CEZA NORMUNUN
ZAMAN BAKIMINDAN SINIRI
1. Kanunların birbirini izlemesi
ve ceza normunun Anayasada zaman bakımından sınırı
Öteki hukuk normlarından farksız olarak, ceza normları, doğarlar, uygulanırlar, uygulamadan, yani yürürlükten kalkarlar.
Bir ceza normunun yürürlüğe girmesi, bununla birlikte diğer bir ceza normunun yürürlükten kalkması bir yandan kanunun açık ve örtülü olarak yürürlükten kalması meselesini doğururken, öte yandan normların içtimaı meselesini doğurmaktadır.
Kanunun yürürlüğü, kanunun, zaman bakımından sınırının çizilmesidir. Kanun, ileriye yürür, geçmişe yürümez. Kanun, düzenlediği fiillere ve ilişkilere uygulanır. Kanun, kendinden önce yürürlükte olan kanunun düzenlediği fiillere ve ilişkilere uygulanmaz .
Yürürlükten kalkan kanun, ileriye yürümez, yürürlükten kalkmakla etkisi ortadan kalkar, yani ileride geçerli olmaz.
Kanun yürürlüğe girdiği anda geçerlidir, yani o andan itibaren hüküm ifade eder.
Anayasa, sıkı sıkıya kişi temel hak ve ödevlerini ilgilendirdiğinden, ceza kanununun zaman bakımından sınırını, sadece Ceza Kanununa bırakmayarak özellikle düzenlemiştir.
Anayasa, “Kimse işlediği zamanın yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılmaz “ derken ( m. 38/1, 2 ), hem suçların kanuniliği ilkesine, hem de onun bir sonucu olan kanunun zaman bakımından sınırına işaret etmektedir.
Gerçekten, Anayasa, ancak işlendiği zamanın yürürlükte bulunan ceza kanunun, fiil hakkında hüküm ifade edeceğini kabul etmiştir. Bu, yürürlüğe giren kanun geriye, yürürlükten kalkan kanun da ileriye yürümemesi, kanunun yürürlükte olduğu sürece hüküm ifade etmesi demektir.
Anayasa, bir yerde, aynen, 2. maddesinde göndermede bulunduğu AİHS’ in … maddesi hükmünü tekrar etmek istemiştir.
2. Ceza normunun Ceza Kanununda zaman bakımından sınırı
Ceza Kanunu, 7. maddede, kuralı tekrarlamış, ayrıca kuralın istisnasına yer vermiştir. Bu lehte olan kanunun hem geriye hem de ileriye yürümesi esasıdır.
A. Fiilin suç olmaktan çıkarılması veya suç sayılması
Kanun, 7/1. maddesi hükmünde, suç olan bir fiilin suç olmaktan çıkarılması ve veya suç olmayan bir fiilin suç olması halini düzenlemiştir. Gerçekten, kanuna göre;
a. İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilmez ve güvenlik tedbiri uygulanmaz;
b. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılmaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanmaz;
c. böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar.
Burada sonradan yürürlüğe giren kanunun, yürürlükte bulunan kanunu tümden yürürlükten kaldırması hali düzenlenmiştir.
Bir fiil işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmıyorsa, sonradan yürürlüğe giren kanun bu fiili suç saysa bile, failine ne ceza verilebilir, ne de hakkında güvenlik tedbiri uygulanabilir: Yürürlüğe giren kanun geriye yürümez.
Bu kanunilik ilkesinin zorunlu bir sonucudur. Fiilin işlendiği esnada o fiili suç sayan ve cezalandıran bir ceza kanunun mevcut bulunmamaktadır. Yürürlüğe giren ceza kanununun kendi yürürlüğünden önce işlenmiş fiillere uygulamaya kalkışılması hukuka güveni ortadan kaldırır, kişi güvenliğini zedeler. Böyle bir durum, liberal-demokratik devlet düzenleri, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü fikriyle bağdaşmaz.
Bir fiil işlendiği zamanın kanununa göre suç sayılıyor, ama sonradan yürürlüğe giren kanuna göre artık suç sayılmıyorsa; henüz kovuşturmaya başlanmamışsa, fiil hakkında kovuşturma yapılamaz; kovuşturmaya başlanmışsa, derhal son verilir; hüküm verilmişse, yerine getirilmez; hüküm yerine getiriliyorsa, hükümlü derhal salıverilir ve ceza mahkumiyetinin hüküm ve neticeleri kendiliğinden ortadan kalkar: Yürürlükten kalkan kanun ileri yürümez.
