-
Re: Din, İman, Türban, Don, Kadın ve Kurufasülye İşte AKP İşte Öykü...
Ben bir özgürlük sevdalısıyım.
Özgürlüğü, insan zekâsının, onurunun ve mutluluğunun içinde filizlenebileceği biricik ortam olarak değerlendiriyorum.
Özgürlük derken, devlet tarafından bağışlanan, ölçülüp biçilen, düzenlenen özgürlüğü kastetmiyorum; zira böyle bir özgürlük, halkın büyük bir kesiminin köleliğine dayanarak küçük bir azınlığın ayrıcalıklarını temsil eden ebedi bir yalandan başka bir şey değildir.
Bireyci, egoist, aşağılık ve sahte özgürlüğü de kastetmiyorum; böyle bir özgürlük, bireylerin haklarını zorunlu olarak sıfıra indirecektir.
Hayır, ben, ismini hak eden tek özgürlüğü, hepimizin iç dünyasında saklı duran tüm maddi, entelektüel ve ahlaki yeteneklerin tam gelişimi anlamına gelen özgürlüğü kastediyorum; bireysel doğamızın yasaları dışında hiçbir kısıtlamayı kabul etmeyen özgürlüğü kastediyorum.
Bu yasalar herhangi bir dışsal yasa koyucu tarafından bize dayatılmadığı ve bizden daha üstün olmadıkları için, sonuç olarak özgürlük üstünde hiçbir kısıtlama yoktur.
Bu yasalar sübjektiftir, bize içkindir; varoluşumuzun temelini teşkil ederler.
Bu yasalardan kurtulmaya çalışmak yerine, özgürlüğümüzün bu yasalar içindeki gerçek koşullarını ve etkin kaynağını görmeliyiz;
başka birinin özgürlüğü benim özgürlüğümü sınırlamadığı gibi, özgürlüğümü onaylayarak daha da genişletir;
eşitlik içinde dayanışmayla iç içe geçen bir özgürlük.
Acımasız bir güç ve bu gücün her zaman gerçek ifadesini bulduğu otorite ilkesi karşısında galip gelen özgürlüğü kastediyorum.
İnsanlığın evrensel dayanışmasını esas alan yeni bir dünyayı inşa edecek olan özgürlüğü kastediyorum.
Kararlı bir ekonomik ve toplumsal eşitlik savunucusuyum, çünkü böyle bir eşitlik olmaksızın, ulusların refahının ve bireylerin özgürlüğünün, adaletinin, insanca onurunun, ahlakının ve maddi refahının bir yalan yığınından başka bir anlama gelmeyeceğine inanıyorum.
Özgürlüğü insanlığın ilk koşulu olarak savunduğum için, dünya çapındaki bir eşitliğin sağlanması gerektiğine inanıyorum.”
Mihail Bakunin
*ne tanrı, ne devlet!! Aşk, aşk Hürriyet:iyi:
-
Re: Din, İman, Türban, Don, Kadın ve Kurufasülye İşte AKP İşte Öykü...
*Entia non sunt multiplicanda praeter necessitatem
Zorunlu olmadıkça varlıkları çoğaltmamak gerekir.
Ockham'lı William,
Şimdi bu ilkeye göre; sakalımız yok ki lafımız dinlensin, foss bir tespit.
Ama bu sadece tespit değil ki, hatta vallahi billahi ben söylemedim, literatürlere geçmiş deyimlerimizden biri.
Kültürümüze ait böyle bir deyim, bu memlekette "sakal eşittir itaat" anlayışının hayli etkin olduğuna da delalet eder.
Öyleyse bu başlığa bir de 'sakal' kavramının ilavesi bence şart.
Ayrıca; sakal ve türban aynı mahiyette değil mi?? Biri erkek, biri dişi,
Ama kadınlar dişli çıktılar,,,, üstelik erkeklerde kadınlar koşulsuz destek verdiler, onlarla omuz omuza mücadele ettiler!!!!
Şaşırtıcı bir dayanışma???? da; merak edilmeli yine de, erkekler bu feragati neden yaptılar?
_________
Can Dündar ve 'Sakal'
Kabil'de Taliban cinnetinden kurtulanların, şehir meydanında bir günah abidesi gibi direğe bağlanmış teyp bantlarını çözüp notaların zincirini çözmesi ve şehre gümbür gümbür müzik yayını yapması ne muhteşem bir görüntüydü.
