-
Goruluyor ki sirf benim kafam karismamis. Bekir Coskun'u sevenler icin kahkaha dolu bir yazi.
BAŞBAKAN dün grubunda �kamusal alan� tarifini yeniden yaptı ki, içine türbanı da sokabilsin.
Güzel bir tarifti.
Tek eksiği; kimse tarifi anlamadı.
Söylediğine göre; kamusal alan; �farklı fikirlerin birer zenginlik olarak bulunduğu alan�mış.
Diyelim ki o zaman ben; kenarı çiçekli, ortasında kuş motifi olan bir nüfus kağıdı isteyebilir miyim?
Bir �farklı fikirlerin zenginliği� olarak...
Ya da AKP�nin hakkımda açtırdığı davaya, üzerinde turuncu çiçekler olan büzmeli şortumla gidebilir miyim, ki hakim sorsun:
�Bu ne ulan?..�
Ben de yanıt vereyim:
�Kamusal alan...�
*
Başbakan kafasını değiştirmek yerine �kamusal alan� tanımını değiştirmek istiyor.
Kısa bir tarif yaptı; iki A5 sayfası...
AKP�liler sonuna gelindiğinde, tarifin başını unuttukları için �çok doğru� anlamında baş sallayıp, ayakta alkışladılar.
Ben ise anlamadıklarını anladım.
Kamusal alanlar; anayasanın, yasaların ve evrensel hukukun (türbana izin vermeyen AİHM gibi) geçerli olduğu alanlardır.
Öyle canı isteyen yeni bir tarif yapıp içine; yasaların izin vermediği şalvarı, türbanı, tesettürü koyamaz.
*
Bence Başbakan �kamusal alan�ın tarifini arada bir değiştiriyor ki, içine türban girsin.
Tarif değişiyor ama, yine de türban içine sığmıyor.
Bu yüzden değil mi ki �kamusal alan� değiştirilemediğine göre, karşımıza �kamusal türban� çıkıverdi.
Medyamız, iktidar eşlerinin türbanlarının ne kadar şık ve yakışır olduğunu, dünyanın nasıl hayran kaldığını tekrarlayıp duruyor.
�Kamusal yalan�dır bu...
Bence bu tartışma bitmez.
-
Türkiye'de ilericiliğin, demokratlığın birkaç tane kriteri vardır. Bunlardan biri Kürt meselesi diğeri de başörtüsü meselesidir.
Neden bunlar kriterdir?
İlerici, insan hak ve özgürlüklerini savunduklarını iddia eden insanların önüne bu konuları getirdiğinizde yüzlerindeki maskeleri çıkartıp, gerçek yüzlerini ortaya koymaktadırlar. Eğer bu kişilerin kendileri veya eşleri başörtülü olsalardı muhakkak olaya farklı yaklaşırlar ve hak ve özgürlüklerinin ayaklar altına alındığını iddia ederlerdi. Neden mi?
İnsanların doğuştan elde ettikleri haklar vardır:
Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 2- Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.
Madde 7- Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Herkesin bu Bildirgeye aykırı her türlü ayrım gözetici işleme karşı ve böyle işlemler için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.
Madde 11-
1. Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.
2. Hiç kimse işlendiği sırada ulusal yada uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Madde 19- Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.
Madde 26-
1. Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yüksek öğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.
2. Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
3. Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek, öncelikle ana ve babanın hakkıdır.
Bu ilerici ve özgürlükçü olduğunu iddia edip daha sonra insanların dünya görüşlerinden, giyim kuşamlarından ötürü eğitim, savunma, iş, dolaşım haklarını ellerinden alma hakkını kendinde gören insanların yukarıya bazı maddelerini alıntıladığım İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİNİ tekrar tekrar okumaya davet ediyorum.
Bence asıl tehlike, kendinden farklı düşünen insanlara yaşam hakkı tanımayan, giyim kuşamından ötürü insanların haklarını kısıtlama hakkını kendinde gören bu yobaz insanlardır. Bu yobaz insanlar dindar da olsa, dinsiz de olsa, kemalist te olsa, solcu da olsa, sağcı da olsa YOBAZDIR ve yobaz da düşünemediğinden, refleks tepki verdiğinden, kendinden başka kimseye yaşam hakkı tanımadığından tehlikelidir.
Give Justice A Hand
-
Sayin Yondem, AIHM'nin Leyla Sahin hakkinda aldigi karari kiniyor, AIHM hakimlerini de Yobaz olarak mi tanimliyorsunuz?
