Anayasanın 10. maddesi bağlamında eşitlik ilkesinin nasıl yorumlandığına dair mütalaalar sanırım ilginizi çekecektir. Yatak eşitlik dikey eşitlik vb. eşitlik bağlamında söylenenleri arama motorlarını kullanarak okumanızı öneriyorum.
Printable View
Anayasanın 10. maddesi bağlamında eşitlik ilkesinin nasıl yorumlandığına dair mütalaalar sanırım ilginizi çekecektir. Yatak eşitlik dikey eşitlik vb. eşitlik bağlamında söylenenleri arama motorlarını kullanarak okumanızı öneriyorum.
Hukuk nosyonu, hukuk usulü ile sınırlı olan biriyim. Yasalara hakim değilim. Ancak okuduklarımdan anladığım kadarıyla, özellikle boşanma davalarında kadına karşı uygulanan pozitif ayrımcılığın anayasanın 10. maddesi 1. fıkrasında belirtilen eşitlik ilkesine açıkça aykırı olduğu görülüyor. Dahası ikinci fıkrada devletin bu eşitliği sağlamakla yükümlü olduğu, bu maksatla alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı olarak "yorumlanamayacağı" açıkça ifade ediliyor.
Boşanma davaları ile ilgili bir araştırma yapılmış mıdır bilmiyorum ama, herhalde böyle bir araştırma yapılsa, hem mantığa, hem de hayatın gerçeklerine tamamen aykırı istatistiki verilerle karşılaşacağımızı düşünüyorum.
Eşitlik mevzusuna gelince. Benim aklım almıyor. kusurda eşit olanların mükellefiyetlerde de eşit olması gerekir. Basit mantığın gereği budur. Evlilik kurumunun sarsılmasında ve sonlanmasında eşit kusurlu sayılacaksınız, ama tüm mükellefiyetleri bir tarafa yıkacaksınız ve taraflardan birini çocuklar anne ilgisine muhtaç olduğu için velayetin anneye verilmesi kararıyla ikinci kez mağdur edeceksiniz. Tek kelime ile saçmalık.
Anayasanın 10. Maddesi:
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 7/5/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (…)* kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Anayasa Mahkemesi'ne ÖTV ile ilgili yapılan bir itirazın gerekçesinde şu ifadelere yer verilmiş.
Eşitlik ilkesi, şekli hukuki eşitlik ve maddi hukuki eşitlik olarak iki anlamda yorumlanabilir. Şekli hukuki eşitlikten kastedilen kanunların genel ve soyut nitelik taşıması, yani kapsadığı herkese eşit olarak uygulanmasıdır. Anayasanın 10’uncu maddesinin, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa “imtiyaz” tanınamayacağı yolundaki ikinci fıkrası da bu anlamda bir eşitliği hedeflediği anlaşılmaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 06.07.2000 tarih ve E. 2000/21, K. 2000/16 sayılı kararında, Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen “yasa önünde eşitlik ilkesi” hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusu olduğunu; bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörüldüğü; eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasa karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemek olduğu; bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesinin yasaklandığı; durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabileceği; aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmayacağı ifade edilmiştir. Ancak şüphesiz ki, eşitlik ilkesinin anlamını şekli hukuki eşitlikle sınırlandırmak mümkün değildir. Maddi hukuki eşitlik, şekli eşitliğin ötesinde, aynı durumda bulunanlar için haklarda ve ödevlerde, yararlarda ve yükümlülüklerde, yetkilerde ve sorumluluklarda, fırsatlarda ve hizmetlerde eşit davranma zorunluluğunu içermektedir. Bu anlamda eşitlik ilkesinin ihlal edilmiş olup olmadığının anlaşılabilmesi için Anayasaya uygunluk denetiminde sadece kanunların genel ve soyut nitelik taşıyıp taşımadıklarının değil, onların içeriklerinin de araştırılması gerekir.
Eşitliğin YATAKlısi nasıl oluyor bilmiyorum. Ama eşitlik kavram olarak benim kafamada gayet basit ve açıktır. Mesela bir iş yerinde iki kişi çalışıyor. Biri kadın diğeri erkek. İkiside aynı üretimi ortaya koyuyor. Dolayısıyla ikisinede EŞİT ücret ödenmeli. Veya, diyelim lisede sınavada kız ve erkek öğrenci aynı sayıda doğru soru cevaplıyorlar. Hoca ikisinede EŞİT not vermeli.
Benim eşitilik anlayışım bu kadar basit ve direk. Eminim sokaktaki insanların yüzde 90 eşitliği bu şekilde anlayacaktır. Geriye kalan yüzde 10da ise her türlü zevk ve renkten yobazlar, fşistler ve ülkemizin güzide hukukçuları yer alacaktır.
