Konunun başlığı, Mustafa Yıldırım'ın bir kitabının adı olup tüm üyelere okumalarını ve de herkese okutmalarını şiddetle tavsiye ediyorum.
Konu ile ilgili olarak Cumhuriyet yazarı Mustafa Özbek'ten bir yazı aktaracağım ve yine Mustafa Özbek'in Cumhuriyet'in Strateji ekindeki bugünkü "Çağdaşlaşma mı, çağdışılaşma mı?.." başlıklı yazısını da okumanızı tavsiye ediyorum. (Web sitesinden okumak için abonelik gerektiğinden, gazete ekinden taratıp kopyalamayı düşündüm ama telif hakkını ihlal etmek endişesi ile vazgeçtim.) Artık uyanma ve örümceğin başını ezme zamanıdır, evet evet doğru okudunuz bir yanlışlık yok, atasözümüzdeki gibi yılanın değil, ülkemize ağlarını durmadan ören emperyalist -modern (!!!) deyimi ile global- örümceğin başını ezme zamanıdır...
ÖRÜMCEĞİN BAŞINI EZMEK
İnsanın önce kendisini sevmesi, kendisine saygı duyması gerekiyor. Toplumun böyle bireylere ihtiyacı var, kendisine inanan, güvenen ve saygı duyan bireylere. Bu özellikleriyle toplum, diğer toplumların sadece kendisine inanmasını ve güvenmesini sağlamakla kalmaz aynı zamanda saygı duymasını da kaçınılmaz kılar.
Bugünün Türkiye'sinde bireylerin böyle bir inanç, kararlılık ve saygı ile yüklü olduğunu söylemeyi çok isterdik. Ama ne yazık ki bu ülkenin toplumsal fotoğrafı içindeki bireylerin duruşlarına ve yüz ifadelerine baktığımızda, toplumsal mutluluk haline ulaşmak için daha çok yol kat etmemiz gerektiğini görüyoruz.
Yüzlerdeki memnuniyetsizliğin ve mutsuzluğun sebepleri elbette sadece bizlerin değil, bu ülkeyi yönetenlerin de zihinlerini işgal ediyor. Ama, zihinlerin kontrolü başka ellerde. Sadece bugünkü iktidarın değil, Ulu Önder Mustafa Kemal'in ölümünden sonra işbaşına gelen iktidarların temel sorunu, işte bu teslimiyet... Böyle olunca, zihinlerin sözleri de yaptıkları da bu topluma ve bireylerin isteklerine, ihtiyaçlarına cevap vermiyor. Böyle olduğu için Türkiye toplumsal gelişmeden uzak kaldı, bireyleri 'insanca yaşama' idealine kavuşamadı, çağdaşlaşma trenini yakalayamadı...
Bugün kendi bireyine yabancılaşmış bir toplum ile karşı karşıyayız. Bunun daha sonraki aşamasında ise kendi toplumuna yabancılaşmış bireyleri görüyoruz... En son ve tehlikeli aşama ise kendine yabancılaşmış bireyler... İşte hepimizi düşündürmesi gereken de bu...
Bütün bunlar kendi toplumuna yabancılaşmış iktidarların ürünü.
Bugünün Türkiye'sinin fotoğrafına bakarken, yabancılaşmanın ne zaman ve hangi sebeplerle başladığını bilmemiz için geçmişte atılan adımları da hatırlamak gerekiyor.
Kuzey Afrika'nın Osmanlı yönetiminde olduğu dönemlerde, Amerikan gemilerinin Akdeniz'de dolaşmasına izin veren 7 Mayıs 1830 tarihindeki "Ticaret ve Seyr-ü Sefayin" anlaşması ile Amerika'ya 'En Ayrıcalıklı Devlet' statüsü de verildi. Bu anlaşma Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerde aynı zamanda bir ilk olmakla kalmadı, bugüne kadar uzanan 'Amerikancılığın' ve 'Amerikanlaşmanın' tohumları da bu anlaşma ile atıldı.
1853-1854 yılları arasında yapılan Kırım Savaşı'nın yol açtığı mali zorluklar sonucunda, Osmanlı Yönetimi, savaşın ağır yükünün altından kalkmak amacıyla İngilizlerden ve Fransızlardan 5 milyon İngiliz altını borç aldı. Alınan bu 5 milyon İngiliz Altını, tarihimizdeki 'ilk borç' olarak kayıtlara geçti. Bu borç ile birlikte Türkiye, borçlandığı ülkelerin ve kurumların istekleri doğrultusunda hareket etmeye başladı.