Madde 26, Bolum 3 - Cocuklara verilecek egitimin turunu secmek, oncelikle anne ve babanin hakkidir diye yazmissiniz. Kiz cocuklarini ilkokula gondermeme karari veren milyonlarca veli icin ne yapmayi ongoruyorsunuz?
-
Evet, kendi fikrini karşısındaki insana zorla uygulatan kişi kim olur ise olsun YOBAZDIR.
Maddeler İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ'nden alınmıştır. Orada belirtilen eğitimi türünü seçmek, okula göndermemek değil. Takdir edersiniz ki eğitim türünü seçme ile eğitimsiz bırakma arasında fark vardır. Ama ben yine de sizin için açıklayayım:
Bir anne-baba çocuğunu isterse Mesleki okullara, isterse devlet okullarına veya kolejlere gönderebilir. Buna karar verecek olan anne-babadır devlet veya başka bir mercii değil. Kafasında kendinden başka insanlara yaşam hakkı tanımayan YOBAZLAR ise hiç değildir.
O maddede belirtilen budur.
Cımbızla çekip aldığınız Madde 26'nın 1. bendini de buraya yazsaydınız, sorunuzun abesle iştigal mertebesinde olduğunun farkına varırdınız.
Madde 26-
1. Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yüksek öğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.
Tekrar ediyorum: Kendi fikrini zorla başkalarına kabul ettirmeye çalışan ve zorla uygulayan kişi kim olursa olsun, hangi fikri savunduğunu iddia ederse etsin YOBAZdır.
Give Justice A Hand
-
Maalesef Ilkokul'un zorunlu olmasi gercekleri degistirmiyor. Milyonlarca kiz cocugu okul yuzu gormuyor, aileleri sayesinde. Sorumla size gostermeye calistigim, bazi Anne ve Babalarin cocuklari icin her zaman yerinde ve dogru karar vermedikleriydi. 3.cu maddeyi sizin tabirinizle cimbizla almamin sebebi bunun icindi.
AIHM'nin Leyla Sahin vs Turkiye davasinda aldigi karar yuzunden, AIHM yargiclarini "Yobaz"olarak tanimlamaniz beni sasirtti. Sonucu begenmeyince insan haklarini korumaya calisan bir mahkemeye bu sekilde hitap etmek bana ters geliyor.
-
sevgli dostlar, ne yazık ki TARAFIZ.
bu taraftarlık demokratik,laik ve sosyal hukuk devleti içindir.
ve yazık ki bence günümüzde İDEALLER ütopya olarak kalmış durumda.
Amerika' da bile Bush yönetimi Kasım seçimlerinden önce olası bir saldırı ihtimalini düşünerek seçimleri erteleyebilmek için yasa tasarısı hazırlığı içinde.
İspanya bile 200 kişinin öldüğü saldırıya rağmen seçimlerini ertelemezken Amerikanın bu tavrını nasıl açıklarsınız?
Buna kimileri demokrasiye aykırı kimileri de demokrasiyi koruma refleksi diyebilir. her halükarda korkulan olay demokratik ülkelere yapılan radikal saldırı ihtimalidir. Amerika bu olası saldırıyı ya seçimleri erteleyerek ya da seçim sonucu iktidarı ve dolayısıyla global politikalarını yeniden gözden geçirerek yapacaktır. Varılan sonuç her halde demokrasiyi koruma refleksidir ve HER DEMOKRASİ KENDİ BEKASI İÇİN bazı tedbirlere başvurmak zorundadır.
Bu tedbirler kimi zaman YOBAZLIK olarak dahi değerlendirilebilir.
İlle de türban diyen kesim,tüm kanallarıyla egemen olduğunda acaba başlarını örtmeyen, mini etek giymekten hoşlanan kadınlarımızın üzerinde bir baskı kuracaklar mıdır? Bu sizce kuvvetli bir ihtimal midir?
Ya da bazılarımız gibi ezildiğini horlandığını, kimlik ve kültürünün yok edilmeye çalışıldığını iddia eden kesim sice doğru mu söylemektedir?
Özellikle siz İstanbul'da yaşayanlar, asıl sizler nasıl bir kültür erozyonu içinde olduğunuzun, İstanbul'un insan yapısının nasıl değiştiğinin farkında değil misiniz. Peki hiç mi kendinizi koruma ihtiyacı içinde değilsiniz.
