-
YORUMSUZ (Prof.Dr. Emre Kongar'ın makalesi)
YENİDEN LAİKLİK VE TÜRBAN DERSLERİ
Laik devlet, tarihsel süreçler içinde din devletinin karşıtı olarak ortaya çıkmıştır.
Bu nedenle de din devletinden yana olanlar tarafından "dinsizlik" olarak görülür ve tanımlanır.
Oysa laiklik, bütün inançlara ve inançsızlara eşit davranan bir devlet öngördüğü için, din devletinden yana olanların öne sürdüklerinin aksine, inanca karşı değildir; tam tersine inançların hepsini ve inançsızları koruyan bir niteliğe sahiptir.
* * *
Tarihsel olarak laik devlet, din devletine karşı kurulmuştur.
Din devleti, Aydınlanma süreci ve Endüstri Devrimi'nden önce dünyaya egemen olan devlet türüdür:
Din devletinde yönetim, meşruiyetini Tanrı'dan alır, devletin işleyişi dinsel kurallara dayalıdır, toplum din ekseninde örgütlenmiştir.
Aydınlanma süreci, kilisenin devlet üzerindeki etkisini kaldırmış, Endüstri Devrimi ise yönetimin meşruiyet kaynağını millete aktarmıştır.
* * *
Türkiye'de laikliğe karşı olanların öne sürdüğü tezler altı ana başlık altında toplanabilir:
Laiklik dinsizliktir.
Devlet laik olabilir, birey laik olamaz.
Laik rejimde devlet dine, din devlete karışmamalıdır.
Kamu alanında türban kullanmak serbest bırakılmalıdır çünkü bu davranış bireysel özgürlüklerin kapsamındadır.
Üniversitelerde türban hiç olmazsa öğrenciler için serbest bırakılmalıdır, çünkü onlar kamu görevlisi değil, kamudan hizmet alan konumundadırlar.
Türkiye'de Müslümanlar da baskı altındadır.
Bu tezlerin altısı da yanlıştır:
Laiklik dinsizlik değildir; yönetimin meşruiyetinin ve işleyişinin din dışı kurallara dayanması, devletin bütün farklı inanç sahiplerine ve inançsızlara, sadece kendi vatandaşları olduğu için eşit davranmasıdır.
Devlet de laik olabilir, birey de; laik devletten yana olan bireye laik birey denir. Bir Müslüman da, bir Hıristiyan da, bir ateist de laik olabilir.
Laik rejimde din devlete karışamaz ama, devlet, başka inanç sahiplerini baskı altına alma eğilimindeki dinci ve mezhepçi davranışları sınırlamak ve kısıtlamakla yükümlüdür.
Devlet herhangi bir inancı temsil etmediği ve türban bir dinsel simge olduğu, yani bir inanca bağlılığı temsil ettiği için kamu alanında kullanılamaz.
Üniversitelerde türbanın serbest bırakılması, türban takmayan evlatlarımızın, dinsiz, imansız, iffetsiz, ahlaksız suçlamalarıyla karşı karşıya kalmasına ve hem temel hak ve özgürlüklerin hem de genel güvenliğin zedelenmesine yol açacaktır; bu nedenle "türbancılar" dinsel-siyasal iddialarından vazgeçmedikçe, böyle bir serbesti söz konusu olamaz.
Ayrıca gerek ulusal hukukumuz, gerekse Avrupa Birliği hukuku, üniversitelerde türbanı yasaklamıştır.
Türkiye'de başta Müslümanlar olmak üzere, bütün din mensupları itikatlarının gereği olan ibadetlerini yapma güvencesine sahiptir ve bu haklarını özgürce kullanır.
* * *
Türkiye'de türban konusu, siyasal ve dinsel simge olarak istismar edildikçe, durumun normalleşmesi olanaklı değildir.
Yönetim, toplumu ve devleti, din ekseninde yeniden eğitmek ve örgütlemek amacına yönelik davranışlardan vazgeçmedikçe, rejime yönelik tehlike tartışmaları gündemden düşmeyecektir.
-
Şimdi bakalım biraz dedik elektrikler kesildi devam edemedik, ama içime dert oldu geldiğim yerden bir katılım yapayım dedim.