Ya, tıraş yasağından dolayı püsküle dönmüş sakallarını kestirmek için sevinçle berbere koşan Afganlar?...
Ben Berberler Derneği'nin yerinde olsam o fotoğrafı afiş yapar, altına da "Tıraş özgürlüktür" yazardım.
Kudret Emiroğlu, "Gündelik Hayatımızın Tarihi" kitabında (Dost, 2001) 1910'da Osmanlı Meclisi'nde yaşanan bir tartışmayı anlatır.
Osmanlı tebasına hüviyet cüzdanı verilmesini öngören bir yasa görüşülmektedir. Ancak yasada bu cüzdana "sakal renginin yazılması" hükmü de vardır. Bazı mebuslar sakal kesilebileceği için bu hükmün gereksiz olduğunu anlatır. Bunun üzerine Amasya Mebusu Fazıl Arif Efendi kalkıp onlara haddini bildirir:
"Vicdanlı, hamiyetli bir insan, hiçbir vakit sakalını tıraş etmez. Bıyık ve sakalı kazıyanlar, birtakım adi sahtekarlardır."
Aynı kitapta, bu tartışmadan yıllar önce "Türkiye'nin ilk gazetecisi" sayılan Şinasi'nin sakalını kesti diye memuriyetten atıldığı da hatırlatılıyor.
Bugün bize "bir tutam tüy" gibi görünen şey, bir asır önce atalarımızın "kimlik kartı"ydı.
Şimdi daha yakın tarihten bir başka sahne anımsatacağım:
Sene 1983...
YÖK, bir "Kılık - Kıyafet Yönetmeliği" yayımlayarak üniversitede sakalı yasakladı. Sadece öğrencilere değil, öğretim üyelerine de...
Akademisyenlere "Ya berbere, ya kapıya" denildi.
Bu dayatmaya "Kapıya" diye karşılık verenler üniversiteden atıldı.
O dönem sakalını kesmeyi reddedenlerden biri olan hocam Alaaddin Şenel, gerekçesini çalıştığım Yankı dergisine şöyle açıklamıştı:
"Sakalımı kesmek için harcadığım zamanı hesapladım: Ayda 300, yılda 3600 dakika ediyor. Ben bu süre içinde bir kitap çevirdim."
O günleri hatırlıyorum; sakallarından çok, giyim - kuşam ve düşünce özgürlüklerine sahip çıktıkları için üniversiteyi terk etmek zorunda kalan hocalarımızı uğurlarken üniversite, zihniyet olarak bana "Taliban karargahı" gibi görünüyordu.
"Sakal mecburiyeti" ile başladığı bir yüzyılı, "sakal yasağı" ile kapatmış bir ülkenin evlatları olarak artık anlamamız gereken şey şu:
Sakal kesebilme özgürlüğüne inanıyorsak, sakal bırakabilme özgürlüğüne de aynı şekilde sahip çıkmalıyız.
Bağnazlığın alternatifi, yeni tür bir bağnazlık olamaz.
Sakal kestirmeyen yobazların karşısında demokratik tavır, "Bütün sakallar kesilecek" zorbalığı değil, "Sakal, kişi haklarındandır. Dolayısıyla devletin ilgi alanı dışındadır" yaklaşımıdır.
Demokrasileri, diktatörlüklerden ayıran şey, kişilik haklarına ilişkin eski yasaklar yerine yeni yasaklar getirmesi değil, o haklara saygı göstermesidir.
O yüzden Taliban kafasına nasıl karşı çıkıyorsak, üniversite kapısında ("keçi"ydi, "top"tu, "çember"di demeden) sakal kesen o militarist kafaya da aynı kararlılıkla karşı çıkmalı, "tıraş özgürlüğü"nü savunmalıyız.
Yeni çağ, Taliban dayatmacılığına da, kışla yasakçılığına da sakalı kaptırmamalıdır
-
Re: Din, İman, Türban, Don, Kadın ve Kurufasülye İşte AKP İşte Öykü...
Çok güzel bir dönüş tebrik ederim. Bir alınmayın dedim bu kadar birbirinden hoş yazılar dizisi geldi. Ben zaman zaman size böyle laflar atayım en iyisi...
