Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı kaybettik
Türk Edebiyatı'nın asırlık çınarı Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı kaybettik.
Başımız sağolsun...
GERİ VERİN
Peki alınız sizin
Daha istemiyorum
Bu el bu ayak
Bu duyu bu düşünce
Sizin
Daha istemiyorum
Dallarda göklerde sularda
Açılarım bir denklemle uykusuz
Belki anlarlar beni
Sevindirirler umdururlar ama
Sizin
Daha istemiyorum
Ta çocukluğumdan beri
Yanım sıra yürüyen
Sevince acıkınca
Konuşunca yazınca duyduğum şey
Sizin
Daha istemiyorum
Gece koyu karanlıklar büyür
Alır tasalarımı yollarda
Alır güzelliğimi dağlardan
Peki sizin bu doldurduğum boşluk
Sizin
daha istemiyorum
Hepsi taş toprak orman deniz
Işıksızlığını yaşadığım varlık
Yokluğunda ağrıdığım ölüler
Hepsi hepsi
Sizin
Daha istemiyorum
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
Re: Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı kaybettik
1914 yılında İstanbul’da doğdu.Kuleli Askeri Lisesi’ni (1933), Harp Okulu’nu (1935) bitirdi, piyade subaylığıyla doğu ve orta Anadolu’nun, Trakya’nın bir çok yerlerini dolaştı, orduda hizmeti on beş yılı doldurunca, önyüzbaşı iken askerlikten ayrıldı (1950), Çalışma Bakanlığı İş Müfettişi olarak İstanbul’da çalıştı (1952-1960), Aksaray’da Kitap Kitabevini açtı (Aralık 1959), yayımcılık yaptı, Türkçe adında bir de aylık dergi çıkardı (43 sayı,1960-1964), kitabevini kapattı (1970), şimdi yalnız şair.
İlk yazısı (bir hikaye) ortaokul öğrencisiyken Yeni Adana gazetesinde bir yarışmada armağan kazanarak yayımlanmış (1927), sanat dergilerinde ilk kez, Kuleli Lisesi son sınıfta iken Yavaşlayan Ömür şiiriyle görünmüştü (İstanbul Dergisi 1933). Sonra Varlık dergisine şiirler vermeye başladı (Mayıs 1934).
Harbiye’den subay çıktığı gün (30 Ağustos 1935) satışa çıkardığı ilk kitabı Havaya Çizilen Dünya’da ölçülü, uyaklı, aşık tarzı denemeleri de bulunuyordu. İkinci kitabının çıkmasıyla ( Çocuk ve Allah, 1940) kişiliği çevresinde en yetkili kalemlerin uyandırdıkları ilgi ve dikkati yıllar yılı eksiltmeden sürdürerek, Cumhuriyet devrinin en kuvvetli şairlerinden biri oldu.
Şiirinde mağara devri adamlarından modern çağın insanına kadar, kişioğlunun iç ve dış dünyasını, yurt ve dünya insanını, çok yönlü davranış ve çatışmalarıyla işlediği, soyut-somut durumlar üzerinde derinleştiği, bunları yaparken de, arada söyleyiş sağlamlığını ihmal etse bile, kendine vergi hayaller, benzetmeler , semboller hazinesinden kuvvet aldığı görülür. 1970′de sayısı 34′ü bulmuş kitapları içinde Çocuk ve Allah, Daha, Çakırın Destanı, Toprak Ana, Aç Yazı, Asu, Türk Olmak, Haydi özellikle ön planda yer alır.
