ÖZEL ÖĞRETİM KURUMLARININ MEB TARAFINDAN KAPATILMASI HÜKMÜ
Ekleyen: Av.tayfun Eyilik | Tarih: 8-11-2006 | Kategori: Kanun | Not
ÖZEL ÖĞRETİM KURUMLARI
 
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
E: 2002/40 • K: 2006/20 • T: 15.2.2006
 
ÖZEL ÖĞRETİM KURUMLARININ MEB TARAFINDAN KAPATILMASI HÜKMÜ
Özet: 625 Sayılı Kanun’un 15. madde­sinde yer alan ‘Kanun, tüzük ve yönetmelik­lere veya umumi emirlere aykırı hareketi ve­ya aykırı harekette ısrarı saptanan özel öğre­tim kurumu, hareketinin derecesine göre ge­çici veya sürekli olarak MEB tarafından ka­patılabilir; hükmü Anayasa’nın 38. maddesi­ne aykırıdır.
 
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Kırıkkale İdare Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 8.6.1965 günlü, 625 sayılı Özel Öğretim Kurum­ları Kanunu’nun 15. maddesinin, Anayasa’nın 13, 17, 38, 42, ve 48, maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.
I ­OLAY
Davacıya ait özel dershanenin geçici olarak kapatılmasına ilişkin iş­lemin iptali istemiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya ay­kırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

 
 
