Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Stresle performansınızı arttırın...
Gazeteport/18.03.2009
Günlük yaşamın kaçınılmaz bir parçası haline gelen stresin, doğru yönlendirildiğinde performansı ve başarıyı tetikleyebildiği bildirildi.
Bursa'daki özel bir hastanede görevli Uzman Psikolog Sevil Usanmaz, yaptığı açıklamada, insanı zorlayan her durum, yaşantı veya koşulun stres anlamına geldiğini söyledi.
Bu bakış açısı doğrultusunda çocuk, yaşlı, kadın, erkek herkesin stresli olabildiğini belirten Usanmaz, çevrede stresle ilgili çok etken varken, hayattan bu rahatsızlığın sökülüp atılmasının mümkün olmadığını ifade etti.
Usanmaz, stres karşısında insanların kendilerini korumak için çeşitli tepki ve davranışlar geliştirdiğini dile getirerek, bütün canlıların, stresi yaratan durumla ya mücadele ettiğini ya da bu durumdan uzaklaştığını vurguladı.
Buna ''savaş veya kaç'' ilkesi denildiğine işaret eden Usanmaz, ''stres, kimi zaman bizi güçlü de kılabilir. Yeter ki onunla baş etmeyi öğrenebilelim'' dedi.
Usanmaz, stres nedenleri değişse de stres karşısında insanların verdiği tepkilerin benzerlik gösterdiğini ifade ederek, şöyle konuştu:
''Stres karşısında organizmanın bütünlüğü tehdit altındadır ve organizmanın kendini korumak için oluşturduğu dengesi bu durumdan etkilenir. Bozulan dengenin yeniden sağlanması gerekir. Denge, bu durumla savaşarak veya kaçarak yeniden oluşturulur. Stresle sürekli ama etkisiz mücadele tükenmişliğe yol açar. Stres nedenleri değişse de stres karşısında insanların gösterdiği tepkiler benzerlik gösterir. Ancak stres durumunda otonom sinir sistemi tepki verdiğinden stres karşısında hemen herkeste aynı bedensel ve fizyolojik değişiklikler olur.''
-''STRES İŞE YARAYABİLİR''-
Psikologlara göre, stresin, onu zihninde taşıyan kişiye ait olduğunu belirten Usanmaz, şöyle devam etti:
''Bireysel farklılıklar, algılama, hissetme, öğrenme, sosyo-kültürel özellikler, zihinsel kapasite, cinsiyet, yaş, geçmiş yaşantılara ait izler uyaranı strese dönüştürür. Stres karşısında verdiğimiz tepki, uyarana yüklediğimiz anlama bağlıdır. Bireyin, geçmiş yaşantıları, yanlış öğrenmeleri, ihtiyaçları ve beklentileri bir durumu veya uyaranı 'stres veren' veya 'stres vermeyen' olarak tanımlamasına neden olur. Bazen biraz stresin işe yaradığı söylenir. Biraz stres performansı iyileştirir, bireyi aktif yapar, Örneğin; yetişecek bir iş için çalışma hızının ve süresinin artırılması gibi. Yani biraz stres merak duygusunu artırır, yeni öğrenmeler sağlar.''
-''STRESLE BAŞA ÇIKMAK İÇİN DOĞRU NEFES ALIP VERİN''-
Sevil Usanmaz, stresle başa çıkmada en etkili yolun gevşeme olduğunu dile getirerek, gevşemenin ilk adımının da solunumu kontrol etmekten geçtiğini bildirdi.
Böyle durumlarda derin, ağır ve sessiz nefes alınmasının önemine değinen Usanmaz, şunları kaydetti:
''Stresle başa çıkmada en etkili yol gevşemedir. Gevşeme, bedende meydana gelen gerginliği tersine çevirir. Gevşemenin ilk adımı solunumu kontrol etmektir. Doğru nefes almayı yeniden öğrenebiliriz. İyi nefes derin, ağır ve sessiz olmalıdır. İyi nefes almak, iyi nefes vermekle olur. Aldığımız nefesi ağzımızdan yavaşça ve iyice verirsek gevşeriz. Kısa nefes alıp verme gevşemeyi sağlamayacağı için stresle başa çıkmada iyi bir yöntem olmayacaktır. Ayrıca, stresle başa çıkabilmek için empati duygunuzu geliştirin, diğerlerinin duygusunu hissetmeye çalışın. Öfke kontrolünü ve zaman yönetimini öğrenin. Kendinizi daha çok sevin ve daha fazla güvenin. Kendinizi ödüllendirin, olumlu düşünün. Değişimlere açık olun.'' A.A
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Çay keyfiniz zehir olmasın
Hurriyet/20.03.2009
İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yanık Ünitesi Sorumlusu, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Muharrem Akgüner, 6 ayda yaklaşık 700 çocuğun yanık şikayetiyle hastaneye başvurduğunu, vakaların çoğunun çaydanlıklarda bulunan kaynar suyla yandığını söyledi.
Opr. Dr. Akgüner, yaptığı açıklamada, çocuklar arasında en sık görülen yanık tipinin, kaynar su dökülmeleri sonucu meydana gelen yanıklar olduğunu anlattı.
Özellikle kış aylarında, soba kullanılan evlerde yanık vakalarının sıklıkla görüldüğüne işaret eden Opr. Dr. Akgüner, “Son 6 ayda yaklaşık 700 hasta yanık ünitesine başvurdu. Bunlardan 96'sı yatarak tedavi gördü. Servise başvuran hastaların büyük çoğunluğunu, ocak ve soba üstünde bulunan çaydanlıklardaki kaynar suyun dökülmesi sonucu haşlanarak yanan çocuklar oluşturuyor” dedi.
“ÇOCUĞUN ERİŞEBİLECEĞİ YERE KOYMAYIN”
Sıcak su yanıklarının, yoğun olarak 2-3 yaşındaki çocuklarda görüldüğüne işaret eden Op. Dr. Akgüner, şöyle konuştu:
“Su yanıklarında en sık görülen biçim, çocuğun, çaydanlığı sağ elle çekerek sol el ve göğüs üzerine düşürmesi sonucu vücudun yanması. Bu nedenle çocuğun sıcak su bulunduran kaplara ulaşamaması gerekiyor. Annelerin dikkat etmesi geren şey, tencere ve çaydanlıkları ocağın arka bölümlerine koymak. Soba üzerinde çaydanlık varsa, çocuk mutlaka takip edilmeli. Soba kullanılan evlerde, tedbir amacıyla çocuğa engel olabilecek bariyerler konulabilir. Sobada tek tehlike su değil. Çocuklarda sıklıkla soba kaynaklı yanıklarla da karşılaşıyoruz. Sobaya elle temas edilmesi halinde, el çok fonksiyonel bir organ olduğu için sorunlarla karşılaşılabiliyor. İyileşme uzun zaman alıyor. Fizik tedavi ya da ameliyat gerekebiliyor.”
