güneş,masmavi bir gökyüzü hergün seyretsem doyamayacağım bir manzara.Günler böylece gelmiş geçmiş yeni hasta böyle hergün anlattıkça bizim hastanın sinirleri iyice bozluyormuş.Boşuna biz ölücez diye söylenmeye devam ediyormuş. Yeni hasta ise bıkmadan,usanmadan hergün o penceren bakıyor hergün aynı güzel şeyleri anlatıp duruyormuş.Bizim eski hasta gel zaman git zaman iyice yumuşamaya başlamış.
Acaba diyormuş gerçekten dışarıs böyle güzelmi yoksa bu arkadaş bu yüzdenmi böyle umutlu ve neşeli.Giderek kıskanmaya başlamış yeni hastayı içinden bir ses pencere tarafındaki yatağa sen geçmelisin diyormuş. Düşünmüş, düşünmüş ne yapsam diye. Yeni hastaya sorma gereği duymadan doktorlarla konuşmuş, doktorlarda kabul etmemiş ne penceresi diye gülmüşler. Doktorlar durumu biliyormuş çünkü. Neyse bizim hastanın aklına bir fikir gelmiş ve bir gece yeni hastanın yaşam makinasının fişini çekmiş ve yatağına geri dönmüş. Doktorlar sabah geldiklerinde yeni hastanın öldüğünü fark etmişler. Ve bizim eski hasta tek başına kalmış odada.
Arkadaşı ölmüş olmasına rağmen pencere köşesindeki yatağa geçeceği için çok mutluymuş. Vakit kaybetmeden diğer yatağa geçirmişler bizim eski hastayı. Artık dayanamıyormuş başını uzatıp o minicik pencereden dışarı baktığında şok olmuş gördüğü manzara karşısında. Sadece ve sadece simsiyah bir duvar varmış karşısında. Hiçbir şey görünmüyormuş Nerede o insanlar,çocuklar hani nerede güneş,masmavi gökyüzü.Hastanenin diğer binasının yan duvarı ile bu binanın yan duvarı arasında küçücük bir pencereymiş oysaki….
Nedir, ne oluyor, unuttunuz mu yoksa yasadiginizi, günler, kizgin küller gibi bütün duygularinizi kavurup öldürerek mi geçiyor üzerinizden, arzuyla dudaginizi isirdiginiz olmuyor mu hiç, bir müzik sesiyle söyle bir koltugunuzda dogruldugunuz, aniden bir yaz yagmuru gibi bosaniveren sebepsiz sevinçlere inanmiyor musunuz, bir agaç gölgesinde bir an durmak, bir aksam üstü denize baktiginizda bu sonsuz sularin kipirtisina sasmak yok mu artik, el ele tutusmak, bir avucun bir baska avuca dokunmasinin yarattigi ürperti de hayal hanesinde kendine bir yer bulmuyor mu, bitti mi bu macera, çekildiniz mi hayattan, hayatin sizin bulunmadiginiz yerlerde yasandigina mi inaniyorsunuz, daha bitmeden bitirdiniz mi her seyi, yorgun ruhunuz yeni coskular için hazir hissetmiyor mu kendini?
Delirdiniz mi siz?
Bu köse basinda karsiniza ne çikacagini biliyorsunuz, biliyorum genellikle köse baslarinda açlik ve ölüm çikiyor karsiniza ama kim bilir, belki eski bir dosta, belki güzel bir kadina, belki okunmus kitaplar satan bir sahafa da rastlayabilirsiniz, bir piyano sesi duyabilirsiniz ya da bir Rumeli türküsü açik bir pencereden, bir sögüt agaci görebilirsiniz çocukken kabugundan düdük yaptiginiz, dans adimlariyla yürüyen bir çift bacak geçiverir önünüzden, bir oglan bir islik çalabilir, hatta siz bile çalabilirsiniz. "Ne sevinci, ne hayati, ne eglencesi, para yok ki" diyorsanizeger ve eglenmek için paranin gerekliligine bu kadar inaniyorsaniz, emin olun paraniz oldugunda da eglenemezsiniz, para eglenceyi çesitlendirir sadece ama eglenceyi yaratamaz, öpüsmek parayla degil, sarki mirildanmak parayla degil, "acaba simdi o ne yapiyor" diye düsünmek parayla degil, televizyonda iyi bir film seyretmek parayla degil, sizin için demlenmis bir bardak çayi, bu benim için yapildi diye neredeyse gururla alip, bardagi ince belinden sikica kavrayip içmek parayla degil.
