-
Sayın DeltaG,
Dikkat çektiğiniz mesele çok önemli ve atlanmaması gerekir.
Ancak dediğiniz gibi durum bilinmeli ve doğru çerçeveden izlenmelidir. Bu da çeşitli çevrelerce zaten yapılmaktadır. Askerlerimizin okuma alışkanlığı olması doğrusu içimi ferah tutan yegâne dayanağım diyebilirim.
Bu ülkede Mustafa Kemâller tükenmeyecektir. Onun milliyetçi Kemalistleri de. Bu böyle biline...
Bize düşen ise bunları doğru bilinçle takip etmek ve bu sözde aydınların yaratmaya çalıştıkları sahte gündemlerin anti-tezlerini oluşturmaktır. Bu sivil toplumun işidir, bunu da askerlerimizden beklememeliyiz. Zaman zaman GenKur gerekli açıklamaları net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca siyah çerçeveli yazar gibi eleştirilen Sn. Cevizoğlu gibi Aydınlarımız bunu çok da güzel başarmaktalar. Biz ise askerlerimizin ve gerçek aydınlarımızın toplumdaki takipçileri, gözleri, kulakları, gerekirse de yumrukları olmayı bilmeliyiz...
GERÇEK AYDINLARIMIZ SAHİPSİZ DEĞİLLERDİR !!!
Sevgi ve saygılar.
-
ARTIK BU HASAN CEMAL İÇİN DE AYRI BİR SAYFA AÇMANIN VAKTİ GELDİ SANKİ.
İyiden iyiye kafayı kırmaya başladı zira son iki gündür.,
Bu kez de Genel Kurmay Başkanımızın yaptığı konuşmaya takmış efendim bu siyasi alana müdahaleymiş.
Konuşmanın içeriğini geçmiş miş de
silahlı kuvvetler devlet içinde devlet gibi davranamazmış da ... vs. vs.
Adam mazrufu bıraktı zarfla uğraşıyor.
Peki be adam bu konuşmada dile getirilenleri başkaları ( benim gözümde gerçek aydınlar,gazeteciler, yazarlar, bilim adamları akil adamlar vb.) dile getirdiklerinde onları nasıl suçladığınızı statükocu veya paranoyak olarak değerlendirdiğinizi ne çabuk unuttunuz. (Ki zaten benim gözümle "aydınların" söyledikleri de sınırlı bir medyada yer buluyor onlara dahi izin vermiyorsunuz.)
Yok Yok unutmadınız yine dezenformasyona ve falsifikasyona devam ediyorsunuz. Size yüklenen görevinizi gayet layıkıyla yerine getiriyorsunuz.
Nedendir bu asker alerjisi sizde anlam veremiyoruz, DEDENİZ DE BİR OSMANLI PAŞASIYDI, İTTİHAT TERAKKİCİYDİ,
yoksa dedenizin ölümünden şimdiki askeri mi sorumlu tutuyorsunuz.
Yoksa huzursuzluğunuz Sayın Cumhurbaşkanımızın son günlerde yaptığı konuşmalar ile eş zamanlı yapılan asker açıklamaları mı?
Peki söylenenlerin hangisi yanlış?
Yoksa bir yerlerden burnunuza bazı kokular geliyor da diyemiyormusunuz?
Peki Başbakanınızın MÜSİAD toplantısındaki söylemlerine ne demeli? Henüz bu konuda bir şey yumurtlamadınız merakla bekliyoruz.
Bakın Başbakanınız neler demiş :
“AB’de birçok dayatmalar olduğu doğru. Hatta bizi parçalamaya yönelik tezler geldiği de oluyor. Ama orada dik durmanız halinde kimsenin kalkıp da ülkemizin üzerinde böyle tasarruf yapması mümkün değil!”
***
Bunu cevabını Özdemir İnce vermiş :
"Gelelim Avrupa Birliği mecnunlarına: Avrupa Birliği’ne karşı kuşkulu davrananlara, işin aslını araştıran sorular soranlara “paranoyak” sıfatını yapıştırıyorlardı. Ve bunu AKP hükümetini desteklemek için yapıyorlardı.
İşte şimdi AKP hükümetinin başındaki kişi de bölünme ve parçalanma tehlikesinden söz ediyor ve bizim mecnun köşemenler dut yemiş bülbül gibi susuyorlar."
Her neyse buyrun size bir kök Hasan Cemal yazısı;
-------------------------------------------------
Siyasal alana müdahale!
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök önceki gün Harp Akademileri'nde konuştu.
Uzun bir konuşmaydı.
Tam 45 sayfa.
Küçük boy bir kitapçık.
Hükümet programları ya da başbakanların TBMM'deki program konuşmaları da aşağı yukarı aynı uzunluktadır.
İçerik açısından da durum farklı sayılmaz. Orgeneral Özkök, bir başbakanın değinebileceği birçok siyasal konuya ayrıntılı biçimde girmiş.
Üstelik medyanın önünde.
Kapalı kapılar arkasında değil.
Kurmay titizliğiyle hazırlanmış bir konuşma. Özkök Paşa üslubu, yani köşeli olmayan, yumuşak bir tarz konuşmanın genel havasına ve satır aralarına damgasını vurmuş. Mesajların yer yer ince ince verilmesine çalışılmış.
