http://img163.imageshack.us/img163/9012/karikatrjr6.jpg
Printable View
Bir liberal olarak özeleştiri
KENDİNİ liberal demokrat olarak addeden bir kişi olarak 1990 sonrası iki paradigmaya(*) inanıyordum. Daha doğrusu inandığım paradigmalar arasında ikisinin önemli doğrular olduğunu düşünüyordum:
1) Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle dünya tek pazar ekonomisine dönüşeceği için devletler arasında çelişkiler azalacak, dünya daha barışcı bir dünya olacaktı.
2) Kapitalist sistemde dönüşümler (cycles) olduğu için krizler çıkabilirdi, ama bu krizler serbest piyasa ekonomisinin kendi kuralları içinde müdahale (devlet) olmadan düzelirdi.
Yakın tarih bu iki konuda fena halde yanıldığımı gözümün içine soktu.
* * *
1) Hiçbir zaman devletin bir aygıt olarak ortadan kalkacağını düşünmedim, 2. Cumhuriyet kavramını bir saçmalık olarak gördüğümü her zaman ifade ettim. Ancak, yeni dünya düzeninin kurulacağına iman ettim. Halen de teknolojinin önderliğinde bir yeni dünya kurulduğuna ve bu dünyanın küresel bir dünya olduğuna inanıyorum. Ama maalesef, dünya küreselleşirken barışı yakalayamadı. Zira, ekonomiyi var eden gerçeklik aşılamadı.
Kıt kaynaklar dünyası sık sık paylaşım kavgası vermek zorunda. Tarih bitmedi, ama tek pazar ekonomisi tek merkezli veya merkezsiz bir dünya yaratamadı.
Bundan böyle iki pazarlı bir dünya olmayacak, ancak temel menfaatleri çelişen çok merkezli dünyaya giriliyor.
* * *
2) İyi giden günlerin ardından kötü giden günlerin, kötü giden günlerin ardından iyi giden günlerin geleceğini biliyordum ama birinden öbürüne kendiliğinden geçiş olacağını da düşünüyordum.
Yarım haklı çıktım veya yarı yarıya yanıldım.
İyi giden günlerden kötü giden günlere kendiliğinden geçiliyor ama kötü giden günlerden iyi giden günlere kendiliğinden geçilmiyor.
En son ABD krizinde gördüğümüz gibi kötü günlere devletin müdahale etmesi gerekiyor. Bu duruma "bilgi teknolojisine yatırım yapmak varken gayrimenkule yatırım yapan ABD kapitalistleri bile dünyanın gidişatını okuyamadı" diye bir safsata ile kulp bulmak veya "devletler büyük finans krizlerini önlemek zorundadırlar" diye geç kalmış bir düşünsel ilave yapmak hiçbir işe yaramıyor.
Artık inanıyorum ki, müdahaleyi her koşulda gereksiz bulmak (Friedman) yerine zaman zaman müdahaleyi kapitalizmin vazgeçilemez parçası kabul etmek (Keynes) daha doğru!
Sosyalizm insan ruhunu anlamıyor, ama serbest piyasa da insan fıtratının bir parçası olan sonsuz ihtirası frenleyemiyor. Engellenemez ihtiras gayrimenkul piyasasında riskleri pervasızca körükleyince dünya zenginleşiyor zannettik, ancak sonunda o dünya başımıza yıkıldı. Bireyler aynı gayrimenkulden káğıt üzerinde hesaplanan değer artışlarıyla 3-4 defa kredi alınca hem ev, hem araba, hem de yazlık sahibi oldular ama değer artışları realize edilmeyince bu zenginleşmenin gerçek karşılığı olmadığı ortaya çıktı.
Bu işlere hiç bulaşmamış vergi mükelleflerinin de ödediği vergilerle devlet karşılıkları yaratmak zorunda kaldı. Çözüm hem müdahaleyle oldu, hem de adil değil!
Ama başka bir çare de yok!
Piyasa sadece yanlış yapanı cezalandırmıyor.
* * *
Bir yanlışım daha oldu. AKP’yi 2005’in başına dek destekledim. Allah’tan o yanlıştan göreceli erken kurtuldum. Darısı diğer (sözüm ona) liberallerin başına!
(*) Dünyayı algılamada insanların kabul ettiği doğrular sistematiği.