İslam 610 yılında peygamberiyle birlikte ortaya çıkmış ve tam 23 senesini peygamberi ile birlikte geçirmiş olduğu tarihi bir gerçektir. Yani 610-632 arası çok önemli bir zaman dilimidir. Peyagamberinden bilahare halife olacak kişilere olan bir dönemdir. Dolayısı ile bu zamanki hareket ve davranışlar çok ama çok önemli bir kilometre taşı olacaktır.
Cahiliye döneminden İslama devreden en büyük ve tam çözülemeyen beşeri sorun KADINLARIN DURUMUDUR. İslamın kabulunden sonra da nedense kölelik ve cariyelik kalkmamış bazı gerekçelerle erkeklere ( En büyük gerekçede savaş) birden fazla kadınla onlara eşit davranmak koşulu ile evlenme hakkı tanınmıştır. ( Erkeklerine eşit davranmak koşulu ile birden fazla erkekle evlenme hakkı yoktur. ) Aynı şekilde kölelerle cariyelerin anne, hür ev kadını v.s niteliklerdeki kadınlardan ayrılması için köle ve cariyelerin belden yukarısı çıplak olarak dolaşması bir gelenek olduğu din çevrelerince ve tarih bilimcilerce kabul edilmiş bir kavramdır.
Bu kadınlar bu halleriyle yani belden yukarıları çıplak olmak üzere camilerde saf tutmuş ve hatta peygamberin arkasında namaz kılmışlardır. Eğer Nur suresinin 31. ayetinin meali sevgili Alisinkay'ın yazdığı şekilde olsaydı yada bu mealin doğru olduğunu kabul ettiğimizi var saydığımızda Başta peygamber olmak üzere helifelerin ve esabın Kur'an ı anlamadığı yorumlayamadığı sonucuna varmamız gerekir ki bu surenin mealinin yanlış anlaşıldığı yorumundan çok daha vahimdir. Bu somut gerçekten dolayı Nur suresinin yorumu 'göğsünüzü açın saçınızı kapayın' şeklinde olamayacağından sayın HRMGR nin çeşitli kaynaklardan bulduğu meallerin daha uygun olduğu izlenimini vermektedir. Gerçek anlamda da bakarsak zinet yerleri deyiminin gerek tasavvuf gerek divan ve gerekse ciddi yorumcular tarafından ar ve haya yani edep yerleri olduğunu zinet in de kıymetli takı anlamında kullanıla geldiğini görürüz. Dolayısı ile bu sözün gerçek anlamının sureyle tam oturduğu aşikardır. 'başını omuzlarından boynunuda kapatacak şekilde ibadet te ört' sözü direk kadınların takmayı sevdikleri küpe ve gerdanlıklarla ilgili olduğu bunun ALLAK KARŞISINDA Kİ SALT EŞİTLİĞE aykırı olduğundan örtülmesi gerektiğini bildirir ve sadece bir ayetin bir suresinin bir cümlesinde yer alır koca Kur'an ı Kerim in . Günümüzde bazı ERKEKLERİN DE küpe merakını göz önüne alırsak yorumuda genişletmek gerekir diye düşünüyorum ama bu başka bir tartışmaya neden olacağından bu hususu atlıyorum...
Diyanetin doğru kabul ettiği ve bir çok kaynak tarafından da doğrulanan Hz. Ebubekir'in hadislerinde açıkça görülürki İslam peygamberi evindeki kadınlara ve kızlara ezan vakti ve ibadet esnasında 'saçlarını örtmelerini' tembihlemiş olduğu açıkça görülmektedir.
Orta çağdan bu yana Türkler incelendiğinde ya başı açık yada çok hoş yemeni veya başörtüsü taktıkları bunun bir gelenek olduğu özellikle belirli bir yaş üzerinde takıldığında toplumdan saygı gördüğü çok net görülmektedir. Akıp giden zaman içerisinde Türklerin islam ı seçmesinden sonra bu köklü geleneğimiz islam la örtüşmüş ve yemeni baş örtüsü ekstradan bir dini değere daha bezenmiştir. Bezenipte ne olmuştur. Şu olmuştur. O andan itibaren başı açık olanlar da cami gibi dini yerlede ve ibadetlerde başlarını bu yemenilerle baş örtüleri ile örtmüşlerdir.
Görüldüğü gibi 18. yy sonlarına gelene kadar asla ve kata TÜRBAN diye bir olgu yoktur. Bu olgu yoktur da her şey çok mu iyidir... Yok haşa değildir. Ama Türban neden bu kadar öne çıkarken bazıları gözardı edildi derseniz bende size az sonra derim....
