-
1. Erkek Peygamber Devesi dişinin kokusunu 7 mil öteden duyabilir.
2. George Washington evinin bahçesinde marijuana yetiştirirdi.
3. Zürafa kulağını 53 santim uzunluğundaki dili ile temizler.
4. Lübnan'da dişi bır hayvanla cinsel ilişkiye girmek serbesttir ama erkek hayvanla yasaktır.
5. Mc Donalds'ın karının % 40'ı çocuk menüsü satışından gelir.
Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil pamuktan yapılır.1950'den önce kenevir, ağaç kabuğu ve marijuana yaprağı kullanılarak yapılırdı.
6. Çikolatanın köpekleri öldürdüğü doğrudur. Onların kalbine ve sinir sistemine zarar verir. Yarım kilo kadar çıkolata küçük bir köpeği öldürebilir.
7. Birçok ruj çeşidi balık pulu içerir.
8. Katil balinalar köpek balıklarının midesine alttan torpil gibi vurarak onları öldürür.
9. Donald Duck çizgi fılmleri Finlandiya'da yasaklanmıştır. Nedeni kahramanların don giymemesidir.
10. Ketçap 1830'lu yıllarda ilaç olarak satılırdı
11. Bir bardak taze şampanyanın içine bir kuru üzüm atarsanız üzüm asansör gibi bardağın altından üstüne üstünden altına sürekli dolaşır.
12. Eğer ağzımıza attığımız bir şeye tükürüğümüz değmese onun tadını anlayamayız.
-
Hanımlar iyimisiniz allasen;
yoksa iyisinizde farkında mı değiliz?[:ppl][:pt][:w2][:sr][:k2][:lv][:hs][:mgf][:dk][:dv]
-
Neden Çok Yaşa Denir
Hapşıran bir kişiye 'çok yaşa' demek adeti hemen hemen her kültürde vardır. Anlam olarak biraz değişik de olsalar sonuçta aynı kapıya çıkarlar. Hapşıranlara İngilizlerin 'God bless you', Almanların 'gesundheit', İtalyanların 'felicita' deme adetlerinin kökeni, hapşırmanın kişi için önemli bir tehlike olduğuna inanılan çok eski zamanlara gider.
İnsanlar asırlar boyu yaşamın sebebinin ruh olduğuna, ruhun ise insanın başı içinde olduğuna, hapşırmanın bu hayati güce zarar verebileceğine inandılar. Hapşırmanın soğuk algınlığı ile ilişkili olması bu inanış; güçlendirdi. İnsanlar hapşırıklarını tutabilmek için her yolu denediler.
Milattan önce dördüncü yüzyılda Aristo ve tıbbın babası sayılan Hipokrat'ın öğretileriyle insanlar, hapşırmanın başın yabancı maddelere karşı bir savunma refleksi olduğunu öğrendiler. Hapşırma bir hastalığın başlangıcı olduğundan hastalığın sonunun kötü bitmemesi için hapşırana 'uzun yaşa', 'sağlıklı yaşa' gibi sözlerin söylenmesi adeti bu zamanlarda başladı.
Yaklaşık yüz yıl sonra Romalılar hapşırmanın iyi bir şey olduğuna, insanı hastalıktan koruduğuna, hapşırığı tutmanın hastalığın kuluçkaya yatmasına belki de ilerde ölüme sebep olabileceğine inandılar. Artık hapşıranlara 'tebrikler' veya 'iyi şanslar' deniliyordu.
Hapşırana 'çok yaşa' denilmesinin kökeni birçok kültürde bu şekilde olmasına rağmen bir Hıristiyanlık deyimi olan 'God bless you' (Tanrı seni takdis etsin) cümlesinin kökeni ayrıdır. Altıncı yüzyılda İtalya'da bulaşıcı ve öldürücü veba hastalığının tüm şiddeti ile başlaması ve bu hastalığın belirtisinin kronik hapşırma olması nedeniyle, hapşıranlara 'God bless you' denilmesi Papa tarafından yasa olarak yayınlanmış ve mecbur kılınmıştır.
Bu yasa ile ayrıca hapşıranın çevresinde 'God bless you' diyecek kimse yoksa, o kişinin kendi kendisine 'God help me' (Tanrı yardımcım olsun) demesi de tavsiye edilmiştir.
Genelde 'çok yaşa' diyene 'sen de gör' yani 'sen de benim yaşamımı görecek kadar çok yaşa' denilmesi de adettendir. Hapşırana 'çok yaşa' deyince hapşırmanın kesileceğine inananlar da vardır.
