-
Hayat
Bir yerler de tıkanıp kaldığında hayat,soluk almak güçleştiğin de, Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını Dağlara dönmeli yüzünü insan. Yeni patikalar,yeni yollar seçmeli,yüreğini ferahlatacak. Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, gerçekleştirmeyi denemeli!
Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri; küçük şeylerle başlamalı belki; Örneğin, bir kaç durak önce inip servisten,otobüsten, yürümeli eve kadar. Yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; gördüğünü hissedebilmeli. Sağlığını kaybetmeden önce, değerli olabilmeli hayat İlla büyük acılar çekmemeli,küçük mutlulukları fark etmek için. Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, Kar da,yağmur da; sevincine,coşkusuna; Fırtına da,boran da; öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın... Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi,mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli...
Ama küçük,ama büyük her hayal kırıklığı,her acı;bir fırsat hayattan yeni bir şeyler öğrenebilmek için. Kaçırmamalı çünkü; Hiç düşmemişsen el vermezsin kimseye kalkması için, Hiç çaresiz kalmamışsan,dermanı olamazsın dertlerin Ağlamayı bilmiyorsan,neşesizdir kahkahaların Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların. Hafızası olmalı insanın, hiç değilse aynı hataları ,aynı bahanelerle tekrarlamamak için. Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak. Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak.
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi ama, Kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin...
Zaman bulabilsin, bir teşekkür,bir elvada için. Yaşamak dedikleri bir sınavsa eğer, ASLA vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten, Ama herkesi sevemiyeceğini de,her şeyi bilemiyeceğini de fark edebilmeli insan. Tıpkı, herşeye sahip olamayacağı gibi...
-
"Yaşamak dedikleri bir sınavsa eğer, ASLA vazgeçmemeli sevmek
ve öğrenmekten,
Ama herkesi sevemiyeceğini de,her şeyi bilemiyeceğini de fark edebilmeli
insan.
Tıpkı, herşeye sahip olamayacağı gibi..."
Yaşamak dedikleri bir sınavsa, sen Sevgili Commodore1tr bu sınavı çoktan verenlerdensin hemde çok iyi dereceyle.. ve herşeye sahip olmak dediğin nedir ki.. kocaman bir yürek ve kocaman bir akıl bir yaradılmışta ancak bu kadar güzel birleşebilirdi.. ve insan olmak ; bu amaçla yaratılmışta ancak bu kadar göze batıp,bu kadar anlaşılabilirdi ve bunun erdemi bu kadar yansıtılabilirdi başkalarına.. Bunun içindir ki işte sen hayatta sahip olunabilecek herşeye sahip olduğun gibi,hayatta çok az insanın sahip olabileceği eşşsiz bir kişiliği de sahipsin...
ve daha önce de dediğim gibi;
Tanrı iyiyi ve güzeli gösterebilmek için insanlara seni yerattı. İyi varsın ve iyi ki doğmuşsun...Nice mutlu yaşlara...
Bu arada Fırat abi ve admin in sana pasta almadıklarını farkettin mi?
-
Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.
NAZIM HİKMET
İyi ki doğdun. (Bu arada Fırat'a abi demeyin komplekse girer)
-
Bir sabah uyandığımızda bütün toplumun Kafka’nın Samsa’sı gibi bir böcek olduğunu görsek ve koca bir böcek gibi yürüyüp toprağın derinliklerinde kaybolsak...
Yeryüzünde kaç kişi altmış milyonluk bir toplumun ortadan kaybolduğunu farkeder...
Dünyadan ne eksiltir bizim yokluğumuz...
Kendimizle birlikte dünyanın entellektüel yaratıcılığından, biliminden, sanatından, hukukundan, askerliğinden, medyasından, neleri toprağından derinliklerine götürmüş oluruz...
"Çok şey" diyecekler çıkacaktır.
Böyle diyecek olanların, bizimle birlikte hayattan eksilecek olanların dökümünü de inandırıcı bir biçimde yapacaklarını umarım.
Benim bu sorulara cevabım, ne yazık ki, hemen hemen hiçbir şeyin eksilmeyeceğidir.
Bir böcek olduğumuzda dünyadan hiçbir şey eksilmeyecekse eğer, bu, bizim aslında bir böcek gibi yaşadığımızı göstermez mi?
Biz altmış milyonluk bir böcek miyiz acaba?
Hiçbir kurumun evrensel ölçülere uymadığı, dünyadan ve gelişimden kopmuş, insanlarının yaşama isteği ve sevinci örselenmiş, yaratıcılığı sakatlanmış, düşünme yeteneği körelmiş koca bir böcek gibi çökmüş müyüz acaba toprağın üstüne?
Bir böceğin zavallı, tekdüze, tekrarlara dayalı hayatını mı yaşıyoruz?