ESERLERİ:
ŞİİR:
Havaya Çizilen Dünya (1935)
Çocuk ve Allah (1940)
Daha (1943)
Çakırın Destanı (1945)
Taş Devri (1945)
Üç Şehitler Destanı (1949)
Toprak Ana (1950)
Aç Yazı (1951)
İstiklal Savaşı- Samsun’dan Ankara’ya (1951)
İstiklal Savaşı- İnönüler (1951)
Sivaslı Karınca (1951)
İstanbul-Fetih Destanı (1953)
Anıtkabir (1953)
Asu (1955)
Delice Böcek (1957)
Batı Acısı (1958)
Mevlana’da Olmak (Gezi) (1958)
Hoo’lar (1960)
Özgürlük Alanı (1960)
Cezayir Türküsü (Fransızca, İngilizce ve Arapça çevirileriyle birlikte, 1961)
Aylam (1962)
Türk Olmak (1963)
Yedi Memetler (1964)
Çanakkale Destanı (1965)
Dışarıdan Gazel (1965)
Kazmalama (1965)
Yeryağ (1965)
Vietnam Savaşımız (İngilizcesiyle, 1966)
Kubilay Destanı (1968)
Haydi (1968)
19 Mayıs Destanı (1969)
Vietnam Körü (destan-oyun) (1970)
Hiroşima (Fransızca,İngilizce çevirileriyle, 1970)
Malazgirt Ululaması (1971)
Kınalı Kuzu Ağıdı (1972)
Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1973)
Horoz (1977)
Hollandalı Dörtlükler (1977)
Çukurova Koçaklaması (1979)
Nötron Bombası (1981)
Yunus Emre’de Olmak (1981)
Çıplak (1981)
İlk Yapıtla 50 Yıl Sonrakiler (1985)
Uzaklarda Giyinmek (1990)
Dildeki Bilgisayar (1992)
ÖDÜLLERİ
1946 CHP Şiir Yarışması üçüncülüğü
1956 Yeditepe Şiir Armağanı Asu kitabıyla
1958 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Delice Böcek kitabıyla
1966 Milli Talebe Federasyonu Turhan Emeksiz Şiir Armağanı Delice Böcek ile
1977 Sedat Simavi Vakfı Ödülü’nü Peride Celal ile bölüştü, Horoz şiir kitabıyla
1967 International Poetry Forum (Uluslararası Şiir Forumu, Pittsburg
Amerika) tarafından "En İyi Türk Şairi" seçildi
1974 Struga (Yugoslavya) Şiir Festivalleri’nde Altın Çelenk ödülü
Haber7
Re: Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı kaybettik
http://image.haber7.com/haber/haber7...5054636689.jpg
ÇOCUK KUŞ
Bir kuştu,
Allı allı bir kuş.
Her tüyüne bir çiçek bağladılar
Uçmadı o.
Bir kuştu,
Mavili mavili bir kuş.
Her tüyüne bir boncuk bağladılar
Uçmadı o.
Bir kuştu,
Yeşilli yeşilli bir kuş.
Her tüyüne bir çocuk kurdelası bağladılar
Uçtu o.
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
***
Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun...
Re: Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı kaybettik
Geçtiğimiz günlerde İlhan Berk'i de kaybetmiştik. Kısa aralıklarla Türk Edebiyatında iki büyük kayıp. Mekanları cennet olsun.