İsminizin yanında hukuk öğrencisi diyor. Hakikaten öyleyse bazı şeyleri çoktan öğrenmeniz gerekirdi. Anayasa yada kanunlarda bazı hakların açıkca yazılı olması illa o hakların aynen kullanıldığı anlamına gelmez. Saddam Hüseyin zamanındaki Irak anayasası en lıberal anayasalardan biriydi. Ama sadece kağıt üzerinde. Basın ve ifade hürriyeti Stalin anayasasında vardır, Hitlerin de. Anayasa yada kanunlara süslü laflar koymak fazla bir şey ifade etmiyor. Asıl olan uygulamadır. Zaten, hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu toplumlarda içtihat geleneği vardır. Mahkemelerin verdiği kararlar hukukun bir parçası olur ve sonraki kararlar için bağlayıcılık teşkil eder. Bazen hakimler kararlarında taa 100 yıl önce verilmiş mahkeme kararlarına atıfda bulunurlar. Var mı senin ülkende böyle bir durum?
Neticede Türkiye Cumhuriyetinde kanunların değeri üzerine yazıldıkları kağıdın değeri kadar bile değildir. Aynen Saddam Hüseyinin Irakı veya Stalinin Sovyetler Birliğinde olduğu gibi.
cemil,
1936 Sovyetler Birligi Anayasasindan
ARTICLE 125. In conformity with the interests of the working people, and in order to strengthen the socialist system, the citizens of the U.S.S.R. are guaranteed by law:
freedom of speech;
freedom of the press;
freedom of assembly, including the holding of mass meetings;
reedom of street processions and demonstrations.
Yatay yazmam gerekiyordu, bir yazım hatası yapmışım. Benimki düzeltilebilir; fakat sizde düzeltilmesi imkansız bir şeyler var.
Esen kalın...
Birkaç ay evli kaldım ve 10 yılı aşkın süredir yoksulluk nafakası ödüyorum evet hakim bey bir buçuk sene önce yüzde 250 nafaka artırımı yaptı ama nafaka artırımı yaparken benim gözümden kaçmayan şu ayrıntıları görmedi bile karşı tarafın avukatı vardı çünkü parasını ben ödüyecektim ama ben avukat tutamamıştım ,karşı taraf yeni bir deri ceket giyiniyordu ben ise 4 yıllık eski bir mont karşı tarafın beline kadar uzamış ve yeni boyandığı belli sarı saçları ve bakımlı bir görünümü vardı ama ben banka borç batağında yüzüyordum karşı taraf evin tek çocuğu ve kendi evleri olmasına rağmen ben 40000 tl konut kredisi ödüyordum ve ben karşı tarafın haysiyetsiz hayat sürdüğünü jinekolok tarafından tespit edilmesini talep ederken hakim bey bana kadın doğasından bahsederek ikna etmeye çalışıyordu ve sonuç şimdi işsizim borç harç tutuğum avukat bir ay önce dava açması gerekirken daha dava açmadığını öğrendim sebep olarak dava açmadan önce mahkemeye dilekçe verilerek uzlaşma zemini aranacakmış tabi ben kocaelinde yaşıyorum dava konyada açılacak ama kafamı karıştıran nafaka indirim davası açmadan önce uzlaşmak için mahkemeye dilekçe vermek gekli birşeymi yoksası gerçekten ben artık gerçeklerle hayalleri karıştırır bir halemi geldim sırtımdan karşı tarafın avukatı ve karşı taraf ve benim avukatım nemalanıyor ve ben acayip bir kumpasta hissediyorum kendimi değerli uzman arkadaşlarımdan bir çözüm rica ediyorum çünkü belkide ben şu anda kafayı yedim kıymetli medeni olmayan kanunlarımız yüzünden ve tüm yaşama sevincim sömürüldü valla
- - - Updated - - -
Birkaç ay evli kaldım ve 10 yılı aşkın süredir yoksulluk nafakası ödüyorum evet hakim bey bir buçuk sene önce yüzde 250 nafaka artırımı yaptı ama nafaka artırımı yaparken benim gözümden kaçmayan şu ayrıntıları görmedi bile karşı tarafın avukatı vardı çünkü parasını ben ödüyecektim ama ben avukat tutamamıştım ,karşı taraf yeni bir deri ceket giyiniyordu ben ise 4 yıllık eski bir mont karşı tarafın beline kadar uzamış ve yeni boyandığı belli sarı saçları ve bakımlı bir görünümü vardı ama ben banka borç batağında yüzüyordum karşı taraf evin tek çocuğu ve kendi evleri olmasına rağmen ben 40000 tl konut kredisi ödüyordum ve ben karşı tarafın haysiyetsiz hayat sürdüğünü jinekolok tarafından tespit edilmesini talep ederken hakim bey bana kadın doğasından bahsederek ikna etmeye çalışıyordu ve sonuç şimdi işsizim borç