1800'lü yıllarda kaydedilen bu gelişmeler, Mustafa Kemal'in hayatta olduğu süre içinde bir 'tehdit' oluşturmamış ama ölümünden sonra işbaşına gelen hükümetlerin basiretsizliği sonucunda 'yabancılaşma' merakı 'bağımlılık' ile yer değiştirmeye başlamıştır.
2008 yılına adım atmaya hazırlandığımız şu günlerde Türkiye yabancılaşma ve bağımlılık arasındaki tehlikeli yolda yürümektedir.
Binlerce yıllık tarihimizin odağında yer alan ve Alparslan'ın ordularıyla 1071'de kendimize ülke yaptığımız bu topraklar şimdi büyük bir 'kuşatma' altındadır.
Topraklarımız yabancılaşmaya başladı bile... Yasalar binde 5'ten fazla alanı yasaklarken, Hatay'da, Kilis'te ve Mardin gibi illerde yabancıların sahibi olduğu taşınmazlar yasayı da delerek çoğalmakta... En büyük projemiz olan GAP da yabancılaşma sürecine girmiş durumda...
Türkiye'nin siyaseti, siyasetçisi yabancılaşmıştır. Ekonomisi, kültürü, eğitimi, sosyal yaşamı yabancılaşmıştır. Biraz daha ileri gidelim, bu ülkenin sadece iktidarı değil aydınları da yabancılaşmıştır...
Bu ülkenin iktidarı, bu ülkenin insanını düşünmüyor, sorunlarına çare aramıyor. Sorunlarını dile getirenleri de toplum önünde küçük düşürüyor. Toplumun bu bireylere sahip çıkmasını tehditlerle engelliyor. Bu ülkenin dört bir yanındaki işsizleri, yoksulları ve açları görmüyor. Borsaya, sıcak paraya ve faize gösterdiği ilgiyi halkına göstermiyor. Okulları ve hastaneleri kapılarını dar gelirli ailelerin ve çocuklarının yüzlerine kapatıyor. Yolsuzlukların üzerine gitmiyor. Türkiye'nin can damarı olan kuruluşları şaibeli satışlara malzeme yapıyor. Bu ülke için çalışan insanların alın terinden söke söke aldığı vergiyi, bu ülkenin kanını emenlere ikram ediyor. Bilgi ve hikmet yerine servet ve iktidarı tercih ediyor.
Yine bu iktidar, Türkiye'nin kendine ait 'milli' ve 'şahsiyetli' bir politika ile dünya devletleri arasında onurlu bir yere sahip olması yolunda bir inançtan, kararlılıktan uzak duruyor. Bu ülkenin dış politikasındaki adımlarını milletin değil, Amerika'nın ve Avrupa'nın isteklerine göre atıyor. Bunu da her fırsatta doğrulayan gelişmeler içinde yer alıyor. Son olarak 'Sınır Ötesi Harekat' konusunda Meclis'in verdiği kararı, Amerikan Başkanı'nın onayına sunması, ondan adeta 'icazet' beklemesi bunu doğruluyor. Amerikan Elçisi'nin haddini aşarak milletvekillerini ayağına çağırmasına, onlara telkinde bulunmasına rağmen, bu aşağılamaya ne hükümetten ne de Meclis Başkanı'ndan bir ses çıkmıyor. Avrupalının Türkiye'ye bir 'sömürge muamelesi' yaparak kişileri ve kurumları haddini aşarak eleştirmesine göz yumuyor. Siyasi çıkarları uğruna Amerika'nın ve Avrupa'nın el ele vererek Türkiye'nin kuyusunu kazdığını bildiği, gördüğü halde bu duruma seyirci kalıyor... Bu iktidar, Türkiye'nin bütünlüğü, birliği ve bağımsızlığı konusunda, Türk Milleti ile aynı düşünceleri paylaştığını açıkça söyleyemiyor... Bağımsızlığımız ve bütünlüğümüz konusunda 'yürekli olma' erdemini gösteremiyor. Bu hükümet bu ülkeye, bu millete her geçen gün daha da yabancılaşıyor...
Bu ülkenin aydınlarının büyük bölümü, Türkiye ekonomisinin büyüdüğü yolundaki iddialara, bilime ihanet edercesine karşılık vermiyor. Bilimi millet için, milletin rahatı ve refahı için değil, iktidar için saptırıyor, kullanıyor. Bu ülkede halen var olan gelir adaletsizliğine, işsizliğe, yoksulluğa ait göstergeleri ortaya serip, '20 büyük ekonomi arasındayız' diye milletle alay edenlerin yüzüne çarpmıyor. Artık aydınlar da bu ülkeye bu millete yabancılaşıyor...
