-
Sayın Aksel,
Anayasa Mahkemesinin hukuka sığmayan kararlarını, yine Anayasa Mahkemesinin gerekçeleri ile bana izah etmeye kalkıyorsunuz. Maliye Bakanlığı hukuk müşavirleri ile Bakanlık hukuk müşavirlerinin yaptıkları görev ve ünvanları aynı o takdirde her ikisine de farklı statüler getirilemez diyorum; siz ise hala, Maliye Bakanlığı hukuk müşavirlerinin diğer bakanlıkları temsil yetkisi olduğundan bahisle kararın hukuka uygunluğundan dem vuruyorsunuz. Diğer kararlarında da Anayasa Mahkemesinin gerekçelerini bana tekrar edecekseniz neyi tartışacağımızı anlayamadım.
Birde yazınızda, "Ülkemizde hiç ünvanı olmayan ya da aynı ünvana sahip farklı bakanlıklara bağlı binlerce memur var. Bunların bir çoğunun işlerinin niteliği ve konumu farklı , maaş ve mali hakları da farklı" diyorsunuz. Zaten işin vahim tarafı da bu ya. Bu ilkede memurlar ûnvanlarına ve yaptıkları görevlere göre değil çalıştıkları kurumlara göre maaş alıyorlar bu da kamuda ücret adaletsizliğinı doğuruyor. Her parti iktidara gelmeden önce kamudaki ücret adaletsizliğini gidereceğini deklare ediyor, ancak iktidar olduktan sonra bunları unutup gidiyor.
Anayasa mahkamesinin ilri sürdüğü ve sizin de yukarıda aynen tekrarladığınız gerekçeyi örneklendirecek olursak: Meselâ hakimin birisi İş mahkemesinde görev yapıyor, bir diğeri Asliye hukuk mahkemesinde. Şimdi bunlardan iş mahkemsinde görev yapan hakim sadece iş davalarına bakıyor, görev sahası sınırlı, asliye hukuk mahkemesinde görev yapan hakim ise çok daha geniş bir sahaya bakıyor, bunun için asliye hukuk hakimi iş mahkemesi hakiminden daha fazla ücret almalı ve statüsü farklı olmalı diyebilir miyiz.
Bunun gibi, hukuk müşavirleri de hangi kurumda görev yaparsa yapsınlar yaptıkları iş aynıdır. Ben sadece çalıştığım kurumumun görev sahası ile alakalı konularda kurumuma müşavirlik hizmeti vermiyorum ki. Her gün önümüze akla gelebilecek her alandan görüş soruluyor. Özel hukuk alanından tutunuz da, ceza, borçlar, maliye, vs. vs. Yani biz bu görüş taleplerini, bizim kurumumuzun görev sahasına girmiyor, maliye bakanlığına sorun veya ilgili başka kuruma sorun demiyoruz. Maliye bakanlığı hukuk müşavirlerine yalnızca diğer bakanlıkları temsil yetkisi verilmesi kanundan doğan bir sorumluluktur. Kaldı ki böyle bir yetkileri sadece ve sadece kağıt üzerindedir. Hazine aleyhine açılan bütün davaları hazine avukatları takip eder ve sonuçlandırır. Bunların hiç birisine maliye bakanlığı hukuk müşavirlerinin bir dahli bulunmamaktadır.
RTÜK, TRT, DPT, DPB, Hazine Müsteşarlığı, Sermaye Piyasası Kurulu, Kamu İhale Kurumu ve benzeri bir çok kuruma ücret ayrıcalıkları getirlimiş olup, bu gün bu kurumlarda çalışanlar sırf o kurumlarda çalıştıklarından dolayı diğer kurumda aynı işi yapanlardan 3-5 kat daha fazla maaş alır duruma gelmişlerdir. Bu gün kamuda 240 civarında farklı maaş oluştuğu ifade edilmekte ve bu ücret adaletsizliğinin giderilmesi için çalışmalar yapılmaktadır. Hazine müsteşarının 15 milyar lira maaş aldığı söylenmekte. Hazine müsteşarı bu devletin 8 milyar maaş alan Cumhurbaşkanından çok daha fazla mı sorumluluğu vardır.