-
Ben gerek TÜRBAN gerekse diğer dini olaylarda GENÇ ARKADAŞLAR başta olmak üzere herkese şunu öneririm. Asla hemen kabul ve simge yapmadan önce gerçekten tarafsız kaynaklardan incelenmelerini.. O zaman görülecektirki bazı dinimizin gereği diye öne sürülen dayatmalar salt rant veya dini sömürme aracı olmaktan öteye gitmemektedir.
Şimdi İran ın Bir şafi kolu dini aşırı baskıcı olarak uygulamakta ve gerçek anlamda TÜRBAN ı kullanmaktadır.Türban takmamak çok ciddi bir suçtur bunların yaklaşımına göre gerek Kur'an da gerekse din bilginlerinin işaret ettiği örtünme kesinlikle türbandır. ( 1750 lerden önce değilmiş bu bağlamda 1750 den önceki şafilerin bu kolu islam değil diyebilir miyiz ? acaba !!!!!) Ancak bu kişilerin bir özelliği daha var erkekleri asla ve asla karısı annesi ve kendi soyundan olup evli büyük kadınlar hariç kadınlarla asla tokalaşmazlar dokunmazlar. Bunu da Haram dan günaha ; Zinadan abdest bozmaya kadar sınırların içerisine sokarlar ve es kaza bir kadınla tokalaşmak zorunda kalırlarsa direk gusul aptesti alırlar... Bence buda çok yanlış ama var olan uygulama ve dikkat buyurunuz TÜRBANI SAVUNAN ERKEKLERİN UYGULAMASI BU...
Bu gerçekle yurdumuza baktığımızda kadına TÜRBANI dayatan zihniyetin kendilerine böyle bir misyon biçmediklerini bunu topluma yaymadıklarını bırakın yaymamayı kendilerinin bu konuda tam aksini yaptıklarını görüyoruz. yani alenen bu konuda bile çifte sıtandart uyguluyorlar. Mümtaz hükümetimizin necip milletvekilleri çok evli kumalı kumada yetmez zinalı zinadan yakalanınca karısını alenen dövebilen muhteşem bir din anlayışı ile TÜRBANI kabuul ettirmeye çalışmaktadır. Buna yemezler diye karşı çıkıncada DİN ELDEN GİDİYOR DİNE SALDIRI ÖZGÜRLÜĞE TECAVÜZ gibi aslı astarı olmayan kavramlarla gerçek müslüman ve saf insanlara yutturmaktadırlar. Erkeklere olan bölümünü uygulayamazlar neden RANT YOK BİR CİDDİ OY KAYBI OLUR İKİ ERKEKLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ GİDER ÜÇ oysa şimdi ne kadar rahatlar DİNİMİZDE YERİ DAHİ OLMAYAN TÜRBANI ORTAYA AT RANT SAĞLA OY SAĞLA ÖZEL YAPIM TÜRBANLARLA PARA BAS ve bu sahtekarlıklarını DİN KISVESİ ALTINDA ÖRT
Gerçek saf duyguları ile ve bir şekilde türbanı dini inancından dolayı takan kadınlarımız istisna olmak üzere Türban paçavrasını dini simge yapmaya çalışan siyasi iradeye yataklık eden dincilere inananlara dediklerim aynen geçerlidir. Ufak bir değişiklik yapayım Türbanın paçavra kadar bile değeri yok çünkü paçavra temizliğe yarar türban ise sadece kavgaya ... Ve lütfen dikkat yemeni başörtüsü asla ve kata türban değildir. Sayın Av. Abbas BİLGİLİ bile türban ( Yani başörtüsü) diyebildikten sonra bu uyarı daha da önemlidir. Türban ( Yada sıkma baş ) denebilir ama asla TÜRBAN= BAŞ ÖRTÜSÜ değildir. Ve yine dikkat bu dediklerim saf dini inanç la türbana inananları bağlamamaktadır. Türbanı dini simge görenleri rantı oyu ile oynayanlaradır...
Türban kadına getirilmiş olmayan bir esaret gibidir. Bir nevi cezalandırma garip bir uygulama bu erkeklerin işine geldiğinden diretilen bir kumaş türüdür eskiden dini olan uygulamalar biraz daha farklıydı nasıl mı az sonra.....
