Printable View
Sayın HRMGR'nin forumun çirkinleşmemesi, kişisel çatışmalara sürüklenmemesi adına gösterdiği çaba, bırakın özür beklentisi yaratmayı, bilakis övgü ve teşekkürü hak etmektedir.
Bu yazıların "terbiyesizlik" olarak isimlendirilmesini anlamak ve hoşgörmek ise mümkün değildir.
YORUMSUZ (Burak ÖZDEMİR imzalı yazı, bir internet sitesinden aynen alıntıdır.)
Bundan yaklaşık 37 yıl önce Nur Cemaati liderlerinden (şimdinin nur yüzlü gönül adamı) Mehmet Şevket Eygi´nin söylemlerinden ve yazılarından etkilenen gençler, Beyazıt ve Taksim´de 6. Filonun Türkiye´ye gelişini protesto için toplanan işçi, memur ve öğrencilerden oluşan gruba saldırmış, polisin de çekimser tavrıyla büyüyen olaylarda 2 kişi ölmüş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı.(hoş bu nur yüzlü yazarımızın son vukuatı olmadı, en son olarak da Ayasofya ibadete açılmalı diye milleti birbirine düşürdü). 16 Şubat 1969´da, tarihe "Kanlı Pazar" olarak geçen bu olayları kışkırtan Mehmet Şevket Eygi´nin gazetesi "Bugün" de yazılar yazan ve en yakın çalışma arkadaşlarından olan Şule Yüksel Şenler, patronuyla beraber bütün Anadolu´yu gezerek kadınlara "başlarına türban bağlamazlarsa cehennemde cayır cayır yanacaklarını" söylüyorlardı. Olaylar bu şekilde gelişirken büyük mücahit Mehmet Şevket Eygi, aldığı bir hapis cezasından kurtulmak için hacca gidenlerle beraber kapağı Arabistan´a atmış, oradan yazdığı yazılarla halkı kışkırtmaya devam ediyordu.İşte bugün bizlerin "türban sorunu" diye bildiğimiz, bu olanlardan önce sorun olarak görülmeyen şey o dönemlerde ortaya çıktı.Ve çıktığı dönemde de yaratıcısının adıyla yani "Şulebaş" olarak anılmaya başlandı.
Peki bu olaylara devletin tepkisi ne oldu? Neden bazı şeylere göz yumuldu?
Atatürk´ün ölümünden sonra, iktidara gelen bütün partiler (özellikle Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat Parti ) oy uğruna dini gruplara tavizler vererek cumhuriyetin ilk yıllarında söndürülen gericilik ateşini yeniden yaktılar. Hatta Adnan Menderes vekillerine "Siz isterseniz hilafeti de getirirsiniz" diyebilecek kadar işi ileri götürdü. Kısacası yapının temelini İsmet İnönü harcını ise Adnan Menderes attı demek sanırım doğru olur.
Türban ve sıkmabaş nedir?
Asıl anlamıyla türban 19. yy da Fransa´da çıkan (HRMGR Notu:Fransa'ya da Afrika'daki sömürgelerinden gelmiştir) kadınların kullandığı bir tür şapkadır.Kenarları yoktur. Sözlükler türbanı " her türlü yumuşak ve ince kumaştan yapılmış, kenarları olmayan kadın başlığı" diye tanımlar.
Sıkmabaş ise Filistin´de ve özellikle de İran´da çıkmış son 30 yıldır bizim ülkemize de girmiş siyasal içerikli, İslamcı bir simgedir.Saçların tümü görülmeyecek biçimde kapatılır.Üzerine ayrıca bir örtü çekilir.Boğazdan sıkıca bağlanır.Bunun ne türbanla ne de başörtüsüyle bir alakası vardır. Anadolu´da annelerimizin ve büyüklerimizin başına bağladıklarıyla bunun hiçbir ilgisi yoktur. Başörtüsü, yüzyıllardır Anadolu kadınının başlarına koyup, fazla sıkmadan çene altında bağlayıp, uçlarını sarkıttığı bir aksesuardır. Saçı tümü ile kapatmaz. İşin özü sorun türban veya başörtüsü değil, siyasiler tarafından sulandırılmış sıkmabaş adlı 1 metrelik siyasi bez parçasıdır.
Peki dini açıdan türbanın zorunluluğu nedir?
