Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
YIKILMADIM, AYAKTAYIM:o
Sol düşünce, sanıldığı gibi ne Fransız Devrimi sonrasındaki Fransız Kurucu Meclisi'ndeki oturma düzeniyle, ne de Marx ve Engels ile başlamıştır. Adı konulmamış olsa da insanlık tarihi kadar eskidir ve insanlık varolduğu sürece yaşamaya ve kendini yenilemeye devam edecektir.
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
İlhan Selçuk solcu mu? diye soran bir Sn. Üyemiz ve "kendini solcu sananlar" var diyen Abbas Üstad, sizlerin yorumlarını almazsam gözüm arkada gider...:)
Abbas Üstad'a Not : Liberaller yazmasın derken, seni kastedmedim...:o
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
"Solcu, enternasyonalist kimliğin ve dayanışmanın, ulusal katkılarla zenginleştiğinin bilincinde olan kişidir."
Lenin ve arkadaşları da, III. Enternasyonel Toplantısı'nda, Mustafa Kemal'in izlediği yolun kendilerinin izlediği yoldan daha etkin ve daha gerçekçi olmasının ilamını yaparak yukardaki genellemeye ulaşmışlardır...
Tabi bu genellemeye ulaşmasında en büyük etkelerden birinin Avrupa'nın "sözde" ve "ödlek" sosyalistlerinin satışını da unutmamak gerek...
Malum onlar daha sonra "sosyal demokrat"lık denen bir şeyi icat etmişlerdir ya... :)
Cevap: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
SÖYLEŞİ
LEYLA TAVŞANOĞLU
Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Süheyl Batum’la Türkiye’nin son yedi yıldır geldiği noktayı konuşuyoruz. Batum’un ilginç tespitleri var. AKP hükümetinin, bir yol haritası üzerinde Türkiye’nin bütün yerleşik kurumlarını ele geçirme çabası içinde olduğuna vurgu yapıyor. Bunun son örneği olarak asker kişilerin sivil yargıda yargılanmalarının yolunu açan gece yarısı baskın yasayı gösteriyor. Uygulamalara itiraz edenlerin AKP hükümeti ve yandaş liberaller tarafından “Ergenekonculukla” damgalandıklarına işaret ediyor. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un “asimetrik psikolojik savaş yürütüldüğü” tespitini çok doğru buluyor. “Bu yol Türkiye’yi faşizme götürüyor” diyor.
- Askeri personelin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açan gece yarısı baskın yasayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
S.B. - Önce, söylediğiniz o sözün çok önemli olduğunu vurgulamak istiyorum. Türkiye’de artık maalesef her şey belli bir plana, belli bir amaca göre yapıldığı için bütün kavramlarda içeriğin belirsizleştirilmesine, daha doğrusu kavramların anlamının ortadan kaldırılmasına çalışılıyor. Bunlardan birisi de bu gece yarısı yasası. Çok güzel söylediniz. “Baskın yasa” dediniz.
Gerek Başbakan, gerek iktidarın temsilcileri, gerek Türkiye’deki “aydın” diye geçinen bir kesim, “Bu gece yarısı yapıldıysa ne olmuş? Ne var? Meclis gece yarısı çalışmaz mı?” diyorlar. Sorun bunun gece yarısı yapılmasında değil. Sorun yasanın dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde görülmeyecek şekilde baskın biçiminde geçirilmesi. Biz eskiden, karşımızdakinin elinden bir şey almak istediğimiz zaman, “Aaa, bak kuş geçiyor” derdik. O kuş nerede diye başını başka yana çevirince de elinden istediğimizi alırdık. Bu yapılan çok tehlikeli bir iş. Türkiye’de belli bir yasa yapma süreci vardır. Bu süreçte hem anayasa hem de iç tüzük bunu düzenlemiştir.
Yasa oldubittiye getirilip çıkarılamaz
- Bundan amaç nedir?
