-
Bekir Coşkun Sayfası
Favori yazarlarımın başında yer alır Sayın Bekir Coşkun.
Konuların bam teline basmakta üzerine yoktur. İki mizahi cümlesi çok şey ifade eder. İşte bugünkü yazısı da buna bir örnek.
18.03.2005
Bekir COŞKUN
Kelepçeye alışmak...
bcoskun@hurriyet.com.tr
AKP'nin basın özgürlüğünü genişletmesi nedeniyle(!), mahkemelere daha çok gidip gelecekleri için, dün gazeteciler "Adliyeye alıştırma yürüyüşü" yaptılar.
Bu iyi bir şey.
Tam iktidardan yolsuzluk-suiistimal sesleri yükselmeye başlarken, gazetecilerin hortum haberleri yazması, yasayla yasaklanıyor.
Diyelim ki hırsız politikacı yakalandı mı?
Yakalandı...
Mahkeme onun hırsız olduğuna karar verene kadar bekleyecek gazeteci. Hırsız koltuk sahibiyse zaten dokunulmazlığı var, yargılanamayacak. Yok yargılanmasına başlansa bile bu senelerce sürecek.
Eğer dayanamayıp hırsızı topluma haber verirse medya, yeni yasaya göre hırsız yerine gazeteciyi içeri atacaklar.
Bunun gibi daha 21 sansür maddesi var yeni yasada.
İşte bundan dolayı "Adliye yoluna alışma" yürüyüşü yaptı arkadaşlarımız.
*
Yolları açık olsun.
Bundan sonraki aşama "Kelepçeliyken kafa kaşıma alıştırması", "Cezaevine giriş ve yerleşme alıştırması", "Gardiyan ile iletişim alıştırması" olmalı.
Yazgısıdır bu gazetecinin.
Diktatörler, sahte demokratlar, yalancılar, üçkáğıtçılar, hırsızlar, art niyetliler bizleri hiç sevmediler.
Kısa bir aradan sonra bizler yeniden adliye yolunu, hapishane havasını, kelepçenin acısını öğrenmeliyiz.
*
Basın özgürlüğü mü?..
O neyin nesi...
Öyle bir sorunumuz olsa, niçin sayfalarda ve ekranlarda yeterince tepki yok?..
Niçin bütün gazeteler bir günlüğüne siyah başlıklarla çıkmıyorlar kendi özgürlükleri için?..
Niçin televizyonlarda spikerler siyah bantlar bağlamıyorlar?..
Niçin o özgürlüğün bize değil topluma lazım olduğunu, kör-topal demokrasimiz için medyanın sesinin kısılmaması gerektiğini var gücüyle haykırmıyor gazeteler-televizyonlar?..
Sayıları öyle fazla olmayan kimi muhabirlerin-yazarların-emekçilerin "Adliye yoluna alışma" yürüyüşü yeterli yanıt mıdır?..
Bizler mahkeme yollarına, kelepçelere alışırız alışmasına...
Ama medya özgür olmadan yaşamaya nasıl alışır?..
Nasıl?..
-
Çok güzel yazmış Bekir Coşkun, ne adına yapıldığı belli olmayan düzenlemeler yüzünden, basın özgürlüğünün bir eli daha bağlanıyor. Eeeeee? Polis bir şey yapamaz, medya bir şeyi yazamaz ise, nooolacak peki?
-
Bekir Coşkun sayfası
14.04.2005
Bekir COŞKUN
Kayıp şeyler...
bcoskun@hurriyet.com.tr
BEN aslında milliyetçiyim.
Yüreğimde ülkemin sevgisi var.
Bayrağımızı her gördüğümde bir koşu sarılıp öpesim gelir... Askerler marşlar söyleyerek yürüdüğünde gözlerim yanar.
Ama...
Milliyetçiler milliyetçilik adına bu güzel ülkeyi babalarının çiftliğine çevirdiler. Siyasi partiler kurup iktidarın nimetlerini üleşirken, çeteler kurup bizi soydular.
Milliyetçilik çıkar gruplarına dönüştü.
Kaba kuvvetleri ve hoşgörüsüzlükleri ile kendilerini kanun saydılar.
Ellerinde silah ve kan vardı.
Onlarla aynı kefede olmamak için milliyetçilikten söz edemez oldum.
Milliyetçiliğimizi elimizden aldılar.
*
Ben aslında Müslümanım.
Yüreğimde Allah sevgisi var.
Bir sabahın alacakaranlığında, ya da akşamın hüzünlü griliğinde ezan sesi duyduğumda içimde kıyametler kopar.
Sığınışım, yakarışım, dualarım vardır.
Ama...
Dinciler din adına uygarlığa ve çağdaşlığa karşı çıkıp ülkemizi her fırsatta karanlığa boğdular.
Dindarlık# çıkar gruplarına dönüştü.
Şirketler kurup safları, tarikatlar kurup aptalları, siyasi partiler kurup toplumu kandırdılar.
Onlarla aynı kefede olmamak için dinimden söz edemez oldum.
Dinimizi elimizden aldılar.
*
Ben aslında insanım...
Kimliğimde sevgi ve barış var.
İnsan olmanın gururunu da, sorumluluğunu da unutmam.
Her insan gibi özlemlerim, tepkim, eleştirim, arayışım olmalı.
Ama...
İnsanlar bu ülkedeki #8216;insani değerleri#8217; silip, yerine ikiyüzlülüğü, yalakalığı, çıkarcılığı, avantacılığı koydular.
Hukuk dahi buralarda suçsuzdan-haklıdan yana değil.
Bu akşam televizyon haberlerine bir bakın; hukuksuzluk içinde yok olan, güçlünün ezdiği, mazlumun tükendiği bir toplum göreceksiniz.
Böyle mi olur insan?
İnsanlıktan söz edemez olduk.
İnsanlığımızı elimizden aldılar.
-
Sayın Fırat Bayındır,
Sayın Bekir Çoşkun'un yazısında gerçek payı var, ama tam olarak katıldığımı söyleyemem. İnsan içindeki gerçek vatan, millet, allah, canlı, çiçek, böcek, sevgisini beyninde ve yüreğinde kendisi öldürmedikçe bunu kimse yok edemez, ancak umudunuz bittiği anda bitersiniz, Kimse bu olguları elimizden alamaz. Sözleriyle, davranışlarıyla, eylemleriyle incitebilirler ama asla alamazlar, yeterki siz içinizde hissedin. Fazla iyi niyetli olduğumu düşünmüş olabilirsiniz ama allahın bana verdiği yüreğimdeki milliyetçilik, allah ve insan sevgisini yok edemezler.
Umuda bin kurşun sıksada zulüm, unutma umuda kurşun işlemez gülüm demiş şair. Herkesin umutlarının ve yüreğindeki sevgilerin devamı dileği ile...
Saygılarımla,
romantic
-
22.06.2005
Bekir COŞKUN
Mercedes'le cennete
AKP'nin peşine takılmak sadece "cennet-i álá"ya gitmeye yaramıyor. Aynı zamanda mezara da Mercedes ile gitmeyi sağlıyor.
Başbakan'ın Alman otomotivcilere "Artık cenaze arabalarımız Mercedes marka" demesinden sonra, işlerin ne kadar yolunda olduğunu daha iyi anlıyoruz.
Misal vatandaş öldü.
Kamyonet gelirdi eskiden.
Başbakan "Cenaze arabalarımız artık Mercedes" müjdesini verdiğine göre, sonunda Mercedes'e binme şansına kavuşan vatandaş, aynı zamanda ekonomik büyümenin ve dünyada yıldızlaşmanın simgesi gibi bir şey...
Kapılar "kuupp"diye kapanır.
Rahat ve konforlu.
İçindeki rahmetli ekonominin hálá iyi yolda gittiğinden ve Türkiye'nin dünyada yıldızlaştığından emin olmak için tabutun içinden seslenir:
"Ne geldi?.."
"Mercedes..."
"Kaç vites?..."
"250 SEL otomatik... Ful donanım, siyah metalik, çelik jant, orijinal döşeme, klima..."
*
Başbakan'ın başarıda ölüleri dahi Mercedes'e bindirme noktasına gelmesi ve Türkiye'nin dünyada bir yıldız gibi parlaması sonucudur ki, büyümenin rekor kırmasına rağmen işsiz sayısının niye durmadan arttığına kimsenin aklı ermiyor.
Yoksulluk sınırının altındakilerin sayısı artıyor. Sinek avlayan esnaf sayısı artıyor. Ürününü yakan köylü sayısı artıyor. İşsiz sayısı artıyor.
Ama nasıl oluyorsa Türkiye büyüyor...
Biz aslında Türkiye'nin neresinin büyüdüğünü biliyoruz; dengesiz beslenme sonucu ötü büyüyor.
Ötü (Özel Teşebbüsü) büyüdükçe, yoksulluk artsa bile Türkiye yıldızlaşıyor.
Ve sonunda vatandaş Mercedes'e biniyor.
*
Çocuklar "Mercedes geldi" diye koşarlar.
Geride kalanlar da ağlamakta olan gözlerinden bir tekini açıp bakarlar. Evet, büyüyen ve dünyada yıldızı parlamakta olan Türkiye'nin işareti olarak Mercedes kapıda.
Rahmetli Mercedes'e biner, tabutun içinden sorar:
"Kaç yapıyor?.."
"......!"
-
07.10.2005 Hürriyet
Bekir COŞKUN
Cami avlusuna terk edildim...
SANIRIM açıklamam gerekiyor...
Ertuğrul Özkök'ün dünkü yazısında "AB karşıtları" listesindeydim. Tam onu okurken değer verdiğim editörlerimizden Neyyire Özkan telefonla arayarak "Senin AB karşıtı olmanı kabul edemiyorum"; dedi.
O anda Ayşe Arman'ın soruları geldi önüme. Eğer yüreğim yerse yanıt vermemi istiyordu.
Mesela şu soruya:
"Bunun (AB'nin) modernleşme yolunda bir zafer olmadığında niçin ısrar ediyorsunuz?.. Kendinizi cami avlusuna terk edilmiş gibi hissediyor musunuz?.."
Elbette yanıtları verdim, pazar günü okursunuz.
*
Birincisi; ben AB'ye karşı değilim.
Şartlar ne olursa olsun Türkiye'nin AB'ye girmesi gerektiğini isteyen satırlar bu köşede yayınlandı.
Ben tam tersine, Türkiye'nin AB'ye girememesinden yakınıyorum.
Türkiye Batılılaşmayı, AKP'yi iktidar yaparak çoktan reddetti.
Hangisi Batılı olmanın işareti söyler misiniz; Lüksemburg'da atılan imzalar mı, yoksa çocukların oynadığı yeşil alana cami yaptırmak mı?..
Hangisi çağdaşlığa atılan adım; medyada atılan "Avrupalı olduk" çığlıkları mı, yoksa üniversite kapısında direnen türbanlılar ordusu mu, her köşe başında açılan Kuran kursları mı, türbanlı devlet protokolü mü?..
Hangisi Avrupa'nın yolu; salonlardaki törenler mi, yoksa iktidarın adamları tarafından elbise giydirilen mayolu afişler, öpüştüler diye gemilerden indirilen turistler, ayakta işenmez diye sökülen pisuvarlar, bacağı açık diye meydanlardan sökülen sanat heykelleri, her sosyal tesiste kurulan harem-selamlıklar mı?..
Daha sayılacak binlerce ilkel ortaçağ uygulaması...
Hangisi?..
*
İktidarın böylece on yıl dokunulmazlık kazandığını... İstediği düzenlemeleri artık yapabileceğini... İşte daha ikinci gün (dün) ilk iş olarak Milli Eğitim Bakanı'nın "YÖK'ü kaldırmaktan" söz ettiğini görmüş olmanız gerekir.
Ya da bu metinlerin yerli-yabancı patronlara serbest dolaşım hakkı getirdiğini; ama halkın dolaşım hakkını "kalıcı olarak" sınırladığını...
Ne yapabiliriz?..