Evet ne yazık ki zaman zaman yobazlık olarak da nitelendirilse, ben bu ülkede demokrasinin, laikliğin, ülkemin bölünmez bütünlüğünün korunmasından yana TARAF olduğum için, demokrasinin de kendisini değiştirecek, dönüştürecek akımlara karşı kendisini korumasının gerekliliğine inandığım için yobazlığa razıyım.Ve eğer sözünü ettiğim kesimler de sayın nursel yöndem' in belirttiği ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalacaklarına inansam, inanabilsem ve bunu gösterebilseler elbette ki benim için de yobazlığın alemi olmayacaktır.
-
İlle de türban diyen kesim,tüm kanallarıyla egemen olduğunda acaba başlarını örtmeyen, mini etek giymekten hoşlanan kadınlarımızın üzerinde bir baskı kuracaklar mıdır? Bu sizce kuvvetli bir ihtimal midir? diye sormuşsunuz. Ben başörtülülerin böyle bir baskı kurup kur(a)mayacaklarını bilmiyorum ama başıaçıkların başörtülülere bir baskı uyguladığını biliyorum.
Yani sizin korkunuz, sizin şu an yaptığınız şeyin size yapılması :) Çok ironik bir durum. Sizin mantığınızla haraket ettiğimiz taktirde bütün insanların hapse koyulması lazım çünkü hepsi potansiyel katildir, hırsızdır yani suçludur, herhangi bir insan her an suç işleyebilir...
Bir insanın veya grubun sizin yaşam tarzınızı veya görüşünüzü değiştirebileceği korkusuyla suçlu muamelesi görmesi, yaşam tarzlarının veya görüşlerinin zorla değiştirilmeye çalışılması ne derece hukukidir? Suçun ve cezanın bireyselliği ilkesi hukukun temeli iken nasıl olurda, hangi hakla kalkıp ortada bir suç yok iken birilerini cezalandırırsınız hem de işlenmesinden korktuğunuz suçun aynısını siz işlerken?
Demokrasi ile yönetimde cezayı gerektiren haller ancak ve ancak kişilerin başka bir insana veya gruba fikirlerini cebren kabul ettirmeye kalkışmaları durumunda ortaya çıkar. Siz hiç başkalarının başını zorla kapatmaya kalkan insanlar duydunuz mu? Ben duymadım ama başkalarının başlarını zorla açmaya çalışan, açmadıkları taktirde en temel insan haklarından mahrum bırakan sosyal faşist (sözde sosyal demokrat /sosyalist ama özde faşist) bir çok insan gördüm / görüyorum, okudum / okuyorum. Ben bu gibi "insanları" insan diye nitelerken kendimden utanıyorum. Çünkü bunlar YOBAZdır.
Aynı durumu başörtüyü savunanlar da yapsalar tepkim aynı olurdu. Yani eğer başörtüsü takmak zorunlu kılınsaydı ve başörtüsüzlere karşı şu an başörtülülere karşı yapılan insanlık dışı, insan onurunu hiçe sayan ve YOBAZ tavırlar takınılsaydı aynı şeyleri onlar için de yazardım.
Ama eğer sen (genel olarak bu görüşü savunanları kasdediyorum yanlış anlaşılmasın..) başörtüsü takmayanların hakkını başörtülülerin başörtüsünü zorla çıkartarak korunabileceğini düşünüyorsan ve bunu yapmaya hakkın olduğunu zannediyorsan/düşünüyorsan, birgün başörtülülerin hakkını korumak için herkesin başını kapatmaya çalışan diğer YOBAZ'lara da hak vermen gerekir çünkü onlar senin şu an yapmakta olduğunu yapmış olurlar.
Bu durum Nasreddin Hoca hikayesini bile geçti. Hani Hoca kızını suya göndermeden önce dövmüş ya su testisini kırar diye. Sizinkisi bundan da beter. Ben benim uyguladığım baskının benzeri bana da uygulanır diye baskının dozunu arttırıyorum. İşte mentalite bu. Bu ne kadar sağlıklı bir mentalite tartışılır ama hastalıklı bir mentalite olduğu su götürmez.
Give Justice A Hand
-
yapmayın sayın yöndem,
yazdıklarınız beni olağanüstü şaşırttı
bu ülkenin bir Anayasası var ve başlangıç kısmını aşağıya aynen alıyorum
Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda;
Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedi varlığı, refahı, maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu Millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;
(Değişik : 03/10/2001 – 4709/1 md.) Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;
Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve "yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;
FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.