(Alıntı)
-
Gözle görülen en büyük yıldıza bakarken aslında 4 milyar yıl geriye bakıyoruz.
* İsrail'deki Ölü Deniz'de boğulmak imkansızdır... Tuzluluk oranı yüzde 25'e yakın olan denizin yüzeyinde oturup gazete okunabilir.
* İnsanın gülümsemek için 17, somurtmak içinse 43 kasa ihtiyacı var.
* Bedevi düğünlerinin geleneksel yemeklerinden biri şöyledir: Bir devenin içine bir koyun, onun içine birkaç piliç, piliçlerin içine balık ve balıkların içine de yumurta doldurulur.
* Auguste Rodin'in meşhur düşünen adam heykeli, İtalyan şair Dante'nin heykelidir.
* 1894 yılında mezarından çalınan Voltaire'in cesedinin nerede olduğu bilinmiyor.
* Matisse'in "Bateau-Gemi" adlı tablosu, 1961'de New York'taki Çağdaş Sanat Müzesi'nde yanlışlıkla 2 ay ters olarak asılı kalmış, 12 bin ziyaretçi bunu anlayamamış.
* İngiltere'de Shakespeare ile yazar Ben Jonason, Londra'daki Westminister Abbey'de 1637 yılında tasarruf için ayakta dikilir halde gömülmüşlerdir.
* Ernest Vincent Wright adlı yazarın 1939 tarihli "Gadsby" adlı romanı 50 110 kelime ile yazılmış, ancak bir tek bile "E" harfi yoktur.
* Dünyadaki her kıtada Roma adında bir şehir vardır
-
4 Yapraklı Yonca
Dört yapraklı yonca bütün kültürlerde iyi şansın sembolü olarak kabul edilir. Hıristiyanlık inanışında Havva'nın cennet bahçesinde elinde dört yapraklı yonca ile dolaştığı kabul edilir. Yoncaya çok daha eski kültürlerin batıl inançlarında da rastlanıyor. İrlanda efsanelerinden ve Sezar zamanından kalma yazılardan bu inanışın kökeninin İngiltere'ye, Galler'de yaşayan Keltler'e kadar uzandığı anlaşılıyor.
Bu toplumda Druid adı verilen bir grup, Güneş'e tapıyor ve ayinlerini yılda birkaç kez, Galler'in sık meşe ormanlarında toplanarak yapıyorlardı. Bu sırada kişiler arasındaki anlaşmazlıkları da sorgulayarak çözüm yolları buluyorlar, ölümcül derecede hasta olanlar ve çıkması beklenen bir savaşta ölüm tehlikesi ile karşılaşacak olanlar için insan kurban ediyorlardı.
Druid rahipleri her ne kadar kurban olarak daha önce suç işlemiş olanları tercih etseler de arada masum insanların da sazdan yapılmış büyük kafeslere konularak ateşe verildiği oluyordu. Dini bakımdan kurban edilen kişinin ruhunun bozuk ahlaklı olduğuna ve ölümden sonra yeni doğacak bir bebeğe geçtiğine inanıyorlardı.
Druidler ayrıca ökseotunun aile içinde uyumu sağladığına, dört yapraklı yoncanın ise kişiye çevresindeki bozuk ahlaklı ruhları, şeytanı ve cinleri görme yeteneği verdiğine, yoncanın sihirli gücü sayesinde şeytanın kovulabildiğine inanıyorlardı. Bu nedenle insanları kurban etmeden önce ökseotu filizleri topluyorlar, yerlerde dört yapraklı yoncaları arıyorlardı. Yani inanışın kökeninde dört yapraklı yoncanın uğurundan çok, kötü ruhlara karşı olan sihirli gücü yer alıyordu ama ne yazık ki yoncanın dört yapraklısı da tabiatta çok nadir olarak bulunuyordu.
Günümüzde bitki kültürü ile uğraşanlar, sadece dört yapraklı yoncaların ürediği tohumları geliştirmeyi başarmışlardır. Ancak efsane devam etmektedir, insanlar bahçelerinde milyonlarcası yetişebilirken, hala kırlarda uğur getireceğine inandıkları dört yapraklı yoncayı heyecanla aramaya devam etmektedirler.
