Re: Memleketimden aydın manzaraları
Alıntı:
Nur Çintay/Radikal
Atatürk'ü özlemeyenimiz var!
Bu 70 milyonluk dev ailede neden türbanlı yokmuş da, ne kadar Beyaz Türk aileymiş de, Hürriyet'in son reklam filmi üzerine pek çok şey söylendi. Ben şunu merak ediyorum: Ferzan Özpetek, insanları yemek masası etrafında toplamadan, artık 20 saniyelik reklam filmini bile bitiremiyor mu?
Asıl dikkatimi çeken, yine Hürriyet'in, gazetede yayımlanan yarım sayfalık ilanı. Aşağıda 'Biz 70 milyonluk dev bir aileyiz' cümlesi.
Mustafa Kemal'in verev çizgili kravatına doğru da yine hafif verevlemesine yerleştirilmiş bir soru:
'Onu özlemeyenimiz var mı?'
Evet, var! Ben mesela, Atatürk'ü özlemiyorum.
Çünkü onunla hiç tanışmadım, kokusunu bilmiyorum.
İnsan, kokusunu bilmediği birini özlemez.
Sevgilini özlersin, eşini, anneni, babanı, çocuğunu, kardeşini, belki yakın akrabalarını, hepsini değil... Yakın arkadaşlarını, bazen uzak arkadaşlarını da... Ama mutlaka tanıdığın, ilişki kurduğun insanları. Bir süre görüşememişsindir, göreceğin gelir, özlersin...
Atatürk'ü özlemek, bu açıdan hiç anlamadığım bir şey. Yıllardır
10 Kasım'larda, 29 Ekim'lerde gazeteler 'Özlüyoruz' sürmanşetiyle çıkıyor. Saygıyla anıyoruz, elbette ve daima, ama birlikte rakı içmediğim, yemeğe geçmediğim, dans etmediğim, dedikodu yapmadığım, tenine hiç değmediğim birini özlemeyi doğrusu içim anlamıyor.
Ayrıca da 'Özlemeyenimiz'i hatasız yazıp sürçmeden okuyabilene bir ödül verilmeli. Doğum günü Hürriyet'i hiç fena olmaz!..
Buyrun size Türkiye aydını:(
Re: Memleketimden aydın manzaraları
Alıntı:
Ayrıca da 'Özlemeyenimiz'i hatasız yazıp sürçmeden okuyabilene bir ödül verilmeli.
Zaten eleştirimiz, (halkı asla hakir görmeden, çünkü bunda onların hiçbir suçu yok,suç bizde, eee ne ekersen onu biçersin) hatasız yazamayıp, dili ancak sürçerek okuyabilenlere...
Normaldir, aydın olmak her zaman aydınlık olmayı gerektirmiyor, popülizm (İlkelerden Halkçılık demek değildir) had safhada ise ve bu bilinçli olarak kullanılıyorsa aydınlarımız ile ne kadar gurur duysak azdır...
Re: Memleketimden aydın manzaraları
Benim köyümde geçeleri aydınlatsın diye kullandığımız lambalar vardı ona iş çıkarmasın diye üzerine çilet koyarlardı şimdiki bazı aydınlarımız aynen öyle
Ağız tadıyla yalakalık yapıp bazı çevrelerle iyi geçinmesinin yolunu bulmuşlar yuvarlanıp gidiyorlar.!
Hasan dağı arpalıktır,eyer
Saban yürürse
Her derde bir değirmen,eyer suyu gelirse
Her kümeste birer tavuk
Eyer köylü verirse
Güzel gidiş bu,eyer sonu gelirse!
Hasan Pulur.
Hak bellenen yolda gerekirse yanlız yürüneçektir.
Re: Memleketimden aydın manzaraları
"Tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır" diyen şair (yanılmıyorsam Ziya Paşa) acaba hangi aydınımızı anlatmaya çalışıyordu?
Re: Memleketimden aydın manzaraları
Sn. Bilgili,
Sözün sahibi Ziya Paşa olmayıp, laedri de olsa, sözün hedefi ben ve benim gibi düşünenler ise, uzun kulaklı arkadaşlarımıza benzetilmekten rahatsız değilim.
Genelde bizim familya o eşsiz içgüdüleri ile depremi erken haber verir. O yıkıntıdan ilk kurtarılacak olarak :o kaydınızı yapıyorum.