-
İslam Tarihinin büyük din bilginlerinden kabul edilen M. S 1058-1111 tarihleri arasında Horasanda yaşayan İmam Gazali Yi okumanızı hepinize tavsiye ederim. Okuyun bir sindirin ondan sonra bu büyük din bilgini hakkında yeni düşüncelerinizi yazmayın kendinize saklayın. Ama okuyun Kalplerin Keşfi İhya yı umumi din kimya-i saadet filozofların tutarsızlığı hidayet rehberi v.b...
O kadar çok şey varki Konu Türban Dolayısı ile KADIN OLDUĞUNDAN iki kısa satırbaşı yapacağım İhyau Ulumi'd-din ve kimya-i saadet adlı oldukça uzun ve ciltli eserlerinde kadını aklen bedenen ve ilmen 'dun' yaratık olarak tanımlar ve islamda bunun böyle olduğunu savunur. DUN demek ikinci sınıf geri kalmış demektir. Bu bilgine göre kadın geri kalmış bir YARATIKTIR ( dikkat buyurunuz insan bile değil...) bu apayrı bir tartışma konusudur. ( Nesi tartışılabilir bilmiyorum bunu savunan da çıkacaktır diye böyle yazdım bilgin bu konuda sekiz cilt yazmış...) Bu tartışmaya asla girmeyeceğim ki konu iyice sapıp gitmesin ama yaşadığımız yüzyıl ve insanlığın gelişimi neyin ne olduğunu bize gösterdi diyip bu konuyu kapatayım...
Büyük din üstadı erkeğin bir şekilde karısını 'üç talak' boş ol diyerek boşamasından sonra erkeğin pişman olupta tekrar evlenmesi için mutlaka kadının bir başka erkekle evlenmesini ve ilişkiye girmesini şart koşuyor. Yani adam sinirle yada başka bir nedenle karısını boşarsa sonra pişman olupta geri almak isterse kadın bir başka erkeğin koynuna girecek bir gece... dinimizce bunun böyle olduğunu ciddi ciddi savunuyor. ( Bugünün türban savunucuları gibi) Bunu erkeğe ceza olarak yorumluyor bilahare 'bir daha konuşmadan önce daha ciddi düşünsün diye ' olan bir uygulama olduğunu erkeklerin boş ol demeden çok iyi düşünmelerini sağlamak için olan bir uygulama olarak lanse ediyor. ( Şeriat ve kadını okuyunuz.) Yani erkek salaklık yapacak kadın ceza çekecek. İyi ki sayın bilgin oldu ya adam sapıttı ikinci kez boş ol dedi gene pişman oldu ne yapılacağını yazmamış... Muhtemelen bir genelevde bir hafta hizmet edip kocasını cezalandırıp bu arada para kazanıp sonra bu parayla kocasının gönlünü almasını yazabilirdi korkarım ama o raddede bir yazı ne mutlu ki yok....
Şimdi o çağ kadınların direk koca hakimiyetinde olduğu çalışmalarının neredeyse düşünülmediği bir çağdı kocanın hatasından cezalandırılan da ne hikmetse yine kadın olması özellikle bu konuda mağdur olanların çok tepkisini çekti. Aslında sonradan vazgeçecek eşeklik edip karısını boşayan adama 6 ay ev yemeği yapma ve ev işlerini yapma cezası verilmesi daha mantıklı olmasına rağmen erkek egemen toplumda ceza gene kadına biçilmiştir.
Peki şimdi size bir soru ciddi bir islam uygulaması olarak kabul edilen bu uygulama erkeklerin gururuna dokununca önce 'hülle' olarak uygulanmış sonra da tarihin karanlık sayfalarına atılıvermiştir. Peki bu durumda din zarar görmüş olmuyor mu? Yoksa Gerçekte dinimiz de böyle bir şey yokta bazı din bilginleri bunu kendilerince mi yumurtlamışlar ? Bunun paralelende türban nedir ? Türbanı savunuyorsak niçin başka kadınlarla tokalaşıyoruz ? Din sadece kadınlara mı yönelik uygulamalarda katı ?
Bu günlük bu kadar ancak şunu belirteyim ki bazı değerli arkadaşlara verilecek bir çift yanıt hakkım bende saklı ben asla kişisel saldırı ve veya hakaret etmedim buna rağmen bazıları çizmeyi çok ama çok aştı. Elbette yanıt hakkım saklı onuda bilahare kullanacağım....