Konuşmanın içeriğine gelince...
Elbette katıldığım birçok nokta var. Ama katılmadığım, eleştirebileceğim bölümler de yok değil.
Yazı konum bu değil.
Muhtevaya girmeyeceğim.
Girmek istemediğim bir konu daha var:
Hükümet boşluğu konusu.
Hükümet, özellikle 17 Aralık'tan beri siyasal boşluk yarattığı için mi, birçok açıdan yapılması gereken çıkışları yapamadığı, atılması gereken adımları atamadığı için mi konuştu Genelkurmay Başkanı?..
Olabilir.
Ama bu da değil yazı konum.
Bir Genelkurmay Başkanı tarafından kamuoyu önünde yapılmış olan 45 sayfalık böyle bir konuşma için benim yorumum üç sözcüklü:
Siyasal alana müdahaledir!
Onun için de yanlış buldum.
Demokratik rejimlerde silahlı kuvvetler, devlet içinde devlet gibi davranmaz, davranamaz. Demokratik rejimlerde silahlı kuvvetler, bir siyasal partiymiş gibi davranmaz, davranamaz. Demokratik rejimlerde silahlı kuvvetler, siyasal alana bu kadar ayrıntısıyla girmez, giremez.
Olağan değildir bu.
Rejimi istikrarsız kılar.
Sivil-asker ilişkilerinden kaynaklanan bu istikrarsızlık, en başta ekonomi olmak üzere yaşamın birçok alanını zehirler. Siyaseti rayından çıkarıcı sonuçlar gündeme gelebilir.
Türkiye bu kısır döngüyü çok yaşadı. 27 Mayıs'a, 12 Mart'a, 12 Eylül'e ve 28 Şubat'a böyle gelindi. Bu darbe ve kesintiler, Türkiye'yi ileriye götürmedi.
Köstekledi.
Yörüngesinden çıkardı.
Bir başka nokta var.
Cumhuriyet'in kuruluşu dahil, tarihimizdeki modernleşme sürecinde askerin oynadığı öncü rolden başlayarak, siyasetin boşlukları ve kötü idare örneklerine kadar birçok malzeme çıkarılabilir, darbe ve müdahaleleri mazur gösterebilecek.
Aynı mantık, yakın tarihimizde Genelkurmay başkanlarının yapmış oldukları birçok çıkış ve konuşma için de geçerli olabilir.
Ama bir gerçek değişmez:
Bütün bu müdahaleler, bu ülkede her şeyin başı olan siyasal istikrara katkı yapmamıştır.
Tam tersine...
İstikrarsızlığı körüklemiş, sivil-asker arasındaki güvensizlik duvarını yükseltmiş, siyasetin zaman içinde kalite kazanmasını önlemiş, rejimin demokratik niteliğini zedelemiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri hiç kuşkusuz bu ülkenin temel direklerinden biridir. Kaygıları olabilir, vardır da.
Ama bunları dile getirmek, tartışmak için Milli Güvenlik Kurumu vardır. Başbakan'la Genelkurmay Başkanı arasında haftalık görüşme geleneği vardır.
Demokratik rejimlerde isabetli olan, böylesi platformları kullanmaktan geçiyor.
Siyasal alana müdahaleden değil.
-
Allah insanı şaşırtmasın... Daha ne denir ki? Bu adama ne denebilir? Allah akıl fikir versin. Senin TSK ya dil uzatmaya haddin var mı? Bu da herhalde benim anlayamadığım türden bir düşünce özgürlüğü olsa gerek? Vallahi ne bileyim, bu kadar demokrasi acaba dünyanın hangi ülkesinde var k.. kırık bir gazeteci kalkacak bu konuları eleştirercek.. Bu haddini bilmemekten başka birşey olamaz. Pes yani.
-
Ulustan gerçeği saklayanlar kendilerinin de aldandıklarına inanmalıdırlar. M. Kemâl Atatürk.
-
HASAN CEMAL & Co yazarları
Sayın Özdemir İnce ne de güzel bir şirket unvanı bulmuş,
Gerçekten de, iyi yönetilen ve bol temettülü bir şirketin ortakları gibi davranıyorlar. Artık temettüleri nedir onu tam olarak bilemiyoruz ama az çok kestirebiliyoruz.
Genel Kurmay Başkanının konuşmalarını siyasete müdahale olarak değerlendiren zihniyet, bu konuşmaların yapılma nedenleri üzerinde hiç durmuyor. Sayın Özkök'ün ifade ettiği düşünceler bazı siviller tarafından söylenmiyor mu hiç? elbette söyleniyor ama MEDYA'DA YERİNİ BULABİLİYOR MU? HAYIR. Çünkü medya da bu şirketin kuşatması altındadır.
Peki bu şirketin hangi ortağı köşesinde Türkiye'ye dayatılmak istenen ILIMLI İSLAM modeline karşı çıktı,hangisi Türkiye LAİK bir devlettir diyebildi ve bu model dayatmasına açıkça ve mertçe karşı koyabildi?
Bu modeli dayatmak isteyenleri eleştirebildi? Yapmadılar yapamadılar yapamazlardı.Çünkü onlar eski LP lerde (yaşı 40'ın üstünde olanlar daha rahat anlayacaktır) gramofonun önünde duran ve sahibinin sesini dinleyenlerdir.
