Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Her dönemde itirazlar mutlaka olmuştur olacaktır.Bizlerin(Kemalistlerin)isyan etme sebebi sırf aynı fikirlerde olmadığımız için basit bir kapris değil. Sırf muhalefet olmak için muhalefet yapmak değil. Gerçekten canımız yanıyor. Hangi hükümet bu denli halka saygısız davranmıştır? Hangi hükümet bu kadar çok halkın olanı yabancıya satmıştır, onur kırmıştır?
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Türban ın kuran_ı Kerim de olmadığını kabul edersek. Türbanın erkekler tarafından kadınlara zorla taktırılan bir örtü olduğunu buluruz ki bu anayasaya aykırı mıdır bilemem ama insanlık suçu olduğu kesindir.
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Neşe Düzel PAZARTESİ KONUŞMALARI
E-Mail Gönder
Prof. Faruk Birtek: "YÖK, türbanı darbe için siyasileştirdi"
NEDEN? FARUK BİRTEK
Sorunları yaratıyoruz ama sonra çözemiyoruz. İşin tuhafı çözme girişimlerimiz de daima yeni bir soruna dönüşüyor bizim. Türbanda da, Kürt meselesinde de hep öyle oldu. ‘Kürt sorununu’ çözmek için yapılan son operasyon devletin işleyişiyle ilgili yeni sorunlar ortaya çıkardı. Türban sorununu çözmeye çalışmamız ise geçici bir süre için de olsa bir belirsizliğe ve kargaşaya yol açtı. Anayasa değişti ama hâlâ türbanlı kızlar üniversiteye özgürce giremiyor. Niye bu çağda bizim hâlâ insanların kılık kıyafetleriyle ilgili sorunlarımız var? Bu ülkede türban sorununu kim yarattı? Niye taraflar türban sorununu bu kadar büyütüyor? YÖK ne yapmak istiyor? Türban, türban takanlar açısından neyin simgesi? Takılmasına karşı çıkanlar açısından neyin sembolü? Dinin mi, siyasetin mi, muhafazakârlaşmanın mı yoksa modernleşmenin mi? Bütün bunları Türkiye’nin önde gelen sosyologlarından olan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Faruk Birtek’e sorduk.
Anayasada yapılan son değişiklik üniversiteye türbanla girilmesi önündeki yasağı kaldırdı.
Yasağı kaldırmadı. YÖK Kanunu’nun ek 17. maddesinin değişmesi lazım. Anayasa değişikliği türbanın üniversitede serbest olması için yeterli değil.
Pek çok hukuk adamı böyle düşünmüyor. Bildiğim kadarıyla ek 17’deki değişiklik türbanı serbest bırakmak için değil, üniversitede çarşaf, peçe gibi kıyafetleri yasaklamak için değiştirilmesi düşünülen bir maddeydi. Başın nasıl örtüleceği de çarşafı, peçeyi önlemek için tarif edilmek istenmişti. Şimdi anayasa değiştiği halde birçok rektör türbanlı kızları üniversiteye sokmuyor. Niye rektörler böyle davranıyor sizce?
Türban yasağına taraftar değilim ama bu rektörler bence hukuken hâlâ haklı durumdalar. Üniversiteye türbanın girmesi hâlâ yasak. ‘17 e’ değişmeli
Ek 17 değişmediği halde, kız öğrenciler Boğaziçi Üniversitesi’nde türbanlı olarak derslere girebiliyorlar mı peki?
Kapıdan girişte türbana izin verilmiyor ama derslerde, hocadan hocaya değişiyor türban serbestîsi. Ben muhakkak izin veriyorum. Çünkü bu öğrencilere saygım var. Gerekçesi ister İslami ister başka bir şey olsun, insanların kılık kıyafetine karışamam. Ben kanun uygulayıcısı değilim. Polislik yapmıyorum. Üniversitede birçok arkadaşın türbana karşı olmalarının nedeni, türbanın arkasında başka bir niyet görmeleridir. Ama ben insanların niyetine göre hareket etmeyi medeni hukukun dışında bir davranış olarak görürüm.
Pek çok üniversite yönetimi bugün yasakçılığı savunuyor. Rektörlerin çoğu türban yasağının sürdürülmesine taraftar. Bu kadar çok yasakçı hocayla kaliteli öğrenciler yetiştirmek mümkün olabilir mi?
Daha zor ama imkânsız değil. Üniversiteler özgürlüğün önünü açan kurumlardır ama akademisyenliğinden hiç şüphe duymadığım bazı arkadaşlar türban yasağının kaldırılmasına karşılar. Çünkü mesele şu. Hükümet insanlara güven vermiyor. Bütün özgürlüklerin yanında tavır alması gerekirken, hükümet sadece türban özgürlüğüyle iştigal etti. Hocaların çoğunun türban serbestîsiyle ilgili tepkisi, Hükümet’in diğer hak ve özgürlükler konusunda insanlara vermediği güvenle ilgili. Eğer Hükümet, 301’i değiştirmeyi ve diğer özgürlükleri genişletmeyi türbanla birlikte ele alsaydı, bugün üniversitelerde türban serbestliğine çok daha az muhalefet olacaktı. Hükümet türbanı, diğer demokratik hak ve özgürlükleri genişletirken serbest bırakmalıydı. Şu anda insanlar Hükümet’i sadece kendine demokrat olarak görüyorlar ve Hükümet’in samimiyeti konusunda şüphe ediyorlar. Hükümet’in özgürlükçü tavrının genel değil fevkalade mevzii olduğunu düşünüyorlar. Ben de bu samimiyetsizliği görüyorum. Benim de şüphelerim var.