İşte başa gelen her iktidar belli kurumlara yüksek ücret ödemesi getirmek suretiyle kamu çalışanları arasında ücret uçurumu yaratmış, Anayasa Mahkemesi de bu gibi kararları ile iktidarların bu icraatlarına çanak tutmuştur. Şimdi siz de sırf Anayasa Mahkemesini haklı çıkarma çabası içinde hukuka aykırı kararını savunmaya çalışıyorsunuz ve Ortaya koyduğunuz gerekçe de mahkeme kararını tekrardan ibaret. İşte önyargı dedikleri sanırım bu olsa gerek. Ancak bir hukukçu olaylara hiç bir zaman önyargı ile bakmamalı. Bu bakış açınızdan dolayı sizinle bu konuyu tartışacak değilim.
Saygılarımla.
DeFacto
-
Üstadım,
karar kendini savunuyor zaten. Ben ekleyecek birşey bulumadım ve kararı yerden göğe kadar haklı buluyorum. Beni sizin kuruma yaklaşımınız rahatsız etti. Yoksa AYM nin verdiği her kararın doğru olduğunu, savunacak değilim. İletilerinizi bir daha okuyun. Haksızlık ettiğinizi anlayacaksınız.
Bu arada hukukçuları bu konu pek açmadı hiç görüş bildiren yok.
Saygılar
https://www.hukuki.net
-
Sayın esparanca ;
İki hukukçunun tartıştığı konuya mudahale etmek haddimiz olmadığından ben sizin sorunuza kendi bakış açımla yanıt vermeye çalışayım.... Lütfen dikkat KENDİ BAKIŞ AÇIM hukuku ve hukukçuları bağlamaz...
Yeni çıkan yök tasarısının demokratik laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti ne temelden aykırı buluyorum. Her ne kadar sayın cumhurbaşkanının vetosu olacaksada burada cumhurbaşkanı da büyük hatalar yapmıştır. Eski bir siyasetçinin dediği gibi Çankaya Noteri olmaması bu gerginliği daha çıkmadan kurumlar arasına girerek kendi makamından aldığı kurumlar üzeri güçle çözmesi gerekirdi. Bu yetkisi hakkı ve hatta görevi vardır.
Bu hukuksaL bir düzenlemenin çok ötesinde siyasi bir oyunun ufak bir parçasıdır eskiden beri bir partinin şimdi başka bir partinin arkabahçesi olan İHL lerinin önünü açmak kendi asıl azınlık tabanına şirin gözükmek için devlete kafa tutmaktan öteye bir şey değildir. 19 Mayıs gösterilerinde hem Ankara da hem İzmir de ataya yanıtın İHL öğrencilerce okunması çok manidar yetkililerin bilmiyoruz tesadüf olmuş demesi ise koca bir siyasi yalandan öte bir şey değildir.
Ülkemizin ihtiyacından çok daha fazla imam hatip lisesinin bulunması ve bunlara yenilerinin eklenmek istenmesi halkı dinle kandırarak dini sömürmekten başka bir şey değildir. Nedense hiç bir İHL mezunu ilahiyat fakültelerine gitmek istememekte DEVLET kademelerini ele geçirecek Mülkiye hukuk gibi fakültelere gitmek istemekte bu amaçla çalışmalar yapılmaktadır.
USA bakanının Türkiye için 'ILIMLI İSLAM DEVLETİ' tanımlamasına bu kesimden hiç ciddi tepki gelmemiş aksine bu kişiyi savunmuşlardır. Çünkü kendi gizli emelleri başlangıçta böyle bir devlet yapısı oluşturmak olduğu son derece açıktır. 3 kasım 2002 den bu yana ne hikmetse başörtüsü takan kadınlarımızda %11,8 lik bir artış olmuştur. Bir tiyatrocunun bir kadeh içki içmesi 'maalesewf işe içki karıştı' gibi abukluklarla halka sunulmaktadır.
Kaldıki bu yasa sadece gerginlik çıkartmak ve tabana şirin gözükmek ve doğacak tepkileri test etmek için çıkarılmış alalade kendisiyle çelişik bir garabettir. Şöylesine ki Avrupa birliğine uyum yasaları çerçevesinde çıkarılan son kanunlara göre 'YÖK TE GENELKURMAY TEMSİLCİSİ BULUNMASI KALDIRILMIŞ.' ANCAK BU YÖK YASASINDA BU MADDE UNUTULARAK GENELKURMAY TEMSİLCİSİ BULUNDURULMAKTADIR.'
