Dink davasında ‘Bilirkişi Raporu’
Dink davasında ‘Bilirkişi Raporu’
Olayın değerlendirilmesi
......
Dava konusu yayın sanık Hrant Dink tarafından Agos gazetesinde kaleme alınan yazı dizisinin 8 numaralı yazısıdır. Bilindiği gibi bu tür yayınlara ilişkin yargılamalarda suçun tespit edilebilmesi için bütünün ve bağlamın dikkate alınması gerekmektedir. Zira kimi durumlarda tek başlarına tahkir olarak nitelendirilebilen eylemler bir bütünün içinde bu maksada hizmet etmemekte, kimi zamanlarda ise tek başına tahkir edici olamayan ifadeler bir bütünün içinde tahkir edici olabilmektedir. Bu nedenle eylemin tipik olup olmadığı ve suçun diğer yapısal unsuları bakımından yapılacak değerlendirmede bu bütünün dikkate alınması gerekmektedir.
Dava konusu yayın Ermeni Kimliği başlığı altında yazılan bir dizi yazının içerisinde yer almaktadır. Bu dizi çerçevesinde yazar; (1) Kuşaklara Dair (7 Kasım 2003), (2) Kilisenin Rolü (14 Kasım 2003), (3) Kaç Vartan’ın Çocukları (5 Aralık 2003 10), (4) Pratik Kimliğin Teorisi (19 Aralık 2003), (5) Batı: Cennet ve Cehennem (26 Aralık 2003), (6) Ermeni’nin Türk’ü (23 Ocak 2004), (7) ‘Türk’ten Kurtulmak (30 Ocak 2004), (8) Ermenistan’la Tanışmak (13 Şubat 2004) başlıklı yazıları Ermeni Kimliği üst başlığı altında incelenmektedir. Bilindiği üzere milletler bakımından kimlik sorunu siyasi ve sosyolojik bir kavramdır. Milletler tanımları gereği ortak bir kültür ve amaç çerçevesinde bir araya gelmiş insan topluluklarıdır. Bu kısa tanımlamada pek çok unsur yer almamakla birlikte, ortak kültür aranan dil, din, yaşam tarzı, ortak tarih, coğrafya gibi pek çok unsuru bünyesinde barındırmaktadır. Milletlerin kimliği dendiğinde ise anılan sosyolojik ve siyasi pek çok kavramın bir bütünü, o milletin ortak değerleri ifade edilmektedir. Milletlerin kimliği kullanılan dilden tarihe, siyasi olaylardan dine, ortak amaçlardan coğrafi birlikteliğe kadar pek çok kavram ve kurumdan etkilenmektedir. Örneğin Türk kimliği dendiğinde kabul edilen dinin, yaşanan siyasal süreçlerin, savaşların, kültürün, milleti oluşturan bireylerce benimsenen ortak amaçların -ki örneğin bunlar Anayasamızın başlangıç bölümünde ifade edilmektedir- etkisi tartışılmazdır. Milletler bakımından kimliğin ortaya konması ve ana unsurlarının belirlenmesi hayati önemdedir. Zira kimlik milletlerin varlık ve devamlılıkları bakımından son derece önemlidir. Ermeni kimliğine ilişkin sanıkça yazılan yazıda da bu bağlamda Ermeni kimliğinin bir değerlendirmesi yapılmaktadır.Bu çerçevede sanık kuşaklar arasındaki farklılıklara, farklı ülkelerde yaşayan Ermenilerin kimlik bakımından durumlarına, 1915 yılında yaşanan olaylara, batıya göç eden Ermenilere, Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerin Ermenistan’la ilişkilerine değinmektedir. Sanık bakımından kaleme alınan yazılardan sadece sonuncusu iddianamenin konusunu oluşturmaktadır.
Sanığın müsnet suç bakımından söz konusu ifadeleriyle anlatmak istediği husus tüm yazıları ardı ardına okunduğunda ortaya çıkmaktadır. Buna göre 1915 yılında yaşanan olaylar soykırım niteliğindedir. Bu olaylar Ermeni kimliğinde gerek oluşları gerekse daha sonra dünyanın ilgisizliği nedeniyle ciddi tahribatlara yol açmıştır. Sonrasında Ermeni toplumu bu olayı ayakta kalmak için kullanmış, zamanla ise bu olayların gerçekliği ve dünyaya kabul ettirilmesi bir inada dönüşmüştür. Bu inat yani soykırım ve dünyaya kabul ettirme sorunu, zamanla Ermeni kimliğinin asıl unsuru haline gelmiştir. Bu durum Ermeni kimliğine zarar vermekte ve Ermeni kimliğini tüketmektedir, sağlıksız bir ruh halinin göstergesidir.
Ermenilerin ruhsal hayatında, ulusal kimliklerinde Türk unsuru, bu anlamda -1915 olayları anlamında- ciddi etkiler doğurmaktadır ve Ermenilerin sağlıklı bir kimlik oluşturabilmeleri için bu etkiden kurtulmaları gerekmektedir. Bu kurtulma, Türklerin devlet ve toplum olarak Ermenilerin acılarını paylaştığını ifade etmesi ile mümkün olacaktır ki bu olasılığın gerçekleşmesi zor görünmektedir. İkinci yol olarak ise Ermeniler kendi kimliklerinden bu etkiyi çıkarmalıdır. Bu yol hem daha kolaydır ve yapılması gereken de budur. Ermeniler 1915’te yaşanan olayların gerçekliğinin farkındadır. Türkiye’nin ya da dünyanın bu olayları tanıması ya da tanımaması bir şeyi değiştirmeyecektir. Dolayısıyla Ermenilerin tek hedefi bu olayları Türkiye’ye ve dünyaya kabul ettirmek olamaz. Ermeni kimliğinin sağlığı başka ülkelerin soykırımı kabul edip etmemesine bağlı olamaz. Bu yaklaşım hatalıdır. Bu hatalı yaklaşım artık terk edilmelidir. Ermeni kimliğinin oluşumu bu bağlamda Türk’e bağlı kalmamalıdır. Ayrıca Ermenilerin tüm çabalarını dünya üzerinde ‘Türk’e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, kimliğin oluşumunu engelleyen bir zaman kaybıdır. Bu anlamda Ermeni dünyası kendini ‘Türk’ten kurtarmalıdır. Bu yapıldığında Ermeni kimliğinde ‘Türk’ten geriye kalacak boşluk sorun oluşturmayacaktır. Zira bu boşluk Ermenistan devletine gösterilecek ilgi ve devlet için harcanacak çaba ile doldurulmalıdır. Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten kurtuluşunun yolu, ‘Türk’le uğraşmamaktır. ‘Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur. Yeter ki mevcudiyetin farkında olsun.