Özal "Türkiye'yi çağ atlattı" denildiğinde, Demirel "Baba", sayıldığında, Mesut Yılmaz için"Büyük atılım hamlesi" yazıları döşendiğinde, Tansu Çiller "Leydi Batı'yı büyüledi" hükmüne varıldığında da ben kendimi cami avlusuna terk edilmiş gibi hissetmiştim.
Bizim yazgımızdır bu...
-----------------
Sayın Bekir Coşkun bu yazısını yazdığı sırada herhalde aşağıdaki SORU ÖNERGESİ gündeme gelmemişti ya da haberi yoktu.Olsaydı mutlaka bu haberi de kullanırdı.
07.10.2005 Hürriyet
'Atatürk'ün 10'uncu yıl nutku çıkarıldı'
CHP Milletvekili Sür, MEB'in dağıttığı "İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük" kitabından Atatürk'ün Onuncu Yıl Nutku'nun çıkarılmasını Meclis gündemine getirdi.
CHP Balıkesir Milletvekili Orhan Sür, bir soru önergesiyle Milli Eğitim Bakanlığı'nın ilköğretim öğrencilerine basarak dağıttığı 8'inci sınıfta okutulmakta olan "İlköğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük" kitabının bu yılki baskısından "Gazi Mustafa Kemal'in Onuncu Yıl Nutku"nun çıkarılmasını Meclis gündemine getirdi.
CHP Balıkesir Milletvekili Orhan Sür, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'e üç ayrı soru önergesiyle "İlköğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük" kitabının bu yılki baskısında yapılan değişiklikleri sordu.
Sür, bu kitapta 2004 baskısının 119'uncu sayfasında okuma parçası olarak yer alan "Gazi Mustafa Kemal'in Onuncu Yıl Nutku"nun 2005 yılı baskısında yer almadığına dikkat çekerek, Bakan Çelik'e, "Türk Ulusu" sözleriyle başlayıp "Ne Mutlu Türküm Diyene" vecizesiyle sona eren bu tarihi söylevin çocuklarımıza öğretilmesinden neden vazgeçtiniz?" diye sordu.
Sür, "Yüce Atatürk'ün çok sevdiği ulusuna yol gösteren ve yokluklar içinde 10 yıla sığdırılan başarının büyüklüğünü anlatan bu önemli söylevin cumhuriyetimizin ve geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımıza öğretilmesinde hangi sakınca bulunmuştur? Bu söylevin kitaplardan çıkarılmasından sonra Milli Eğitim müfredatının Atatürk devrim ve ilkeleri doğrultusunda olduğunun savunulması mümkün müdür?" sorularını da yöneltti.
ŞEYH SAİD AYAKLANMASI, DOĞU İSYANI OLMUŞ
Sür, aynı kitabın 2004 baskısının 125'inci sayfasında çok partili rejim denemeleri bölümünde Şeyh Said ayaklanması ile ilgili kısmın başlığının "Şeyh Said ayaklanması" olarak yer almaktayken, "Doğu İsyanı" olarak değiştirildiğine de dikkat çekti. Bakan Çelik'e, bu değişikliğin nedenini soran Sür, "Bu bölümün başlığının Doğu İsyanı olarak değiştirilmesiyle sanki bütün Doğu bölgesinde yaşayan vatandaşlarımız isyan etmiş gibi gösterilmesi tarihin çarpıtılması değil midir? Bu başlık değişikliğinden beklenen yarar nedir?" dedi.
TÜRK BAYRAĞI VE ŞAHİN BEY
Sür, Bakan Hüseyin Çelik'e, "İlköğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük" kitabının geçen yılki basımında Türk Bayrağı ve altında bayrağın anlatımı varken, bu yılki baskıdan bunun da kaldırıldığını anımsatarak, bunun nedenini sordu.
Sür, yine aynı kitabın geçen yılki baskısının 90'ıncı sayfasında "Antep savunması ve Şahin Bey" yer alırken, yeni baskıda bu bölümün de yer almadığını belirterek, Bakan Çelik'ten, Ulusal Kurtuluş Savaşı#8217;nın en önemli yerel kahramanlarından olan Şahin Bey'in çocuklara öğretilmesinden vazgeçilmesinin nedeni ve amacı konusunda da bilgi istedi.
---------------------
Ülkemiz hiç bir iktidar döneminde İÇTEN ve DIŞTAN bu kadar AĞIR bir saldırı ve kuşatma altında olmamış, Türk Medyası da bu kadar iktidar payandası olmamıştır. Artık AB' ciler ile Ulusalcılar arasındaki ayrışma da olabildiğince netleşmiş, aynı gazetede yazanlar birbirlerini açıktan eleştirmeye ve hatta kınamaya başlamışlardır. Elbetteki bu kınama tek istikametli olup, ne yazık ki Ulusalcılar sürekli GARD' ını almış boksörler gibi sürekli bir savunma durumundalar,durumundayız.
AB oylamasının yapılacağı Pazar günü BBC CNN gibi dünya medyasında MHP' nin mitingi uzun uzun gösterilirken, bizim TV' lerimiz ve güya haber kanalları olan NTV CNN Türk,HABERTÜRK gibi kanallarda bırakın görüntüyü, haber olarak bile değerlendirilmedi. Amaç insanlarımızdan AB karşıtı her olayı gizlemekti, ama bu kadarına da EL İNSAF demek lazım.
Sayın Bekir Coşkunun şu 2 tespiti ÇOK ÖNEMLİ
1) Türkiye Batılılaşmayı, AKP'yi iktidar yaparak çoktan reddetti
2)İktidar böylece on yıl dokunulmazlık kazandı
Bu lafa da çok içerliyorlar ama başka da bir tanımlama bunlara uymaz, MÜTAREKE BASINI' nın tüm bu çabalarına rağmen yurdun dört bir yanında her ne isim altında olursa olsun (genellikle Kuvayı milliye gibi isimler alıyorlar) pıtrak gibi açan derneklerde insanlar örgütlenmeye başladılar. Gerçekten de CUMHURİYETE karşı açılan bu sinsi savaşta artık daha fazla eylemsiz kalmaya kimsenin hakkı yok. Fetullah Efendi' nin kendi tebaasına öğrettiği yöntemle EĞER İLERLİYEMİYORSAN, YERİNDE ZIPLAYACAKSIN,
Mesela 10.YIL MARŞINI her sabah söyleyeceksin
TÜRK ÖNDE, TÜRK İLERİ
-------------------------------------------
Yukarıdaki yazıyı yazdıktan sonra yine bu günkü hürriyet gazetesindeki bir haber dikkatimi çekti.
07.10.2005
Dubai Prensi'nden Türkiye'ye 10 milyar dolarlık yatırım
Faik KAPTAN/İSTANBUL
Dubai Prensi, dün İstanbul'da önce 5 milyar dolarlık projeye imza attı, akşam da Başbakan Erdoğan'la Sultanahmet'te teravih namazı kıldı.
Bir arkadaşım bu manşeti eleştirmek için Hürriyet Gazetesine mesaj göndermiş ve demişti ki,
Bu manşetinizden ben bir şey anlamadım, ne demek istiyorsunuz.Gelen parayı hayırlamak için mi namaz kılındı, yada başbakan para getirmeyenlerle namaz kılmaz mı, parayla namazın ne alakası var
Ama beklediğimiz oldu ve bu eleştiri artık ne yazık ki MÜTAREKE BASINI sıfatını layıkıyla hekeden bu gazetede YER ALMADI.
Bu kez arkadaşım belki Türkçe mesajı anlamamışlardır (!) diye İNGİLİZCE olarak şu mesajı gönderdi.
" Yazığım eleştiri yayınlamadınız demek ki eleştiriye tahammülünüz yok. Ama yinde bize eski Hürriyet ile bu günkü yüzünüz arasındaki farkı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.
Doğal ki bunu da yayınlamayacaklar.
-
22 Aralık 2005
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Peki, Başbakan ne dedi?..
ANLADIĞIM kadarıyla Başbakan'ın söylediklerini düzeltmek için özel bir tim var. Bu tim Başbakan daha konuşurken, söylediklerinin nasıl düzeltileceğini düşünüyor.
Bu timin en önemli ismi Akif Beki diyorlar.
Düzeltme görevi genelde Akif Beki'ye düşüyor.
Başbakan daha ağzını açar açmaz, muhtemelen düzeltme timi Akif Beki'ye "Koş..." diyordur:
"Koş... Medyaya de ki..."
Akif Beki, böylece Akif Deki oluyor.
Diyelim ki Başbakan konuştu...
Düzeltme timinde bir koşuşturmadır başlıyor.
Uzmanlar danışmanlara, danışmanlar başdanışmana, başdanışman müsteşara, müsteşar bakana...
Bakanlar "Nasıl düzelteceğiz?" diye Başbakan'a koşuyorlardır.
Başbakan kimseye koşamadığı için, onu durduğu yerde zıplarken buluyorlardır.
Ve sonunda medyayı çağırıp da Başbakan'ın sözünü düzeltme görevi Akif Deki'ye veriliyordur:
"Akif, de ki..."
*
İzmir ile ilgili sözlerinde de keza...
Ben biliyorum; Başbakan "Gávur İzmir"i ima ettikten sonra yoğun tepki alınca, bu sefer "Öyle demedi, şöyle demek istedi" şeklinde bir açıklama yapılması kararlaştırıldı.
İyi ama o demek istediği neydi?..
Bence başladılar İzmir ile ilgili bir sakıncasız deyim, bir uygun söz, bir masum benzetme aramaya. Bir liste hazırladılar, ki Başbakan onu söylemek istemiş olsun.
Liste uzundu:
"İzmir'in kavakları...", "İzmir efesi...", "İzmir lokması...", "Gezinelim Kordon'da..." gibi...
Belki Başbakan da listeye baktı, "Bu noktada şunu demiş olayım..." diyerek katkıda bulundu ve Akif Deki'ye görev verildi:
"Koş Akif, de ki..."
*
Zaten sonrasını siz biliyorsunuz, Akif Deki medyaya "Sayın Başbakan "Gávur İzmir" sözünü ima etmemiştir, Başbakanımız "Solun kalesi İzmir'ii ima etmiştir" açıklamasını yaptı.
Elbette Başbakan konuşmalarını sürdürecek.
Düzeltme timi düzeltecek.
Size ise dinlemek düşecek...
-
21 Aralık 2005
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
İzmir'i yıkmalı...
İÇİNDEN İzmir'i alıp çıkarttığınızda, Türkiye artık eski Türkiye sayılmaz. Türkiye'nin Türkiye olması için İzmir'i hemen yerine koymalısınız.
İzmir, bu arabesk bedenin yakasına takılmış bir çağdaşlık rozeti gibi orada durur.
Türkiye'nin uygar yüzüdür İzmir.
İzmir olmazsa biz eksik sayılırız.
Eğer tüm yöreler İzmir gibi çağdaş, İzmir gibi demokrat, İzmir gibi uygar olsaydı... Bu kara yazgı ile cebelleşip, bu kir-pas içinde yüzüp, bu ilkel ve çağdışı kafalılarla tarumar olur muydu memleket?..
*
Bu yüzden tutucular (gizlemeye çalışsalar da) İzmir'i hiçbir zaman sevmediler.
Tarikatlarla örgütlenmiş, türbelerde istikbalini arayan, şeyhlerle-şıhlarla yolunu bulan bir toplum özlemleri, İzmir'i bir türlü içine alamıyor.
İlkel ve çağdışı emelleri İzmir sınırında bitiyor.
Dönüp yeniden bakın:
Ne İstanbul'un kültür beşiği bölgelerinde olduğu gibi kırmızı noktalı sokaklar oluşmakta İzmir'de... Ne de Ankara'nın göbeğinde olduğu gibi haremlik-selamlık yüzme havuzları...
Batı'dan gelen emperyalizm kadar, Doğu'dan gelen din ve vicdan sömürüsüne de karşı koyuyor İzmir.
Her konuda görüşünü haykıran, her zaman demokratik tepkisini ortaya koyan, her an yönetime tavır koyabilen...
Uygar...
Çağdaş...
Demokrat...
*
Bu nedenle sevmediler İzmir'i.
Ben biliyorum canı sıkılıyordur gericinin.