Yoncanın dört yaprağının da ayrı birer anlamı vardır. Birinci yaprak ümidi, ikincisi imanı, üçüncüsü aşkı, dördüncü yaprak ise şansı simgeler. Tabiatta çok nadir bulunan işte bu dördüncü yapraktır.
(Alıntı)
-
''Şaka bir yana, insanlar sağlıklı bir şekilde böcek yiyebilme alışkanlığına kavuşsalardı, besi hayvancılığına ayrılan otlaklar bugün orman olarak korunabilecekti!''
Ez bu cümleden hareketle iyiki böcek yemiyoruz diyebiliriz. Yoksa bazı kendini bilmez zenginlere çok daha talan edecekleri alan kalacakmış... Bazı orman yerlerinde hayvanlar otluyor mera olarak Bazı orman alanlarıda talan edilerek kendini insan sanan hayvanlara veriliyor ev olarak...
Şimdi karar verelim besi hayvanı mı iyidir geleceği yok eden insan görünümündeki hayvanlkarın oralarda oturması mı?
-
Herkesin (haksız bir şekilde) kullandığı bir ifadedir "Angut".Birisi bir salaklık yapınca, bi laftan anlamayınca, böle boş boş bakıncahemen "Angut'musun" der günümüzün insanı.. Angut'un aslında bir kuş olduğunubilmeyen bir ton "Angut!" var ülkemizde..Angut kuşu'nun eşi öldüğü zaman (yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veyabir insan gelse dahi) gözlerini birdakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun başucunda bekler..İşte bu canlının yaptığı en büyük "Angut"luk budur..Ayrıca bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen birşeydeğildir.. Çok ürkek bir hayvan olmalarına rağmen eşinin ölüsünün başındabekleyen Angut kuşuna elinii uzatsanız dahi oradan kaçmaz..Hani derler ya "Angut gibi bakmasana lan".. keşke herkes Angut gibibakabilse değer verdiklerine..
Bundan sonra bazılarına "Angut" demeden önce bir kere daha düşünün..Bir "Angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde...
Alıntı
-
Angutların yanında şahinler yer alır. Ama bununda konuyla alakası yoktur.:)
-
Konu konuyu açarmış derler ya angut kuşunun konuyla alakası var mı yok mu o bir yana ; "Eyvaaahh.." ki ne eyvah dedim kendi kendime ilerde tıpkı bir "angut kuşu" gibi olacabileceğimin farkına vardım. :)
Çok önce, isminden dolayı ilgimi çeken bir kitap almıştım 'Bir çift yürek' diye... Yanlış hatırlamıyorsam yazar Amerikalı bir bayan ve aburijinlerin hayatını yaşam tarzlarını konu almış; aburijinlerin böcekleri nasıl yediklerini, hatta protein açısından hangi böceğiklerin daha zengin oldularını, ilk başta nasıl tiksindiğini ama daha sonra mecbur olunca nasıl yediğini ve yiyince o anki duygularını vs. anlatıyordu. Hiç unutmuyorum , ben kitabın konusuna bakmadan ne diye almıştım ama içinden neler çıktı :) tiksinerek fakat okudukça da severek okumuştum.
Belki de bir gün gelir o böcekleri yemek istesekte bulamayacağız hatta onları yakalayabilme yeteneğimizin de yok gibi göründüğünün farkına vardım.
-
Evcilleştirilemeyen Hayvanlar
Birçok vahşi hayvanın yavrusu, çok küçükken anasından alınır, vahşi ortamından uzaklaştırılır ve medeni bir ortamda insanlar tarafından büyütülürse kolayca uysallaşır. Ancak tam erişkin hale gelince ne olacağı belli olmaz. Genlerindeki kalıtımsal sosyal davranış biçimi aniden ortaya çıkabilir.
insana alışma ile evcilleşmeyi birbirine karıştırmamak gerekir. İnsana alıştırma, tabii bir duygu olan özgürlük içgüdüsünü zora veya kurnazlığa başvurarak ortadan kaldırmaya dayandığı halde evcilleştirme, toplu halde yaşama içgüdüsüne dayanır. Yalnız veya çift yaşayan hayvanlar evcilleştirilemez ancak insana alıştırılabilirler.
Doğada besinini ve barınağını kendisi bularak, düşmanlarına karşı kendisini ve ailesini savunarak yaşamını ve soyunu sürdürebilen hayvanların evcilleştirilmeleri, doğal çevrelerinde özgür yaşarken tutsak edilerek insan eliyle bakılıp beslenmeleri ve insanın kurallarına göre yaşamaya alıştırılmaları zordur.