ŞİMDİ DE ANAYASANIN 1,2,3 VE 4. MADDELERİNİ OKUYALIM
I. Devletin şekli
Madde 1.- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
II. Cumhuriyetin nitelikleri
Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti
Madde 3.- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara'dır.
IV. Değiştirilemeyecek hükümler
Madde 4.- Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
Gördüğünüz gibi laiklik ilkesi ile devletin bölünmez bütünlüğü hakkındaki bu maddeler değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.
İşte demokrasinin kendini koruma refleksi budur.
antilaikler, bu ülkenin anayasanındaki hükümlere, kılık kıyafet kanununa, ve bilumum devrim kanunlarına karşı gelmeyi hak bilecekler, bunun bir özgürlük ve inanç sorunu olduğunu söyleyecekler, devleti politikaya alet edecekler, özetle TÜRKİYE'Mİ İRAN'A BENZETMEK İÇİN akla hayale gelmeyecek uygulamalar ve polemikler yaratacaklar, ben buna karşı koyacağım ve bu İRONİK bir durum mu olacak.
Yapmayın sayın Yöndem, eylemeyin sayın Yöndem,
sizin mantığınızla gidersek evet biz antilaiklere karşı suç işlemekteyiz.Karşımızda korkunç örgütlü bir güçle peki nasıl mücadele edeceğiz sayın Yöndem, hele sizin gibi aydın ve ilericiler de bizi ÜTOPYALARI uğruna yalnız bırakırlarsa?
Peki siz bu kadar başı bağlı kadınımızın kendi istekleriyle mi bu işi yaptığını zannediyorsunuz. Babalarının dedelerinin, şeyhlerinin, hocalarının hiç mi etkisi yok? Peki siz bu kadınları o halde gördüğünüzde yüreğinizden bir sızı kopmuyor mu?
Ve bu ülkede kimsenin de başını zorla açtırmaya uğraşan yok. Sadece yürürlükteki hukuk düzeni gereğince ONLARIN DA UYMASI GEREKEN KURALLAR VAR. Yine sizin bakış açınızla yol alırsak, mevcut hukuk düzenimiz de aslında faşist, baskıcı bir düzendir öyle mi?Çünkü belli durumlarda insanların başlarının kapalı olmaması gerekiyor ve bu kuralları uygulamak veya uygulanmasını istemek de yobazlık mı oluyor?
Yapmayın sayın Yöndem, bir de sizler vurmayın sayın Yöndem!
-
TÜRBAN VE KAMUSAL ALAN
Türban sorunu, geldi dayandı “Kamusal Alan” tartışmasına! “Burası Kamusal alan,burası değil”den, başlayarak,“Kamusal Alan”ın top yekun reddine kadar sonu gelmeyecek tartışmalarla , konu başka taraflara çekiliyor ve yozlaştırılıyor. TBMM’nin sayın Başkanı Bülent Arınç , daha çiçeği burnunda iken,türbanlı eşini Havaalanına Cumhurbaşkanını geçirmeye , türbanlı eşini de beraberinde götürmüş,-türban konusunu ve “kamusal alan” kavramını denemek istemişti. . Bazı liboş ve sözde Atatürkçü yazarlar,o zaman “Buna alışmamız gerek” demişlerdi ...Ben ise “alışamam – bu bir meydan okumadır” demiş ve o zaman yazdığım gazeteden ayrılmak zorunda bırakılmıştım. Arınç şimdi de “Kamusal alan yoktur” diye meydan okumaya devam ediyor. Kısacası, türban konusunu bu kısır tartışmalardan kurtarmak – doğru yerine,Anayasanın ,TC’nin değiştirilemez “laiklik “ ilkesinin savunulması boyutuna oturtmak gerek. Çünkü şu bağlamda,“Türban” Atatürk’ün kurduğu “laik” devlete meydan okumanın bayrağıdır. Bu kasıtlı bir olaydır.
ANAYASA VE HUKUKTA ...