Değerli avukatlar aydın türkiyenin güzel insanları bu yasanın getireceği değişiklik bugün için değil 15-20 sene sonranın planıdır. Unutmayın bir 1979 sabahı İran halkı uyandığında Şah gitmiş yerine bir airfrance uçağından inen Ayetullah Humeyni gelmiştir. Bir sabah uyandığınızda cumhuriyrtin gidip dini lider xxx (örneğin fethullah gülen) görmek istemiyorsanız bugünden ülkenize ve değerlerinize sahip çıkın.
Barolar başkanını bu vesile ile saygı ve minnetle selamlar sizlerinde bu konularda en az başkanınız kadar ciddi olmanızı canı gönülden dilerim....
Daha yazacak çok şey var ama başınızı ağrıtmayayım malum hepiniz yoğunsunuz......
saygı ve sevgiyle kalın...
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum
-
Ama ya Yök yasa tasarısı neler getiriyor, neler götürüyor?
Selamlar.
-
Bu konuda bir mukayese yapmaya çalışırken AÜHF öğrencisi Musa Bozkurt'un yazısını görüp aşağıya ekledim. Tarafımdan herhangi bir ekleme yapılmamıştır. Bazı görüşlerini kabul etmesem de sanırım bir fikir verecektir.
Yalnız bu forumda yazara cevap vermemenizi rica ederim.
Yeni hazırlanan 11 maddelik YÖK tasarının mevcut YÖK kanunundan farkları:
*Yüksek öğretim kurulu tanımlanırken 2547 tarihli kanunun tanım kısmına “Kendi aralarında ve Milli Eğitim Bakanlığı ile diğer ilgili kuruluşlarla ilişkilerde koordinasyonu sağlayan” cümlesi eklenmiştir. Bu cümleyle kurulun MEB ile daha sıkı ilişkide olması sağlanmak istenmiştir.
*YÖK üyelerinin sayıları beş’e indirilmiş ve Üniversitelerarası kurul üyelerinin de YÖK üyesi olabilmeleri sağlanmıştır.
*YÖK başkanının seçimi kurula bırakılmıştır. Bu saye de tam demokrasi sağlanmaya çalışılmıştır.
*YÖK’teki “Genel kurul ve Yürütme kurulu” kaldırılarak tek kurul haline getirilmiştir.
*Milli Eğitim Bakanı doğal YÖK üyesi sayılmış ve katıldığı toplantılara başkanlık etme hakkı getirilerek bakanlığın etkisi arttırılmıştır.
*YÖK’ün bir kısım yetkilerini Üniversitelere bırakabilmesine izin verilmiştir.
*YÖK’ün “Yükseköğretim kurumlarının 4-11-1981 tarihli 2547 sayılı Kanunda belirlenen amaç, hedef ve ilkeler doğrultusunda kurulması, geliştirilmesi, eğitim-öğretim faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi ve yükseköğretim alanlarının ihtiyaç duyduğu öğretim elemanlarının yurt içinde ve yurt dışında yetiştirilmesi için kısa ve uzun vadeli planlar hazırlama, üniversiteler tahsis edilen kaynakların, bu plan ve programlar çerçevesinde etkili bir biçimde kullanılmasını gözetim ve denetim altında bulundurma” yetkileri, madde değiştirilerek sonlandırılmıştır.
*Yardımcı Doçentlik, Doçentlik ve Profesörlüğe atanmada ve kadroların ilanında karar “rektörlerden alınarak yönetim kuruluna verilmiştir” Ölçütlerin belirlenmesi Üniversitelerarası kurulun kriterleri doğrultusunda senatolara bırakılmıştır. Bu şekilde karar mekanizması demokratik bir yapıya dönüşmüştür.
*Yardımcı Doçentlik süresi 12 yıldan 8 yıla düşürülmüş ve derece olarak en üst dereceye kadar yükselme imkanı tanınmıştır.
*Öğretim üyelerinin mahalli idarelerde de çalışabilmeleri sağlanmıştır.