- Böyle baskın yasalar olmaması için. İktidar tabii ki kendi istediği yönde yasa çıkartmaya çalışacaktır. Ama bunu yaparken kamuoyu bilgilendirilmeli, tartışılmalı, muhalefetin, başka kurumların görüşleri alınmalı ve sonuçta da ortaya bir yasa çıkarılmalıdır.
Dünyanın pek çok ülkesinde bu düzenlemeler vardır. Hatta bazı yasalar için daha farklı kurallar da getirilmiştir. Organik yasalar, temel yasalar denilmiştir. Bunlar devletin temel organları için yasalardır. Şimdi bu olaya gelelim. Bu, sonuç itibarıyla askeri yargıyla sivil yargı arasındaki ilişkileri, bunlar da insanların nasıl yargılanacağına, usul kurallarına yönelik önemli değişiklikler getiren bir yasa. Siz yargı organını yeniden düzenliyorsunuz. Tabii ki yaparsınız. Ama önerinizi getirirsiniz. Muhalefet bunu bilir. Tartışılır. Kurumlar, hukuk kurumları görüşlerini söyler. Muhalefetin de “Ey halk, bunlar böyle bir yasa getiriyor. Haberiniz olsun” deme hakkı olur. Yine de bunun ardından siz yine çoğunluğunuza dayanarak yasayı çıkartırsınız. Muhalefet beğenmezse bunu Anayasa Mahkemesi’ne götürür.
Bu yasada herkes memnun. Komisyonda görüldü. Kabul edildi. Genel kurula geldi. Görüşülmeye başlandı. Gece saat 00.59’da son oturum açıldı. Saat 01.30 dolaylarına geldiğinde bir anda yeni bir önerge getiriliyor. Apar topar kabul ediliyor. Olayın vahameti buradan kaynaklanıyor.
- O önergede de yapılan tek bir kelime oyunu değil mi?
- Tek bir kelime oyunuyla yargının bütün işleyişi değiştirildi. Üstelik bunu hiçbir kurumla görüşmeden, parti çoğunluğu olarak geçirdi. Yani tam bir baskın. Bunu gerek AKP temsilcileri gerek liberal “aydınlar”, gerek sözüm ona liberal gazeteciler ve maalesef Cumhurbaşkanlığı’nın hukukçuları gözden kaçırmaya yeltendiler. Bu bir baskın yasadır. Yasalar gece yarısı tabii ki konuşulur ama baskın şeklinde değil. Siz bu kadar önemli bir konuyu nasıl olur da gece yarısı bir önergeyle geçirirsiniz? İşin saklanacak yeri yok. Son oturumun tutanaklarına bakın. Ne demek istediğimi anlarsınız. En son maddede de bir önerge daha verdiler. Bu da yasanın şimdiki davalara da uygulanmasını öngörüyordu. Alelacele bunu da kabul ettiler.
- Peki, bu yasa anayasaya aykırı mı?
- AKP’nin bütün temsilcileri ve liberal aydınlar, “Bu değişikliği AB istiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları var” diyorlardı. Bu söyledikleri kesinlikle doğru değildir. Bu yasa anayasaya aykırıdır. Çünkü anayasanın 145. maddesi çok net. Liberal aydınlar, liberal ve dinci gazeteciler “Sivilleştik,” diyorlar ya, 145. maddeyi açıp okusunlar. Madde şöyle diyor: “Askeri mahkemeler asker kişileri, askeri olan suçları, asker kişiler aleyhine işlenmiş suçları, askeri mahallerde işlenmiş suçları yahut askerlerin askerlik hizmet ve görevlerine bağlı olarak işledikleri suçları yargılar.” Oysa bu yasa, isterse askeri mahalde işlensin, ister askerlik görevini yerine getirirken olsun, bazı suçları oradan ayırıp sivil mahkemelere götürüyor. Bu ise anayasanın bu hükmü değiştirilmeden yapılamaz. Kimilerinin yalan söylediklerini vurgulamak açısından şunu söylemek istiyorum. “Sivilleşmeyelim mi?” diyorlar. İsterlerse askeri yargıyı da kaldırırlar. Ama baskın yasayla değil. Bunu anayasayı da içerecek şekilde yapabilirsiniz.