İzmir'i yıkmalı...
Nasıl ki İzmir'in onaylamadığı zihniyetler daha sonra tüm ülkenin vicdanında mahkûm oldularsa... Nasıl ki İzmir'in izin vermediği düşünceler başaramadılarsa... Kendi zihniyetinin İzmir tarafından onaylanmamasını da tehdit olarak görüyordur tutucu...
Biliyor ki İzmir'in reddettiğini tarih kabul etmiyor.
İşte bu yüzden İzmir'i sevmediler.
Sevmeyecekler...
(........)
Sen üzülme İzmir... Bu görgüsüz, zevksiz, tutucu bedenimizin yakasında çağdaşlık rozetimizsin.
Sensiz olmaz...
-
17 Aralık 2005
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Sürücü...
ONU uçağın kokpitinde görünce arkadaşlara "Başbakan'ın uçağı kullanma olasılığı var mı?" diye sordum, arkadaşlarımız "Yok" dediler.
"Ya kullanmaya kalkarsa?.."
İlk kez bir airbus uçağı havada geri geri gideceği için, elbette tüm dünya gibi benim de haberimin olacağını söylediler.
Bende zaten uçak korkusu olduğundan elbette üzerinde duruyorum.
Biliyorsunuz; hızlı trenin raylardan uçması, ata binme denemesi, traktör kullanma girişimi... Tüm bunlardan sonra ben Başbakan'ın hareket eden şeylerden uzak durması gerektiğine inanırım.
*
Traktör sürme denemesini tarihe geçmesi bakımından tekrarlıyorum:
Traktör fabrikasında Başbakan traktörün direksiyonuna geçip besmeleyle oturdu.
Havaya baktı, tavanı yok...
Sonra eğilip önce sağ tekerleğe, sonra sol tekerleğe baktı, yerlerinde duruyorlardı.
Direksiyonu iki eliyle tutup biraz salladı.
Etrafını sarmış bürokratlar bir ağızdan "Bravooo... Nuroolll... Ne yapsa yakışıyor..." diye alkışladılar.
Sonra kontağı çevirdi ve sağ kulağını motordan yana çevirerek (Ki motor o yanda değildi) sesini dinledi.
Vites kolunu aramaya başladı.
Sağa baktı yok, sola baktı yok, sonra fabrika yöneticileri "Bunun vitesini koymayı unutmuşsunuz" denilir korkusuyla bir an önce öne atılıp bir ağızdan "İşte şu Başbakanım..." dediler.
Başbakan vitese taktı.
Gaz verdi...
Ve traktör traktör olalı böyle bir şey başına gelmemişti. Önce ön tekerlekler zıpladı, sonra arkası kalkıp indi traktörün. Fabrika yöneticileri, bürokratlar, partililer ellerini traktörün en uygun yerine koyarak sanki tutmaya çalıştılar durmadan ve giderek artan hızla zıplayan traktörü, ama olmadı...
Ve traktör olanca hızıyla geriye doğru gitmeye başladı.
Fabrika müdürü, vatandaşlara "Kaçın... Allah'ını seven canını kurtarsın..." diye bağırdı.
O sırada "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye bağırmakta olan vatandaşlar can havliyle kaçtıkları için slogan şöyle oldu:
"Türkiye seninle guurrr..."
*
Bir gün uçak kullanmaya kalkmaması dileğiyle biraz abartmış olabilirim.
Çok abarttıysam...
Niye dönüp memlekete bakmıyorsunuz?..
-
2 Mart 2006
Bekir COŞKUN
Başbakan olmak ciddi bir iştir...
DÜN Başbakan, Maliye Bakanı Unakıtan hakkında yazı yazan köşe yazarlarının ve medya önde gelenlerinin bunu "Bir şeyler karşılığında yaptıklarını" söyledi ve ekledi:
"Bakın bu kadar ağır söylüyorum..."
Daha da açıkçası:
Başbakan, gazetecilerin bir avanta karşılığında Maliye Bakanı'nın yaptıklarını yazıp-çizdiklerini öne sürdü.
İyi mi?..
*
"Başbakan" olmak ciddi bir iştir.
Bu yüzden dünyanın uygar yerlerinde "ciddi" insanları "Başbakan" yaparlar.
Lafını bilmeyen, konumunun farkında olmayan, sorumluluğunun bilincini taşımayan, önünü göremeyen insanları "Başbakan" yapmazlar.
Köylüsünü "Ananı al da git" diyebilen, Meclis'te karşılıklı oturduğu anamuhalefet liderine "Üç nokta" koyan, medyasını "bir şeyler karşılığında yazı yazmakla" suçlayan kimseler, biraz olsun adam gibi ülkelerde "Başbakan" olamazlar.
*
Gazetecilerin "dokunulmazlığı" yok.
Halkın arasında alnımız ak, başımız dik dolaşabiliriz. Kimse bize "Anamızı ağlattınız" diye bağırmaz. Ne yumurta atan olur, ne yakamıza yapışan.
Ne de otuz tane koruma polisiyle gezeriz.
Ama Başbakan bunları yapamaz.
Havada uçuşan bu iddialardan sonra, kendi milletvekilleri dahi isyan ederken, sokağa çıkamaz.
Çünkü kimin "bir şeyler karşılığında" ne yaptığını sokaktaki kimi insanlar anlamaya başladılar.
*
Önermez miyim ben Başbakan'a:
Gazeteciler bildiklerini yazıyorlar-çiziyorlar. Sayfalarda ve ekranlarda bildiklerimiz her gün yer alıyor.
Kör kuyuya taş atmak gibi olsa da; kiri-pası, avantayı, hırsızlığı, vurgunu, soygunu gazeteciler Allah'ın her günü toplumun önüne seriyorlar ve toplum görüyor.
O zaman sıra Başbakan'da...
Hangi gazetecinin, hangi yazarın "bir şeyler karşılığında" ne aldığını açıklaması gerekir.
Yiğit-mert insan bunu yapar.
"Başbakan" olmak ciddi bir iştir.
Böyle "Başbakan" olmaz.
-
Yazarlar
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Başbakan Bush#8217;u aradı...
VE Başbakan Ortadoğu#8217;da akan kanı durdurmak için kamuoyunun beklediği telefon görüşmesini yaptı:
"Günaydın Sayın Bush..."
"Sen kimsin bu saatte..."
"Benim ben...Türkiye#8217;den arıyorum, Başbakan..."
"İyi ama saat farkını biliyorsunuzdur... Şunu söylemeliyim ki ben yeni yatağa girdim..."
"......!"
"Günaydın demenizden dolayı teşekkür ederim. Ama "günaydın" için uygun bir saat değil... Daha biraz önce Lora "Çişini yaptın mı?" diye sordu... Buradan da anlıyoruz ki demek ki gece..."
"Nasıl geçirdiniz?..."
"Lübnan#8217;a mı?.."
"Hayır gününüzü nasıl geçirdiniz?.. Orada gece olduğuna göre demek ki gün geçti?.."
"Güzel geçti... Peki sizin geceniz nasıl geçiyor?.."
"Burada gündüz..."
"Aaaaa..."
"Eee tabii... Tersi oluyor bir bakıma... Gündüz gece, gündüz gece..."
"İşte şu anda yataktayım ve şeyimi kaldırmış durumdayım, ayağımı... İki ayağımı kaldırabildiğime göre demek ki yataktayım..."
"Ben de Suriye ya da İran#8217;a sıra geldi sandım bir an olsun... Biliyorsunuz burada endişe var... Ortadoğu#8217;ya savaşın yayılacağı söyleniyor bir nevi... İsrail#8217;in ateş kesmesi için benim size telefon açmam konusunda bir düşünce ortaya çıktı... İşte ben de bağımsız bir devletin başbakanı olarak cüret ile açıyorum..."
"O ne yapıyor?..."
"Kim?.."
"Bay Cüred... Biraz önce Cüred#8217;le telefon açtık dedin ya..."
"Haaa... Onun adı Cüneyd... Cüneyd Zapsu..."
"Evet evet, Cüreyd Zarpsu... Sizin için "delikten aşağı süpüreceğinize bu adamdan yararlanın" demişti... Çok akıllı birisi... İşte bak ne güzel bana telefon açıyorsun, ben seni dinliyorum, birlikte bütün meselelere çözüm buluyoruz... Orda vakit ne?.."
"Gündüz..."
"Burda gece... Demin #8217;pırt#8217; diye bir ses duyduğuma göre demek ki ben yataktayım..."
*
(Bu bir mizah yazısıdır, gerçek değildir. Gerçek olan gazetelerde yer alan "Erdoğan Bush#8217;u aradı" haberleridir.)
22 Temmuz 2006
-
Bekir Coşkun yazılarına bir de Melih Aşık yazızı ekliyorum
Tayyip - Bush telefon görüşmesi ilginç geldi de...
http://www.milliyet.com/2006/07/23/yazar/asik.html
-
Babalar...
SEVGİ ve merhameti kuşaktan kuşağa anneler taşıdılar.
Çocuklar sokakta düşse, dillerinde endişe, ellerinde bir tutam pamukla koştular anneler.
Ve "Yapma", "Etme", "Günahtır", "Yazık" diye diye, sevginin-merhametin ilk tohumlarını ekmeye çalıştılar çocuklarının yüreğine.
Ya çoğu babalar?..
Komşunun çocuğunun gözünde patlatılmış bir yumrukla mutlandılar.
Kaba kuvveti "erkeklik" sayan minik minik şovlarla, çocuklarını vurdulu kırdılı dünyanın birer ferdi olmaya hazırladılar.
Anneler merhameti, babalar merhametsizliği kuşaktan kuşağa taşıdılar.
*
Dünkü Danıştay Cinayeti Davası#8217;nda, kapının önünde gazetecilere nutuk atan sanığın babasını dinlerken böyle düşündüm.
İşte bir baba...
"Milletin değerlerine saygı duymayanlara, millet hak ettikleri dersi şu şekilde, ya da bu şekilde verecektir" diyordu gazetecilere.
Gördüğünüz gibi bu baba "milletin değerlerine saygı" istiyor.
Oğlu, milletin en yüce mahkemesini tabancayla basmış, bir yüksek yargıcı öldürmüş, öbürlerini yaralamış...
Baba böyle bir evlat yetiştirdiği için milletten özür dileyeceğine, saygı dersi veriyor hepimize.
"Saygıya" devam:
"Bu memlekette din düşmanı var, Kuran düşmanı var, millet düşmanı var..."
Ne diyebiliriz ki...
Baba, Milli Eğitim#8217;de müfettiş...
Müfettiş olunca bildiği çok oluyor:
"Adı Mehmet, Mustafa olan birçok Ermeni ve Rum var memlekette. Bunlar laiklik adı altında bu milletin değerlerine ihanet ediyorlar..."
Ben eminim o kapının önünde konuşurken, içerde hákim karşısındaki oğlu, bu konuşmaları çok dinlemiştir.
Ve babası gibi düşünmüştür.
İyi ki ne kadar adı Mehmet ya da Mustafa olan varsa vurmakla işe başlamadı oğul...
*
Babalar...
Elbette bizlere fazileti, gururu, insan olmanın yüce yükümlülüğünü öğreten... Başımızı okşaya okşaya kafalarımızın içini donatan, yüreklerimizde birer mabet gibi yaşayan babalardan söz etmiyorum.
Siz ayırt edersiniz.
Ama bu babalar işte böyle yaptılar.
Kini, nefreti kazıdılar oğullarının beynine...
Sevgisizliği ve merhametsizliği taşıdılar kuşaktan kuşağa...
-
Siz Pınar#8217;ı izleyin...
NE zamandır içim içimi yiyordu. Sonunda gazetelerin manşetinde haber yer aldı da heyecanla okudum: "Pınar beni de aldattı..."
Demek ki o an yerimden fırlamışım.
Meğer Pınar evliymiş, bu onu kocasından almış, başkası da bundan almış... Can bilmem ne diye birisiyle görüşüyormuş şimdi. Tony söylüyor bunları.
Gazeteler "İlk kez konuştu" diyorlar.
Ben çok merak ederim bu işleri.