Selam ve sevgiler,
Re: Memleketimden aydın manzaraları
Konu aydın olunca , o güzel şarkının sözlerini alıntılayıp rahmetli Cem Karaca'yı anmamak olmaz.
Yarım Porsiyon Aydınlık
Her zamanki köşenizde
Her zamanki barınızın
Önünüzde viski ve havuç
Ve bir eliniz çenenizde
Kaşınız hafifçe yukarıda
Bakışlarınız ne kadar bilgiç
Hiçbirşey üretemeden
Sadece eleştirirsiniz
Sinemadan siz anlarsınız
Tiyatrodan, müzikten
Heykel, resim, edebiyat
Sorulmalı sizden
Ekmeğin fiyatını bilmezsiniz
Ama ekonomi, politika
Karılarınızı döverken siz
Ne kadar bilimselsiniz
Bu yaz yine güneydeydiniz
Bol rakı, güneş ve deniz
Herşey bir harikaydı
Ancak yerli halkı beğenmediniz
Burda da, orda da o aynı barlar
Hep o aynı yarım porsiyon aydınlık
Aynı çehreler, aynı laflar
Vallahi hiç değişmemişsiniz
Re: Memleketimden aydın manzaraları
Alıntı:
Av.Abbas Bilgili rumuzlu üyeden alıntı
"Tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır" diyen şair (yanılmıyorsam Ziya Paşa) acaba hangi aydınımızı anlatmaya çalışıyordu?
Bu sorunun cevabı herhalde sizde gizli Abbas bey, söyleseniz de biz de öğrensek hani? Mesela bana göre Nur Çintay'ı kasdetmiş olabilir, belki de Cüneyt Ülsever'i ne dersiniz???
Re: Memleketimden aydın manzaraları
Sayın Gür ve Sayın milo;
Açıkçası ben hiç kimseyi ima etmeden, konuya renk katsın diye o sözü alıntıladım.Söyleyenin Ziya Paşa olup olmadığını kesin olarak bilmiyorum, sadece tahminen Ziya Paşa olarak belirttim. Sanıyorum bizdeki aydın sorunu yeni değil, hayli eskilere dayanıyor. Cüneyt Ülsever o kategoriye girer mi girmez mi bilmiyorum, ama benim beğendiğim bir yazardır. Nur Çintay için yorum yapma gereği duymuyorum. Sayın Gür'ün listeye bizi de alması "kendisi ile birlikte" olduktan sonra mahzuru yok diye düşünüyorum. Ama şimdi Fırat "beni niye listeye almıyorsunuz" diyerek alınganlık gösterirse sorunu çözmek Sayın Gür'e düşüyor.
Selamlar.
Re: Memleketimden aydın manzaraları
Aydınlar ve eleştiriler (1)
Aydınların her tür düşünceye, görüşe, metne eleştirel olarak yaklaşmaları doğaldır. Aydınların hiç kuşkusuz en önemli görevlerinden biri de bu. Milliyet yazarı Taha AKYOL da, Barolar Birliği’nin Anayasa Önerisi’ni eleştirmiş, “Barolar Birliği taraf mı, bir kulüp mü” diye sormuş. Sayın AKYOL bir aydın olarak, tabii ki eleştiride bulunacak. Bu, bir anlamda görevi de. Üstelik tüm anayasalar gibi, TBB Anayasa Önerisi de eleştirilebilir.
Ancak 2008’de istersek bir anayasa yapalım, istersek de bir anayasa önerisini eleştirelim, önce bir noktada anlaşmamız gerek. O da şu; hem anayasa önerilerinin, hem de eleştirilerin, her şeyden önce “çağdaş demokrasi” anlayışı ve ilkeleri çerçevesinde yapılması gerekir. Yani “metin ne kadar demokratik ya da değil, çağdaş demokrasinin ilkelerini ne kadar yansıtıyor ya da yansıtmıyor”, tüm tartışmanın bu kavram ve değerler üzerinden yürütülmesi gerekir. Tabii demokrasi dışında bir rejim ya da “modası geçmiş bir çoğunlukçu demokrasi” beklentisi ve umudu içinde değilseniz. Yani temel referansınızın sadece “çağdaş demokrasi ve ilkeleri” olması gerek.