*Üniversiteye girişteki katsayılar, Anayasanın 130. maddesinin yasamaya verdiği yetkiyle değiştirilmiştir. Kat sayı değişikliği; sayısal bölüm öğrencileri ile mesleki eğitim yapan ortaöğretim kurumlarının lehinde olmuştur. Bu tür değişikliklerin bazı kurumların lehinde bazılarının da aleyhinde olabilmesi, ortaöğretim kurumlarının dengesiz ve adaletsiz dağıldığının bir kanıtıdır.
Bu değişiklikler meslek liselerinin önlerin açılması şeklinde değil mesleki ortaöğretim kurumlarına verilmeyen eşit hakkın verilmesi şeklinde olmuştur. Genel liseler mağdur edilmemiş sadece avantajları kaldırılarak eşitlenmiştir.
İmam Hatip Liselerine kuruluş amaçlarından farklı bir hak tanındığı ortadadır fakat; hiçbir lise ve dengi okul, kuruluş amaçlarından dolayı Yüksek Öğrenim hakkı sınırlanamaz. ÖSS; yüksek öğrenime giriş için yapılan bir yeterlilik sınavıdır. Lise ve dengi herhangi bir okul mezunu olup bu sınavda başarılı olmak yeterliliği sağlamanın tek ve temel şartıdır. Bu başarıyı bu koşullarda yakalayan her öğrenci, yüksek öğrenim görme hakkını elde etmelidir. Herhangi bir lise mezunu bir öğrenci eğer ÖSS’de herhangi bir programa yerleşebilecek başarıyı göstermişse, öğrencinin hangi alan, bölüm ve branşta olması önemli değildir.
Katsayılar ne şekilde olursa olsun mutlaka bir adaletsizlik doğuracaktır. Bu durumu önlemenin tek yolu ÖSS sistemini değiştirmektir. Üniversiteler ÖSS’nin içeriğindeki farklı testlerden alınan puanlara göre öğrenci almaları ile katsayı uygulaması tamamen ortadan kaldırılabilir. Örneğin: “Üniversitelerin Mühendislik bölümlerine öğrenci alımları yapılırken; Salt ÖSS puanının yanı sıra Fen puanını 50’nin üstünde olması” şeklinde bir uygulamaya gidilerek katsayı uygulaması tamamen kaldırılabilir.
*ÖSS sınavının soru içerikleri “Genel Ortaöğretimin tüm müfredatı” kapsayacak şekilde değiştirilmiştir. Bu uygulamayla öğrencilerin okullara devamı sağlamak ve sadece belirli sınıfların müfredatından soru sorulmasının doğurduğu sakıncaları giderilmeye çalışılmıştır.
*Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon kurulu oluşturulmuştur.
*Üniversitelerde öğrenci konseylerinin oluşturulmasına olanak tanınmıştır
*Tasarı ile mevcut YÖK üyeleri tavsiye edilmiştir. Bu durum tasarının işleyebilmesi için makul bir durum olmasına rağmen art niyet ihtiva eden bir madde gibidir. Yani yerinde bir uygulama değildir. Bu uygulama sürecin işleyişine bırakılmalıdır.
*Tasarı ile; başka üniversitelerden görevlendirilen öğretim elemanlarının bölüm ve anabilim dalı başkanlıkları dışındaki idari görevleri ile dekanlık yapmakta oldukları fakültenin kadrosunda bulunmayan veya o fakültenin bilim dallarından olmayan dekanların görevleri sona erdirilmiştir. Bu durum sonucunda yönetici boşluğu ortaya çıkabilir bunu önleyecek tedbirlerin alınması şarttır.
*Öğretim üyelerinin kazanılmış hakları korunmuştur.
*Üniversite ve sektörler arasında eğitim-bilim-istihdam-üretim ilişkilerini geliştirilmesi ve öğretim elemanlarıyla öğrencilerin sorunlarının çözülmesi hususlarında, üniversite yönetimine tavsiyelerde bulunmak üzere sosyal konsey oluşturulmuştur.
Tasarı, sistemde çeşitli değişiklikler öngörerek milletin taleplerine cevap verecek şekilde düzenlenmeye çalışılarak hazırlanmıştır.