Alıntı:
Bu foruma katılımım ve ortaya koyduğum fikir ve içerikler çok çok çok değerlidir.
Hiç kimseye yöneltilmediği halde; hiçbirinizi tanımam bilmem üstelik
Öyle olduğuna kesinlikle katılıyorum. Bu forum uzun süreden beri zevkle okuduğum iki üç forum arasına rahat girer. İlk iletilerdeki ileti açma sevdalısının araya yaptığı anlamsız giriş bile bir tat verdi. Oda forum açma özgürlüğünü nasıl kullanacağını öğrenme özgürlüğünü burada kullandı. Öğrendi ama nedense sonra yok oldu...
Sizi okurkende büyük keyif alıyorum hem bu forumda hem diğer forumlarda. Yazılan onca şey arasında çöldeki vaha gibi geliyorsunuz inanın çoğu zaman.
Bu forumlar onaya tabii biliyorsunuz. Emin olun çoğu yazıyı hale bazılarını okurken patlıyorum. Bazılarının ne dediğini de anlamıyorsunuz ya bazen ''offf'' derken sizin yazınızı okuyorum güzel oluyor.
Bence insan kendi fikrinide sonuna kadar savunabilmekte özgür olmalı. Hakaret ve kavga etmeksizin tabiiki işte o yüzden yazdığınız.
Alıntı:
Bu foruma herhangi bir katılım yapmayı düşünmüyorum, Teşekkür ederim
sözü hoşuma gitmedi. Siz bildiğiniz gibi yazmaya devam edin bence. Çünkü sayın commodore1tr ın anlattığı son öyküdeki kız gibilerine çok ihtiyacımız var bu dönemde.
Ben birdahadüşün ü bulana kadarsanırım o bi rdaha düşünüp ortadan kaybolmuş. Kendince fikrini belirtmiş hoş görünüz geçiniz. Sayın Akademik Sultan'da biraz muzipliğine yapıyor o da belli. Yazıları düzeyli azıcıkta neşeli sanırım doçent oldu ataması yapıldı keyfi yerinde... Biraz kızdırmaktan bir şey olmaz.
Saygı ve sevgilerimle.
-
Re: Din, İman, Türban, Don, Kadın ve Kurufasülye İşte AKP İşte Öykü...
Alıntı:
Akademik Sultan rumuzlu üyeden alıntı
Susmayın efendim:) Sustukça sıra size gelecek..
Farkında değilsiniz ancak kadınları anlamazlıkla itham ediyorsunuz. Kendi kişisel çıkarımınız dahi olsa Bunun gerekçesini de vermeniz ve alacağınız tepkilere karşı da hazırlıklı olmanız gerekir. Zira hiç bir kadının kendisine ilişkin sorunlarda duyarsız olduğunu düşünmüyorum. Bazıları daha az, bazıları daha fazla. Anlama kapasitelerimiz)) ise birbirinden farklı olmakla birlikte erkeklerle kıyaslayarak kadınları anlamaz ilan etmek hoş değildir..Sizin yaptığınız bu idi, bundan dolayı tepki aldınız..
Özgürlüğünüze sınır getirmek benim haddime değildir. Sizin de benim özgürlüğüme aynı şekilde. Yasal çerçevede bunu kullanırız.. Sizden kısa ve öz yanıt istemem size baskı koyma değil aksine anlamamızı:) kolaylaştırma açısından gereklidir..
Bugün beni kızdırmaz hiç bir şey))) Valla çok keyifliyim..aslında şu yazılan cümle kolay yutulur bir şey değil ama, bu kadar yanıtı kafi buluyorum..
Sayın cognis.. yanıt yukarıda koyu hale getirilmiş kısımda gizlidir. Daha önce yazmış olduğum için tekrar yeni bir şey eklemeye gerek duymadım.
Alınganlıklar konusuna gelince, alınılması gereken durumlarda elbette alınılmalıdır. Kişiliğinize yönelik herhangi bir şey söylenmemiştir. Ayrıca sadece sizinkiler değil burada ileri sürülen tüm fikirler sırf insanlar inananarak yazdıkları için değerlidir. Katılırız katılmayız doğrudur yanlıştır ancak yine de değerlidir..Çünkü bizlerden bir parçadır.. Tüm yazdıklarıma tekrar bakın isterseniz onları da arkadaki sayfalardan öne alalım ,yeniden inceleyelim.. Bugün de keyfim yerinde, sınav sonucum çok iyi geldi. Yine beni hiç bir şey kızdıramaz:)
Saygılar:)
-
Re: Din, İman, Türban, Don, Kadın ve Kurufasülye İşte AKP İşte Öykü...