Bu şirket ortaklarının, duydukları zaman tüylerini diken diken eden ÖTEKİLERİNİ TANIMA HAKKInı iyi kullanalım. Bizleri kimlerin yönettiğini,yönlendirdiğini iyi kavrayalım. Özellikle bu İÇ TİCARET ŞİRKETİ ORTAKLARI kimlerdir iyi bilelim. (belleyelim diyecem yanlış anlaşılacak!)
Sizi Özdemir İnce'nin güzel yazısıyla başbaşa bırakayım
----------------------------------
30.04.2005 Hürriyet
Özdemir İNCE
Demokrasi şantajı
oince@hurriyet.com.tr
‘HASAN Cemal & Co.’ yazarları, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmanın siyasal alana ve demokratik rejime müdahale olduğunu yazdılar.
Silahlı Kuvvetler’in bir siyasal parti gibi davranamayacağını ileri sürdüler.
Bu görüşleri ben de paylaşıyorum. Sayın Orgeneral’e sorulsa o da konuşmasının gerçek demokrasiyle bağdaşmadığını kabul edecektir.
O zaman Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasını biçimsel olarak eleştirmeden önce konuşmanın içeriğini ve yapıldığı siyasal ve toplumsal topludurumu (konjonktürü) değerlendirelim. Bu da yetmez, bu topludurum içinde başta kınamacı yazarlar olmak üzere bu topraklar üzerinde yaşayan özel ve tüzel kişilerin sorumluluk paylarını irdeleyelim.
* * *
Demokrat insan çok boyutlu ama bütünsel (üniter) bir varlıktır. Demokrasiyi savunup o demokrasinin üzerine oturduğu rejimi ve rejimin yapılarını savunmazsanız, sizin demokrasinize soyut ya da ütopik demokrasi denir. Türkiye bağlamında her demokrat cumhuriyetçi olmak, cumhuriyetin yapı ve ilkelerini savunmak zorundadır. Oyunun kuralı budur ve oyunu bu kurala göre oynamak gerekiyor.
* * *
Genelkurmay Başkanı ‘Türkiye nüfusunun yüzde 99’a yakın bölümü Müslüman’dır ancak Türkiye; laik, demokratik ve sosyal hukuk devletidir. Türkiye ne bir İslam devleti ne de İslam ülkesidir’ diyor.
Anayasasının değişmez ikinci maddesine göre laik bir devlet olduğu, TBMM yasama gücünü halktan aldığı, yasalarının referansı din olmadığı için, Türkiye ne İslam ülkesidir, ne de İslam devletidir. Bu anlamı açık cümleyi anlamazdan gelip şehitlerden, gazilerden söz edenler de var. Bunlar da Türkiye’nin yeniden tanımlanması çabalarının demokrasiyle değil ama rejimiyle ilişkili olduğunu anlamak istemedikleri için yeni emperyalizmin suç ortağı sayılırlar.
* * *
‘Ilımlı İslam’ deyimini 2003 yılı mayıs ayında Amerikalılar kullandılar. Irak yeniden inşa edilirken, kendi zorlama yorumlarına göre, ılımlı İslam ile demokrasiyi bağdaştırmış sayılan Türkiye’nin örnek alınacağını ilan ettiler. Demokrasi havarisi neoliberal ve İkinci Cumhuriyetçi köşemenler Amerikalıların bu projelerini alkışlarken, ben Türkiye’nin ancak laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olan cumhuriyeti ile örnek olabileceğini yazdım.
Çünkü ‘Ilımlı İslam’ deyimi bir rejim değişikliği projesinin parçası olabilir. Demokrasi havarisi neoliberal ve İkinci Cumhuriyetçi köşemenlerin Cumhuriyet’le ve onun temel ilkeleriyle başları hoş olmadığı için ABD’nin bu tasarısına karşı çıkmadılar. Aynı öneri ‘Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’ içinde tekrarlandığı zaman da ağızlarını açmadılar.
Aynı sessiz onay, AKP’nin İslami bir parti olduğu tanımlamasına karşı çıkıp ‘Hayır, AKP muhafazakar demokrattır’ diyen iktidar partisi ve hükümette de görüldü.
Cumhuriyet’in varlığını hedef alan projeleri suskunlukla karşılayacaksınız ve alkışlayacaksınız. Sizi eleştiren Genelkurmay Başkanı’nın davranışını demokrasiye aykırı bulacaksınız.
Demokrat olmanın ilk koşulu Cumhuriyet’in sorumlu vatandaşı olmaktır!... Gerisi, lagaluga ile demokrasi şantajı yapmak olur.
-
Mailime düşen bir haberi aktarayım
Birand'ın yayın arası kazası
07 Ekim 2005 09:40
--------------------------------------------------------------------------------
CNNTÜRK'te canlı yayına hazırlanan usta gazeteci Mehmet Ali Birand yayın arası kazası sanal aleme sızdı. M.Ali Birand, M.Ali Yalçındağ'a bakın nasıl cevap veriyor.
Tüm Türkiye ile birlikte gözlerimiz televizyonlarda ve Starzburg'tan gelen haberlere kitlenmiş durumdayız. DHA'nın ofisinde olduğumuz için doğal olarak haberleri CNN TÜRK'ten izliyoruz.