159. maddede düzenlenen Türklüğü tahkir ve tezyif suçunun oluşumu için dava konusu yayında Türk kimliğine ve Türklüğe yönelik bu tahkir ve tezyifin bulunması, tahkir ve tezyifin tahkir etmek özel kastıyla yapılması ve ifadelerin düşünce özgürlüğü kapsamında yer almaması gerekmektedir. Sanık yazılarında ‘Türk’ten bahsetmekte ve Ermeni kimliğindeki bu Türk olgusundan kurtulmak gerektiğini ifade etmektedir. Türklüğü tahkir ve tezyif suçunun oluşabilmesi için, Türk kimliğinin, Türklüğün tahkir ve tezyife konu olması gerekmektedir. Sanığın ifadelerinde sürekli olarak bir Türk olgusundan bahsedilmekte ve bu Türk olgusunun Ermeni kimliğini olumsuz etkilediğinden ve Ermeni kimliğinden çıkarılması gerektiği söylenmektedir. Sanığın bu Türk olgusu ile ne anlatmak istediği ise önceki yazılarından anlaşılmaktadır. Şöyle ki; sanık Ermeni Kimliği Üzerine (6) Ermeni’nin Türk’ü, Ermeni Kimliği Üzerine (7) ‘Türk’ten Kurtulmak, Ermeni Kimliği Üzerine (8) Ermenistan’la Tanışmak başlıklı yazıda bir olgu olarak Türk’le neyi anlatmak istediğini ifade etmektedir. Sanığın bütün yazıları birlikte incelendiğinde yazıya konu olan Türk ifadesi ile anlatılmak istenenin 1915 olayları sebebiyle Ermeni kimliğinde yer alan anlayış ve bakış açısı olduğudur. 159. maddede düzenlenen suçun oluşabilmesi için fail Türk kimliğine, Türklüğe yönelik eylemlerde bulunmalıdır. Oysa dava konusu yayında bu yönde bir eylem bulunmamaktadır. Yayında geçen “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” ifadeleri incelendiğinde ise ortaya çıkan sonuç sanığın Ermeni kimliğinde bir ruhsal sorun olarak ifade ettiği Türk olgusunu, yani 1915’te yaşananları Ermeni kimliğinin hayati bir unsuru olarak benimseyip, tüm çabaların ve birlikteliğin bu olgu üzerine kurulmasını, 1915 olaylarını soykırım olarak dünyaya kabul ettirme çabası ve inadından kurtulmak gerektiğini söylemektedir. Sanık daha önceki yazılarında da bu anlayış ve çabayı Ermeni kimliğini kemiren bir husus, ruhsal bozukluk ve zaman kaybı olarak nitelendirmektedir. Zehirli kan olarak ifade edilen husus, Türklük ya da Türkler değil Ermeni kimliğinde yer alan sanığın ifadesi ile hatalı anlayıştır. Tüm bu açıklamalar bir arada değerlendirildiğinde, sanığın ifadelerinin 159. maddede düzenlenen anlamda Türklüğü tahkir ve tezyif olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Bir kere ifadeler Türklere ya da Türk kimliğine yönelik değildir. Aksine ifadeler Ermeni toplumunun oluşturduğu Türk anlayışına ve olgusuna yöneliktir. İkinci olarak sarf edilen sözlerde tahkir, aşağılama, küçük düşürme, zayıflatmak anlamına gelebilecek bir husus bulunmamaktadır. Salt 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirmek de bu anlamda 159. maddede düzenlenen suçu oluşturmayacaktır. Ermeni soykırımı iddiaları halen tartışılmakta olup bu konuda gerek Ermenilerden gerekse Türklerden farklı bakış açıları ve görüşler ifade edilmektedir. Dolayısıyla bu açıklamalar tarihi bir olaya ilişkin görüş açıklamalarıdır. 159. maddede düzenlenen suç tipinin tipik eylem unsurunu oluşturmadığı gibi, açıklamalar bölümünde geniş olarak ifade edilen düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.
Suçun oluşumu bakımından özel kast aranmaktadır. Nitekim 159. maddenin son fıkrasında, tahkir kastıyla olmayan eylemlerden bahsedilerek bu husus açıkça düzenlenmiştir. Yukarda da açıklandığı üzere sanığın davaya konu eylemi, Ermeni kimliği üzerinedir. Ermeni kimliğinin değerlendirmesi ve eleştirisi yapılmaktadır. Doğrudan Türklüğe yönelik bir eylem bulunmadığı gibi, bu amacı ortaya koyacak bir veri de bulunmamaktadır. Dolayısıyla sanığın eylemi tipik olarak nitelendirilse dahi, suç için gerekli olan özel kast sanıkta bulunmamaktadır.
SONUÇ
Sanıklar Agos gazetesi yazarı Fırat (Hrant) Dink ve sorumlu yazı işleri müdürü Karin Karakaşlı hakkında gazetenin 13.02.2004 tarihli nüshasında yer alan yazı tarafımızdan değerlendirilmiş ve aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır.
Sanıklardan Fırat (Hrant) Dink tarafından yazılan yazının tam olarak anlaşılabilmesi için yazının parçası olduğu dizi tümüyle incelenmelidir. Bu inceleme sonucunda dava konusu yazıda yer alan ifadelerin 159. maddede düzenlenen Türklüğü tahkir ve Tezyif suçunun tipik eylem unsurunu oluşturmadığı, ayrıca eylemde suçun oluşumu için gerekli olan tahkir ve tezyif özel kastının bulunmadığı, 5187 sayılı yeni Basın Kanunu’nun cezai sorumluluğu düzenleyen 11. maddesi cezai sorumluluk bakımından eser sahibinin sorumlu olduğunu, ancak eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında bulunması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahküm olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde sorumlu yazı işleri müdürünün sorumluluğuna gidilebileceği hükmüne yer vermektedir. Bu nedenle Agos gazetesi sorumlu yazı işleri müdürü olması sebebiyle sanıklar arasında yer alan Karin Karakaş’ın durumunun bu hüküm çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi gerektiği sonuçlarına ulaşılmıştır.”
Re: Dink davasında ‘Bilirkişi Raporu’
Hrant Dink (12 Ocak 2007) AGOS Sayı: 563
Niçin hedef seçildim?
Başlarken bir not: Hiç işlemediğim “Türklüğü aşağılamak” suçundan 6 aya mahkum oldum. Şimdi artık son çare olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidiyorum. 17 Ocak tarihine kadar avukatlarım başvuruyu gerçekleştirecekler ve benden de başvuruya eklemek için olayların gelişimini anlatan bir yazı istediler. Ben de dosyaya konacak bu yazıyı kamuoyuyla paylaşmayı uygun gördüm. Çünkü benim için AİHM’in kararı kadar ve hatta ondan daha fazla Türkiye toplumunun vicdani kararı önemli. Birkaç hafta sürecek bu yazı dizisindeki bazı bilgileri ve ruh halimi muhtemelen AİHM’e başvurmak mecburiyetinde kalmasaydım ilelebet kendime de saklayabilirdim. Ama madem ki iş bu noktaya kadar geldi olan biten herşeyi paylaşmak galiba en iyisi...
Sadece benim değil, sadece Ermenilerin de değil... Tüm kamuoyunun merak ettiği ve sormaktan kendini alamadığı soru şu: “Türklüğü aşağılamak suçlamasıyla 301’den soruşturma ya da dava açılan hemen herkes için bir biçimiyle teknik ya da hukuki çözüm bulundu ve dava mahkumiyete varmadan daha ilk celselerde sonuçlandı da, Hrant Dink niye 6 aya mahkum oldu?”
Hafif atlatılanlar...
Bu aslında yanlış bir tespit ya da gereksiz bir soru değil. Anımsanırsa eğer Orhan Pamuk için dava celsesi başlamadan daha, “Ne yapılabilir de dava düşürülebilir?” diye az takla atılmadı. Kimine göre Adalet Bakanlığı’nın yargılama için izin vermesi gerekiyordu, dolayısıyla oraya sormak gerekirdi. Nitekim öyle de yapıldı. Topun kendisine atıldığını gören Adalet Bakanı ise sıkışmışlığın arasında bir yandan Pamuk’a ateş püskürdü, bir yandan da ortaya çıkıp “Ben böyle bir şey demedim” demesi için çağrılarda bulundu. Sonuçta “Pamuk davası”nın ilk celsesi gerçekleşti ve bu ilk duruşma esnasında yaşanan vandalist saldırılarla Türkiye dünyaya rezil olunca, davanın ikinci celsesi aynı şekilde yaşanmasın diye de ikinci celsenin yapılmasına bile gerek kalmadan dava düşürüldü ve Pamuk’un 301 macerası teknik bir çözümle sona erdirilmiş oldu. Benzer sürecin daha hafifi ise Elif Şafak davasında yaşandı. Öncesinde hayli patırtısı koparılan dava daha ilk celsesinde, Şafak’ın mahkemeye görünmesine bile gerek kalmadan, sona erdirildi. Bu teknik çözümlerden herkes memnundu. Başbakan Tayyip Erdoğan dahi Şafak’a telefon açıp geçmiş olsun dileğinde bulundu. Benzer “Hafif atlatmaları” Ermeni Konferansı’nın sonrasında yazdıkları nedeniyle haklarında “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla dava açılan gazeteci ve akademisyen arkadaşlar da yaşadılar.
Cevaplanamayan...