AKP Hükümeti’yle ilgili şüpheleriniz neler?
AKP Hükümeti’nin özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamaları oldu. Seçimlerden hemen önce AKP, Meclis’ten son derece faşizan kanunlar geçirdi. Mesela polisin yetkilerini artıran çok korkutucu bir kanun çıkarıldı. 301. maddeyi hâlâ düzeltmedi. Üstelik Türk ulusu yerine Türk milleti demekle de bu madde düzeltilmez. Ayrıca akademisyen arkadaşların, türban serbest bırakılınca bu kez türbansız öğrencilerin hürriyeti mi daralacak diye bir korkuları var ki, başı açık kızlara baskı yapılacağı konusunda ben de çok endişeliyim.
Niye?
Hükümet’in bu konuda samimiyetini, türbansızlara sahip çıkacağını görmek istiyorum. Türbansızların eğitim hakkı ve özgürlüğü konusunda Başbakan’ın çıkıp bir şeyler söylemesini bekliyorum. Oruç tutmayanların Ramazan’da üniversite kantininde yemek yiyebilmelerinin garantiye alınmasını istiyorum. Türbansızların, İslam’ı farklı yaşayanların ya da inançsızların hakları ne olacak? Zaten birçok üniversitede Ramazan’da kantin tamir ediliyor bahanesiyle öğle yemeği çıkmıyor. Oruç tutmayanların hakları ellerinden alınıyor. Arkadaşlar, üniversitelerde türbanlı sayısının artmasıyla, şimdi bu baskıların daha da artacağından korkuyorlar. Hocam Şerif Mardin’in ‘mahalle baskısı’ tespiti çok önemlidir. Türkiye’de çok yoğun, acı ve zalim olan bu mahalle baskısını her yerde gördüm ben.
Siz korkuyor musunuz?
Muhafazakâr kentlerdeki üniversitelerle ilgili endişeliyim ben de. Burada önemli olan Hükümet’in görevini yapması. Ama yapmıyor. Hükümet vatandaşları rahatlatmalı. Başbakan türbansızlara da ciddi beyanlarla sahip çıkmalı. Çünkü ortada sosyolojik bir korku var.
Türkiye’de niye bir türban sorunu var?
Türban sorunu mahalli seçimler yaklaşıyor diye alevlendi. Aslında bu ülkede türban sorunu yenidir. Hatta türbanın mucidi YÖK’ün kurucusu İhsan Doğramacı’dır. Doğramacı’yla türban sorunu doğdu ve Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanlığı’nda da sorun çok şiddetlendi. Türban sorununu belirli siyasi amaçlarla doğurdular.
Kimler, niye yarattı türban sorununu?
Türban sorunu türban takanların yarattığı bir sorun değildir. Türban sorunu, Kemalist bir taassupla siyaset yapmak isteyenlerin yarattığı bir sorundur. Bunlar hakiki Atatürkçü değiller. Bunlar ‘yeni Kemalistler’dir. İttihat Terakki dürtüsü var bunlarda. Yani otoriter dürtüler var. Toplumu zapturapt altına alma meşgalesi içinde olan dar kafalı mutaassıp insanların görüşüdür bu. Kemalist yobazlıktır bu.
Kemalizm nedir peki?
Ben Atatürkçüyüm ama Kemalist değilim. Atatürk çok önemli bir devrim yapmış, ülkeyi Batılılaştırmış, özgürlüklere ve demokrasiye yönelmek istemiş biridir. Ben Atatürk’ün yaptığı, kurduğu ve özlemini duyduğu düzeni seviyorum. Kendilerine Kemalist diyenler ise halkı zor kullanarak zapturapt altına almak ve dar bir kalıba sokmak istiyorlar. Bunlar, otoriter sistemi savunuyorlar ve halka karşı mücadele ediyorlar.
Atatürk otoriter sistemi savunmuyor muydu? Atatürk demokrasi mi istiyordu?
Atatürk zamanında iki şey var. Bir, Atatürk’ün uygulamaları var. İki, Atatürk’ün çizdiği bir yol var. Atatürk zamanında devrim yapıldı ve Cumhuriyet kuruldu. O rejimin otoriter boyutları muhakkak ki vardı. Bana göre o otoriter boyutlar Atatürk düzeninin geçici unsurlarıdır, özü değildir. Ama bazı arkadaşlar bu geçici otoriter unsurları sürekli hale getirmek istiyorlar. İşte Kemalizm budur. Atatürkçülük ise bu değildir. Atatürkçülük, Türkiye’yi Batı camiasının, medeniyetinin parçası yapmayı istemektir. Özgürlüklere öykünen bir sistemin çizgisidir. Atatürkçülük, Tanzimat’la başlayan Batılılaşma sürecinin en radikal adımıdır.
Kemalizm’i kimler temsil ediyor?
Çeşitli boyutları var. Ergenekoncular da Kemalizm şapkası giyiyorlar. Bunlar hakiki Kemalist değiller ama Kemalist diskurun yükselmesinden istifade ediyorlar. Ama diğer yanda CHP var ki, işte o, Kemalizm’i savunuyor. CHP Atatürkçü değildir. CHP Atatürk’e karşıdır. Ben CHP’yi Atatürk karşıtı olarak görüyorum. Çünkü Atatürk’ün projesinin karşısındadır. CHP kendi yarattığı Kemalizm’in taassubu içindedir. Adı Cumhuriyet Halk Partisi olmasına rağmen halkla beraber değildir ve halkı savunmaz. Yalnız şu da var. Sadece Kemalistler’den Ergenekon doğmuyor. Öbür uçta da dini kullanan yobazlıklardan başka baskılar, çürümeler, yolsuzluklar, çeteler ve Hizbullah doğuyor. Hizbullah Ergenekon’un öbür uçtaki muadilidir.