Hımm.. Ne güzel forum olmuş bu. Neyse bugün en azından şimdi bu tartışmaya girmeyeceğim. Tarihteki kısa gezintimize ara vermeden bir yok yok iki olay daha anlatayım sizlere önce ikincisini anlatayım.
Şimdi diyeceksiniz ki 1914 1915 yıllarında kadınlarımız ve erkekler daha mı özgürlükçüydü. Hiç mi buişlere karşı çıkan çarşaftı peçeydi savunan uğraşan yoktu.. Vardı olmaz mı hemde çok. Hele birisi çok ilginçtir . Onu arz edeyim size...
21 Ağustos 1915 ;
Osmanlı imparatorluğu can havliyle dört bir yanda savaşmakta. Cephelerin teki hariç hemen hemen hepsinden kötü haber gelmekte Osmanlı İmparatorluğu tam anlamıyla inim inim inlemekte. Ertesi gün Çanakkale savaşının tarihini değiştirecek olan 2. Anafartalar zaferi olacağını kimse bilmiyor ve 2. Anafartalar savaşı başlamış durumda.... Diğer tüm cephelerde toz duman...
Aynı gün günümüzde din tacirlerinin kullanacağı Çanakkale zaferindeki ''bulutun bir taburu yok etmesi'' olayıda yaşanıyor. Bizim dinciler sallar ama bilmezler o olayın tarihide 21 Ağustostur. Gerçi dedikleri olmamıştır ama olsun varsın genede ben söylemiş olayım. O apayrı bir öyküdür burada şimdi yeri yoktur. Konumuzla ilgisi yok ha birileri çıkar ''kadın bulut gibidir''derse o başka o zaman onuda bir yerlere sıkıştırırız.
Böyle bir durumda Osmanlı İmparatorluğunun Harbiye Nazırı aynı zamanda Genel Kurmay Başkanı ve padişah adına Başkomutan olan kişiden ne beklenir ? Ordularının durumunu takip etmesi en ciddi çarpışmanın yaşandığı Çanakkaley'le bizzat ilgilenmesi, taktik ve stratejik çalışmalar yaptırıyor olması. ordunun ihtiyaçlerı için uğraşıyor olması beklenir değil mi? Peki bizm bu görevlerdeki şahsımız ne yapıyor 21 Ağustos 1915 te ???
Enver Paşa hışımla odasına daldı. Enver Paşa ki Osmanlıyı durduk yere dünya savaşının içine atan gizli anlaşmayı yapan gizli emri veren şahsiyettir. Hışmını görenler cephelerde bir şey oldu sandılar. Ama Enver paşanın gözü cephe bile görmüyordu. Derhal merkez komutanını çağırttı. Ters bir şey olmuştu ama ne ?
Merkez komutanı koşarak gelid selamını çaktı. Enver paşa
'' Duydun mu duydun mu ?'' diye dehşetle sordu. Merkez komutanı hiç bir şey duymamıştı kaldıki neden bahsedildiğini bile bilmiyordu ki...
'' Kadınlar yeni bir moda yaratmak istiyorlarmış. Bu moda da çarşafların etek boyunun ayak bilekleri görünecek kadar kısa olacakmış...'' dedi sustu Merkez Komutanının tepkisini görmek için yüzüne baktı. Tepki yoktu belliki Merkez komutanı hala anlamamıltı dehşetli olayı... Çığlık atar gibi konuştu...
'' Derhal bir bildiri yayımlayalım Gazetelere verelim. Kadınların çarşaflarının etekleri ayak bileklerini gösterecek kadar kısa olmayacak. Bu emri dinlemeyenler göz altına alınacak... '' ve ekledi '' koş koş...''
Ertesi gün Gazetelerin baş sayfasında 2. ANAFARTALAR zaferi 3. Sayfasında ise Osmanlı Harbiye Nazırlığı'nın kadın Çarşaf eteği boyu bildirisi vardı....