II ­ İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
“.....
Temel hak ve ödevlere ilişkin emredici düzenlemeler Türkiye Cumhuri­yeti Anayasasının ikinci kısmında belirtilmiş olup, bu kısım içerisindeki Sosyal ve Ekonomik Haklar başlıklı 42. maddesinde, eğitim ve öğretim hakkının ve 48. maddesinde de, çalışma ve sözleşme hürriyetinin düzen­lendiği, söz konusu madde de yer alan emredici düzenlemelere göre; kim­senin eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamayacağı, eğitim ve öğ­retimin, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eği­tim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı, eğitim öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile il­gili faaliyetlerin yürütüleceği, bu faaliyetlerin her ne suretle olursa olsun engellenemeyeceği, özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esasla­rın, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak kanunla dü­zenleneceği, ilk ve orta dereceli özel eğitim ve öğretim kurumları kurulabi­leceği, eğitim ve öğretim alanında faaliyet göstermek üzere kurulacak bu özel teşebbüslerin, milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmalarını sağlayacak önlemlerin de devlet­çe alınması gerektiği, eğitim ve öğretim hakkı ve ödeviyle, çalışma sözleş­me hürriyetinin temel hak ve hürriyet olarak sosyal ekonomik haklar ve ödevler içerisinde düzenlendiği anlaşılmış olup, eğitim ve öğretim hakkı ve ödevinin, bu etkinlikte hem eğitilen ve öğrenen bireyler açısından, hem de eğiten ve öğreten bireyler açısından Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 17. maddesinde düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirmeye yö­nelik hak ve özgürlük olarak da değerlendirilmesi gerekmektedir.
Toplumların tarihsel gelişim ve değişim süreci içerisinde, demokratik siyasal yapılanmalarla şekillenen demokratik toplum düzenleri içerisinde eğitim ve öğretim etkinlikleri, giderek bireyin kendisini geliştirmesi için vaz­geçilmez bir bireysel özgürlük halini almıştır. Bireyin yaşamının her alanın­da çeşitli şekillerde karşı karşıya geldiği ve onu sürekli olarak etkileyen eğitim ­ öğretim etkinliğinin devlet tarafından düzenlenmesi konusu tüm yurttaşların çağın getirdiği bilgi birikiminden eşit düzeyde yararlanması ve bireysel donanımlarının artırılması açısından demokratik devletler için zo­runluluk halini almıştır. Ancak devletin mali kaynaklarının kısıtlılığı karşı­sında, siyasal değişim süreci içerisinde kamusal bir işlev kazanan eğitim öğretim etkinliği alanına, devletin yanında bireyin donanımlarının artırıl­ması amacıyla, devlet tarafından belirlenen kurallar doğrultusunda hare­ket etmek ve onun denetimine açık olmak üzere özel teşebbüsün de girme­sini gerektirmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 42. maddesinde de bu konuyla ilgili emredici düzenlemelere yer verilmiştir.
Diğer taraftan özel okul işletmeciliğinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa­sının 48. maddesinde düzenlenen çalışma ve sözleşme hürriyeti kapsa­mında değerlendirilmesi gerektiği açık olup, bu alandaki bireysel özgürlü­ğün de temel hak ve ödevler içerisinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
17. maddesindeki kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkıylabirlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Gerek eğitim hakkı ve ödevi, gerekse çalışma ve sözleşme hürriyeti bi­rer temel hak ve ödev olarak Anayasanın 13. maddesinde temel hak ve ödevler için öngörülen korumadan yararlanmaktadırlar. Bu anlamda her iki hak ve özgürlük alanında yasayla getirilecek olan sınırlandırmalar de­mokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacağı gibi, öngörül­dükleri amaç dışında da kullanılamazlar. Öte yandan sınırlama gerekçele­ri de zaten aynı Anayasa maddesi içerisinde sayılarak belirtilmiştir; Dev­letin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cum­huriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararı­nın, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacıyla ve Anayasanın il­gili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhu­na uygun olarak kanunla sınırlama yapılabileceği düzenlenmiştir. Bura­dan da anlaşılacağı üzere temel hak ve ödevler normlar hiyerarşisi içerisin­de yasadan daha alt statülü bir normla sınırlanamayacağı ve sınırlama ko­nusunda yasayla yapılan düzenlemelerle daha alt statülü bir normla sınır­lanamayacağı gibi, sınırlama konusunda yasayla yapılan düzenlemelerle daha alt statülü normlara yetki verilmesi de söz konusu olamayacaktır.
Bütün bu değerlendirmeler ışığında, 625 Sayılı Yasanın 15. maddesi özel öğretim kurumlarının geçici veya sürekli olarak kapatılması konusun­da gerekçeleri belirlemeyerek, gerekçelerin belirlenmesini, yasa yanında, tüzük, yönetmelik ve hatta umumi emirlere bırakmış olması durumu karşı­sında, demokratik toplum düzeninin vazgeçilmez temel hak ve ödevleri ola­rak değerlendirilmesi gereken eğitim ve öğretim hakkı ve ödeviyle, çalışma ve sözleşme hürriyetinin, sınırlamanın da ötesinde, sürekli kapatma yaptı­rımıyla ortadan kaldırılması sonucunu doğuracağı şüphesiz olduğundan, gerekçelerin belirlenmesi konusunda da yasadan daha alt statülü normla­ra yetki verilmiş olduğundan ve ‘hareketin ağırlık derecesine göre’ ifadesi­nin ise, hareketi düzenleyecek normların eşit statülü olmaması nedeniyle, daha ağır bir hareketin daha alt statülü normla düzenlenmesi durumunda hangi hareketin daha ağır olduğu konusunda tereddütler getireceğinden, geçici kapatma yaptırımında da, geçici olmanın tanımlaması veya azami süresi belirlenmemiş olduğundan, Anayasanın 13. maddesindeki temel hak ve ödevlerin sınırlandırılmasına yönelik düzenlemelere aykırı görül­müştür.
Öte yandan, söz konusu Yasa maddesindeki geçici ve sürekli kapatma yaptırımları; geçici kapatmanın azami süresinin belirlenmemiş olması du­rumu da göz önüne alındığında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 38. maddesindeki ‘idarenin kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran müeyyide uygulayamayacağı’ yolundaki emredici norma da yukarıda be­lirtilen gerekçelerle aykırı görülmüştür.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemde uygulanmış olan 625 Sa­yılı Özel Öğretim Kurumları Kanun’unun 15. maddesinin; yukarıda anılan gerekçelerle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 17, 42 ve 48. maddeleri bağlamında, 13. ve 38. maddelerine aykırı görüldüğünden, Türkiye Cum­huriyeti Anayasasının 152. maddesi gereğince iptali için Anayasa Mahke­mesine başvurulmasına, başvurunun Anayasa Mahkemesi’ne ulaşmasın­dan itibaren beş ay süreyle davanın görüm ve çözümünün ertelenmesine, 1.11.2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.”
III ­ YASA METİNLERİ
A ­İtiraz Konusu Yasa Kuralı
625 Sayılı Yasa’nın itiraz konusu 15. maddesi şöyledir:
“Madde 15.­ Kanun, tüzük ve yönetmeliklere veya umumi emirlere ay­kırı hareketi veya aykırı harekette ısrarı tesbit edilen özel öğretim kurumu, hareketinin ağırlık derecesine göre, geçici veya sürekli olarak Milli Eğitim Bakanlığınca kapatılabilir.

 
B ­Dayanılan Anayasa Kuralları
Başvuru, Anayasa’nın 13, 17, 38, 42 ve 48. maddelerine dayanılmıştır.

 
 
IV ­ İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca Mustafa BU­MİN, Haşim KILIÇ, Samia AKBULUT, Sacit ADALI, Nurettin TURAN, Ful­ya KANTARCIOĞLU, Aysel PEKİNER, Rüştü SÖNMEZ, Tülay TUĞCU, Ah­met AKYALÇIN ve Enis TUNGA’nın katılmalarıyla 7.3.2002 gününde ya­pılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, oybirliğiyle, karar verilmiştir.
V ­ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasa­ma belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
Başvuru kararında, 625 Sayılı Yasa’nın 15. maddesinin, özel öğretim kurumlarının geçici veya sürekli olarak kapatılma nedenlerinin belirlenme­sini yasa yanında tüzük, yönetmelik ve hatta umumi emirlere bırakması­nın ve ayrıca geçici kapatmanın azami süresini belirlememesinin, eğitim ve öğrenim hakkı ve ödeviyle, çalışma ve sözleşme hürriyetini sınırladığı, sü­rekli kapatma yaptırımıyla da ortadan kaldırdığı belirtilerek, Anayasa’nın 13, 17, 38, 42 ve 48. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Yasa’nın itiraz konusu 15. maddesinde Kanun, tüzük ve yönetmelikle­re veya umumi emirlere aykırı hareketi veya aykırı harekette ısrarı tesbit edi­len özel öğretim kurumu, hareketinin ağırlık derecesine göre, geçici veya sü­rekli olarak Milli Eğitim Bakanlığınca kapatılabilir.” denilmektedir.
Anayasa’nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, “Kimse, kanunun suç say­madığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” denilerek “suçun yasallığı”, üçüncü fıkrasında da ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek “cezanın yasallığı” ilkesi getirilmiştir. Buna gö­re, Anayasa’nın kişi hak ve özgürlükleri yönünden getirdiği güvencelere ay­kırı olmamak koşuluyla suç ve ceza konusundaki düzenlemelerin yasa ile yapılması zorunludur. Anayasa ile güvence altına alınan suç ve cezada ya­sallık ilkesi, ceza hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır.
Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin yaşama geçirilebilmesi bağla­mında, Yasa’da tüzük, yönetmelik veya umumi emir gibi idari tasarruf­larla yasaklanan eylemlerin suç kabul edilmesi yasa ile düzenleme anla­mına gelmeyeceğinden, bu eylemlerin neler olduğunun da yasada yer al­ması, cezanın da geçici veya sürekli tanımlamasıyla sürenin takdirini ida­reye bırakacak biçimde değil açıkça miktar ya da alt ve üst sınırlar belir­lenerek gösterilmesi gerekir. Bu gerekliliğin, kişinin temel hak ve özgür­lüklerinin de güvencesi olduğunda duraksamaya yer yoktur.. 
Bu durumda itiraz konusu kuralla, tüzük, yönetmelik veya umumi emirlere aykırılığın suç sayılması ve bunlara uygulanacak cezanın da be­lirli bir süreyle sınırlandırılmaması, suç ve cezanın yasallığı ilkesi ile bağ­daşmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 38. maddesi­ne aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın 38. maddesine aykırı görülerek iptal edilmiş oldu­ğundan, Anayasa’nın 13, 17, 42 ve 48. maddeleri yönünden incelenmesi­ne gerek görülmemiştir.

