-
35 yaş...
Yazarini bilmiyorum ama sevdim paylasalim dedim..
Otuz beşime bastım geçen hafta... İlk yarı bitti : Hayat:1 - Ben:0...!!!... Ama belliydi böyle olacağı Nicedir başlamıştı belirtiler: Yolda çocuklar "Amca su topu atıversene" diye seslendiklerinde kuşkulanmıştım ilkin... Sonra saçlarımdaki beyaz teller tescilledi yarı yolun ufukta göründüğünü, Baktım; lise fotoğraflarım sararmış, sınıf arkadaşlarım yaşlanmış. Eski dost sohbetlerinde sağlık ve çocuk konuşulur olmuş, seyahat ve aşk yerine... Gök gibi gürlemeye alışkın müzik setimin ses düğmesini kısar olmuşum,içimdeki uçurtmanın ipini çekercesine... Bizim zamanımızda diye başlayan nutuklar atmaya başlamışım mezuniyet törenlerinde, -Hayret daha dün değil miydi benimkisi?- Yıllar yılı dudak büktüğüm "ölümden sonra hayat" masallarına kulak kabartmaya başlamışım gizliden gizliye... İple çektiğim Haziranlara sırt çevirmişim. Yaşamın orta sahasına girmişim, irkilmişim... Ruhumun ikizleri yine çekiştiriyorlar kollarımdan; Biri, "daha ne gördün ki" diyor yüzünde papatyalarla, asıl şimdi başlıyor hayat!... Bundan sonrası rahat!" Lakin "Buydu görüp göreceğin" diye efkarlanıyor öteki... ikinci yari geçer hızla, yaslanırsın zamanla... Yaşı genç olanlar 35'e uzak durduklarını sanarak "Sahi oldu mu o kadar? Hiç göstermiyorsun" tesellisindeler. 35'le çoktan tanış olanlarsa "Hayata hoş geldin" pankartlarıyla karşılamadalar... İlk yarı sadece bir ısınmaymış meğer: asıl ikinci yarıda anlaşılırmış tadı, hayatın... kavganın... aşkın... Bense şaşkın... devre arası bilançolarındayım. Son dönemde kim bilir kaç kez eski anıları yaralı ele geçirdim,belleğimin derinliklerinde?... Kim bilir kaç kez kendime yakalandım, kendimden kaçarken?... Ve sustum vicdan sorgularında... Aksi sedamla bile dertleşmedim. Meğer ne yaman serüvenmiş hayat? Bazen yediveren gülleri gibi bereketli... Sanki hayat değil, Körfez Krizi mübarek: Bir koyup, beş alıyorsun... Yaşıyor, seviyor ve seviliyorsun... Bazense kıtlıktan kırılıyor ortalık, şaşıp kalıyorsun... Oysa -herkes bilmezden gelse de- skoru belli oyunun: 30'larda dedeni ve nineni kaybediyorsun, 40'larda anneni ve babanı... Ve 70'lerde kendini... Şimdi devre arası, yolun yarısı... Bugüne dek ancak tanıştık hayatla... Ben ona kendimi tanıttım, O bana kendini... Göğsüme madalya gibi dizdim hatalarımı... Zaferlerim onlar benim, olgunluğumun yapıtaşları... Ve derin bir yara gibi sakladım başarılarımı... Asansör çıkarken yukarı, dönüp bakmadım bile aşağı...Dönmesin diye başım... Ben istikballe arkadaşım... Ne var ki her şey yarım... Hayat da yarım, sevdalar da... Daha diyeti ödenmedi sevinçlerin... İhanetlerin hesabı sorulmadı... Nazım'ın dedidiği gibi "Kopardım portakalı dalından ama, kabuğu soyulmadı, sevdalara doyulmadı..." "Doydum diyen görmedim ki ben zaten..." Lakin gel de zamana anlat bunu...Sahi nedir bu telaş, bu kin? Sanki ölüye can yetiştireceksin... Baktım ikinci yari kapıda... ve hayatın ceza sahası yakın... Doldurdum bir kara kutuya 35 yılın hesabını. Acılar, sancılar bir çekmecede sevdalar diğerinde... Bir yerde hüzünler ve korkular, bir üstte sevinçler ve zaferler... Kat kat, dizi dizi dizdim kullanılmış takvimlerimi, Sabırla kapattım kutuyu, sevgiyle mühürledim ağzını... İlk yarı bilançom o benim: Yangında ilk kurtarılacak... Kazada ilk açılacak... Yarımlar tam olduğunda kara kutuyu açıp bakanlar teşhis koyacaklar halime... "Çok mutlu ölmüş, fazla yüksekten uçmuş zavallı" diyecekler Ya da, "Sebepsiz alçalmış... Bile bile vurmuş kendini dağlara!..." Fakat kara kutu ancak bir kısmını söyleyecek hikayenin... Kalanı benimle gelecek...Dağların yamaçlarına savuracağım en mahrem hatalarımı... Reyhanlar saklayacak sırlarımı... Skoru bir tek Ege'nin suları bilecek... Denize kavuşabilirse eğer içimdeki nehir... HAYAT : 0 - BEN : 1
-
Söz verdim kendime unutmak için
Bambaşka bir hayat kurdum olmadı
O sessiz vedanın bu garip göçün
Sebebini hayra yordum olmadı
Dedim olsun bu da dünya halları
Tanrı ayrılıkla sınar kulları
Ellerinle diktiğin o gülleri
Kendi ellerimle kırdım olmadı
Niye ömrüm geri dönmez eskiye
Niye bu delilik bu boşluk niye
Meydan uslandırır yiğidi diye
Beladan belaya girdim olmadı
Akşam 11'de yatmayı denedim
Sazımı kırıp atmayı denedim
Köprüde balık tutmayı denedim
Başıma ne işler sardım olmadı
Sanki ensemde bir zehirli bıçak
Bir maziden böyle kaçılır ancak
Ne versa hediyen tespih oyuncak
çöpe attım yaktım kırdım olmadı
Ayşedeki resmine hiç bakmadım
O kokulu mumlardan da yakmadım
Gözlerini düşlerime sokmadım
Herşeyinden uzak durdum olmadı
Bir boşlukta günümü gün eyledim
Seni bir maziye sürgün eyledim
Üç sene kendime yalan söyledim
İşi gamsızlığa vurdum olmadı
Gördüm insan ölür susuz ekmeksiz
Ama gördüm İnsan yaşar yüreksiz
Dedim herşey yalan herşey gereksiz
Namluya bir kurşun sürdüm olmadı
-
Re: 35 yaş..
Yolun yarısı artık 35 değil
Yaşam kalitesi arttı, orta yaş sınırı 60’a yaklaştı. Yani artık “Yaş 35 yolun yarısı eder” demek doğru değil.
Uzmanlara göre yasal ve etik sorunlar olmasa hücre yaşlanmasında rol oynayan kromozomlar sayesinde insan ömrünü 120 ile 130 yaşına kadar uzatmak mümkün. Yaşam kalitesinin artmasına paralel orta yaş sınırının 60’a yaklaştığını söyleyen Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Emin Erdal, “Artık yolun yarısı 35 değil. 45 yaşa kadar genç, 60 yaşa kadar orta yaş tanımlaması daha doğru” diyor.
TIP GELİŞTİ ÖMÜR UZADI :)
Tıptaki gelişmeler, çevre koşullarının iyileşmesi, yaşam şartlarının kolaylaşması gibi birçok etkenin dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ortalama yaşam süresini uzattığını vurgulayan Prof. Erdal, “Geçmişte, hastalıklara karşı çaresizlik, ilacın bulunmaması ve yaşam koşullarındaki olumsuzluklar gibi nedenlerin ömrü kısalttığını söyledi ve “Bugün tedavisi son derece basit olan hastalıklar geçmişte salgınlarla yüzlerce insanı öldürebiliyordu. Koruyucu aşı olmadığından kızamık, çocuk felci, boğmaca gibi birçok hastalık nedeniyle çocuklar bebek yaşta kaybediliyordu” dedi.
GENÇ KAVRAMI DEĞİŞTİ :rolleyes:
Erdal, tarih öncesi 30, 1940’lı yıllarda 48, 1970’li yıllarda 65, günümüzde 70’i geçtiği belirtilen ortalama yaşamın, 3000 yılında 120 olacağının tahmin edildiğini vurgulayarak, şunları söyledi: “Genetik bilimindeki gelişmeler, tıptaki yeni tedavi yöntemleri ve yaşam kalitesinin artması genç, orta yaşlı ve yaşlı tanımlamasını da değiştirdi. Günümüzde artık, orta yaş sınırı 60’a dayandı. Geçmişte şarkılara bile konu olan ‘yaş 35 yolun yarısı’ kavramı da geçerliliğini yitirdi. 45 yaşa kadar genç, 60 yaşa kadar orta yaş tanımlaması daha doğru. Bir kişiye ‘yaşlı’ denilebilmesi için ise 60 yaşını geçmesi gerektiği kanaatindeyim. Tüm bunların yanı sıra, kişi eğer biyolojik olarak tüm fonksiyonlarını yerine getirebiliyorsa çok ileri yaşta olmasına rağmen ‘genç’ diyebiliriz. Bunun tam tersi de söz konusu olabilir.”
130 YAŞINA KADAR YAŞAM :iyi:
Prof. Dr. Erdal, bazı genlerin insanların yaşamını uzattığı ile ilgili çeşitli bilimsel araştırmalar da yapıldığını, özellikle hücre yaşlanmasında rol oynayan kromozomların belirlendiğini ve bu kayıpların önlenmesi için çalışmaların yapıldığını ifade ederek, “Ancak, tüm bu çalışmalar belirli düzeyde kalabiliyor. Çünkü, yasal ve etik sorunlar var. Bunlar olmasa hücre yaşlanmasında rol oynayan kromozomlar sayesinde 120-130 yaşına kadar ömrü uzatmak mümkün olur. Ancak, embriyo üzerinde doğrudan çalışmak hem etik hem yasal olarak mümkün değil. Öyle inanıyorum ki izin verilse daha uzun yaşayacak olan çeşitli genetik özelliklere sahip insanlar olabilir” diye konuştu.
ESTETİK CERRAHİ GÜZELLEŞTİRİYOR :p
Erdal, tedavi yöntemlerindeki gelişim ömrü uzatırken, kozmetik ürünler ve estetik cerrahinin ise uzayan ömrü güzelleştirdiğini kaydetti. Ergenlik dönemine iyi beslenme nedeniyle çocukların daha erken yaşlarda girmesine de dikkati çeken Erdal, “Henüz 10-12 yaşlarında olmasına karşın karşımıza genç görünümlü çocuklar da çıkmaya başladı. Ancak kolay yaşam nedeniyle sorumluluğu ilerleyen yaşlarda almalarıYolun yarısı artık 35 değil, 30’lu yaşlarda bile çocuk ruhlu gençlerle karşılaşmamıza yol açıyor” dedi.
Kaynak www.ntvmsnbc.com
............................
Hadi bakalim sevininiz, bi kac yil daha kazandik, tabi ki sagligimiza dikkat edebilirsek!..
-
Re: 35 yaş..
3 senem var daha ,ama yolun yarısı olmayacak hiçbirşey için...
-
Re: 35 yaş..
Gerçekten aklınıza saglık,sabah,sabah tüm negatif duygularımı pozitif'e cevirdiniz bu güzel günümü size borcluyum teşekkürler!!!
-
Re: 35 yaş..
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız
Hatırası bile yabancı gelir
Hayata beraber başladığımız dostlarla da
yollar ayrıldı bir bir gittikçe artıyor yalnızlığımız..
Gökyüzünün başka rengi de varmış
Geç fark ettim taşın sert olduğunu
su insanı boğar ateş yakarmış
Her doğan günün bir dert olduğunu
insan bu yaşa gelince anlarmış.......
Ayva sarı,nar kırmızı sonbahar
Her yıl biraz daha benimsediğim
Ne dönüp duruyor havada kuşlar
Nerden çıktı bu cenaze ölen kim
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar........
Neylersin ölüm herkesin uyudun uyanamadın olacak
Kimbilir nerde,nasıl,kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında.
BENCE ;KARAMSARLIĞA KAPILMADAN HER YAŞIN GÜZELLİĞİNİ DOYASIYA YAŞAYALIM!!!!!!!!
35 YAŞ BAHARIN YAŞIDIR!!!
-
Re: 35 yaş..
Yıllarca ışık saçan adanmış bir mum gibi
Damla damla eriyip vakit gelince bitmek
Bahar yeline binip kanlı bir akşam vakti
Yıldızların yüzdüğü okyanuslara gitmek
O esrarlı ülkeden bilmem dönüş var mıdır ?
Ama hiç gitmedim ki bunu nerden bileyim
Yüzümdeki çizgi ne, saçımdaki kar mıdır ?
Bu yüz benim yüzüm mü, Allah 'ım bu ben miyim ?
Aynalar hey aynalar bu ne biçim şaka bu ?
Böyle heyecanlara gelemem bilirsiniz
Unuttunuz mu nedir kırkımda olduğumu
Ben gibi bir gariple niçin eğlenirsiniz ?
Bunca sene değişen meğer ayna değilmiş
Kader ordan oraya nasıl savurmuş beni
Ruhum daha doğmadan aşka mahkûm edilmiş
O ümîd o bekleyiş yakmış kavurmuş beni
İnsafsız senelerin tatlı vaadlerine
Ta gönülden inanmak ah ne saf aldanış o
Bir gün hazan telâşı girince bahçelere
Geçmişin hasretiyle ne yürekten yanış o
Harap gönlüm Tanrı 'dan bir davet bekler gibi
Her akşam ve her sabah kulaklarım sestedir
Biter ansızın ömür en güzel yerinde belki
Hayat terennümü güç ilâhî bir bestedir
Ah kimse bilmeyecek sabah sabah ölen kim
Kim bu sessiz sedasız ağır ve vâkur giden
'Kalp' diyecek şüphesiz raporlarında hekim
Ve kimse sormayacak aslını cenazeden
Derler ki yüce sırrı fen bilmez akıl almaz
Oysa basit bir denklem kefen sükût artı su
Şükür ancak o zaman hiç bir şeyciğim kalmaz
Ne yoksulluk ne servet ne de ölmek korkusu
-
Re: 35 yaş..
Yaş insanlarca kabul edilen farazi bir kavramdır. Burada bir yıl dediğimiz kavram oluşumunu Jüpitere götürsek insanlar yılını doldurmadan hakkın rahmetine kavuşacaktır demektir.
Bu gerçekle hareket edersek 35 yaş dediğimiz yaş aslında bizim algılamamızdır. Ben hep 18 yaşına geleyim neler yapacağım diye düşünürdüm. Şimdi 18 i geçeli bir okadar yıldan fazlayken o yaşın aslında sembol olduğunu görüyorum.
Aslında akıp giden zaman değildir bizizdir. Zaman hep aynı duruyor olduğu yerde... İnsan oğlu çeşitli olayları bahane ederek çeşitli takvimler kullanmış durmuş. En sonundada günümüz teknolojisine göre ''budur '' demiş. Peki budur dediği anı ''0'' kabul etseydik öncesi olmayacak mıydı? Demekki bizim farz ve kabullerimiz doğayı pek ilgilendirmiyor. Tamamen bizsel bir olay... Zaman zaman insanlar için var birey için var.... Ebediyete akıp giden bir zaman yok aslında...
Ne hissediyorsak oyuzdur. Çevrenin de baskısıyla birazda öyle hissederiz. Koca adam bunu yapar mı derler ? Yapar mı yapmaz mı bilemem amma neden yapmaz onu merak ederim ? 10 yaşında ki birisi için 50 yaş anormal büyük ulaşılması zor bir yaştır. Peki 50 yaşında ki ne düşünür ? Oda kendini aslında hala 10 yaşında hissediyordur. Demekki neymiş... Zaman bizim hissettiğimiz bir kavrammış... Fazla hissetme hep genç kal...
-
Cevap: Re: 35 yaş..
Sn Çilem Hanım,
Eklediğiniz şiir şahsıma aittir. Ve Cahit Sıtkı Tarancı'ya ithafen yazılmıştır. Ancak, siz, sanki şiir Cahit Sıtkı Tarancı 'ya aitmiş gibi göstermişsiniz. Bu şiir, 1977 yılında teksir baskı olarak yayınladığım "ÇARESİZLİK ÇATLATACAK GÖĞSÜMÜ" isimli şiir kitabımda yer almış olup halen birçok internet şiir sitesinde de mevcuttur. Şiirin orijinal ismi ise "ÖLMEK KORKUSU" 'dur.
-
Cevap: 35 yaş...
ÖLMEK KORKUSU
-Cahit Sıtkı Tarancı'ya-
Yıllarca ışık saçan adanmış bir mum gibi
Damla damla eriyip vakit gelince bitmek
Bahar yeline binip kanlı bir akşam vakti
Yıldızların yüzdüğü okyanuslara gitmek
O esrarlı ülkeden bilmem dönüş var mıdır ?
Ama hiç gitmedim ki bunu nerden bileyim
Yüzümdeki çizgi ne, saçımdaki kar mıdır ?
Bu yüz benim yüzüm mü, Allah 'ım bu ben miyim ?
Aynalar hey aynalar bu ne biçim şaka bu ?
Böyle heyecanlara gelemem bilirsiniz
Unuttunuz mu nedir kırkımda olduğumu
Ben gibi bir gariple niçin eğlenirsiniz ?
Bunca sene değişen meğer ayna değilmiş
Kader ordan oraya nasıl savurmuş beni
Ruhum daha doğmadan aşka mahkûm edilmiş
O ümîd o bekleyiş yakmış kavurmuş beni
İnsafsız senelerin tatlı vaadlerine
Ta gönülden inanmak ah ne saf aldanış o
Bir gün hazan telâşı girince bahçelere
Geçmişin hasretiyle ne yürekten yanış o
Harap gönlüm Tanrı 'dan bir davet bekler gibi
Her akşam ve her sabah kulaklarım sestedir
Biter ansızın ömür en güzel yerinde belki
Hayat terennümü güç ilâhî bir bestedir
Ah kimse bilmeyecek sabah sabah ölen kim
Kim bu sessiz sedasız ağır ve vâkur giden
'Kalp' diyecek şüphesiz raporlarında hekim
Ve kimse sormayacak aslını cenazeden
Derler ki yüce sırrı fen bilmez akıl almaz
Oysa basit bir denklem kefen sükût artı su
Şükür ancak o zaman hiç bir şeyciğim kalmaz
Ne yoksulluk ne servet ne de ölmek korkusu
(Kadıköy / İstanbul - Ocak 1975)
Zekâi BUDAK