Cüneyt ÜLSEVER / Hürriyet
Kendisini liberal addeden çoğu insan aslında ekonomik gösterge hakkında Cüneyt Ülsever ile aynı fikirde. Hatta, zamanında (sözde) demokrasi ve ekonomi adına sahip çıktıkları, destek oldukları AKP hakkında bizlerin bas bas bağırdığı ama anlamayı bir kenara bırakın dinlemeyi bile istemedikleri kaygıları dahi dillendirenler var aralarında.Ne var ki çoğu bu duygularını açıklayacak medeni cesarete sahip değil ya da hala birtakım (kişisel) beklentileri olduğu için susanlar var.Bu yüzden yazarı medeni cesareti ve özleşitirisnden dolayı tebrik ediyorum.
Cüneyt Ülsever'in bu yazısını Abbas abiye ithaf ediyorum:o
ABD'deki kamulaştırmalar bir yana, özgürlükçü, liberal Avrupa'da da kamulaştırmalar yaşanmaya başlandı.
Pür-liberal olmayan arkadaşların, hak verilmez alınır dediklerine bu güne kadar şahit olmamış olmakla birlikte, bu DEVLETÇİ müdahalelere yorumlarını beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum. :o
Ne oldu sus pus, yoksa yerlerine bizim yorumumuzu mu beklerler?
Küresel krizle ilgili bazı arkadaşların yazdıklarını okudukça ekonomi gerçeğinden ne kadar uzak olduklarını görüyorum. ABD ve AB'deki devletleştirmeleri gerçek ve kalıcı birer devletleştirme zannetmek gibi müthiş yanılgıları var. Bunları okuyanlar da zannedecek ki, ABD ve AB piyasa ekonomisini bırakmış da devletçi bir ekonomiye geçmiş.. Bir kriz var ve kriz nedeniyle devlet müdahalesi gerekiyor. Bir ünlü iktisatçı bu konuda "kapitalizmin sonu" yorumunu yapanlara katılmadığını, ancak "herşeyi piyasanın belirlediği" tezinin de artık geçerli olmadığını söylüyor. Bu konuda gazetelerde ilginç yazılar/yorumlar var.. Farklı görüşlerdeki bu yazılardan bir kısmını zamanım ve fırsatım olursa buraya kopyalamayı düşünüyorum. Şimdilik ilginç bulduğum bir yazıyı aşağıya alıyorum.
04 Ekim 2008/HÜRRİYET
Ege CANSEN
ecansen@hurriyet.com.tr
Ekonomi bilimi, ekonominin bilinmezliği
BU kadar deprem uzmanı yerbilimci var, hálá deprem oluyor.
Bu kadar meteoroloji bilgini var, ama bir türlü yeterli yağmur yağmıyor. Bu kadar hekim var, ama hastalıkların kökü kazınamıyor. Bu kadar zayıflama uzmanı var, ama insanlar şişmanlamaya devam ediyor. Bu kadar iktisatçı var, ama iktisadi krizler çıkmaya devam ediyor. Bu kadar futbol uleması var, bizim takım yenilmekten kurtulamıyor. Şaka, şaka...
* * *
Fen bilimleri veya sadece bilim (science), doğada cereyan eden olayları tanımlayan, tasnif eden ve bunların aralarındaki sebep-sonuç ilişkisini saptamaya çalışan bilim insanlarının gözlemlerini, sözel ve sayısal dille kayıt altına almalarıyla oluşan bir bilgi birikimidir. Bilimin temel amacı, dün-bugün tablolarının ilişkilendirilmesinden kalkarak, bugünkü tablodan yarın ne gibi bir sonuç çıkacağını kestirebilmektir. Bilimin pragmatik amacı ise yarını şekillendirebilmektir. Ama istenilen tabloyu elde edebilmek için alet gerekir. Bu amaçla bilim, teknolojiyi doğurur. Teknoloji de doğanın kanunlarından yararlanarak, doğanın güçlerinin hem insana zarar vermesini engelleyecek hem de onlardan yararlanacak aletleri geliştirir.