“TÜRKİYE'DE HERKES YANIK UZMANI”
Op. Dr. Akgüner, çocuk yanıklarında bilinçli yapılan ilk müdahalenin, tedavi sürecinde önemli rolü bulunduğunu vurguladı.
Yanık durumunda ilk olarak çocuğun üzerindeki giysileri çıkararak, yanık bölgenin su altına tutulması gerektiğine dikkati çeken Op. Dr. Akgüner, “Yapılacak ilk şey, yanan bölgenin soğutulması olmalı. Yanan bölge, çok soğuk olmayan çeşme suyunda yıkanmalı. Yanan bölgenin soğutulması, yanığın derinliğini azaltır. Daha sonra hiçbir uygulama yapmadan sağlık kurumuna başvurmak çok önemli” şeklinde konuştu.
Yanık durumunda yapılan en önemli yanlışın yanan bölgeye su dışında maddelerin uygulanması olduğunu bildiren Op. Dr. Akgüner, şunları kaydetti:
“Halk arasında yanığa herkes karışıyor. Yanan bölgeyi herkes kendi doğrularına göre tedavi etmeye çalışıyor. Herkesin bir formülü var. Oysa ki yanan bölgeye diş macunu, yoğurt gibi yabancı maddeler uygulanmasının tedavi aşamasında bir yararı yok. Hatta süreci olumsuz etkiliyor. Yapılmaması gerekenlerin yapılması halinde yaranın iyileşmesi etkileniyor. Yapılan yanlış uygulamaları tekrar temizlemek durumunda kalıyoruz. İlk müdahalenin düzgün yapılması iyileşme hızını etkiler.”
Tedavi kapsamında ağır vakalarda greftleme ameliyatı (vücudunun bir bölgesinden alınan derinin iyileşmeyen bölgeye yerleştirilmesi) gerçekleştirdiklerini ifade eden Op. Dr. Akgüner, son 6 ayda hastaların dörtte birinin ameliyatla tedavi edildiğini sözlerine ekledi.
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Salatanıza katın anında zayıflayın
Bugun/22.03.2009
Profesör Doktor İbrahim Saraçoğlu zayıflamanın sırrını açıkladı.Saraçoğlu, "Sofraya oturmadan 15 dakika önce bir yemek kaşığı dereotu yerseniz sofradan daha erken kalkarsınız. 10 dakika sonra tokluk hissi artar. Daha az yemek yersiniz. Diyet yapanların özellikle dereotu yemesi gerekir. Açlık duygusana fren yaptıran dereotudur. İştahınızın yavaş yavaş kalktığını görürsünüz” dedi.
TİROİDİ DÜZENLİYOR
Daha önce yapılan bilimsel araştırmalarda dereotunun tiroidin hızlı ya da az çalışması durumunda da etkili olduğu saptanmıştı. 3 ay boyunca bir yemek kaşığı dereotunun sabah, öğle ve akşam öğünlerinden 15 dakika önce tüketilmesinin tiroidleri düzene soktuğu belirtiliyor.
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Kriz göbekten vuruyor...
Bugun/23.03.2009
Yoğun baskı ve stres altında vücut kortizol maddesi salgılar.Su ve tuz tutulumu da artar. İnsan bünyesi bu durumda enerji yakmaktan daha çok enerji üretme ve yağ depolama haline geçer. Kortizol hormonu, vücudun aç kalabileceği düşüncesiyle yağ depolanmasını aktive etmeye başlar...
Son günlerde artan kriz ve stres ortamı altında insanlar sürekli yağ depolamayı sürdürüyor. Bünye yağ rezervlerini artırıyor. Eğer bu gizlice işliyorsa durum daha da ciddileşiyor, kalp krizi riski de devreye giriyor. Stres ortamlarında artan kilo ve yağlanma sonucu ortaya çıkabilen kalp krizi riskini önlemek için basit ölçümler yeterli olabiliyor.
Yağlar kana karışıyor
En aktif yağ hücreleri ise karın bölgesinde olduğundan depolama bu bölgede yoğun olarak gerçekleşiyor. Aynı zamanda stres, karın bölgesinde şişmanlığa neden olan kimyasal maddeleri salgılayarak göbek ve bel çevresindeki yağlanmaları kaçınılmaz hale getiriyor. Bu yağlar doğrudan karaciğere yönelerek kolesterol ile birleşip, kan dolaşımına karışıyor. Bu da kalp hastalıklarına yakalanma riskini iyiden iyiye artırıyor.
Fırsatı kaçırmayın
Kimileri için bu durum gözle görünür bir tehlike iken kimileri için gizli bir tehdit oluşturuyor. Göbek yaptığınızı, yağlandığınızı düşünüyorsanız önlem almak için fırsat yakalamış olabilirsiniz. Ancak pek çok insan bu kadar şanslı olamıyor. Çoğu kez kilo artışı kendini epey gizliyor, gözlenemiyor, risk oluşturan bu bölgeler yağlanmıyor gibi durabiliyor.
İç organların bir oyunu mu?
Siz zayıf görünmeye devam etseniz de yaşadığınız stres içten içe sizi besliyor, bel ve göbek bölgeniz iç organ çevresinde yağ depolama işini gizlice sürdürüyor. Dünya Sağlık Örgütü ve akademik çevreler tarafından en tehlikeli bölge ilan edilen “Bel” kalınlaştıkça risk katlanıyor.
Aşırı stres altında yağlanmayı önlemek için ne yapmalı?
Biyoelektriksel impedans bel, göbek ve bu bölge iç organ çevresi yağlanmalarını ölçerek hayati önem taşıyan sonuçları ortaya koyan bir teknik. Bu yöntemle elde edilen veriler doğrultusunda kişinin yağ oranına uygun beslenme ve tedavi programı çıkarılıyor.