Ee anlayın artık Osmanlı birazda neden battı.... Ve ne gariptir ki o gün Çarşafı peçeyi savunan orduyla bugünün ordusu tam zıt şeyi savunuyor. Aslında bu bize çok açık başka bir şeyi gösteriyor ama bunun da yeri şimdi değil...
-
Re: Din, İman, Türban, Don, Kadın ve Kurufasülye İşte AKP İşte Öykü...
Tarihte gezinmeyi sanattan başladık sanatla yapalım. Hemde sezon finaline yakışır bir kişilikle İlk lerin ve acıların öyküsüyle hatta bir efsane öyküyle...
Ondan sonrada ben sezon finali oldu diyip belirli süre kayıplara karışayım nasıl diziler teker teker gidiyor. Belirli bir süre sonrada kaldığımız yerden devam ederim. Ama devamde konuda azıcık değişeceğinden gene günümüzde dolaşacağım öncelikle Şimdiden allahasmarladık. Zaman zaman yoklarım o kadar...
1902 yılında istanbul kadıköyde Dr. Sait Paşa'nın bir torunu olur. Çok sevinirler ailecek. Bu sevinçleri ufak kızın Tiyatroya olan tutkusuyla gitgide yok olur sorunlar başlar. Ama kız tiyatro aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. İstanbul Kız Sanayi Mektebi'nde okuyordu. Ama onun aklı tiyatrodaydı.O yıllar Müslüman kadınların sahneye çıkmasının yasak olduğu yıllardı. Bu yasağa rağmen 1918'de,10 Kasım 1918 de Darülbedayi'ye resmen başvurdu adını sordular
'' Jale''' dedi önüne baktı birdaha fısıldadı ''Jale''
Bir de Türk kızı vardır oda Refika dır. 18 Aralık 1918 de , Refika tiyatronun süflör, Jale de "mülazım artistlik" (stajyer oyuncu) kadrolarına alınmışlardı. Jale bir yılı aşkın bir süre boyunca bütün provalara katıldı, kendini sahneye hazırlar ama bir türlü sahneye çıkamaz . Öte yandan Refika, sahne gerisinde görev alan ilk müslüman Türk kadını olarak tarihe geçer.... Ama bizim öykümüz Jale dir ...
1920 yılında Darülbedayi'de, Hüseyin Suat'ın "Yamalar" adlı oyununu, Kadıköy'deki Apollon Tiyatrosu'nda (şimdiki Reks Sineması) sahneye koymaya hazırlanıyordu. Bu oyunda Emel adlı kızı oynayan Eliza Benemenciyan topluluktan ayrılıp Paris'e gidince , bu rolü yüklenecek bir kadın sanatçıya ihtiyaç duyuldu ve bizim Jale'ye gün doğdu, bu rol için seçildi. Tiyatro sorumlusu Kınar Hanım bir terslik olduğunu oyundan önce anlamıştı. Jale hiç ermeniye benzemiyordu. Çekti oyundan önce sıkıştırdı. Jale gözleri biraz yaşlı fısıldadı adını benim adım
'' Afife ben Afife Jaleyim....'' Kınar Hanım bir şey demedi ve İlk kez Emel rolüyle sahneye çıktı. Böylece ilk Türk Müslüman kadın Tiyatroda oynamış oldu...
Ne hikmetse o gün Zaptiyeler tiyatroyu bastı. Yöneticilere bir uyarıda bulundularsa da, genç sanatçı bir hafta sonra da "Tatlı Sır" oyununda yeniden sahneye çıktı. Sanatçı polis tarafından tutuklanmak istenince, Kınar Hanım tarafından arka bahçeye kaçırılarak polislerin elinden zor kurtuldu. Peki uslandı mı? Hayır Üçüncü piyesi olan Odalık'ta oynarken, polis yine tiyatroyu bastı. Afife bu kez de makine dairesinden kaçırıldı . Bu zaptiye baskınında, Afife arkadaşlarınca kaçırılmışsa da, daha sonra sokakta polisce yakalanarak karakola götürüldü . "Dinini, milliyetini unutan sen misin?" diye hırpalandı. Aile içinde, Babası Hidayet bey de, onun tiyatrocu olmasına karşıydı. kızını bu sevdadan vazgeçirmek için çok uğraştı. Başaramayınca sertleşti. Ona "Fahişe" dediği bir gün, "Benim Afife diye bir kızım yok" diye gürledi. Zaten Afife artık sahnede, "Jale" adını kullanıyordu. Sanatı için baba evini terk etti. 1921'de dahiliye nezaretinin bir buyruğu ile belediye, 27 Şubat günü 204 sayılı bildiriyi Darülbedayi Yönetim Kurulu'na gönderdi. Bildiride, Müslüman kadınların kesinlikle sahneye çıkamayacakları yazıyordu. Bu bildiri üzerine Afife'nin, Darülbedayi'deki ücretli görevine de son verildi.. Artık hayat onun için çok zorlaşmıştı. Güvencesiz ve parasızdı ama tiyatro onun için bir tutkuydu ve gözü başka bir şey görmüyordu.