Bu halde ortada fiili suç sayan bir kanun yoktur. Kimse olmayan bir kanunla cezalandırılamaz. Sonradan çıkan bir kanunun önce çıkmış olan bir kanunun suç saydığı bir fiili suç olmaktan çıkarması bir yerde af hükmündedir. Gerçekten, kanun koyucu, yaptığı bu yeni düzenleme ile, daha önce yapmış olduğu düzenlemede suç saydığı fiilin toplum için artık zararlı veya tehlikeli olmadığını kabul etmektedir.
B. Lehte kanunun
Hem yürürlükten kalkan hem de yürürlüğe giren kanun fiili suç sayar ama farklı düzenlerse, kanunilik ilkesi gereği olarak, fail hakkında, lehte olan kanunun uygulanması zorunludur. Lehte kanun, yürürlüğe giren kanunsa, kanun geriye yürür; lehte kanun, yürürlükten kalkan kanunsa, kanun ileriye yürür. Yürürlüğe giren kanun, aleyhte ise, uygulanmaz, çünkü kişi, hiç beklemediği bir muamele ile karşı karşıya bırakılamaz. Yürürlükten kalkan kanun aleyhte ise, uygulanmaz, çünkü kanun koyucu o fiili artık önceki kanunda olduğu kadar vahim görmemektedir.
Gerçekten, Kanun, 7/2. maddesinde, suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur demektedir.
Kanun suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan “kanun”dan ve sonradan yürürlüğe giren “kanunlar” dan söz etmektedir. Bu demektir ki, hüküm verildiği zamanda veya hükmün infazı sırasında, birden çok kanun yürürlüğe girmiş ve yürürlükten kalkmış ise, sırasına bakılmaksızın, bunlardan hangisi failin lehinde ise, o kanun uygulanır ve infaz olunur.
Buradan iki sorun ortaya çıkmaktadır. Birçok kanun söz konusu olduğunda failin lehinde olan kanun hangi kanundur? Mahkumiyet hükmü yerine getirilirken kanun değişikliği olursa, lehte kanun kuralının uygulanması nasıl olacaktır ?
Birden çok kanun değiştiğinde, sonuncusundan başlanarak geriye doğru her kanun faile isnat edilen fiile uygulanacak, elde edilecek sonuçlar karşılaştırılacak, böylece lehte kanun saptanmaya çalışılacaktır. Lehte kanunun belirlenirken, cezanın türü, azamı ve asgari haddi, başka bir cezaya tahvili, tecil edilebilirliği, kovuşturma koşulları, infaz düzeni tümden göz önüne alınacaktır. Lehte kanunu belirlemede, kanunların karması yapılamaz, çünkü karma, kanun değildir, madde hükmü kanundan söz etmektedir . 29. 6. 2005/5377 s. Kanunla 7/3. maddesinde yapılan değişiklikle, lehte kanunu belirlemede, cezanın ertelenmesi, koşullu salıverme ve tekerrürle ilgili olan hususlar hariç, infaz kanunları göz önüne alınmayacaktır. Ayrıca, hükümde belirtilen hususlar hariç, ceza kanununun zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kurallar, yanı 7/1, 2. madde hükümleri, infaz kanunları bakımından söz konusu olmayacaktır. Kanunun bu düzenlemesi, sonradan yürürlüğe giren infaz kanununun, yürürlükten kalkan infaz kanunundan daha mükemmel olduğu, hükümlünün daha çok çıkarına olduğu düşüncesine dayanmaktadır.
Yargı kararları ancak yargılamanın yenilenmesi yoluyla ortadan kaldırılabilir. Yargı kararlarının geri alınması mümkün değildir. Hakim elini çektiği karara dönemez, kararını değiştiremez ( CMUK. m. ). Bu durumda, suçu işlediği zaman yürürlükte bulunan kanunla sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklıysa, failin lehine olan kanun “ infaz olunur” hükmünün nasıl uygulanacağı konusunda madde gerekçesinde bir açıklık bulunmamaktadır. Gerekçede, sadece “ Yürürlükteki usul hükümleri, kesinleşmiş hükümler hakkında lehe olan yeni kanunun nasıl uygulanacağını göstermek bakımından yeterli görülmüştür” denmekte, bu hükümle kesin hükmün değmezliği kuralına bir istisna getirilip getirilmediği tartışılmamaktadır. Bizce “yürürlükteki usul hükümleri” sorunu çözmekte yetersizdir. Kanun koyucu, eğer bununla, infaz esnasında, Cumhuriyet savcısının, mahkemeden, verdiği hükmü açıklamasını istemeyi kastediyorsa; bu yolun, lehte kanunun kuralının uygulanmasında kullanılması, kurala istisna getirmek değil, kuralı ihlalidir. Kesin hüküm anayasa teminatı altındadır ( Ay. m. ). Kesin hükmün ihlali anayasaya aykırılık oluşturur.