Burada ,bu tartışmalara girmeden ,”Kamusal Alan”ın Anayasal gerekçelerini kısaca hatırlatayım. Anayasa Mahkemesinin 1989 ‘da Türban Konusunda aldığı kararda – “laikliğin gereği , devletin, devlete ait iş yerlerinde,devlet hizmeti verilen yerlerde - bu cümleden olarak- Üniversitelerde,yani Kamusal alanlarda , herhangi bir dinin simgelerinin kullanılamayacağı” karara bağlamıştı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de- Anayasanın değiştirilemez 2. maddesindeki Laiklik ilkesine dayanarak,resmi davetlerine,Barbakan veya Bakan eşleri de olsalar,türbanlı hanımları davet etmiyor.Çok da doğru ve ilkeli davranıyor. Bu konuda en ufak taviz ve müsamaha,Anayasanın ihlali demek olur ve devletin temellerine dokunur.Tartışılması bile abes, Cumhurbaşkanının forsunun çekildiği her mekan ve alan, hiç şüphesiz “Kamusal Alandır”! i.
Bu böyle iken RADIKAL gazetesinde İsmet Berkan, Cumhurbaşkanı Sezer’in türbanlı hanımları resmi davetlere davet etmemesinin “kişisel tercihi” olduğunu iddia ederek -bu tercihin de nezaketsizlik olduğunu yazıyor ve böylelikle asıl nezaketsizliği kendisi yapıyor. Tabii, asıl büyük nezaketsizlik- Atatürk’e karşı asıl nezaketsizlik türbanı laik devlete karşı bayrak yapanlarda!
Diğer bir liboş – takkelisi – Taha Akyol da,ukalalığı veçhile, yabancı yazarlardan alıntılar yaparak,türban karşıtlığının, “Kemalizm’in” ,
vatandaşları aynı kalıba sokmak ve aynılaştırmak gayretinin “ kamusal ifadesi” olduğunu söylüyor. Başbakan Erdoğan da, herhalde , Akyol’un bu ifadelerinden esinlenerek, “Kamusal Alanın” ” kendisine göre tarifini yaptı; Ona göre “Kamusal Alan” Anayasa Mahkemesinin laiklik ilkesine dayanan tarifi değil - “farklı bireylerin farklı toplumsal kesimlerin farklı fikirlerin ,medeni mı ve demokratik biçimde, bir arada bulunmalarına ve yarışmalarına imkan veren bir alandır v- ve herhalde özellikle Üniversiteler de, böylesine bir alandır” ... Yani isteyen takkeli de,cüppeli de poturlu da gelir . Bu da RTE’in icabı hale göre ,Demokrasi ve AIHM gibi işine geldiği gibi kullanacağı bir “tramvaydır”
Bir de,yalakalığı boyu kadar uzamış bir başkası var; Mehmet Barlas.
Sıkı durun; “eğer eşlerlinin başı açık olan siyasi ve bürokratik kadrolar- inanılmaz ölçüde başarısız olmasalardı şu anda AKP tek başına iktidarda olmazdı” – yanı AKP başarısını türbana borçlu! Ve “Erdoğanlar- türbana rağmen Bush’larla Karamanlislerle beraber oluyorlar da türban karşıtı Sezerlerle beraber olmuyorlar” diyesi. Aynı Barlas , dil bilmeyen Erdoğan’ın “vücut diliyle yabancılarla ilişkilerinde daha başarılı olduğunu da yazmıştı! Pes!
Kasımpaşa’da Siirt’te,“Okusford” yoksa ve Sayın Başbakan , aile imkanları,hayat şartları yüzünden İngilizce veya başka bir dil öğrenememişse- onu, bu yüzden eleştirmek ayıptır,haksızlıktır. Biz
Ailemizin imkanları sayesinde ,dil öğrenmişsek,ona ve dil bilmeyen diğerlerine üstünlük taslamamız züppelik olur. Kaldı ki,Türk Devlet başkanının veya Başbakanın,muhakkak,başka dil bilmesi de gerekmez. Ancak Erdoğan bir de yabancı dil bilse idi ,çevirideki nüansları kaçırmaz ve yabancılarla konuşmalarında, daha başarılı olurdu. “Vücut diline ” güvenmesi ise, cesaretten de öte,kabadayılık. Bunu övenlerinki de düpedüz yalakalık!
Lenin ve Stalin “Liberaller bizim işimize yarayan budalalardır” demişlerdi . Bugün de liberal-lıboşlarımız,laiklik karşıtlarının ve AB’nin işlerine yarıyor onlara hizmet ediyorlar.
NEDEN TÜRBAN?
Besbelli; Türbanı bayrak ve simge olarak kullananların asıl maksatları TC’ni “ılımlı İslam Devletine, kendi kadrolarıyla dönüştürmek.
