Yargı Kararları Işığında Kişilik Haklarının Korunması Ve Medyanın Sorumluluğu Coşkun Ongun*
Ekleyen: Av.tayfun Eyilik | Tarih: 27-12-2010 | Kategori: Makale | Not
YARGI KARARLARI IŞIĞINDA
KişiLiK HAKLARININ KORUNMASI
ve
MEDYANIN SORUMLULUĞU
Coşkun ONGUN*
(*) Avukat / istanbul Barosu Yayın Kurulu Genel Yazmanı / econgun@gmail.com
Basın özgürlüğünün kişilik haklarına müdahale etmemesi için, iki
“kutsal kavramın” sınırlarının belirlenmesindeki formül basittir: Basın
özgürlüğünün sınırları kişilik haklarının başladığı yerde sonlanır. Asıl
tartışma konusu da burada doğar ve kişilik haklarının nerede başladığı
sorusunda düğümlenir.
b. Anayasal Güvence
Yürürlükteki 82 Anayasası basın özgürlüğünü Basın hürdür, sansür
edilemez, hükmüyle teminat altına almıştır.
Basının asıl olarak işlevini düzenleyen ve de yayın yasaklarıyla ilgili
koşulları düzenleyen 28. maddenin ilk fıkrası yukarıda belirttiğimiz üzere
basın özgürlüğünü teminat altına almaktadır. Ancak bilindiği gibi konunun
ayrıntılı istisnaları ilk fıkrayı takip etmektedir. Buna göre devam eden
düzenlemelerde şu hükümler yer alır: Devlet, basın ve haber alma
hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır. Basın hürriyetinin sınırlanmasında,
Anayasanın 26 ve 27. maddeleri hükümleri uygulanır.
Devletin iç ve dıfl güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana
teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her
türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla,
basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca
sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hakim kararıyla; gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle
önlenebilir. Dağıtımı önleyen yetkili merci, bu kararını en geç yirmi dört
saat içinde yetkili hakime bildirir. Yetkili hakim bu kararı en geç kırk sekiz
saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı hükümsüz sayılır.
Anayasada yer alan ve belirli koşulların varlığıyla konulabilecek yayın
ve dağıtım yasakları bulunmasına karşılık, basın özgürlüğü vurgusu her
düzenlemede göze çarpmaktadır. Anayasa’nın 29. maddesinin üçüncü
fıkrası, süreli yayınların çıkarılması, yayım şartları, mali kaynakları ve
gazetecilik mesleği ile ilgili esaslar kanunla düzenlenir. Kanun, haber,
düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya
zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, mali ve teknik şartlar koyamaz, diyerek,
savımızı kanıtlamaktadır.
Aynı şekilde 31. maddenin ikinci fıkrası da basın özgürlüğünü bir kez
daha teminat altına almak adına, kanun, millî güvenlik, kamu düzeni, genel
ahlâk ve sağlığın korunması sebepleri dişında, halkın bu araçlarla haber
almasını, düşünce ve kanaatlere ulaflmasını ve kamuoyunun serbestçe
oluşmasını engelleyici kayıtlar koyamaz, düzenlemesini getirmektedir.
2792 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
c. AiHS ve AiHM’e Göre
insan Hakları Evrensel Bildirisi de Basın Özgürlüğünü ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirerek 19. maddesinde herkes fikir ve ifade özgürlüğü
hakkına sahiptir. Bu hak, bir müdahaleye maruz kalmadan bir fikre sahip
olma ve haber ve düşünceleri basın ve yayın araçları vasıtasıyla ülke
sınırlarıyla bağlı olmaksızın arama, elde etme ve ulaştırma hakkına da
içerir, hükmünü taşımaktadır.