3. Güvenlik tedbirleri
güvenlik tedbirleri kanunla konur. Bunun sonucu olarak, işlendiği zaman yürürlükte bululan kanuna göre suç sayılmayan fiilden dolayı kimseye güvenlik tedbiri uygulanmaz ve işlendikten sonra yürürlükten kalkan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimse hakkında güvenlik tedbiri uygulanmaz ( m. 7/1).
Fiil suç olmaktan çıkarılmamış ve sadece unsurlarında değişiklik yapılmışsa, 5237 s. Kanun güvenlik tedbirleri bakımından, lehte kanun ilkesine yer verilmemiş, güvenlik tedbirleri hakkında, infaz rejimi yönünden hüküm zamanında yürürlükte bulunan kanun uygulanır ( m. 7/3 ) hükmüne yer vermişti. 26.6.2005 / 5377 s. Kanunla bu hüküm değiştirilmiş, 7/3. madde hükmü aşağıdaki gibi olmuştur. " Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır"
Güvenlik tedbirleri ceza gibi “ ödetici” ve “ıslah edici” ve dolayısıyla “bastırıcı” değil, bir kere suç işleyerek tehlikeliliğini ortaya koymuş suçlu kişi bakımından “düzeltici” veya “ iyileştirici” ve dolayısıyla kişideki tehlikeliliği giderici olma anlamında “önleyici” tedbirlerdir. Bu nedenledir ki, tedbirin infazı esnasında yürürlükte bulunan emniyet tedbirlerinin, onun için en uygun, en ileri iyileştirici, düzeltici tedbirler oldukları varsayılmaktadır.
Yeni düzenleme, eskisinden farksız olarak bu ihtiyacı karşılar durumdadır. Böyle olunca, güvenlik tedbirlerinin infaz rejimine ilişkin hükümler, yürürlüğe girdikleri anda, derhal uygulanacaklardır.
Emniyet tedbirleri, yukarıda belirtilen niteliklerinden ötürü, kesin hüküm kuralı ile ilgili değildirler. Kanun, güvenlik tedbirine hükmeden kararın geri alınabileceğini kabul etmiştir ( m. 57/ 2, 6, 7 ) . Öyleyse, cezalarla ilgili olarak, lehte kanun ilkesi hakkında yapılan tartışmalar burada geçerli değildir.
Gerçekten, kesinleşen güvenlik tedbiri kararının, hakim tarafından, gerek görüldüğünde, geri alınması, değiştirilmeleri mümkündür. Anayasanın 38. ve Kanunun 2. maddesi hükmü, güvenlik tedbirlerinin geri alınabilmesi ve değiştirilebilmesi imkanını engeller biçimde yorumlanamaz.
1. Geçici veya süreli kanunlar
Kanun, 7/4. maddesinde, “geçici veya süreli kanunların yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir “ hükmüne yer vermiştir.
Bu genel kuralın bir istisnasıdır. Kanunun geçerliliğin, geçicilik veya sürelilikle sınırlı olmasının zorunlu sonucudur. Bundan maksat, geçici veya süreli kanunların yürürlükleri esnasında veya geçerli oldukları sırada işlenen suçların, kanunun ortadan kalktıktan sonra da kovuşturulabilmesi ve cezalandırılabilmesidir. Tabii, tersini düşünmek, geçicilikten ve sürelilikten yararlanarak kanunu ihlal eden kurnazları, ödüllendirmek olur.
Ancak, geçici veya süreli kanunlar, geçici veya süreli oldukları dönem içerisinde kaldırılır veya değiştirilirlerse lehte kanun ilkesi elbette bu kanunlar için de söz konusu olmaktadır. Gerçekten, ör., süreli bir kanunda suç sayılan bir fiil, kanunun süresinin dolmasından önce suç olmaktan çıkarılır veya değiştirilirse, kuşkusuz fail lehte kanun kuralından yararlanacaktır.
Niteliği çok tartışılan Sıkıyönetim Kanunu geçici veya süreli kanun değildir, çünkü ceza hukuku düzeninde geçerliliği süreklidir, sadece her zaman değil sıkıyönetim koşulları oluştuğunda sıkıyönetim ilanına bağlı olarak uygulama kazanmaktadır.