Neredeyse yüzyıldır hiçbir çözüm bulmadan hep aynı sorunları yaşamamız bir böceğin sıkıntılı yaşamını anımsatmıyor mu?
Bilimin, sanatın, felsefenin hatta bunlara kıyasla elde edilmesi çok daha kolay olan hukukun, demokrasinin, özgürlüğün başkalarına, insan gibi yaşayanlara ait olduğunu iç kanatıcı bir umarsamazlıkla kabullenmemiz aynı zamanda bizim o insanlara dahil olmadığımızı, başka bir türün parçası olduğumuzu da göstermiyor mu?
Bir sabah kocaman bir böcek gibi uyansak, bırakın başkalarını, bırakın dünyayı, bizim hayatımızdan ne eksilecek?
Ne eksilecek gerçekten hayatınızdan?
Bir böcek olsak, toplumsal bir zeka eksikliğini, bir zerafet yokluğunu, yaratıcı bir ihtiras kaybını ani bir sancıyla hissedecek miyiz?
Yoksa bir böceğe döndüğümüzü bile anlayamayacak mıyız?
İnsan olmakla böcek olmak arasındaki farkı artık iyice gözden kaybetmiş olabilir miyiz?
Bazen, çok uzun zaman önce bu toplumun bir böcek gibi uyandığını ve bunu farkedemediğini düşünüyorum.
Altmış milyon insanın felsefeye, matematiğe, özgürlüğe, adalete hiç önem vermeden yaşayabileceğine inanmak, o toplumun aslında bir sabah böcek olarak uyandığına inanmaktan daha kolay gelmiyor bana...
Ve düşünüyorum da...
Bir sabah altmış milyon insan olarak uyansak dünya neler kazanırdı?
Biz neler kazanırdık?
Adalete, özgürlüğe, felsefeye nasıl bakardık, nasıl yaşardık bu hayatı?
Bana öyle geliyor ki, bir sabah altmış milyon insan olarak uyansak herhalde dünya ve biz çok eğlenirdik...
Bir sabah altmış milyon insan olarak uyansak ve altmış milyon insan gibi insanlara ait bütün iyi şeylerin bizim de hakkımız olduğunu gür bir sesle söylesek acaba kimler böceklere dönüşüp gizlice yer altında kaybolurdu?
Ah bir sabah uyansak ki...
özgürlüğümü kimseye vermem
-
İnsanların hayatlarında bazen bir rüzgar eser iplerinden kopmuş flamalara döner yaşamlar, dişinle tırnağınla onurunla kurduğun yaşamın bir yelpaze gibi sallanmakta olur bazen, şaşırırsın nereye gideceğini ne yapacağını hak etmediğin bu durumdan nasıl kurtulacağını bilemezsin ; işte böyle durumlarda her insanın sol göğsünün altında bulunan cevher ortaya çıkar genelde...
Her türlü şartın altında yaşama dört elle sarılma şevkini verir gelecekte bir gün gelecektir elbette ama tarihi yazarken yaşamalıdır insan onuruyla...
İnsan hayatındaki en büyük hatayı sevdiklerine sevdiğini söylememekle yapar aslında çoğu zamansa söylenmek için geç kalınmıştır. İş güç gittim geldim para mal mülk derken sevdiklerimiz asıl değerlerimiz bir daha dönmemek üzere çıkarlar uzun bir yolculuğa beş duyunun yetersiz kaldığı ender durumdur bu. Göremezsin koklayamazsın tenini hissedemezsin öpemezsin sesini duyamazsın sararmış resimler belki birkaç kayıt edilmiş görüntü ve ses boğazın düğümlenir gözlerin nemlenir ama ama dersin...
Ama gerisini getiremezsin. Aslında sevdiklerimiz hayatımızın kayalarıdır ama nedense yaşam bizi kumlarla uğraşmaya onlara değer vermeye iter koskoca kaya bir türlü görülmez hep oradadır yaaa...
Ama bir gün gelir bir bakarsın o koca kaya dönmemek üzere gitmiş ne yaparsan yap gelmemek üzere hemde.. ne birikimin varsa harcasan döndüremeyeceğin ve tek başına çıkılan bir yolculuğa gitmiştir... İşte bu durumda en çok zamanında 'seni seviyorum' diyemediğine yanarsın HAYAT TA YAPILABİLECEK EN BÜYÜK HATADA BUDUR ASLINDA sevdiğine sevgiyi hakedene seni seviyorum diyememek diyeceğin andada onun olmaması yaşamın insana verdiği en büyük derstir aslında.