-
Sevgili commodore1tr'ın fazlasıyla tatmin edici açıklamalarından sonra;
YORUMSUZ SON NOKTA
Bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Bu değer ölçüsü ile herhangi bir şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebiliriz. Hangi şey ki akla, mantığa, toplum çıkarına uygundur, biliniz ki o dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin çıkarına, İslam'ın çıkarına, uygunsa kimseye sormayın. O şey dindir.
Bizi yanlış yola sevk eden kötü yaradılışlılar, bilirsiniz ki, çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep dini kural sözleriyle aldatmışlardır. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden kötülükler hep din perdesi arkasındaki dinsizlik ve kötülükten gelmiştir. (1923)
Mustafa Kemal ATATÜRK
-
commodore1tr bey evladım,
Hazır siz nefes almışken araya gireyim dedim :))) Öncelikle tartışmanın sonunun nereye gideceğini merakla ve biraz da endişe ile takip ederken, son iletilerle yüreğime su serpildi....
Ben kendimi bildim bileli türban ya da başörtüsü, ya da ne isim verirseniz kısaca örtünmeyi dinle bağdaştırabilmiş değilim. Emekli bir öğretmenim ama dini bilgi ve eğtimimin sizlerle tartışmaya girecek kadar yeterli olmadığını belirtmek isterim ancak günümüz teknolojisinde insanın istediği bilgiye ulaşabilmesi anlık bir olgu, merak ettiklerimi araştırıyorum, mümkün olduğunca çok ve farklı kaynaktan bilgi edinerek bu bilgileri akıl süzgecimden geçiriyor, mantığımı kullanıyor ve kendimce (Doğru ya da yanlış, ama bence doğru) sonuçlar çıkarıyorum. (bu yaşıma rağmen) Genç nesillere de hiçbir şeye körü körüne inanmamalarını, Allah'ın bahşettiği o muhteşem beyinlerini, akıllarını kullanmalarını tavsiye ederim. Neyse fazla uzatmayayım...
İlk olarak şunu belirtmek isterim, Allah, Tanrı, Yaratan'ın insanları eşit yarattığını, kadın erkek arasında ayrım yapılmamasını bilakis kadınlara kibar ve şefkatli davranılmasını buyurduğu tüm kutsal kitaplarda ve diğer dini kitaplarda yer alır. Böyle bir eşitlik söz konusu iken, tam tersi bir eşitsizliğe yani kadınların erkekleri tahrik ederek günah işlediklerinden bahisle örtünmelerinin gerektiğini, erkeklerin nefislerini bu şekilde kontrol altına almalarını kabul etmek mümkün müdür? Yaratannın hem eşitlik derken hem de kadının erkekten bir adım geride (mecazi anlamda söylüyorum) durmasını buyurması hangi akla, mantığa sığar? Eğer kadın da erkek de eşitse, erkeğin nefsini kontrol edememesinin örtünmeyen kadınla bağdaştırılması ne kadar mantıklıdır? Örtülü bayanlarımıza da cinsel suçların oldukça fazla işlendiğini biliyoruz, nerde yanlışlık var? Kadının örtünmesi ile sorun çözüldü mü? Sorun erkek ya da kadın hiç fark etmez, zihniyettir, yürektir, vicdandır, eğitimdir...
Geleneksel anlamda örtünenlere ya da gerçekten bir yaşam biçimi olarak türban, başörtüsü, yemeni vs. bağlamayı tercih edenlere saygım sonsuz, ancak siyasete ve din simsarlığına alet edilen her türlü simgeye sonuna kadar ben de karşıyım.
-
ben bu konuda son sözlerimi yazmak stiyorum.
arkadaşlarım çeşitli profesörlerin bilgilerini bizimle paylaşmak istemiş (kendi tezini doğrular nitelikte). ama bilmeniz gerekir ki bu iş iki profesörle olacak iş değil. üstelik amaçlarının ne olduğunu bilmeden(belkide ortalığı karıştırmak için)
şaşırdığım şey türban kamu alanında yasaklanmadan önce bu tartışmalar yoktu. hiç kimse çıkıpta başörtüsü veya türbanın dinsel bir simge olduğunu belirtmemişti. Tarihi gerçekler bizi buralara kadar sürükledi. Türkün bileğini bükmek ancak bu tartışmaların içine sokmak şeklinde olacaktı.
kur'an-ı kerim'de başörtüsü diye bir tabir geçmemektedir.tabi dolayllı yoldan doğrudur. peki anayasada türbanın dini bir simge olduğu konusunda bir tabir geçiyormu. nasıl yorumlamak istiyorsak öyle kullanıyoruz.
bir arkadaşımız diyor ki eğer türban serbest olursa ben napcam. insanlar bana farklı gözle bakacak. peki şimdi o türbanlı insanlara farklı gözle bakılmıyormu. lütfen dünyaya diğer insanların gözleriylede bakabilelim.