5. Bir ceza hukuku düzenini örtülü olarak yürürlükten kaldırarak başka bir ceza hukuk düzenin oluşturulması
Kanun, genel kanun-özel kanun ilişkisini kurarken, bilinenden farklı olarak, genel kanuna aykırı olan tüm özel kanun hükümlerini, yürürlükten kaldırmıştır. Gerçekten, Kanun, 5. maddede, “Bu kanunun genel hükümleri özel kanun hükümleri ve ceza içerin kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır” hükmüne yer vermiştir.
765 s. Kanunun 10. maddesi, 5237 s. Kanunun 5. maddesinin aynısı veya muadili değildir. 765 s. Kanun un 10. maddesi “ Bu kanundaki hükümler hususi ceza kanunlarının buna muhalif olmayan mevaddı hakkında da tatbik olunur” demektedir.
Farklılık sorunları beraberinde getirmiştir.
5237 s. Kanun, ceza hukuku sisteminde köklü değişiklik yapmış, suçta cürüm-kabahat suçu ayırımını kaldırmış, buna bağlı olarak tüm ceza sistemini değiştirmiş, güvenlik tedbirlerini anlaşılmaz bir biçimde düzenlemiş, suça iştirak, suçların içtimai, tecil, tekerrür, vb. tüm ceza hukuku kurumlarını, geçerli bir gerekçe göstermeden, bilinenden farklı bir biçimde düzenlemiştir. Bu durumun, kendi mantığı içinde, 5. madde hükmünü gerekli kıldığında kuşku yoktur. Ancak hükmün yeri burası değildir. Bu hükmün yeri, ……. Tarih ve ….. sayılı Ceza Kanununu Yürürlüğe Koyan Kanundur, çünkü söz konusu hükmün işlevi, eski düzenden yeni düzene geçişi sağlamaktır. Bu tür bir durum, 765 s. Kanunun kendinden önceki ceza hukuku düzenini kaldırdığında da ortaya çıkmış ve sorun …. Tarih ve… sayılı Ceza Kanununu Mevkii Meriyete Koyan Kanunla çözülmüştür. Tarihi kanun koyucu, 5. madde hükmü ile tüm ceza hukuku sistemini değiştirdiğini gizlemek istemiş, daha sonra hükmün yetersizliği ve sorunları görülerek … tarih ve …. Sayılı kanunu çıkarmak zorunda kalmıştır. Bu kanunun, ortaya çıkabilecek olası sorunları çözdüğünden kuşku duyulmaktadır.
Bütün bunlar bir yana, Ceza kanunu, Anayasa kanunu değildir. Açıkçası ceza kanununun bu hükmünün 5. maddenin muhatabı olan kanun koyucuyu bağladığı söylenemez. Kanun koyucu, 5. madde hükmüne rağmen, her zaman Ceza Kanununun genel hükümlerine aykırı özel kanunlar çıkarabilir. Bunu engelleyen bir cihaz kanunda yoktur. Tarihi kanun koyucu, ileride Ceza Kanununun genel hükümlerine aykırı olacak düzenlemelerin yapılmasını istemiyorsa, bu hükmü Anayasaya koymalıydı. O zaman, Anayasayı değiştirmedikleri sürece, kanun koyucular, Ceza Kanununun genel hükümlerine aykırı bir düzenleme yapamamış olurlardı. Öyleyse, mevcut düzenleme, sadece geçmişi tavsiye etme işine yaramış, ancak enkazı kaldırma işini 4.11.2004 tarih ve 5252 Türk Ceza Kanununun Yürürlük Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna bırakmıştır .
Yeri geldikçe tartışmalar sürdürülecektir.
Madem 5237 s. Kanunun 5. maddesi geleceği etkilememektedir, kanun koyucu her zaman aksine düzenlemeler yapabilmektedir. akla gelen soru, tüm uygar ülkelerin ceza kanunlarında yer alan 765 s. Kanunun 10. maddesi hükmüne ayrıca gerek olup olmadığı sorusudur. Öyle sanıyoruz ki, 765 s. Kanunun 10. maddesi hükmüne benzer bir hükme 2537 s. Kanunda da ihtiyaç bulunmaktadır. Kanunun 5. maddesi bu ihtiyacı karşılamamaktadır.
Bugün, Kanunun 5. maddesinden ötürü, açıkça yürürlükten kalkan “özel ceza kanunları” ve “ceza içeren” kanunlar olduğu gibi, örtülü olarak yürürlükten kalkmış bulunan ceza kanunları da bulunmaktadır. Bu durum, lehte kanun ilkesinin, herhalde, daha uzun süre, yargıyı işgal edeceğine işaret etmektedir.