Kumlara önem verdiğimiz bu dünyada asıl değerli olan kayalara bakmamız lazım unutmamak lazım ki kayayı delen damlanın şiddeti değil sürekliliğidir. Sevgiden sürekli bir şey var mı aslında yaşamda... Güzellik yakışıklılık uzun boy yaş kariyer gelip geçici ama sevgi her daim kalıcıdır. Hayatta sakın sevdiklerinizi kırmayın...
Bu arada sevgili av. s_engin ruhumu okşayan abartılı övgünüz için çok teşekkür ederim. Yazında okuduğum an aklıma geldi sevgili admin ile sevgili Fırat Bayındır' ın pasta almadıkları amma ben utandığımdan yazmadım çünkü geleneklerimize göre pastayı doğum günü olan alır. Neyse herkesin adresine ben pasta yollarımda hediyelerimi de isterim :)
Saygı ve sevgiyle kalın ama hep dost kalın
-
YAŞAMAK, SEVMEK ve ÖĞRENMEK. Sevenler sadece daha iyiyi umut etmeyi değil, daha iyiyi yapmak için çaba göstermeyi de öğrenirler. Aşkı sıradan şeylerin tutsağı yapmak, onun tutkusunu almak ve onu sonsuza kadar yitirmek demektir.
Gerçek sevgi, kimin daha kârlı çıkacağını düşünmeden bir insana vermeyi düşünmektir. Engellere üzerinden aşılacak fırsatlar olarak bakarsak sadece çözüm bulmakla kalmayız, kendimizin genel sorun çözme yeteneklerimizi de artırırız. Sevgi yetişmek için en verimli toprağı sunar bize. Sevgi, eski yaraları açmak değildir, onları kapatmaktır. Ayağa kalkıp yaşamaya devam etmek demektir. Kalp; tutkularımızın yaşadığı yerdir. Çok narindir, kolayca kırılır ama inanılmaz derecede esnektir. Kalbi aldatmaya çalışmanın anlamı yoktur. Onun yaşaması bizim dürüstlüğümüze bağlıdır.
Yaşam; sevgiyle de korkuyla da yürütülse her zaman bir serüvendir. Korku; yaşamın sınırlandırılmasıdır, hayırdır. Sevgi; yaşamın özgürlüğe kavuşturulmasıdır. "Evet" deyin. Derdin ne kadar oturmuş, görünüşün ne kadar umutsuz, yanlışın ne kadar büyük olduğu hiç fark etmez. Sevgiyi yeteri derecede anlamak hepsini yok edecektir. Olgun insan, pek çok yol, pek çok çözüm ve pek çok sonuç olduğunu bilir. Sevgi kusursuzlukta ısrar etmez. Ama kim olduğumuz ve nasıl davrandığımız arasındaki önemli ilişkiyi fark etmemizi gerektirir. Ne kadar akıllı ya da duyarlı olursa olsun herkesin yanlışlık yaptığını ve herhalde de yapmaya devam edeceğini görüp bilmek rahatlatıcı bir şeydir.
O yüzden; neden kusurlarımızı kabul edip, insan soyuna katılmıyor ve rahatınıza bakmıyorsunuz? Kendilerine inananlar ve yaşadıkları an''a güvenenler yaşamı en keyifli bulanlardır. Bunlar, geçmişin pişmanlıklar değil, anıları depolayacak bir yer olduğunu, geleceğin korku değil, umutla dolu olması gerektiğini öğrenmişlerdir. Ve bizim sadece günümüze ihtiyacımız vardır. Sevmekle geçen bir yaşam; asla sıkısı olmayacaktır. “SENİ SEVİYORUM" demekten asla bıkmayın ve sakınmayın. Sadece kalp için hasat zamanı yoktur. Sevgi tohumu sonsuza dek yeniden ekilmelidir.
Sayın commodore1tr Doğum gününüzü en içten dileklerimle kutlarım, herşey gönlünüzce olsun. :)
-
Doğum günü ve hayat bahsi geçerken yaşlanmakla büyümek arasındaki şu farkıda görelim istedim yaşamın ta kendisi. Çok geç diye bir zaman yoktur...
" Etrafımızda dolasan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok.."Bu lafa çok güldüm Çok geç diye bir zaman yoktur!..
Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım
bulabilecekmisiniz" dedi..
Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu. Döndüm... Yüzü iyice kırışmış bir yaslı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu.
"Ben Rose" dedi. "Benim adim Rose, yakışıklı... 87 yasındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim? "
Güldüm. "Tabii" dedim. "Hadi sarıl bana. " Öyle sımsıkı sarıldı ki..,
"Bu kadar genç ve masum yasta üniversiteye niye geldin" diye saka yaptım.
Minik bir kahkaha ile yanıtladı:
"Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım.."
Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık.. Öyle akilli ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum. Sömestri boyunca Rose kampusun ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor,diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatini yasıyordu...