Öncelikli olarak, bu soruya kim "Kuran´da türban takın denmiyor" diye cevap verirse ya yalan söylüyordur ya da konuyu hiç araştırmamış demektir. Muğla Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Rektörü Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı´nın verdiği bilgiler şu şekildedir: "Örtünme Kuran´da emir olarak vardır. Ancak inanç esasları içinde mütaala edilebilecek bir emir, namaz, oruç, Allah´a ve Peygamberlere iman gibi farz olan bir inanç esası değildir. Örtünme ikinci derecede feri bir hükümdür."
Peki bugünkü görünüm ne şekildedir?
Bugün, türban takana "tu kaka" diyen, bütün yaptığı din düşmanlığını Atatürkçülük adı altına gizleyen bir kesim ve bunlara muhalif kendini dindar sayan İslamda yeri olmayan Süleymancı , Fetullahçı , Nurcu , Nakşibendi gibi binbir kola ayrılmış bir kesim karşı karşıyadır. İlk gruptakiler nasıl din düşmanlığını Atatürkçülükle gizliyorlarsa, ikinci grupta Atatürk´e ve demokrasiye olan düşmanlıklarını İslamiyet adıyla gizlemektedirler. İslamiyeti ve başörtüsünü hor gören zihniyet, ne kadar islamiyete ve demokrasiye uymuyorsa, dinimizdeki devlete ve kurallarına saygı ve sadakati hiçe sayan bağnaz dincilerin ısrarları da o ölçüde islamiyete ve demokrasiye zararlıdır.
Amerika´nın dünyada ve Türkiye´de yıllardır körüklediği irticai hareketler artık sadece Türkiye´ye değil, bütün dünyaya hatta Amerikanın kendisine bile zarar verir duruma gelmiştir. Geçmişte toplumu sağcı solcu diye kamplara ayıran Amerikan emperyalizmi, bugün yarattığı sağcıları ve solcuları da kendi içinde parçalamıştır. Uğur Mumcu´nun ölümcül "Rabıta"sında güzel bir anektot vardır. Hollanda´da Kaplancılar için araştırma yapan ve bu sırada örgütün bir üyesiyle fotograf çektiren Mumcu´ya "altına bir müslümanla bir kafir yan yana yazın " denir. Çünkü bağnaz islamcılara göre laiklik ayrı bir dindir. Dinsizlik demektir. Kafirlik demektir...Bunu söyleyen kişinin müslümanlığı ne kadar geçerlidir bilinmez. Aynı şekilde başı her bağlı olana da terörist damgası vuran hep bir ön yargıyla yaklaşan solcu ve Atatürkçü olduğu sanılan yazarların da demokratlığı ve Atatürkçülüğü tartışılabilir.
Yazımın bu son kısmını bizlere bıraktıkları bu güzel miras için yaşayan ve rahmetli olan bütün devlet büyüklerine teşekkürle kapatmak istiyorum....
Atatürk´ten aldığı çizgiyi çok güzel yerlere çeken ve yaşatan rahmetli İsmet İnönü´ye; tek parti iktidarını hilafetle karıştıran ilk Amerikan piyonu rahmetli Adnan Menderes´e; bizleri tarikatların güzel yüzüyle tanıştıran sayın Necmettin Erbakan´a; omzundaki apoletlerin ve işgal ettiği mevkilerin hakkını sonuna kadar veren Marmaris fatihi, imam hatip çoğaltıcı sayın Kenan Evren´e; bu kadar yıl iktidarda kalıp, bu kadar darbe geçirmesine rağmen hiç ders almayan "bir bilene" ; uzun iktidarı döneminde tarikatçı kadrolaşmayı ve kültürel erezyonu had safhaya çıkardığı için Özal kardeşlere; solun Karaoğlanı sanılan fetullahçı şair, af üreticisi sayın Ecevit´lere; adını bile bilmediğimiz nice tarikatçı mücahit devlet görevlisine; şu anda iktidarda ve muhalefette tek olmalarına rağmen herşeyi daha da kötü yapan sayın Tayyip Erdoğan ve hizip uzmanı sayın Deniz Baykal´a; bugünkü sorunların görünüşteki yaratıcıları küçük piyonlar Mehmet Şevket Eygi ve Şule Yüksel Şenler´e; tarikat sandığınız bütün örgütlerin ajitasyon ustası şeflerine; sürekli gereksiz açıklamalarla insanların kafasını bulandıran din alimlerine; her sakallıyı ve türbanlıyı terörist sanan boyalı basının medya plaza maşalarına; Ve tabi ki bütün bu insanları bizlere verdiği için Amerika´ya sonsuz saygılar ve teşekkürler....