Türban sorununa dönersek... Türban sorununu YÖK mü yarattı sizce?
Evet. Türban yasağı YÖK’ün içinden çıktı. Önceleri türban, İslami veya başka nedenlerden ötürü başını örtmek isteyen kızların üniversiteye gelebilmelerini sağlamak için YÖK tarafından yaratılmış bir modeldi. Dolayısıyla başlangıçta bir problem yoktu. Ta ki, YÖK’ün içindeki bazı yöneticiler türbanın bir sorun olduğunu düşününceye dek.
Bu zihniyet daralması niye gerçekleşti böyle birden bire?
İki nedeni var. Birinci nedeni siyasi dürtü. Mutaassıp Kemalistler yani yeni Kemalistler, YÖK’ü bir siyasi payanda olarak kullandılar. Siyasette kendilerine yer açmak için YÖK’ü suiistimal ettiler. YÖK’ü siyasi bir kampın aracı haline getirdiler. Bunun içinde darbe yapma arzusu, darbecilik de vardı. Silahlı Kuvvetleri fıştıklamak da vardı. Türbanı, belli bir dinî yaklaşıma sahip olan siyasi partilere karşı darbe yapmanın bir sebebi olarak gösterdiler. Sonuçta türban, YÖK’ün siyasileştirdiği bir olaydır. Türban, YÖK tarafından siyasi simge haline getirildi, problem yaratıldı ve böylece Türkiye’de bir darbenin önü açılmak istendi. Hatırlayın, türban bağlamında zaten böyle küçük, mini darbeler hep geldi. Mesela 28 Şubat.
Peki, sosyolojik açıdan baktığımızda türbanlı kızlar neyi temsil ediyor?
Türbanı niye takıyorlar diye sorarsak... Burada en mühim sosyolojik boyut ‘muhafazakârlık’tır. Türkiye’de çok geniş bir mutaassıp kesim var. Bunların en mutaassıp oldukları konu da kızları. Kızlara özel bir koruma koyma, bizim milletin kültüründeki cinsiyet ayırımından doğan bir şey. Mutaassıp aileler için türban, kızları toplumsal alana çıktığında, onları korumak için kullandıkları bir araç oluyor işte. Türban, ailesel bir taassubun neticesidir. Zamanla türbana karşı yaşanan tepkiler yüzünden, türban, din hürriyetiyle de özdeşleyen bir siyasi simge haline de geldi ama...
Evet...
Başlangıçta türban katiyen bir siyasi simge değildi. Kemalist taassup türbanı siyasileştirdi. Din hürriyeti isteyen kesim de sonra türbanı siyasetin sembolü olarak kullandı ama, üstüne gidilmeseydi, türban hızla anlamını kaybedecek çok yetersiz bir semboldü. Ama Kemalist taassup tarafından konu edildiği için siyasi sembol haline geldi. Dolayısıyla iki taraf da türban takan kızları kendileri için siyasi mücadele alanı haline getirdiler. Kızlara yapılan büyük haksızlık bu. Ayrıca...
Evet...
Mutaassıp ailelerin kızlarını koruma ihtiyacı, yeni kentleşen, anonimleşen, mahallenin bittiği yerlerde daha önemli oluyor. Biliyorsunuz bizde, mahallenin dışına çıktıklarında başörtüsü örterler. Bilmedikleri bir yere gittiklerinde, bir şekilde selamlığa çıktıklarında başlarını örterler. Mutaassıp insanlar, kızlarını bilmedikleri bir dünyaya, kozmopolit bir ortama, yani üniversiteye gönderdiklerinde, kızlarının başını, onları bir koruma yöntemi olarak örtüyorlar.
Türkiye şehirleştikçe baş örtme artacak mı bu durumda?
Baş örtme şehirleşen bir Türkiye’de artıyor. Şehirlilik normal bir ortama dönüşünceye kadar da artacak. 10 sene, 20 sene sonra türban diye bir şey kalmayacak. Şehirliliğe adapte olduktan sonra insanlar, şehirlilikten tedirgin olmayacaklar, korkmayacaklar. Türban, şehirleşmeden duyulan korkunun ve tedirginliğin sonucunda arttı. Kısacası türban, toplumsal demokratikleşmenin yani toplumsallaşmanın bir sonucudur. Köyün açılmasıdır, kasabanın şehre gelmesidir. Toplumsal hayata katılım olayıdır türban. Türkiye şehirliliği kabul ettikçe, türban kalkacak bu ülkede.
Türbanlı kızların giyim tarzlarına, ilişkilerine baktığımızda çok dindar işaretler görmüyoruz. Türbanla birlikte dinin yeni bir yorumuyla mı karşılaşmış oluyoruz?
Bu çok ileri bir laf, onu kimse bilemez. Onlar da bilmiyorlar. Ama parmak bastığınız husus sosyolojik olarak çok önemli. Başını örten, dinî vecibeleri yerine getiren insanların giyim ve kuşamlarına dikkat ettikleri, takı taktıkları, berbere gittikleri görülüyor. Bu bir modernleşmedir. Bunlar şeriat düzeni isteyen insanlar değil. Bunlar, muhafazakârlıktan vazgeçmeden modern toplumla bağdaşlaşmak isteyen insanlar. Bu bir adaptasyondur. Zaten bu yüzden bir süre sonra türban kalmayacak. Hele rektörler türbanı yasak etmezse türban hiç kalmayacak ya ortada. Rektörler türbanı fıştıklıyorlar ve çok yanlış yapıyorlar. Türbana niyet atfederek Türkiye’nin siyasetini karıştırıyorlar. Şimdi de türbanlı kızlar için şeriat niyeti atfediyorlar. Şeriatçı, köktendinci değil bu kızlar. Türbanın köktendincilikle alakası yok. Aksine, modern İslam’ın bir parçası türban.