Starzburg'ta Mehmet Ali Birand konukları ile gelişmeleri değerlendiriyor ve kritik dakikaları aktarıyor. Zaman öğleden sonrayı biraz geçmiş ve hep birlikte moraller bozulmaya başladı, gelen haberler olumsuz yönde. CNN TÜRK'ü UP-LİNK'ten (yayını ön izleme) kanalından izliyoruz. Yani siz Televizyonda sadece konuşmaları duyabiliyorsunuz biz ise reklâm aralarında dahi olup biteni izliyoruz. Kendi aralarındaki konuşmaları, telefonlaşmaları ve Mehmet Ali Birand'ın asistanlarına kahve için bağırdığını duyabiliyoruz.
Reklam arası verilmiş "canlı" yayına 5 dakika var. Mehmet Ali Birant'ın cep telefonu çalıyor, telefonun ucundaki İstanbul'da bulunan Doğan Yayın Grubunun başındaki isim Mehmet Ali Yalçındağ. Evet ikili arasında şu tarihi konuşma geçiyor:
"Birand: Mehmet burada işler kötüye doğru gidiyor. Bugün bizim gruptaki bazı gazetelerden çarpık sesler çıkmış, onları sustur. Ben buraya hakim olmaya çalışıyorum. Biz bu adamın (Başbakan Tayyip Erdoğan'ın) arkasında durmazsak bu adamı yerler. Sen o yüzden İstanbul'dakileri sağlam tut."
Mehmet Ali Birand'ın ağzından dökülen kelimeler aynen böyle. Biz donup kalıyoruz. Ofiste benden başka dört-beş kişi daha var. Herkes şok olmuş durumda. Hemen Hürriyet gazetesinin Kıbrıs muhabiri Ömer Bilge telefona sarılıyor ve Starzburg'da ki CNN TÜRK ekibini arıyor ve konuşmaların UP-Link ten duyulduğunu söylüyor. Yönetmen koşarak Birand'a cep telefonunu kapatmasını söylüyor. M. Birant önce anlamıyor sonra anlatıyorlar "efendim mikrofon yakanızda olduğu için ön izleme yapanlar sizi duydular" diyor ve M. Birant'ın ağzından Ha...S.....tir sözcükleri dökülüyor önce ve sonra herkese basıyor fırçayı... İşte Türkiye'nin tarihi gerçeklerinden biride böyle yaşanmış oluyor.
-
bu yazı üzerine elbette biz de bir şeyler yazacağız, şimdilik sadece okuyalım........
FETHULLAH GÜLEN'LE ''HİCRET''TE ''HASRET'' GİDERME...
Amerika'nın neredeyse orta yeri diyebileceğimiz "rüzgârlı şehir" Chicago'da iki gün geçirdikten sonra, kendimizi, güneyde Teksas'ta, Houston'da bulmuştuk. Michigan Gölü'nün rüzgar estiğinde kesen soğuğundan, Meksika Körfezi'nin dibine, tropikal rutubet ve sıcaklığa geçmiştik...
Amerika'dan Avustralya'ya, İngiltere'den Kanada'ya, dünyanın ileri gelen ilahiyat, tasavvuf ve felsefe uzmanları ve "İslamolog"larının "Fethullah Gülen Hareketi" (ve tabii Fethullah Gülen'in kendisi ve dünyanın her yerine yayılmış ve dünyada pek eşi bulunmayan okullar tecrübesi) üzerindeki tebliğlerini dinledik, tartışmalara katıldık. Geniş Amerikan coğrafyasındaki zamanımız, genellikle, kapalı mekanlarda geçti.
Şimdi, Amerika'nın bambaşka bir köşesindeyiz. Kuzeybatı'da. Hoş sonbahar günleri. Sonbahar, Amerika'nın bu köşesinde, özellikle güzellikler saçar. New York'a iki-iki buçuk; Philadelphia'ya bir buçuk saat uzaklıkta. Pennsylvania eyaletinde bir orman kampının içindeyiz. Fethullah Gülen burada. Fethullah Gülen ile birlikteyiz...
104 dönümlük, 10 binayı içeren bir arazinin ortasında, "merkez bina"da nihayet "hasret" giderecektik. Akşam yemeğini beraber yiyecektik. "Hasret" giderecektik sözü öylesine, gelişigüzel sarfedilmiş bir cümle değil. Bir hesapladım, Fethullah Gülen ile en son 1998'de görüşmüş olmalıyız. Dile kolay 7 yıl geçmiş, belki de 7,5 yıl.
Bana sanki hiç değişmemiş gibi geldi. Kendisine de söyledim, yüzüne bakınca gayet sağlıklı görünüyordu. Oysa, 7-7,5 yılın acımasız yıpratma ve yıpranma hükmünün, hepimizde izlerini bırakmış olduğu kesin. Bu yılların bendeki farkını, 7 yıl önceki fotoğraflarımdan biliyorum. Fethullah Hoca'nın ya da alışmış olduğumuz hitap tarzımızla "Hocaefendi"nin, aradan geçen bu 7-7,5 yıl zarfında nasıl sağlık sorunlarıyla boğuştuğunu, Amerika'nın bu güzel doğa köşesinin, onun için aslında nasıl bir "çilehane" olarak yaşandığını biliyoruz.