Bir tabak semizotunu sevinçle paylasabilirsiniz ve hiç bir pahali lokantada bulamayacaginiz bir tad alirsiniz, eger bir tabak yemegi paylastiginiz, paylasmak istediginiz insansa. Hayat diye bir sey var...
Sadece sizin olan, sadece size ait, içinde sadece sizin gördügünüz çiçekler açan, yalnizca sizin müziklerinizin çaldigi bir
bahçe var, sokmayin oraya öyle herkesi, çiçeklerinizi baskalarinin çapalamasini beklemeyin, sarkilarinizi baskalarina söyletmeyin,
anladik, ahmakliklar oluyor, aptalca kararlar veriliyor, hepinizin hayatindan bir seyler çaliniyor, hayallerinizi teker teker buduyorlar, ümitlerinizi öldürüyorlar, çaresiz birakiyorlar sizi, yenildiniz belki de, yenilginin agir yarasini tasiyorsunuz ruhunuzda, ama gene de bir hayatiniz var sizin, sadece size ait bir bahçeniz, durup soluklanacaginiz, yaralarinizi yikacaginiz, çiçeklerini seyredebileceginiz bir bahçe, sogukta bir bira içebilirsiniz, bir agacin gölgesinde durabilirsiniz biran, sabaha karsi uyanip her ay yeniden dogan hilale bir bakabilirsiniz, çok sevdiginiz bir kitabi bir daha karistirabilirsiniz, asik olabilir yada asik olmayi düsünebilirsiniz, sevdiklerinizi özleyebilir ve bir gün yeniden kavusabileceginizi hayal edebilirsiniz, geceleri agaçlarin daha degisik koktugunu farkedebilirsiniz, yeni bir salata icat edebilirsiniz, sevgilinizi çirilçiplak soyup evde öyle dolasabilirsiniz, saçlarinizi her zamankinden daha degisik kestirebilir, evinize bir gün de baska bir yoldan gidebilirsiniz, aliskanliklarinizi degistirmek için kendinize karsi müthis bir savas açabilirsiniz.
Hayat diye bir sey var, her zaman size kesfedilecek genis alanlar birakan, ne kadar yasarsaniz yasayin daima bilmediginiz, kuytularina sokulamadiginiz bir hayat, sadece size ait bir hayat. Biliyorum dertler çok, ahmakliklar yapiliyor, sikintilar bitmiyor,günler birbiri ardina burusup eskiyor, yorgunsunuz, belki yeniksiniz. Teslim mi olacaksiniz peki? Hayal kurmayacak misiniz, çilginca sevismeyecek misiniz, bir daha öpüsmeyecek misiniz, agaçlara bakmayacak misiniz, denizlere sasmayacak misiniz, ani ve sebepsiz sevinçlere inanmayacak misiniz, bir tabak semizotunun tahmin edemeyeceginiz kadar lezzetli olabilecegini hiç düsünmeyecek misiniz, sizin için demlenmis bir bardak çayi bardagi belinden kavrayip içmeyecek misiniz, daha bitmeden bitirecek misiniz her seyi.
Delirdiniz mi siz? Hayat diye bir sey var, evet orada, elinizin hemen yaninda duruyor.
Geceyarısıydı. Arabadaydım. Radyo Maydonoz'da Selim gazete köşelerinden internette yayılmış
bir öyküyü anlatıyordu. Kulak kesildim:
"Bir sonbahar günü Londra'daki doktor muayenehanesinin bekleme odasında oturan adam, yaprakların dökülmesini hüzünlü bir gülümsemeyle seyrediyordu. Biraz sonra muayene odasında doktor, teşhisi açıkladı kendisine: "Bay Winkelman beyninizde bir ur var. Hemen ameliyat olmalısınız."