Bitti mi? Hayır. Önüne gecilmeyen şiddetli başağrıları başlar. Tiyatrosuz kalması Afife'nin zaten zayıf olan sinirlerini alt üst etmiş, kaçışı haplarda ve uyuşturucularda bulmaya başlamıştı. Sonradan aşık olduğu Suriye'li bir eczacının , yaptığı iğneler de onda bir alışkanlık başlatmıştı. Eczacı morfinle tedavi yoluna giderek büyük bir yanlışlık yapar. Bunun sonucu Afife artık bir morfinmandır. Ortalık biraz durulunca, birkaç yıl sonra Burhanettin Tepsi Kumpanyası ile Anadolu'da turneye çıkmış, yeni tiyatro topluluğu ile Kadıköy'de oynamış, daha sonra da Fikret Şadi'nin Milli Sahne'siyle çeşitli kentlerde temsiller vermişti. Ama hayat çok zordu yıl 1923 tü...
İlk tiyatroya çıkışını o tarihi geceyi altı yıl sonra Refik Ahmet Sevengil'e anlatırken "Hayatımda mesut olduğum ilk gece..." diyordu; "Sanatın, ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içinde idim. Opiyekte güzel bir sen (scene:sahne) vardır; ağlama sahnesi...Orada taşkın bir saadetle ağladım. Sahiden ağladın...Alkış,alkış, alkış...Perde kapandı; açıldı, bana çiçekler getirdiler. Muharrir Hüseyin Suat bey, kuliste bekliyormuş; ben çıkarken durdurdu; alnımdan öptü: "Bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı; sen işte o fedaisin." dedi.
Bitti mi ??? hayır bitmedi...
-
Re: Din, İman, Türban, Don, Kadın ve Kurufasülye İşte AKP İşte Öykü...
Bu forumun başından beri hiç anmadığım kişi 1923 te gene karşımıza çıkıyor. O ulu önder O gerçekleri akılcılıkla çözen O müthiş insan ATATÜRK 1923 te Türk kadınına Tiyatroda rol alabileceğini söylüyor ve sesleniyor
'' Çevrenize dünyaya iyi bakın gördüğünüz her güzellik kadının eseridir. Türk kadını da hak ettiği değeri almalıdır alacaktır.''
Tüm o yasaklar sözde din buyrukları bir anda yok oluyor. Afife Jale nin açtığı yoldan yüzlerce kadınımız kızımız geçiyor ve tiyatromuz bugünlere geliyor. Ama bizim öykü bitmiyor.
Afife nin eroine alışması çok ama çok kötü sonuçlar doğuruyor kendi yaşamında istemesede 1928 de sahneyi bırakıyor ve Kuşdili Çayırına Hafız Burhan ı dinlemeye gidiyor. Orada bir aşk doğuyor ikide şarkı ..
''anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek
hasta gönlüm yine hicranını yalnız çekecek
belki ruhum seni çılgınca severken ölecek
yine sensin beni bir lahza şifayab edecek''
Ama asıl ikincisi...
'' Sarkilar seni soyler; dillerde nagme adin
Ask gibi, sevda gibi huysuz ve tatli kadin
En guzel gunlerini demek bensiz yasadin
Ask gibi, sevda gibi huysuz ve tatli kadin'
İşte bu huysuz ve tatlı kadın Afife Jaledir aşkı ise büyük üstatselahattin Pınar bu iki şarkı Afifeyi mest eder 1929 da evlenirler. Mutludurlar ama mutluluk uzun sürmez eroin Afifeyi yiyip bitirmektedir. Tiyatrosuzluğun acısı nı eroinle kapatmaya çalışır. Pınar a yalvarır terket beni diye ama Pınar onu bırakmaz taki 1935 yılına kadar zorla ayrılırlar Ayrılık besteside vardır...