harç tutuğum avukat bir ay önce dava açması gerekirken daha dava açmadığını öğrendim sebep olarak dava açmadan önce mahkemeye dilekçe verilerek uzlaşma zemini aranacakmış tabi ben kocaelinde yaşıyorum dava konyada açılacak ama kafamı karıştıran nafaka indirim davası açmadan önce uzlaşmak için mahkemeye dilekçe vermek gekli birşeymi yoksası gerçekten ben artık gerçeklerle hayalleri karıştırır bir halemi geldim sırtımdan karşı tarafın avukatı ve karşı taraf ve benim avukatım nemalanıyor ve ben acayip bir kumpasta hissediyorum kendimi değerli uzman arkadaşlarımdan bir çözüm rica ediyorum çünkü belkide ben şu anda kafayı yedim kıymetli medeni olmayan kanunlarımız yüzünden ve tüm yaşama sevincim sömürüldü valla
saygı deger hukukçular benim boşanma davamda bizim dellil listemizi sunmamız için 10 kesin süre verilmişti bu süre kaçtı biz ek süre istedik hakim red etti.şu an 5 celse bitti.ben davalıyım ben boşanmak istemiyorum.son iki duruşmadır şahitleri hazır bulundurduk ama hakim kabul etmedi.5 celsede hakim tebir nafakası bagladı.piskolog raporuna göre nasıl oluyor bu işler anlamak çok zor.davacı şahitlerini dinletti 3 celsede 4 celsede biz dellilerimiz sunduk hakim aldı ama şahitleri dinlemiyor nasıl oluyor bu iş.bu tebir nafakasını nezaman ödemem gerek dava bittikten sonramı yoksa en kısa süredemi.davalı şahitlerinde hep celişkili ifadeler mevcut hakim bunları görüyor ama göz yumuyor.artık dava bitmek üzere evlilik 10 ay sürdü eşime her dedigini yaptım ailesi tarafında darp edildim ceza mahkemesinde davam var sizce hakim boşarmı yoksa davayı redmi eder.bizim şahitleri onun içinmi dinlemiyor.birde yargıtay kararları arıyorum hazır bununan şahitleri dinlemiyor diye yardımcı olacak arkadaşlara şimdiden teşekür ederim. ben asgari ücretle çalışan bir işçiyim 250 nafaka ödeyecegim 400 kredim var bankaya ben ne iyip içeçegim şimdi adalet bumu türkiyede anlayamıyorum.hakim boşanma verirse bunu yoksulluk nafakasına çevirimi yoksa bittirimi.çok çaresis durumdayım.yardım edenden şimdiden allah razı olsun
Sözüm meclisten dışarı dostlar ancak teşbihte de hata olmaz düşünesi ile; Hani Deveye sormuşlar boynun neden eğri diye o yanıt vermiş Nerem Doğru ki !?.Kanun koyucuların yasayı yapım sürecinde ülkenin sosyal yaşam şekline uymadıkları malum. Araştırın bakın bir çok kanunlarımızda ordan,burdan iktibas edilmiştir.Bu birden çok süreçte karşımıza çıkmakta. Ancak yargı bağımsız derken yasa koyucuların yaptıklarını oylayıp kabul eden kim.? Hadi bunu da geçtik bir de karşımıza hakim kanaati çıkıyor öyleki salt belge hakim kanaatinin arkasına düşüyor. Oysa salt belge tanıktan daha öncelikli değilmi?
Sayın eko1 senin ne kadar aldığın naaptığın kimseyi ilgilendirmez sen asgari ücretle çalışıyorsun kaldıki askerdeki insana nafaka öde diyebilen bir hukuk sistemi içerisinde olduğumuzu hatırlatırım.Yahu yapmayın be kardeşim Adam vatani görevinimi yapsın yoksa yolunu ayırdığı insanamı baksın bu ne çelişki böyle.Nasıl bir sistemdirki pervasızca cinsiyet ayrımı yapılarak insanlar yargılanabiliyor..Nasıl bir şeydirki öde derken nasıl ödeneceğini düşnmüyor nasıl sistemdirki nafaka alacaklısı kadını korurken nafaka yükümlüsnün yanındaki kadını korumuyor.Bilmiyormuki artan her bir kuruş nafaka diğer kadın ve insanların yaşam standartını düşürüyor.be ne çelişki yarabbi.Kaldıki;Boşanmadan kaynaklanan bir nafaka alacağının varlığının belli koşullar altında nafaka borçlusunun veya nafaka alacaklısının yaşamı boyunca sanki mülkiyet hakkıymış gibi sürekli olması hak düşürücü süre ve zaman aşımı kavramlarının kabul edildiği bir hukuk sisteminde adalet duygusunu da zedelemektedir. Tarihin hiçbir döneminde hiç bir hukuk sistemi boşanan eşlerden biri yoksulluğa düşecek diye diğeri için ömür boyu sürebilecek yoksulluk nafakası yükümlülüğü öngörmemiştir. Dolayısı ile yoksulluk nafakasının süresiz uygulanmasının nedeni ahlaki ve sosyal gerçeklerle açıklanamaz.