Dolayısıyla anayasanız, “ÇAĞDAŞ demokrasi” anlayışı çerçevesinde, her şeyden önce KATILIMCILIĞI sağlamak zorunda. Nitekim, TBB anayasa önerisi de, çok geniş bir siyasal katılım sağlamaya çalışmış, (madde 38- 40-46) hatta bugüne kadar olmayan yeni katılım yolları önerilmiş (madde 6 ve 41). Sonra geniş bir TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER listesi geçerli olmalı. Nitekim TBB önerisinde çok geniş ve güvenceli bir hak ve özgürlükler listesi getirilmiş. Sosyal haklar geliştirilmiş, insan onuru, barış hakkı, gelişme hakkı gibi yeni hak kategorileri getirilmiş. Kadın-erkek eşitliği çerçevesinde, ilk kez kadınların temsili ilkesine (madde 11, 45, 59, 92, 139, 141, 144) yer verilmiş. Daha sonra anayasanız, ÇOĞULCULUK ilkesine dayalı olmak zorunda. Yani değişik görüş, düşünce, ideolojiler var olacak ve bunlar güvence altında olacak. Aynı yönde, KURUMSAL ÇOĞULCULUK da sağlanmalı. Yani bir bölümü halk tarafından seçilen, birbirinden ayrı kurumlar (bağımsız yargı, özerk kuruluşlar, bağımsız idari kurumlar gibi) varolacak, bunlar birbirlerini dengeleyecek, frenleyecek. Ve son olarak, yargı bağımsızlığını da içeren HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ geçerli olmak zorunda.
Nitekim TBB önerisinde, bu ilke çok geniş biçimde uygulamaya geçirilmiş, yargı bağımsızlığı düzenlenmiş (madde 152-157); anayasa şikâyeti gibi bir hak arama yöntemi de (madde 166) ilk kez sisteme dahil edilmiş.
***
Ama sadece “öneriler” değil, eleştirilerinizin de AMACI aynı olmalı. Yani çağdaş bir demokrasi anlayışına uygun mu, değil mi? Konu bu olmalı. Örneğin “bu kurum demokrasiye uygun değil” ya da “temel hak ve özgürlükler güvencesiz kalmış” ya da “yargı bağımsızlığı yeterli değil” denmeli. Denmeli ki, “demokrasiyi gerçekleştirebilelim, eksikleri giderelim.”
Ama Taha AKYOL’un TBB Anayasa Önerisi üzerindeki eleştirileri ÇOK İLGİNÇ! Demokrasinin ilke ve kuralları ile ilgili hiç ELEŞTİRİ YOK. Örneğin “TBB önerisinde katılım yetersiz ya da çoğulculuk güvencesiz” gibi bir eleştiri yok. Veya “özgürlükler iyi düzenlenmemiş” de yok. Pekiyi neyi eleştirmiş? Sayın AKYOL’un eleştirileri tamamen BAŞKA alanda:
1) “Barolar Birliği’nin yeni metninde ÜÇ DEFA Atatürk’ten bahsediliyormuş. Atatürk milliyetçiliği ve Atatürk ilkeleri vurgulanıyormuş.” 2) “Taslakta, ‘aydınlanma’ bir devlet görevi haline getiriliyormuş.” “Aydınlanmanın devlete görev olarak yüklenmesi, belgenin nasıl bir siyasi görüşle hazırlandığının göstergelerinden biriymiş ve totalitarizme açıkmış.” 3) Daha sonra “kamu yararı” diye bir kavramın kullanılmış olması çok yanlışmış. “Kamu yararı şartını koymak, mevcut içtihatların bile gerisinde devletçi bir yaklaşımmış.”
4) Ayrıca “Anayasa değişikliklerinin esas açısından denetlenmesi” de, Sayın AKYOL’a göre çok yanlışmış. 5) Ve tüm bu demokrasiye aykırılıkların(!) nedeni de; “yapanların içinde, hiç liberal anayasa hukukçusu olmamasıymış.” İLGİNÇ noktalar doğrusu. Onları da bir dahaki yazıda ele alalım.
Süheyl Batum / VATAN
Re: Memleketimden aydın manzaraları
Neyse ki hala gerçek anlamda aydınlarımız var...