* * *
Kapitalizm kelimesi, yaklaşık 150 yıl kadar önce filozof Karl Marx (18.18.1883) tarafından uydurulmuştur. Aslında iktisadi hayatın kendisi olan kapitalizm veya "serbest pazar sistemi" insanlık kadar eskidir. Marx'tan yüz yıl kadar önce yaşamış Adam Smith (17.23.1776), "Ahlak Felsefesi" profesörüydü. Onun zamanında "iktisat" (economics) bilim dalı yoktu. Hatta İngilizcede "economy" kelimesinin sonuna "s" konup bir bilim adına benzesin diye "economics" kelimesi bile türetilmemişti. Ama Adam Smith, hayatın içindeki iktisadi faaliyeti gözlemleyerek çok önemli nedensellik ilişkileri tespit etmiş ve adı kısaca "Milletlerin Zenginliği" olan dev eserini yazmıştır. Bu yüzden kendisine "Kapitalizmin Kurucusu" unvanı láyık görülür. Gerçekte kapitalizmi kimse kurmamıştır. Zaten kapitalizm diye düşünülmüş, taşınılmış ve bilinçli bir şekilde tasarlanmış bir sistemin varlığından bile söz edilemez. Ama Rusya'da 70 yıl süreyle uygulanan sosyalizm için böyle bir iddiada bulunulabilinir. O dahi su kaldırır. Sosyalizm bir bakıma "insan yapması" olduğu için çökmüş olabilir. Ustamız Hayek'in tanımıyla "İktisat, insan yapması değildir. Ama içinde insan vardır". (Economics is not man-made; but there is men in it.) Dolayısıyla kapitalizm denilen doğal sistemin çökmesi diye birşey olamaz. Ama kapitalizm de çöküntüler olur. Bu onun doğasından gelir.
* * *
Bir zamanlar ya tam sosyalist, yani tamamen devlet denetiminde olan ya tam kapitalist, yani devletin ekonomiye hiç karışmadığı sistemler kalıcıdır; karma ekonomi ise geçicidir denirdi. Uzun yıllar önce anlaşıldı ki, tek kalıcı sistem meğer "karma ekonomi" imiş. Ancak grinin ne kadar tonu varsa, karma ekonominin de o kadar türü vardır. Olmayan iki şey, mutlak siyah veya mutlak beyaz gibi, saf 'kapitalizm' veya saf 'sosyalizim'dir.
Son Söz: Denizde dalga, ekonomide dalgalanma bitmez.
Olay budur.
Gazetelerde en sevmediğim kısım ekonomi sayfalarıdır. Bu nedenle çok nadir okurum. ABD'deki sadece bir ekonomik krizdir, liberalizmin ya da kapitalizmin sonu değildir. İster kapitalizm deyin, ister liberalizm hatta Lenin gibi kapitalizmin son aşaması emperyalizm deyin sonuç aynı. Bu düşünce ve ekonomi sistemi kolay kolay çökmez. Kendisinden çok daha fazla ilmi ve sosyal yönü olan komünizm (isterseniz sosyalizm olarak kabul edin) çöktü ama onlara birşey olmadı ve olacağı da yok. Zira liberaller serbesttirler, ama perde gerisinde olan ve adı sanı duyulmamış o kadar gizli kalmış liberaller var ki, bırakın ABD ekonomisini dünyanın ekonomisini onlar yönetiyor.
Kısaca tam rekabet piyasasıdır liberalizm. Devletin ekonomiye müdahalesini hoş karşılamaz. En iyi koşulun Devlet müdahalesi olmaksızın arz talep dengesi ile oluşacağını savunur. Bu görüştür liberalizm ve bu görüşe inanana liberal derler.
Bu kelimeyi hayatın her alanına devşirmek mümkündür.
Düşünce özgürlüğü eşittir liberalizm demek de mümkündür.
Hatta futbolda bile vardır liberaller. Bizde daha çok defansın önünde oynayan futbolcuya libero derler. Ama saha içinde serbest olan, belli bir mevki görevi olmayan futbolcudur libero. Ben daha çok sağ veya sol kanatta oynamayı severdim. O anlamda pek liberal sayılmam.
Yine bu kelimeden türetilmiş mizah ve hakaret olarak da kullanılan kelimeler vardır. Liboş, takkeli liboş gibi.
Liberal kelimesine bu kadar anlam yüklenebildikten sonra bu sitedeki herkesin kıyısından köşesinden liberal olduğunu iddia edebiliriz.