Bu davaların bu şekilde hafif atlatılmış olmasını kıskandığım sanılmasın. Aksine bu davaların ya da soruşturmaların açılmış olması dahi mağdurları açısından çok ağır bir bedeldir ve tüm bu davalardan yargılanan arkadaşların yaşamış oldukları haksızlığın ne gibi bir ağırlık taşıdığını en iyi bilenlerdenim ve paylaşanlardanım. Benim derdim onların davalarında gösterilen kaygı ve telaşın, Hrant Dink davasında niçin gösterilmediğini sorgulamak ve cevaplamak. Nitekim gördük ki, bu hafif atlatmalar Hükümet’e bir tür obsiyon verdi ve 301’in kaldırılmasını isteyen Avrupa Birliği’nin baskısı karşısında, “Sonuçları güzel” bu uygulamalar örnek olarak gösterilebildi ancak Hükümet’in 301’e ilişkin elinin kolunun bağlı kaldığı ve Avrupa Birliği yetkililerine herhangi bir cevap yetiştiremediği tek örnek ise Hrant Dink’in mahkumiyet almış olması oldu. Konu o davaya geldiğinde diller kilitlendi. Sahi, “Türklüğü aşağılamak suçlamasıyla 301’den soruşturma ya da dava açılan hemen herkes için bir biçimiyle teknik ya da hukuki çözüm bulundu ve dava mahkumiyete varmadan daha ilk celselerde sonuçlandı da, Hrant Dink, üstelik de hiç suç işlemediği bir yazısında, niçin 6 aya mahkum oldu?”
Ermeni olmamın rolü
Evet, bu cevaba hepimizin ihtiyacı var! Özellikle de benim. Sonuçta bu ülkenin bir yurttaşıyım ve ısrarla herkesle eşit olmak istiyorum. Ermeni olduğum için kuşkusuz bundan önce birçok olumsuz ayrımcılıklar yaşadım. Sözgelimi 1986 yılında Denizli 12. Piyade Alayı’na kısa dönem askerlik (8 aylık) için gittiğimde, devremdeki tüm arkadaşlarıma yemin töreninden sonra erbaş rütbesi taktılar ve bir tek beni ayırıp er olarak bıraktılar. İki çocuk sahibi koca bir adamdım, umursamamam gerekiyordu belki. Üstelik bir tür rahatlık dahi sağlamıştı. Nöbet ya da daha zorlu görevler de verilmeyecekti. Amma velakin fena koymuştu bu ayrımcılık. Tören sonrasında herkes ailesiyle mutluluğunu paylaşırken, teneke barakanın arkasında, tek başıma iki saat boyunca ağladığımı hiç unutamıyorum. Alay komutanımın odasına çağırıp, “Üzülme, bir sorunun olursa gel bana” deyişi hâlâ belleğimde bir yara. 301’den yargılanış, aklanış ya da mahkum oluş bir rütbe takdimi değil hiç kuşkusuz. Dolayısıyla “Onlara verilmediğine göre bana da verilmemeliydi”, hele hele de “Bana verdiklerine göre onlara da verilmeliydi” arayışında asla olamam. Ama ayrımcılığa uğramanın tecrübeleriyle pişmiş biri olarak ussal refleksimin şu soruyu sormaktan da hiç geri durmadığını itiraf etmeliyim: “Benim Ermeni olmamın bu sonuçta bir rolü oldu mu?”
Bildiklerim ve sezdiklerim
Bu soruya karşılık, bildiklerimi ve sezdiklerimi yan yana getirdiğimde verebileceğim bir cevap var elbet. Özeti de şu: Birileri karar verdi ve “Bu Hrant Dink artık çok olmaya başladı... Ona haddini bildirmek gerek” diyerek harekete geçti. Kabul ediyorum, kendimi ve Ermeni kimliğimi çok merkeze alan bir iddia bu. Abarttığım öne sürülebilir. Ne var ki benim ruhsal algılamam bu... Elimdeki veriler ve yaşadıklarım bana bu iddiam dışında bir seçenek bırakmıyor. İyisi mi şimdi bana düşen tüm yaşadıklarımı ve sezgilerimi sizlere aktarmak. Sonrası sizin bileceğiniz.
Haddimin bildirilmesi
Öncelikle Hrant Dink’in “Çok olmasına” biraz açıklık getireyim. Dink zaten epeyi bir süredir dikkatlerini çekiyor, canlarını sıkıyordu. 1996 yılıyla birlikte, AGOS’u çıkardığından beri Ermeni toplumunun sorunlarını dile getirirken, haklarını talep ederken ya da tarihin konuşulmasına ilişkin Türk resmi tezinin hoşuna gitmeyen kendi duruşunu sergilerken, arada bir çizmeyi aştığı olmuyor değildi ancak asıl bardağı taşıran damla 6 Şubat 2004 tarihinde AGOS’ta yayınlanan “Sabiha Gökçen” haberi oldu. Dink imzasıyla ve “Sabiha-Hatun’un sırrı” başlığıyla verilen haberde Gökçen’in Ermenistanlı akrabaları konuşuyor ve Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu iddia ediyorlardı. Bu haber, Türkiye’nin en çok satan gazetesi Hürriyet’te 21 Şubat 2004 tarihinde AGOS’tan alıntılanarak manşetten verilince olanlar oldu ve Türkiye’de yer yerinden oynadı. 15 günü aşkın bir süre tüm köşe yazarları habere ilişkin olumlu, olumsuz yorumlarda bulundular, değişik kesimlerden değişik beyanatlar verildi. Tüm bunların içinde en önemlisi ise Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı yazılı açıklama oldu. Genelkurmay bu haberi yapanlara karşı “Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa karşı bir cürümdür” açıklamasıyla tepki koyuyordu. Onlara göre bu haberi yapanlar art niyetliydi, Türk kadınının miti ve sembolü haline dönüştürülmüş bir kişinin Türklüğünü birden bire onun üstünden çekerek o kimlikte deprem yaratmaya çalışıyorlardı. Kimdi bu densizler, kimdi bu Hrant Dink? Ona haddi bildirilmeliydi!
Resmi sohbete davet
Genelkurmay bildirisi 22 Şubat Pazar günü yayınlandı. Evimde, televizyon haberlerinden dinledim uzun bildiriyi. O gece çok rahat değildim. Ertesi gün muhakkak birşeyler olacağını seziyordum. Nitekim tecrübelerim ve sezgilerim beni yanıltmadı. Ertesi gün sabahın erken saatinde çaldı telefonum. İstanbul Vali yardımcılarından biri arıyordu. Sert bir tonla, habere ilişkin elimdeki belgelerle Valiliğe beklediğini bildirdi. “Bu çağrının hangi amaçla yapıldığını?” sorduğumda ise “Sohbet etmek ve elinizdeki belgeleri görmek” şeklinde yanıtladı. Tecrübeli gazeteci dostlarımı aradım, bu çağrının hangi anlama geldiğini sordum. “Bu tür sohbetlerin gelenekten olmadığı gibi bunun yasal bir prosedür de olmadığını ancak elimdeki belgelerle davete icabet etmemin doğru olacağını” telkin ettiler.