Geleneksel başörtüsü Cumhuriyetten,kıyafet devriminden sonra problem olmamıştı.Atatürk de,“bu sorunu kadınlarımız zamanla,kendileri çözerler” ” demişti ve öyle de oluyordu.1945'de , İstanbul Hukuk’unda okurken sınıfımızda iki üç başörtülü kızımız vardı. Kimse onlara karışmadı. Biri – sonra başörtüsünü kendiliğinden çıkardı.
Ama Erbakan ve şürekası maksatlı olarak o zaman kadar eşi olmayan tarzda bağlanan “türbanı” biç meydan okuma simgesi olarak çıkardılar.
Velhasıl bugün mesele ve tehlike , “Kamusal alan” tartışmalarına indirgenemeyecek kadar aşikar ve o oranda da,tehlikelidir.
Asıl sorun şudur; Laik TC ‘ne bağlı olanlar, “Türbanın” meydan okumasına , çağdaşlığa galebe çalmasına ve sonunda Atatürk’üm kutsal alanı olan Çankaya’ya, Cumhurbaşkanlığının Forsunun dalgalandığı her alana ve mekana- Anayasada tarif edilen “Kamusal Alanlara” bütün Üniversitelere “Türbanın” ve zihniyetinin egemen olmasına razı olacaklar mı? “2007’de,eğer Cumhurbaşkanlığına,maazallah,eşi türbanlı ve türban zihniyetini temsil eden kişiler, “demokrasi tramvayı”ile çıkarlarsa ve oraya
Türbanlılar ve karafatmalar üşüşürse,buna “demokrasi ve liberallik uğruna razı olacaklar mı? Ben ,Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetini emanet ettiği gençleri ,”her ahval ve şeraitte” görevlerinin gereğine yapacakları umudumu muhafaza ediyorum
TRANSFER ve CHP
CHP den istifa ederek AKP ye transfer olanlar konusu siyasetimizin nasıl yozlaştığını gösteriyor ve de CHP de Baykal’a ve milliyetçiliğe karşı kazan kaldırmanın asıl boyutlarından birini! Churchill’in bir sözü var; “Bazıları ideal ve fikirleri uğruna partilerini değiştirirler..Bazıları da Partilerini değiştirince Fikirlerini de değiştirirler”
Bir de,Atatürk’ün kurduğu CHP'nin Genel Başkanlığına aday Kemal Derviş’ten inci ;“Türbana itirazım yok!”
altemurkilic@haberturk.com
Yazı giriş tarihi - saati : 15.07.2004 - 13:09
ceteris paribus
-
Özür dilerim ama ben nursel yöndemin yazılarını okuyunca sok oldum, dumur oldum!
öncelikle kimse kimseyi ''özel yaşamında birşeylere zorlamıyor'',''başını açtırmıyor''! sadece deltaG'nin de belirtiği gibi belli kuralların uygulandığı,resmi yer niteliği taşıyan, 'kamusal alan olan' yerlerde bu kurallara uyulması bekleniyor, nasıl ki bir camiye girerken başımızı örtüyorsak teamül gereği.. aynen buna benziyor ki bu türban yasağı yazılı.
herkes bu ülkenin evladı, vatandaşı toplumca beraber yaşamak için belli kurallara, başta ANAYASA'mıza uymamız gerekir?
biliyorum biraz sert olacak ama TÜRKİYE'Yİ beğenmeyen bence gitsin çok kapanmak istiyorsa, şeriat kanunu nerde uygulanıyorsa... gerçi oralarda gelişmeye başladı ama....
' kendi fikrini karşısındaki insana zorla uygulatan kişi kim olur ise olsun YOBAZDIR ' yazmışınız! peki türban takan ve taktıran kesimin atıyorum ramazan bayramında oruç tutmayanlara veya alkol alanlara yaptığı davranış nedir? tabiki biliyorum onları savunmuyorsunuz ancak onlar özel hayata müdahale ederken, biz sadece kamu alanında,yazılı hukuk kuralları gereğince müdahalede bulunuyoruz. ki hukuk devleti olduğumuz en üst norm olan ANAYASA'mızda da belirtilmiştir. ayrıca hukuk devleti ilkesi birçok uyuşmazlıklarda (insan hakları mahkemesi dahil) ölçü norm olarak kullanılir.
homo homini iupus