Bu yöntem sadece birkaç dakika süren ve zahmetsizce yapılabilen bir işlem olup, 30 yaş üstü erkeklerde ve kadınlarda özellikle kalp damar hastalıkları açısından ciddi risk olarak görülen karın bölgesi yağlanması ve iç organlar çevresi yağlanmasını kolayca ortaya koyuyor.
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Bu ay ne yersek zayıflarız?
Vatan/25.03.2009
Prof. Dr. Maranki hangi ayda hangi besinlerle zayıflanacağını açıkladı
OCAK
Balık: Kefal, tekir,kırlangıç, istrongilos, levrek,
Sebze: Kereviz, lahana, brüksel lahanası, brokoli, havuç, pırasa, ıspanak, pazı, kara turp, kırmızı turp
Meyve: Elma, nar, portakal, armut, ayva, greyfurt
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Sebze ve etsuyu ile hazırlanan çorbaları sofranızdan eksik etmeyin. Hareketsiz geçirilen soğuk kış günlerinde çorbalar bağırsak sisteminizi düzenler.Soğuk havalarda vücuda direnç veren balık ve baklagiller de en çok tüketilmesi gereken besinlerdendir.
ŞUBAT
Balık: Uskumru, istavrit, lüfer, palamut, tekir, kefal, kalkan, gümüş balığı,
Sebze: Brokoli, brüksel lahanası, karnabahar, pazı, ıspanak, pırasa, pancar, defne yaprağı, havuç, turp.
Meyve: Elma, portakal, muz, armut, greyfurt, ayva.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kansere karşı etkili lahanagilleri (lahana, brüksel lahanası, karnabahar ve brokoli) sık sık tüketin. Bol beta-karoten içeren havuç ile salata, zeytinyağlı yemek ya da havuç suyu hazırlayın.
MART
Balık: Levrek, kalkan, kefal
Sebze: Ispanak, havuç, pırasa,kırmızı turp, brokoli.
Meyve: Elma, muz
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Mart, yaza hazırlanılan aydır. Hafif beslenmeye ve diyet yapmaya başlamanın tam zamanıdır. Mart, aynı zamanda ilkbahara geçiş yapılan aydır. Bu sebeple hafif ve bir o kadar da direnç veren besinleri tüketmeye özen göstermeniz gerekir. Balık, ızgara et, sebze ve meyveler bol tüketilmelidir.
NİSAN
Balık: Kalkan, kılıç, kırlangıç, tekir, barbunya
Sebze: Taze soğan, taze sarımsak, kuşkonmaz,taze kekik, bakla, marul.
Meyve: Can erik
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kuzu etinin en taze ve lezzetli zamanıdır. Bu aylarda et olarak kuzu eti tercih edilmelidir. Sütlü hafif tatlılar yiyin. Sabah kahvaltılarında ve geceleri yatmadan evvel bir bardak süt içmelisiniz. Hafif ama sağlıklı beslenip ve açık havada düzenli yürüyüşler yaparak fazla kilolarınızla vedalaşabilirsiniz.
MAYIS
Balık: Barbunya, levrek, kılıç, kırlangıç, dilbalığı,
Sebze: Enginar, bakla, madımak, semizotu, papatya, ebegümeci, domates, salatalık.
Meyve: Çilek, yeşil erik, malta eriği, dut.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Çilek kısa ömürlü bir meyvedir. İçeriğinde bulunan zengin vitaminler (özellikle C vitamini) ve mineraller sayesinde ani enerji vererek, geçiş mevsiminde ortaya çıkabilen yorgunluk belirtilerini gidermektedir.
HAZİRAN
Balık: Mercan, levrek, barbunya.
Sebze: Enginar, taze patates, taze fasulye, bakla (ayın ortasına kadar), bezelye, kabak, patlıcan, sivribiber, domates, salatalık, kuzu ıspanak, semizotu, rezene, marul, üzüm yaprağı, taze soğan, taze sarımsak, dereotu, dolmalık biber, çalı fasulyesi.
Meyve: Kiraz, yeşil erik, malta eriği, kayısı, şeftali, dut.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kısa ömürlü dut ve kiraz bu ayda bol bol tüketilmelidir. Her ikisi de zengin vitamin ve mineral kaynağıdır.
TEMMUZ
Balık: Sardalye, barbunya, tekir, ıstakoz, böcek, pavurya.
Sebze: Domates, salatalık, bezelye, dereotu, kum havucu, taze fasulye, kuzu ıspanak, kabak, patlıcan, semizotu, sivribiber, dolmalık biber, çalı fasulyesi, barbunya fasulyesi.
Meyve: Kayısı, şeftali, kavun, sarı erik, karpuz, ahududu, vişne.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Semizotu, balıktan sonra en çok omega-3 içeren sebzedir. Vücut tarafından üretilmeyen bir yağ asidi olan Omega-3, kalp hastalıklarına, zihinsel karışıklığa ve bunamaya karşı ekilidir.
AĞUSTOS
Balık: Çingene palamudu, mercan, kılıç, sardalye.
Sebze: Domates, salatalık, patlıcan, dolmalık biber, çarliston biber,sivribiber, taze fasulye, barbunya fasulyesi, kabak, mısır, kırmızı salçalık biber.
Meyve: Kayısı, kavun, kırmızı erik, şeftali, vişne, böğürtlen, karpuz, incir, mürdüm eriği, üzüm.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Yaz meyve ve sebzelerinin en olgun zamanıdır. Bol meyve yemelisiniz. Bunun yanısıra balık, zeytinyağlı sebze, hafif soslu makarnaları günlük öğünlerinize paylaştırın.
EYLÜL
Balık: Palamut, lüfer, kılıç, sardalye, kolyoz, kırlangıç.
Sebze: Mantar, patlıcan, mısır, pazı, biberiye, barbunya fasulyesi,kabak, dolmalık biber, kırmızı salçalık biber.
Meyve: Mürdüm eriği, fındık, kavun, karpuz, incir, üzüm.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Eylül, kışa hazırlık ayıdır. Vücudu soğuk mevsime hazırlamak gerekir.Bol balık, sebze, meyve ve makarna gibi enerji verici karbonhidratlar ağırlıklı beslenin. Mürdüm erik ve fındığı her gün belli bir miktar tüketmeye özen gösterin.