Dikkatli olmalıydım
Tavsiyeye uydum ve elimdeki belgelerle birlikte Vali Yardımcısı’nın yanına gittim. Hayli nazikti Vali Yardımcısı. İçeri buyur ettiğinde, odasında biri bayan iki kişi daha oturuyordu. Nazikçe “Onların kendisinin yakınları olduğunu, sohbetimizde hazır bulunmalarında bir mahzur görüp görmediğimi?” sordu. “Bir mahzur görmediğimi” söyleyip oturduğumda zaten ortamın nazikliğini kavramıştım. Hiç beklemeden girişi yaptı Vali Yardımcısı. “Hrant bey” diyordu “Siz, tecrübeli bir gazetecisiniz. Daha dikkatli haber yapmanız gerekmez mi? Sonra böyle haberlere ne gerek var? Bakın ortalık nasıl allak bullak oldu. Hayır, biz sizi biliyoruz ama sokaktaki adam ne bilsin? Bu tür haberleri başka bir niyetle yapıyorsunuz sanabilir. Bakın şu elimdeki evrakı görüyor musunuz? Ermeni Patriği’nin bir başvurusu vardı, bazı internet sitelerinde Ermeni toplumunun bazı kurumlarına yönelik bazı densizler terör sayılabilecek girişimlerde bulunmaya çalışıyorlarmış. İşte biz de onları aradık ve Bursa’da bulduk, sonunda adalete de teslim ettik. Ama bakın işte sokaklar ne gibi insanlarla dolu. Bu tür haberlere daha dikkat etmek gerekmez mi?” Vali Yardımcısı’nın bu girişle başladığı sohbete, odadaki misafirlerden erkek olan da katıldı ve ondan sonra da zaten sözü bir daha başkasına bırakmadı. Vali Yardımcısı’nın sözlerini daha da net bir üslupla bu kez o yineledi. Dikkatli olmamı, ülkeyi ve ortamı gerecek girişimlerden kaçınmamı telkin ediyordu: “Sizin yazdığınız bazı yazılardan, her ne kadar üslubunuza katılmasak da, niyetinizin kötü olmadığını anlayabiliyoruz, ancak herkes bunu böyle anlamayabilir ve toplumun tepkisini üzerinize çekebilirsiniz” diyerek de beni kerelerce uyarıyordu. Ben ise haberi hangi niyetle yaptığımı anlatmakla yetindim. Birincisi ben gazeteciydim ve bu bir gazeteciyi heyecanlandıracak bir haberdi. İkincisi de, Ermeni sorununu hep ölenler üzerinden konuşmak yerine biraz da kalanlar ve yaşayanlar üzerinden konuşmayı denemek istiyordum. Ama görüyordum ki kalanlar üzerinden konuşmak daha zordu! Odadan ayrılacaktım ki götürdüğüm belgeleri görmek ya da almak için ısrar bile etmediklerini farkettim. Belgeleri isteyip istemediklerini onlara ben anımsattım ve verdim. Zaten de konuşmaların içeriğinden, beni hangi amaçla oraya çağırdıkları belliydi. Haddimi bilmeliydim... Dikkatli olmalıydım... Yoksa iyi olmazdı!
Artık hedefteydim
Hakikaten de sonrası iyi olmadı. Valiliğe çağrıldığımın ertesi gününden itibaren birçok gazetede birçok köşe yazarı Ermeni kimliği üzerine yazmış olduğum deneme serisinin içinde geçen “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermenilerin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” cümlesini cımbızlayarak, bununla Türk düşmanlığı yaptığımı ortak bir kampanyayla dile getirmeye başladılar. Bu yayınların ardından ise 26 Şubat günü İstanbul Ülkü Ocakları İl Başkanı Levent Temiz’in başını çektiği bir grup ülkücü, AGOS’un kapısına gelerek aleyhime sloganlar attı ve tehditlerde bulundu. Polis gösterinin olacağını önceden haber almıştı. AGOS içinde ve kapısında gereken önlemleri aldı. Tüm televizyon kanalları ve gazete muhabirleri de haberdar edilmişlerdi, hepsi AGOS’un önündeydi. Grubun kullandığı sloganlar çok netti: “Ya sev ya terk et”, “Kahrolsun ASALA”, “Bir gece ansızın gelebiliriz” Grubun lideri Levent Temiz’in yaptığı konuşmada hedef açık ve seçikti: “Hrant Dink, bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir.” Grup gösterisini yapıp dağıldı. Ama ne hikmetse o gün ve ertesi gün herhangi bir televizyon kanalında (Kanal 7 hariç), herhangi bir gazetede (Özgür Gündem hariç) haber geçilmedi. Belli ki Ülkücü grubu AGOS’un kapısına yönlendiren güç, basını ve medyayı da o olumsuz görüntü ve sloganların ardından blokaj altına -bir iki fireyle- almayı başarmıştı.
Tehlikenin eşiğinde
AGOS’un önünde benzer bir gösteri de birkaç gün sonra kendilerini “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” olarak adlandıran grup tarafından yapıldı. Ardından da devreye o güne değin hiçbir popülaritesi olmayan Av. Kemal Kerinçsiz ve onun başkanlığını yaptığı Büyük Hukukçular Birliği girdi. Kerinçsiz ve arkadaşları Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na giderek, hakkımda suç duyurusunda bulundular. Bu başvuruyla birlikte, Türkiye’nin itibarını bütünüyle zedeleyen 301 davalarına da hız verilmiş oldu. Benimle ilgili ise yeni ve tehlikeli bir süreç başlıyordu. Gerçi ben hayatım boyunca hep tehlikelerin etrafında dolaşmıştım. Ya tehlikeler beni çok sevmişti, ya ben tehlikeleri... Ve işte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum.
Hrant Dink (12 Ocak 2007) AGOS Sayı: 563
Re: Hrant Dink öldürüldü!
ÜLKENİ, ONU KANATMADAN SEVECEKSİN!
Umur Talu / Sabah:
Bu dünyaya verdiğimiz mesaj bu işte!
Rahibi öldür.
Bu memlekete sevdalı, aydın ve cesur bir gönül adamını, Hrant´ ı öldür.
Bir pusuda Kadir astsubay ölsün.
Bir hâkim öldürülsün, yüksek mahkemenin bağrında.
Bir avukat ölsün, ölüm orucunda; bir genç cezaevinde, mayında.
Birbirini öldür, öldür, öldür.
Sonra buna milliyetçilik de, ulusalcılık de, vatanseverlik filan de. Demokratlık dahi de. Hukuk bile de.
Sokak sokak, cadde cadde, meydan meydan, mezar mezar; aydınların, evlatların, vatandaşların, vurulmuş da uzanmış, öyle yatsın.
Sonra
Hep aynı, hep aynı.
Hrant'a "öldürüleceksin" dediler, öldürdüler.
Hrant'a "öldürüleceksin" dendi, koruyamadılar.
Kayıp bir sokak köpeğinin dahi, ilgilenilirse bulunabildiği bir yerde, bunu akıl edemedi 301'leri filan akıl üstüne akıl eden devlet.
"Katil kimdir? " sorusu elbette önemli; ama bir de şu soru var:
Katil nedir ki!
Katilin ağaları nedir ki!
Bu karanlık sinsilerin, yılanların, akreplerin bu ülkeye hayrı nedir ki! Sorunuz ve sorunumuz bir de budur.
Bir de, bir de şu var:
Gazeteciliğin vicdanının temel taşlarından ikisi, "şiddet karşıtlığı ve düşünce özgürlüğüne, çeşitliliğine saygı" dır.
Oysa, bizim mesleğimize sadece, İpekçi'nin, Mumcu'nun, Emeç'in, Kışlalı'nın, Darendelioğlu'nun, Ali İhsan Özgür´ün, Kaftancıoğlu'nun, Dursun'un, Anter'in, Göktepe'nin, diğerlerinin ve şimdi Dink'in kanı akmadı;
Aynı zamanda, mesleğimizin içinde, insanları, meslektaşlarını hedef gösteren, küfür kıyamet, şiddet kışkırtıcı bir gazeteci ve gazetecilik türünün iğrenç sesi ve fitnesi de bulaştı.
Kimi siyasetçileri, hukukçuları ve başkalarını saymıyorum dahi.
Bu ülkeyi hakikaten seven Hrant Dink, "Kim bilir ne daha ne haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım 2007'de" diyordu.
Alın size!
Sıradan faşizmden darbeli faşizme kadar tezgâh açanlar vicdanını başına toplasın.
Bu ülke canilikle, bu denli derin ihanetle sevilmez.
Böyle sevmeye kalktıkları her an, boğdular.
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Hrant Dink'in öldürülmesi bu ülkenin en büyük ayıplarından biridir. Ne yazık ki son zamanlarda bu ülkede acaip ve korkunç bir lümpen milliyetçilik boy göstermeye başladı. Milliyetçilikle ilgili teorik hiç bir alt yapısı olmayan, bu konuda ciddi bir kitap dahi okumamış olan insanlar, internetteki saldırgan ifadeli görüşlerden etkilenmekte ve kendileri gibi düşünmeyen insanları katletmektedirler. Bazı internet sitelerinde bu lümpen milliyetçilerin bu cinayet için "oh olsun" ya da "iyi olmuş" şeklindeki değerlendirmelerini görmek mümkün. Oysa milliyetçilik bu değildir. Milliyetçilik ülkesinin yararlarını düşünmektir.