Yüz hatları gerildi Winkelman'ın:"İngiltere de bu ameliyatı yapabilecek doktor var mı?" diye sordu."Amerika'da yaşadığınıza göre orada olmanızı öneririm" dedi doktor; "Zaten sizi ameliyat edebilecek tek operatör olan Charles Wronkow da orada yaşıyor." Winkelman teşekkür edip ayrıldı.Otele giderken derin derin düşünüyor ve yere dökülen yaprakları ayaklarıyla yavaşça itiyordu.
Birkaç gün sonra gazeteler tanınmış Amerikali operatör Charles Wronkow'un İngiltere'de tatilini geçirirken intihar ettiği haberini verdiler. Polis böyle tanınmış bir doktorun neden Winkelman adı altında Londra'nın yoksul bir mahallesindeki otelde kaldığını merak ediyordu."
Bu öyküyü dinlediğim gecenin sabahında gazeteler Reve Favaloro'nun intihar haberini duyurmuşlardı. Favaloro 1967'de bulduğu by-pass yöntemiyle kalp ameliyatlarında çığır açan ve milyonlarca hastayı kurtaran Arjantinli cerrahtı. Buenos Aires'teki muhteşem villasında kalbine sıktığı tek bir kurşunla son vermişti hayatına...Milyonların kalbine giden kanlları açan bir insanın, kendi yüreğindeki tıkanmaya deva bulamaması ve sonunda onu kurşunlayarak susturması ne trajik bir final!..
Bütün bir salonu gülmekten kırıp geçirdikten sonra çekildiği makyaj odasında sessizce ağlayan bir palyaço gibi...Çevremize yaydığımız ışıktanbiz nasiplenemeyiz çoğu zaman...İnsanın sözü geçmez, gücü yetmez bazen kendine...En güzel aşk filmlerinde oynayan bir kadın, alabildiğine mutsuzdur bakarsınız...Diline doladığı herkesin iç dünyasını kalemiyle didikleyen yazar,kendi içindeki keşmekeşi tariften acizdir.Cemaate iman telkin eden ederken içten içe Tanrıyı sorgulamaya başlamış bir din adamı kadar çaresiz, kıvranır insan...
Yalnızlık korkusunu bastırmak icin ömrü boyunca sayısız kadına tutulmuş bir Kazanova'nın sonunda anavatanı yalnızlığa dönmesi, ya da cehennemi bir cephede gün boyu askerlerine cesaret aşılayan kumandanın gece karagahta korkudan titremesi gibi, en yakından tanıdığı zaafı, en güvendiği yanına yakıştıramaz insan:
... ve kendini en bildiği yerinden vurur:
Kalpse kalp, beyinse beyin. Bir kurşunla durdurur. Çünkü en beteridir kendiyle savaşanların, kendine yenilmesi...
İnanmadan din adamı olarak kalamazsınız; sevmeden aşık rolü oynayamaz, cesaretsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva, kalbinizde kanayan bir yarayla kalplere şifa taşıyamazsınız.
Bu kuşatmayı yarmak için o zaaflarınızı yok etmek zorundasınızdır; coğu kez kendinizden vazgeçmek pahasına...Insan kendine rağmen gider o zaman gençliğinde nice cana kıydığı kılıcının üzerine yatıveren yaşlı bir Samuray savaşçısı ya da intihar için artık hükmedemediği tanıdık bir mikrofonu seçen Zeki Müren gibi, ölümü beklemeden onun kollarına koşar. Bazen uluorta, bazen yapayalnız. uçsuz bucaksız bir boşluğa akar... Malum "uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da senin içine bakar."
Can DÜNDAR
Bir gun bir dag günesle birlikte gune uyandi. Rüzgarin esintisiyle agaçlarinin dallarini sallaya sallaya esneyerek gerindi.
Gunes piril piril ufukta tam karsisindan doguyor, onunla arasinda masmavi bir deniz carsaf gibi gunu karsiliyordu.