ASU
Suçu büyüktü Âsû'nun göklerecek
Taş atmıştı güneşe doğru
Bilinmeyen türküsünde
Bilinmeyen çağından
Açtı uykusuzdu sayrıydı
Dolmuştu şeytanların soluğu derisine
Kötü bir ışık
Ve mavilikte duruşu çarpık ağaçların
Sövmüş Tanrısına sövmüş
Âsû Âsû
Yakılacak yakılacak
Âsû Âsû
Doymuşlar bir ilk zaman içinde
Ki sürer sıcaklığı karın karın
Kartalla doymuşlar yılanla doymuşlar
Doymuşlar yellerle yıldızla yalazla
Var olmanın yeğnikliği alna çizilmiş
Kötü ruhlar uyusun türlü boyalar içre
Ve ta masallara uzanır
Dudakların kızıl süsleri
Agaç, davulların seslerinden
Âsû Âsû
Yeşiller allar sarılar
Âsû Âsû
Halay çeker korku
Uzak kuşakların acısına karışık
Yontulmuş taşlarda susar
Güçsüz yumuşaklığı etin
Büyünün kara kanını üfler boynuzlara
Toprakta kök
Açık bir esrikliktir apaçık bir uykudan
Ve avın kurtuluşu işte
Kişinin gücü Tanrının büyüklüğüne
Âsû Âsû
Yankılanır dağdan dağa insandan insana
Âsû Âsû
Devrilmiş gözleri ak
Patlamış ürküden göğsü
Bütün oba ateş bütün oba ölüm
Bütün oba çırılçıplak
Açlığı uykusuzluğu sayrılığı tükenmez ama
Düşer elleri
Yaşaması parlamaz ama Âsû'nun
Ölüsü parlar
Aydınlık yitiverir yeryüzü yalnızlığından
Âsû Âsû
Seni senin karanlığın sever ancak
Âsû Âsû
Re: Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı kaybettik
MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI
Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden
Sanki elif elif uzuyordu inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı yasla
Herbir heceden heceden
Mustafa Kemal'in Kağnısı derdi kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifcik
Nam salmıştı asker içinde
Bu kez herkesten evvel almıştı yükünü
Doğrulmuştu yola, önceden önceden
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar
Kocabaş çok ihtiyardı çok zayıftı
Mahzundu bütün Sarıkız, yanısıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafiftiler, inceden inceden
İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden niceden
Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu.
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha! dedi, gitmez.
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gıcır gıcır
Nasıl durur Mustafa Kemal'in Kağnısı
Kahroldu Elifcik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana çocuk mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere iyceden iyceden
Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep
Kalır mı Mustafa Kemal'in Kağnısı bacım
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifcik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden.
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
Nur içinde yatsın...
__________________
Re: Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı kaybettik
Siirlerini zevkle okudugum, hatta Mustafa Kemal'in kagnisini lisedeyken ezberledigim ve gururla okudugum bir sairdir Fazil Hünsnü Daglarca. Herkesin basi sagolsun...
En cok üzüldügüm bir diger nokta; Istiklal Savasi'ni ve o dönemleri anlatan sairlerin aramizdan birer birer ayrilmasi ve yerine yenilerinin gelmemesi...
Re: Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı kaybettik
Sevgili Dağlarca,
Artık öyle bir noktaya geldik ki
problem
kağnı ve yükünü Elif gibi taşımak değil,
problem
yazık ki
MUSTAFA KEMAL'in kağnısı ve MUSTAFA KEMAL'in mermileri...
Değil ülkesinde
herhangi bir ülkede MUSTAFA KEMAL ve mermileri problem oluyor ise
MUSTAFA KEMAL'in ölmeyi emrettiği askerleri olarak PROBLEM olmak
insanlık görevimizdir...
IŞIKLAR İÇİNDE UYU CUMHURİYETİN AYDINI...
Re: Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı kaybettik
MUSTAFA KEMAL'İN TOPRAĞI
Duyuyor musunuz,
Dönüştü Mustafa Kemal toprağa.
Yeni bir aydınlık ta içeri
Ulaştı ulaşacak
Yaprağa.
Ne güzel,
Yer dibinden parlayan karaltı!
Yeni bir düşüncenin,
Yeni bir kurtuluşun
Kocaman bilinçaltı.
Ne güzel
Şu tarla, şu yemyesil kır.
Bütün görkemiyle
Bir özgürlüktür bize,
Bir atadır.
Duyuyor muşunuz,
Mustafa Kemal şimdi toprak.
Yeryağı, boraksı, pamuğu, demiri, tütünü
Ulusal derinliklerden
Ayağa kaldıracak
Fazıl Hüsnü Dağlarça.