Sabahları gazeteleri açar açmaz bakarım; kim kiminle idi, kim kiminle değil idi, kim kimi ne yaptı idi...
Ben fikrimi söyleyeyim mi:
Konuş Pınar konuş...
*
Dün Hürriyet#8217;in internet sayfasına girdim, orada en çok okunan haberlerin sıralaması var. En çok okunan haber buydu:
"Pınar beni de aldattı" haberi.
Kim okur Lübnan#8217;da parçalanan çocukları, karnı yarılmış hamile anneleri. Güneydoğu#8217;dan Anadolu köylerine taşınan tabutları...
Daha dün iki fidan gitti.
Kime ne üniversiteli işsiz sayısının 1 milyonu aşmasından...
Kime ne Turizm Bakanı#8217;nın SİT alanı kıyıları-koyları paralı uluslararası cambazlara peşkeş çekmesinden...
Kime ne orman yangınlarından...
Kime ne özel hastanelerin hem hastaları hem devleti dolandırmasından...
Kime ne giderek kokuşan, kirli bir bataklığa dönüşen, yozlaşan, çürüyen, kirlenen toplumdan?..
Kimi ilgilendirir kitaplar, tiyatrolar, sanat, kültür...
Kime ne ...
Okur, birinci sırada Pınar#8217;ın kiminle yatıp kalktığını merak ediyor ve izliyor...
O kadar...
*
İşte ben de bundan böyle "magazin" yazıyorum ve Pınar#8217;ın şeyine, kalbine kim girdi-çıktı dikkatle inceliyorum.
Gözüm orada...
Kimi görsem meseleyi açıyorum:
"Bence yapmakla iyi yapmadı..."
"Kim?.."
"Pınar..."
".............?"
Benim gözüm Pınar#8217;da, sizin gözünüz de bende olsun...
16,08,2006 tarihli yazısıdır.
-
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Kurşun barıştan hızlı...
GAZETELER, "Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri, Lübnan'a gönderilecek barış gücünde anlaşamadılar" diyor.
Ne yapacaksınız?..
Savaş çabuk geliyor.
Barış gecikiyor.
Füzeler hızlı, yardım kamyonları yavaş.
Roketler hızla yetişiyor insanlara.
Serum şişelerinden haber yok.
Bir gece karanlığında ansızın, tozu dumana katarak gelip kara gözlü çocukları buluyor bombalar.
Şefkat-sevgi gözükmez.
*
Kaç gündür Lübnan'a barış gücü göndermek için kıvırıp duruyor, bir türlü karar veremiyor uygar dünyanın liderleri.
Rakamlara baktık; yeryüzünde kişi başına sadece bir antibiyotik hapı düşüyor, ama üç el bombası...
Ne yapacaksınız?..
Böyle bir dünya düzenini ayakta tutmak, sürdürmek içindir o televizyonlarda gördüğünüz toplantılar, görüşmeler, buluşmalar, koşuşturmalar, bayraklı kara arabalar ve o baykuş suratlı adamlar.
Dikkat ettiniz mi hiç; hep sırıtarak poz verirler objektiflere.
Başkanlar, başbakanlar, bakanlar...
İyi bakın dünya liderlerine:
Sırıtmaktan asla utanmazlar.
*
O adamlar için ne parçalanan kara gözlü çocukların, ne de roketlerle karnı yarılan hamile kadının bir anlamı var.
Kendi iktidarlarını sürdürmek, kendi kirli düzenlerini korumak, kendi mutlu egemenliklerini aksatmamak için, çocukların cesetlerine basa basa, ölü kadınları çiğneye çiğneye yürüyorlar.
Bu toplantılar, bu görüşmeler, bu müzakereler tümüyle kendi kanlı yollarında yürüyebilmeleri içindir.
Ve sırıtıyorlar.
Hiç utanmadılar.
Utanmayacaklar...
*
Bu yüzdendir:
Bombalar hızlı geliyor.
Barıştan haber yok...
-
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Kurşun barıştan hızlı...
GAZETELER, "Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri, Lübnan'a gönderilecek barış gücünde anlaşamadılar" diyor.
Ne yapacaksınız?..
Savaş çabuk geliyor.
Barış gecikiyor.
Füzeler hızlı, yardım kamyonları yavaş.
Roketler hızla yetişiyor insanlara.
Serum şişelerinden haber yok.
Bir gece karanlığında ansızın, tozu dumana katarak gelip kara gözlü çocukları buluyor bombalar.
Şefkat-sevgi gözükmez.
*
Kaç gündür Lübnan'a barış gücü göndermek için kıvırıp duruyor, bir türlü karar veremiyor uygar dünyanın liderleri.
Rakamlara baktık; yeryüzünde kişi başına sadece bir antibiyotik hapı düşüyor, ama üç el bombası...
Ne yapacaksınız?..
Böyle bir dünya düzenini ayakta tutmak, sürdürmek içindir o televizyonlarda gördüğünüz toplantılar, görüşmeler, buluşmalar, koşuşturmalar, bayraklı kara arabalar ve o baykuş suratlı adamlar.
Dikkat ettiniz mi hiç; hep sırıtarak poz verirler objektiflere.
Başkanlar, başbakanlar, bakanlar...
İyi bakın dünya liderlerine:
Sırıtmaktan asla utanmazlar.
*
O adamlar için ne parçalanan kara gözlü çocukların, ne de roketlerle karnı yarılan hamile kadının bir anlamı var.
Kendi iktidarlarını sürdürmek, kendi kirli düzenlerini korumak, kendi mutlu egemenliklerini aksatmamak için, çocukların cesetlerine basa basa, ölü kadınları çiğneye çiğneye yürüyorlar.
Bu toplantılar, bu görüşmeler, bu müzakereler tümüyle kendi kanlı yollarında yürüyebilmeleri içindir.
Ve sırıtıyorlar.
Hiç utanmadılar.
Utanmayacaklar...
*
Bu yüzdendir:
Bombalar hızlı geliyor.
Barıştan haber yok...
-
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr 22.09.2006
Havuççu bekliyor...
ANLADIĞIM kadarıyla arkadaşların başı yemişlerle dertte.
Jandarmalar, AKP Grup Başkanvekili ve Ordu milletvekilini fındıkçıların elinden zor kurtardılar.
Güneydoğu'da fıstıkçılar, Ege'de incirciler bekliyor.
Üreticiler, Türkiye'nin her yerinde iktidardan kimi yakalasalar gereğini yapacaklar.
Ve havuççular...
Havuççu elinde kalan uzun havucu göstererek "Gelseler, aha bu havucu..." diyerek beklemede.
*
Baktım; Başbakan'ın başı yine portakal ile dertte.
Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde masasına ünlü Hollywood yıldızı Faye Donaway'ı getirmişler "sohbet" etmeye.
Bu dil bilmiyor.
(Gerçi yağcı gazeteler haberi "Başbakan Erdoğan ile ünlü yıldız sohbet ettiler" diye verdiler ya, bu dil bilmeden sohbet etmek Türklere özgüdür.)
Elbette Mersinli narinciye üreticisinin portakalına göre, bu Altın Portakal daha uygun.
"Portakalımız elimizde kaldı, anamızı ağlattınız" diyen çiftçi yerine Altın Portakal eğlencesinde güzel yıldız Faye Donaway ile sohbet etmek her zaman daha iyidir.
Birincisinde insanın "Ananı al da git" deme gereksinimi, ikincisinde yerini "Ananı al da gel"e bırakır sanki.
*
Türkiye'nin dört bir yanında üreticiler, ellerinde ürünleri ile iktidarın yolunu gözetliyorlar.
Ellerinde kavun, karpuz, incir, erik, badem, ceviz, şekerkamışı, armut, ayva...
Hürriyet muhabirlerine "Bu yana gelecek hükümet adamı var mı?" diye soruyor bal kabağı üreticisi.
Fındıkçıların dayağını yiyen ve jandarmalar tarafından zor kurtarılan AKP milletvekili ve Grup Başkanvekili, dünkü gazetelerde "Bunlar zavallı ve basit insanların başvuracağı yöntemlerdir" diyordu.
Olsun...
Yine de bekliyorlar.
"Büyüyen ekonomi"nin, aç, perişan, yoksul insanlarıdır onlar.
Başbakan'ın sağ kolu fındık tüccarı Cüneyd Zapsu büyürken, o tükenmekte olan insanlar yolunu gözlüyorlar iktidarın.
Havuççu bekliyor...
-
20 Eylül 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
"Dank" diye bir ses duyduysanız...
10'uncu Türk Kurultayı'nda Başbakan çekici eline alıp (Türklerin Ergenekon'dan çıkışlarını temsilen) örse vurmaya yanaştığında demek ki korkmuşum.
Çünkü ben Başbakan'ın hareket eden şeylerden (at, tren, traktör gibi) uzak durması gerektiğini düşünürüm.
O eline çekici aldığında ses tesisatçısının kafası ordaydı.
Ve kafa hareket halindeydi.
(......)
Başbakan "milliyetçi" kesildiği saatlerde, onun Milli Eğitim Bakanı Çelik, Arapça eğitim veren tarikat ve cemaat kurslarının kapatılmasını isteyen Cumhurbaşkanı Sezer'e kızıyordu.
Cumhurbaşkanı, çağdaş eğitim yerine bu tür ilkel eğitimlerin engellenmesini istemişti. Milli Eğitim Bakanı ise "Cumhurbaşkanı'nın bildiği cumhuriyet karşıtı bir okul varsa bize bildirsin" diyerek, hepimizin bildiği bir gerçeği inkar ediyordu.
*
Çünkü bunların hedefi bağımsız, özgür, onurlu ve kimlikli bir "Türk devleti" değil, bir "İslami devleti"dir.
Ne Başbakan'ın terörist El Kadı'ya kefil olması rastlantıdır, ne imar planları değiştirilerek Türklerin en güzel kenti İstanbul'un Arap emirlerine peşkeş çekilmesi...
Ne tarikatların tüm ülkeyi sarması, ne Arapça eğitim veren vakıfların mantar gibi çoğalması, ne on binlerce cemaat kursunun bodrum katlarını doldurması...
Ne de kılıkta, kıyafette, günlük yaşamda Arap kültürünün toplumumuzu sarıp sarmalaması...
Türklüğü "alt-üst kimlik" tartışmasına açan ilk Başbakan'dır Tayyip Erdoğan.
Söyler misiniz; zerre kadar "milliyetçi" olan, Mustafa Kemal'in laik cumhuriyetini beğenmeyip, orasından burasından değiştirmeye-didiklemeye kalkabilir mi?
*
Pekiii, Türk Kurultayı'na gidip çekiç ile örse vurmak ne oluyor?..
Tiyatro...
"Dank" diye bir ses duyduysanız, bunun halkımızın kafasına "dank etmesiyle" bir ilgisi yoktur.
Sadece; AB'ye girmeye çalışmak, Anıtkabir'e çelenk koymak, liberalleşmek, İsrail'e kızmak, ABD'ye horozlanmak, çağdaşlaşmak, içinde su olan bardağı "şerefe" diye kaldırmak gibi Tayyip Erdoğan'ın bu sefer de "Türkçülük" oyunuydu.
O kadar...
-
15 Eylül 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Tarikat...
ARKADAŞLAR, gazetelerdeki köşelerinde "Bu tarikatların arkasında kim var?" diye sordular.
Önceki gün Başbakan, tarikatların arkasında kimlerin olduğunu net ve tartışılmaz biçimde ortaya koydu.
Dedi ki:
"Çarşamba'daki şeyleri görüyorsunuz (....) İki diploma sahibi bir hoca öldürülüyor, en ufak bir başsağlığı yok (....) Ama öbür taraftan öldüren hakkında linç girişiminde bulunulduğu, bulunulmadığı hakkında her türlü iftira, gayri meşru yayın yapılıyor. Olayın hassasiyeti var. Bunlar hassas konular ve burada hassasiyetimizi hep birlikte korumalıyız..."
Yine de "tarikatların arkasında kimin olduğunu" anlamayan olabilir mi?