Fethullah Gülen'le bunca zaman sonra bir araya gelmiş, onu görmüş olmaktan olağanüstü mutlu olduğumu dışa vurmadım. İçimde yaşadım. Yazıyla bu "kayıt"ı "düşmüş" oluyorum. Bizi, birbirimizi görmekten men eden bir ortam oluşturan, "28 Şubat süreci" idi. Ona yönelik "karakter katli" kampanyaları, televizyonlarda birdenbire tedavüle sokulan, gerçekliği kuşkulu "provokasyon kasetleri", Gülen'i ülkesini terk etmeye zorlamıştı.
Bunca zaman sonra bir araya gelmemizden çok mutlu oldum. Sanki, içimizden "28 Şubat sürecine paydos" diye avazımız çıktığı kadar bağırmışız gibi hissettiğim için de...
Akşam yemeğinden sonra yukarı salona çıktık. Çaylar eşliğinde sohbet. "Eski günlerdeki" gibiydi. Türkiye'de arada bir öyle yapmaz mıydık?
Gecenin geç bir saatinde, 104 dönümlük orman arazisi içindeki evlerden birinde bu yazıyı yazmak amacıyla odama çekilip, dizüstü bilgisayarımı kucağıma aldığımda, bazılarının "1000 yıl devam edeceği"ni ileri sürdüğü "28 Şubat dönemi"nin adeta bir "ışık hızıyla" geçip, geride kaldığını aklımdan geçiriyorum. "Örtülü faşizm günleri"... Fethullah Gülen'le görüşemediğimiz günler. Fethullah Gülen'in Türkiye'yi terk etmek zorunda bırakıldığı, tansiyonunun 22'lere fırladığı o günler. Bugünün başbakanı Tayyip Erdoğan'ın hapsi boyladığı günler.
Tayyip Erdoğan, Trakya'da üç aylığına gönderildiği "Yusuf yuvası"ndan çıkıp, Ankara'da "Başbakanlık konutu"na yerleşebildiğine göre, Fethullah Gülen ile Pennsylvania'da buluşmamızın, ona konuk olmanın zamanı geldi, hatta geçti demektir. Ama, bir yandan da, Fethullah Gülen'in Türkiye'de yaşayabileceği şartlarda hala bulunamıyor olması, bu "gurbette" ve böylesine bir "hicret"te kalmaya devam etmesi de hüzün verici. "28 Şubat"tan aslında tümüyle "çıkamadığımız"ın bir göstergesi.
"28 Şubat'ın tutuklusu" bugün Başbakan olsa da bu böyle. Örneğin, "28 Şubat lanetlileri" nden biri olan benim, "itibarımın" gereği gibi "iade edilmediği"nin farkındayım. Hem, asıl, "28 Şubat'ın zoraki sürgünü"nün de, sürgünü bitmedi. Pennsylvania'da sürüyor.
O bakımdan, Fethullah Hocaefendi ile bu "buluşmamız" bana şu an pek "dramatik" geldi...
Amerika'da, 104 dönümlük bir orman kampında yaşıyor olduğuna bakmayın; bunca yılı, "merkez bina"daki küçük bir odasında geçirmiş o. Burası aslında onun "çilehane"si. "Gücü", bir "tasavvuf ehli" olmasından geliyor olmalı.
Fethullah Hoca, bir yandan olağanüstü basit ve sade bir insan. Ama, aynı zamanda da aynı olağanüstülükte karmaşık bir iç dünyası var. İnsan, dünyanın nice otoritesinin onun hakkında sayfalar dolu araştırma yapma gereğini niçin duyduğunu Chicago ve Houston'da dinledikten sonra, kendisiyle Pennsylvania'nın bir beldesinde yüz yüze görüşünce daha da iyi anlıyor.
Unutmayın, bu basit, sade, utangaç insan, St. Petersburg'dan Yemen'e, Japonya'dan Endonezya'ya, Makedonya'dan Avustralya'ya Türkiye'nin ve Müslüman kimliğin yüz akı 700 okulun, bunların arkasındaki binlerce "meçhul asker"in emeğinin ilham kaynağı. Türkiye'nin dünya çapındaki en etkili, en saygın değerlerinden biri...
cengizcandar@haberturk.com
Yazı giriş tarihi - saati : 16.11.2005 - 11:40
-
ORTADOKS İSLAM - PROTESTAN İSLAM (HER NE DEMEKSE)
BAKIN SİYAH ÇERÇEVELİ YENİ YAZILARINDA SÜÜPPEERRR HABERLER VAR
ARTIK BİZİM BİLDİĞİMİZ KENDİ HALİNDE GELENEKSEL OLARAK İSLAMI YAŞAYANLAR (OUT) PROTESTAN İSLAMİYET (IN)
ÇAĞDAŞ BATI UYGARLIĞI artık işi gücü bıraktı İslam' la uğraşıyor. Bu uğraşısı da "İslamı nasıl bozarız.." için ve nihayet PROTESTAN İSLAMİYETİ yumurtladılar. Bunu da yine etkili ve yetkili medya elemanları vasıtasıyla ufaktan zerketmeye başlamışlar. Her zamanki gibi öncüleri başta ERTUĞRUL olmak üzere kervana bir de FATİH ALTAYLI mı katıldı ne?