Hepinize selam ve Saygılarımla...
- - - Updated - - -
Sözüm meclisten dışarı dostlar ancak teşbihte de hata olmaz düşünesi ile; Hani Deveye sormuşlar boynun neden eğri diye o yanıt vermiş Nerem Doğru ki !?.Kanun koyucuların yasayı yapım sürecinde ülkenin sosyal yaşam şekline uymadıkları malum. Araştırın bakın bir çok kanunlarımızda ordan,burdan iktibas edilmiştir.Bu birden çok süreçte karşımıza çıkmakta. Ancak yargı bağımsız derken yasa koyucuların yaptıklarını oylayıp kabul eden kim.? Hadi bunu da geçtik bir de karşımıza hakim kanaati çıkıyor öyleki salt belge hakim kanaatinin arkasına düşüyor. Oysa salt belge tanıktan daha öncelikli değilmi?
Sayın eko1 senin ne kadar aldığın naaptığın kimseyi ilgilendirmez sen asgari ücretle çalışıyorsun kaldıki askerdeki insana nafaka öde diyebilen bir hukuk sistemi içerisinde olduğumuzu hatırlatırım.Yahu yapmayın be kardeşim Adam vatani görevinimi yapsın yoksa yolunu ayırdığı insanamı baksın bu ne çelişki böyle.Nasıl bir sistemdirki pervasızca cinsiyet ayrımı yapılarak insanlar yargılanabiliyor..Nasıl bir şeydirki öde derken nasıl ödeneceğini düşnmüyor nasıl sistemdirki nafaka alacaklısı kadını korurken nafaka yükümlüsnün yanındaki kadını korumuyor.Bilmiyormuki artan her bir kuruş nafaka diğer kadın ve insanların yaşam standartını düşürüyor.be ne çelişki yarabbi.Kaldıki;Boşanmadan kaynaklanan bir nafaka alacağının varlığının belli koşullar altında nafaka borçlusunun veya nafaka alacaklısının yaşamı boyunca sanki mülkiyet hakkıymış gibi sürekli olması hak düşürücü süre ve zaman aşımı kavramlarının kabul edildiği bir hukuk sisteminde adalet duygusunu da zedelemektedir. Tarihin hiçbir döneminde hiç bir hukuk sistemi boşanan eşlerden biri yoksulluğa düşecek diye diğeri için ömür boyu sürebilecek yoksulluk nafakası yükümlülüğü öngörmemiştir. Dolayısı ile yoksulluk nafakasının süresiz uygulanmasının nedeni ahlaki ve sosyal gerçeklerle açıklanamaz.
Hepinize selam ve Saygılarımla...
- - - Updated - - -
Yoksulluk Nafakasındaki Çelişkiler
Son zamanlarda boşanmaların arttığı ve boşanan eşlerin yoksulluk nafakası peşine düştüğü adeta nafaka ile hayatını idame ettirmeyi meslek haline getirmiş olması gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu konu toplumda emsaller teşkil ederek her geçen süre içerisinde katlanarak çoğalmakta olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum. Özellikle yabancı hukuklarda uygulamanın nasıl olduğunu internet sayesinde araştırmaya çalıştım. M.K.nun 175.m.sinin sosyal devlet ilkesine aykırı olduğu düşüncesindeyim.Malumunuz olmakla birlikte MK nun 175.m.sini önce hatırlatmak isterim:
“MADDE 175 - Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.”
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki 20-30 Yaşındaki gayet sağlıklı ve çalışabilecek durumdaki hiçbir kadın/erkek boşanma yüzünden yoksulluğa düşmez düşemez.Bu yanlış olgu ve uygulamalar neticesinde bu durum toplumda meşruiyet kazanmasına zemin hazırlamıştır..Bu durum gerek Anayasanın 49.Maddesine gerekse insan haklarına aykırı bir durum olduğu açıkça görülmektedir diye düşünüyorum.Diğer taraftan Boşanmadan kaynaklanan bir nafaka alacağının varlığının belli koşullar altında nafaka borçlusunun veya nafaka alacaklısının yaşamı boyunca sanki mülkiyet hakkıymış gibi sürekli olması hak düşürücü süre ve zaman aşımı kavramlarının kabul edildiği bir hukuk sisteminde adalet duygusunu da zedelemektedir. Tarihin hiçbir döneminde hiç bir hukuk sistemi boşanan eşlerden biri yoksulluğa düşecek diye diğeri için ömür boyu sürebilecek yoksulluk nafakası yükümlülüğü öngörmemiştir. Dolayısı ile yoksulluk nafakasının süresiz uygulanmasının nedeni ahlaki ve sosyal gerçeklerle açıklanamaz.