Dedi ki: "Ben ne guzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gun gunes bana gulumseyerek gun basliyor." Gokyuzunde kume kume bulutlar pamuk yiginlarini andiriyordu. Martilar coktan uyanmis gokyuzunde dans ediyorlardi.
O sirada dag bir de bakti ki eteklerinde bir minicik fare denize dogru yuruyor. "Iiiiiiiiihhhhhh , bu da ne? Bu kucuk fare benim manzarami simdi neden bozuyor?" Onun oradan bir an once gitmesini istedi ve soyle bir titredi. Tepeden asagiya dogru bir kac tas hizla yuvarlanmaya basladi.
Fare sesi duyunca hemen bir yuksek kayanin ustune sicradi ve oraya yerlesti. Dusen taslarda ona hic bir zarar vermedi.
Farecikte basladi denizin guzellisini seyre. Ara ara atlayan ziplayan baliklar denizin durulusunda kucuk halkalar olusturuyordu.
Deniz dagin sikintisini anladi ve daga seslendi:
"Neden boyle bir gunde bir kucuk fare icin mutsuzluk oyununa basliyorsun ki? Bak ben dumduzken baliklarda benim durulugumu bozuyorlar. Ben onlara kiziyor muyum? Biliyorum ki onlar bensiz ben onlarsiz olamayiz. Sen de seninle birlikte yasamak zorunda olanlara kollarini acmalisin. Gunes hic bulutlara bozuluyor mu? Benim isinlarimi engelliyorlar diye kiziyor mu? Kabul et gercegi, hersey bir seylerle butun aslinda. Fark ve guzellik de burada. Bu sayede her gun ayri bir sey ogretiyor bize, her gun ayri bir ders veriyor bizlere. Sen iyisi mi sadece SEYRET, SUS ve DINLE.
Dag denize sordu: " SEYRET, SUS ve DINLE? O da ne demek?".
Deniz:
"Bak, seyrettiginde guzellikleri goreceksin, sustugunda kendinden baskalarinin soylediklerini duyabileceksin, dinledigindeyse onlardan ogrendiklerini uygulama firsati bulabileceksin.
Eflatun'a iki soru sormuslar;
Birincisi, Insanoglunun sizi en çok sasirtan iki davranisi nedir? Eflatun tek tek siralamis, Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için
acele ederler.
Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sagliklarini yitirirler.Ama sagliklarini geri almak için de para öderler. Yarinlarindan endise ederken Bugünü unuturlar. Sonuçta, ne bugünü,ne de yarini yasarlar.Hiç ölmeyecek Gibi Yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.
Sıra gelmiş ikinci soruya;
-"Peki, sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış, Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapilmasi gereken tek sey, sadece kendinizi "sevilmeye" birakmaktir.
Önemli olan; hayatta,"en çok şey'e sahip olmak" degil, "en az şey"e ihtiyaç duymaktır.
Yaa biz, binde bir karsimiza çikan dostluk, arkadaslik firsatlarini ne yapiyoruz? Aksamüstünün bir saatindeyorgun gövdemiziyaslayip miril miril konusa bilecegimiz, omuzumuza dolanan bir kolun, basimizi yaslayabilecegimiz bir omuzun, belimizi kavrayan bir elin, uzun yollara dayanikli asklarin sahibi karsimiza çiktiginda taniyabiliyor muyuz onu, degerini biliyor, biricikligini, benzersizligini anlayabiliyor muyuz?
Karsimiza zamansiz çikmis insanlari yolumuzun disina sürerken bir gün geri dönüp onu deliler gibi arayacagimizi hiç hesaba katiyor muyuz? Hayat her zaman cömert davranmaz bize, tersine çogu kez zalimdir, her zaman ayni firsatlari sunmaz, toyluk zamanlarini ödetir. Hoyratça kullandigimiz arkadasliklarin, eskitmeden yiprattigimiz dostluklarin, savurganca harcadigimiz asklarin hazin hatirasiyla yapayalniz kalariz bir gün.
Bir aksamüstü yanimizda kimse olmaz, ya da olanlar olmasi gerekenler degildir. Yildizlarin bizim için parladigini göremeyen gözlerimiz, gün gelir hayatimizdan kayan yildizlarin gömüldügü maziye kilitlenir.