Siz olmasaydınız biz şimdi ne yapardık....!
Arkadaşlaryine türban sorununu gündeme getirdiler. Biz bu sorunu unutmak istiyoruz. Ancak, yazı yazan arkadaşlardan forumda daha önce de yazılmışyazıları okumalarını rica edeceğim. Temel ilke Laikliktir. Türbanı savunan arkadaşların dayandıkları bir nokta var. Bu allahın emridir ve islami yaşama tarzı diyorlar.
Bizzat bu savunmaları nedeniyle türbanın yazsaklanması gerekiyor. Eğer Lail bir devlette yaşıyorsak, inançlarımızı kendimize saklamalıyız. Daha önce de yazdım. Müslüman olan başını örtmek isterse, sih olan sarık takmak isterse, Hırıstiyan rahibe, tamamen kapalı gezmek isterse bu nereye varacak? Ama müslüman ülkeyiz, müslümanlar çoğunlukta demesin kimse. Demokrasi, azınlıkların da aynı haklara sahip olmasıdır.
Ayrıca bu sorunu özgürlük sorunu olarak da algılayıp, böyle empoze etmeyin. Zira herkes gibi, türbanı savunan arkadaşlar da biliyor ki; Türban takanların büyük bölümü, aile baskısı ile takmaktadır.
Türban belli bir yaşam biçiminde olan insanların üniformasıdır. Ve bu ünforma yaygınlaştıkça, kendisi gibi olmayanlara karşı saldırılar artmaktadır. Örnek isteyen, Fatih Ya da Sultanbeyli de, ya da Erzurum da veya ne bileyim, islami tesettürün hakim olduğu herhangi bir yerde, mini etekle gezsin ya da, Ramazan ayında dışarda bir şey yesin.
Haksızlığı yapan Öz Kardeşim olsa karşısında dururum. Bu sitenin en sevdiğim üyelerinden biri olan Sayın Commodore bence burada haksızlık yapmıştır.
Bu sorunu tartışma gibi bir derdim de yok. Açıkca söylüyorum bu benim de problemim değil. Hatta Türban takan insanları tanıdıkca türbana karşı bir antipati de duymaya başladım. Ama manevi değerlere saldırı başka şey. Konuyu tartışmak başka şey.
Bu ülkenin kuruluşundaki en büyük idollerden birisi de Maraşlı Sütçü İmamdı. Öylesine bir İdol ki adına üniversite bile açıldı.Başörtüsü benim için asla bir paçavra değildir. Ve samimi olarak takan herkesi desteklemeye devam edeceğim.O paçavra denilen şey benim anamında, bacımında kullandıkları bir giysi. Ve çok güzel giyinirler. Asla da paçavra giymezler. Bu söylem bana Kıbrıs krizinde ABD'nin söylediğini çağrıştırdı.
O söylemin Fransız-Ermeni devriyesinden bir askerin; Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez
sözünden ne farkı var.
http://www.ksu.edu.tr/data/bilgi/sut...m-kimdir-4.jpg
Katıldığım nokta bu tartışma bir kördüğüm kalp kırmaktan başka bir işe yaramıyor. Ve karşılıklı saygı ve güven olmadığı sürece de çözülemez. Bu tartışma bence ülkenin birliğine de zarar vermektedir.
Saygıdeğer arkadaşlar,öncelikle konu hakkında A kişisinin veya B kişisinin ne dediğinden çok bizim ne düşündüğümüz ve niçin böyle düşündüğümüz önemli.Hakarete varan yazıların bu güzelim sitenin içinde yer almaması gerekir.Burası elbetteki görüşlerimizi açıkladığımız yer olacak, ancak kin ve nefretimizi sergilediğimiz yer olmamalı.Ön yargılaradn olabildiğince uzaklaşmayı başaramadığımız takdirde söylenenler hep birer kısır döngü oluşturacak, bir adım dahi olumlu bir yol katetmiş olmayacağız.Bir de konuyu Türbana sabitlemek anlamsız.Türban veya başörtüsü her ne olursa olsun ve ilk defa nered kullanılmış olursa olsun bunun ne önemi var sizce.Önemli olan bayan arkadaşlardan bir kısmının başöörtmenin dinin bir gereği olduğuna inanarak bu örtme iişinide herhangi bir şekilede gerçekleştirmeye çalışmış olmaları.Bu Afrika kökenli Türban albileceği gibi başaka bir bez parçasıda olabilir.Buna takılıp kalmanın ne anlamı var anlamış değilim.Yani biz şimdi pantolunu,kravatı ve diğer erkek ve kadın kıyafetlerini başka birileri ilk kullnadı iye kullnamayalım mı?Elbetteki böyle saçmalık olmaz.