Yaptığım araştırmalar sonucunda bu hükümlerin İsviçre Medeni Kanunu’ndan ve Nafakaya dair uluslararası nitelikte sözleşmelerden iktibas edildiği kanaatine vardım. Örneğin İsviçre ve Amerika’daki eyaletlerin çoğunda boşanma davalarının %90'ının nafakaya karar verilmeden bitirildiğini, iki-üç yıl süren evliliklerin kısa süren evlilik sayıldığını ve nafaka kararı verilmediğini, süresiz nafakanın ancak evliliğin çok uzun sürmüş olması veya eşlerden birinin artık iş bulamayacak yaşta veya hasta olması gibi durumlarda verildiğini gördüm.
Yani bu durumda İsviçre medeni hukukundan resepsiyon olarak iktibas edildiği kanaatim ağır bastı ancak takdir edersiniz ki bizim uygulamamızda bir gariplik olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor.
Örnekle açıklamak gerekirse;
Bizde evlilik bir ay bile sürmüş olsa boşanma olduğu takdirde süresiz nafaka takdir edilebiliyor. Nafaka alacaklısı eş her yıl nafaka artırım talebinde bulunabilmekte kaldı’ki nafaka alacaklısı zaman içerisinde iş bulabilmek ve tekrardan evlenmek adına hiçbir girişimde bulunmamış ve hatta lüzum görmeksizin nafaka peşine düşmüştür. Nafaka yükümlüsü ona "geçimini sağlamak için çaba gösterdin mi? Diye sorulduğunda ve hatta yerel mahkeme tarafından Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüklerinden istenilen ve hiçbir kayıdı’nın olmadığı salt belge ile belgelenmesine rağmen nafaka artırımı devam edebilmektedir.!?Oysa Anayasanın 49.ve MK.2.Maddeleri oldukça açık ve nettir.!! Anayasanın 49.Maddesini Hatırlayalım;”Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir” (Değişik: 3.10.2001-4709/19 md.) Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.) MADDE 2.-( Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak
zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.) Hükmüne yer verilmişse de nafaka alacaklısının bu maddeyi ihlal etmesi yani nafaka alacaklısı çalışmak için hiçbir girişimde bulunmamış olması bir anlam ifade etmemektedir dolayısıyla da uygulamanın ne derece yanlışlık içerisinde olduğunun açık bir ifadesidir.. Anayasayı ihlal eden bir insan nafaka artırım talebi ile müracaat edebiliyor? Yorum sizin!! Böyle bir durumda eşitlik ilkesinden,İnsan Haklarından ve hakkaniyetten bahsetmek ne derece doğrudur.?
Peki; Türkiye'de kadının durumu malum da 20-30 yaşında gayet sağlıklı ve çalışabilecek durumdaki insanların her yıl nafaka artırım talebiyle müracaat etmesi normal midir? Nafaka yükümlüsü tekrar evlenmişse ve eşi çalışıyorsa eşinin maaşı nafaka yükümlüsüne gelir sayılırken ailesi ile yaşayan nafaka alacaklısının diğer bireylerinin geliri neden sayılmıyor?Oysa yargıda cinsiyet eşitliği ilkesi mevcutken?!!
Kira nafaka yükümlüsüne gider sayılırken banka kredisi ile aldığı evinin taksitleri neden gider sayılmıyor? Üstelik sen ev almışsın mali gücün artmış denilebilirken borç neden göz ardı ediliyor? Nafaka yükümlüsünün bankadan aldığı konut kredisini nafaka artışlarından, mahkeme masraflarından ve avukatlık ücretlerinden ötürü ödeyemeyip icra yolu ile satılarak nafaka yükümlüsünün mülk edinme hakkının elinden alınmasına ne demeli?
MADDE 35- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Nafaka alacaklısı kadın aleni açıkça korunurken nafaka yükümlüsünün yanında yaşayan kadın neden korunmuyor? Şöyle ki her nafaka artışı nafaka yükümlüsünün yanındaki kadının ve çocuklarının yaşam standardının düşmesi gerçeği neden göz ardı ediliyor. Böyle bir uygulama sonucunda sosyal devlet anlayışı, insan hakları, eşitlik ilkesi konusunda söz etmek ne derece doğrudur? Kendimizi bir an nafaka yükümlüsü sayarak elimizi vicdanımıza koyup düşünelim? Bitmeyen bir borç, ölene kadar taksit!Bitirebilene aşk olsun Her yıl açılan artırım davaları ve buna bağlı pariental alienation adında bir psikolojik bunalım, mahkeme masrafları mahkeme boyunca biriken nafaka ödemeleri ile avukatlık ücretleri diğer yanda sosyal devlet ve eşitlik ilkesi ile insan hakları !?