Eğer Rockefeller'ler gibi zengin olsaydım; sapına kadar liberal olur ve liberalizmi ölümüne (ki bul halde yerime ölecek birilerini satın alma ihtimalim %100) savunurdum.
Bu yazılanlara bakıp da amma cahilmişsin, daha terimlerden haberin yok gibi gayet ciddi ama saçma sapan cümleler kurarak ve hakaret tarzında bu yazılanlara cevap veren mutlaka çıkacaktır.
Anlaşılan o ki, liberalizme bir mutasyon aşısı lazım. ABD ve AB deki kurtarma operasyonu, dolar milyarderleri ve avaneleri için sosyalizm, batanlar ezilenler, yoksullaşanlar, sömürülenler için liberal kapitalizm söz konusudur. (Bırakınız yatırsınlar, bırakınız batsınlar) İzlanda devleti bile spekülatörler yüzünden iflas bayrağı çekmişken elbette ki vahşi kapitalizmin cilalı yüzü liberalizmin biraz zapturapt altına alınması kaçınılmaz olacaktır.
Burada yıldızı parlayanın en azından sosyal demokrasi olması beklenmelidir.Ancak tam tersinin gerçekleşip, yönetimlerin giderek daha faşizan noktalara kayması da mümkündür. Her halde " eşşegi aşulatmak" gerekecektir.
Liberalizm, Faşizm, Aslanlar ve Ceylanlar
Doğadaki denge dayatmacı ve belirleyicidir. Aslanın ceylanı yemesi, doğal düzenin ve dengenin özünü oluşturur. “Fizyokratlar” iktisadı, doğal dengenin oluşumu içinde değerlendirdiler.
İktisadi oluşumları da, “doğadaki denge gibi kendi doğal akışı içinde bırakarak”, en iyi sonucun elde edileceğine inandılar. Klasik iktisat, bunun devamı oldu. Liberal (özgürlükçü) iktisat bunun üzerine kuruldu.
İşleri (piyasayı) kendi haline bırakmanın, iktisatta da doğadaki gibi, “dengeyi sağlayarak sorunları çözeceği” sanıldı. Aslanlar her zaman ceylanları yemeli ve denge bu yolla gerçekleştirilmeliydi…
Muhafazakâr ve sağ iktisadi düşünce özünde “doğallığı, statükoculuğu ve güçlünün egemenliğini” benimser. Hatta bütün bunları, liberal (özgürlükçü) bir anlayış üzerine oturtmaya çalışır.
- Liberal (özgürlükçü) anlayış kamusal, toplumsal ve toplumcu müdahaleyi reddeder. Liberallere göre iktisadi olayları, “kamu yararını göz önüne alarak yönlendirmek yanlıştır”. Mikro birimlerin özgürlüğü esastır. “Birey ve firma çıkarını korursa toplumsal gelişme zaten bunun doğal sonucu olacaktır” denir.
Neo liberalizm (yeni özgürlükçülük) aslında, “özgürlüklerin arkasına saklanmış faşizmi” temsil etmektedir. 20. ve 21. yüzyıllar bunun örnekleriyle doludur.
- İngiliz ve Amerikan liberalizmi yerküremizde baskıcı, antidemokratik, darbeci ve faşist sonuçları beraberinde getirmiştir. Irak’taki “yeni liberalizm oyunu” bu uygulamaların en taze örneğidir.
- Yeni liberalizm, “sistemi güçlünün egemenliğine” dayandırır. Batı’nın dev şirketleri ve nükleer küresel güçleri, “serbest piyasalar ve kendilerine hizmet için kurdukları uluslararası kuruluşlar aracılığı ile” bu küresel egemenliği elde etmeye çalışırlar. 1978’de Dünya Bankası, IMF ve FED tarafından ortaklaşa hazırlanan Washington Uzlaşısı, küresel prömiyerini 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül Amerikancı darbesi ile Türkiye’de uygulamaya açtı. (*)
Yeni liberalizm…
Soğuk savaş sonrasında ABD ve AB, “dışarıdaki ülkelere” yeni liberalizmi önermeye ve dayatmaya başladı. Serbest piyasa, serbest kur, malların ve sermayenin serbest dolaşımı üzerine oturtulmuş bir düzen kurmak istediler. Bu “tek yanlı” çalışan bir sistemdi.