Ama en ilginç olan nokta yine ERUĞRUL' UN yazısında gizli. Bakın ne diyor.
Fatih Altaylı dünkü yazısında, bu olayın İslam'ın Türkiye'de, Hıristiyanlık'taki "Protestan ahlakının" doğuşuna benzer bir hareketi başlattığını yazıyordu.
"Müslümanlığın Protestanlaşması" kavramını üç hafta önce Paris'te "Avrupa İstikrar Girişi" adlı bir kuruluş tarafından hazırlanan raporda görmüştüm.
Bu kavramı, İslam'da bir reformun başlaması anlamında kullanıyorlardı.
Sanıyorum, bu gelişmenin ilk cesur işaretlerine tanık oluyoruz.
AVRUPA İSTİKRAR GİRİŞİMİ, bu da ne ola ki??? Hele biraz araştıralım...
Bizim oğlan sevgili ERTUĞRUL bugün köşesinde bunu CESUR ADIMLAR olarak yorumlamış.
Neymiş bu CESUR ADIMLAR?
İstanbul' da kadınlar ve erkekler camide yan yana, kadınlar başları açık vaziyette (yaz aylarında göbekleri de açık) saf tutarak Cuma namazı kılıyorlarmış.
Bu cemaatin arasında "adam gibi adam" RTE' nin başdanışmanı CÜNEYT ZAPSU' nun hanımı da varmış.
Zapsu açıklamasında şöyle demiş:
"Kadın-erkek karışık namaz kılınmasına bir itirazım yok. Ama benim bildiğim hanımların namaz sırasında başları açık olarak ibadet etmelerinin doğru olmadığıdır. Kendisi ile görüşeceğim. Eşimin başörtüsü ile de ibadet ettiğine şahidim. Onun senelerdir namaz ibadetini eksiksiz yerine getirmesi beni sadece sevindirir."
Demek ki AKP herşeyde ve her yerde yaptığı gibi dinde de reform yapacak, öyle anlaşılıyor. Baksanıza AKP' nin Genel Başkanı, ülkemizin Başbakanı, elma suyu içen inançlı insan,adam gibi adam'ın seçtiği BAŞDANIŞMAN, namazda kadın ve erkeklerin yanyana saf tutmalarına bir itirazım yok diyebiliyor. (Buna Anadolu' da ÖRT Kİ ÖLEM DERLER...!!)
PROTESTAN İSLAMİYET kendilerine hayırlara vesile olur inşallah....
Bu ZAPSU hakkında da çeşitli rivayetler var, aslında bir dönme aileden geldiği gibi. Her nedense bu gibi ucubelikleri yaratanlar hakkında hep bu suçlamada bulunulur ama, ucubelikleri ve yaratanları alt alta koyduğunuzda da bu gerçek ortaya çıkar nedense.
Şimdi bizim oğlanı okuyalım artık...
Ertuğrul ÖZKÖK
AKP'ye zarar verir mi
SUBAŞI Camii'nde cuma namazı kılan kadınlı erkekli grubun fotoğrafını görünce Başbakan'ın danışmanı Cüneyd Zapsu'yu aradım.
Zapsu'nun eşi Beyza Zapsu ile üç yıl kadar önce Büyükdere'deki evlerinde tanışmıştım.
Modern, dünyaya açık bir insandı.
Cüneyd Zapsu bu fotoğraftan dolayı üzgündü.
Eşinin cuma namazına gittiğini o da bu fotoğraftan öğrenmiş. Şunu söyledi:
"Kadın-erkek karışık namaz kılınmasına bir itirazım yok. Ama benim bildiğim hanımların namaz sırasında başları açık olarak ibadet etmelerinin doğru olmadığıdır. Kendisi ile görüşeceğim. Eşimin başörtüsü ile de ibadet ettiğine şahidim. Onun senelerdir namaz ibadetini eksiksiz yerine getirmesi beni sadece sevindirir."
Zapsu devamla "Gidip Başbakan'a bilgi vereceğim. Bundan dolayı AKP'ye zarar gelmesini istemem. O nedenle gerekeni yaparım" dedi.
* * *
Aramızda çok ilginç bir konuşma geçti.
Ben, "Bu fotoğraf AKP'ye niye zarar versin. Eşin kötü bir şey mi yapmış? Tam aksine modern Batılı bir kadın ve camide cuma namazına gitmiş" dedim. burada moral motivasyon destek veriliyor, deltaG)
O meseleye farklı bir açıdan bakıyordu.
"Türban karşıtları bunu partiye karşı kullanabilir" diyordu.
Ben, "Anlamadım, nasıl kullanırlar" deyince de şu yorumu yaptı:
"Üniversitelerde türbana karşı olanlar, şimdi "Bakın siz türbanlı kızların üniversiteye girerken türbanlarını çıkarmasına karşı çıkıyorsunuz. Ama eşleriniz camiye bile başı açık girebiliyor. Demek ki üniversiteye girerken de türban çıkarılabilirmiş" diyebilirler."