Evcilleştirme, yararlanma amacıyla hayvanları insanlara alıştırma şeklinde tarif edilebilir. Bu tarife göre evcil hayvanları üç bölümde toplayabiliriz. Ürünlerinden faydalanılanlar (sığır, koyun, keçi, domuz, kümes hayvanları), gücünden faydalanılanlar (sığır, at, eşek, deve), dostluklarından faydalanılanlar (kedi, köpek, bazı kuşlar ve akvaryum balıkları).
Bazı yırtıcı kuşlar, özellikle doğan, atmaca ve şahin, avcılıkta yararlanılmak amacıyla evcilleştirilmişlerdir. Böcekler içinde evcilleştirilmiş sadece iki tür vardır. Cilalı taş devrinde evcilleştirilmiş olan bal arısı ve milattan önce 3000 yıllarında Çin'de evcilleştirilen ipek böceği.
İlk evcilleştirilen hayvan 10 bin yıl kadar önce köpek, sonra da keçi ve koyunlar olmuş, bunları sığır ve domuzlar sonra da at izlemiştir. Kediler köpeklerden binlerce yıl sonra evcilleştirilmişlerdir. Bağımsız yaradılışlı olmaları belki buna bağlanabilir. Kedilerin fare gibi zararlı kemiricilerden kurtulmak amacıyla evcilleştirildikleri eski Mısırlılardan kalma belgelerden anlaşılmaktadır.
Aslında evcilleştirme kavramım açıklamak pek kolay değildir. Evcilleştirme hayvan terbiyesinden, bir yaban hayvanının insana alıştırılmasından, evde süs veya zevk diye kedi, köpek, kuş, balık beslenmesinden farklı bir şeydir.
Evcilleştirme hayvanların insanlarla bir arada yaşamaları şeklinde de tanımlanır. Bu bir arada yaşama, insan zoruyla sağlanmış olmakla beraber hayvanların da buna sessizce boyun eğdiği hatta isteyerek razı oldukları söylenebilir. Bu tanıma göre evcilleştirme bazı hayvan türlerinde doğuştan var olan sürü halinde ve bir başın önderliğinde yaşamak eğiliminden ileri gelir.
Köpek ve atın dışındaki hayvanlara bakılınca ortak başka özellikler de görülüyor. Bir bölgeye bağlı kalmadan geniş sürüler halinde yaşayabilmek, değişik türden bitkilerle beslenebilmek ve kolay avlanabilir olmak. Tabii bu ilişkide karşılıklı menfaat da söz konusudur. Yoksa Avustralya yerlileri kanguruları çoktan evcilleştirmiş olurlardı.
Bir tanıma göre de, üremesi, yerleşimi ve yiyeceğinin kontrolü kendinden çıkıp insana geçmiş hayvanlara evcil deniliyor. Bu hayvanlar kendi türlerinin evcilleşmemiş türlerinden tamamen ayrı bir nesil oluştururlar. Artık bireysel kişilikleri kalmamış bir sürü oluşturmuşlardır. İnsanlar onların bir kısmına birer canlı yiyecek olarak bakmakta, fabrikasyon imalatla aynı şekilde yetiştirilmekte, zamanı gelince kesilip paketlenmektedirler.
Evcilleştirme hayvanların ruhsal durumlarını da etkiler ve genellikle bir gerilemeye yol açar. Örneğin, evcil erkek kazlar artık kendilerine bir yetki bölgesi oluşturmaktan vazgeçerler, babalık ve koruma görevlerini ihmal ederler. Beyinleri de yaklaşık yüzde 20 hafifler. Hayvanın dünyayı algılayış biçimi değişir. Avlanma tehlikesi ortadan kalktığından tepkilerinde bir zayıflama meydana gelir.
Eski Mısır'da antiloplar ve sırtlanlar, Ortaçağda ise sansarlar evcilleştirilmeye uğraşılmış, başlangıçta umut verici olmuşsa da sonradan vazgeçilmiştir. Hayvanların birçoğu insan gerek duymadığı ve binlerce yıl sabır gösteremediği için de evcilleştirilememiş olabilirler. Belki bugün başlarsak 5000 yıl sonra bahçemizdeki kaplanın sütünü içebilecek, yüzme havuzumuzda büyük beyaz köpek balığı ile oynaşabileceğiz.
(Alıntı)