Bu ülkenin sivil toplum kurumları, sosyal devlet, yoksulluk ve açlık konusunda, çözümü ısrarla inatla takip etmesi gerektiğini unutup, çaresizlik içinde olan milyonların değil iktidarın yörüngesine giriyor. Sorunlara çare bulması gerekenlere karşı demokratik kurallar çerçevesinde 'sert' olmaktan kaçınıyor... Amerikalı ve Avrupalı fonlardan gelecek parayı, şahsiyetli duruşa tercih ediyor... Her geçen gün sivil toplum kuruluşları da kendi ülkesine, milletine yabancılaşıyor.
Bu ülkenin muhalefeti, iktidarın yanlışlarına karşı, doğruları duyuracak, gerçekleştirecek arayışlar içine girmiyor. Türkiye'nin dış politikasındaki vahim yanlışların giderilmesi yolunda gereken mekanizmaları harekete geçiremiyor. Türkiye'yi ve Türk Milletini aşağılayan yaklaşımların, en yüce kurum olan Meclis'te boy göstermesine kayıtsız kalıyor. Amerika'nın, Avrupa'nın küstahça tehditlerine karşı, milletin hissiyatına tercüman olmuyor. Muhalefet partileri de yabancılaşmanın çekim alanına girmiş bulunuyor.
Medya zaten öyle... Milletin sesi olmak yerine iktidarın borazanı olmayı marifet sayıyor. Amerika'nın ve Avrupa'nın tehditlerine ve tehlikelerine yumuşak kılıflar buluyor. Milletin sorunlarını, sıkıntılarını örtbas ediyor. İktidardan alacağı teşvik ve kredileri kendisi için 'itibar' görüyor. Gazete sayfalarını ve ekranları bu ülkeye ait olmayan ve içinde 'milletin olmadığı' haberlerle işgal ediyor. Artık medya da bu millete yabancı...
Türkiye'nin en önemli kuruluşlarına bakın... Türkiye'nin fabrikalarına, limanlarına, bankalarına, sigorta şirketlerine, mağazalarına bakın... Bir de sahiplerine bakın... Sonra da bunun adına yabancılaşma mı, çağdaşlaşma mı diyeceksiniz siz karar verin...
Türkiye'nin diline bakın... Dinine bakın... Gördüğünüz yabancılaşma sizi de tedirgin etmiyor mu? Anadilimiz Türkçenin yabancı kelimelerin istilasına uğraması, yüce dinimizin 'ılımlı İslam' yozlaşmasıyla tehdit edilmesi sizce de bir oyunun parçası değil mi?
'Milli' olmak...
İşte bunu başarmamız gerekiyor...
Çünkü, örümcek, olanca hızıyla kuşatmaya devam ediyor. Eğer, Türkiye'nin içinde bulunduğu kuşatmaya karşı 'milli bir dayanışma' oluşturmazsak, 'sivil örümceğin ağındaki Türkiye' için umutlu da olamayız...
Kendi ülkemizin kurumlarına, kuruluşlarına, değerlerine, insanlarına, toprağına, kültürüne sahip çıkmamız gerekiyor.
Bütün bunların göz göre elimizden alınmasına,yok edilmesine ve 'çağdaşlaşma' kılıfıyla Türkiye'nin ve Türk Milletinin hem ülkesine hem de kendisine yabancılaşmasına seyirci kalırsak, yakın gelecekte kendimize 'vatan' diyeceğimiz topraklardan da 'olmamız' işten bile değil...
Yabancılaştırma, emperyalizmin kuşatmalarda kullandığı akıllı bir silahtır.
Bu silah öldürmez... Önce cazibesiyle beyinleri, zihinleri etki ve kontrol altına alır. Kendi zararlarını 'fayda' diyerek algılanmasını sağlayarak, toplumun kendisine karşı bir güç birliği içine girmesini önler. Kuşattığı topraklardaki insanlar, milli duygulardan uzaklaşır, bu duyguları unutur. En sonunda da kendine ait hiçbir değeri kalmayan ülkeleri ve insanları kendisine mecbur ve mahkûm eder... İşte ölüm budur...
Türkiye böyle bir sonu hak etmiyor... Bu ülkeyi böyle bir sona mahkum etmek isteyenler yanılıyor...
Çünkü Türkiye, artık gerçekleri görüyor...
Çünkü Türkiye artık uyanıyor.
Toprağımıza da değerlerimize de bayrağımıza da sahip çıkmamız gerekiyor...
Zihinlerimizi yabancılaşmadan kurtarmamız gerekiyor..
Bizleri birbirimize yabancılaştırmak isteyenlere karşı el ele vermemiz gerekiyor.
Başka çaremiz yok... Örümceğin başını ezmemiz gerekiyor.
MUSTAFA ÖZBEK