Türbanın muhafazakâr ailelerden gelen kızları özgürleştirdiği söyleniyor. Bu görüşe katılıyor musunuz peki?
Topluma katılımlarını sağlıyor. O anlamda özgürleşiyorlar. Toplumsal faaliyet alanları genişliyor, hatta siyasi partilerde çalışıyorlar. Bugün AK Parti’nin içinde Başbakan’a karşı muhalif ses çıkarabilen Ayşe Böhürler diye fevkalade ilerici bir hanımefendi var. Bence AK Parti’nin ak alanıdır Ayşe Böhürler. AK parti’yi ak yapan o hanımdır. Partide yığınla erkek var, hiçbirisi ağzını açamıyor, o hanımefendi konuşuyor.
Dar pantolonlar giyen, makyaj yapan, flört eden türbanlı kızlar, muhafazakâr insanlar için neyi temsil ediyor peki?
Yeni Kemalistler, muhafazakâr kesimin kendini sorgulamasına imkân vermiyor. Bugün muhafazakâr kesim türbanla içine düştüğü çelişkileri görmüyor. Hâlbuki türban serbest bırakılsa ve türbanın üstüne böyle gidilmese, muhafazakâr kesimle türbanlı kızlar arasında mutlaka çelişkiler doğacak.
Niye Cumhuriyet, vatandaşlarının görüntüsüyle bu kadar yakından ilgileniyor. Kuruluşundan beri böyle bu. Bunun ideolojik bir nedeni var mı?
Atatürk kadınların kılık kıyafetine karışmadı. Cumhuriyet kadınların kılık kıyafetine katiyen karışmadı. Erkeğinkine ise Tanzimat’tan beri karışıldı. İkinci Mahmut da erkeğe fes getirdi. Çünkü hem Tanzimat hem Cumhuriyet bir Batılılaşma ürecidir. Bu süreçte kılık kıyafet bir medeniyet simgesidir.
Niye kadın değil de erkek medeniyetin simgesi sayılıyor?
Çünkü hem Tanzimat hem Cumhuriyet erkekleri toplumsal ajan olarak telakki ediyor. Kadınları evde, erkekleri sokakta telakki ediyor. Toplumsal faaliyeti ve siyaseti erkeklerin işi olarak görüyor.
İslam’da kadın çok hassas bir konu olduğu için mi acaba Cumhuriyet kadın konusuna pek dokunamadı?
Doğru ama Cumhuriyet pek çok hassas konuya dokundu. Çok radikal işler yaptı. Atatürk tekkeleri ve zaviyeleri kapattı. Bütün mahalle düzenini allak bullak etti. İnsanların yazısını değiştirdi. Demek ki insanları tarihinden kopardı. Birden bire herkes çırılçıplak kaldı. Kimse geçmişini okuyamadı. Atatürk yeni bir toplum yarattı, bunlar çok radikal şeyler.
Her şey Cumhuriyetle başladı demek doğru bir şey mi? İnsanları tarihlerinden koparmak iyi mi oldu?
Hayır, hiç iyi olmadı. Çok fena oldu. Okuma-yazma seferberliği için harf devrimi yapılmalıydı ama eskiyi de unutturmak gerekmiyordu. Ama Atatürk Osmanlı’ya karşı mücadele etti. Bir siyasi rejim mücadelesi bu. Bu bir devrim kanunu. Hâlbuki orta öğretim ve lisede eski harfleri de öğretmeleri gerekirdi. Öğretmemeleri büyük yanlış. Ben kendimi bugün fevkalade mahrum ve malul hissediyorum. Utanıyorum. Osmanlıca okuyamıyorum. Benim sahamda bir akademisyen için daha büyük bir ayıp olamaz. Bu yüzden öğrencilerime, ‘Ben sahte bir akademisyenim’ diyorum. Ben toplum bilimciyim. Benim toplumum dün doğmadı ki. Benim toplumumum beş bin senedir burada. Osmanlıca bilmeden ben kendi toplumumu nasıl anlatacağım? Bakın... Bütün mesele şu.
Mesele nedir?
Artık devrim bitti. Cumhuriyeti kurduk. İstiklal Harbi’ni kazandık. Milli Mücadele’yi kazandık. Artık barış zamanı. Batı’yla kavga etme zamanı değil. Ulusalcılık zamanı hiç değil. Dünyaya kapanmanın zamanı hiç değil. Cumhuriyet oturdu artık. Rejim üç, beş kızın başını örtmesiyle tehlikeye girmez. Cumhuriyet bu kadar zayıf mı? Böyle düşünenlerin rejime itimatları yok, Atatürk’e saygıları yok. CHP’ye bu yüzden kızıyorum. Cumhuriyete güvenmiyorlar mı bunlar? Niye biz Cumhuriyetin koruyucusuyuz diyorlar? Ne demek bu? Cumhuriyeti küçümsemedir bu.
Peki, Kemalistler Cumhuriyeti koruyacaklarını söylerken aslında neyi korumaktan söz ediyorlar? Onlar nasıl vatandaşlar istiyorlar?
Onların önerileri beni çok korkuyor. Çünkü yeni Kemalistlerin pozisyonu kafatasçılığa kadar gidiyor. CHP Genel Başkan yardımcısı çok saygın, önemli biri ama kalkıyor ‘Efendim vatandaşlık nedir? Bizim soydaşlarımızı korumamız lazım’ diyor. Hangi soymuş, hangi soydan geliyorlarmış bunlar ya?
Meclis’te yeni Vakıflar Kanunu çıkarken yapılan konuşmalardan mı söz ediyorsunuz?
Evet. Utanç verici. Onun için CHP Cumhuriyet düşmanıdır. Cumhuriyet soyu sopu yasak etmiştir. İnsanların lakap kullanmasını bile yasak etmiştir. Ama CHP vatandaşlığı hor görüyor. Gayrimüslim vatandaşları ikinci sınıf vatandaş addediyor. Bunlar nasıl Atatürkçü? Bunlar Atatürk düşmanı. Bunlar yasakçılığı savunuyorlar. Bunlar vatandaşı imtiyazlı ve imtiyazsız vatandaşlar olarak din üzerinden tekrar tanımlıyorlar. CHP 301’in değiştirilmesine de karşı çıkıyor. Ben ‘Özbekler tembeldir’ dediğim zaman beni hapse mi atacaklar? Böyle bir şey olur mu?
03.03.2008
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Abbas üstad, Faruk Birtek Hoca'ya da yanıtım olacak ama bu gece değil:)
Selamlar,
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
bugün türban yarın çarşaf...
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Eveet, nerede kalmıştık...
Önce, Neşe Hanım’ın çanak sorularına (pardon yargılarına) bakalım;
1- Anayasada yapılan son değişiklik üniversiteye türbanla girilmesi önündeki yasağı kaldırdı. (Soru mu sormuş, kendi yargısını mı belirtmiş belli değil)
2-Pek çok hukuk adamı böyle düşünmüyor. Bildiğim kadarıyla ek 17’deki değişiklik türbanı serbest bırakmak için değil, üniversitede çarşaf, peçe gibi kıyafetleri yasaklamak için değiştirilmesi düşünülen bir maddeydi. Başın nasıl örtüleceği de çarşafı, peçeyi önlemek için tarif edilmek istenmişti. Şimdi anayasa değiştiği halde birçok rektör türbanlı kızları üniversiteye sokmuyor. Niye rektörler böyle davranıyor sizce?
3-Ek 17 değişmediği halde, kız öğrenciler Boğaziçi Üniversitesi’nde türbanlı olarak derslere girebiliyorlar mı peki?
4-Pek çok üniversite yönetimi bugün yasakçılığı savunuyor. Rektörlerin çoğu türban yasağının sürdürülmesine taraftar. Bu kadar çok yasakçı hocayla kaliteli öğrenciler yetiştirmek mümkün olabilir mi?
5-Türban sorununa dönersek... Türban sorununu YÖK mü yarattı sizce?
6-Atatürk otoriter sistemi savunmuyor muydu? Atatürk demokrasi mi istiyordu?
7-Türbanlı kızların giyim tarzlarına, ilişkilerine baktığımızda çok dindar işaretler görmüyoruz. Türbanla birlikte dinin yeni bir yorumuyla mı karşılaşmış oluyoruz?
8-Türbanın muhafazakâr ailelerden gelen kızları özgürleştirdiği söyleniyor. Bu görüşe katılıyor musunuz peki?
9-Niye Cumhuriyet, vatandaşlarının görüntüsüyle bu kadar yakından ilgileniyor. Kuruluşundan beri böyle bu. Bunun ideolojik bir nedeni var mı?
10-Peki, Kemalistler Cumhuriyeti koruyacaklarını söylerken aslında neyi korumaktan söz ediyorlar? Onlar nasıl vatandaşlar istiyorlar?
En baştan söylemek gerekirse Sn. Birtek’in röportajda dile getirdiği bazı görüşlerine aynen katılıyorum. Neler o görüşler?
1-Anayasa değişikliği türbanın üniversitede serbest olması için yeterli değil.
2-Hükümet insanlara güven vermiyor. Bütün özgürlüklerin yanında tavır alması gerekirken, hükümet sadece türban özgürlüğüyle iştigal etti.
3-Hükümet’in özgürlükçü tavrının genel değil fevkalade mevzii olduğunu düşünüyorlar. Ben de bu samimiyetsizliği görüyorum. Benim de şüphelerim var.
4-Ayrıca akademisyen arkadaşların, türban serbest bırakılınca bu kez türbansız öğrencilerin hürriyeti mi daralacak diye bir korkuları var ki, başı açık kızlara baskı yapılacağı konusunda ben de çok endişeliyim.
5-Oruç tutmayanların Ramazan’da üniversite kantininde yemek yiyebilmelerinin garantiye alınmasını istiyorum. Türbansızların, İslam’ı farklı yaşayanların ya da inançsızların hakları ne olacak? Zaten birçok üniversitede Ramazan’da kantin tamir ediliyor bahanesiyle öğle yemeği çıkmıyor. Oruç tutmayanların hakları ellerinden alınıyor. Arkadaşlar, üniversitelerde türbanlı sayısının artmasıyla, şimdi bu baskıların daha da artacağından korkuyorlar. Hocam Şerif Mardin’in ‘mahalle baskısı’ tespiti çok önemlidir. Türkiye’de çok yoğun, acı ve zalim olan bu mahalle baskısını her yerde gördüm ben.
Sn. Birtek bunları söylerken neyse ki samimi davranmış, ya da arkadan gelen beyanlarını hazmedebilmemiz için önden biraz aperatif sunmuş. Ama bazı beyanları var ki, yenir yutulur cinsten değil.Şimdi sırasıyla bunlara gelelim :
Alıntı:
“Kapıdan girişte türbana izin verilmiyor ama derslerde, hocadan hocaya değişiyor türban serbestîsi. Ben muhakkak izin veriyorum. Çünkü bu öğrencilere saygım var. Gerekçesi ister İslami ister başka bir şey olsun, insanların kılık kıyafetine karışamam. Ben kanun uygulayıcısı değilim. Polislik yapmıyorum. Üniversitede birçok arkadaşın türbana karşı olmalarının nedeni, türbanın arkasında başka bir niyet görmeleridir. Ama ben insanların niyetine göre hareket etmeyi medeni hukukun dışında bir davranış olarak görürüm.”
Sn. Birtek hem türbanın yapılan Anayasa değişikliği ile yasallaşmadığını söylüyor, hem de yasal olmayan bir şeyi dersinde yapana müdahale edemeyeceğini aksine izin vereceğini açıklıyor. Yasaların, hem de kendi kontrol alanında (dersinde) uygulanmasının sağlanması için insanın illa ki polis mi olması gerekir? Yurttaşlık bilinci bu mudur? Bu kafa yapısı medeni hukukun neresindedir?
Alıntı:
“Aslında bu ülkede türban sorunu yenidir. Hatta türbanın mucidi YÖK’ün kurucusu İhsan Doğramacı’dır. Doğramacı’yla türban sorunu doğdu ve Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanlığı’nda da sorun çok şiddetlendi. Türban sorununu belirli siyasi amaçlarla doğurdular.”
Sn. Birtek’in türbanın kronolojik geçmişinden de haberi olmadığı anlaşılıyor. Türban 1960’lı yıllarda ülkemizin gündemine Mehmet Şevki Eygi desteğinde Şule Yüksel Şenler aracılığıyla girmiş, üniversitelerde ilk türban eylemi Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde 1967’de gerçekleşmiştir. Asıl soru şu olmalıdır “yasağa neden ihtiyaç duyulmuştur?” Herhalde kimseye durduk yere bir yasak getirilmemiştir. Türbanın serbest bırakıldığı dönem daha fazla özgürlük söylemi ile üniversitelere çarşaflılar, cübbeliler de girmeye başlamıştır. Bugün de türbanın üniversitede serbest bırakılmasıyla sorunun biteceğine mi inanılmaktadır? Talepler şimdiden dillendirilmeye başlanmıştır. Tüm kamusal alanlarda türban serbestisi. Zaten uygulamaya bakıldığında türbanın hastanelere, belediyelere ve çeşitli kamusal alanlara girmiş olduğu görülür. Yani bugün bizi yönetenler de aynı Sn. Birtek gibi düşündüklerinden olsa gerek , yasak olmasına rağmen yasanın çiğnenmesine göz yummaktadırlar. Yani türban sorunu, türban takılmasını teşvik edenlerin yarattığı bir sorundur.
Alıntı:
“Ergenekoncular da Kemalizm şapkası giyiyorlar. Bunlar hakiki Kemalist değiller ama Kemalist diskurun yükselmesinden istifade ediyorlar. Ama diğer yanda CHP var ki, işte o, Kemalizm’i savunuyor. CHP Atatürkçü değildir. CHP Atatürk’e karşıdır. Ben CHP’yi Atatürk karşıtı olarak görüyorum. Çünkü Atatürk’ün projesinin karşısındadır. CHP kendi yarattığı Kemalizm’in taassubu içindedir. Adı Cumhuriyet Halk Partisi olmasına rağmen halkla beraber değildir ve halkı savunmaz. Yalnız şu da var. Sadece Kemalistler’den Ergenekon doğmuyor. Öbür uçta da dini kullanan yobazlıklardan başka baskılar, çürümeler, yolsuzluklar, çeteler ve Hizbullah doğuyor. Hizbullah Ergenekon’un öbür uçtaki muadilidir.”
Sağolsun hocamız Kemalist’lerle hiç hoşlaşmıyor anlaşılan... Ergenekon’dan CHP’ye , çetelerden Hizbullah’a herşeyi Kemalizm’den bilmiş. Bu yaklaşım “7,4’lük deprem yetmedi mi” diye pankart açan gericilerden hiç farklı değil. Hoca neyse ki depremi de Kemalist’lerden bilecek kadar ileri götürmemiş beyanını... Ben saygıdeğer hocama bir Kemalist örgüt ismi daha vereyim o zaman. Gerçi hocam Atatürkçülüğü muassır medeniyet seviyesinin de üzerine çıkmak yerine Batılılaşma ile muadil sayar ya neyse... Sıkı dur hocam... O Kemalist örgütün ismi “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” kısaca AİHM... Bu Batılı sizin deyiminizle Atatürkçü yapılanma meğerse Kemalist’miş. E baksanıza bu Kemalist örgütün aldığı içtihat kararına :
“Türkiye'de türban, kişisel özgürlükten çok politik anlamda sorun oluşturuyor. Toplumu geriyor. Herkes kıyafetini seçmekte özgürdür... Ancak, aslolan kıyafet kanunudur. Modern toplum yaratma, vatandaşları dinine göre ayırt etmemeyi öngörür. Otoritelerin laikliği muhafaza etmesi için İslami başörtüsünün giyilmesini engellediği düzenlemeler, mahkeme tarafından anlaşılabilir bulunmuştur. Türbanlı öğrenciler toplumun diğer kesimlerinde kamplaşmalar yaratmaktadırlar. Özellikle "dinsizler ve inananlar" ayrımı yapılmaya başlanmıştır. Bu çok tehlikelidir. Türban yasağı "özel yaşama saygısızlık" değil, aksine "diğerlerinin hak ve özgürlüklerine, özel yaşamına saygı" dır. Yasak ile düşünce ve din ifadesi özgürlüğü ihlal edilmemiştir. Çünkü, Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi'nde görülen davada, demokratik değerlerin garantörü olan laiklik, özgürlük ve eşitliğin birleşme noktasıdır. Bu prensip, devleti tek bir din ve inancı tercih manifestosundan alıkoymuştur. Aynı zamanda, devleti hakem rolünde yönlendirmiştir; inanç ve din özgürlüğünü icap ettirmiştir. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi gibi, Mahkememiz de, Türkiye bağlamında, dini görev olduğu belirtilen böyle bir sembolün takılmasının, takmamayı seçenler üzerindeki etkisini de gözönünde bulundurmaktadır.”
Alıntı:
“Baş örtme şehirleşen bir Türkiye’de artıyor. Şehirlilik normal bir ortama dönüşünceye kadar da artacak. 10 sene, 20 sene sonra türban diye bir şey kalmayacak. Şehirliliğe adapte olduktan sonra insanlar, şehirlilikten tedirgin olmayacaklar, korkmayacaklar. Türban, şehirleşmeden duyulan korkunun ve tedirginliğin sonucunda arttı. Kısacası türban, toplumsal demokratikleşmenin yani toplumsallaşmanın bir sonucudur. Köyün açılmasıdır, kasabanın şehre gelmesidir. Toplumsal hayata katılım olayıdır türban. Türkiye şehirliliği kabul ettikçe, türban kalkacak bu ülkede.”
Hocam sosyolog olduğundan daha iyi bilir, Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” kavramını da yadsımamış ve sahiplenmiş görünüyor. Bizzat bu mahalle baskısına her yerde şahit olduğunu da itiraf ediyor. Sayın hocama sormak isterim, bilinçli ekonomik politikalarla yerinden yurdundan edilen tarım kesimi , plansız programsız ve gereken altyapı ve istihdam olanakları hazırlanmadan şehirlere akın ettiklerine göre (bunda o insanların bir nebze olsun kabahati yoktur) şimdi bu insanlar mı şehirli oldu , şehir mi bu insanların geldiği yere benzedi. Mecburen gecekondulaşma ve hatta gettolaşmanın mahalle baskısının şiddetine etkisi azaltma yönünde mi olacak, yoksa artırma yönünde mi olacak? Ben yanıt vereyim, 15 – 20 sene sonra bırakın türbanın ortadan kalkmasını, çarşafsız kadın bulamazsınız bu kafada gitmeye devam edersiniz.
Hocamızın Cumhuriyet , Osmanlıca, kılık kıyafet konusundaki düşüncelerini hele de “artık devrim bitti” söylemini yanıt vermeye değer bile bulmuyorum. Onlar kişisel görüşleridir.
Son olarak Vakıflar Yasası’nı da punduna getirmişken araya sıkıştırma çabasında olan Neşe Hanım ve Sayın hocama şunları söyleyeyim:
Lozan Anlaşması, o beğenmedikleri Cumhuriyetin kurucu senedidir. Anayasal değerdedir. O senedin 37. maddesinden 45’inci maddesinin sonuna kadar okurlarsa, bugün Vakıflar Yasası ile ne yapılmak istendiğini daha iyi anlarlar. “Azınlıkların Korunması” başlıklı 3. Bölüm 45. maddeyi hadi ben vereyim.
Madde 45 : Bu bölümdeki hükümlerle, Türkiye'nin Müslüman-olmayan azınlıklarına tanınmış olan haklar, Yunanistan'ca da, kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır.
İdrak edebilmek için Osmanlıca bilmiyorlarsa orijinal Fransızca metin ne güne duruyor?
Selamlar,
Yüksek yargıdan türbana vize yok
Anayasa Mahkemesi, türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin Anayasa değişikliğini iptal etti ve yürürlüğünü durdurdu.
CHP ve DSP, 5735 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un birinci ve ikinci maddelerinin iptali veya yok hükmünde olduklarına karar verilmesi ve dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulması" istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde dava açmıştı.
Davayı, 11 kişiden oluşan Anayasa Mahkemesi heyeti karara bağladı.
http://www.cnnturk.com/TURKIYE/haber...haberID=465986
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
HANGİ CÜPPE!
CUMA saat 17.00. THY Ankara-İstanbul uçağı yolcu alıyor.http://www.hurriyet.com.tr/_np/7212/5747212.jpg
Yolcuları uçağa götüren VIP otobüsünde bir AKP milletvekili, yanındakine Anayasa Mahkemesi’nin kararını yorumluyor:
- 9 tane adam (ben yalnızca adam yazıyorum) 411 milletvekilinin iradesini kesip atıyor...
AKP’li vekil otobüste bağırıyor...
Sert ifadeler...
Anayasa Mahkemesi üyelerine yükleniyor...
Orada bulunan başka milletvekilleri, ters ters bakıyor.
Ama AKP’li vekil hiç oralı olmadan devam ediyor. Çünkü çok sinirli....
Ben bu siniri biliyorum.
Ama bildiğim bir şey daha var. O da şu:
- O karar yalnızca 9 kişinin kararı değildir. Kişisel değildir. Yani 9’a karşı 411 milletvekili diyemezsiniz. Yani yargıya karşı TBMM diyemezsiniz. Yani yargı iradesine karşı millet iradesi diyemezsiniz. Çünkü yargı da milet adına irade kullanır.
Sinir ve iddia şu:
- 9 tane cüppeli yargıç, millet iradesini yasaklıyor...
İşte bu ayıp...
Cumhuriyetin ve milletin iradesini, hazin bir karanlığa götürmeye çalışan "cüppeli hocaefendi"lerin tarikattaki cüppesiyle, Cumhuriyet’in yargıcının "hukuk ve adalet cüppesi" çok farklıdır.
Biri Cumhuriyet’in mahkemesinde Anayasa’yı korumak için giyilir.
Diğeri Cumhuriyet’in, adaletin, laikliğin karşısına dikilmek için.
Cüppeleri karıştırmamak lazım..
Belki de karıştıran filan yoktur.
Cüppelerden birisi diğerine bilerek ve gizlice tercih edilmektedir. En iyisi gelin birbirimizi yormayalım. Herkes yüreklice açıklasın:
- Kim hangi cüppeyi istiyor.
Fatih Çekirge. Hürriyet 9/Haziran 2008
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Bugün haberleri izlerken dinci TV lerden birinde (olabildiğince diğer bakış açılarından da izlemeye çalışırım) Van 100.Yıl Üniversitesinin kapısında özel halk otobüslerinden indirilen ya da başları açılan türbanlı kız öğrencileriyle ilgili nefret dolu bir habere rastladım. Özellikle haberin verilişi sanki bu insanlara eziyet ediliyor babında idi. Üniversiteye giremediği için sinir krizleri geçiren ve bağırıp çağırarak ağlayan türbanlı kız öğrencilerin ağaçların altına sığındıkları spiker tarafından acıklı bir dille anlatılınca halkın BU PROSEDÜRDE NORMAL UYGULAMAYI sanki eziyet ediliyormuş gibi algılaması o kadar kolay ki!!
Bir kere kampüse girişte kimlik kontrolünün yapıldığı ve kuleden girişte artık üniversitede sayılacağı için buranın kurallarına uyması gerektiğini , üniversiteye gitmemiş birilerine nasıl anlatabilirsiniz? Haberde türbanlı avı üniversitenin dışında başlıyor diye veriliyordu üstelik..
Gerginliği kasıtlı olarak kaşıyan bu tür bir yaklaşım kutuplaşmayı düşmanlığı nefreti daha çok oluşturacaktır. Bu insanların sadece dini anlamda istismarı değil, duygusal açıdan da SÖMÜRÜLMESİDİR.
Çok kızdım cidden. kadın üzerinden siyasetin bir türü olarak siyasi malzeme /simge haline getirilen türbana önceleri yaklaşımım kabulleniciydi.Kadınların eğitimlerinin engellenmesi yine erkek hegomanyasına hizmet ediyor ve bedelini yine kadınlar ödüyor diye düşünüyordum. Gerçi hala öyle düşünüyorum.. Fakat bakıyorum kadınlar da kendilerini malzeme yapmaya çok hevesliler! Ben de giderek daha da katılaşmaya başladığımı hissediyorum. Bu aslında övünülecek bir durum değil farkındayım. Fakat öyle..
KURUMUN KURALLARI NEYSE HERKES BUNA UYACAK.. bunu kabul eden diplamasını alacak, etmeyen de kaderine razı olacak.. katı evet ama kendilerinin dediği gibi..şeriatın kestiği parmak acımaz!
Re: Yargıtay: Türban laikliğe aykırıdır...
Ülkemizde Anayasa Mahkemesi ilk kez 1961 Anayasası’yla kurulmuştur. Türk siyasal sistemini inceleyenler, 1961 Anayasası’nın yasama işlemlerinin yargısal denetimi için özel bir Mahkeme olarak Anayasa Mahkemesi kurmasını, bu Anayasa’nın en radikal özelliği olarak yorumlamışlardır. Anayasa Yargısı, bazı değişikliklerle birlikte 1982 Anayasası’nca da korunmuştur.
1945 yılında çok partili yaşama geçiş ve 1950 yılında yapılan demokratik seçimler ile iktidarın muhalefete geçmesiyle sorunların bitmediği anlaşılmış ve yasama meclisinin denetlenmesi gereksinimi duyulmuştur. Önce aydınlar tarafından ortaya konulan bu anlayış, daha sonra siyasal partiler tarafından da desteklenmiş ve 1961 Anayasası’yla ilk kez Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Amaçlanan ve umulan, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’da yazılı temel hak ve özgürlükleri korumasıdır.
27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri iktidarı ele aldıktan sonra 1961 Anayasası’nı hazırlayanlar, Yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek konusunda bir Anayasa Mahkemesi kurmanın gerekliliğine karar vermişlerdir. Gerçi kurulacak Mahkemenin yapısı, oluşumu, işleri, örgütü, yargıçların seçimi ve anayasaya uygunluk denetiminin biçimleri konusunda kimi tartışmalar olmuşsa da, anayasa yargısının gerekliliğinde herkes birleşmiştir.
1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nın “Ulusal Egemenlik” ilkesinden değişik bir egemenlik anlayışını kabul etmiştir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nca da benimsenmiştir.
1961 Anayasası’nın 4. maddesine göre “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”. Maddenin bu ilk fıkrası, 1924 Anayasası’nın 3. maddesinden olduğu gibi alınmıştır.
Ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarının egemenliğin nasıl kurulacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası’ndan oldukça değişik bir içeriktedir:
“Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar tarafından kullanır.”
Türk Anayasa tarihi yönünden ele alındığında bu kuralın temel amacının, Parlamentonun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir.
Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi.
İlk kez 1961 ve ondan sonra da 1982 Anayasası’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülmesiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır.
1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. Özellikle, Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahiptir. Çünkü, Anayasa Mahkemesi,Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verebilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin, siyasal kurumların,özellikle Parlamentonun yetkilerini kötüye kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu engelleyeceği düşünülmüştür.
http://www.anayasa.gov.tr/general/ic...ID=43&curID=45