Hepimizden daha canlı, daha dolu yasıyordu. Sömestri sonunda, Futbol Balosuna davet ettik, Rose'u..Konuşma yapması için.. Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok..Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüyü yürürken, kartları elinden düşürdü Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi:
"Ne kadar beceriksizim, değil mi?. Özür dilerim. Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz. Simdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil. Onun için en iyisi ben size aklımdakalanları söyleyeyim, olur mu?" Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı:
"Yaşlandığımız için, eğlenmekten, oynamaktan, yasamaktan vazgeçmeyiz. Eğlenmek, oynamak ve yasamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç kalmanın mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır. Her gün gülmek ve yasama katacak mizah bulmak. Bir rüyanız olmalı mutlak. Rüyalarınızı kaybettiniz mi,ölürsünüz. Etrafımızda dolasan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok.. Yaslanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır.. Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbir şey
yapmadan, hiçbir şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yas yaşlanır, 20 olursunuz.. Ben 87 yasındayım ve ben de bir yıl hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yas yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yas daha büyümek için, mutlak bir şeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir .Asla pişman olmayın.. Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü..Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır.. pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey yapmayanlardır."
Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yasam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi.. Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda,huzur içinde öldü. Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katildi.
"Yapabileceğimiz her şeyi yapmak için asla geç olmayacağını" hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir
törendi bu. Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı:
" Çok geç diye bir zaman yoktur!.."
-
Hayata birde böyle bakış açısı var doğru yanlış bilmem ama kesinlikle var.
Universiteyi bitirince hemen calismaya baslama. Git, dolas, ulkeler gez, ac kal, metelige kursun at, ama ne yap et, kosturmaya baslamadan once biraz amacsiz yuru. Maceraya cik, bedeli ne olursa olsun bunu yap. Cunku...
Cunku hayat, onu erken anladigini sananlardan cok fena alir ocunu. Bir seyi vaktinde yasamadan gecersen, cok sonra, seni rezil etme pahasina, sana yasatir o eksik biraktigin bolumu. Asik mi olmadin on alti yasinda? Gelir seni kirk besinde bulur, en olmaz zamanda. Maceraya mi cikmadin yirminde ? Surukleye surukleye goturur seni otuz besinde. Yirtik kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasil gorundugune aldirmadan geciremedinse ogrencilik yillarini mesela, elli yasinda, artik kalabaliklarin gozleri seni hic de oyle gormeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu.
Hayati sakin erkenden yasama, sonradan cok fena komik eder adami. Serserilik ederek gecirmeli insan serserilik edilecek yaslari. Zira
atlayip gectigin ne varsa donup dolasip bulur insanin yakasini. Kendini yasatincaya kadar yapisip kalir.
-
Hayat yaşam derken üstat Özdemir Asaf anılmaz mı? Ne güzel demiş:
Aska gönül ile düsersen yanarsin,
Zeka ile düsersen kavrulursun,
Akil ile düsersen çildirirsin,
Duygu ile düsersen gülünç olursun,
Aska düsmezsen kalabalıga karisirsin, ezilirsin.
Sersem sersem bakinip durma bir yol seç...
-
Hayat dendiginde aklima hep su anlatilan hikaye gelir dogrumu yanlis mi hiç ögrenemeyecegiz ama çok duygusal ve hostur..
Vietnam'da "Zaiyat" vermek istemeyen bir Amerikan generali "temizlik"
harekâtında alması gereken bir köyü taş taş üstünde kalmayana kadar bombalatır.
Özel birlikler köyü sarar ve tek tek evleri arayıp "temiz" raporunu verip, "alındı" listesine bir yenisini ekleyip tam köyden ayrılırken, arkalarından tek bir el ateş edilir.
Yine inanılmaz bir bombardıman başlar. Mantar gibi yükselen alev topları,
makinalıların sinir bozucu sesi ve arkasından korkunç bir ölüm sessizliği.
Yine özel timler her bir deliği ararlar ve döküntülerin arasında bir deri bir kemik Vietnamlı bir çocuğu elinde bir tüfekle bulurlar. Çocuğu doğrudan generalin önüne getirirler.
General çocuğu görünce çok etkilenir. Kimseleri görmeden bombalar yağdırmaya benzemez karşılıklı ilişki. Generalin sağ gözü takmadır. Üstelik de hayli belirgin bir protez.
Çocuğa dönüp :
- Bak sana bir şans vereceğim. Hangi gözümün gerçek olduğunu bil, seni
kurşuna dizilmekten kurtarayım.
Çocuk bir an generalin yüzüne bakar ve ;
- Sağ gözün gerçek !
General şaşırır ;
- Nasıl olur, sağ gözüm takma, niye böyle dedin ki ?
Çocuk ;
- O daha insanca bakıyordu...