6.Suçun işlendiği zaman
Ceza kanununun zaman bakımından sınırı, suçun işlendiği zamanı tartışmayı zorunlu kılmaktadır. Suçun işlendiği zaman, ceza kanununun zaman bakımından uygulanması yanında, ayrıca ceza hukukunun birçok kurumu bakımından büyük önem taşımaktadır. Suçun icrasına başlanmasından bitirilmesine kadar olan sürede kanun değişebilir. zamanaşımının, şikayetin, hak düşürücü sürelerin, vs. hesaplanmasında, afta, isnat yeteneğinde, yetkili mahkemenin belirlenmesinde, vs. suçun işlendiği zamanın bilinmesinin önemi inkar edilemez.
Neticesiz suçlarda suçun işlendiği zamanın tespiti çok daha kolaydır. Buna karşılık, neticeli suçlarda, özellikle mesafe suçlarında, suçun işlendiği zamanın tespiti çok daha zor olmaktadır.
Bu konuda birçok görüş ileri sürülmüştür. Bunları üç grupta toplayabiliriz.
a. Hareketin yapıldığı anı esas alan düşünceler.
Bunlar icra veya ihmal hareketinin yapıldığı anda suçun işlendiğini kabul etmektedirler.
b. Neticenin gerçekleştiği anı esas alan düşünceler
Bunlar neticenin gerçekleştiği anda suçun işlendiğini kabul etmektedirler.
c. Karma düşünceler. Bunlar hareketin yapıldığı anla neticenin gerçekleştiği an arasında bir fark görmemekte ve suçun her iki anda işlendiğini kabul etmektedirler.
Karma düşünceler kabul edilemez, çünkü bir fiilin hem hareketin yapıldığı hem de neticenin meydana geldiği zamanda işlenmesi mantıken mümkün değildir. Ayrıca, neticesiz suçların hem hareketin yapıldığı hem de neticenin meydana geldiği zamanda işlendiğini iddia etmek ciddi bir çelişkidir.
Neticeyi esas alan düşünceler kabul edilemez. Salt hareketten oluşan, yani neticesiz suçların varlığı bir yana, neticenin şu veya bu zamanda gerçekleşmesi failin iradesine değil tamamen arızi nedenlere bağlıdır. Gerçekten, neticenin meydana geldiği an esas alındığında, o anda yürürlüğe giren kanunun geçerliliği, yürürlükte olmadığı an olan hareketin yapıldığı ana götürülmüş olur. Bu kanun geriye yürütülmesidir. Oysa, esas olan, kanunun geriye yürümemesidir.
Doğru düşünce hareketin yapıldığı anda suçun işlenmiş sayılmasıdır. Gerçekten, failin bir suçu işleme iradesi, hareketi yaptığı anda vardır. Öyleyse suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun, neticenin meydana geldiği anda yürürlükte bulunun kanun değil, ama hareketin yapıldığı anda yürürlükte bulunan kanundur.
II
CEZA NORMUNUN
YER BAKIMINDAN SINIRI
1. Ceza kanununun ülkeselliği ilkesi
Kanunilik ilkesinin bir sonucu olarak ifadesini kanunda bulan ceza normunun temel niteliklerinden biri, etkinliğinin ülke ile sınırlı olmasıdır. Gerçekten, ceza kanunu sadece kanunu olduğu devletin ülkesinde uygulanabilir. Hatta küreselleşme olgusuna paralel olarak uluslar arası ceza hukuku tartışmalarının sürdüğü günümüzde de, ceza kanunun egemen olduğu toprak sadece kanunun olduğu devletin ülkesidir. Buna ceza kanununun ülkesellik veya mülkilik niteliğidir.
a. Ülke
Ceza kanunu, ülkede bulunan yerli, yabancı herkese, aralarında hiçbir ayırım yapılmaksızın uygulanır.
Ceza kanunu, kanunu olduğu devletin ülkesi dışında uygulanamaz. Ancak, kanunun suç saydığı fiilin hiç olmazsa bir kısmının ülkede işlenmesi halinde, suç ülkede işlenmiş sayılır, dolayısıyla o ülkenin devletinin ceza kanunu uygulanır. Bu suçlara gene olarak mesafe suçu denmektedir
Kanun, 8/1. maddesinde, “Türkiyede işlenen suçlar hakkında Türk kanunları uygulanır” diyerek ceza kanununun ülkeselliğine işaret etmekte; “fiilin kısmen veya tamamen Türkiyede işlenmesi veya neticenin Türkiyede gerçekleşmesi halinde suçu Türkiyede işlenmiş “ saymaktadır.
Ancak, hükümde yer alan “fiil” terimi isabetli seçilmemiş, kanun kendi içinde terim birliğine uymamıştır. Burada, fiilden maksat, icra (azione ) veya ihmal ( omissione ) hareketidir .
Böylece, kanun, ceza kanununun yer olarak sınırının, Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi olduğunu kabul etmiş olmaktadır.
Türkiye Cumhuriyetinin ülkesinin sınırları, Devletler Genel Hukukunun kurallarına uygun olarak uluslar arası antlaşmalarla çizilmiştir. Bunların başında 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması gelmektedir. 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ve Fransa arasında yapılan anlaşma ile güney sınırımız belirlenmiştir.1932 yılında İranla yapılan bir sınır düzeltmesi anlaşmasıyla Küçük Ağrı Türkiye topraklarına katılmıştır. 23 Haziran 1939 tarihinde Türkiye- Fransa arasında yapılan anlaşma ile Hatay Türkiye topraklarına katılmıştır. Kuzey sınırımız, Ruslarla yapılan Gümrü antlaşmasıyla belirlenmiştir .
Sınırlarını uluslar arası antlaşmaların çizdiği Türkiyenin topraklarında, hava sahasında ve karasularında ceza normu ihlallerinde mutlak surette Türk ceza kanunu uygulanır ( 7/2,a ).
Devletler genel hukuku, karasularını ülkeden sayılmaktadır. Kanunun 7/1. maddesi hükmü karşısında, 7/2, a maddesi hükmünün bir fazlalık olduğunu düşünüyoruz, çünkü 8/1.madde hükmü Türkiye, zaten devletin mülkünü, ülkesini ifade etmektedir. Gerçekten, ülke, kara, hava sahası ve karasularından oluşmaktadır. Kanun fazlalık götürmez. Ceza Kanunu Yurttaşlık bilgisi kitabı değildir. Bizce, bu ceza hukuku kurumunu doğru ifade eden hüküm, 765 s. Kanunun 3. maddesi hükmüdür.
Karasularının anakaradan üzunluğu tartışmalı bir konudur. Eskiden bu sınır altı deniz mili olarak kabul ediliyordu. Bugün, bu sınır, açık denizlerde oniki, buna karşılık iç denizlerde genellikle altı deniz mili olarak kabul edilmektedir.
Türkiye Cumhuriyetinin Ege denizinde, bu konuda komşusu Yunanistanla sıkıntıları bulunmaktadır. Bu ülke karasularını oniki deniz miline çıkarmak istemektedir. Bu, Türkiye Cumhuriyetinin aleyhinedir, çünkü Eğe denizinde tek taraflı iradesiyle karasularını 12 deniz miline çıkarmak demek, Türkiyenin açık denizlere çıkma yolu kapamak, denizden yararlanmasını kısıtlamak demektir. O nedenle, Türkiye, Ege denizinde karasularının altı deniz milini aşmasına karşıdır.
Bugün ülke üzerindeki hava sahasının yüksekliği de tartışmalı bir konudur. Gerçekten, uzay çağını yaşadığımız günümüzde, ceza kanununun egemenliğinin havada nereye kadar olduğu kestirilememektedir.
b. Ülkeden sayılanlar
Askeri gemiler, uçaklar, ülkeden sayılmaktadır.
Gerçekten, Kanun, 8/2, c maddesinde, Türk deniz ve hava savaş araçlarında veya bu araçlarla işlenen suçları Türkiyede işlenmiş kabul etmektedir.
Açık denizlerde, bunların üzerindeki hava sahalarında seyreden her çeşit ulaşım araçlarında bayrak kanunu geçerlidir.
Bu bağlamda olmak üzere, Kanun, 8/2, b. maddesinde, açık deniz ve bunun üzerindeki hava sahasında, Türk deniz ve hava araçlarında işlenen suçları veya bu araçlar ile işlenen suçları Türkiyede işlenmiş saymaktadır.
Türk bayrağı çekili deniz ve hava araçları, Türk deniz ve hava araçları dır.
Kıta sahanlığı, karasularının tersine, ülke değildir. Kıta sahanlığı, ekonomik çıkar sağlamamaları kaydıyla, yabancı gemi ve uçakların serbest dolaşımına açıktır. Devletler genel hukukunda, anakaranın devamı olarak, bu alan üzerinde devletin bazı ekonomik çıkarlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Bundan ötürü, bugün, kıta sahanlığı, ülkenin devamı olarak görülmektedir.
