-
Delilsiz suçlama
Yargıtay, maddi delil olmadan, sadece emarelere dayanarak şüphe üzerine yapılan suçlamayı hakaret nedeni saydı. Yargıtay 4'üncü Hukuk Dairesi'nin söz konusu kararına konu olayda, bir işveren, dükkanında hırsızlık olması üzerine yanında çalışanlardan şikayetçi oldu. Çalışanlar, olayla ilgilerinin olmadığını belirterek, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle manevi tazminat davası açtılar. Ancak bu dava yerel mahkemece reddedildi. Yargıtay 4'üncü Hukuk Dairesi ise kararı haksız bularak bozdu. Karar gerekçesinde, Anayasa ve yasalarda yer alan ‘şikayet hakkı' ile ‘kişilik hakları' karşılaştırılarak yorumlandı. Gerekçede, Anayasa'nın 36. maddesinin hak arama özgürlüğüne dayanarak şikayet hakkını tanıdığı, bütün haklar gibi bu hakkın da sınırsız olmadığı vurgulandı. Kararda, ‘‘Bu sınır, şikayet edilenin kişilik haklarının başladığı sınırı aşmamalıdır'' denildi. Kararda, şu tespitlere yer verildi: ‘‘Davalı şikayet hakkını kullanırken, bu konuda doğrudan veya dolaylı birtakım emarelere dayanmalıdır. Hiçbir duyum ve belirti olmadan, salt şüphe üzerine bir kimse hakkında ağır bir suçlamada bulunarak şikayet edilmesi durumundaki davranışı, hukuk düzenince korunmaz. Böyle bir halde, çatışan iki değerden kişilik haklarının korunmasına üstünlük tanınmalı ve herhangi bir belirti bulunmadan yapılan şikayetin hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir.''
Bu emsal karara nasıl ulasabilirim. Numarasını öğrenebilir miyim. Hukukçu olmadığımız için yardımlarınızı bekliyorum sayın hukukçu arkadaşlar.
-
Cevap: Delilsiz suçlama
T.C.
YARGITAY
Dördüncü Hukuk Dairesi
E. 1997/414
K. 1997/4624
T. 1.5.1997
MANEVİ TAZMİNAT DAVASI
ŞİKAYET HAKKI
KİŞİLİK HAKKI
ÖZET : Davalının; davacılar hakkında hiç bir belirti ve emare mevcut değilken, salt yanında çalışmalarından dolayı kendilerinden şüphelendiğini ileri sürerek, onları hırsızlık gibi ağır bir suçla itham etmesi ve alınan tüm ifadelerinde, bu iddiasını tekrarlamış olması olayında, davacıların kişilik haklarına karşı bir saldırının var olduğunun kabulü gerekir.
(2709 s. Anayasa m. 36, 12 vd.)
(743 s. MK. m. 24, 24/a)
Taraflar arasındaki manevi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde davacılar avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; tetkik hâkimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Davacılar, davalının haksız şikayeti nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğradığını belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Mahkemece, davalının şüphe üzerine davacıları şikayet ettiği, böylece yeterli emarelerin var olduğunun kabul edilmesi gerektiği belirtilerek, istemin reddine karar verilmiştir.
Anayasanın 36. maddesinde; "herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir" kuralı yer almıştır. İşte davalının da bu madde uyarınca, hak arama özgürlüğüne dayanarak davacıları şikayet ettiği kabul edilebilir. Ne var ki, her hak gibi bu hak da sınırsız değildir. Bu sınır, şikayet edilenin kişilik haklarının başladığı sınırı aşmamalıdır. Çünkü, kişilik hakları da Anayasanın 12 ve devam eden maddeleri ile Medeni Kanunun 24 ve 24/a maddelerinde güvence altına alınmıştır. Böylece bir taraftan hak arama özgürlüğüne ilişkin olan şikayet hakkı ile diğer yandan kişilik hakları karşı karşıya gelmektedir. Halbuki, hukuk düzeninin çatışan iki yararı aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz daha yakından incelendiğinde ve somut olay irdelendiğinde, her iki hakkın aynı anda ve birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olay itibariyle birinin diğerine karşı üstün tutulması gerektiği, böyle bir sonucun da yine hukukun vazgeçilmez temel ilkelerinden kaynaklandığı görülecektir. Bir yararın korunabilmesi için, diğerine üstün olması zorunludur. Korumadan söz edilebilmesi için de, hukuka aykırı olmayan bir eylemin varlığı gerekir. Hukuka aykırılığın özünü, hukukun koruduğu yararların saldırıya uğraması oluşturduğuna göre, hukuka uygunluk nedenleri de bu bakış açısına göre saptanabilir. Hukuka uygunluk nedenlerinde korunan kişinin korunan çıkar karşısında yer alan ve onunla çatışan değer daha üstünlük taşımalıdır. Bunun sonucunda da daha az üstün olan yarar, daha çok üstün olanı karşısında, hukuk düzenince korunmamalıdır.
Teorik bir görünüm taşıyan bu açıklamayı somut olaya uyarladığımızda, şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır: Davalı şikayet hakkını kullanırken, bu konuda doğrudan veya dolaylı bir takım emarelere dayanmalıdır. Böyle bir olay karşısında kalan ve bu tür emareleri edinen her orta düzeydeki kişinin de aynı şekilde davranabileceği kabul edilmelidir. Hiç bir duyum ve belirti olmadan, salt şüphe üzerine bir kimse hakkında ağır bir suçlamada bulunarak şikayet edilmesi durumundaki davranışı hukuk düzenince korunmaz. Böyle bir halde çatışan iki değerden, kişilik haklarının korunmasına üstünlük tanınmalı ve herhangi bir belirti bulunmadan yapılan şikayetin hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir.
Olayımızda da; davalı, davacılar için hiç bir belirti ve emare olmadan salt yanında çalışmalarından dolayı onlardan şüphelendiğini ileri sürerek, hırsızlık gibi ağır bir suçla itham etmiştir. Birden fazla alınan ifadelerinde de bu iddiasında ısrar etmiştir.
İşte açıkladığımız bu ilkeler ve dosyadaki mevcut olgular itibariyle davacıların kişilik haklarına karşı bir saldırının olduğu kabul edilmeli ve varılacak sonuç uyarınca bir hüküm kurulmalıdır. Mahkemenin açıklanan bu hukuki olguları ve öğeleri gözetmeden yazılı gerekçe ile hüküm kurmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
S o n u ç : Temyiz olunan kararın belirtilen nedenle (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 1.5.1997 gününde oybirliğiyle karar verildi.