Ben ise tam aksi bir yorum yaptım:
"Siz de şunu söyleyebilirsiniz: "Sizler, bizim eşlerimizin, kızlarımızın başını zorla örttürdüğümüzü, kendi özgür iradeleri ile örtünmediklerini söylüyordunuz. Bakın bizim eşlerimizin bir kısmı özgür iradesi ile başını örtüyor, bir kısmı ise yine özgür iradesi ile örtmüyor, hatta camiye bile böyle gidiyor." Allahım sen aklıma mukayyet ol...deltaG)
* * *
Peki Başbakan bu fotoğrafa ne tepki gösterebilir?
Erdoğan akıllı bir insandır. Ben samimi olarak, böyle bir şeye tepki göstereceğini sanmıyordum.
AKP içinden hiç tepki gelmez mi? Hiç şüphesiz AKP'nin bir kanadından tepki gelecektir. demek ki bir kanadından da tepki gelmeyeceeek, peki bu kanat acep hangi kanat? deltaG.
Ama o çevreler, Beyza Zapsu'nun bırakın camide saf tutmasına, dışarda başını örtmemesine bile tepki gösteren kişilerdir.
Dolayısıyla onların tepkisini önemsememek gerekir.
Ayrıca onlara cevap vermek de çok kolay.
"Hani eşlerimiz özgür iradeleri ile hareket ediyorlardı" der geçersiniz.
Ayrıca, Ulaştırma Bakanı'nın eşinin yol kenarı lokantasında çekilen fotoğrafını hatırlatır, "Bu kadınlardan hangisi gerçek özgür iradesi ile davranıyor" der ve tartışmayı kapatırsınız. ( bu adama hayranlığım bu ifadeden sonra artık tepe noktasına vardı.deltaG)
* * *
Bu haberin Hürriyet'te yayınlanacağını öğrendikten sonra Cüneyd Zapsu'nun Başbakan Erdoğan'a durumu anlattığını öğrendim.
Erdoğan beklediğim tepkiyi vermiş:
"Bunun için canını üzme..."
Ancak Beyza Zapsu bu fotoğrafın yayınlanmasına çok üzülmüş.
Bence üzülmesi için hiçbir sebep yok.
Bu fotoğraf, kadınların dinle ilişkilerinde ikinci önemli tartışmayı başlatıyor.
Birincisi İzmir'de bir camide kadınların cenaze namazına erkeklerle aynı safta katılmalarıydı.
O fotoğraftan sonra Türkiye'nin birçok yerinde kadınlar cenaze namazlarına katılmaya başladılar. (Ufaktan ufaktan toplumu alıştırıyorlar.deltaG)
Bana göre, Beyza Zapsu ve arkadaşlarının Subaşı Camii'nde çekilen fotoğrafları, ikinci büyük tartışmayı tetikleyecek.
Kadınların giderek camide kendilerine yer istemesi, ister istemez, namazın uygulanma biçimlerini de tartışmaya açacaktır.
İki-üç yıl kadar önce Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Afrika kökenli Amerikalı Müslümanların camilerinde, kiliselerdeki rahle sistemini uyguladıklarını görmüştüm.
Ben uzmanı değilim.
Ama şu sorunun cevabı mutlaka aranacaktır.
Namaz ille de klasik secde biçimi ile mi kılınabilir?
Yoksa kadınla erkeği daha kolay yan yana getirecek biçimleri mümkün müdür?
* * *
Fatih Altaylı dünkü yazısında, bu olayın İslam'ın Türkiye'de, Hıristiyanlık'taki "Protestan ahlakının" doğuşuna benzer bir hareketi başlattığını yazıyordu.
"Müslümanlığın Protestanlaşması" kavramını üç hafta önce Paris'te "Avrupa İstikrar Girişi" adlı bir kuruluş tarafından hazırlanan raporda görmüştüm.
Bu kavramı, İslam'da bir reformun başlaması anlamında kullanıyorlardı.
Sanıyorum, bu gelişmenin ilk cesur işaretlerine tanık oluyoruz.
-
DÜNKÜ YAZIMIZIN KONUSU OLAN İSLAMIN YOZLAŞTIRILMASI VE TOPLUM YOZLAŞTIRICILARI ERTUĞRUL VE ŞÜREKASI HAKKINDA TEPKİLER GELMEYE BAŞLADI.
ALLAHTAN ARSLAN BULUT GİBİ BAZILARININ REFLEKSLERİ HALA SAĞLAM,
Okuyalım...
Altaylı ve Özkök''e tavsiyem!
Türkiye''nin gündemine Avrupa kaynaklı olarak "İslami Kalvinizm" diye bir kavram sokuldu! Ali Kırca''nın Siyaset Meydanı''nda bu kavram tartışıldı. Sonra biz konuyla ilgili görüşlerimizi yazdık.
Yenişafak''ta Davut Dursun "İslami Kalvinistler" başlıklı yazısında tartışmanın nereden kaynaklandığını özetledi:
"Avrupa İstikrar Girişimi (ESI) adlı kuruluş 2004 yazından bu yana Türkiye ile ilgili çalışmalar yaptı:
Bu çalışmalar sonunda bir rapor yayınlandı. Raporun adı ''İslami Kalvinistler: Orta Anadolu''da Değişim ve Muhafazakarlık.'' Şimdi Türkiye''de bu rapor tartışılıyor.
Raporun ana teması şu: Orta Anadolu''da ekonomik bakımdan en gelişmiş merkezlerin başında Kayseri geliyor. Kayseri örneğinde ortaya çıkan ekonomik gelişmişlik aynı zamanda dini değerlere bağlı muhafazakar bir beldedeki gelişmişliği ifade ediyor. Bu örnek ekonomik kalkınmanın ve modern dünyanın değerlerinin İslam ile bütünleşebileceğini ortaya koyuyor. Bu durumu en iyi özetleyen ''İslami Kalvinizm''dir. Raporun son cümlesi anlamlı:
-Ekonomik başarı ve toplumsal gelişmenin, İslam ve modernliğin sorunsuz biçimde birlikte yaşadığı bir ortam oluşturduğu ortada. Bugün Avrupa Birliği''ne girmek için çabalayan işte bu tür değerlerle şekillenen bir Anadolu."
***
Derken, Fatih Altaylı, Takvim gazetesinin yayınladığı başı açık kadınların erkeklerle birlikte Cuma namazı kılması ile ilgili fotoğraf hakkında "İslam Protestanları" başlığı altında kısa bir değerlendirme yaptı.
Ertuğrul Özkök ise konuyu "AKP''ye zarar verir mi?" penceresinden inceledi! Zira, başı açık olarak erkeklerle birlikte ön safta namaz kılan kadın, Başbakan Tayyip Erdoğan''ın başdanışmanı, AKP kurucusu Cüneyd Zapsu''nun eşiydi.
Bu arada, söz konusu grubun "öncülerinden" Ahmet Küre''nin "Tarikatçı değil Atatürkçüyüz" sözleri de Hürriyet''te manşetti!
Oysa, Atatürk, tarikatlarda oluşturulan yozlaşmış kültür yerine Kur''an''ı Kerim''i, dönemin en büyük İslam bilginlerinden Elmalılı Hamdi Yazır''a Türkçe''ye tercüme ettirmiş, devleti kurarken Diyanet İşleri Başkanlığı''nı da kurmuş ve Türkiye''nin dini anlayışına bir istikamet vermişti. Atatürk, dini, her türlü sapıklıktan temizlemişti! Şimdi Amerika''dan esen yellerle sözde İslami anlayış geliştirenlerin "Atatürkçüyüz" demesi, bize göre Atatürk''e hakarettir!
Vakit gazetesinde de aynı konu manşetti: "Amerikancı fitne Türkiye''de! İslam''ı yozlaştırma operasyonu, önce bir katedralde Amina Vadud ile başladı. Sonra Esra Numani, bir Yahudi Üniversitesinde Cuma namazı kıldırdı. Ve şimdi de ABD''li reformistlerin uzantıları Türkiye''de fitneye başladı."
Vakit gazetesinde İstanbul milletvekili Emin Şirin''in Cüneyd Zapsu''ya yönelttiği "Ailenizin üst kademelerinde anneanne, babaanne ölçeğinde başka bir dine mensup insanlar var mı?" sorusuna da yer verildi.
***
Ertuğrul Özkök yazısını şöyle bitiriyordu:
"Fatih Altaylı, bu olayın İslam''ın Türkiye''de, Hıristiyanlık''taki ''Protestan ahlakının'' doğuşuna benzer bir hareketi başlattığını yazıyordu. ''Müslümanlığın Protestanlaşması'' kavramını üç hafta önce Paris''te ''Avrupa İstikrar Girişi'' adlı bir kuruluş tarafından hazırlanan raporda görmüştüm. Bu kavramı, İslam''da bir reformun başlaması anlamında kullanıyorlardı. Sanıyorum, bu gelişmenin ilk cesur işaretlerine tanık oluyoruz"
Halbuki Fatih Altaylı, "Bunun tahlilini bugünden yapabilmek ise bence imkan dahilinde değil" diyordu. Yani Özkök gibi hemen söz konusu çabaları kutsamıyordu.
Üstelik konunun uzmanları da var. Altaylı ve Özkök''e, "İslami Kalvinizm"in ne anlama geldiğini Türk kamuoyuna doğru duyurmaları için "Medeniyetlerin Aşil Topuğu" kitabının yazarı Orhan Dündar ile görüşmelerini veya en azından bu kitabı okumalarını tavsiye ederim. Dündar''ı 0 312 231 82 04 numaralı telefonla bulabilirler.
***
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Kalvinizm veya Protestanlık, Türk kozmolojisinin çarpıtılmış bir şekilde Hıristiyanlaştırılmasıdır. Bugün, AKP''nin ve Dinlerarası Diyalogçuların yaptığı iş, Batı''nın Türk kozmolojisini kendine uyarlayarak üstünlüğü ele geçirdiğini görmeden, Türk''ün medeniyet anlayışını, Türk kozmolojisini Protestan medeniyetinden veya Kalvinizmden almaktır!
İslam referansı ile yola çıktığını söyleyenler, farkına varmadan Hıristiyanlaşmaktadır! Zaten fitnenin hedefi budur!
AKP''nin de, Dinlerarası Diyalogçuların da temel ihtiyacı, Hıristiyanlaşmak değil, Türkleşmek, hatta Atatürk''ün belirttiği gibi "özleşmek"tir!
26.01.2006 | Yeniçağ Gazetesi
-
MERAKLILARI İÇİN...
İSLAMİ KALVİNİSTLER raporunu okumak için
http://dosyalar.hurriyet.com.tr/down...SE_KKARASU.zip