Çoğunlukla nafaka artırım taleplerinin ihtiyacın ötesinde boşandığı eşten intikam almak için açıldığı gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Buna bağlantılı olarak nafaka yükümlüsünün evinde çıkan huzursuzluklar geçim sıkıntısı strese bağlı işteki verimsizlik, toplum ilişkilerinin düzensizliği ile bunalım sonucunda son zamanlardaki şiddet ve basına yansıyan konular vurdumduymazlığın birer göstergesi değimlidir sizce? O zaman diyorum ki çalışabilecek genç yaştaki bir insanının birden fazla yoksulluk nafakasının artırılmasını talep etmesi daha belirgin ifade etmek gerekirse nafaka alacaklısının avukat tutacak güce sahip olduğu halde “yoksulluk nafakası” talebiyle mahkemeye müracaat etmesi ne derece doğrudur.
Çocuğun babayla olan ilişkisinin kesilmesi veya kesilmeye çalışılması çocuğa verilebilecek en büyük zarardır. Çocuk için baba ilk aşkıdır ve bundan mahrum etmek ilerde önlenmesi güç hatta imkânsız psikolojik rahatsızlıklara yol açtığı uzmanlarca vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra 9-10 yaşındaki bir çocuğun mahkemeye çağrılarak fikir alınması o yaştaki bir çocuğun mahkemeyle tanıştırılması çocuğun yüreğinde anlam veremediği bir kargaşaya çekilmesine zemin hazırlamayı nasıl bir insan haklarına bağlanabildiğini daha açık bir ifade ile babanın öz çocuğunu parayla görmeye çalışması yasanın açıklarla dolu olduğunu insanlar tarafından kendi doğrultularında kullanıldığının göstergesi değimlidir.. MK. nun 2.maddesine aykırı bir davranış olduğunu kabul etmemek mümkün mü? MADDE 2.-( Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.) Yasa maddesi görünüşte nafaka yükümlüsüne bazı şartların varlığı halinde bu mükellefiyetten kurtulma şansı veriyor görünmekte ise de aslında bu pek mümkün değildir. Özellikle nafaka yükümlüsü bordro karşılığı çalışan sabit gelirli kimse ise neredeyse bundan kaçınma ihtimali bulunmamaktadır.Diğer taraftan sabit geliri olmayan nafaka yükümlüsünden ise nafaka hemen hemen alınamıyor..Burada kadın korunamıyor?Oysa kadından sorumlu bakanlık kurduk ya!! Hani insan hakları hani eşitlik ilkesi! Bunun yanında nafaka yükümlüsü nafaka ödememek için sabit gelirden vazgeçiyor diğer deyişle sigorta dışı çalışıyor birde yeşil kart adlımı ki rahatlıkla alabiliyor hal böyle olduğunda bundan devletin ilgili kademeleri de zarar görüyor. Kaldı ki boşanan eşin boşandığı eski eşini takip etmesi, onun gelir getiren bir işte çalışıp çalışmadığını, başkası ile nikâhsız yaşayıp yaşamadığını ayrı yerlerde yaşıyorlarsa bilmesi mümkün değildir.
Sonuç ne oluyor? Boşanan eş boşandığı eşinin sosyal güvencesi olmaya devam etmiş oluyor. Nafaka yükümlüsü ikinci defa evlendiyse hem ailesinin hem de boşandığı eşinin geçimini sağlamaya çalışmış oluyor. Tabiî ki verimli bir çalışma olursa. Yani olan dürüst vatandaşa oluyor. Olan sabit gelirliye oluyor. Bu aşamada ne eşitlik ilkesi kalıyor nede sosyal devlet anlayışı nede insan hakları ne de hakkaniyet ilkesi.. Görülen o ki Yoksulluk nafakası ile ilgili maddeler ivedilikle günümüz şartlarına uyarlanmalı güncelleştirilmelidir... Kadından sorumlu bakanlık kuruyoruz ancak kadını ne kadar koruyabiliyoruz gerçeğine daha geniş pencereden bakmak gerekiyor. Nafaka yükümlüsüne bunu ödeyeceksin derken nasıl ödeyebileceği gerçeği nede daha objektif bakmak gerekiyor. Bir taraftan nafaka alacaklısı kadını korurken nafaka yükümlüsü ile yaşamaya çalışanında kadın diğerler ininde çocukları olduğunu unutmamak gerekiyor.Anayasanın 2.Maddesini Hatırlayalım; “Türkiye Cumhuriyeti insan haklarını esas alan adil, demokratik, laik, sosyal ve dünyadaki her türlü gelişmeye açık bir hukuk devletidir..Resepsiyon ve Kodifikasyon kurumları arasındaki farklılık rahat bir şekilde neden göz ardı edilmektedir.?
