deltaG rumuzlu üyeden alıntı
Her zarf verene bir avuç tuzla koşanlar!
Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü İsmail Çalışkan, Ankara'daki çete soruşturması çerçevesinde öne sürülen suikast haberlerinin doğru olmadığını bildirdi!
Bir gazetecinin ''Gazeteciler telefonla aranarak Genelkurmay Başkanlığı önüne çağrılıp operasyon ile ilgili krokilerin yer aldığı zarflar dağıtıldı. Bu zarfları kim dağıttı?'' şeklindeki sorusu üzerine ise Çalışkan, bu olayla ilgili inceleme başlattıklarını söyledi!
***
Bu birkaç cümlede, son günlerde Türkiye'de neler olup bittiğinin fotoğrafı yatıyor.
Ankara Emniyet Müdürlüğüne gelen bir ihbar sonrasında savcı talimatı ve mahkeme kararı ile bir çete soruşturması başlatılıyor; soruşturma sürerken, birileri, Genelkurmay Başkanlığı'nın önünde randevu vererek gazetecileri çağırıyor ve zarf dağıtıyor. Gazeteciler de nedense, her zarf dağıtıyorum diyene bir avuç tuz alıp koşuyor!
Kimse, "Genelkurmay böyle yol ortasında zarf dağıtmaz. Önceden adı belirlenmiş olan gazetecileri davet eder, açıklama yapar" diye düşünmüyor. Zarfı alıyor, içindeki iddiaları yayınlıyor, sonra da polise diyor ki "Bu zarfları kim dağıttı?"
***
Yanlış bilgilendirme merkezi, Danıştay Baskını ve Cumhuriyet Gazetesi'ne saldırılar çerçevesindeki soruşturmayı da perişan etti biliyorsunuz. Bu merkez neresi ise sanki 24 saat sanıklarla birlikte yaşamışlar gibi bilgi veriyordu. Bu arada sanıklarla irtibatı kurulmamış neredeyse tek bir milliyetçi bırakmadılar!
Yalnız her iki olayda açıkça görülen bir gerçek var! Birileri Türk Silahlı Kuvvetleri'ne istihbarat yöntemleri ile savaş açmış durumdadır!
Hatırlarsanız "Milliyetçiliğin Yükselişinden ve TSK'dan kim rahatsız?" başlığı altında biz, konuyu 10 Mayıs 2006 tarihinde gündeme getirmiş ve ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya işlerinden sorumlu Bakan Yardımcısı Matt Bryza'nın, Washington'da Yabancı Muhabirler Merkezinde yaptığı açıklamada, demokratik ve AB üyesi olmaya çalışan bir ülke olarak Türkiye'nin, ordunun siyasetteki rolünü sınırlandırmasını istediğini belirtmiştik.
Yine Yeşiller Partisi Eş Başkanı Claudia Roth, "Üyelik sürecinde Ankara karşıtı rüzgar ne kadar güçlü eserse, Türkiye'deki milliyetçiler ve Avrupa karşıtı kuvvetler de o denli güçlenecektir. Milliyetçi hava ve milliyetçilik propagandasında artış var" demişti.
Biz de durumu, "ABD ve AB'nin Türkiye'yi AB kapısında tutmak, bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri'ni mümkün olduğu kadar zayıflatmak şeklindeki ortak politikası devam ediyor.
Türkiye'de milliyetçiliğin yükselmesinden ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Türkiye Cumhuriyeti'ni koruma ve kollama görevinden, AB ve ABD'nin şikayetçi olması doğaldır!
Doğal olmayan, bu yükselişten hem mevcut iktidarın hem de Türkiye basınındaki bazı kişilerin şikayetçi olmasıdır" diye değerlendirmiştik.
***
Şimdi, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden ve milliyetçiliğin yükselişinden şikayetçi olan iki güç merkezinin Türkiye'deki istihbarat uzantıları, devamlı olarak yalan haber üretiyor.
Türkiye'de birkaç gazete ve televizyon kanalı dışında medya, bir istihbarat servisinin yanlış bilgilendirme bombardımanına teslim olmuş durumdadır!
Başbakan ve birkaç bakan bu vahim tablo içinde, sadece Türkiye'nin değil, bütün hukuk tarihinin en büyük skandallarından birine imza atmış, cumhuriyet savcısının ve polisin yerine geçerek, milli düşünceye mensup sağdaki veya soldaki milyonlarca Türk vatandaşını çetelerle işbirliği içinde göstermişlerdir!
Normal bir hükümet, milliyetçiliği yükseltmeye çalışır, değil mi? Çünkü milliyetçilik bir toplumun en büyük itici gücüdür! Erdoğan ve birkaç bakanı ise, milli kimliği ve milliyetçiliği zayıflatmak istiyor; bu amaçla Danıştay Baskını gibi kanlı katliamları hiçbir suçu günahı olmayan kitlelere yüklemeye çalışıyor!
Bir başbakan, yargı kararı olmadan kendi vatandaşlarını suçlu ilan eder mi? Ederse, bunun bir müeyyidesi olmaz mı?
Ankara, yabancı güç odaklarının, istihbarat servislerinin çatışma alanı olmaktan bir an önce kurtarılmalıdır.
Arslan Bulut Yeniçağ 02.06.2006