Düşünce ve yaşam farklılıklarına daha fazla hoşgörülü olmadığımız sürece işimiz gerçekten zor.Bir de bilmediğimiz konularda kimseyi aşağılamay hakkımız yok.Bu bağlamda Sayın commodore'nin yazısı tam bir talihsizlik örneği.Sayın Alisinkay'ın yazısını okuduktan sonra sanırım kendisinin yazısında bahsettiği imamın oynadığı uzun eşekden düşen karpuza dönmüştür.
Saygılarımla..
Saygılarımla..
Artık bu konu o hale geldi ki tarafların birbirlerini ikna etmeleri mümkün değil. Herkes kendi inandığı dünya görüşünü yazıyor ama diğer taraf kendi şartlanmışlığı içinde asla bu karşıt düşüncenin de doğru veya kabul edilebilir olduğunu düşünmüyor. Tez var antitez var ama sentez yok.
Commodore adlı üyenin yazısını dikkatlice okursanız ,analarımızın ninenlerimizin kullandığı oyalı tülbentlere veya başörtüsüne değil, kendisine "ideolojik" bir anlam yüklenmiş olan ama nasıl oluyorsa o çok karşı çıktıkları aşırı liberal dünya görüşünün eseri olan "moda" rüzgarına kapılıp "asgari ücret"ten bile pahalı "türban"a tepki gösterdiğinidemek suretiyle başörtüsüne asla paçavra demediğini anlayabilirsiniz.Alıntı:
Türban denen paçavrayı dini esea kabul etmek SALAKLIKTIR. Türbanı savunan DİNDAR değil DİNCİDİR. Dinimizin temelinde türban veya karaçarşaf yoktur.
Sanırım başörtüsü ile türban arasındaki farkın ne olduğunu hepimiz biliyoruz.
Yazıdaki türban-başörtüsü kavramlarına takılıp da, yazıda anlatılan türbansızların giremediği oteller, haşemalı olmayanların plajlarda yüzemediği, çocuk masallarının dahi siyasi modellerine uygun "tahrif" edilmesi, küfür düzeni dedikleri bu düzende vergi vermeden yaşanması gerektiği düşüncesi, Allahı kitabı alet ederek saf müslüman insanların birikimlerine el konulması gibi konularda neden düşüncelerin açıklanmadığını asıl sorgulamak gerekir. Evet, bu düşünce biçimi laik cumhuriyeti değiştirmek ve dönüştürmek gayreti içindedir. Haklı olarak sorulmaktadır, gün gelir de benden başka etrafımda başı açık kalmaz ise bana hoşgörü gösterilecek midir? Hiç sanmam.Muhtemeldir ki sonucu recm olacaktır.
YORUMSUZ
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz, islam dininde başörtüsünün yeri olmadığını ve Kuran'da da başörtüsünün farz olduğuna dair herhangi bir ayetin bulunmadığını ileri sürdü. Doç. Dr. Filiz, başörtüsünün Yahudilikte bir gelenek olduğuna dikkat çekerek, Yahudi geleneğinin İslamı etkilediğini iddia etti.
Hürriyet-DHA-Doç. Dr. Filiz, başörtüsünün İslam dininin bir emri olmadığını savunarak, bu konuda şu görüşleri ileri sürdü:
Dini temeller bakımından başörtüsü, kesinlikle dinin bir emri, ya da farz ibadeti değildir. İnançla da ilgili uygulanan bir ibadet olmadığı halde, sanki dini bir emirmiş ve farzmış gibi yansıtılıyor. Başörtüsü takılmadığı takdirde de, dini yönden büyük cezaları varmış gibi hareket ediliyor.