Bu bağlamda olmak üzere, Kanun, 8/2, d maddesinde, Türkiye’nin kıt’a sahanlığında veya münhasır ekonomik bölgesinde tesis edilmiş sabit platformlarda işlenen suçları veya bunlara karşı işlenen suçları Türkiye’de işlenmiş saymaktadır.
2. Ceza kanununun evrensellik ilkesi
Bazı suçlar vardır ki, bunlar, kim tarafından ve nerede işlenirse işlensin, failleri ülkede bulunduklarında, o ülke ceza kanununa tabi olurlar.
Bu, mülkilik ilkesinin bir istisnasını oluşturmaktadır.
Bu suçlar, genellikle, uluslar arası hukukun bir süjesi olan devletin varlığını tehdit eden veya uluslar arası antlaşmalarla kovuşturulması zorunlu kılınmış olan suçlardırlar.
Kanun, ceza kanununun evrenselliği ilkesini 13. maddede ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Nerede ve kim tarafından işlenirse işlensin Türk Ceza Kanununun uygulandığı suçlar kanunda tek tek sayılmıştır. Bunların sayılarının artırılması veya eksiltilmesi mümkün değildir.
Bunlar, sırası ile şunlardır.
a. Ceza Kanununun İkinci Kitap Birinci Kısım altında yer alan suçlardır. Bunlar, soykırım ( m. 76 ), insanlığa karşı suçlar ( m. 77), Bu suçları işlemek için örgüt kurmak ( m. 78 ), göçmen kaçakçılığı ( m. 79 ), insan ticareti ( m. 80 ) .
b. İkinci Kitap, Dördüncü kısım altındaki Üçüncü bölümden başlayarak Sekizinci bölümde biten suçlar. Bunlar, Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar ( m.299, 300, 301 ), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar ( m. 302- 308 ), Anayasal Düzene ve Bu düzenin İşleyişine karşı suçlar ( m. 309 – 316 ), Milli savunmaya Karşı suçlar ( m. 317 – 325 ), Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk ( m. 326- 339 ), Yabancı Devletle Olan İlişkilere Karşı suçlar ( m. 3040 – 343 ).
c. İşkence ( m. 94, 95 ) suçları
d. Çevrenin kasten kirletilmesi ( m.118 )
e. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti ( m. 188 ), uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanımını kolaylaştırma ( m. 190 ).
f. Paralarda sahtecilik ( m. 197 ), para ve kıymetli damgaları imale yarayan araçların üretimi ve ticareti ( m. 200 ), mühürlerde sahtecilik ( m. 202 )
g. Fuhuş ( m. 227 ).
h. Rüşvet ( m. 252 ).
i. Ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması ( m. 223 / 2,3 ), bu araçlara zarar verme ( m.152 )
Kanunun “ diğer suçlar “ şeklindeki madde başlığı yanlıştır, çünkü terimsel değeri yoktur, belirli değil, belirsizdir. Bunun doğrusu “ülke dışında işlenen suçlar “ veya “ yabancı ülkede işlenen suçlar” olmalıdır .
Kanun bu düzenlemesi ile nerdeyse kuralı istisna istisnayı kural haline getirmiştir. Kanun, 344 maddeden ibarettir, bunun 76 maddesi genel hükümlerdir, ayrıca yürürlük maddesi, suçun cezasını azaltan, çoğaltan ve ortadan kaldıran nedenler toplamdan çıkarılır ve kalan 13. maddede sayılan suçlara oranlanırsa işin ne kadar vahim olduğu açıkça ortaya çıkar. Gerçekten, kanunun 62 maddesi, yabancı bir ülkede ihlal edildiğinde, ihlallere Türk Ceza Kanununu uygulanacaktır . Bu yaklaşık butün suçların dörtte birinden daha fazladır. Kanun koyucu, bu düzenleme ile, tabiri caizse, dünya ülkelerinin “ bekçiliğine” soyunmuştur.