Ceylanların kaçabileceği, saklanabileceği bir kovuk, bir oyuk kalmamalıydı. Aslanlar avlarını (gıdalarını) elde edebilmek için her yere serbestçe girmeliydiler. Yeni liberalizm böyle bir özgürlükler düzeniydi. Aslanlar özgürce saldırabilmeliydi. Serbest piyasa, “düz ova” anlamına geliyordu, zayıflara korunacak bir yer bırakılmıyordu.
Yeni liberalizm ve dinciler
Yeni liberalizm yalnızca vahşi kapitalizmin önündeki engelleri kaldırmıyordu. Dinci bir düzen kurmak isteyenler de yeni liberalizme dört elle sarıldılar. Sadece aslanların değil şeriatçıların da yolu açılıyordu.
Bir tek koşulla; aslanlara hizmet vermeli ve onların işlerini kolaylaştırmalıydılar.
- Dinciler de aynen liberaller gibi, “toplumsal ve toplumcu düşünce ve uygulamalara şiddetle karşıydılar”. Siyasal İslam için bir tek kitap, bir tek düzen vardı; o da kutsal kitapta öngörülen hayat tarzıydı.
- Dinciler fizyokratların (ve liberallerin) doğal yaşam ve denge anlayışını, kutsal kitabın öngördüğünü söyledikleri “varoluş felsefesiyle” bütünleştiriyorlardı.
Müdahale ne demekti? Toplumsal ve toplumcu kurallar olamazdı, çağdaş uygarlık gibi saçmalıklar yanlıştı! Halk kendi yaşam tarzını belirleyemezdi. Nasıl yaşanacağı çoktan yazılmıştı…
Bu karanlık çağ düşüncesi özgürlükçü (liberal) fikirlerle saçma bir biçimde örtüştürülüyordu. Vahşi kapitalizm ve işbirlikçi dinciler ilginç bir koalisyon kurdular.
Kapitalizmde aslanın ceylanı parçalayıp yeme özgürlüğü ile kamusal alanda türban takma özgürlüğü aynı kefeye kondu. Bu saçma beraberliğin uygulanabilmesi için dincilerin aslanlara bir şeyler vermesi gerekiyordu.
- Ülkenin en stratejik kurumlarının AB ve ABD tekellerine sunulmaları…
- Bizim piyasamızın onlar tarafından işgaline icazet verilmesi…
- Ülkenin yönetimine Brüksel ve Washington’un ortak edilmesi bu alış-verişin vazgeçilmez koşullarıydı. Üstelik bunlar, “din adına” yapılıyordu. Siyasal İslam ile Hıristiyan dünyası arasında ilahi adalet konusunda ilginç bir beraberlik kuruldu. Dinin toplum hayatındaki önemi ve ağırlığının artması için her iki taraf da birlikte hareket ediyorlar.
Batı bu yolla, aslanların yolunu açmaya çalışırken siyasal İslam da onlara kendi özel yolunu temizletiyor. Saldıran aslanlar dincilerle birlikte ilerliyorlar, ne garip… Her ikisi de liberalizm, demokrasi ve insan haklarından söz ediyorlar, aynen Irak’taki gibi…
Erol MANİSALI / Cumhuriyet
demiştik "Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi" forumunda...Alıntı:
Devletçilik; karma ekonomi olarak adlandırılabilecek, toplumun refah ve çıkarını ön planda tutan, sosyal devlet olmanın gereklerini yerine getiren bir devlet anlayışını öne çıkarırken, özel sektörün de gelişmesini sağlar, özel sektöre karşı değildir. Ancak "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" gibi bir anlayışla kamu çıkarının zedelenmesine yol vermez.
Abbas Bey,
ABD ve Avrupa'daki bankaların Devletleştirilmesinde amaç "kamu yararı"nın korunması ve tabi mevduatların kaçıp gitmemesi de var, kamulaştırılmayan bankalardaki mevduatlara da sınırsız Devlet güvencesi getirilmeye başlandı bir çok ülkede...
Alıntı yaptığınız Ege Cansen'in yazısında "karma ekonomi" nin hakkı verilmiş diye anlıyorum. Öyleyse siz Devletçilik ilkesine neden karşısınız, bir anlatın da anlayalım.:) Bu karşı duruş ekonomik olmaktan çok ideolojik olmasın?
Selamlar,