*
"Çarşamba'daki şeyler"i biliyorsunuz; ilginç ortaçağ giysileri, sarık-cüppe ve kara çarşaflı çarşıları, bodrum katlarındaki şeriat mahkemeleri ile binlerce tarikattan birisi.
Tarikatın camisinde bir müridi tarafından bıçaklanarak öldürülen, Başbakan'ın "İki diplomalı" olduğunu özenle söylediği ve medyadan "başsağlığı" beklediği bir tarikat lideri...
Bıçaklayan linç edilip parçalanarak öldürülünce "Düştü, kafasını çarptı" diye tutulan ilk raporlar.
Ve devletin elinde sadece, linç olayına karışanlardan kalma, camiden toplanmış yedi adet takke...
İçindekiler tüymüş, takkeleri yakalamışlar.
Belki sorgulama da yapılacak ve polis "Linç mi yaptınız, yoksa ayağı kaydı da başı taşa değince mi öldü?" diye soracak, ama ele geçirilen takkelerin içinde müritlerin kafaları yoktu.
*
İşte Başbakan'ın "Bunlar hassas konular, olayın hassasiyeti var ve hassasiyetimizi korumalıyız" dediği bunlar.
Bir cinayet ve bir linç ile ortaya dökülen tarikatlar gerçeği...
Tüm bunları yazan-çizenler ise Başbakan'a göre "iftira ve gayri meşru" yayın yapanlar...
Hálá "Bu tarikatların arkasında kim var?" diye ne soracaksınız?..
Yasalarımıza göre suç sayılan, ama şeri vergi sistemi, kendi eğitim yöntemi, çarşıları, mahkemeleri olacak kadar serbestçe örgütlenen tarikatlara bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakan'ı böyle bakıyorsa...
"Bu tarikatların arkasında kim var?" diye sormanın anlamı var mı?..
Bundan daha açık, daha net, daha berrak nasıl kanıtlanır "tarikatların arkasında" kimlerin olduğu?..
Daha nasıl anlatılır?..
-
3 Ekim 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
İrtica ile saklambaç...
İRTİCA var mı, yok mu?..
Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve komutanlar "var" diyorlar, Başbakan, TBMM Başkanı ve şürekaları "yok" diyorlar.
Ve muhtemelen sizin kafanız karışıyordur.
Var mı, yok mu?..
*
Şüphesiz Cumhurbaşkanı ve komutanlar, Türk istihbarat örgütlerinin en taze ve doğru bilgilerine sahipler.
Başbakan da o bilgilere sahip olmasına sahip. Ama o Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin onayladığı BM kararlarını bile yok sayıp, terörist El Kadı'ya kefil olacak kadar taraftır.
Var mı, yok mu irtica?..
Pekiii...
Cumhurbaşkanı'nın, Genelkurmay Başkanı'nın, komutanların, irtica olmadığı halde, durup dururken "irtica var" diye uydurmaları olası mı?
İrticanın Danıştay'ı basıp, türban kararı aldı diye yargıçları kurşuna dizmesi... Başka dinlerin ibadethanelerinin basılıp papazların bıçaklanması ya da öldürülmesi... Çarşamba gibi ülkenin dört bir yanında tarikatların eyaletler kurmaları...
Bugün çocukların neredeyse yarısının tarikat kurs ve okullarında eğitim görmeleri...
Kentlerin giderek tesettüre bürünmesi...
Devlet kadrolarının artık imamlardan oluşması...
Meclis Başkanı'nın, Başbakan'ın ve iktidardaki siyasi parti önde gelenlerinin açık ve net biçimde Anayasamızdaki laiklik kavramını beğenmeyip değiştirmek istemeleri...
Ama asıl:
Son kamuoyu yoklamalarında, Türk toplumunun büyük bir kısmının, iktidarın dümen suyuna kapılarak Batı değerlerinden uzaklaşıp, Arap ve Doğu değerlerine kayması...
*
Say, say bitmez...
Tüm bunlar size bir şey ifade etmiyorsa, televizyonlardaki görüntülere, gazetelerdeki fotoğraflara bakamaz mısınız:
ABD'den gelen görüntüler, size laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin fotoğrafı gibi geliyor mu?..
Yoksa sanki İran ailesi, ABD'deymiş gibi mi?..
Sizce hangisi?..
Yoksa yine de melül melül bakıp soracak mısınız:
"İrtica var mı, yok mu?.."
-
4 Ekim 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Beyaz Saray'da show...
ABD'de özellikle PKK terörü açısından çok başarılı bir görüşme oldu diyorlar.
Tek sorun; PKK'nın adını unutmuşlar.
Bizim Başbakanımız terör örgütünün reklamı olmasın diye PKK adını söylememiş, Bush ise unutmuş.
Olsun.
Adını söylemedikleri ve unuttukları bir şeyde kararlı olmaları da iyi.
Başbakan Erdoğan da zaten gazetecilere "Sayın Bush'un sözlerinde kararlılık gördüm" diyor.
Hangi konuda?..
Bir tek o belli değil.
Bizim medyanın sunduğu en mutlu haber ise "Görüşme beklenenden uzun oldu" müjdesi.
Doğrusu ben de her zaman görüşmelerin boyunu merak ederim. Arada bir arkadaşlara sormadım değil:
"Uzun mu kısa mı?.."
"Ne?.."
"Görüşmenin boyu..."
"Beklenenden uzun" görüşme Başbakan'a göre "çok yararlı ve faydalı" oldu, bir tek Bush PKK'nın adını unutmasaydı...
İyi ki Başbakan'ın adını da unutup "Dost ve arkadaşım Mister Hayrettin..." falan demedi.
*
Sizler bu Washington showlarını çok gördünüz. Özellikle Özal geceyi de Beyaz Saray'da geçirmeyi başarmış, gece herkes uyuyunca baba Bush'un paltosunu giyip Semra Hanım'ın eline fotoğraf makinesini verip resimlerini çektirmişti. Tansu Çiller'in ziyareti ise Türk halkına "Demir leydi ABD'yi büyüledi" diye sunulmuştu.
O günlerden bu yana neler oldu, dönüp bir bakın:
Kuzey sınırımızda ABD eliyle bir Kürt devleti kuruldu... Kerkük Türkmen kenti olmaktan çıktı... PKK, ABD eliyle kurulan bu bölgede palazlandı... PKK'nın elinde ABD silahları, bombaları, mayınları var...
Ve ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi'nde yarısı "Kürdistan" olmuş bir Türkiye haritası...
Böyle zaman zaman izlediğiniz bir showdur bu.
Bir ucunda köylerimize taşınan şehit tabutlarının arkasında ağlayan analar vardır bu oyunun...
Öbür ucunda işte böyle Oval Ofis'te parlak sözlerle yapılan, samimiyetsiz, yapmacık, uyduruk gösteriler...
O kadar...
-
Din adamı...
YÜZÜNDE "nur" var.
Ne zaman onu uzaktan görsem, ceketimi ilikleyip koşarak elini sıkmak gelir içimden.
O bir din adamı.
Onu uzun uzun dinlemek, söylediklerine kulak vermek, önerilerine-yorumlarına uymak isterim.
(.......)
Ben tıpkı devletler gibi, dinleri de mensuplarının yücelttiğine, ya da yerin dibine batırdıklarına inanırım.
Bir dinin inananları, kasap bıçağı ile insanların kafasını kesiyorlarsa... Ya da uygarlığa yakışmayan davranışlarıyla dünya kamuoyunun tepkisini çekiyorlarsa, aslında canı yanan o inançtır.
Bir dinin inananları; insanlığa, cana, yaşama, sevgiye, barışa koştuklarında dinleri yücelir de yücelir.
Ben onu bunun için seviyorum.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu göreve geldiği günden bu yana, çağdaş-aydın din adamlığıyla (elbette tarikatçı yobaz takımı hariç) hepimizin sevgisini ve saygısını kazandı.
İlk kez çevreyi ve doğayı savunan, örtünmenin İslam#8217;ın ilk şartı olmadığını söyleyebilen, çocukların çağdaş öğretilerle eğitilmesini isteyen, Atatürk#8217;ün kurduğu laik Cumhuriyet#8217;in önemini anlatan, insanların ilim-bilim ve uygarlık yolundan ayrılmamalarını öneren bir din adamı.
*
Cumhurbaşkanı ve komutanların "irtica" uyarıları karşısında, iktidarın kravatlı dincileri ile iktidar yalakası aydınlar homurdanırken ve uyarıları küçümserken, o "Devlet büyüklerinin bütün tespit ve uyarılarını anlamlı buluyoruz ve önemsiyoruz" diyebildi.
Niçin?..
Çünkü samimi bir din adamı, temsil ettiği dinin siyasete-ticarete malzeme yapılmasına asla izin vermez.
Sahtekárların din sömürüsüne seyirci kalamaz.
Eğer din bir kazanç kapısı ve iktidar aracı haline getirilmişse, bu uğurda ülke geriye savruluyorsa, ülkenin Cumhurbaşkanı ve komutanları herkesi uyarıyorsa, samimi ve gerçek din adamı elbette uyarıları önemli ve anlamlı bulur.
*
Bardakoğlu herkese örnek olmalı.
Hiçbir din; şiddetle, ilkellikle, bağnazlıkla, çağdışılıkla insanlara vaat ettiği mutluluğu sağlayamaz.
Artık aydınlık seslere kulak vermelisiniz.
-
Paşam niçin konuşur...
ÜÇ şeyi eksik bu memleketin a gözüm:
- Demokrasi.
- Hukuk.
- Ve siz...
*
Eğer bir siyasi parti, seçmenlerin yüzde 25'inin oylarıyla Meclis'teki sandalyelerin yüzde 60'ını alıp tek başına iktidar oluyorsa, bunun olduğu yerde asla demokrasiden söz edilemez.
Ve konuşur paşam...
*
Eğer orada hukuk da yoksa...
Hırsızlar, katiller, soyguncular, gaspçılar, kapkaççılar, uyuşturucu tüccarları, mahkeme salonlarından polislerden önce ellerini kollarını sallayarak çıkıp gidiyorlarsa...
Eğer yargıdan umudunu kesmiş insanlar, sanıklarını mahkeme kapılarında tekme-tokat döverek adaleti sağlamaya çalışıyorlarsa...
Eğer insanlar hukukun zenginden ve güçlüden yana olduğuna kesinkes inanmışlarsa...
Eğer hukuk; hak dağıtmaktan çok, suçlara kılıf bulma, aklanma kapılarına dönüşmüşse...
Yüksek yargıçlar dahi, rejim düşmanları karşısında hukuku aramaya başlamışlarsa...
Paşam konuşur...
*
Ve siz yoksanız...
En yaşamsal sorunlara, çirkinleşmiş futbola gösterdiğiniz kadar ilgi göstermiyorsanız... En ulusal çıkmazları ti-vi dizileri kadar merak etmiyorsanız...
En kalabalık demokratik örgüt toplantıları, ramazan çadırları kadar kalabalık olamıyorsa...
Şehriniz, parklarınız, doğanız, çocuklarınızın geleceği, suyunuz, toprağınız elinizden alınırken dönüp bakmıyorsanız...
Yeryüzünün bu yanında, size onurlu bir ulus olma gururunu sunan... Size ve çocuklara uygarlık kapısını aralayan laik cumhuriyet rejimine dahi sahip çıkmıyorsanız...
Sessiz...
Kör...
Sağır...
Dilsizseniz...
Ortalıkta siz yoksanız...
Paşam konuşur...
-
Fransız uydusunu vuralım...
GAZETEDEKİ odamın penceresinden, Fransız Büyükelçiliği önünde protesto gösterisi yapanların gür sesi geliyor:
"Fransa şaşırma, sabrımızı taşırma..."
Arkasından benim gibi peltek birisinin cılız sesi:
"Tekbirr..."
Gür koro bir ağızdan:
"Ya Allah, Bismillah, Allah-ü ekber...."
"Ermeni soykırımı yoktur" demeyi suç sayan yasayı, Fransız parlamenterler dün, uygarlık karşısında hiç utanmadan, sıkılmadan kabul ettiler.
Artık Fransa#8217;nın anlında, düşünce özgürlüğüne karşı işlenmiş suçun kocaman bir kara damgası var.