Burada, siyasi ve sosyal anlamda çözüme ilişkin kamusal bir dinsellik yaratılmıştır. Normalde başörütüsü ile ilgili olduğu belirtilen ayetlerde Nur Suresi 30,31, 33. Ahzab Suresinin 59uncu ayetlerinde, sadece bir tanesinin başörtüsü ile ilgili olduğu iddia ediliyor. O da Arapların, İslam öncesinde başlarına taktıkları örtünün çeki düzeni ile ilgili bir ayettir. Daha önce Arap kadınlarının göğüsleri ve pek çok bölgeleri açıktı.
Hatta Kabe'yi bile çıplak tavaf ederlerdi. Çıplak tavaf etmenin bir fazilet olduğunu düşünürlerdi. Örtünme ayetleri, gerek kadının, gerekse erkeğin her ikisine birden geçerlidir. Temel, kaba avret yerlerinin açık olmasından dolayı toplum içinde hoş karşılanmayan kaba avret yerlerinin (ön ve arkalarını) ve kadınların göğüslerinin örtülmesine yönelik emirlerdir.
Ama son dönemlerde başörtüsü siyasallaştığı için, kamusal bir dinsellik yaratıldığından dolayı, insanın temel örtünmesine ilişkin ayetleri, tamamen başörtüsü simgesinde toplamışlar ve bunun bir farz ve emir olduğu söylenmiştir. Başörtüsüne özgürlük ve kadına özgürlük, tamamen siyasi ve sosyolojik bir hadisedir. Başörtüsünün farz olduğunu kimse iddia edemez.
KURAN'DA BAŞÖRTÜSÜ DEĞİL, HIMAR GEÇİYOR.
Kuran da başörtüsü ifadesinin yer almadığını savunan Doç. Dr. Filiz, Kuran-ı Kerim'de sadece Hımar kelimesi giçiyor.Hımar kelimesi, normal bir örtüyü ifade etmektedir. Başörtüsünü değil. Giysi sıkıntısının çekildiği, hatta çıplak ibadet edildiği dönemde, Kuran-ı Kerim'in söylediği şuydu: Nasıl Hz. Adem ile Havva'nın cennet açıldığında ön ve arkaları açılınca, doğal olarak, kendi yaratılışları icabı örtündülerse, siz de öyle örtünün demektedir. Yoksa başınızı, saçınızı örtün, örtmediğiniz takdirde yaptığınız haramdır anlamına gelmez. dedi.
KADININ İNSAN OLDUĞUNU HAZMEDEMEDİK
Doç. Dr. Filiz, Başörtüsü söyleminin arkasında yatan unsur; İslamın, insana ve kadına vermiş olduğu hak ve şeref payesini, henüz islam toplumu içine sindirebilmiş değildir.
Kadını, insan diye görmeyen kültürden gelen müslümanlar, henüz daha islamın, kadını insan olarak görmesi emrini hazmetmiş değiller. Hala daha akademik seviyede bile cariyeler ve hür kadınlar şeklinde ayrımlar vardır. Hatta, deniyor ki, Hür kadınlar örtünür de, cariyeler örtünmez. Peki kim bu cariyeler, denince. Buna cevap yok. Burada başörtüsünün, belirli sınıfa ait hür kadınların, bir simgesi olarak gösterilmesi ve başını açanların ise kadın bile sayılmadığı söylemleriyle karşılaşıyoruz dedi.
Hz. Muhammed'in de başörtüsü ile ilgili net bir hadisinin bulunmadığını belirten Filiz, başörtüsü ile ilgili olan rivayetlerin birbiri arasında çelişki içerdiğini söyledi.
YAHUDİ GELENEĞİ İSLAMI ETKİLEDİ
Başörtüsünün Yahudi geleneği olduğunu da anlatan Doç. Dr. Filiz, Tevrat ve Talmud'da başörtüsü ile ilgili ayetlerin bulunduğunu belirterek şunları söyledi:
Yahudi geleneğini inceledim. Yahudilerde, Başörtüsüz kadınlar iffetsizdir, namussuzdur. İffet ve namusun korunmasının ölçüsü baş örtüsüdür.
Baş çirkindir, örtülmesi gerekir. Başörtüsüz hiçbir kadın dışarı çıkmamalıdır denilmektedir. Yahudi geleneği direkt olarak İslam'ı etkilemiştir. Yoksa İslam'da başörtüsü kesinlikle söz konusu değildir. İslamda, oruç tutmadığınızda, tutmadığınız orucu ya sonradan tutarak telafi edersiniz, ya da parasını ödersiniz.