EKİM
Balık: Palamut, lüfer, istavrit, barbunya, kılıç, mercan, sardalye.
Sebze: Mantar, fındık, ceviz, ıspanak, yerelması, pırasa, lahana,kıvırcık salata, kırmızı turp, karnabahar, havuç.
Meyve: Armut, ceviz, üzüm,elma, greyfurt, mandalina, muz.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Ekim ayında omega-3 içerikli cevizin tam zamanı. Cevizi bu aylarda bol bol tüketin. Ayrıca mantarlı nefis yemekler pişirebilirsiniz. Mantar, balık, et ve sebzelere çok yakışır. Mantarı ızgarada üzerine peynir serperek pişirip kahvaltıda da yiyebilirsiniz.
KASIM
Balık: Mezgit, ringa
Sebze: Balkabağı, kabak, lahana, kereviz, pırasa, yerelması, havuç,ıspanak, karnabahar, pazı.
Meyve: Ceviz, kestane, üzüm, elma,muz, mandalina, nar, armut, kivi,greyfurt, Trabzon hurması.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kasım ayında balkabağından bol bol yararlanın. Çorbası, tatlısı ve pastası ile nefis lezzetler hazırlayabilirsiniz. Balkabağını ayrıca etli sebze yemeklerine de ilave edebilirsiniz. İçerdiği bol beta-karoten sayesinde kansere karşı etkili bir sebze.
ARALIK
Balık: Levrek.
Sebze: Balkabağı, lahana, yerelması, pırasa, brüksel lahanası,karnabahar, ıspanak, kereviz, havuç, pazı, kara lahana.
Meyve: Elma, mandalina, portakal, nar, armut, muz, kivi, kestane,greyfurt, ayva, Trabzon hurması.
Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Soğuk algınlığı hastalıklarına yakalanmamak için sağlıklı beslenin.Portakal veya greyfurt suyu için. Ispanak, baklagil, et, yoğurt, muz,elma ve kuruyemişleri bol tüketin.
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Sık öksürenler 'Plörazi' olabilir...
Bugun/25.03.2009
Kuru ve sık bir şekilde öksürüyorsanız bu haberi okuyun...
Plörezi, akciğerleri çepeçevre saran zarların arasında sıvı toplanmasıyla sonuçlanan hastalıkların genel ismidir. Halk arasında zatülcenp adıyla bilinir. Her yaştan insanda görülebilir. Tüberkülozdan kansere, kalp yetersizliğinden romatizmal hastalıklara kadar 50'den fazla nedeni vardır. Ülkemizde de çok görülen akciğer hastalıklarından biri olan plörezinin nedenleri içinde gençlerde tüberküloz, yaşlılarda ise kanser ve kalp yetersizliği ilk sıralarda gelir. Zatürreenin neden olduğu plörezilere ise her yaşta rastlanabilir.
Plörezinin belirtileri esas hastalığa bağlı olarak değişirse de, kuru öksürük, yan ağrısı ve nefes darlığı gibi belirtiler tüm hastalarda vardır. Ağrı: Hastalığın ilk belirtisi göğüs duvarının tek bir noktasında duyulan ağrıdır. Sırtta, göğüste veya göğsün yan taraflarında olabilir. Ağrının en önemli özelliği, derini nefes alırken, öksürürken, hapşırırken bıçak ucu batar tarzda ve şiddetli olmasıdır. Nedeni, iltihaplanmış akciğer zarlarının solunum hareketleri sırasında birbirlerine sürtünmesidir. Hasta ağırının en çok olduğu noktayı parmağı ile gösterir. İşte, bu nokta dinleme aleti ile dinlendiğinde frotman ismi verilen özel bir ses duyulur. Bu ses hastalar tarafından da işitilebilir ve meşin gıcırtısı veya karda yürürken çıkan seslere benzetilir.
Öksürük: Plörezili hastalarda kuru bir öksürük de hemen her zaman vardır. Nedeni, akciğer zarlarındaki öksürük refleksi doğuran noktaların uyarılmasıdır. Plörezi öksürüğü kurudur, yani hastalar balgam çıkarmazlar. Öksürük, ağrıyı artırdığı için son derece rahatsız edicidir. Hastalar öksürürlerken hasta olan taraflarının üzerine yatarak ağrıyı önlemek isterler.
Nefes darlığı: Akciğer zarları arasında biriken sıvının miktarına bağlı olarak nefes darlığı da vardır. Nedeni, sıvının akciğerleri sıkıştırarak hareketlerine engel olmasıdır. Nefes darlığı, önceleri sadece eforlar sırasında ortaya çıkarken, sıvı miktarı arttıkça oturur durumda bile nefes darlığı hissedilebilir. Sıvı miktarı çok olan hastalar, sırtüstü yatamadıkları gibi, ancak sıvının bulunduğu tarafın üzerine yatmakla rahat edebilirler.
Tüberküloza bağlı plörezi: Ülkemizde en çok görülen plörezi nedenidir. Her yaşta ortaya çıkabilirse de, çocuk ve gençlerde daha sık rastlanır. Hastalık kuru öksürük ve ağrı ile sinsi olarak başlar. Çoğu kez akşamları çıkan hafif bir ateş ve gece terlemesi de vardır. Zamanla iştahsızlık, halsizlik ve kilo kaybı gibi belirtiler de ortaya çıkar. Sıvı arttıkça nefes darlığı da görülür. Kesin tanı için sıvının incelenmesi yeterli olmayıp, akciğer zarından biyopsi yapılması gerekir. 9 aylık tüberküloz tedavisi ile tamamen düzelir.
Zatürreeye bağlı plörezi: Her zaman fark edilmese de zatürree geçirenlerin çoğunda plörezi de meydana gelir. Bu sıvı için özel bir tedavi gerekmez, zatürree için kullanılan antibiyotikler bu sıvının da düzelmesini sağlarlar. Zatürree tedavisi iyi yapılmadığında veya toplanmış olan sıvıda mikroplar varsa bu tür plöreziler ampiyeme (cerahatlı plörezi) dönüşürler. Ampiyemin tedavisi için, göğüs boşluğuna ucu içi su dolu kapalı bir şişeye bağlanmış diren konması ve oradaki cerahat tamamen temizlenene kadar da kalması gerekir.