Gündemde olan ve art niyet olarak adlandırılan “imam-Hatip Liselerinin” önünün açılması şeklinde algılanan tasarı gerçekten İmam-Hatip Liselerinin önünü açmıştır. Fakat imam-hatip liselerinin önünün açılması gereklimidir, iyimidir ,kötümüdür, doğrumudur,yanlış mı dır, yerinde midir bu ayrı bir konudur. Bu konu MEB ve YÖK’ün ortak olarak belirleyeceği amaç sorunudur. Liseler kuruluş amaçlarından farklı alanlara öğrenci gönderme özgürlüğüne sahip mi yoksa değil mi ? Kriter amaç mı yoksa bilgi mi ? Eğer kriter bilgi ise bu çerçevede bir bakıma bilgi reddedilmektedir. Bir bireye “sen farklı amaçlı bir kurumda yetiştirildin, bilgin ve becerin olabilir fakat biz kabul etmeyiz” demek son derece yanlıştır.
Bu tür ideolojik yaklaşımların yerine bütün liseleri birleştirip, düz lise haline getirip ve içeriklerini genişleterek alan sayılarını artırıp çok programlı bir yapıya kavuşturup ve seçmeli ders sistemiyle de tek tip eğitim anlayışının önüne geçmek makul bir çözüm olarak görünmektedir.
YÖK tasarısının bir bütün halinde değil de parça parça çıkarılması bir koordinasyon ve uyum sorunu yaratması muhtemel olasılıklardandır. Bu sorun sistemin sürekli revize edilmesine yol açabileceğinden dikkate alınması gereken bir olgudur.
Tasarı ile birlikte “laiklik” sorunu gündeme gelmiştir. Bu sorun tek taraflı bakıldığında gerçekten de önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat laikliği kendi değerleri ile bir bütün olarak ele almamız gerekmektedir. Eşitlik ilkesi laikliğin hukukunu oluşturmaktadır. Bu bağlamda konu daha derin hal almaktadır. Laikliğin uygulama sorunu bu şekilde karşımıza çıkmaktadır.
Tasarı sonucunda bir de özerklik konusu gündeme gelmiş fakat tasarıyı incelediğimizde özerkliğin ne zedelendiği ne de tam anlamıyla saylandığından söz edilebilmektedir.
Hazırlanan tasarı her ne ideolojik amaç ile hazırlanmış olursa olsun içerisinde; Anayasaya, Eşitliğe, Demokrasiye, Hukuka, Cumhuriyetin temel ilkelerine, Atatürk İlke Ve İnkılaplarına, Laikliğe ve Devletin bağımsızlığına ve bütünlüğüne aykırı veya zarar verecek herhangi bir unsur bulunmadığı aşikardır. Bu durum çerçevesinde tasarıya olumlu yönde bakılarak değerlendirilmesi kabul edilebilir bir yaklaşım olacaktır.
https://www.hukuki.net
-
Sayın Pazarbaşı tarafından Foruma aktarılan AÜHF öğrencisi Musa Bozkurt'un yukarıdaki yazısından anlaşıldığı kadarıyla, YÖK Kanunu tasarısı ile, İHL mezunlarına kolaylık veya avantaj sağlanmadığı, sadece genel liselerin avantajları kaldırılarak İHL mezunları ile Genel Lise mezunalarının giriş şartlarının eşitlenmiş olduğu görülmektedir.
İslam dininde kadınların imam olmasına cevaz verilmemişdir. İHL'nde okuyan bayan öğrencilerin bu okullara imam olmak maksadıyla gittiklerini sanmıyorum. Bildiğim kadarıyla amaçları, hem lise mezunu olabilmek hem de dini bilgiler öğrenebilmekdir.
Her dinin kendine has kuralları kaideleri vardır. Bu kuralların getiriliş sebeplerini veya doğruluk derecelerini araştırabiliriz. Ancak, bu kuralları beğenmeyip yerine kendi istediğimiz kuralları ikame etme hakkımız yoktur. Şayet böyle yaparsak, artık bu islam dini değil yeni bir din olur. Ülkemizde inanç özgürlüğü olduğuna göre, isteyen istediği gibi inanıp inandığı gibi de yaşamak özgürlüğüne sahipdir. Fakat ben islam dininin kurallarının böyle olmasını istiyorum diyemez.
İslam dininin bu kurallarına rağmen kadınların imam olabileceğini iddia eden veya imam olmak isteyen bir bayan çıkarsa (inanç özgürlüğü gereği) buna kimse engel olamaz. Ancak, böyle bir inanca sahip olan birisi de başkaları da benim gibi düşünsün diyemez. Bir bayan çıkıp da falanca camiye imam olabilmesi için o caminin cemaatinin bunu kabul etmesi gerekir.
Bu ülkede hiç kimse kolay kolay eğitimini almadığı bir konuda görüş serdedemez, o sahanın bilim adamlarını eleştiremez. Mesela, bir hukukçu çıkıp tıp mesleği hakkında; tıp doktoru da iktisat sahasında eleştiride bulunamaz, görüş serdedemez.
Ancak, mesleği ne olursa olsun, hangi alanda eğitim alırsa alsın, iş din ilmine geldiğinde herkes görüş serdetmekte, eleştiri yapmaktadır. Ve üstelik bu görüşler, din bilimlerinde yıllarını vermiş, bu alanda temayüz etmiş bilim adamları hakkında veya onların eserleri hakkında veyahutta eserlerindeki görüşleri hakkında yapılmaktadır.
Madem ki eline Kur'an'ı alan herkes okuduğunda her hükmünü anlayabilecek veya yeni hükümler çıkarabilecek ve fetva verbilecek ise, o zaman niye bu kadar din bilimleri ile alakalı okullar açılıyor ve insanlar bu alanda yıllarca eğitim alıyorlar?
Ayrıca insanların inandıkları dinin kurallarını kaidelerini daha iyi bir şekilde öğrenmek istemelerinde ne gibi bir mahzur olabilir, bunu da anlamış değilim. Yani ben şimdi dinimi daha iyi öğrenmek için eğitim almak istesem, bu eğitimden sonra illâki imam mı olmam lazım. Kaldı ki, islam dininde dini bilgileri öğrenmek yalnızca imamlık yapacak olanlara değil, herkese farzdır. Zaten bu sebeple islam dininde imamlık müessesesi yoktur, yeri geldiğinde herkes imamlık yapabilecek kadar dininin kurallarını bilmesi gerekir.
Diğer tarafdan, meslek lisesi mezunları üniversiteye girişte niye genel lise mezunları ile eşit olarak yarışmasınlar? Ben de bir meslek lisesi mezunuyum (İHL mezunu değil) Bizim mezun olduğumuz tarihlerde meslek lisesi mezunları ile genel lise mezunları eşit şartlarda yarıştıkları için Hukuk Fakültesine girip okuyabildik.
Şayet bu günkü gibi olsaydı, daha 14-15 yaşında hasbelkader seçmiş olduğum meslek lisesi sebebiyle hiç sevemediğim bir mesleği ömür boyu yapmak mecburiyetinde kalacaktım. Kaldı ki almış olduğum meslek lisesi eğitimi de boşa gitmiş değildir. Şöyle ki, mesleğim ile ilgili bir sahada hukuk müşavirliği yapmakta olduğumdan dolayı, kurumuma, meslekten gelmeyen diğer avukat arkadaşlara oranla daha çok faydalı oluyorum. Bunu da ayrıca belirtmeliyim.
Ancak bu görüşlerim, hiç bir zaman İHL'lerini kendilerine arka bahçe olarak tahsis etmek isteyen siyasilere hak verdiğim şekilde de yorumlanmamalıdır.
Saygılarımla.
DeFacto
-
sayın avukat62;
Formlardaki yazılarınızı ve vermiş olduğunuz hukuki bilgileri çok severek ve ilgiyle okuyorum. Ancak sevgili meltemrüzgarının burada sormuş olduğu 'kadınların imameti' konusunda vermiş olduğunuz 'İslam dininde kadınların imam olmasına cevaz verilmemişdir.'diye başlayan bu soruya yanıt niteliğindeki fikirlerinize katılamıyorum.
bakarsak diyanet..
T.C.
BAŞBAKANLIK
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Kadının İmameti
23.06.2002
Kadınların namazda imamlık yapması , bir kadının hemcinsleri olan diğer kadınlara imamlığı ve kadın-erkek karışık cemaate veya sadece erkeklere imamlığı olarak iki kısma ayrılır.
Kadının hemcinsleri olan diğer kadınlara imamlığı konusunda, Hz. Peygamber (s.a.)'in hanımlarından Ümmî Seleme ve Hz. Aişe' nin kadınlara imam olarak namaz kıldırdıklarına, bu durumda öne geçmeyip ilk safın ortasında durduklarına ait ilk devir hadis kaynaklarında bilgiler vardır. Kadınların günlük beş vakit namazda olduğu gibi, teravih namazında da diğer kadınlara imamlık yapmaları ls1am fakihleri tarafından caiz görülmüştür .
Bir kadının, erkeklere veya kadın-erkek karışık cemaate imamlık yapması ise, ilk hadis kaynaklarından Ahmed b. Hanbel' in Müsned' inde, Ebu Davud'un Sünen' in de, İbn Huzeyme' nin Sahih ' inde, Beyhaki ' nin Sünen-i Kebir ' inde , Hakim ' in Müstedrek ' inde ve muahhar pek çok kaynakta yer alan bir habere göre Hz. Peygamber (s.a.v.) istisnai olarak Ümmî Varaka isimli hafız-ı Kur'an bir sahabiyye hanımın kendi ev halkına imamlık yapmasına izin vermiştir. Ümmî Varaka' nın ev halkı ise, ölümünden sonra azad olmaları kaydıyla hür kıldığı biri erkek diğeri hanım iki köleden ibaretti.
Bu rivayete dayanarak İmam Ahmed, Ebu Sevr, Müzeni, Taberi, 1bn Teymiyye gibi alimler, kadının zaruret halinde erkeklere de imamlık yapabileceğini söylemişlerdir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife, Şafii gibi müctehidler ile Cumhur-ı fukaha ise, kadının erkeklere imamlığını caiz görmemişlerdir.
demektedir. yani normal olarak dinimizde kadınlar 'mevcut durum muvacehesinde 'bu görevi yapabilirler. Bu arada sevgili meltem rüzgarı ile sizin bahsettiğiniz imamlığın sadece namaz kılınması imamlığı olarak algılamaktayım malumunuz bunun dışında islam dini imamlığı kabul etmez. Tanrı ile kul arasına kimse hiç bir şekilde giremez.
İki gündür yoğun iş temposu nedeniyle yazamıyorum ama sizin meltemrüzgarının vede en önemlisi sayın Pazarbaşının iletilerine diyecek bir kaç çift lafım daha var. Demezsem ölürüm :))) en kısa zamanda yazacağım .
dip not olarak ta sevgili meltemrüzgarı kendi formunuz olan 'l..Z..'yı boşlamayın :))))
sevgiyle kalın..
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum
-
Sayın commodore1tr,
Dikkat ettiyseniz, bu güne kadar mümkün olduğunca hukuki konular haricindeki siyasi ve dini yönü ağır basan tartışmaların içine girmek istemedim. Ancak, olur olmaz her alanda dini konuların ele alınıp yorum getirilmesi -ve burada da konu ile bir alakası yok iken Meltem Ruzgari arkadaşımızın söylediği gibi kadınların neden imamlık yapamayacağı sorulunca- ben de kendimi bu alanda bir şeyler yazmaya mecbur hissettim.
Dini bir konuda görüş belirtecek kadar yeterli bilgi donanımına sahip olmadığımı bilmekle birlikte, çok açık bilinen konuların bile tartışma konusu yapılması beni üzmektedir. Kadınların imamlık yapamayacağını yazarken yukarıda bahsettiğiniz kadınların kadınlara veya ev halkına imamlık yapabileceği hususlarını da biliyordum, fakat konunun, kadınların hangi hallerde imamlık yapabileceği hususundan ziyade camilerde imamlık yapması konusunda olduğu için bunlara değinmemiştim.
Benim tepkim, dini konuların tartışılmasından ziyade, bu tartışmaların art niyetli olarak yapıldığı fikrine kapılmamdan dolayıdır. Yani tartışmaktaki maksat, insanların dini konularda bilgi sahibi olmaları ise bu elbette çok güzel bir olay. Ancak, gözlemlediğim kadarıyla, bu tartışmaların bir kısmı, bende, sırf insanların kafalarını karıştırmak, zihinlerini bulandımak amacıyla yapıldığı düşüncesini uyandırmaktadır.
Gerçekten de insanlar farklı düşünebilir ve farklı inanabilir. Bunlara herkesin saygılı olması gerekir. Mesela bazıları diyorlar ki namaz Türkçe kılınmalı. Tamam, kabulüm, böyle düşünen ve inanan olabilir ve bunlar sureleri türkçe meallerini okumak suretiyle namazlarını kılabilirler ve kimse de bir şey diyemez. Ancak bu böyle yapılmıyor, ben böyle düşünüyorum sen de böyle düşüneceksin inanacaksın diye tartışma ortamı yapılıyor. Kaldı ki namaz Türkçe kılınsa bunu iddia eden namaz mı kılacak? Hayır. Ya da kıldı da kılma diyen mi oldu? Hayır.
Bu misalimde olduğu gibi, Meltem Ruzgari arkadaşımız, ben imam olmak istiyorum dedi de birisi engel mi oldu? Sanmıyorum. Peki kadınlar imamlık yapabilir denilse bir bayan çıkıp da imamlık yapar mı? Hiç sanmıyorum. Hal böyle iken -ve Türkiyenin çözülmesi gereken bir sürü meselesi varken- kadınların imamlık meselesini ortaya atıp bunu tartışma konusu yapmak bana hiç iyi niyetli gelmiyor. Yoksa meselelerin her zaman tartışılmasından yanayım yeter ki iyi niyetli olunsun. Ne demiş Namık Kemal: "Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar.
Saygılarımla
DeFacto
-
Tanrıya şükür müslümanım. İslam dinini bu konu da bir iki laf edecek kadar iyi biliyorum.
Forumdaki tartışma alt konularından iki tanesi ilgimi çekti.
1.si bayanlar İHL'lerine niçin giderler?
2.Kadınlar İmamlık yapabilir mi?
2.sinden başlayım. Kadınlar imamlık yapabilirler, camilerde de yapabilirler. İslam dini sadece erkeklere gönderilmemiştir. Kadınlarda , erkekler gibi islam dininin gereklerini aynen yerine getirmekle mükelleftir. Aksi fikir, kadınları sosyal hayattan soyutlamayı başaranların , dini hayattan da soyutlamak için uydurduğu, eve hapsetme politikasıdır. Dini tekelde tutma çabasıdır. İktidar mücadelesidir. Bunu yapanlarda mezhep türetenler, mezhepsiz dini yaşayamayanlardır, islamı kendi başlarına anlayamayanlar veya anlamak istemeyenlerdir.
1.sine gelince; Kadınlar imam hatip liselerine gitmezler, gönderilirler. Erkeklerde öyle. (Bunu kendileri söylüyorlar: Hani Üniversite sınavlarıyla ilgili şöyle bir soru soruluyor ya kendilerine. "Madem üniversite de branşınla ilgili tercih yapmayacaktın , idealin farklıydı niçin İHL'ye gittin? Cevap: Ben okula yazıldığımda küçüktüm,reşit değildim , seçim yapma hakkım yoktu veya bana sorulmadı babam yazdırdı ,annem yazdırdı v.s.) Bu okullar Tanrıya kulluk etmeyi öğreten okul olmaktan çıkmış, kula kulluk etme sanatını öğreten yerlerdir. Bunu ben demiyorum, İHL'ler arka bahçemizdir diyenler. İHL propagandası yapanlar , islamı siyasete alet edenler, kendileri gibi düşünmeyenleri müslüman saymayanlar söylüyorlar.
Not: Saf ,temiz ve samimi duygularla bu okulları seçenleri tenzih ederim. Onlara da ihtiyacımız olduğunun unutulmaması gerektiğini hatırlatırım.
https://www.hukuki.net
-
Sayın Meltem Rüzgarı,
burada kimsenin kimseye kızma hakkı yok. Siz birşeyleri soruşturup öğrenmek istiyorsunuz. Bundan doğal birşey olamaz. Kafanızı karıştıran şeylerde de oldukça haklısınız. Bizim halkımızın bu konularda kafası yıllardır karışık. Kim nereye çekerse oraya gidiyor. Ayrıce tespitlerinizde oldukça mantıklı. Bu konun açıkcası dinle falan da alakası yok. Tamamen siyasi. Birileri din bezirganlığı ile halkı kandırıyor, demokrasiyi kullanarak karşı devrim yapmaya çalışıyor. Bu tip yasaları çıkarma teşebbüsleriyle de devletin temeline dinamit döşüyorlar. Tanrı sonumuzu hayır etsin.
https://www.hukuki.net