MADDE 176 (Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.) Hükmüne yer verilmişse de; Telekom’un özelleşmesi ile başka kamu ve kurumlara atanan personelin maaşlarının dondurulduğu bilinmektedir. Ancak nafaka yükümlüsünün maaşının dondurulmuş olduğunu ve başkaca gelirinin olmadığını belgelediği halde nafaka artışının son 4 yılda 3 kez artırılarak devam ettiği görülmektedir. Diğer yandan ilk eşinden olma ve babası ile yaşamaktan başka çaresi olmayan “Reşit Olmayan Yetim bir çocuğun ”annesinden aldığı yetim aylığını şu veya bu nedenle mahkemeye malzeme yapmaya çalışması ve mahkemeninse bunu araştırması yasa koyucunun yasayı ülkenin sosyal ve kültürel yaşam biçimine uyarlamadığının göstergesi değimlidir.?Yukarıda da belirttiğim gibi uygulamada bir şeylerin ters gittiği açıkça görülmektedir.
Kısacası sosyal devlet ilkesi, eşitlik ilkesi ve insan haklarını savunurken bu uygulamaların hem nafaka alacaklısını hem de nafaka yükümlüsünü ve birlikte yaşadıkları insanları ve hatta devletin çeşitli kademeleri ile toplumun sosyal ve kültürel yaşam biçimini de mağdur etmekte olduğunu toplumda emsaller teşkil ettiğini şiddet olaylarının çoğaldığını görmemezlikten gelmemek gerekmektedir. Vurgulayarak belirtmek gerekir ki,var olduğu toplumun sosyolojik koşullarının yasa yapım sürecinde yasa koyucuyu münhasıran belli yönde davranmaya zorladığı,sosyal bir gerçektir.Nitekim,eğer toplum denen sosyolojik olgunun,kültürel ve sosyal yaşam tarzına aykırı nitelikte icrai ve uygulanması yaptırıma bağlanmış kurallar yasa hükmü olarak kabul edilse, uygulanma imkanının güçleşmesi ve normların içselleştirilmesi engellenmiş olacaktır.Bugün,din sosyolojisi denen bir sosyal inceleme alanının olması bize dinin de yaşam biçimini etkileyen asli sosyal olgulardan biri olduğunu ortaya koyan bilimsel emaredir. Dolayısıyla,toplumun genel eğilimini yansıtan bir sosyal olgu olarak dinin,yasa yapım sürecini etkilemesi kaçınılmaz bir durumdur.,hukuki nitelikleri açısından birbirinden farklı olan resepsiyon ve kodifikasyon kurumları arasındaki anlamsal farklılığın göz ardı edildiğini maalesef ortaya koyuyor.
Resepsiyon deyimi, bir ülkenin sosyal ve kültürel normlarına göre şekillenmiş yasal hükümlerin, kendi toplum yapısını göz ardı etmeden aynen alınması ve yasal zemine kavuşturulması demek iken,
Kodifikasyon ise başka bir ülkenin kültürel normlarının etkili olduğu yasal hükümler ve kurumların, iktibas edilecek ülkenin sosyal ve kültürel yaşam biçimine uyarlanması şeklinde cereyan eden bir yasa yapım sürecini ifade ediyor. Olması gereken hukuk, yasa yapım sürecinde resepsiyon değil, kodifikasyon olgusunun hakim olmasını gerektiriyor. Yasaların büyük ölçüde ülkenin gelenek ve göreneklerinin hukuk çerçevesi altında yaptırıma bağlanan kurallar bütünü olarak tanımlanması mümkündür. Her ne kadar gelenek ve görenek ile yasal süreç arasındaki ilişki, mutlak olmasa da yasa koyucunun toplumsal normları süreçten dışlayarak yasa yapması sosyal gerçekliğe aykırı bir ifade olur. Şunu belirtmek isterim ki, yasa yapım sürecinde yasa koyucuları toplumsal nitelikte normlardan soyutlamak gerçekliğe aykırıdır, etkileşim mutlak nitelikte olmasa da uygulanabilir norm tesisinde etkin bir unsurdur. Ancak soyut açıdan yasa koyucunun bu kültürel normlarla çelişecek yasal tasarrufunda bulunması mümkündür. Nitekim münferit bazı vakalarda bize yasa koyucunun bu anlamda mutlak bağlı olmadığını gösteriyor..Olması gereken olgu,resepsiyon değil,kodifikasyon edilen yasal nitelikte kurumların ülkenin sosyal ve kültürel yaşam biçimine uyarlanmasıdır.Bu