Tam burada oturup onlara küfür etmek kolaydır. Bunu herkes zaten yeterince yapıyor. Ama hiddet ve tekbir sesleri arasında da olsa sormamız gerekmez mi:
Ya biz?..
*
Fransızların adımıza uydu attıkları günü hatırlıyorum; medyanın manşetlerinde "Özal#8217;ın büyük devrimi" haberleri vardı.
Yer-gök bayramdı...
Yalaka yazarların köşesinde "Özal#8217;ın müthiş karizmasından ve Türkiye#8217;yi nasıl yıldız gibi parlattığından" söz ediliyordu.
Bizler "Özal devrimlerine" karşı çıktığımız için yine küfür yerken... Halkımız çoğalan ti-vi kanallarında sulu, densiz, kalitesiz, pespaye dizilere dalıp gitmişti.
İşte halkımız ti-vi dizilerine daldığında, Fransız firmaları otomotivde, bankacılıkta, çimentoda, borsada, bilgisayarda, havacılıkta, ilaçta, dünya şirketleriyle paylaştılar bizi.
(Daha bundan altı ay kadar önce AKP iktidarı#8217;nın, Fransız Alcatel şirketine üçüncü bir uydu siparişini (A-3) ihale açmadan, yaklaşık 300 bin dolara verdiğini de dizi seyircileri bilmezler elbette)
Sonuçta eli kolu bağlıdır Türkiye#8217;nin.
*
Yine de ses geliyor pencereden:
"Fransa şaşırma, sabrımızı taşırma."
"Tekbir..."
Benim aklıma ise Fransız uydusunu vurmak geliyor.
Olmadı, şen, eğlenceli, kaynanalı, delikten bakmalı, yeni diziler-programlar yapılır, şakır-şukur... Nasıl olsa Fransız uydusu üzerinden size Fransa#8217;nın yaptığını unuttururlar...
Ne yapacaksınız?
Kandırılmış-uyutulmuş bir ulusun hazin öyküsüdür bu...
-
26 Ekim 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Pardösünün sırrı...
BİR ilahiyatçı profesör, geçen gece televizyonda "pardösünün sırrını" açıklıyordu:
Tarikat erkeklerinin uzun pardösü giymelerinin nedeni; namazda eğildiklerinde arkalarındakinin aklına "başka bir şey" gelmemesi içinmiş.
Bir an için dondum ve düşündüm:
Namaz kılıyorlar...
Öndeki eğiliyor ve arkadaki onun bu pozisyonunu görünce demek ki aklına "başka bir şey" geliyor.
İşte, arkadakinin aklına "başka bir şey" gelmesin diye de pardösü önlem olarak giyiliyor.
O zaman iyi ki pardösü var.
Yoksa öndeki erkek eğilince, arkadaki erkeğin aklına "başka bir şey" gelmesi olasılığı var ki, bu iyi değil.
*
Diyelim ki siz tarikatçı olmadığınız için bu değerli bilgilerden yoksun olarak namaza gittiniz ve pardösünüz yoooookkkkk....
Eğildiniz...
Elbette aklınıza "başka bir şey" gelmez.
Ama arkanızda bir tarikatçı varsa, kendisi için önlem aldığına göre, demek ki aklına "başka bir şey" gelmesi olası....
Çünkü pardösünüz yok...
Ve açık hedef teşkil ediyorsunuz.
*
Böylece ben yere kadar uzanan pardösülerin sırrını çözerken, bir başka sırrın peşine takılıyorum:
Nasıl olur?..
Bir insan inançla ibadet ederken, bu gibi "başka bir şey" nasıl aklına gelebilir?
Pekiiii...
Namazında-niyazında olan milyonlarca vatandaşımızın aklına "başka bir şey" gelmiyor... Akıllarına gelmediği için pardösü giyerek önlem de almak gereğini duymuyorlar.
Niçin tarikatçıların aklına "başka bir şey" geliyor?..
*
Çünkü; bu tarikatlar; gerçek Müslümanların değil, dini çıkar amaçlı kullanan, üçkağıtçı ve samimi olmayan insanların örgütüdür.
Pardösülünün, arkadakinden şüphelenmesi doğaldır.
Haremlikler, çitle çevrili plajlar, İstanbul'da sırf kadınların girebileceği bir parkın kurulması (dünkü Milliyet'te vardı), tümü "pardösü zihniyetinin" uzantılarıdır.
Siz pardösü giymeseniz de olur...
-
14 Kasım 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Çankaya'ya çıkan yollara otururuz...
GÖRDÜĞÜM kadarıyla Başbakan'ın halkın karşısına çıkması giderek daha da zorlaşıyor.
Misal; Ecevit'in cenaze töreninde, Başbakan'ın camiye girmesi için yandaki inşaatın içinden özel bir yol yapılması ve iktidar heyetinin halka gözükmeden oradan cami avlusuna girmesi iyi bir fikirdi.
Alttan, altgeçit de yapılabilirdi.
Olmadı, havadan da sarkıtılabilirdi Başbakan, sepet içinde.
Halk görmesin yeter.
Çünkü halk, Başbakan'ı görünce "Çankaya laiktir, laik kalacak" diye bağırmaya başlıyor.
Başbakan'ın buna canı sıkılıyor.
Ve o zaman kendi cemaatine soruyor:
"Laikliğin en çok mücadelesini veren kim?.."
Onlar yanıtlıyorlar:
"Siz... Yani sizin kadar laiklikten yana olan kimse yoktur..."
Kendisi de inanıyor ve mutlanıyor:
"Eeee... O zaman ne bağırıyorsun arkadaş..."
*
Olsun...
Halkımız bir kez neyi bağıracağını ezberlediğinde, artık kimse onu tutamaz.
Bu durumda Başbakan'ın işi zorlaşıyor.
Nasıl Cumhurbaşkanı olacak?..
Nasıl halkın karşısına çıkacak?.. Bayramlarda halka gözükmeden nasıl resmi geçitten geçecek?.. Törenlerde on binlerce insanın karşısındaki şeref tribününde nasıl oturacak halktan gizli?..
*
Başbakan'ın açık toplantılara böyle arka yoldan, arka kapıdan, arka inşaattan girmesi iyi işaretler değil.
Bu olanlar toplumsal tepkinin ilkiydi.
Hiç kimse örgütlemeden, kimsenin çabası olmadan, toplumun kendi doğal tepkisiydi bu...
Bir gün elli milyon insan, Çankaya'ya çıkan tüm yollara oturacak.
Şaşırmamalısınız...
Yüzde 25 oyla, toplumun tümünün iradesine rağmen, bir oldu-bitti maşallah ile Çankaya'ya çıkmaya geçit yok.
Tayyip Erdoğan nasıl çıkacak Çankaya'ya?..
Arkadaki inşaattan mı?..
Bence bu halk en kapsamlı, en kararlı, en içten, en yürekli tepkisine hazırlanıyor.
Çankaya yolu zor...
-
Bağırma zamanı...
BUNDAN böyle Başbakan'ı görünce "Türkiye laiktir, laik kalacak" diye daha çok bağırmalısınız.
Çünkü onun bu slogana kızmasının ve "Laikliğin mücadelesini biz veriyoruz, şimdi sen öyle ne bağırıyorsun?" demesinin ne kadar kandırmaca olduğu ortaya çıktı.
Başbakan'ın bu "masummuş gibi" sözlerinden iki gün sonra imam hatiplileri illa vali-kaymakam-yargıç yapma girişimlerini izliyorsunuzdur.
İmamlar devleti laik olacak, öyle mi?..
Başbakan'ı daha görür görmez başlamalısınız...
*
Türkiye'nin başı ne denli derttedir, artık görün.
AKP iktidarının kendi girişimleriyle imam hatiplerin önü açılmayınca, bu sefer özel düzenlenmiş "Milli Eğitim Şûrası"na karar aldırtıyorlar.
İmamlar devletini kurmakta ısrarlı ve kararlılar.
İmam vali...
İmam kaymakam...
İmam savcı...
İmam hákim...
Ve imamların yönetiminde bir devlet.
Bu yüzden diyelim ki Başbakan'ı gördünüz...
Daha görür görmez "Türkiye laiktir, laik kalacak..." diye var gücünüzle bağırmalısınız...
*
Zaten şu anda Türkiye'yi imamlar yönetiyor.
Başbakan, bakanlar dışında, en üst kademedeki üç bin kadro imamdır. Ancak AKP iktidarına bu az gelmektedir.
Eğer sizler de dün bu imam kararına tepki gösteren TÜSİAD gibi "Tayyip Erdoğan iyi, kalsın... Ama bu imamların önünü açması yanlış" gibi bir hatanın içine düşerseniz, yazık olur Türkiye'ye.
İmam ataşeler...
İmam büyükelçiler...
İmam komutanlar...
*
AKP gibi imam ruhu taşıyan bir siyasi iktidar; imamların imam değil, devlette her türlü yönetici olmaları için, niye bu kadar inatla-ısrarla didinsin?..
Sanki eğitimin imam hatipten başka derdi yokmuş gibi...
Niçin bu çaba?
O zaman, diyelim ki baktınız Başbakan geliyor...
Daha görür görmez var gücünüzle başlamalısınız:
"Türkiye laiktir, laik kalacak..."
17/11/2006
-
TÜRKİYE LAİKTİR, LAİK KALACAK !
-
Gecenin bu saatinde de;
"TÜRKİYE LAİKTİR ve akp'ye rağmen ve RTE'ye rağmen LAİK KALACAK." ve RTE'den sonra da...
-
1 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Bay samimiyet...
BAŞBAKAN samimi değil.
Hiçbir konuda, hiçbir zaman samimi değil.
"Medeniyetler buluşması" diyor, tarihin belki de en önemli medeniyetler buluşması için Papa geldiğinde yurtdışına kaçmaya kalkıyor, zar zor tutuyorlar.
"Yüce Atatürk" diyor, Atatürk'ün en büyük eseri laikliğin özünü söküp atmaya çalışıyor.
"Temiz yönetimi başlattık" diyor, dokunulmazlıkları kaldırmaya asla yanaşmıyor, 200 AKP'linin dokunulmazlık dosyası raflarda bekliyor.
Uluslararası terörle mücadele için, uluslararası kurumlarla birlikte hareket ettiklerini söylüyor, BM'nin terörist saydığı El Kadı'ya kefil oluyor.
"Çağı yakalamaktan" söz ediyor, namus meselesi haline getirdiği türbanı kamuya sokmak için binbir plan yapıyor, aile fotoğrafı ile Türkiye'yi İran'ın yanına sürüklüyor.
*
Asla "samimi" değil.
Hiçbir zaman, hiçbir konuda...
İşte; AB'ye gitme meselesindeki samimiyetsizliği meyvesini verdi ve müzakereler askıda.
Şimdi Başbakan'ın "Önemli değil, tren durmuş-murmuş, biz yolumuza devam ederiz" düşüncesi de elbette samimiyetsizlik.
O zaman tren durdu, tren yolcusu Başbakan gitmeye devam edecek.
Enteresan bir yolcu.
Tren duruyor, bu gidiyor...
(.....)
Söyler misiniz; AB müzakereleri en önemli başlıklarda askıya alırken "Biz yolumuza devam ederiz" demek, mantıkla, akılla, gerçekle, samimiyetle bağdaşır mı?..
Yani AB organları "Görüşmüyoruz" diyecekler, Başbakan tek başına "görüşme" yapacak, öyle mi?..
Bu durumda Başbakan AB'ye dönem başkanı olduğumuzu, hatta Fransa'yı AB'den attığını da açıklayabilir tek başına.
*
"Samimi" değil çünkü.
Hiçbir zaman...
Hiçbir konuda...
Türkiye gibi aydınlık umutları olan bir ülkenin, en büyük uygarlık projesinin hazin sonudur bu.
Ya da; gözünün önündeki "samimiyetsizliği" hálá göremeyen bir ulusun düş kırıklığı...
-
6 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Hırsızistan...
GECE eve girip çekmecedeki parayı çalmak için bir kişi yeter. Ya da kapkaç için iki kişi, bilemediniz üç...