Re: Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı kaybettik
18 eKİM 2008 / SABAH
Hasan Bülent Kahraman
Fazıl Hüsnü Dağlarca Devi
Bu başlığı yazdığım zaman aklıma bir anekdot geldi. Zamanın yenilikçi padişahı III. Selim ayrıntısını burada anlatmaya gerek olmayan bir nedenden ötürü ve yüceltmek maksadıyla Dede Efendi'yi
"o musikimizin canavarıdır" diye tanımlayıp övünce büyük bestekarımız bundan alınmış. Acaba Dağlarca yaşasaydı ve benim kendisini "dev" diye nitelendirişimi okusaydı ne derdi?
Onu bilemem ama bir dönemde büyük şairimiz Cemal Süreya kendini "şiir tankeri" olarak nitelendirmişti. Bundan rahatsız olduğunu sanmıyorum. Dağlarca modern Türk şiirinin en önemli kurucu unsurlarından birisiydi ve böyle değerlendirince Dağlarca'yı bu derecede öncü yapan unsurların neler olduğunu saptamak gerekiyor.
Metafizik ve şiir
Fazıl Hüsnü şiirin bir özel dil olduğunu çok erken bir tarihte kavramıştı. Onun ilk şiir kitabını yayınladığında 1935'te şiir henüz kendisiyle metafizik arasına bir duvar örmemişti. Tam tersine şiir henüz "hikmetli söz" söylemenin bir aracı olarak kabul ediliyordu ve özellikle Yahya Kemal-Necip Fazıl çizgisinde bu derinliğini korumaktaydı. Fazıl Hüsnü'nün sadece ilk kitabı bu çerçeve içinde yer almaz. İkinci kitabı ve bugün hala Türk şiirinin mihenk taşlarından birisi olan 1940 tarihli Çocuk ve Allah da bütün hacmi ve kanatlarıyla bu metafiziğe yaslanır.
Fazıl Hüsnü o kitapla aynı yıllarda gelişen Garip akımının dışında kaldı. Dağlarca şiirin bir öte-dil gerçeği olduğunu fark etti ve kendi kozasını örüp kendi dünyasını kurdu. Şiir belki sözcüklerle yazılıyordu ama hem sözcüklerin şiir içinde üstlendiği anlam gündelik dilden farklıydı hem de yarattıkları bütün yeni bir dil meydana getirecekti ki, bu şiir diliydi.
İmgeler düşünce ve şiir
Dağlarca bu gerçeği saptadıktan sonra şiirinde neyi anlatırsa anlatsın onu imgelerle söylemesini bildi. Kurtuluş Savaşı'nı da, Vietnam'ı da, Cezayir'i de bu anlayışla dile getirdi, gündelik hayatın nesnelerini ve insanın gündelik gerçekliğini de. Bu bakımdan Türk şiirinde imgenin büyük savunucusu olmuş Attila İlhan'ın "önümde bir tek Fazıl Hüsnü" kaldı demesini yadırgamamak gerek. Hatta özel sohbetlerimizde üstelik de heyecanlanarak "Fazıl abi çok büyüktür" dediğini bugün gibi anımsıyorum. Bu özelliği nedeniyle onun şiiri bilgisayar çağıyla da ilgilenebildi çocuklar için binlerce yapıt da üretti.
Fazıl Hüsnü kendi şiirine inanmış, onun çağcıllığını kavramıştı. O nedenle de belki yüz binlerce şiir yazdı. Yeryüzündeki her şey onun şiirinin bir parçasıydı. Onlar şiire gelmiyordu. Adeta o şiir gidip onlara konuyor ve elini değdiği her şeyi farklılaştırıyordu. Çünkü Dağlarca'nın şiiri aynı zamanda bir düşünce şiiriydi . Bu bakımdan kendisine en yakın ozan İlhan Berk'ti. Aralarındaki fark Berk'in şiirle düşünce arasında çok belirgin ve dışa vurulmuş bir ilişki kurmasına karşın Dağlarca'nın bunu kendiliğinden yapmasıydı. Bu bakımdan onun şiirinin sonuna/dibine varmak neredeyse olanaksızdır.