Hrant Dink, bu ülkenin yararlarını düşünen bir insandı. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi görüşünü paylaşmıyordu, ama ermeni sorunu konusunda azgın ermeni diaparosunun görüşlerini de paylaşmıyor ve onlarla tartışıyordu. Bu ülke, ermeni sorunu gibi bir konuda Hrant Dink'ten daha yararlı birisini bulamazdı, ama bunun kıymetini bilemedi ve onu korumadı. Korumayı bırakın, onu hırpaladı, "kerinçsiz"lerin saldırısını seyretti, valiliğe çağırarak üstü kapalı tehditlerde bulundu.
Hrant Dink, bir çok kişi gibi bu ülkeyi terkedebildirdi, yeterince popülerdi ve bu popüleriteyi kullanarak yurt dışında gidip ve bunu paraya tahvil edebilirdi. Bunları yapmadı, bu ülkeden gitmedi. Yetimhanede büyüdü ve öldüğünde ayakkabılarının altı delikti. Bir güvercin kadar tedrigindi. Sokaktaki güvercinler kadar özgür olmayı dahi kabullenmişti. Ama o güvercinleri dahi vurmaya hazır eli kanlı katillerin varlığından habersizdi.
Şimdi düşünmek zamanıdır. Şunu iyi bilmek gerekir ki, herkes bizim gibi düşünmek zorunda değildir. Bu ülkenin sorunları vardır ve bu sorunlara ilişkin farklı görüşlerde olanlara saygı göstermek gerekir. Bizim gibi düşünmüyorlar diye bunları düşman gibi görmeyelim. Orhan Pamuk'a, Elif Şafak'a az mı saldırıldı? Ya bunlar da yarın böyle bir saldırıya maruz kalırsa? O zaman utanmayacak mıyız?
Hrant Dink için fazla söyleyecek birşey bulamıyorum ve onu koruyamadığımız için de utanıyorum. Yazıklar Olsun.
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Hrant Dink’in son yazısındaki şifre
* Mustafa Armağan
Felaket senaryosu adım adım uygulamada. Türkiye’nin dış dünya karşısında elini kolunu bağlayacak ve köşeye sıkıştıracak olan Hrant Dink cinayeti bakalım aydınlanabilecek mi? Daha doğrusu, iş vuran kişiyi yakalamakla bitirilebilecek mi? Çünkü bu gibi deni cinayetlerde vuran kişi de büyük senaryonun tamamını değil, ancak kendisine ait kısmını okumuştur. Dolayısıyla fail yakalansa bile anlattıkları sadece “cirmi” kadar yer yakacaktır.
Bir ölüm, dikkatleri hemen “son söz”lere çeker. Acaba ölmeden önce neler söylemişti? Evden çıkarken nasıl vedalaşmıştı? Yolda en son kimleri görmüştü? vs. Bu kural, yazar olunca biraz şekil değiştiriyor galiba. Son röportajı kime vermişti? Son yazısında ne demişti? Kaleminden en son hangi kelime çıkmıştı? vs. Merak kıvılcımları bu sorular üzerinde yoğunlaşıyor ister istemez.
Biz de aynı merakla Hrant Dink’ın Birgün gazetesinde 19 Ocak 2007 tarihinde çıkan son yazısına eğildik ve burada ilginç bir şifre yakaladık. Daha doğrusu şifreyi Hrant Bey kısmen açıklamıştı ancak yine de genel okuyucuya kapalıydı. Şimdi bu şifre üzerinden giderek takvimler üzerinde hızlı bir gezintiye çıkalım.
Hrant Dink ne demişti?
Dink, “Tarihin cilvesi” başlıklı yazısında Van’ın Ahtamar adasındaki Surp Haç Kilisesi’nin açılışındaki gecikmeye dikkat çekiyor ve açılış tarihinin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından üçüncü defa değiştirilmesini eleştiriyordu. 4 Kasım 2006 olarak açıklanan ilk açılış tarihi, olumsuz hava şartları gerekçe gösterilerek Nisan 2007’ye ertelenmiş. (Anlaşılan gün belirtilmemiş.) Ardından açılış töreninin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç tarafından 24 Nisan'da yapılacağı bildirilmiş.
Kıyamet de zaten bu tarih üzerinde kopmuş. Zira 24 Nisan, Ermeni Soykırımının yıldönümüdür! Bakanlık yetkilileri özellikle bu günü seçmekle Ermeni Soykırımı kutlamalarına bir tür cevap vermiş olacaklarını planlamış olmalılar. Ancak silahları hemen geri tepmiş ve Ermeni Patriği Mutafyan “Açılış 24 Nisan'da yapıldığı takdirde, kendisi dahil hiçbir Ermeni'nin törene katılmayacağını” duyurmuş. Tabii CHP’nin de elleri armut toplamıyor sonuçta. Onlar da Mecliste bunun AKP politikalarının bir sonucu olup olmadığını yazılı bir önergeyle sormuşlar. Öte yandan milliyetçi basın bu haberi memnunlukla karşılamış ve “Van'da İntikam açılışı” başlığıyla manşete taşımış.
İyi de şifre dediğin şey nerede diyorsanız hemen söylüyorum: Bakanlık yetkilileri tepkiler üzerine açılış tarihini her nedense(!) öne alarak 11 Nisan 2007 olarak açıklamış. Diyeceksiniz ki 11 Nisan’da ne enteresanlık var? Zaten Urfalılar kulaklarını dikmiş, ‘yoksa bizim kurtuluş günümüz mü?” diyorlar. Wikipedia’ya bakanlar Gregorien takvimde yılın 101. günü olduğunu okuyorlar. Yani?
Yok efendim, yok. Telaş buyurmayın. Öyle düz bir manası yok bu şifrenin. Bunun manası daha derinlerde.
Hrant Dink’in eksik çözdüğü şifre
“Tam bir komedi... Tam bir rezalet!”
Dink böyle niteliyor 24 Nisan’ı 11 Nisan’a kaydırma operasyonunu. Onu “tarihin cilvesi” olarak değerlendiriyor ve ilginç bir şekilde 11 Nisan’ın aslında 24 Nisan olduğunu yakalıyor.
Yakalıyor yakalamasına ya, bunun bilinçli bir yakalama değil, biraz rastgele bulunduğunu aşağıya aldığımız sözlerinden siz de anlayacaksınız. Yani Türk yetkililerin 24 Nisan’dan kaçarken 11 Nisan’a yakalandıklarını hesaplanmamış, tamamen tesadüfi bir bağlantı olarak sunuyor Hrant Dink ama bence yanılıyor. Şifrenin ilk etabını başarıyla kırmış ama ne yazık ki yarım kalmıştı. Şimdi kurşunu ensemde hissederek o şifreyi tamamlıyorum.
Hrant Dink, eski kaynaklara indiğinde Ermeni Tehciri’nin gerçek tarihinin 11 Nisan 1915 olarak verildiğini söylüyor. Doğrudur. Nitekim bizim 18 Mart Çanakkale Şehitleri Günü olarak andığımız olay da, 5 Mart’ta gerçekleşmişti! Hadi bir ipucu daha uzatayım. Şu 31 Mart Vak’ası vardır ya, hani irticanın babası olarak hala aramızda gezinir, o da aslında 13 Nisan’da cereyan etmişti!
Bürokrasimiz uyumuyor!
1917 yılının Şubat’ına kadar bizde Rumi takvim kullanılırdı. Rumi takvim ile Miladi takvim arasında zamanı ölçme bakımından oluşan fark, 19. yüzyılda 13 güne çıkmıştı. (Kullanılıyor olsaydı şimdilerde 14 gün olacaktı.)