Kalp yetersizliğine bağlı plörezi: Yaşlılarda daha çok görülür. Yüksek tansiyon, ayaklarda şişme, karaciğerde büyüme, çarpıntı gibi kalp yetersizliğine ait diğer bulgularla birliktedir. Ağrı ve ateş belirgin değildir. Sıvı çoğu kez iki taraflı toplanır. Kesin tanı için sıvının incelenmesi yeterlidir, biyopsi gerekmez. İdrar söktürücü ve kalbin kasılmasını kuvvetlendirici ilaçlarla birkaç gün içinde tamamen düzelir.
Kansere bağlı plörezi: Başta akciğer ve meme olmak üzere birçok kanser türünün en çok metastaz (sıçrama) yaptıkları yer akciğer zarlarıdır. Bu sıvı çoğu kez kanlı bir sıvıdır. Miktarı çok fazla olabilir ve aşırı nefes darlığına yol açar. Kesin tanı için sıvının incelenmesiyle yetinmeyip, biyopsi yapılması uygun olur. Bu hastalar kemoterapi ismi verilen kanser tedavisinden pek yarar görmezler. Önemli olan hastanın rahat etmesini ve kaliteli bir yaşam sürmesini sağlamaktır. Sıvının tekrar toplanmasını önlemek için, sıvı tamamen boşaltılıp içeriye akciğer zarlarının yapışmasına neden olan ilaçların verilmesi gerekir.
Mezotelyoma: Akciğer zarlarından çıkan tümörlerdir. Selim veya habis olan türleri vardır. Habis olanları çok tehlikelidir ve bilinen bir tedavileri de yoktur. Ülkemizde belirli yörelerde (Diyarbakır, Ürgüp...) topraktan çıkarılan ve köylülerin badana yapmakta kullandıkları asbest (amyant) isimli mineral mezotelyomanın en önemli nedenidir. Bu köylerde adeta salgınlar halinde mezotelyomalı hastalara rastlanmaktadır.
Viral plörezi: Özellikle gençlerde görülür. Akciğer zarlarının virüs enfeksiyonudur. Sıvı miktarı genellikle çok fazla değildir. Yüksek ateş yapar. Bazen salgınlar halinde ortaya çıkabilir. Bilinen bir ilacı olmamakla beraber, kendiliğinden tamamen düzelen bir hastalıktır.
Diğer plörezi nedenleri: Plörezcilerin yukarıda sayılanlardan başka daha pek çok nedeni vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
• Böbrek yetersizliği
• Siroz
• Guatr
• Akciğer embolisi
• Romatizmal hastalıklar
Akciğer röntgeni plörezi tanısı çoğu zaman yeterlidir. Kuşkulu durumlarda hastanın yana yatırılarak da filminin çekilmesi gerekebilir. Bilgisayarlı tomografi ile sıvının miktarı, akciğer zarları arasında yapışıklıklar olup olmadığı belirlenebilir.
Torasentez: Akciğer zarları arasındaki sıvının alınmasına torasentez ismi verilir. Yapılması son derece kolay bir girişimdir. Plörezi olan her hastaya torasentez yapılması gereklidir. Halkımız arasında torasentezin zararlı ve tehlikeli bir girişim olduğu şeklinde yanlış bir görüş vardır. Bir kere sıvı alındı mı hastalığın artık hiçbir zaman iyileşemeyeceği ve sıvının hep alınmasının gerekeceği sanılır. Bu son derece yanlış bir düşüncedir. Sıvı alınmasına izin vermedikleri için kesin tanının konamadığı ve tedavi edilebilir bir hastalığın tedavi edilemez bir duruma gelmesi durumu ile çok sık olmasa da yine de karşılaşıyoruz.
Alınan sıvıda ne gibi incelemeler yapılır?
Sıvının içindeki kolesterol, protein ve LDH miktarları ölçülür. Sadece bu ölçümlerin sonuçları ile kalp yetersizliği, siroz, böbrek hastalığı... gibi nedenlere bağlı plörezilerin kesin tanısı yapılabilir.
Sıvıda mikrobiyolojik inceleme yapılır. Bununla sıvıda mikropların bulunup bulunmadığı, hangi cinslerinin olduğu ve hangi ilaçlara duyarlı oldukları saptanır. Zatürreeye bağlı plörezilerde mutlaka mikrobiyolojik inceleme de yapılmalıdır.
Biyopsi: Yukarıdaki incelemelerle kesin tanı konamamışsa, akciğer zarı biyopsisi (parça alınması) şarttır. Hastaya yatağında yapılan kör iğne biyopsileri ile de sonuç alınamamışsa, hastanın genel anestezi altında ameliyatı ile tanıya gidilir.
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Azı karar çoğu zarar...
Gazeteport/26.03.2009
Alkolün azı rahatlatıyor, fazlası uyuşturuyor ve endişeyi artırıyor.
"Alcoholism" dergisinin internet sitesinde yayımlanan araştırma sonucunda, az ya da ölçülü alkol almanın beyinde endorfin (ağrıyan dokularda ağrının azalması için beyin dokuları tarafından üretilen, sinirleri uyuşturan hormon) üretimini artırdığı ortaya çıktı.
Fransız Le Figaro gazetesindeki habere göre, Kanada'daki Mac Gill Üniversitesi'nden Christina Gianoulakis ve ekibi, bazı farelere iğneyle serum fizyolojik bazılarına dozu giderek artacak şekilde alkol verdi. Araştırmacılar daha sonra ileri bir teknikle beyindeki endorfin oranını ve diğer kimyasalları ölçtü.
Araştırmacılar, düşük ve ölçülü dozda alkolün beyinde endorfinin salgılanmasını artırdığını, bu durumun yüksek dozda alkol için geçerli olmadığına dikkati çekti. Endorfin artışının rahatlık hissini, endişenin azalmasını ve iyi hissetmeyi açıkladığını belirten araştırmacılar, yüksek dozdaki alkolünse hipnotik etki yarattığını ve daha çok endişeyi artırdığını vurguladı.
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Enerjinin anahtarını ihmal etmeyin
Bugun/28.03.2009
Eğer yapmazsanız metabolizma yavaşlıyor, kolesterol yükseliyor.Kahvaltısız güne başlamak çocuklarda başarıyı olumsuz etkiliyor. Yetişkinlerde metabolizma yavaşlıyor, kolesterol yükseliyor. Gün içerisinde harcanan enerjinin anahtarının kahvaltı olduğunu belirten Diyetisyen Ezgi Çam “Vücut bir makinedir ve devreye sokulması kahvaltıyla başlar” dedi...