 
 
VI ­ İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
Anayasa’nın 153. maddesi ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Ku­ruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 53. maddesi uyarınca, kanun, kanun hükmünde kararname veya TBMM İçtüzüğü ya da bunla­rın belirli madde veya hükümleri iptal kararının Resmî Gazete’de yayım­landığı gün yürürlükten kalkar. Ancak, Anayasa Mahkemesi iptal kararı ile meydana gelecek hukuksal boşluğu kamu düzenini tehdit veya kamu yararını ihlal edici nitelikte görürse, boşluğun doldurulması için iptal ka­rarının yürürlüğe gireceği günü ayrıca kararlaştırabilir.
İtiraz konusu kuralın iptaline karar verilmesi ile meydana gelen hu­kuksal boşluk kamu yararını olumsuz yönde etkileyecek nitelikte oldu­ğundan, yeni düzenleme yapması için yasama organına süre tanımak amacıyla iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun bulunmuştur.
 
VII ­ SONUÇ
A ­8.6.1965 günlü, 625 sayılı “Özel Öğretim Kurumları Kanunu”nun
15. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Ahmet AKYAL­ÇIN, Mustafa YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR ile Serruh KALELİ’nin karşı­oyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B ­İptal edilen fıkranın doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçün­cü fıkrasıyla 2949 Sayılı Yasa’nın 53. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMİ GAZETE’DE YA­YIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRME­SİNE, OYBİRLİĞİYLE, 15.2.2006 gününde karar verildi.
 
KARŞI OY GEREKÇESİ
1 ­Türk Milli Eğitiminin temel ilkeleri Anayasa’nın 42. maddesinde önemli ayrıntılarıyla; 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda ise çok detaylı biçimde belirtilmiştir. Resmi ya da özel tüm eğitim kurumları için en başta Anayasa’nın 42. maddesi, sonra Milli Eğitim Temel Kanunu gelirken, “Özel Öğretim Kurumla­rı” için ayrıca 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu hükümleri önem taşı­maktadır. Anayasa’nın ve sayılan temel yasaların düzenlemeleri, özel öğretim ku­rumlarını birer resmi kurum gibi aynı ödev ve sorumluluklara tâbi kılmıştır.
Milli eğitimin ülkenin geleceği ve toplum açısından arzettiği hayati önemi gö­zeten Anayasa koyucu, bu konuda özel düzenlemelere gitmiş ve bu alandaki fa­aliyetleri Milli Eğitim Bakanlığı’nın gözetim ve denetimine bırakmıştır. Milli Eği­tim Bakanlığı da, Anayasa’dan kaynaklanan bu gözetim ve denetim yetkisini ge­rek yukarıda sayılan yasalarla, gerek 3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşki­lat ve Görevleri Hakkında Kanun ile birçok düzenleyici tasarruflar (tüzük ve yö­netmeliklerle) çerçevesinde yerine getirmektedir.
Özel öğretim kurumlarının açılışından, ruhsat iznine, binasına, dersliğine, öğrenci sayısına, müfredatına, yönetici ve öğretmenlerin niteliğine ve istihdam ko­şullarına kadar bir çok konuda, belirtilen çeşitli mevzuat kurallarıyla düzenleme­lerde bulunulduğu, böylelikle tipik bir kamu hizmeti sunan özel okulların resmi okullar gibi Devletin gözetim ve denetimi altına alındığına kuşku bulunmamakta­dır. İşte bu gözetim ve denetim faaliyeti esnasında, özel öğretim kurumlarının mevzuatla belirlenen bir kısım kurallara aykırı hareketlerinin saptanması duru­munda, Milli Eğitim Bakanlığı’nca bu aykırı hareket (ihlâl) karşılIğında bir yaptı­rım uygulanması, gerek Anayasa’nın gerek işaret edilen yasal kuralların doğal bir sonucudur.
2 ­İptal istemine konu 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 15. maddesi “Kanun, tüzük ve yönetmeliklere veya umumi emirlere aykırı hareketi veya aykırı harekette ısrarı tesbit edilen özel öğretim kurumu, hareketinin ağırlık derecesine göre, geçici veya sürekli olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nca kapatılabi­lir.” hükmünü taşımaktadır.
Milli Eğitim Mevzuatı çok geniş kapsamlı olup, yukarıda sayılan kanunların yanısıra, sayıları onlarla ifade edilen tüzük ve yönetmelikler vasıtasıyla öğrenim gören tüm ülke nüfusunu kapsayan ve değişen koşullar nedeniyle sürekli gelişim gösteren dinamik bir görünüm sergilemektedir. Bu mevzuat çerçevesinde bizzat Milli Eğitim Bakanlığı’nca yerine getirilen görevler ve yaptırımlar olduğu gibi, yet­ki genişliği esası uyarınca illerde valilerin özel öğretim kurumları üzerinde göze­tim ve denetim yetkilerini kullanmak suretiyle ifa ettikleri görev ve yaptırımlar da sözkonusudur. 
Bu denli geniş bir kitleye hitap eden ve milyonlarca kişiyi doğrudan ilgilendi­ren Milli Eğitim Mevzuatı hükümlerinin çok detaylandırılması mümkün ve doğru olmadığı gibi; sürekli gelişim ve değişim içinde olunan böylesine dinamik bir alan­da, özellikle yasalar bazında temel ilke ve esasların konulması ve çerçevenin çizil­mesiyle yetinilmesi, detayların düzenleyici tasarruflara bırakılması işin doğasına uygun bulunmaktadır. Nitekim, itiraz istemine konu kuralda da bu şekilde bir öl­çüt konulmuş ve yaptırım türü de belirlenerek (geçici veya süreli olarak kapatıl­ma) düzenleme getirilmiştir. Bu düzenlemenin “belirlilik” ilkesine uymadığından sözedilemez. Çünkü, yukarıda belirtildiği üzere, çok dağınık ve çok kapsamlı olup sürekli değişim gösteren Milli Eğitim mevzuatı kurallarının bu şekilde bir madde de “tadadi” olarak sayılması, şekli esasa üstün tutan bir anlayışı hukuki kılacağı gibi; kamu yararı ve dinamizmi de engelleyebilecektir.
Esasen, mevzuatımızda buna benzer bir çok düzenleme de mevcuttur. Örne­ğin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 145. maddesine göre, “Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve özellikleri de gözönünde bulundurula­rak, ceza vermekten de vazgeçilebilir.”
Öte yandan, anılan kural sonucu tesis edilen idari işlemin idari yargı deneti­mine tâbi olduğu ve sözkonusu takdir yetkisinin hukuka aykırı kullanılması ha­linde iptal edileceği de izahtan varestedir. Dolayısiyle, itiraz istemine konu kura­lın “belirlilik” özelliğini taşıdığından kuşku duyulmamalıdır.
3 ­İtiraz konusu kuralın Anayasa’nın 38. maddesine aykırı olduğu savı da yerinde değildir. Kural, suç ve cezanın yasallığı ilkesini ihlâl etmediği gibi, işaret edilen Milli Eğitim Mevzuatı hükümlerinde hangi fiil ve davranışların “hukuka ay­kırılık” teşkil edeceği de önceden belirlenmiştir. Bu bakımdan 625 sayılı Yasa’nın
15. maddesinin ceza, tekerrür ve ağırlık derecesi yönünden belirlilik koşullarınıtaşımadığı, dolayısiyle suç ve cezaların yasallığı ilkesine aykırı düştüğü sonucu­na katılmaya imkân yoktur.
765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Selâhiyetli makamlar tarafından adlî muameleler dolayısiyle yahut âm­me emniyeti veya âmme intizamı veya umumi hıfzıssıhha mülahazasıyla kanun ve nizamlara aykırı olmayarak verilen bir emre itaat etmeyen veya bu yolda alın­mış bir tedbire riayet eylemiyen kimse, fiil ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde, bir aydan üç aya kadar hafif hapis veya ikiyüzelli liradan beşyüz liraya kadar ha­fif para cezasiyle cezalandırılır.” kuralının, (1961) Anayasası’nın 33. maddesinde yer alan “kanunsuz suç ve ceza olmaz.” ilkesine aykırı olduğu savıyla yapılan baş­vuruda, Anayasa Mahkemesi’nin 7.6.1973 tarih ve E.1973/12, K.1973/24 (RG.9.11.1973, S.14707) sayılı kararıyla, aşağıdaki gerekçe ile iptal isteminin REDDİNE karar verilmiştir:
“... İptali istenen 526. maddenin birinci fıkrasında suç unsurları açık olarak belirtilmiştir. Yasa’nın bu kuralına göre, bir eylemin suç sayılabilmesi için, yetki­li makamlarca verilmiş bir emir veya alınmış bir önlem olması, bu emir veya ön­lemin ya adli işlemlere, ya kamu güvenliğine, ya kamu düzenine, yahut da genel sağlığa ilişkin bulunması ve ayrıca bu emir veya önlemin yasalara ve tüzüklere de aykırı bulunmaması gerekmektedir... TCK’nın 526. maddesinin birinci fıkrası ku­ralı ile adli işlemleri iyi ve sağlıklı bir biçimde yürütmek, kamu düzenini, kamu güvenliğini, genel sağlığı korumak, bu alanlarda gerektiğinde daha çabuk ve ye­rinde önlemler alınmasını sağlamak ereği güdülmüştür. Görülüyor ki TCK’nın 526. maddesinin sözkonusu fıkrasında suçun ne olduğu ve cezası açıkça belirtil­miştir. Yasama organının, yasa yaparken bütün olasılıkları gözönünde bulundu­rarak ayrıntılı kuralları da saptamak yetkisi varsa da, sık sık değişen durumlar ve gereksinimler karşısında, bu organın yapısı bakımından ağır işlemesi ve gün­lük olayları izleyerek zamanında gerekli önlemleri almasının güçlüğü dolayısiyle, yasada temel kuralları saptadıktan sonra ivedi işlerde Hükümete veya kimi ma­kamlara önlem olmak yetkisi bırakması da yasama yetkisini kullanmaktan baş­ka bir şey değildir. Bundan başka, yukarıda da değinildiği gibi 526. maddenin bi­rinci fıkrasında suçun ne gibi eylemleri kapsadığı açıkça belirtildiğine ve cezası da önceden saptandığına göre, itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 33. maddesin­deki ‘kanunsuz suç ve ceza olmaz’ ilkesine ve ayrıca 107. maddesine uymayan bir yönü yoktur...”
Gerekçesine yer verilen sözkonusu Anayasa Mahkemesi kararı da, itiraza ko­nu kuralda içerik yönünden büyük paralellik gösteren bir düzenlemenin “kanun­suz suç ve ceza olmaz” ilkesine aykırı düşmediğini açıkça ortaya koymaktadır.
4 ­Açıklanan nedenlerle, 625 sayılı Kanun’un 15. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığı kanısına vardığımızdan; sözkonusu kuralın iptali yolundaki ço­ğunluğun görüşüne katılamıyoruz.
 
NIN MEB TARAFINDAN KAPATILMASI HÜKMÜ