Ama ormanı çalmak için çok insan gerekiyor:
- Siyasetçi...
- Bürokrat...
- Kamu görevlisi...
- Bilirkişi...
- Hukukçu...
- Uzman...
- Belediyeci...
- Güvenlikçi...
- İşadamı...
- Yeterince teknik adam ve akademisyen...
*
Üstelik her birinden birkaç tane ister.
Şimdi bunu çarpın; çalınan-yağmalanan orman sayısı, koy sayısı, hazine arazisi sayısı, yeşil alan sayısı, satılmış sit alanı sayısı, bitmiş tarihi kalıntı sayısı, orman içindeki kömür ocakları sayısı ile...
Koyun üzerine; il, ilçe, belde miktarını...
Ekleyin; her iktidar döneminde değişen vardiya sayısını...
Müthiş bir "hırsız" sayısı çıktı mı?..
Çıktı...
*
Bu kadar yetişmiş, eğitilmiş, devlet parası ile okutulmuş, onurlandırılıp görev verilmiş "hırsızı" var da güzel memleketin, kalır mı ormanı, koyları, kıyıların, ağacı, taşı, toprağı?...
Bir dal bırakırlar mı, bir güzel göl, bir ecdat mirası tarihi yapı, bir gurur duyulacak kale duvarı, bir evlik sit alanı, bir eski konak, bir anılık bahçe?..
Maması çalınmamış bir çocuk, alın teri çalınmamış bir emekçi, mahsulü çalınmamış bir üretici, ilacı çalınmamış bir hasta kalır mı?..
Çalınmamış bir avuç içi kadar yurt?...
*
Bu kadar hırsız, müthiş bir rakam, akıl almaz bir güç, inanılmaz bir kadro...
Bu kadar geniş ve yetişmiş kadroyla kim bilir, belki devlet dahi kurulabilir.
Adı; hırsızistan...
Tek eksikleri kalır, soyulacak-yağmalanacak bir ülke ve onun üzerinde sinmiş-pısırık-akılsız bir halk.
Artık onu da siz bulup bana bildirirsiniz.
-
6 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Hırsızistan...
GECE eve girip çekmecedeki parayı çalmak için bir kişi yeter. Ya da kapkaç için iki kişi, bilemediniz üç...
Ama ormanı çalmak için çok insan gerekiyor:
- Siyasetçi...
- Bürokrat...
- Kamu görevlisi...
- Bilirkişi...
- Hukukçu...
- Uzman...
- Belediyeci...
- Güvenlikçi...
- İşadamı...
- Yeterince teknik adam ve akademisyen...
*
Üstelik her birinden birkaç tane ister.
Şimdi bunu çarpın; çalınan-yağmalanan orman sayısı, koy sayısı, hazine arazisi sayısı, yeşil alan sayısı, satılmış sit alanı sayısı, bitmiş tarihi kalıntı sayısı, orman içindeki kömür ocakları sayısı ile...
Koyun üzerine; il, ilçe, belde miktarını...
Ekleyin; her iktidar döneminde değişen vardiya sayısını...
Müthiş bir "hırsız" sayısı çıktı mı?..
Çıktı...
*
Bu kadar yetişmiş, eğitilmiş, devlet parası ile okutulmuş, onurlandırılıp görev verilmiş "hırsızı" var da güzel memleketin, kalır mı ormanı, koyları, kıyıların, ağacı, taşı, toprağı?...
Bir dal bırakırlar mı, bir güzel göl, bir ecdat mirası tarihi yapı, bir gurur duyulacak kale duvarı, bir evlik sit alanı, bir eski konak, bir anılık bahçe?..
Maması çalınmamış bir çocuk, alın teri çalınmamış bir emekçi, mahsulü çalınmamış bir üretici, ilacı çalınmamış bir hasta kalır mı?..
Çalınmamış bir avuç içi kadar yurt?...
*
Bu kadar hırsız, müthiş bir rakam, akıl almaz bir güç, inanılmaz bir kadro...
Bu kadar geniş ve yetişmiş kadroyla kim bilir, belki devlet dahi kurulabilir.
Adı; hırsızistan...
Tek eksikleri kalır, soyulacak-yağmalanacak bir ülke ve onun üzerinde sinmiş-pısırık-akılsız bir halk.
Artık onu da siz bulup bana bildirirsiniz.
-
13 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Haram parayla ibadet...
"HARAM parayla kesilen kurban geçerli olur" diyen Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nın belki de başka seçeneği yoktu.
"Haram parayla kurban-murban kesilmez" deseydi bu ülkede kimsenin kurban kesmemesi gerekirdi. Ki bu da deri toplayıcıları açısından iyi bir şey değildi.
Nasıl olsa yer haram, gök haram...
Böyle durumlarda "orta yol" her zaman bulunur.
Zaten Diyanet İşleri Başkanlığı da "İbadet helal parayla olur. Bununla birlikte kişi haram parayla kurban kesmişse, bu geçerli olur" diyor.
Sağolsun...
*
Bir ulusun inanç dünyasını düzenleyen kurum eğer "Haram parayla ibadet geçerli olur" diyorsa... Çalınmış, hırsızlık malı, yetim hakkı, kirli parayla insanların ibadet yapabileceğini kabul ediyorsa...
Pes...
Bir canlıyı yere yatırıp gırtlağını keserek ibadet etmek dahi çağdaş yaşama yakışmazken ve bu bilinçli din adamları tarafından reddedilirken... Bir din kurumunun, haramı ibadette uygun görme fetvası hangi dinin yüceliğine yakışır bilemem.
Yeryüzünde gelmiş-geçmiş, haram parayla ibadet etmeyi uygun gören, hoş karşılayan bir din var mıdır?..
Olabilir mi?..
*
Canım sıkıldı, canım...
Ben böyle bir kurumu yok sayarım.
Oraya asla saygı duymam.
Benim helal aylığımdan kesilen vergilerden Diyanet#8217;e düşen parayı haram ederim.
(Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nın bütçesi, 1.122.203,000 YTL#8217;dir. Bu İçişleri, Dışişleri, Çevre ve Orman, Bayındırlık, Ulaştırma, Sanayi ve Ticaret, Enerji, Kültür ve Turizm bakanlıklarının bütçelerinden çok daha büyük bir bütçedir.)
Yaşamsal görevi olan bu bakanlıklardan daha fazla paranın Diyanet İşleri#8217;ne verilmesi, ucundan köşesinden "haramı" kılıfına uydurmak için midir?..
*
Hırsızlık, soygun, yağma yüzünden çok acı çekmiş ve hálá çalınmakta, yağmalanmakta olan bir ülkede... Ahlaki değerlerin en güçlü kalesi olması gereken Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nda hangi din adamı (!) bu görüşü "fetva" olarak "www.diyanet.gov.tr" internet adresinden kamuoyuna sundu, yüzünü görmek isterim.
Sormak da isterim; böyle mi olur din adamlığı?..
-
13 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Haram parayla ibadet...
"HARAM parayla kesilen kurban geçerli olur" diyen Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nın belki de başka seçeneği yoktu.
"Haram parayla kurban-murban kesilmez" deseydi bu ülkede kimsenin kurban kesmemesi gerekirdi. Ki bu da deri toplayıcıları açısından iyi bir şey değildi.
Nasıl olsa yer haram, gök haram...
Böyle durumlarda "orta yol" her zaman bulunur.
Zaten Diyanet İşleri Başkanlığı da "İbadet helal parayla olur. Bununla birlikte kişi haram parayla kurban kesmişse, bu geçerli olur" diyor.
Sağolsun...
*
Bir ulusun inanç dünyasını düzenleyen kurum eğer "Haram parayla ibadet geçerli olur" diyorsa... Çalınmış, hırsızlık malı, yetim hakkı, kirli parayla insanların ibadet yapabileceğini kabul ediyorsa...
Pes...
Bir canlıyı yere yatırıp gırtlağını keserek ibadet etmek dahi çağdaş yaşama yakışmazken ve bu bilinçli din adamları tarafından reddedilirken... Bir din kurumunun, haramı ibadette uygun görme fetvası hangi dinin yüceliğine yakışır bilemem.
Yeryüzünde gelmiş-geçmiş, haram parayla ibadet etmeyi uygun gören, hoş karşılayan bir din var mıdır?..
Olabilir mi?..
*
Canım sıkıldı, canım...
Ben böyle bir kurumu yok sayarım.
Oraya asla saygı duymam.
Benim helal aylığımdan kesilen vergilerden Diyanet#8217;e düşen parayı haram ederim.
(Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nın bütçesi, 1.122.203,000 YTL#8217;dir. Bu İçişleri, Dışişleri, Çevre ve Orman, Bayındırlık, Ulaştırma, Sanayi ve Ticaret, Enerji, Kültür ve Turizm bakanlıklarının bütçelerinden çok daha büyük bir bütçedir.)
Yaşamsal görevi olan bu bakanlıklardan daha fazla paranın Diyanet İşleri#8217;ne verilmesi, ucundan köşesinden "haramı" kılıfına uydurmak için midir?..
*
Hırsızlık, soygun, yağma yüzünden çok acı çekmiş ve hálá çalınmakta, yağmalanmakta olan bir ülkede... Ahlaki değerlerin en güçlü kalesi olması gereken Diyanet İşleri Başkanlığı#8217;nda hangi din adamı (!) bu görüşü "fetva" olarak "www.diyanet.gov.tr" internet adresinden kamuoyuna sundu, yüzünü görmek isterim.
Sormak da isterim; böyle mi olur din adamlığı?..
-
27 Aralık 2006
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Atatürk gelse -2-
VAKTİ-saati gelip çattı ve Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin yıldönümünde, işte ben yine "Ya Atatürk çıkıp gelse" yazımı yazıyorum:
Gazi, yanında silah arkadaşları, beyaz bir atın üzerinde Ahlatlıbel'den gözüktü, aşağıdaki Ankara'ya bakıp İsmet Paşa'ya sordu:
"Yanlışlıkla Meksiko City'e inmiş olmayalım Paşa, bu ne?.."
"Angara..."
"Şu dumandan ucu gözüken ne?.."
"Atakule..."
"Vatanı beton ile örtmüşler, kulenin ucu açıkta kalmış demek... Peki bu kendi etrafında dönüp duran efendi, oynamayı unutmuş Ankara seymeni midir?.."
"Hayır Gazi Hazretleri, o Başvekil Tayyip Bey..."
Gazi Başvekil'e dönerek:
"Söyle bakalım Başvekil, bu her taraftaki delikler ne, düşmanın top ateşine karşı müdafaa hattı mıdır?..."
"Altgeçit Atam..."
"Bu soba borusu nevinden havadakiler ne?.."
"Üstgeçit..."
"Peki, muasır medeniyet seviyesine geçit temin edilmiş midir?.."
"Hedef buyurduğunuz istikamette hayırlara vesile olacak şekilde ilerleme sağlanmış, şükürler olsun ki dış itibarımız son yetmiş yılın en yüksek noktasına yükselmiş, Allah'ın izni ile yabancı sermaye bilhassa bankacılık, turizm, sanayi, haberleşme, ulaşım, konut alanlarına akın etmişlerdir..."
Gazi, İsmet Paşa'ya eğilerek:
"Biz Büyük Taarruz'da akını püskürttük, demek ki dönüp öte yandan gelmişler..."
Ata, kırbacı ile işaret ederek:
"Şu cüz hocası kılıklının elindeki flama ne, Suudi Kralı da mı bizi karşılamaya gelmiştir?..."
"Hayır, o Büyükşehir Belediye Başkanı, elindeki de Ankara'nın amblemi Gazi Hasretleri..."
At binemedikleri için bir at arabasının içinde bekleyenleri göstererek sorar Gazi:
"Bunlar kim, hamamcı esnafı mı?..."
"Kabine üyeleri..."
"Mekteb-i Mülkiye'den midirler?.."
"Hayır Gazi Hasretleri, ekseriyet imam-hatip'ten..."
Gazi, kabine üyelerine "Memleketin durumu nedir?" diye sorduğunda, onlar hep bir ağızdan "Hamd olsun..." diye bağırırlar.