Söyle bakalım türbanla yoğurt mayalayabilir misin?
Latife Tekin'in en belirgin özelliği ne diye soracak olursanız, benim cevabım farklılığı olacaktır. Kesin farklı bir kadın. Cesur ve kimselere benzemiyor.
İki farklı adamdan biri erkek, biri kız iki çocuğu var. İkisi de onun yanında. Güçlü ve özgür bir kadın. Kendine güvenen bir kadın. Doğal bir kadın. Bütün bu özellikler de onu çok güzel kılıyor. 10 yıldır Bodrum, Gümüşlük'te yaşıyor. Son kitabı Muinar bir kadın manifestosu. İçinde türban masalları var. Türbana bakışı da farklı, başka bir perspektiften. Türban bu ülkede uzun zamandır konuşuluyor, tartışılıyor. Bence Latife Tekin de ciddiye alınması ve tartışılması gereken şeyler söylüyor...
Son kitabınızın adı Muinar. Bir kadın manifestosu. Aynı zamanda türban masalları. Hangi saikle yazdınız?
- Muinar, benim içimde uyanan ölümsüz bir ruh. On bin yaşında bir kocakarı...
Ooooooo!
- Evet, evet. Şaşacak bir şey yok, ben bütün kadınların içinde bir kocakarının saklı olduğuna inanırım. Muinar bana dünyadaki ilk kadından bu yana, biz kadınlar neler yaşadık, nasıl var olduk, kadın olarak kendimizi nasıl taşıdık, bugünlere nasıl geldik bunları anlatıyor. Gerçekten de bir fısıltı gibi uyandı içimde. Ben sordum o anlattı, hikaye derinleştikçe derinleşti. Haliyle, konu kadınların örtünme meselesine de geldi.
Kadın meselesi, türban üzerine yazabilmek için muhtemelen bir araştırma yaptınız. Ne kadar derine gittiniz? Örtünme ne zaman başlıyor?
- Ben 17-18 yaşından itibaren kadın hareketinin içindeydim. Kadınlar hakkında düşündüm, okudum, o yıllardan beri de bu konu üzerine çalışıyorum. Muinar'ı yazarken de bir sürü şeyi yeniden okudum. Tamam, insan doğa karşısında zayıf bir varlık, ilk önce korunma içgüdüsüyle örtündü. Ama türban, böyle bir şey değil. Bazı kadınların başlarını örtmesi, kendilerini diğer kadınlardan ayırmaları Sümerler'le başlıyor. Türban adını verdiğimiz o üniformaya gelince, biraz daha alengirli bir mesele. Türkiye'de geçmişi pek gerilere gitmiyor, yeni bir şey, üstelik şehirlerde çıktı. Bizde, her iktidara gelenin bir şapkası var dikkat ettiyseniz. Atatürk'ün kalpağı, Demirel'in fötr şapkası, Ecevit'in kasketi, Özal'ın kovboy şapkasını da unutmamamız lazım. Tayyip Bey'in görünürde bir şeyi yok ama aslında var. Şapka cinsiyet ve biçim değiştirdi diyorum ben, Tayyip Bey'in şapkası bugün Emine Hanım'ın başında. Tanrısal anlamı bir yana; türbanı, iktidardakilerin kendilerini diğerlerinden ayırmak için kullandıkları bir simge olarak değerlendiriyorum ben.
TUHAF OLAN AYNI BİÇİMDE SARIYOR OLMALARI
Sizce türban kadınların kendi iradeleriyle karar verdikleri bir örtünme biçimi mi? Yoksa, erkeklerin dayatması mı?
- Ben herhangi bir soruya cevap ararken doğaya bakarım. Doğa bize yalan söylemez. İnsan dışında, doğada başına bir şey şeyler geçiren, bez dolayan başka bir canlı var mı? Yok. Diğer canlılar, kendilerini, nasıl var oldularsa öyle taşıyorlar. Sadece insan, kılıktan kılığa giriyor. Başı kıymetli tabii insanın, beyni var, hassas bir organ, orayı korumak ihtiyacı hissedebilirsin, o nedenle de bir şeyler sarabilirsin kafana. Ama burada tuhaf olan, bütün bu insanların hep aynı biçimde sarıyor olması. Ben kafayı buna takıyorum. Tabii bir de şu var: Dünyayı kadınlar yönetiyor olsaydı, takarlar mıydı başlarına örtü? Hiç zannetmiyorum. Tabii ki erkeklerin dayatması. Erkekler olmasa, kadınlar başlarını örtmeyecekti. Karşı cinsle bir mesele var yani.
Ama "Ne alakası var ben kendi isteğimle örtündüm!" diyen bir sürü kadın var. Bir kadının aile ve mahalle baskısı olmadan örtünmesi mümkün değil mi?
- Benim de kendi isteğiyle örtündüğünü söyleyen dostlarım var. Onlarla aramızdaki tartışma şu: İyi tamam, örtünmek istediniz, böyle bir ihtiyaç hissettiniz, o zaman başınıza bir şey atarsınız ama bu yaptığınız şeyin bir formu ve biçimi var. Bu, tasarlanmış bir şey. Herkes aynı anda, aynı şekilde kapanmayı adet edinmiş. Neden? Örtünmenize karşı değilim, örtünün, bu sizin kendi seçiminiz ama aynı biçimde örtünmeniz irkiltici. Üniforma gibi. Eğer inancınız doğrultusunda, Allah'a kendinizi daha yakın hissetmek ya da sevdirmek için yaptığınız bir şeyse, bunun bir ortak biçimi olamaz. Bana doğal gelmeyen bu. Bir de tabii, biz nasıl doğduysak, öyle yaşayıp gitmeliyiz, başımız, alnımız açık. Bizimle birlikte dünyada var olan erkekler kapanıp örtünmezken, biz niye örtünelim?
Sizce, türban kadının nesine aykırı?
- Nesine uygun ki! Varlığına mı, doğasına mı? Bedenimizi, saçlarımızı kapatıyorlar. Oysa saçlarımız tel tel, bunun bir anlamı var. İçinde hava gezsin dolaşsın, rüzgar uçuşsun, hava alsın kafamız diye. Bunu sürekli bir bezle sıkı sıkıya kapamak, insanın doğasına aykırı bir şey.
Sizce kadının hangi özelliğini bastırmaya yönelik bir şey bu?
- Kadın, kışkırtıcı, lanetlenmiş yaratık olarak değerlendiriliyor. Şeytan, içine girmiş ya...
Niye bu şeytan, sadece kadının içine giriyor da, erkeğe bir türlü uğramıyor...
- Erkeğin içine de giriyor ama erkeğin şeytanı serbest. Güç ve iktidar sahibi olduğu için, erkeğin şeytanıyla başı hoş. Kadın ise baskı altında. Gerçekten de kadın, uzun yıllardır yönetemiyor dünyayı. Her şey erkeklerin kontrolünde ve hayat, onların istediği bir biçimde örgütlenmiş. Kadın da haliyle kendini erkeğe bağlı tarif ediyor. İtiraz ettiğim şeylerden bir de bu: Türbanı konuşurken, hep karşı cinsle ilgili bir şeymiş gibi konuşuyoruz. Kadınlar olarak kendimize dair şu soruların cevabını vermiyoruz: Dünyada biz niye varız? Var olma sebebimiz nedir? Erkekleri kışkırtmak için mi varız? Bu mudur yani? Kışkırtmamamız için, kafalarımızı bezle örtmemiz mi gerekiyor! Bizler, bezsi ve çaputsu yaratıklar haline dönüştük. Hele Anadolu'daki kadınların hali çok hüzün verici. Bezlerden, kumaşlardan görünmüyor. Pardösülerin içinde iki büklüm olmuş haldeler. Dişilikten tamamen budanmış bir görüntü, estetik de görünmüyor...
Ya büyük şehirlerde durum ne?
- Türban artık bir sektör, varlıklı insanlar şehirlerde göze hoş gelebilecek bir biçimde örtünebiliyor, gençler renklendiriyorlar da ama yine de benim gözümü rahatsız ediyorlar. Her zaman olduğu gibi yoksulların durumu içler acısı. Bedenleri içe doğru bükülmüş, ifadeleri solmuş...
Benim anlayamadığım bir şey daha var: Kafamızı örttüğümüz bez parçaları, erkeklerin bize şehvet duymasını nasıl engelleyebilir? Hayal gücü diye bir şey var, adam seni arzulayacaksa sen ne yaparsan yap arzulayacaktır...
- Tabii öyle. Bir de şu mesele var: Kadınların şehvet hisleri ne olacak? Yani şehvet, sadece erkeklerin duyduğu bir şey midir? Tuhaf değil mi, hep erkek merkezde. Şehvet duyacak olan erkek, namusu korunacak olan erkek. Sorun şehvetse, bizim de böyle hislerimiz var. Neden bütün tedbirler kadına getiriliyor da erkeğe getirilmiyor? Getirilsin, onlar da örtünsün!
Peki sizce kadınlar neden isyan etmiyor? Neden kapanmak, örtünmek normal geliyor?
- "Kadınlar sokağa çıkamıyor, ama türbanlarını takınca bu hakkı elde ediyorlar. Türban kadınlar için bir özgürleşme aracı" diyenler var. Ben katılmıyorum. Türbanı tek başına konuştuğumuz zaman doğru olabilir ama büyük fotoğrafa baktığımızda, iktidarda olan partinin bayraklaştırdığı bir simge. Hiç de masum değil.
Bazı liberal aydınlar, türbana anlayış gösterirken, hatta desteklerken siz neden göstermiyorsunuz?
- Çünkü ben liberal aydın değilim! Zaten anlayış göstermenin bile, bir yukardan bakmak olduğunu düşünüyorum. Ben kendimi, türban takan kadınlara anlayış gösterecek bir konumda tanımlamıyorum. Ben size duygularımı söylüyorum. Türban beni irkiltiyor, göz sinirlerimi geriyor, ruhum kaldırmıyor, boğulma hissi geliyor. Emine Hanım'la Hayrünnisa Hanım'ın yan yana fotoğraflarını basıyorlar, bakamıyorum, gözlerimi kaçırıyorum, rahatsız oluyorum, bende ruhsal bir sıkışma yaratıyor.
Neden bu kadar tepkilisiniz?
- E çünkü ben kendileri örtünmediği halde, türbana destek veren insanları anlayamıyorum. Merak ediyorum nasıl bir ortamda yetiştiler? Bir kız çocuğu olarak, bir genç kız olarak özgürleşme mücadelesi verdiler mi? Erkek baskısından, mahalle baskısından kurtulmak için çaba sarf ettiler mi? Ben örtü baskısı yaşamadım ama kadınların üstünde çok ciddi bir baskı olduğunu hep bildim. Ve özgürleşebilmek için çok ciddi bir mücadele verdim.
Nasıl bir mücadele?
- Ben Beşiktaş'ta büyüdüm, Hayrünnisa Hanım'ın büyüdüğü yerde. Beşiktaş, Kayserililerin çok yoğun olduğu bir bölgedir. İnanılmaz bir hemşerilik baskısı vardır. Hep denetlenirsin, nereye gidiyorsun, nereden geliyorsun, ne yapıyorsun? Yani mahalle baskısı denen şeyi ben küçükken çok net ve güçlü bir şekilde yaşadım. O durumda yapılabilecek iki şey var: Ya onların görmek istediği gibi akıllı uslu bir kız çocuğu olursun, icabında başını da örtersin, başını örtmüyorsan bile namusuna halel getirmezsin, utandırmazsın mahallenin erkeklerini... Ya da o baskıdan kurtulmak için, onlarla kavga etmeye başlarsın. Ben çocukluğumdan beri bunu yaptım. O yüzden türban benim için irkiltici. Örtünen kadın benim için, erkekle uzlaşmış, onun baskılarına boyun eğmiş kadın anlamına geliyor. Böyle özgürleşme olmaz. Böyle, sadece erkeğin koluna girersin, onunla uzlaşırsın.
Mutlaka aksini söyleyecek kadınlar vardır...
- Tabii. Diyebilir ki, "Benim özgürlüğüm değil mi, istersem uzlaşırım sana ne."
Bir de tabii şöyle diyebilirler: "Bunun erkeklerle uzlaşmakla alakası yok, bu benim inancım, kutsal kitabımın gereklerini yerine getiriyorum!"
- Kitapta böyle bir şey yazmıyor. O kadarını biliyoruz. İlla örtünün diye bir şey yok. Allah sevgisi için örtünmek gerektiğini de zannetmiyorum, erkeğin sevgisi için olabilir ama...