'' nereden sevdim o zalim kadini
bana zehir etti hayatin tadini
soylemem sormayin asla adini
bana zehir etti hayatin tadini''
Sonra sonrası Bakırköy Akıl hastahanesi ve 39 yaşında bir deri bir kemik 24 Temmuz1941 yılında vefat. Vefatı haber bile olmaz gazetelerde sanat camiasında sadece dört kişi vardır onlarda tabut taşımak için. Sonra mezarıda kaybolur . Bir Selahattin Pınar 1960 yılında ölene kadar unutmaz aşkını...
Bittimi hayır Efsane olur. Bir anda efsane olur Yaşarken göremediği saygıyı ölümünden seneler sonra kazanır. Adına ödül konulur . O kadınlara Tiyatroyu açan bir Efsane Türk kadınıdır.
'' "Beni acıyarak değil, düşünerek severek, kucaklayarak hatırlayın. Tiyatro varsa ben varım...'' der...
Ee kadınlarımız hadi sahip çıkın....
Şimdilik Hadi bana Eyvallah....
-
Re: Din, İman, Türban, Don, Kadın ve Kurufasülye İşte AKP İşte Öykü...
Sayın commodore1tr ; siz şunuda anlatsanıza...
30 Mayıs'ta, M.S.'nin eve gelmemesi üzerine ailesi jandarmaya başvurdu. Yapılan araştırmada, M.S. bir inşaatta bulunurken, her ikisi de boyacı olan A.O.K. ve M.D.'nin, kadına burada tecavüz ettikleri iddia edildi. Bunun üzerine Bayat AKP İlçe Başkan Yardımcısı, evli ve 3 çocuk babası 39 yaşındaki A.O.K. ile İlçe Sekreteri evli ve 2 çocuk babası 36 yaşındaki M.D., gözaltına alındı. A.O.K. ve M.D., sorgularının ardından çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklanarak Afyonkarahisar Kapalı Cezaevi'ne gönderildi.
Bayat AKP eski İlçe Başkanı Emin Yener, bu 2 kişinin halen AKP İlçe Yönetimi'nde olduğunu doğruladı. Yener, “Bu olay iftiradır. O kadın sokaklarda gezen, akli dengesi yerinde olmayan biridir. Bizim arkadaşlarımız bu tiynette değildir. Zaten olsalar partimizde yer almazlardı. İftiraya kurban gittiler” dedi.
-
Re: Din, İman, Türban, Don, Kadın ve Kurufasülye İşte AKP İşte Öykü...
HTML Kodu:
Yazılan onca şey arasında çöldeki vaha gibi geliyorsunuz inanın çoğu zaman.
Teşekkür ederim,
de keşke iklim çölleşme için bu kadar müsait olmasa diyorum.
Velhasıl vahalarda çok da mucizevi imkanlar sunmazlar üstelik,,, birkaç ağaç gölgesi, bir de SU!!!
Bu dünyanın kaçta kaçı su idi?? kim içti? içti de geri dönüşüm trafiğine kim mani oldu? hani buhar, hani ter, hatta hani idrar??? nereye gitti? Renk scalasında 'yeşil ve mavi' hem tek başlarına, hem de birlikte iken ne çok becerikliler ne çok üretkenler değil mi? Ve de ne çok hassaslar.
Oysa yeşil ve mavi'yi örtmeye, yahut bambaşka ve kopkoyu karanlık renklere maske etmeye kalktığımızda,,, bir bakarız ki önce yeşili kaybetmişiz, yeşil giderken maviyi sırtına atmış götürmüş,,, artık elimizdeki sarılarımız da kimsesiz, üstelik bundan sonra,,, yeni bir sarımız hiç olmayacak((, turuncumuz, lilamız, pembemiz, al'ımız olsa dahi, mor'umuz olmayacak!!! En, en, en vahimi;
hani nerde gözümüzün gördüğü 'beyaz, bembeyaz' ışık!!!