İsmet Paşa'nın kulağına eğilir Gazi:
"Hilafeti kaldırdık da laikliğe geçtik gibi aklımda yanlış kalmış demek ki..."
-
6 Ocak 2007
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Trafiğimiz biz gibidir...
TRAFİK düzenleri, toplumların aynasıdır.
Kadınlar yüksek topuklu ayakkabılarla ciplere biniyorlarsa yoğun görgüsüzlük ifadesidir.
Sol şeritten dalıp en öne geçmek yoğun yüzsüzlük, arabalardan yükselen dım-tıs sesleri yoğun ipsizlik, lüks arabaların önde gitme hakkı öküzlük işaretidir.
Tankların yola çıkma olasılığı varsa; hah... Demek ki militarizm orada egemendir.
Başbakan ve bakanların arabaları kırmızı ışıkta durmuyorsa ve onlar geçerken tali yollar kapatılıyorsa; demokrasi yok, varsa bile göstermelik demektir.
Siyah araba çokluğu devletçiliği, tamponlara yazılan yazılar kederciliği, kaldırımlara park beleşçiliği gösterir.
Trafik düzeni aynasıdır toplumun.
*
Ben trafik polisini görünce, ona biraz káğıt çıkartıp gösterme duygusuna kapılırım.
Zaten o da araçtan, sürücüden, yoldan, gidişten, gelişten çok káğıtlara bakmayı sever.
Kırtasiyeci devletin belirtisidir bu.
Çıkartırım káğıtlarımı:
Ruhsat, ehliyet, sigorta, vergi káğıtları...
Yetmedi park makbuzu, krikonun faturası, yangın söndürücünün garanti káğıdı, akü kullanma talimatnamesi, su-elektrik ödemeleri, evin tapusu, yatırılmamış möble taksitinin ihbarnamesi...
Yetmezse eklerim:
"Bakmak isterseniz, bu da var memur bey..."
"Bu ne?.."
"Eniştemden mektup..."
*
İşte tüm bunların toplamıdır bizim trafik...
Yollardaki kalitesizlik asfaltın çalındığını, emniyet kemeri takmamak "bize bir şey olmaz" inadını, ilk virajda 180 ile uçmak Osman'ın kendini kuş sandığını gösterir.
Dönüp bakın trafiğe; yeryüzünün en kötü, en düzensiz, en keşmekeş, en curcuna trafik düzenlerinden birisidir bizimkisi...
Tıpkı hukukumuz, tıpkı güvenliğimiz, tıpkı eğitimimiz, tıpkı gelir dağılımımız, tıpkı sağlık sistemimiz, tıpkı siyasetimiz, tıpkı demokrasimiz gibi...
Biz gibidir trafiğimiz.
Aynamız...
-
11 Ocak 2007
Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr
İstikrar...
BENCE bu istikrarı bozmayın.
İstikrar bir kez kaçtı mı, bir daha ele geçmez.
Nedir istikrar?
Allah başımızdan eksik etmesin, AKP iktidarıdır. Tabii ki onun da başı büyük devlet adamı Tayyip Erdoğan#8217;dır.
Ne getirir istikrar?..
Yabancı sermaye, sıcak para, euro, dolar, holdinglere bol kár...
*
Aslında istikrar sözcüğünün mucizesi, kendi içinde gizlidir.
İlk birbuçuk hece "isti..."dir. Bu "istemenin" Mardincesidir:
"Patron kar isti..."
O sonra gelen "..tik..." bildiğiniz "tik"tir.
Nasıl ki darbe dönemlerinde arkadaşların "paşam..." tiki tutarsa... Ya da nasıl ki Demirel döneminde arkadaşların "Baba..." tiki tuttuysa... Bu dönemde de "istikrar" tiki tutmuştur.
Aradaki hecelerde gizli "...ikrar" sözcüğü (itiraf) ise bizi yeniden ilk heceye götürür:
"İsti..."
En sondaki "ar"a gelince.
"Ar" arkada kalmıştır.
En son "ar" gelir.
*
Söyler misiniz; hangi istikrar?..
Türkiye#8217;de devlet hiç bu kadar paramparça olmamıştı.
Hükümet, Cumhurbaşkanı ile kavgalı. İktidar ile ülkenin ordusu hesaplaşıyor. Parlamento çoğunluğu, rejim ile dalaşta. Meclis Başkanı, Anayasa#8217;yı istemiyor.
Başbakan; her gün devlet politikalarını tekmeliyor.
Hiçbir lafı öbürünü tutmuyor ve her sözü bir başka sözünün tersi... Bu yüzden de devlet paramparça...
Ve MİT Müsteşarı, Türkiye Cumhuriyeti#8217;nin en önemli güvenlik kurumunun başındaki adam, açık ve net uyarıyor:
"Ulus devlet tehdit altında..."
Söyler misiniz; bunun neresinde "istikrar" var?..
Bu nasıl "istikrar"dır?..
*
Yok eğer istikrar; "Ulusal devletin tehdit altında olduğuna" bakmadan, holdinglerin kasasını doldurmaksa...
O var:
"İstikrar..."
İnsanları aptal yerine koymanın diğer adı gibi...
-
Re: Bekir Coşkun sayfası
Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr
http://www.hurriyet.com.tr/_yazarlar/images/2b.jpg
Futbolcu...
MAÇTA bir futbolcu yere düşüp ölümcül debelendiğinde telaşlanır, "Çocuk gitti..." derim.
O yerde adeta can çekişir.
İlkyardım ekibi sedye ile koşarak gelir.
Yerdeki oyuncunun artık futbol oynamak bir yana, asla bir daha ayakları üzerinde duramayacağına ve belki de biraz sonra yaşama gözlerini yumacağına ben de inanırım, siz de.
"Durup dururken bir yaşam söndü..." diye canım sıkılır...
Ama yerdeki, hakemin karşı oyuncuya ceza kartı gösterip göstermediğini, belki de penaltı verip vermediğini parmak arasından kontrol ettikten sonra, bir anda dimdik ayaktadır...
Ve birazdan başkasına tekme atmak üzere yerinden fırlar...
*
Başbakan futbolcudur.
Futbolcuların abartılı düşme, kalkma, sakatlanma, sevinç, tepki, hiddet gösterileri Başbakan’da vardır.
Ama artık bizler biliriz.
Diyelim ki o hakeme bağırdığında, aslında topa ayağı yerine eliyle müdahale ettiğini anlarız.
Ya da topa kafayla çıkıp, top yerine arkadaşına kafayı geçirdiğinde, burkulma numarası yapmasını bekleriz.
Futbolcudur...
(........)
Türkiye’nin tüm dış politikaları bir bir iflas ediyor.
Her yerde kaybediyor Türkiye; AB’de, Kıbrıs’ta, Ortadoğu’da, Ermeni meselesinde, Kuzey Irak’ta...
Kerkük’e 600 bin Kürt yerleştirdiler.
Türkmenler her gün biraz daha yok ediliyorlar. Daha önceki gün uçurulan Türkmen karakolunda 32 kişi öldü, yüzlerce yaralı var.
ABD, peşmergelerin bu yok ediş planını destekliyor, gazetelerde okuyorsunuzdur.
Oysa Türkiye’nin "Ben de İncirlik Üssü’nü kapatıyorum" demesinin bile yaratacağı bomba etkisini bir düşünün.
Ama ne yapacaksınız...
Bu arkadaşlar ABD’nin eteğine yapışmışken, Başbakan’ın "Sabrımızı taşırmayın" gibi serti çıkışları ne peki?..
Futbolcu numarası:
Rol...Yapmacık...
Kandırmaca...
Show...
-
Re: Bekir Coşkun sayfası
9 Şubat 2007 http://www.hurriyet.com.tr/images/siyah_ok.jpg
bcoskun@hurriyet.com.tr
Derin devleti gördüm...
"DERİN devlet" aslında yok.
Niçin?..
Çünkü olmayan devletin "derin"i olamaz.
Kaybolmasın diye devlet dairelerindeki masalara-dolaplara fırçayla numaralar yazıp, masaları-dolapları uzun uzun demirbaş listelerine özenle kaydedip, birer kopyasını Başbakanlığa gönderen, sonra 72 tane gölünü kaybeden devletin "derini" olmaz.
"Derin devlet" ciddi devletin, asla ulaşılmaz, gizli ve illegal organizasyonudur.
Bütün istihbaratçılarının mahallede diyelim ki "MİT’çi Ahmet Abi" diye çağırıldığı devletin "derini" de olmaz.
Pekiiii...
Kapkaççılarla başa çıkamayan devletin "derini" olur mu?..
Ya da; Ceylanpınar’da dereye düşmüş kamyonun üzerinde bekleyen insanları akşama kadar kenara alamayan devletin "derin"i?..
*
"Derin devlet", devlete çöreklenmiş kimi başıbozuk takımının, kendi aralarında kurdukları suç örgütlerine bir "kutsiyet maskesi" uydurmalarıdır bizde.
Söyler misiniz; vatandaşlarının sayısını bilmeyen, insanları eve kapatıp ama nüfus sayımını yapamayan ve şu anda nüfusu belli olmayan devletin "derini" nasıl olur?..
"Toplumu kin ve düşmanlığa" sürüklediği için hapse atılan "sakıncalı ve tehlikeli" birisini oradan çıkartıp Başbakan yapan... Şimdi ise onun "istikrarına" muhtaç devletin "derini" olabilir mi?..
*
Bizim "derin devlet" genelde düğünlere gidip oynamaktadır.
"Derin devlet" ilişkilerinin kanıtı bu nedenle düğün fotoğraflarıdır çok zaman... Ki siz daha çok "derin devleti" elleri havada oynarken görürsünüz.
Bizim "derin devletimiz" budur.
Dink cinayetinde cinayeti işleyenlerin üç katı kadar kendi personelini yakalamış devletin "derin"liğidir bu.
Ve gerçek "derin devlet" olmadığı için, ortalık bu "derin devlete" kalmıştır.
Aslında bunların adının "resmi mafya" olması gerekir, ama biz "derin devlet" diyoruz.
Ben "derin devleti" gördüm.
Siz de görebilirsiniz.
Müteahhit bürolarında, kumarhanelerde, otel köşelerinde, düğünlerde bir yerdedir.
"Derin devlet"imiz bize göredir.
-
Re: Bekir Coşkun sayfası
Gaspçı...
KORKAK aslında.
Kapıyı kurcalıyor.
Tam açıp içeri gireceği sırada korkup geri çekiliyor.
Bu sefer pencereyi deniyor, kurcalıyor, açıyor ve kafasını içeri uzatıyor uzatmasına...
Ama ürküp geri adım atıyor.
Bacaya çıkıyor bu sefer...
*
Bir zihniyet bu.
"Taksim'e cami yapıyoruz" diyor.
Kurcalıyor, kapıyı aralıyor, tam adım attı-atacak...
Gerisin geriye vazgeçiyor.
"İçki yasak" diyor.
Kapıları zorluyor.
Adım atıyor atmasına...
Ürküp geri çekiliyor.
"İmam-hatipler vali-kaymakam olsun" diyor.
Zorluyor kapıları.
Adımını attı-atacak...
Tüyüyor.
"Piyerloti Tepesi'nin adını Eyüp Sultan Tepesi olarak değiştiriyoruz" diye tutturuyor.
Kurcalıyor.
Açıyor kapıyı, ama kaçıyor.
"Laiklik ilkesi değişsin" istiyor.
Çerçeveyi, menteşeyi kırıyor.
Tam adım atacak...
Yine vınnn...
*
Böyle yüzlerce girişimle içeri girip laik cumhuriyet rejiminin neyi var, neyi yok yürütmek istiyor.
Kapıları kurcalıyor.
Anahtarı, menteşeleri, sürgüleri zorluyor.
Açıyor da...
Ama korkup geri adım atıyor.
Bu sefer koşuyor pencereye...
Kurcalayıp duruyor.
İçeri adım attı-atacak...
Çıkıyor bacaya...
Kapıdan, pencereden ya da bacadan girip, tarumar etmek, el koymak, dağıtmak amacı.
Neyse ki korkak...
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr