Dünya hukuklarında yazılı mevzuatın yanısıra bir de önceki yargılamalar sonucunda verilen emsal kararların oluşturduğu bir mevzuat söz konusudur.
Özellikle Amerika'nın belirli eyaletlerinde kanunlar meseleleri çok geniş kapsamda ele alır, ayrıntıları içtihatlara bırakırlar. Bunun en büyük nedeni, Yargı ve Yargı bağımsızlığına, Yargıcın hukukun üstünlüğüne hizmet ettiğine olan büyük bir inançtır.
Her vakıanın birbirinden ayrı ortam ve şartlarda değerlendirilmesi gerektiğinden, bunları aynı kefeye koymamak, olayı vicdani ve hukuki kanaatine göre değerlendirmesine fırsat vermektir amaç.
Bu nedenle birçok Anglo Sakson hukukunu takip eden ülkede içtihatlar, emsal mahkeme kararları hukukun kanuna denk materyalleridir.
Türkiye'de ise izlediğimiz Kara Avrupası hukuk sistemi gereğince, kanun ve diğer mevzuat ile çözüm bulunamayan konularda, hakimin takdir hakkını kullanarak boşluk doldurması sonucunda emsal mahkeme kararları ve yargıtay içtihatları oluşturulur. Kural olarak hiyerarşi gereğince önce kanuna, sonra mahkeme ve emsal yargıtay kararlarına bakılır.
Bazı hukukçulara göre, içtihat hukuku da diyebileceğimiz emsal kararlar hukuku zararlıdır. Her olaya uygulanamaz içtihatlar demektedirler. Yine bu görüşe göre hakimler olayı kendi bünyesinde değerlendirmeli, kanuna bakmalı ve hatta sadece onunla yetinmelidir.
Kanımca bu görüş bazı açılardan yerinde değildir. Hakim kanuna bakmalıdır, daha sonra içtihata yani yaşayan hukuka bakmalı, olay hakkında ülkenin genel hukuk mentalitesini öğrenmeli ve ondan sonra takdir yetkisini kullanmalıdır. Bu, kanun tanımamazlık değil bilakis köklü, istikrarlı ve oturmuş bir hukuk sisteminin bir zorunluluğudur.
Hukukun matematik olmadığı da düşünüldüğünde, hukuk sistemi veya yargılamanın otomasyonu düşünülmüyorsa, bidayet hakimi ve yüksek mahmeke (Yargıtay,Danıştay,Anayasa Mahkemesi) hakimlerinin KÖKLÜ ve MÜSTAKAR içtihatlarının değerini tartışmak abesle iştigal olduğu gibi, bu içtihatların ileriki dönemde KANUN olacağını da görmemek hukuk mantığına ters düşer.
Saygılarımla.