Kedilerin özel bir anini yakalamak gibidir kendi hayatimizdaki olaganüstü anlari ve olaganüstü kisileri yakalamak. Bazilarinin
gelecekte sandiklari "birgün" geçmiste kalmistir. "Nasil olsa ileride bir gün tekrar karsima çikar" dediginiz kisi tam da o gün bu zalim sehri terk etmistir, bos yere bu sokaklarda aranirsiniz..
Birlikte oldugunuz, tanidiginiz insanlarin, dostlarinizin, arkadaslarinizin degerini ne kadar biliyorsunuz, ne kadar farkindasiniz,
hiç düsündünüz mü himm :) ?
Bazen insanlar düsünürler. Hayatin anlami ne diye. Bunu zaman zaman ben de düsünüyorum. Hayatin anlami nedir diye? En azindan
seni taniyincaya kadar düsünüyordum.
Gerçeklerin aci oldugunu ve bu yüzden biberin gerçek oldugunu anlatan bir espriyi animsadim. Halbuki biliyor musun, bütün biberler tatlidir. Zira, hayat sanildigi kadar acimasiz ve aci degil, sadece hayattaki tadi alabilmeli, kendi istedigin gibi yasayamadiklarin ile beraber ölüp gittiginde çevrenin sana bir yardimi olmayacak.
Kendini özgür birak, ne hissediyorsan onu yap. Çogu insan gibi mesela benim gibi, ne yapman gerekiyorsa onu yapma, birak duygularini
perdelemeyi, birak irmaklar gibi cossun. Bir sevdiginin elini tutarken yasadiklarinin yanlis oldugunu düsünüp hayiflanma. Birak o sevgi senin tüm benligini sarsin. Eger onun gerçekten aradigin olduguna inaniyorsan, ona simsiki saril, onu yasa, onu birakma
Günün birinde belki anlarsin ne kadar sevdigini, ne kadar sevebilecegini, ne kadar sevildigini, ne kadar sevilebilecegini Ama is isten geçmis, sevgilin, seni seven gitmis, yitmis olabilir. Iste o zaman üzülme vaktidir. Yerli yersiz aglama vaktidir. Iste o zaman çevrene dönüp, simdi ne yapacagim diye sorma vaktidir. Alacagin cevabi sana söyleyeyim güzelim; BILMIYORUM diyecekler,
senin dedigin gibi
Ben biliyorum oysa, oysa sende biliyordun. Hep bildin zaten. Ama öyle olmadin. Ama artik sen de biliyorsun, biliyorsun ki, en azindan bir kez gerçekten sevildin ve yine biliyorsun ki, bu sevgi bitmeyecek. En azindan ben bitene kadar.
Yasa... Dogru bildigin insani bul ve onunla yasa, ama bu dostunu sakin unutma. Bil ki unutulmayi hiç sevmem.
Ve bil ki kurallarim vardir, herkes buna uymak zorundadir.
¬ Dostlarim benden önce ölemezler,
¬ Dostlarim benden çok üzülemezler,
¬ Dostlarim benden çok sevemezler,
¬ Ve dostlarimi kimse benden çok sevemez.
Artik Ben'im dost'umsun.
Yasa Bu hayati sevdigim, limon gibi sömürerek, tüm eksiligine ragmen tadini alarak yasa.
Bunu iki yere birden eklemeyi uygun buldum birisi burasi... Digeri ise sadece fikra da her ne kadar fikra degilsede aslinda gülümseten bir yazi oldugu kadar düsündürücüde.
Kalpten, çok içten bir şey dilediğimizde veya istediğimizde, Tanrı bunu mutlaka duyar, ve ismimizin yanına not eder: "Sinan'a bir ev"...
Sonra, karamsarlıklarla isyanlarla dolduğumuz bir gün kahrederiz " hadi canım, nerden olacak, olamaz. "ve Tanrı yine duyar, ismimizin yanına not düşer: "vazgeçti ''.
Hayallerinizden Asla Vazgeçmeyin