husustaki yanlış algı toplumsal anlamda meşruiyet kazanmış görünmektedir. Yürürlükteki normları göz önüne aldığımızda, toplumsal ve kültürel normlardan ve uygulanabilir olmaktan uzak yasal hükümler azımsanacak boyutta olmadığını görmek gerektiği düşüncesindeyim. Diğer taraftan takdir edersiniz ki hukuk normları adaleti tesis etmek açısından işlevsel uygulanmayınca bu soyut adalet fikri somutlaşmayınca hiçbir anlam ifade etmiyor. Ayrıca sistemin aktif süjelerinden biri olarak şunu göz ardı etmemek gerekir ki nihai adaleti tesis etmekle görevli hâkimlerimizin hukuk yargılamalarında normları kadın lehine yorumlama şeklinde tezahür eden yaklaşımı bir gerçektir. Hatta Kanada hâkimleri de mütemadi olarak bu tavrı gösterince yargılamalarda bu durumu pariental alienation adında bir psikolojik bunalımla yani literatüre geçmeye değer bir olgu olarak görülmüş ve hâkimlere yargılama cinsiyet eşitliğini bozmamaları telakki edilmişti. Bürokratik mekanizmaların ruhuna da işleyen bu durumun salt ülkemiz adalet mekanizmasına tahsis edilmemesini, karşılaştırmalı hukukta da oldukça geçerlilik ifade eden olumsuz bir durum olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum...
Sayın Yetkililer bu yanlış uygulamaların düzeltilmesi refah ve medenice Anayasa ve insan haklarına uygun hayatımızı idame ettirebilmek için sizce daha kaç kadının / erkeğin ölmesi ile boşandıktan sonra tekrar kurulan yuvaların yıkılması gerekiyor!!?
Ben hukuk mensubu değilim eğitimini ise almadım. Yazdıklarım yaşadıklarımdan ve araştırdıklarımdan ibaret olup takdiri ise yetkili mercilerindir.
Burada yazılan tüm yazıları okumamakla birlikte bazı yazılarda kendisini boşayan hakime, eski eşine, mahkemelere, yasalara suç bulan, kendinde hiç bir zaman kusur görmeyen ve kadın erkek eşitliğini dümdüz anlayan bir zihniyetin olduğunu görmekteyim.Nafaka mevzusunda sıkıntı yaşayan ve mağdur olan elbette birileri var ve bu kişilere saygı duyuyorum lakin bir de şöyle bir kafa yaşayan hemcinslerinde yok değil;
Hayatım boyunca istediğim kadar kadınla evleneyim hatta istediğim kadar çocukta yapayım ama baktım sıkıntı oldu, hemen hop hiç bir sorumluluk almadan bekar hayatıma döneyim şeklinde egoist bir yaklaşımda yok değil.
Ya evlenirken hayatının sonuna(belki boşanırım diye evlenen varsa onun bilemem) kadar hastalıkta sağlıkta o insanla yaşayacağının bundan sonra kazancının da, edineceğin malların da ortak olduğunun(kanunende böyle) ve her şeyini onla paylaşarak sadakat bağıyla hayatını geçireceğinin imzasını atıyorsun.Ayrıldığın zamanda yasalar bu imzanın hesabını soruyor sana.Bunda anlamayacak, kendinden başka herkesi suçlayacak bir durum yok ki.Belki pozitif ayrımcılıkta bazen ipin ucu kaçıyor lakin tüm ihaleyi karşı tarafa, yasalara, feminist(!) hakimlere bırakmakta çok vicdani gelmiyor bana.Çuvaldızı da insan biraz kendine batırmalı.Saygılarımla...
sayın hukukcular ben buna bir ömür boyu bakmak zorundamıyım.türkiyede adalet denilen bişey yok kalmamış hakimler yargısız karar veriyor seni konuşturmuyor bile bide adalet var olmaz olsun. sen asgari ücretle çalışıyorsun bunu hesabını kim vercek beni bu duruma düşürenler allah onları ine deliginden deve gecene kadar dara düşürsün.tek dilegim bu.türkiyede erkegin yeri yok herzaman kadın madur.sonra derler kadın cinayetleri insanlar caresiz kalıyor ya kendine sıkıyor yada karşı tarafa.sırf bu adaletsizligin yüzünden.20 35 yaş arası kişi içbirzaman magdur olmaz yoksulluga düşmez işiz kalmaz.ama sayın hakimlerimiz öyle düşünmüyor.sözde adaleti saglıyorlar ya ama sözde sözde başka birşey demiyorum.