Bu fark Miladi takvimde yapılan bir reforma dayanıyordu. Roma devrinden beri kullanılan Jülyen Takvimi, yılı 365 gün olarak alıyor ve her 4 yılda bir Şubatları 29 gün çektirerek 365 gün, 6 saatlik bir takvim yapıyordu. İyi de güneş yılının günleri tam olarak 365 gün 6 saat değildir ki. Tam olarak söylersek buna 5 saat, 48 dakika, 45 saniyeyi de eklememiz gerekir. İşte o 6 saatten düşülmesi gereken 11 dakika 15 saniyeler yıllar içinde birike birike 5 Ekim 1582 günü Papa XIII. Gregory’nin önüne 10 günlük bir fark olarak düşmüştür. Yani kozmik takvimle Papalık takviminin arası açılmakta ve buna bir an önce çare bulunması gerekmektedir. İşte Papalığın saygın matematikçileri düşünür taşınır ve sonunda takvimden 10 günü kesip atmaktan ve dakika ve saniyeleri de hesaba katan yeni bir takvim yapmaktan başka çıkar yol olmadığı kararına varırlar.
Böylece Papa hazretleri eline makası alıp ‘Bundan böyle 5 Ekim günü 15 Ekim olarak anıla’ demiş ve o 10 günü takvimden kesip atmıştır.
İşte bugün kullanmakta olduğumuz Gregoryen takvimin en basit izahı bu. 11 Nisan’ı 24 Nisan yapan da bu. Nasıl mı? Anlatayım.
Bizde 1840’larda takvim reformu yapılırken bu kesik ve yaşanmamış 10 gün hesaba katılmadığı için sanki o günlerde Miladi takvimi kesintisiz olarak yoluna devam etmiş gibi düşünülerek fahiş bir hata işlenmiş ve güya düzeltilmiş takvim olması öngörülen Rumi takvim daha ilk adımında menisküse yakalanmıştır. Sonuçta 1582’de 10 gün olan fark da yüzyıllar içinde büyüyerek yoluna devam etmiş, 20. yüzyılda 13 güne kadar çıkmıştır. İşte bu yüzden 31 Mart asında 13 Nisan’dır. Tabii Çanakkale’nin en kanlı günü olan 5 Mart da 18 Mart’tır. Dolayısıyla 24 Nisan, aslında bizim Rumi takvimimizde 11 Nisan’a denk gelir. Bunda da şaşacak bir şey yoktur. Birazcık tarih bilgisi olanlar 21 Şubat 1917’de yapılan ve takvimlerimizden 13 günü silip attığımız reformdan önceki tarihlerde bu farkı biliyor olmalılar.
Diyeceğim o ki, bu 11 Nisan tarihi Hrant Dink’in sandığı gibi “tarihin cilvesi” değil. Bana göre tamamen bilinçli bir hesap kitap işi. Herhalde Türk bürokrasisi de uyumuyor. Tebrik etmek lazım kim bulmuşsa. Dahası, 11 Nisan tarihini değiştireceklerini de hiç sanmam. Çünkü çok bilinçli olarak seçilmiş. Böylece müteveffa Hrant Dink’in yazısında açığını yakaladığını zannettiği bürokrasimizin kritik bir golüyle karşı karşıya olduğumuzu görelim.
Şifre: 11 Nisan. Açılım: Rumi. Hedef: Ermeni.
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Tıpkı Talat Paşa cinayeti gibiDink suikasti, 86 yıl önce Berlin'de işlenen ve Ermeni iddialarından kaynaklanan ilk cinayeti hatırlattı.
21.01.2007 08:32http://www.haberturk.com/kuturesim/cinayethrant.jpg
Talat Paşa 15 Mart 1921'de Sogomon Tehliryan adlı terörist tarafından ensesine iki kurşun sıkılarak öldürülmüştü. Ayakkabısının altı da Dink'in ayakkabısının altı gibi delikti.
Ayakkabıların altındaki delikte inanılmaz tesadüf
Hrant Dink'in ensesinden vurulması ve ayakkabısının tabanındaki çatlak, bana bundan 86 sene önce Berlin'de işlenen bir başka cinayeti hatırlattı: Sadrazam Talât Paşa'nın katledilmesini... Paşa, 1921'in 15 Mart sabahı Berlin'de Sogomon Tehliryan adında bir terörist tarafından ensesinden vurulmuştu ve maktulün kimliği tabanı delik ayakkabılarından anlaşılmıştı. Şimdi bu yazdıklarımı okuyup "Talât'a karşılık Hrant" gibisinden abuk sabuk bir kıyaslamaya gittiğimi zannetmeyin. Berlin'de 1921'de Sogomon Tehliryan tarafından sıkılan ilk kurşun bugüne kadar devam eden bir nefretin nasıl ilk ateşleyicisi olmuşsa, tarafları anlayış çizgisine çekmeye çalışan Hrant Dink'e sıkılan kurşunlar da aynı nefreti kat kat arttırma görevi görmüştür. Dolayısıyla Talât Paşa'yı katleden Sogomon Tehliryan ile Hrant Dink'i vuran cani arasında hiçbir fark yoktur..
Hrant Dink'i, ensesinden iki kurşunla vurarak katlettiler. Fotoğraflardan, yerde kanlar içerisinde yatan Dink'in ayakkabısının lâstik tabanının çatlamış olduğu apaçık görünüyordu. Herşeye rağmen Türkiye'de kalmakta, burada yaşamakta kararlı olan Dink, isteseydi dışarıya gidip kendine bambaşka bir hayat kurar, bir eli yağda öteki balda yaşar, ağırlığınca altınla tartılırdı. Üstelik ayakkabıları daha yeni ve tabanları daha sağlam olurdu. Ama o burada kalmayı tercih etti, zira bu toprağın çocuğuydu. Ben, üzerinden uzun seneler bile geçse, Hrant Dink cinayetinin öncelikle iki unsurunu hatırlayacağım: Maktulün ensesinden vurulmasını ve ayakkabısının tabanının çatlak olmasını... Bu iki unsur, aslında 80 küsur seneden buyana devam eden Ermeni meselesinin ayrılmaz parçasıdır, ilk cinayet ile son cinayetin de ortak noktasıdır ve hangi millete mensup bulunursa bulunsun, katilin hep aynıhttp://www.sabah.com.tr/2007/01/21/i...CB9582D54b.jpgolduğunu göstermektedir. İlk cinayet bundan 86 sene önce, 1921'de işlenmişti; o zamanki kurban Sadrazam Mehmed Talât Paşa idi ve Talat Paşa ile son kurban Hrant Dink'in katledilmeleri arasında büyük bir benzerliğin vârolduğu pek farkedilmedi: İkisi de enselerinden vurulmuşlardı ve vuruldukları sırada her ikisinin de ayakkabılarının tabanı delikti. Biri imparatorluğun bir zamanlar en güçlü adamıydı, diğeri istediği an büyük refaha kvuşabilecek bir çizgideydi ama kendilerini mali bakımdan rahata erdirecek yolu seçmemiş, altı delik yahut tabanının lâstiği çatlamış ayakkabılarla yaşamayı tercih etmişlerdi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ermeni diayporası tarafından "1915 olaylarının mimarı" ve "en büyük düşman" ilân edilen Talât Paşa, Hrant Dink gibi sokak ortasında katledilmişti. Paşa, 1921'in 15 Mart sabahı sürgünde yaşadığı Berlin'in Charlottenburg Caddesi'nde evinin hemenhttp://www.sabah.com.tr/2007/01/21/i...EBE75A37Db.jpgilerisinde Sogomon Tehliryan adında bir terorist tarafından ensesinden vuruldu. Yerde kanlar içerisinde yatan cesedini ilk gören Türk, cinayetten birkaç saniye sonra oradan tesadüfen geçmekte olan bir delikanlıydı: İttihad ve Terakki Partisi'nin uzun seneler kâtib-i umumisi yani genel sekreteri ve Talât Paşa'nın da çok yakın mesai arkadaşı olan Midhat Şükrü Bey'in Bleda) oğlu Turgut. Turgut Bleda, yerde yatan cesedin ayakkabılarının delik tabanlarını görünce katledilen kişinin Paşa olduğunu anlamış, cinayet mahallinden kaçmak üzere olan katili de, Paşa'nın yerdeki bulunan bastonuyla döverek bir hayli hırpalamıştı. Tehliryan, cinayetten birkaç gün sonra Berlin'deki Charlottenburg Mahkemesi'nde hakim karşısına çıkartıldı. Ama duruşmalar katilin değil, Türkiye'nin yargılandığı bir havaya büründü ve Tehliryan çok kısa bir yargılamadan sonra beraat etti! Karakoldaki ifadesinde "Paşa'yı niçin arkadanhttp://www.sabah.com.tr/2007/01/21/i...F8FC19803b.jpgvurduğu" sorulduğunda "Öldürmeye daha önce birkaç defa teşebbüs edip önüne çıkmıştım. Ama öyle bir bakışı vardı ki, silâhımı çekemedim. Sonra da arkasından vurdum" demişti. Şimdi bu yazdıklarımı okuyup da "Paşa'ya karşılık Hrant" gibisinden abuk sabuk bir kıyaslamaya gittiğimi zannetmeyin. Sadece, 80 küsur seneden buyana devam eden bu kanlı hesaplaşmanın ilk ve son kurbanları arasında varolan bir benzerliğe, menfaat kavramından nasıl uzak durduklarını ifadeye çalıştım o kadar... Berlin'de 1921'de Sogomon Tehliryan tarafından sıkılan ilk kurşun bugüne kadar devam eden bir nefretin nasıl ilk ateşleyicisi olmuşsa, tarafları anlayış çizgisine çekmeye çalışan Hrant Dink'e sıkılan kurşunlar da aynı nefreti kat kat arttırma görevi görmüştür. Dolayısıyla Talât Paşa'yı katleden Sogoman Tehliryan ile Hrant Dink'i vuran cani arasında hiçbir fark yoktur
MURAT BARDAKÇI-SABAH
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Dünya bugün de Türkiye'yi konuşuyorBatı basını: Cinayetin zamanlanması daha kötü olamazdı...