Kim tarafından işlenmiş olursa olsun, ör. Peruda, ABD’de, İngilterede, Çinde, İranda, vs., işlenmiş olan ör., rüşvet suçuna, Türk Ceza Kanununun uygulanmasını anlamak mümkün değildir, çünkü bu suç mutlak surette Türk devletinin “Kamu İdaresinin Güvenliğine ve İşleyişine Karşı” bir suçtur . Öte yandan, ör., fuhuş, işkence, çevrenin kasten kirletilmesi fiillerinin suç sayılması Türkiyenin taraf olduğu uluslar arası anlaşmaların gereğidir. Ancak, bu suçların ceza kanununun yer bakımından sınırlarının belirlenmesinde evrensellik ilkesinin konusu yapılması bu anlaşmaların Türkiye Cumhuriyeti Devletine yüklediği bir yükümlülük değildir. Tarihi kanun koyucu işgüzarlık yapmış, ölçüyü kaçırmıştır. Bu nedenle, Anayasasının 2. maddesinde niteliği demokratiklik olarak belirtilen bir devletin ceza kanununa, bu haliyle tamamen faşizan bir zihniyetin ürünü olan 13. madde hükmü yakışmamaktadır .
Madde gerekçesinde tarihi kanun koyucunun kendini haklı çıkarmak için ileri sürdüğü düşünceler inandırıcılıktan yoksundur. Suçlunun geri verilmesinin mümkün olduğu bir hukuk düzeninde böyle bir düzenleme isabetli olmamıştır. Gerçekten, kanun koyucu, her uluslar arası anlaşma hükmünü ceza kanunun yer bakımından sınırları konusunda oluşmuş olan düşüncelere aykırı olarak ceza kanununa taşımak yerine, Anayasanın koyduğu kurallara uygun olarak yerinde bırakılmış olsaydı, herhalde doğru olan yapılmış, başka ulusların ceza kanunlarının egemenlik alanında işlenen suçların bekçiliğini yapmaya kalkışmamış olurdu.
Kanun, 13. maddede sayılan suçların res’en kovuşturulmasını kabul etmiştir. Ancak, 13/2.maddesi hükmünde Kanun, maddenin birinci fıkrasının (a ) ve ( b) bentlerinde yazılı suçlar dolayısıyla yabancı bir ülkede mahkumiyet veya beraat kararı verilmiş olsa bile, Adalet Bakanının talebi üzerine Türkiyede tekrar yargılama yapılabileceğini işaret etmektedir.
Kanunda belirtmemiş olmakla birlikte, bu suçların faillerinin Türk Ceza Kanununa muhatap olabilmeleri için, herhalde Türkiyede bulunmaları gerekmektedir. Bu, bu suçları cezalandırılabilmenin, bir cezalandırılabilme şartına bağlanmış olması demektir. Cezalandırılabilme şartı gerçekleşmiş olmadıkça, söz konusu suçlar kovuşturulamazlar.
3. Görev suçları
Kanun, yurtdışında “kamu görevi” ( m. 6 ) üstlenen kimselerin görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçları, “ görev suçları “ adı altında mülkilik ilkesinin istisnası olarak düzenlemiştir.
Benzer bir hüküm, 765 s. Kanunun … s. Kanunla değişik 4. maddesinde yer almıştır. Bu madde devletin ülkesi dışında işlenen suçlarla ilgilidir. 5237 s. Kanun, yurtdışında kamu görevi üstlenen kişilerin görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçları devletin ülkesi dışında işlenen suçlar arasında düzenlememiş, ayrı bir maddede düzenlemiştir. Gerçekten, kanun, 10. maddesinde, “Yabancı ülkede Türkiye namına memuriyet veya görev üstlenmiş olup da bundan dolayı bir suç işleyen kimse bu fiile ilişkin olarak yabancı ülkede hakkında mahkumiyet hükmü verilmiş bulunsa bile, Türkiyede yeniden yargılanır “ demektedir.
Kanun hükmünün iyi ifade edildiği söylenemez, çünkü kanunun 6. maddesi karşısında, “Türkiye namına memuriyet veya görev üstlenmek” ifadesinin anlamını belirlemek sıkıntı yaratmaktadır. Kanun, 6. madde Ceza kanununun uygulanmasında kamu görevlisini tanımlarken “memuriyet veya görev” tanımına yer vermemiştir. Öyleyse, “ Türkiye namına memuriyet veya görev üstlenmekten” zorunlu olarak, “kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla, yada herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılma” anlaşılacaktır .
Türkiye namına memuriyet veya görev üstlenmiş olan kişi, Türk veya yabancı olabilir. Bunlar işledikleri suçlar dolayısıyla bulundukları ülkede yargılanmış olabilirler. Ancak, yabancının veya Türkün ilk kez veya yeniden yargılanabilmesi için Türkiyede bulunmaları gerekmektedir. Türkiyede bulunmak bir cezalandırılabilme şartıdır.