Biz yanlış anlaşıldık. başörtüsünü siyasi olarak kullanıp ondan rant elde etmeye çalışanların bizde karşısındayız. ama inanın türban nezaman serbest olursa bu rantlarda ozaman sona erecek.
son olarak söylemek istediğim; ben bu konuyu dini de bir kenara bırakıp bir insan hakkı olarak görüyorum, veya sizin düşüncenizden hareket edersek bırakalım insanlar kültürlerine göre yaşasınlar.çünkü siz diyorsunuzki bunun dinle alakası yok, yok ise bırakın insanlar inandıkları gibi yaşasınlar veya kültürlerine göre yaşasınlar.
sitede kalbini kırdığım değerli arkadaşlardan özür diliyorum.tartışamaların bu şekilde konuşularak hiçbir yere varacağını sanmıyorum.çünkü bir anlık bir tepki sonucunda herkes herşeyi yazabiliyor.tavsiyem biraz daha önyargısız davranalım.
-
Gelin biraz da tersten davranıp ironik dolaşalım ; Hem stres i düşürelim hem de ne gariplikler çıkabilir görelim...
Hepimizin malumu Fuzuli nin 1535 yılında yazdığı Leyla vü mecnun yani leyla ile mecnun mesnevisi vardır. Burada aynı kabileden iki kişinin kays ile leyla nın aşkı anlatılır. Gerçi mutlu son olmaz ama gerek daha sonra yapılan filmleri gerekse anlatımları bize yol gösterir.
Şimdi bu Kays namlı yiğit söylentilerden birisine göre kardeş çocuğu olan bir diğerine göreyse diğer kabilenin reisinin kızı olan Leyla ya aşık olur. 1972 versiyonunda kays ın adi Ali olur ve Kadir İnanır ile Fatma Girik Başrolde oynar burada ne zaman ki Ali Leyla ya Aşık olur Türkçesi bir anda bozulur. ' Nevet nevet de nanlayamıyorum aşkımızdan ne isterler Nayır niç bir güç bizi ayıramaz nolamaz' gibi anlamsız sözcükler kurunca gene söylentiye göre babası veya annesi birlikte olmalarına karşı çıkar ' bu türkçe özürlü kızımıza bakamaz' derler Alide bunun üzerine kendisini çöllere atar ve orada o, âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir. ( Çölde bu kadar ahu ceylan ve kuşun nasıl olduğu bilinmemektedir ve özellikle ahu varsa bu satırların sahibi derhal çöle gitmek istemektedir. Ama bulacağının sadece serap olacağını bildiğinden kendisini deniz kenarlarında teselli etmektedir. ) Leyla bir şekilde Çölde Ali yi bulur ama balataları sıyıran Ali onu tanımaz filmde böyle gider....
1982 versiyonunda ise Bu sefer Kays Kadir olur ve Orhan Gencebay tarafından oynanır Leyla gene Leyla dır ve Gülşen Bubikoğlu oynar Bu versiyonda temel özellik Kadir in Leyla ya aşık olmasından sonra boş bulduğu her yerde Arabesk söylemesi ve herkesin Kadir e aval aval bakmasıdır. Leyla nın annesi eşine gidip ' Bey bey bu Kadir e birşeyler oldu kuyruğu kopmuş buzağı gibi cazgırdıyıp duruyor. Bizim kızda gözü olmak var ' diyinde Leyla nın babası naralanıp o süratle kızını başkasıyla evlendirip Kadir in de gözüne mil çektirip çöllere atar. Çöl ün Kadir üzerinde ki tek etkisi sakal uzamasıdır. başkaca bir tahribat yapmaz oralarda da Arabesk söyleyip börtü böcek sürüngen ne varsa kendine hayran eder Çöl ile şehir arası sefer yapan tüm münübüs ve kamyon söförleri bir anda Kadirci olur Leyla nın kocasıda süzme salaktır. Ibni Selam adlı kocaya Leyla 'kendisini bir perinin sevdigini, eğer evlenirlerse peri tarafından öldürüleceklerini'söyliyerek adamı kandırır, onu kendinden uzak tutar. Adam ölür sonrası gene aynı hikaye dir leylayı tanımaz kadir v.s v.s.