Öğünlerin kraliçesi olarak adlandırılan kahvaltının özellikle çocuklar için çok önem taşıdığı vurgulandı. Yetişkinlerde ve çocuklarda 4 ana besin grubundan her öğünde yeterli miktarlarda yenilmesinin yeterli ve dengeli beslenmek için şart olduğuna dikkat çeken Diyetisyen Ezgi Çam, "Sadece bir grup besinler, sadece süt ve süt ürünleri ile beslenmek yetersiz ve dengesiz beslenmeye neden olur.
Kahvaltı günün 3 öğününden ilkidir ve vücudumuzu bir makine olarak kabul edersek, devreye sokulması kahvaltı ile başlar. Vücut uyurken sürekli çalışmaya devam eder, gün içerisinde alınan enerjiyi sabaha kadar tüketebiliriz. Bu nedenle gün içerisinde harcadığımız enerjinin anahtarı kahvaltıdır" dedi. Çam, kahvaltısız güne başlandığında ise sonuçlarını şöyle açıkladı:
"Yorgun, stresli ve konsantrasyon bozukluklarının yaşandığı keyifsiz bir gün. Saat 10-12 arasında vücuttaki enerjide büyük bir azalma olur. Bu da kas kasılması, kontrolden yoksun bir sinir sistemi, baş dönmesi, açlık duygusu ve uyuşukluğa neden olur."
Vücut yağ depolar
Kahvaltı yapılmadığı zaman vücut sonraki yenilenleri yağa dönüştürerek depolar, uyarısını yapan Dyetisyen Ezgi Çam, “ Çocuklar gelişme sürecinde olduklarından dengeli beslenmeyle desteklenmelidir” dedi. Çam, “Bağışıklık sistemleri gelişmesi için her sabah karbonhidrat ve protein kaynaklarından zengin bir kahvaltı yapmaları gerekmektedir. Her sabah sağlıklı kahvaltı yapan çocukların kilolarını korudukları, daha düşük kolesterol ve daha dengeli kan şekeri seviyelerinin olduğu bilinmektedir” şeklinde konuştu.
Ruhsal çöküntü nedeni
Kahvaltısız güne başlayan çocuğun derslerinde algılamanın azaldığının altını çizen Ezgi Çam, “Sabah kahvaltısını aksatan erişkinlerin kolesterol düzeylerinin kahvaltı edenlere göre daha yüksek çıktığı görülmüştür. Bedensel olumsuzlukların yanı sıra ruhsal çöküntülere de rastlanabiliyor. Karnı aç olan çocuk canı ne görürse çeker. Bu da oburluğa atılan ilk adımdır. Şişmanların çoğunun kahvaltı yapmadığı gözlemlenmiştir. Kahvaltı yapmamak metabolizmayı yavaşlatır” dedi.
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Yan etkisi bulunmayan tek içecek
Bugun/30.03.2009
Hipertansiyon, fazla kilolar ve depresyon gibi olumsuz gelişmelerin bir numaralı ilacı...
Su dünyada en kolay bulunabilinen ve hiçbir yan etkisi olmayan tek içecek. Hipertansiyon, fazla kilolar ve depresyon gibi birçok rahatsızlığın temelinde yatan neden, vücutta yeterli su olmamasıdır. Sağlıklı bir yaşam için su için...
Su, insanoğlu için vazgeçilmez bir içecek. Hayatta olmazsa olmazlardan biri olan suyu, yemek yaparken, bulaşık- çamaşır yıkarken, banyo yaparken, tuvalet kullanırken, temizlik yaparken ve daha saymadığımız pek çok şeyde kullanıyoruz. Medical School of London Üniversitesi’nden Dr. Fereydoon Batmanghelidj, ‘Vücudunuz Sizden Su İstiyor’ adlı kitabında suyun faydalarını ve suya neden ihtiyaç duyduğumuzu anlattı.
DNA HASARINI ÖNLÜYOR
Su vücudun her hücresinde elektriksel ve manyetik enerji üretir, bize yaşam gücü verir.
Hücre yapısındaki maddeleri birbirine bağlayan bir yapıştırıcıdır.
DNA hasarını önler ve onarım mekanizmalarının daha iyi çalışmasına yardımcı olur,
Bağışıklık sisteminin merkezi olan kemik iliğini güçlendirir.
Bütün besinlerin, vitamin ve minerallerin temel çözücüsüdür. Vücutta besinleri küçük parçalara ayırır, sindirimlerinde ve son metobolik aşamalarında görev yapar.
Su, besinlerdeki gerekli öğelerin emilimini artırır. Bütün öğelerin vücuda taşınmasına yardımcı olur.
Akciğerlerde oksijen toplayan kırmızı kan hücrelerinin çalışma verimini artırır.
Hücreye ulaşan su, o hücreye oksijen verir ve atık gazları vücuttan atılmaları için akciğerlere taşır.
Vücuttan zehirli atıkları toplar ve atılmaları için karaciğer ya da böbreklere taşır.
Artrit ve sırt ağrılarının oluşumunun önlenmesinde yardımcı olur.
Bağırsakları en iyi çalıştıran yağlayıcı maddedir, kabızlığı önler.
Kalp krizi ve felce karşı koruyucudur.
Yorgunluğun giderilmesine yardımcı olur.
Kanı sulandırır pıhtılaşmayı önler.
YAŞLANMA KARŞITI
Kilo vermenin en iyi yolu su içmektir.
Bellek kaybının önlenmesine yardımcı olur.
Yaşlılık belirtilerinin azalmasına yardımcı olur.
Gözlere canlılık ve parlaklık verir.
Kemik iliğinde kan üretim sistemlerini düzenler, lösemi oluşumu riskini azaltır.
Vücutta enfeksiyon ve kanser hücrelerinin geliştiği bölgelerde bağışıklık sistemini güçlendirmek için çok gereklidir.
Re: 16 madde de sağlık kontrolü
Kişi neden yalan söyler...
Hurriyet/31.03.2009
Yalan bir hastalık mıdır?
Hangi kişilik tipleri yalana yatkındır?
Masum yalan ile çıkar yalanı arasında fark var mıdır?
Yalan öğrenilir mi?
Yalanın altında yatan psikolojik dinamikler nelerdir?