Başka daha tehlikeli bir nokta var. Türkiye’de milletvekilleri neredeyse kaldırılması çok zor olan dokunulmazlık hakkına sahipler.
- Bir de Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun da sivil bürokratlar ve memurlara çok ciddi dokunulmazlıklar sağlamıyor mu?
- Evet. Örneği ortada. Liberal aydınların ısrarla görmekten kaçındıkları RTÜK’te yaşananlar. RTÜK Başkanı Zahid Akman’ı yargılayabiliyorlar mı? Hayır. Siz sivil bürokratların hiçbirisini yargılayamazken o madde değişikliği bir kelimeyle geldiği ve ötesi unutulduğu için bu yasayla Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları dahil istediğiniz askeri hiçbir güvenceleri olmadan içeri alabilir ve yargılayabilirsiniz. Bir devlet bürokratları arasında anayasanın ayrıca 123. ve 128. maddelerindeki “kamu hizmeti görevlileriyle ilgili hükümlerine aykırılık oluşturmadan” ibaresini göz ardı edip ayrım yapabilir mi?
Sayın Cemil Çiçek dahil AKP’nin bütün temsilcilerinin yasanın çıkışından bugüne kadar yaptıkları konuşmalarına bakın. Anayasaya, 145. maddeye en ufak bir atıfta bulunmuyorlar. “AB istedi” diyorlar.
- İyi de AB’nin koyduğu böyle bir koşul var mı?
- Yok canım. Olur mu?
- Ama, “Venedik diyor ki..” gibi gerekçeler gösteriyorlar…
- Bunlar da palavra… Olay çok net. Amaç ve yol haritası belli olunca ve AKP de bunun uygulayıcısı, liberal aydınlar da belirli nedenlerle onun şakşakçısı konumunda bulununca bazı şeyleri eğeceksiniz, bükeceksiniz. Siz, “Hukuk” diyorsunuz. Liberal aydınlardan birisi çıkıp cevap veriyor: “Usul canım, usul. Amaç ulvi.” Bunlarda hiçbir kaygı filan da yok. “Askeri yargıya güvenmiyorum. Sivil yargıya güveniyorum” diyor. Sivil hâkim adamı tutukluyor. Alkışlıyorlar. Sonra mahkeme heyeti tutuklama kararını kaldırıyor. Bunlar feryadı basıyor: “Ben sana da güvenmiyorum.” İyi de kardeşim, askeri yargıya güvenmediğini söylüyorsun. Sonra istemediğin bir karar çıkınca sivil yargıya da güvenmiyorsun. Bu ne iş?
- Albay Dursun Çiçek olayı mı?
- Evet. Bu sefer ona, “Sadece senin istediğin gibi karar verene mi güveniyorsun?” diye sorunca da dönüp “İşte Ergenekoncu” diyor. Venedik diye tutturmuşlar. Ne o? Venedik Amca mı? Koca koca aydınlar, “Venedik dedi ki…” diyor. Kim bu Venedik? Nereden demiş? “Venedik dedi ki…” diyor. Bunların peşlerine takılan bazı cahil aydınları bir tarafa bırakarak söylüyorum. AİHM diye bir organ var. Bu, belirli hukuk kriterleri koyan bir mahkemedir. Bazı liberal aydınlar bu mahkemeyi 1999-2000’li yılların başlarına kadar önemsiyorlardı. İktidar da çok önemsiyordu. Abdullah Gül’ün eşi türbanıyla üniversiteye giremediği gerekçesiyle AİHM’de dava açmıştı. Gül Dışişleri Bakanı’yken bile dava devam ediyordu.
Ne zaman ki AİHM, 28 Şubat sürecinde RP’nin “anti-demokratik ve şeriat düzeni amaçlayan bir parti olduğu” gerekçesiyle kapatılmasını onayladı, bağcıyı dövmekten yana olan kesim durakladı. Bu da bitmedi.