Şiire adanmış bir ömür
Bütün hayatını şiire adamış birisiydi. "Türk şiiri onun şiirini aştı mı" sorusunun yanıtı bende olumsuzdur. Tersine bence belli bir tarihten sonra Türk şiiri onun şiirini kavramadı, kavrayamadı. O büyüklük ona yaklaşmak isteyenlerin başını döndürüyor, cesaretini kırıyordu.
Keşke onu daha önceleri ve geniş biçimde yabancı dillere çevirseydik. Dünyayı onun şiirinden mahrum bırakmak gibi bir suçumuz da var şimdi. Başka bir yerde de söyledim. "Türkçem benim ses bayrağım " diyordu. Türkçenin ses bayrağı da Fazıl Hüsnü'dür. Günlerdir onun o kapalı, soyut ama çok çağcıl şiirini okuyorum ve gerçekten Türkçenin belki de en "modern-çağdaş" sesi olarak kendimi ona veriyorum. Türkçe şiirin hikaye anlatmadığı halde nereye kadar derinleşebildiğini ve insancıllaşabildiğini itiraf edeyim ki bir kez daha hayretle görüyorum. Dağlarca okyanusunda Türkçenin sınırsızlaşabildiğini, kıyısızlaşabildiğini şaşarak izliyorum.
Belki değil mutlaka Türkçeden daha büyüktü Fazıl Hüsnü, bunu anlıyorum!
Yayın tarihi: 18 Ekim 2008, Cumartesi
Web adresi: http://www.sabah.com.tr/2008/10/18//kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.
Re: Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı kaybettik
"Başbakan Çam Devirdi"
20 Ekim 2008 Star Ana Haber
"ANKARA'da Türk Dil Kurultayında konuşan Başbakan Dilimize ve gönlümüze kazandırdığı 100'e aşkın şiir kazandıran Fazıl Hüsnü Dağlarca'ya ait sanat şiirini okumak istiyorum Başbakan Recep Tayyip Erdoğan"(star Ana Haber)
Ve Başbakan Faruk Nafiz Çamlıbel'e ait olan Sanat şiirini okur.
SANAT
Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyarımızda binbir baharı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek,
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar.
Sen kubbesinde ince bir mozayik arar da
Gezersin kırk asırlık bir mabedin içini,
Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
Bize heyecan verir bir parça yeşil çini...
Sen raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin,
Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin.
Fırtınayı andıran orkestra sesleri
Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,
Istırap çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde geçer en hazinli bir musiki yerine!
Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,
Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini...
Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken
Söylenmemiş bir masal gibi Anadolu'muz
Arkadaş biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun...ayrılıyor yolumuz!
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Acı ama gerçek Anadolunun Türk Dili Kurultayına katılanların hepsi Başbakanı ayakta alkışlarlar.
19 Ekim 2008 Necati Doğru
Güle Güle
Şairimiz
Sen yazardın biz okurduk. Güle güle şairimiz
Tarih, ilkin trajedi sonra komedi olarak tecelli ediyorsa eğer, şaire kendi dilini ''ses bayrağı yapmaktan'' başka ne kalır?
Bu yüzden olsa gerek sen; ''Türkçem benim ses bayrağım...'' diyordun
Ölmek nedir?
''Doğmanın uzantısıdır'' derdin, ''Doğan öleçektir'' diye eklerdin ve işte şu, ''Ölü'' şiirini ançak sen yazardın:
''Hangi mahallede imam yok,
Ben orada öleçeğim.
Kimse görmesin ne kadar güzel,
Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.
Ölüler namına azade ve temiz,
Mehcul denizlerde balık;
Müslüman değil miyim, haşa,
Fakat istemiyorum, kalabalık.
Beyaz kefenler giydirmesinler,
Sızlamasın karanlığım havada.
Sallanmayayım,
Ki bütün azalarım hülyada.
Hüç bir dua yerine getirmez,
Benim kainatlardan uzaklığımı,
Çılgınca seviyorum sıcaklığımı...'