Başörtüsü, örtmeyenler ile ilgili kesin bir ceza yoktur. 76 tane temel farzdan bahsedilmektedir. Bu 76 farzda kesinlikle başörtüsü geçmemektedir. Kesin bir dini emir diyeceksiniz ve yapmayan hakkında da bunun bir cezası yok diyeceksiniz. Allah ile kul arasında diyeceksiniz. Allah ile kul arasında ise, kamusal alana dinsellik taşınmak isteniyor. Dinsel kanıtlarda dil oyunu yapılıyor.
Konunun fazla sapmamasını ümit etmekten başka yapabileceğim bir şey yok maalesef...
Bu konu daha çok tartışılacağa benziyor. Tartışılması da doğaldır, zira ülke gündemindeki önemli sorunlardan biridir. Ancak tartışırken ölçünün kaçtığı ve her iki kesimden de incitici ve kırıcı ifadelerin seviyeyi düşürdüğü görülmektedir. Bu bağlamda sayın commodore1tr'nin ifadeleri bence de oldukça kırıcı ve inciticidir. Çünkü bu ifadelere göre biz türbanı savunmakla hem salaklık ve hem de dincilik yapmış oluyoruz.
Oysa ben dindar da değilim dinci de değilim, ama türbanı savunuyorum. Bugün liberal sol ve liberal sağ aydınların tamamı türbanı savunmuştur ve savunmaktadır. Bu konuda yapılmış araştırma ve anketlerde halkın büyük çoğunluğu türban konusunda kılık kıyafete müdahale edilmemesini istemektedir. Daha önce de bu forumda türban veya başörtüsü konusunuda hep bilimsel araştırmalardan örnekler vererek savunma yaptım. Bu bilimsel araştırmaları yapanlar da islamcı kesim değil, TESEV gibi sosyal demokrat bir kuruluş veya o doğrultudaki bilim adamlarıdır.
Kuranı Kerim'de başörtüsü var mı yok mu tartışması da aslında sorunu çözmez. Çünkü sonuçta bu konudaki ayetleri her ilahiyatçı kendine göre yorumlamaktadır. Aynı ayetle ilgili yorumlarda bazıları yasak var bazıları hiç bir yasak yok sonucuna ulaşmakta.
Bu nedenle türbanın (ya da başörtüsünün) hukuk devletindeki dayanağı din kuralları değil, bireylerin kişisel tercihlerine saygı kuarlı olmalıdır. İnsanlar başörtüsünü bir çok sebeple kullanabilir. Bu sebepler; dini sebep, siyasi sebep, moda vs. olabilir. Hangi sebep olduğu benim için önemli değlidr. Önemli olan o kişinin hangi sebeple olursa olsun tercihine saygı göstermektir. Bu sebep çok kullanılan ve sanki suçmuş gibi lanse edilen "siyasi simge" sebebi dahi olabilir. Bir zamanlar sol görüşlü üniversite gençliğinin parka giymesi siyasi simge değil miydi ve yasak mıydı? Ülkücü gençliğin ve solcu gençliğin bıyık tipleri siyasi simge değilmidir? Uçuk profösör Yalçın Küçük'ün sürekli olarak üzerinde bulundurduğu kırmızı kaşkol siyasi semge değil mi? Siyasi simge olsa ne olur? Bu konu temel hak ve özgürlükler sorunudur.
Liberal (özgürlükçü) bir hukuk devletinde bireylerin bu tür tercihlerine kısıtlama getirilmesi istisnaidir. Kamu kuruluşlarından hizmet alanlara kısıtlama getirilmesi temel hak ve özgürlüklere aykırıdır. Hizmet veren kamu görevlilerine (memurlara) kısıtlama geitirilebilir ama hizmet alanlara getirilmesi o ülkeyi baskıcı bir model haline getirir. Hastanede hastalar, adliyede vatandaş, üniversitede öğrencinin kısıtlanması (başını açmaya zorlanması) benece özgürlüğün yok edilmesi demektir. Özellikle de özgürlüğün en geniş olması gereken üniversitelerde bu uygulama oldukça yanlıştır. Zaten çağdaş dünya bu yasağı anlamakta zorlanıyor. Çağdaş dünyada üniversitede bu tür yasaklar yoktur. Orada sadece lise ve daha alt kademedeki okullarda kısıtlama var.