Velhasıl ÇÖLLEŞMEYE HAYIR:)
Benim beynimin garip bir düşünme öğretisi vardır. Kim öğretti ise??? Durmadan 'çağrıştırır' bir konu, diğerini, diğeri ötekini,,,
teşekkür edeyim dedim, iş renklere geldi,,, renklerden bahsederken de; açıkçası 'yeşil' yazdım, hatrıma hem sırtını ufkun mavisine dayamış uzun upuzun yemyeşil kırsal, hem de ne alakaysa tuhaf tuhaf literatürel kavramlar geldi??? Şimdi düşünmek lazım, hangisi daha yeşil?? illa yeşil?? hani yeşil olmaz ise olmayacak olan hangisi?? düşünüp bulmak lazım, hangisi olmazsa olmaz'dır 'yeşil'in nazarında,,, bulmak lazım... Zira biri ne kadar can katarsa katsın yeşil'in özüne,,, hani diğeri yok mu diğeri iklim bozan, renk küstüren, çölleştiren,,, yeşertmeyen! :(
Neyse ben susayım, biraz da renkler konuşsun;)
Bu forum ile alakası yok ise de;) eh renk, desen olsun,,
Bir gri kıvrım içinde, nedensiz
Eflatun bir sis bulutu tattım belli belirsiz,
Çok ağaçlı bir orman gibi
Bilge ve gizemli
Sırrına ermek için Eflatun olmalı.
İçinde zaman zaman lacivert
Mora boyar, zora koyar eflatunu..
Eflatunu açtım.
Bir gri kıvrım içinde, nedensiz
Lacivert derinlikler buldum okyanus misali sessiz
Maviden daha yakın, daha zor ve sıcak
Bazen nar ağacı, bazen dar.
Okyanus dibinde gizli bir dünyada saklı sevgi
Derinden bir kaç damla olsa da nasibim
Lacivertten, önce yetinmeyi öğrendim.
Laciverti açtım.
Bir gri kıvrım içinde, nedensiz
Mavi enginler gördüm uçsuz bucaksız
Uzağın rengi mavi kadar sonsuz
Buzulun rengi gibi soğuk
Ve bir mavi çam kadar asil gökyüzüne doğru
Gözümü kamaştırdı mavinin güzelliği ve ihtişamı
İçimi acıttı ulaşılmazlığı
Maviyi açtım
Bir gri kıvrım içinde, nedensiz
Kızıl bir kor yakaladım henüz külsüz
Uzak zamanlardan sıcak çarpıcı ve yakıcı
Grubunda Ankara'nın
Daha bir kızıla yandı
Kırmızı yapraklı Japon elmaları
Kırmızıyı açtım
Bir gri kıvrım içinde, nedensiz
Turuncu muzip bir gülümseme gördüm eşsiz
Siyah beyaz bir resmin içinden göz kırptı
Taze portakal kokulu
Bilmem başında estimi hiç kavak yeli
Ben portakal ağaçlarının meltemini gördüm yalnız
Güzel saçlarını taradı geçti.
Turuncuyu açtım
Nedensizler bitti
Son gri kıvrım içinden çıktı nasılı
Işığın rengi sarı
Bütün renklerden daha sıcak ve parlak
Daha bilge ve yakın
Ve aslında en derinde
Korkularını, hüzünlerini
İncinmişliklerini zayıflıklarını
Yani en insanca yanlarını
Saklamış bunca renge
Bin maskeye bin matruşka bebeğe
En sıcak
En yakın ve parlak
En içerde
Gizlenmiş en küçük bebek
Yani sarı çekirdek
Gri aklın ve zekanın rengi
_________
Yıldız Yıldız,(02/02/2004)
-
Re: Din, İman, Türban, Don, Kadın ve Kurufasülye İşte AKP İşte Öykü...
Kadını sadece belirtilen şey kullanmıyor. Şu an Dünyada bir çok şeyde kadın sömürüsü yapılıyor. Aslında bu "kadın"a yapılan en büyük hakarettir. Filmlerde, Müziklerde şu an hep var bu. Kadınla fethedilmeye çalışılıyor herkes. Bir fitne oldu bu. Dediğim gibi kadın erkek eşitliğinden bahsediliyorsa kadınlara saygı duyulduğundan bahsediliyorsa bunlar hep palavra. Resmen dünya "kadın"ı sömürüyor.