Peki bir kutuplaşma, bir iddialaşma yüzünden birtakım genç kızların okuyamaması sizi üzmüyor mu?
- Üzmez mi? Üzüyor. Ben zaten kadınlar türban takmasınlar demiyorum ki, istediklerini yapsınlar ama ben de bütün bu olup biten karşısında ne hissediyorsam söyleyebileyim.
Okumak için başka ülkelere gitmek zorunda kalmaları acıklı ve tuhaf gelmiyor mu?
- Valla hiç okuyamayan gençlerin dramı bana daha acıklı geliyor! Onların hiç değilse paraları var, gidiyorlar...
Sizin için bu türban meselesinin en can sıkıcı tarafı ne?
- Kadınların buna heves ediyor olması. Beni ilgilendiren, kadınların özgürleşmesi. Dünyanın her yerinde erkekler ellerini kollarını sallayıp nasıl rahat rahat dolaşabiliyorsa, kadınlar da aynı hakka sahip olmalı diye düşünüyorum. Biz kadınlar, geceleyin türban taksak da takmasak da, ıssız bir sokaktan geçerken korkuyoruz. Türban takan kadınlar, bir biçimde belki daha korunmalı durumdalar. Hani, "Ben sizin kurallarınıza uyuyorum, örtülüyüm, sahibim var, namusluyum" falan filan. "Bana saldırmayın, ötekilere saldırın" gibi bir şey de yansıyor, ister istemez. Erkeklerin sokağında, erkekleri rahat ettirecek bir şekilde giyindikleri için, böyle giyinmeyen kadınları yalnızlaştırıyorlar, ötekileştiriyorlar. Ama yine söylüyorum, türbanlı ya da türbansız, kadınlar derin bir korku taşıyorlar içlerinde. Beni işte bu korkuyla yüzleşebilmek, bu korkudan kurtulabilmek ilgilendiriyor. Bunun da yolunun, kafamıza, sağımıza, solumuza bir şey sarmaktan geçtiğine inanmıyorum. Tersine, bedenimizi bütün doğallığıyla taşıyabilmemiz, saçımız başımızla, doğuştan gelen var oluşumuzla daha barışık olmamız gerekiyor. Kadınların korkularının örtündükçe derinleşeceğini düşünüyorum.
Bu konuştuklarımız, bir kız annesi olarak sizi ne kadar endişelendiriyor?
- Anlatamayacağım kadar çok. Ben Türkiye'de bir yeraltı kadın hareketinin olması gerektiğini düşünüyorum. Türban takanlar bunu nasıl örgütlü ve güçlü bir biçimde ifade edebiliyorlarsa, bizler de kendi duygularımızı çok açık ve kuvvetli bir biçimde ifade etmeliyiz. Özgürlük alanımızın daraltıldığını hissediyorsak, buna izin vermemeliyiz. Böyle bir örgüt olsa, kızımla ben bir direniş hücresi oluştururum hemen!
TÜRBAN İLE TÜLBENT ARASINDAKİ FARK
Başörtüsü yani tülbent büyükannelerimizin geleneksel örtüsü. Yumuşacık bir dokusu var, doğal ve pamuklu. Kadınlar onu kendilerince bağlıyorlar. "Erkeğin örtüsü" anlamını aşındırmışlar, hafifletmişler, bir mutfak aleti gibi kullanıyorlar. Şöyle üzerlerinden atıveriyorlar. Türban gibi ağır, kafaya yapışan bir şey değil. Alıyorlar çekiyorlar başlarından, uyuyan çocukların üzerine örtüyorlar. Ucuyla gözyaşlarını siliyorlar. Gülerken ağızlarını kapatıyorlar. Yoğurt süzüyorlar. Terlerini siliyorlar. O kadar çok amaçlı kullanıyorlar ki, ter bezi, toz bezi. Ellerinin uzantısı haline getirmişler. Bir uçurtma yapmadıkları kalmış. Ben büyükannelerimizin, kadın atalarımızın bize o örtüyü çok hafifleterek ulaştırdıklarını düşünüyorum. Bizi özgürleştirmişler, baş ferahlığı bahşetmişler. Peki biz ne yapmışız? Onu bir kenara atıp, kafamıza sentetik ağır bir cendere takmışız: Türban. Türbanla yoğurt mayalayabilir misin söyle bakalım...