Neden antisosyaller ve histriyonikler daha çok yalan söylerler?
Yalan toplumu kemiren en önemli sosyal bir hastalık aynı zamanda. Çocuklar arasındaki kavgaya neden olan yalan akrabaları da zehirler. İş yaşamında kişileri birbirine düşürebildiği gibi ailede mutluluğun en önemli düşmanıdır aynı zamanda. Boşanmaların artışındaki sinsi düşman olarak yalan çıkar karşımıza. Politik kavgaların temel nedeni de yalanlardır. Çocukluk çağında başlayan yalanların ergenlik ve yetişkinliğe taşınmaması için neler yapılabilir? Yalanların arka planında neler var? Hangi psikolojik etkenler kişiyi yalana iter? Tüm bunları Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi'nden Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuz Tan ile değerlendirdik.
-Yalanı yalan yapan şey nedir?
Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuz Tan
Söyleyenin inanmamasıdır.
-Yalan bir psikolojik kaçış olabilir mi?
Bazı kişiler sadece ilgi çekmek için çok renkli hikayeler uydururlar. Hedefleri zor bir durumdan kurtulmak veya çıkar sağlamak değildir. Sadece ilgi odağı olmaktır. Bu tür yalanlara 'pseudologia fantastica' denir, 'fantastik laflar uydurma'. Bunlar genellikle 'histriyonik' dediğimiz 'oyuncu' kişiliklerdir.
-Kişi hangi durumlarda kendini yalan söylemek zorunda hisseder?
Antisosyal kişilikler çıkar sağlamak için, hem de hiç pişman olmadan yalan söylerler. Histriyonikler ise ilgi odağı olmak için yalan söylerler.
-Yanan söyleyen kişileri katagorize etmek mümkün müdür? Örneğin; yarar için yalan söyleyenler, narsistik duyguların tatmini için, zarar görmekten korunmak için vs..
Evet, tabii kabaca yukarıdaki tasnif yapılabilir: Antisosyaller ve histriyonikler. Ama herkes yalan söyleyebilir.
-Peki yalanı bir başka açıdan da sınıflamak mümkün müdür? Mesela, adi yalanlar, entelektüel yalanlar gibi..
Antisosyallerin yalanı, adi yalana iyi örnek olur. Bu kişilerde sahte kimlikler, sahte adlar, adi suçlardan ceza evine girişler gırla gider. Üstelik hep kendilerini haklı görürler. Histriyonikler çıkar gütmezler, ama doktorlarını bile kandırabilirler. Entelektüel yalana iyi örnek, 20nci yüzyılın ünlü bilim felsefecisi Popper'in 'pseudoscience', yani 'sahte bilim' dediği şey olabilir. Sahte bilime marksizm ile psikanalizi misal gösteriyordu. Çünkü marksistler ve psikanalistler hipotezlerini 'yanlışlanmaya' değil 'doğrulanma'ya açık olarak kuruyorlar ve ne olursa olsun daima haklı çıkıyorlardı. Halbuki Einstein 1919'da güneş tutulması olacağını yıllar evvel yazmıştı, güneş tutulmasaydı hipotezi yanlışlanacaktı, bu yüzden Einstein'in bilimi doğru bilimdi.
-Yalan bilgisizlik bağlantısı kurulabilir mi?
En bilgili insanlar bile yalan atabilirler. Bilgisizler, belki yalana daha çok muhatap olabilirler. Ama entelektüel yalanların muhatabının genellikle okumuş kesim olduğunu da unutmamak gerekir.
-Biraz değiştirerek şöyle sorayım o halde. Sizce cahiller mi daha çok yalan söyler, okumuş yazmış tabaka mı?
Okumuş yazmışlar entelektüel yalana maruz kalır ve entelektüel yalan atarlar. Ama iyi niyetli, samîmî oldukları için buna yalan demek zordur. Kanabilirler, ama kandırmazlar.
-Zekice üretilen yalanlar gerçekten zeka işareti midir?
Yalanın bile iyisini uydurmak zekâ gerektirir. Mesela henüz olgunlaşmamış olan çocukların yalanları hemen anlaşılacak tarzdadır, çok masumanedir.
-Politik yalanlar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Turgut Özal sağlığında İncirlik'e Çekiç Güç'ü konuşlandırmıştı. Saddam Kürtleri Irak'ın kuzeyine doğru kovalıyordu ve kendisini katliamdan alıkoyacak vicdanı yoktu. Ya sınır kapısını Kürtlere açacaktık (nitekim bir süreliğine açtık da) veya Saddam'ın gözünü korkutacak askerî gücü güney bölgemize yığacaktık. Bu askeri gücün Türk ordusu olması, her an Türkiye'yi savaşa sokmaya çalışmak demekti. Tatsız bile olsa en makul ve ehven çözüm İncirlik'e Amerikan kuvveti yığmaktı, yani Çekiç Güç'tü. Ama muhalefet Çekiç Güç'e şiddetle karşı çıktı, ülkemiz ABD tarafından işgal edilecekti vesaire. O devirde muhalefette olan bütün partiler 90'lı yıllarda iktidara geldiler ve hepsi de Çekiç Güç'ün görev süresini uzattılar. Yalan, Türk siyasetinin en büyük zaaflarından biridir. Bu kötü mirastan kurtulmadıkça ülkemizde iyi şeylerin olması çok zor…
-İddia ve yalan sizce nasıl bir ikilidir?
İddia sahibi kişiler yalana inanmaya da yalan söylemeye de daha yatkındırlar. İnançlarını ateşli biçimde savunan, sonra fikir değiştiren, fikir değiştirdikten sonra sanki hiç öyle bir geçmişleri olmamış gibi yeni inançlarını çok yüksek sesle haykıran, kendileri gibi düşünmeyenleri ihanetle suçlayan insanlar aramızda eksik değil. Hepimiz yanılabiliriz, ama iddiacı kişiler yanılgılarını fanatikçe savunurlar ve başkalarını inandırmak için söylenecek yalanları meşru görürler.
-Kişilerin yalanları olduğu gibi devletlerin de yalanları var. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?
Yalan, modern devletin temelidir desek yanlış olmaz belki de. Benedict Anderson, meşhur 'Hayalî Cemaatler' kitabında tarihte millet diye soyut bir cemaatin olmadığını, 19uncu yüzyılda milliyetçilik akımı doğduktan sonra milletin icat edildiğini, sonra bu milletlerin savaşarak devletlerini kurduklarını anlatır. Yunanlılar, Bulgarlar, Arnavutlar, Macarlar, Romanyalılar, Sırplar, Macarlar, Çekler önce kendilerine bir geçmiş yaratmışlar, bu geçmişte kendilerine kahramanlar bulmuşlar, tarih müzeleri kurmuşlar, hamasî bir edebiyat oluşturmuşlar, sonra da Osmanlı ve Avusturya-Macaristan'dan bağımsızlaşmışlardır. 19uncu yüzyıl ortalarında İtalyan milliyetçiliğinin çalışmalarıyla İtalya Birliği kurulmuş, ama çeşitli İtalyan şehirlerinden gelen kişiler birbirleriyle anlaşamadıkları için Fransızca konuşmak zorunda kalmışlardır. Devlet yalanları konusunda Türklerin de sicili temiz değildir. Eti Türkleri, Sümer Türkleri, Güneş Dil Teorisi gibi icatlar yalan konusunda pek de başarılı olamadığımızı gösterir.
-Biraz söyleşinin yönünü değiştirelim müsadenizle… İnsan yaşamına dönelim. Yalanın mayalandığı dönem size göre hangi yaşlardır?
Çocuklukta yalan sıktır ve bu pek de anormal değildir. Ancak bir insanın ileride yalancı olup olmayacağı genellikle ergenlik yıllarında kendisini belli eder.
-Yalan aileden veya büyüklerden öğrenilen bir durum mudur?
Bütün huylar gibi yalancılıkta da öğrenmenin rolü büyüktür. Fakat bazen çocuklarını aşırı dürüst yetiştirmeye çalışan aileler, katı ve cezalandırıcı davranarak, çocuklarını yalan söylemeye itebilirler.
-Peki yalana yatkın olmaktan söz edilemez mi? Aynı aileden yetişmiş iki kişi bu konuda çokta farklı olamazlar mı?
İkizler bile pek çok konuda birbirinden farklılık gösterirler. Kardeşler, aynı ortamda büyüseler bile aynı şartlarda büyümemişlerdir. Bir tarlanın verdiği ürünün lezzeti her sene farklı olabilir. Kardeşlerin huyları da farklı olabilir.
-Hastalık haline gelmiş olan patolojik yalanı tarifler misiniz? Hangi unsurları içerir?
Antisosyallerin çıkara yönelik yalanları ve histriyoniklerin pseudologia fantastica'ları.
-Yalan söyleyen kişilerin her konuda yalan söylerler şeklindeki bir genelleme doğru mudur?
Çoğu insan yalan söyler, ama bunların çok azı yalancıdır. Sadece bazı konularda yalan söyleyenleri yalancı kabul etmek doğru olmaz. Ama antisosyaller ve histriyonikler sürekli yalan söylerler.
-Yalancılığı yaşam tarzı haline getirmiş kişi düzelebilir mi peki?
Düzelmeleri zordur. Düzelmelerinden çok bir miktar değişmelerini beklemek daha gerçekçi olur.
-Sizce toplum olarak en çok hangi konularda yalan söylüyoruz?
Gülten Kazgan birkaç sene evvel İstanbul gençliğinin değerleri konusunda yaptığı araştırmada, geçler arasında milliyetçiliğin yaygın olduğunu görmüştü. Fakat Türk olmakla böbürlenen bu gençler, fırsat bulur bulmaz yurt dışında yaşamayı tercih edeceklerini söylüyorlardı. Demek ki kendi üstünlüğümüz konusunda söylediğimiz şeyler, kendimizin bile inanmadığı kadar abartılı.
-İnsanların "Ben kötü niyetle söylememiştim" savunmalarının bir anlamı olabilir mi?
Kötü niyetle söylenen yalanın yol açacağı zarar elbette daha fazladır. Yalan şüphesiz onaylanamaz, ama niyetin kötü olmaması bir hafifletici sebep olabilir.
-Yalan bir savunma aracı olarak da kullanılıyor mu? Ne dersiniz?
İnsanların çoğu zor bir durumdan kurtulmak için yalan atarlar. Kendilerini iyi durumda göstermek için de yalan söyleyenler vardır.
-Yalan mutlaka söze dökülen kelimeler ile mi söylenir? Takınılan tavrında yalan oluşundan söz edebilir miyiz?
İletişimin daha önemli bölümü, sözel olmayan iletişimdir. Yani beden diliyle, gözlerle, bakışlarla, tavırla, edayla, ses tonuyla kurulan iletişimdir. Tavırla yalan söylemeye verilen güzel bir de ad vardır: 'yapmacık'.
-Yalan ile özgüven eksikliğinin bağlantısı nedir? Ya da var mıdır?
Hayır. Özgüveni fazla olanlar daha az yalan söylerler. Çünkü olumsuz durumlarla yüzleşmeye daha fazla hazırdırlar. 'Obsesif' dediğimiz mükemmeliyetçi, titiz, kılı kırk yaran, inceleyip sık dokuyan insan türü de hastalık derecesinde dürüsttür.
-Korku ile yalan ikiz kardeştir diyebilir miyiz?
Korku insanı yalana götürür. Ama asıl tehlikeli yalan, içinde korku değil çıkar unsurunun bulunduğu yalandır.
-Dünyayı uyutan yalanlar desem neler gelir aklınıza…
Futbol, fado, fiesta...
-Keyifle okuduğumuz masallar, romanlar ve tiyatrolar nedir? Buna yalandan ya da hayalden doğru çıkartmak çabası denebilir mi?
Edebiyat elbette tabiatı gereği 'kurmaca'dır, 'fiction'dur. Ancak iyi edebiyat eseri, insanı anlama yönünde en değerli çabadır. Meselâ Dostoyevski'yi veya Marcel Proust'u bu kadar sevmemizin sebebi, insan ve hayat hakkında bize çok şey öğretmeleridir.
-Kişinin kendine yaptığı övgülerin ne kadarı yalan olarak değerlendirilebilir?
Kendilerini övenler yalan uydurmaktan çok iyi yönlerini abartarak vurgularlar.
-Yalanın tedavisi var mıdır?
Elbette yapılabilecek çok şey var. Ancak kişilik bozukluklarında (bu bağlamda antisosyaller ve histriyonikler) bu problem geç ve güç düzelir.