21.01.2007 17:15http://www.haberturk.com/kuturesim/hrantdinkaa.jpgHrant Dink’in öldürülmesinin tüm dünyada yankıları sürerken katil zanlısı olarak 17 yaşındaki bir kişinin göz altına alınması çok dikkat çekti. “Türkiye, geçmişi ile yüzleşmeliö gibi başlıkları kullanan Batı basını, “Cinayetin zamanlanması daha kötü olamazdıö, “Türkiye’nin AB hedefine yeni bir darbe vurulduö yolundaki yorumları da yaptı. Gazeteler, cinayetin dünyada bir “öfke dalgasıönı yarattığını da yazdılar.
OBSERVER: TÜRKİYE GEÇMİŞİ İLE YÜZLEŞMELİ
Pazar günleri İngiltere’de yayınlanan The Observer gazetesi başyazısında “Türkiye, geçmişi ile yüzleşmeliö başlığını kullandı. Gazete “Türkiye, laikliğin militan milliyetçiliğe bağlı olduğu garip bir demokrasi türüö ifadesini kullandı. Atatürk’ü küçültmenin de suç olduğunu yazan gazete, “Türk devleti, elbette ki Sayın Dink’in ölümünden sorumlu değil ancak ülkenin geçmişinin utanç verici bölümlerinin açık bir biçimde tartışılmasına izin verme isteksizliği gazetecilerin kolayca hain olarak nitelendirildiği bir iklim yaratıyorö yorumunu yaptı.
SUNDAY TİMES: CİNAYETİN ZAMANLANMASI DAHA KÖTÜ OLAMAZDI
Büyük Pazar gazetelerinden The Sunday Times ise, “Türk sağının nefret ettiği editör vurulduö başlıklı haberinde “Dink cinayeti zamanlanması, Türkiye’nin AB hedefi açısından daha kötü olamazdıö yorumunu yaptı.
LE FİGARO: ERDOĞAN HÜKÜMETİ İHTİYATLI AÇILIM KARTINI OYNUYOR
Fransız Le Figaro da, Türkiye’deki yeniden yükselen sert milliyetçiliğin trajik bir dönüş yaptığını savundu. Ankara’nın “Ermeni soykırımıö iddialarının araştırılması için bir komisyon kurmasını önerdiğini anımsatan gazete, “Kemalist devletin temsilcilerine göre daha esnek olan Erdoğan hükümeti, ihtiyatlı bir açılım kartını oynuyorö görüşünü dile getirdi.
LA TİMES: TÜRKLÜĞE HARAKETTEN MAHKUM OLMUŞTU
Hrant Dink’in “Türklüğe hakaretö gerekçesiyle yargılanan bir grup yazardan biri olduğunu anımsatan Los Angeles Times ise, bunların çoğunun beraat ederken Dink’in mahkum olduğunu belirterek Dink’in Türk ulusuna sadık olmayı sürdürdüğü görüşlerine de yer verdi.
NYT: CİNAYET TÜRKİYE’Yİ ŞOK ETTİ
New York Times gazetesi de, Dink cinayetinin Türkiye’yi şok ettiğini belirterek çeşitli çevrelerden analistlerin cinayetin Türkiye’ye doğrudan hedef alan bir saldırı olduğu konusunda birleştiklerini yazdı.
LE MONDE: DÜNYA ÇAPINDA ÖFKE DALGASI YARATTI
Türkiye’nin şok olduğunu, cinayetin siyasi olduğu konusunda bir kuşkunun bulunmadığını belirten Fransız Le Monde de, Dink cinayetinin dünya çapında bir “öfke dalgasıönı yarattığını kaydetti. Dink’in Türkiye’deki Ermeni topluluğunun en iyi tanınan sesi olduğuna işaret eden gazete, öldürülmesini protesto edenlerin “katil devletö bağırdıklarını da yazdı.
TELEGRAPH: AB ÇABALARINA DARBE VURACAK
İngiliz The Telegraph da, Dink cinayetinin Türkiye’nin AB çabalarına yeni bir “darbeö vurması beklendiğini öne sürdü. Binlerce Türkün Agos gazetesinde önünde toplanarak Türk devletine karşısı sloganları attığına dikkat çeken gazete, Dink’in Ermenilerin öldürülmesini “soykırımıö olarak nitelendirerek Türkiye’de yaygın bir öfke yarattığını kaydetti.
ABC: 32 SAAT SONRA YAKALANDI
İspanyol ABC ise, Hrant Dink’in öldürülmesinin zanlısı olarak 16-17 yaşında bir kişinin göz altına alındığını belirterek bunun cinayetin sadece tam 32 saat sonra meydana geldiğine dikkat çekti.
EL MUNDO: BABASI POLİS İLE TEMAS KURDU
İspanya’nın önde gelen gazetelerinden El Mundo da, zanlının babasının polis ile temas kurduğunu kaydederken İstanbul valisinin cinayetin aydınlatılması için halka işbirliği çağrısını yaptığını yazdı.
ANKA
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Trabzon'da rahip cinayeti sonrasında gerek iç ve gerekse dış basında yazıldı çizildi, dışarıyı bilemem ama içeri, olayları, oradaki zaafiyetleri çabuk unuttu. 18 yaşında katile silahı sağlayanın daha önce Mc Donalds'a bombalı eylem gerçekleştiren ve bunun üzerinden 11 ay sonra elini kolunu sallayarak tahliye edilen kişi olduğunu bugün gazeteler yazıyor.
Ceza Yasası, AB zorlaması ile bu hale geldi, ne yazık ki bugün ülkede suçlular, hem de azılıları suçsuz ya da serbest, mağdurlar suçlu konumuna geldi. Suçluya avukat sağlamak yasa gereği, bunun ücretini devlet ödüyor, mağdur olan parası ile avukat tutuyor. Başka forumlarda da konusu geçti, hukuk bir ülkede sosyal ihtiyaçtan, toplumun geldiği sosyal düzeyden beslenir. Tepeden inme ve demokrasinin gereği olarak empoze edilen yasaların (birçoğu AB ülkelerinde mevcut değildir) bu topluma nasıl zarar verebildiğinin bundan daha büyük örneği olur mu?