Bu hikayenin birde 1951 versiyonu vardır ki oda yabancıdır Kays namlı yiğidi Erol Flayn oynarken Leyla Emma olmuş ve Grece Kelly e nasip olmuştur. Burada da Kays Emma ya aşık olunca damdan dama zıplamaya ve önüne geleni dövmeye başlar Emma ile Mart kedileri gibi damlarda buluşup durmaları üzerine Emma nın annesi babasına gider ' Bu Kays bir deli oğlan anasına kızmış damda yatar oğlan sapıttı bizim kızıda damdan dama zıplatıyor korkarım yakında olgun armut gibi düşüp bir taraflarını kıracaklar ' der O zamanlar tababet bu kadar ileri gitmediğinden kişiler doktor hatasından değil normal olarak ölmektedir. Bundan korkan baba Kays ın gözlerine mil çektirip damda dolaşıp kızları röntgenleyip azacağına git çöllere dolan der. Gerisi malum...
Her üç versiyonda da Gözleri kör edilip çöllere atılan Kays karşısında Leyla nın ne yaptığı bilinemez, O olgunlaşmayı bekleyen karpuz gibi yatar... Ancak burada ki bir temel nokta kays' ın gözüne hem mil çektirilmesi hem çöllere atılmasıdır. Mil çektirilmesinin anlamı ' elalemin kızına yan gözle bakıp azma ' olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü görmeyen göz başka şeyleri tetikleyemez... Çöllere atılması ise Sanıyorum Fuzuli nin İLAHİ AŞK olarak ' Allah sevgisi'ni' lanse etme isteğidir. Yoksa koca dünya da başka bir şehre gönderilerek sorun çözülürdü, zaten ilahi aşkı anlatan şu replik çok ünlüdür. Leyla leyla diye avara kasnak çöllerde sürünen kurda kuşa börtü böceğe aşkını anlatan Kays , namaz kılmak için ideal yer olarak kendine çölü seçen bir dervişin önünden geçer derviş hemen selam vererek namazını keser ve bizim Kays a Fırça atar ' Namaz kılan birisinin önünden geçilmez bre zındık , bunu bilmez misin ?' Bizim Kays boş gözlerle bön bön adama bakar ve ( Erol Flayyn ın versiyonunda bu sahne yoktur olsaydı muhtemel eşek sudan gelene kadar adamı döverdi...) "Ben Leyla'nın aşkından öyle bir hale geldim ki, senin burada namaz kıldığını görmedim bile, sen nasıl bir aşkla namaz kılıyorsun da benim senin önünden geçtiğimi görüyorsun?" der. Buradan iki çıkarım yaparız biz ilki ilahi aşk en büyüktür Kays bunu Leyla formatında bulmuştur. İki derviş aslında sahtekar bir dindardır namazı fırça atmak için kılmaktadır zaten o sahnede koca çölde bir ikisini olmasıda ilginçtir....
Şimdi buraya kadar okumaya dayanabildiyseniz ' bu adam bu kadar çok neden saçmalamış amma hikaye yazmış gitsin senarist olsun' diye düşünüyor olma olasılığınız yüksek sadece aranızdan birisi 'yakalasam da bir PATAK atsam' diye düşünüyordur oda ayrı ama İstanbulda olmadığımdan yırtıyorum... Varacağımız sonuç şudur. Şimdi bazı erkek tarifesi kadınları kızları 'erkekleri tahrik etmesin' diye Türbanın kara çarşafın altına sokmak istiyor ya erkek kızın saçından nasıl tahrik oluyor ? Görüyor da oluyor Bacağını görüyor tahrik oluyor gözünü görüyor tahrik oluyor kaşına tırnağına tahrik olup duruyor yani kısacası adam tahrik olmak için fırsat kolluyor gördümü tahrik oluyor.... Özetle bunun sonu yok. Çözmek için kadınları örtüp duracağımıza acaba Leyla nın babasının taktiğini izlesek nasıl olur diyorum ? Adam pratik çözüm bulmuş kızını örtüp duracağına adamı kör etmiş... Tüm erkekleri kör etsek kızlarıda örtüp durmaktan vaz geçsek... Nasılsa görmeyeceğimiz için onlarda tahrik etmiş olamazlar.... Yani buda bir çözüm önerisi...