Hem kadınlar okusun diyoruz, hem de okumak isteyeni başı kapalı diye üniversiteden dışarı atıyoruz. Hani hayatta en hakiki mürşit ilimdi. Neden bu kızları en hakiki mürşit olan ilimden mahrum bırakıyoruz. Bu okullarda din değil, hukuk, siyaset, fen, ekonomi okutuluyor. Bunlardan niye yoksun bırakıyoruz? Kaldı ki bu kızlarla aynı düşüncede olan erkekler niye okula girebiliyor? Burada da bir kadın erkek ayrımı yok mu? Oldu olacak bari bu düşüncedeki erkeklere de bir siyasi simge yakıştırması bulalım da onları okuldan kovalım..
Bu konu bizdeki ulusal solun (ben solu ulusal değil, entarnasyonal bilirdim) konulara çok dar yaklaşımının bir sanucu olarak görüyorum. Bu konuda kendileri islamcı olmayan Prof. Dr. Nilüfer Göle'nin, Prof. Dr. Elizabet Özdalga'nın, TESEV'in araştırmalarını dikkatlere sunmak istiyorum. Bu araştırmalar başörtüsünün (ya da türbanın) korkulacak birşey olmadığını söylüyor.
Kaldı ki başörtülüler homojen bir topluluk da değildir. Bunların içinde çok farklı düşüncede olanlar vardır. İçlerinde bizzat tanıdığım; laiklikle, Atatürk'le hiç bir problemi olmayanlar da vardır.
Sayın HRMGR'nin oldukça makul ve seviyeli görüş ve üslubunun da dikkate alınrak konuya seviyeli bakmak ve kişileri kırmadan tartışalım.
Biz türbanı savunurken, burada türbanı savunan semyy gibi "bir imama sordum, imam şöyle dedi" gibi saçma hikayelerini de eleştirdik. Yani gözümüzün birini kapatıp da bakmıyoruz.
Özgür bir ortamda kardeşçe yürümek dileğiyle saygılar sunuyorum.
Yazımdan sonra hemen ilk yanıta yanıt vermememin nedeni neyin nasıl anlaşıldığını anlamaya çalışmaktan ibaretti.
Görüyorum ki bir takım çevrelerin isteği ve yönlendirmesi sonucunda genç beyinlerin dahil oldukça etkilendiğini görmekteyim.
Din ile inanç yapışık kardeş gibidir. KİMSENİN AMA KİMSENİN BUNLARLA OYNAMA HAKKI YOKTUR. Türk geleneği olan vede kısmi bir dinsel örtünme simgesi olan BAŞÖRTÜSÜDÜR. Allı dallı el yapımı göz nuru TÜLBENTTİR YEMENİDİR. 1400 yıllık TÜrk islam geleneğinde bu budur. İslam dini ve inancının ortak sentezide bunu işaret etmektedir.
Okuma alışkanlığı olmayan bir toplum olduğumuzdan önceki yazıları okumadan yazı yazmak hoş değildir. Nitekim Sayın HRMGR son üç iletisinde oldukça doğru ancak tam yeterli olmayan fakat tamamen yerinde açıklamalarda bulunmuştur. Bu forumun başındaki ilk yazılarımda ben dahada geniş olarak bu olayı anlatmış idim. Dikkat buyurursanız tüm düzgün yazıların temelinde TÜRBAN diye bir olgu bulunmamaktadır. Çünkü Türban diye bir giyisi İSLAMDA YOKTUR. İran ın çok katı dinci bir kesimi ile Fransız sömürgelerinde 18. yy sonu ile 19. yy başında ortaya çıkan bir olaydır. Ve enteresandır belirli bir süre Fransız sosyetesinin ve bazı aktristlerin modası olmuştur. (BKNZ. Sophia Loren ) Hepimizin bildiği bir gerçek ise islam dininin bu tarihlerden çok daha çok önce ortaya çıktığıdır. 610 yılında İslam tam olarak çıktı desek ve bunun 23 senesini peygamber ile geçirdiğini kabul edersek o zamanlar TÜRBAN ın neden olmadığını sorgulamak hatalı olmaz sanırım. Ama nedense bazıları bunu açıklamak asla istemez. Hatta o zaman ki yaşam koşullarını kadınların durumunu dahi açıklamazlar Kutsal kitabın pek doğru olmadığı belli çevirileri nedense çok itibar görür o kişilerde sayın HRMGR nin yakaladığı hata sadece birisidir. Şimdi biraz bakalım...