Ayrıca bu ükede iyi ile kötü de dezenformasyon sebebi ile iyice birbirine karıştı. Bu forumlarda, aynı konularda ahkam kesen Elif Şafak'ı, Orhan Pamuk'u yerden yere vurduk, çünkü onların düşüncelerinde samimi olmadıklarını biliyorduk. Bildiğim kadarıyla Hrant Dink'e en ufak bir eleştiri bile gelmedi bu forumlarda (Türk Solu Dergisi'nin anketinin yorumsuz alıntısı hariç ki oradaki düşüncelerin sadece ankette yer alan düşünceler olduğu, iletiyi ekleyenlerin düşünceleri olmadığı ve bu düşüncelerin de tasvip edilemeyeceği anlaşıldı) Hrant Dink bana göre sıradışı fikirleri olan bir insandı ama düşüncelerinde samimi idi, dürüsttü, düşüncelerini paraya tahvil etmeyecek kadar mertti. En azından o nedenle benim için saygıyı hakediyordu, fikirlerine katılmasam da kendisine saygı duyuyordum.
Konuya başka bir açıdan yaklaşmak gereği duydum. Sonucun bu olmasından inanılmaz üzüntü duyuyorum, ailesinin ve ülkemizin başı sağolsun...
Re: Hrant Dink öldürüldü!
türk milletinin başı sağolsun..hrant dink öldürülen 62.gazeteciymiş.her geçen gün kötüye gidiyoruz..bu saldırıyı şiddetle KINIYORUM.
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Akşamdı saat bir suları bir tv kanalı yerde yatan naaşın fotoğrafını ayakkabıları görünecek şekilde ekrana getirmiş ve altına yazmış.... ' Vatanını satmadı ayakkabısı delik gitti.....'' O an boğazıma birşey düğümlendi... Zaten aşağılık olan cinayet gözümde dahada aşağılara indi....
Bir kişi aykırı fikirler savunabilir önemli olan onun ne dediğini anlayabilmektir. Anlayabildik mi ? Hiç sanmıyorum.... Göstere göstere gelen cinayet Türkiye yi sarstı geçti... Aslında bir barış adamı hunharca katledilmişti... Bu kişinin vatanını sevme olasılığı ise sıfırdı... Şimdi eğri oturup doğru konuşalım bu vatana bir ihanet söz konusu ise acaba bu ihaneti kim yapmıştı ?
Devlet bazı durumlarda kişilerin taleplerine bakmaksızın o kişiyi koruma altına almakla yükümlüdür. Bu kişi öyle bir kişiydi. 2004 ten beri git gide artan tehtidler bir takım kendini bilmez sovmenlerin üç kuruşluk gösterişi uğruna hedef gösterilmesi kendisinin aykırı konuşması bu koruma için gerekli alt yapıyı oluşturmuştu. Devlet vatandaşını korumak zorundaydı her zamanki gibi koruyamadı....
Aşağılık katil Cuma namazından çıkıp kendisiyle konuşmaya gelmiş sekreterya uyanmamıştı.... Güvenlik kameralarına yansıyan pozlar adamın orada iki buçuk saat beklediğini gözünü apartman kapısından almadığını göstermiş güvenlik görevlileri şüphelenmemişti. İfadesi doğruysa banka dönüşü göz göze gelmişler Dink irkilmişti... Katiliyle gözgöze gelmiş irkilmiş ama uyanmamıştı... Muhtemelen banka istediği paranın hazır olduğunu belirten telefonu üzerine tekrar çıkmış ve sonun başlangıcı olmuştu bu çıkışı.... En korkuncuda katilin pişman değilim gene olsa yaparım demesiydi....
Katil dediğimiz de 17 yaşında yasalara göre aklı baliğ olmamış yani sorumluluklarını tam anlayan reşit biri olmadığıydı... Bu kişinin nasıl bir ruh yapısına sahip olduğu ise ciddi ciddi incelenmesi gereken ayrı bir konuydu... Nasıl bir hınç yanış bir yanlış bilgilendirme nasıl bir beyin yıkama olabilirdi ki böyle ? Yakalandığında cebinden bir ytl ve tabanca çıkmıştı.... Bir ytl değil amma tabanca çok önemliydi.. Sanki herkese katil benim işte buda silah başka bir şey aramayın mesajı verilmek için yakalanmıştı ... Öyle ya neden atmamıştı denize ? Neden yok etmemişti ? Bırakın tespit edilip aranmayı sıradan bir kontrolde başına sorun açacak bir nesneyi neden yanında taşıyordu ? İşin bir garip yanıda silah temizdi.... Daha garip bir yan ise bu katilde Trabzonlu hemde iki ayrı olayda ki ortak kişilerle ilişkisi olan birisiydi....
Trabzonda rahip Andrea Santora nın öldürülmesinde de 16 yaşında bir genç çıkmış oda tabancasıyla bilahare yakalanmıştı... Aradaki tek fark bu genç pişmanım demişti mahkemede bu ne der bilemiyoruz amma şimdilik tek fark bu gözüküyor. Sözde sadece İsa nın heykeline ateş etmek isterken ' kazara' rahibi vurduğunu savunmuş amma ikinci el ateşi neden ettiğini açıklayamamamıştı... Tabancasıda yakalanmış o tabanca da tertemiz çıkmıştı... Kaderin bir garip cilvesi olacak bu katilin aldığı 18 yıl on ay hapis cezasının gerekçeli kararının açıklandığı gün Hrant Dink Hollanda'nın uluslararası yardım kuruluşlarından Oxfam Novib, "Pen Awards" adıyla her yıl verdiği ödüle layık görülmüştü....
18 yaşın altında kişilerin sıradan olmayan ve özellikle kendileriyle ilgisi bulunmayan kişileri katletmesi münferit bir olay olarak değerlendiriemezdi ancak Rahip cinayeti aksini gösteren bir çok bulguya rağmen münferit kabul edildi ve kapatıldı umarım ve ümit ederim ki bu sefer bu göz yumma olmayacak ve sonuna kadar gidilecektir. Çok önemli bir detay vardır. Gencin spor yaptığı spor klübünün antrönörü ' o kişiyi ben bilmiyorum hayatında gazete okumayan bu nereden bilecek...' diyordu... Evet bilmeyeceği şeyi hemde oldukça yanlış öğrenen katil 200 ytl ve bir tabanca ile istanbul a gelip bu hunharca rezil cinayeti işleyip geri dönerken yakalanıyordu...
TV lerden seyrettiğim kadarıyla ailesinin ve komşularının yüzlerindeki şaşkınlık ve utanç gerçekten bu kişinin hür iradesi ile böyle bir olayı yapamayacağının göstergesiydi. Yani aile ve komşular bu katletmeye şaşmış utanmış ve kabullenememişlerdi. Zaten bu yüzden de bizzat babası ve teyzesi ayrı kanalrlardan ihbar etmişler utancı azaltmaya çalışmışlardı...
Şimdi yapılması gereken sağa sola sapmadan siyasi çıkar ve kavga zemini oluşturmadan bu işin tam anlamıyla çözülmesidir. Çünkü ne milliyetçi ne dindar ne solcu ne sağcı böyle bir cinayeti onayamaz Kesin olan her kesimin tümden dolayısıyla Türkiye nin ciddi bir darbe aldığı bu elim cinayet sonuna kadar gidilerek çözülmelidir. Bu katile de 18 sene hapis cezası vermek ne vicdanları tatmin eder nede bundan sonraki cinayetlerin önüne geçer.... İstanbulda bahsedilen kadın dahil tamamı bulunmalı en ufak detaya kadar bu olay çözülmelidir. Yoksa katilin yakalanması sadece buruk bir sevinç olarak kursaklarda kalacak kamu vicdanı sızlayacak gerçeklerin üzeri kapanacaktır...
Dink e toprağı bol olsun derken onun gibi aykırı ama barış adamını katleden kişi kişiler vede zihniyetleri lanetliyorum...