AİHM Leyla Şahin kararını verince o güvendikleri dağa kar yağdı. Artık onun dışında bir şey bulmaları lazımdı. AİHM için “Ergenekoncu” diyecek halleri de yok. Şu anki gülünç hallerinden daha da gülünç duruma düşerler. Bunun yerine 1990’da Venedik Komisyonu adıyla, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra ortaya çıkan yeni devletlerin anayasalarını yapmakta yardımcı olması için kurulmuş bir kuruluşu keşfettiler.
Komisyonun 1999’da siyasi partiler için yazdığı bir rapor var. Onun dışında dokunulmazlıklar, kadın temsili için raporları da bulunuyor. Ama onları bir tarafa bıraktılar.
1999 tarihli raporda olmayan bir bölüm eklettiler. Bu bölüm şöyle: “Savcı başka ülkelerde de dava açabiliyor. Ama iktidarın görüşleri doğrultusunda açabiliyor. Türkiye’de ise iktidarın görüşlerini dinlemiyor. O yüzden bu değişmelidir.” Düşünebiliyor musunuz? Savcı hukuku değil, iktidarın görüşlerini dinleyecek… Böylece Venedik Kriterleri diye uydurdular. Bu yasada da “AB istedi” diyor. “Nerede? Görelim bakalım” deyince de cevap hazır: “Daha sonra gösteririm.” Yani bu olay hukuken doğru değil.
Alıntı: Cumhuriyet
Cevap: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Süheyl hocanın söyledikleri konusunda bir şeyler söylemem şart oldu,
1) Askeri yargı ile ilgili yasa değişikliğine esas açısından taraftarım, ancak AKP yöntem olarak yanlış yapmıştır; Anayasa'ya aykırı olduğunu düşündüğüm bu değişikliği yapmadan önce Anayasa'nın ilgili maddesini değiştirmeli idi. Anayasa'yı değiştirmeden yasayı değiştirmek, Anayasa Mahkemesi'nin nöbetçi başvurucusu CHP'ye koz vermek demektir. Bu yasanın yüksek mahkemeden döneceğini düşünüyorum. Keşke önce 82 Anayasası'nın ilgili maddesi değiştirilseydi. Değişikliğin, anayasaya aykırı olduğu konusunda hoca ile hemfikirim.
2) Süheyl hocanın da çok vurguladığı "gece baskını" davranışına hiç katılmıyorum. Elbette partiler meclisten istedikleri konuyu geçirebilmek için bazı taktiklere başvuracaklardır. Bütün parlemantolarda bu tür girişimler olabilir. Burada AKP'yi eleştirmektense, "uyuyan güzel" CHP'yi eleştirmek bana daha mantıklı geliyor. Halbuki "uyanık bekçi" rolü onlara çok yakışıyor, ama bu defa rolü iyi oynayamamışlar.
3) Yasanın gece yarısı genel kuruldan geçirilmiş olmasının mevzuata aykırı bir tarafı yoktur, nitekim Anayasa Mahkemesi, yasayı esastan incelemeye karar verdiğine göre, bu yöntemin (biçimin) hukuka aykırı olmadığı anlaşılıyor.
4)Süheyl hocanın söylediklerinin büyük kısmı hukukla değil, siyasetle ilgili. Hoca, siyasi görüşlerine göre yorum yapıyor. Ama bu genç anayasa hukukçusunun "hukuk" konusunda zikzaklar çizdiği de gözlerden kaçmıyor. Örneğin, Anayasa değişikliği konusunda 1994'de yazdıkları ile bugün söyledikleri çelişkili. Hoca, Adana'da verdiği bir konferanstan sonra soruları yanıtlarken, sorular genellikle kendisini okşayan türdendi. Ben de hocaya 1994'deki görüşünü ve bugünlü çelişkisini hatırlatarak "bu ne iştir?" dedim. İnkar edemedi ve "haklısın" dedi. Bugün hukuk konusunda böyle diyen hocanın yarın başka şeyler söyleme ihtimali vardır, savunanları mahcup edebilir.