-
On- yirmi sene sonra çocuklarımızın (başörtülü-türbanlı- türbansız) bu tartışmalara güleceklerini öngörüyorum. Babalarımız dedelerimiz nelerle uğraşmışlar diye?... Bırakın millet istediği gibi giysin... Ama kimse kimseye de dikte etmesin... Güvenlik sağlansın...
Türban-Başörtü farklılığına gelince... Bunun hikayeside gariptir. Şimdi başörtüsü anamızda da, nenemizde de vardı diyenler, hatta daha ileri giderek bizim ailede de imam da vardı diye diye lafı uzatıp, sonra da ama türban başka diyenlere; bir çift kelamım var.
İhsan Doğrama'cı zamanı YÖK'te, başörtülü üniversiteye, (şimdi daha bir genel deyimle kamusal alana) girenler için formül üretilmeye çalışılmış. Bulmuşlarda demişlerki başörtüsü moderniteye aykırıdır, ama türban batıda bile aksesuar olarak takılan cinstendir. Bu nedenle başörtüsünü yasaklayalım, türbanlıları kabullenelim. O dönemde başörtülülerden türban giyinmeye karşı çıkanlarda olmuş...
BU ne ya?... Başörtü giyerler, türban giysinler, denir. Türbana alıştırılırlar, bu kez olmaz denir... Niye başörtüsü geleneğimizdir, türban ise bilmem ne simgesidir...
Hadi vatandaş başörtüsü giyinmeye başladı... Yine kısır döngü çalıştırılmayacak mı?... Hem yazık değilmi giyinenlerin giyim masraflarına, ülkemizin ekonomisine...
Hadi başörtüsü alalım!
Yok bu yıl türban serbestmiş, türban alalım...
Hadi türban alalım...
Yok bu yıl başörtüsü serbestmiş, başörtüsü alalım...
Önemli olan kafanın içi... Türbanlı olmuş, olmamış... Türbanlı olanda, başörtülü olanda (ve olmayanlarda) eğer sınıf bilincine sahipse, başka türbanlıların (ve türbansızların) kendileri açken, dini değerleri kullanarak kendisinden veya kendi gibilerden yolunu bularak otellerde israfa yakışır harcamalar yapanlara dudak büküyorsa 'o bizden dir yapsın' demiyorsa (içinden) işte o türbanlı o başörtülü benim türbanlımdır, benim başörtülümdür. Onun başörtüsü, türbanı saçını kapatırken, aklı ve beyni apaçık ışık saçmaktadır gözlerimize...
-
Bu tartışanın devamı için bazı uyarılarda bulunmaktra yarar var.
1-Öncelikle türban, islamın geriğidir ya da değildir biçimindeki tartışmaları bir kenara bırakalım. Burda İslam dininin gereklerini tartışmıyoruz.
2- İnsanlar dilediği gibi inançlarına göre yaşamalıdır safsatasını bir kenara bırakalım. Buna ne islami rejimle yönetilen ülkeler, ne de laik ülkeler izin vermiyor. Kimse kusura bakmasın. Mesela Kuran ve İslam Hukukunda Kölelik serbest. Şimdi Köle mi alalım yani
3- Özgürlük derken, kelime anlamını birz düşünerek yanıt verelim. Tesettür ya da türban konusunda kimin özgürlüğünden söz ediyoruz. Erkeklerin kadınları örtünmeye zorlama özgürlüğü mü, kadınların baskı altında kalmadan örtünme özgürlüğü mü
4- tesettür, yalnızca kadının belli yerlerini örtmesi mi, yoksa sesi dahil olmak üzere namahremden kendini sakınması mı?
daha fazla devem etmek istemiyorum. Daha önceki yazılarımda da belirttim. İnançlara göre yaşamak istemek, ilkel toplumlarda belki olabilir. Ama modern yaşamda bu mümkün değil.
İnancıma göre yaşamak istiyorum diyen, şu soruyu kendine sosun
" kız kardeşime mirastan yarım hisse vermek istiyorum. Bu benin iancım. Ama yasalar izin vermiyor ne yapmalıyım?"
Sonra türbanı tartışalım