Dün başladığımız Latife Tekin söyleşisi bugün de devam ediyor...
ORHAN PAMUK KÜRTLER'İN TRENİNE BİNDİM DEMİŞTİ AMA
Anne tarafından Kürt olmanıza rağmen, Kürt meselesinde hiç sesinizi duymadık. Neden "Kürtler eziliyor!" diye ortalığa çıkmadınız?
- Halbuki çıkmalıydım değil mi! Annem Kürt ama babam da Türk. Böyle çok aile var bu ülkede, eve dair anılarımızı orta yerinden bölemeyiz. Hem ben oradaki hayatı bilmiyorum. Doğrudan yaşamadığım bir şey. Tabii ki özgürleşme mücadelesi veren herkesin yanında hissediyorum kendimi ama ben o trene atlayamazdım. Orhan Pamuk’un ’Kürtler’in trenine atladım’ diye bir lafı vardır, ben o trenden indim! Çünkü benim için bu ahlaki bir meseleydi, içinde gerçekten yer almadığım bir hareketin, mücadelenin sözcülüğünü yapamam, Kürtler’e ayıp etmiş olurdum. Ayrıca, ben kendi devletimden bile haz etmiyorum, başka bir devlet kurmak isteyen insanların ne kadar yanında olabilirim ki?
KÜRTLERİ YAZIN, BASALIM
Yıllar önce Edward Said Türkiye’ye gelmişti. Onunla yemek yedik, güzel bir gece geçirdik, Türkiye’yi ve dünyayı konuştuk. Yanında çok ünlü Amerikalı editör bir hanım vardı, New York’ta yayımlanan önemli bir edebiyat dergisinin editörüydü. Bir süre sonra yayınevime bir faks geldi o hanımdan, "Latife Tekin’in Kürtler hakkında yazacağı bir şey varsa, yayımlamak isteriz!" Ben gülümsedim sadece, "Latife Tekin’in Kürtler hakkında Amerikalılara söyleyeceği hiçbir şey yok!"
LİBERAL AYDIN FERAHLIĞI
Türkiye’de olup biten şeyleri, geleceğimiz adına endişe verici buluyorum. Hiç de öyle liberal aydın kadınların ferahlığıyla bakamıyorum duruma. Bence insan, pek öyle güvenilir bir yaratık değil. Üstelik kötülüğün çok hızlı örgütlendiğini biliyorum.
AH İSTANBUL!
İstanbul, artık benim için "Kentsel dönüşüm bulantısı" geçiren bir şehir. Orada nasıl yaşanabilir, gittikçe anlayamaz ve inanamaz hale geliyorum. Bazı köşe yazarlarını okurken de benzer şeyler hissediyorum. O kadar büyük bir umutsuzluk ve bir tekrar duygusu yansıyor ki yazılarına. Hep huzursuz, hep saldırgan, hep İstanbul merkezli. Anladık İstanbul’da çok insan yaşıyor ama sanki her şey sadece orada olup bitiyormuş gibi. Yaz olunca Bodrum programları başlıyor, bir de bombaların patladığı diğer şehirler var. Türkiye, bundan mı ibaret?
ÖRTÜLERDEN KURTULMAK
İtalya’da, İslam ülkelerinden gelen kadın yazarların katıldığı bir toplantıda Bedira ile tanıştım. Suudi Arabistanlı bir kadın yazar. Bir akşam yemeğinde yakaladı beni, "Biz bu örtülerden kurtulmak istiyoruz, neden sizin kadınlarınız örtünmek istiyor, çıldırdılar mı?" diye sordu. Havaalanına giderken, örtüsünü bir kenara atmak için nasıl sabırsızlandığını anlattı bana. Uçağa binince "Normal kadın" oluyordu, İtalya’da örtüsü yoktu, siyah upuzun saçlarını durmadan sevinç içinde savurup gülüyordu. "Uçağa bindiğimde yine örtüneceğim, bundan nefret ediyorum. Herhangi gibi bir kadının gönüllü kapanmasını aklım almıyor" diyordu. Al, benden de o kadar!
Ayşe Arman'ın Latife TEKİN ile röportajı / Hürriyet