Kitle iletişim Araçlarının Barışın ve Uluslararası Anlayişın Güçlendirilmesine,
insan Haklarının Geliştirilmesine ve Irkçılık, Apartheid ve Savafl
Kişkırtıcılığı ile Mücadele Edilmesine Katkıda Bulunması ile ilgili Temel
Prensipler Bildirisi’nin başlangıç bölümünde de haber alma özgürlüğü,
zorunlu bir unsuru olan muafiyetlerini istismar etmeden kullanma niyetini
ve yeterliliğini gerektirir. Bu özgürlük, olayları önyargısız araştırma ve
edinilen bilgiyi kötü niyet taşımadan yayma ahlaki yükümlülüğünü temel
bir disiplin olarak şart koşar denilmekte ve Birleşmiş Milletler Genel
Kurulunun 1947 yılında kabul ettiği, barışı tehdit etmeyi, barışı bozmayı ve
saldırı eylemini tasarlayan veya tahrik veya teşvik eden her türlü propagandayı
kınayan 110 (II) sayılı kararını hatırlayarak, Genel Kurulun 1947
yılında kabul ettiği, Üye Devletleri, Devletler arasında dostane ilişkileri
zedelemeye yönelik yanliş ve yalan haberlerin yayılması ile anayasal usulleri
çerçevesinde mücadele etmeye çağıran 127(II) sayılı kararı ile birlikte,
Genel Kurulun kitle iletişim araçları ve onların Devletler arasında barış,
güven ve dostane ilişkileri güçlendirmeye yönelik katkıları ile ilgili diğer
kararlarını da hatırlayarak, temel ilkeleri ilan edeceğini deklare etmıştir.
Avrupa insan Hakları Sözleşmesi’nde (AiHS) de ifade Özgürlüğü 10.
maddede şu şekilde yer alır: Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu
hak kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlarla
kısıtlanmaksızın, bir görüfle sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve
bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. Bu madde Devletin radyo
yayıncılığını, televizyon ve sinema işletmeciliğini izne bağlamasına engel
değildir. Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket
edilmesi gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü veya kamu
güvenliği, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın
korunması, başkalarının fleref ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa
vurulmasının önlenmesi, yargı organının otorite ve tarafsızlığının korunması
amacıyla, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve hukukun
öngördüğü formalitelere, şartlara, yasaklara ve yaptırımlara tabi tutulabilir.
Avrupa insan Hakları Mahkemesi (AiHM) kararlarında da basın
özgürlüğünün sınırları belirgin hatlarla çekilmıştir. 2007 yılında verilen
Lindon/Fransa1 kararında şu hükümler dikkat çekicidir: “Gazetecilerin
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2793
(1)http://ihami.anadolu.edu.tr/
bilgi verme haklarının korunması, onların gazetecilik etiğine uygun olarak
iyi niyetle ve doğru olgusal temelle hareket etmelerini ve güvenilir ve tam
bilgi vermelerini gerektirir. ifade özgürlüğü, beraberinde ödev ve
yükümlülükler de getirir ve bu medya için de geçerlidir. Üstelik bu ödev ve
yükümlülükler, tanınmış bir bireyin şöhretine saldırı ve başkalarının
haklarına tecavüz söz konusu olduğunda daha da büyük önem
taşımaktadır. Bu nedenle medyanın özel kişilere hakaret niteliğinde olan
maddi ifadeleri doğrulamaya ilişkin sıradan yükümlülüğünden muaf
tutulabilmesi özel sebeplerin bulunmasını gerektirir.”
Yine 2004 yılında verilen Prenses Caroline/Almanya kararında da2
basın özgürlüğünün kişilik haklarıyla dengelenmesini amaç edinen bir
karara imza atılmıştır. Monaco Prensesi Caroline tarafından özel
resimlerinin gazete ve dergilerde basılması üzerine Almanya aleyhine açılan
davada mahkeme kişilik haklarına vurgu yapmış ve Özel yaşama dair bu
korumanın Sözleşmenin 10. maddesi ile güvence altına alınmış olan ifade
özgürlüğüyle dengelenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Bu bağlamda Mahkeme, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun
temel öğelerinden birisini oluşturduğunu, bu özgürlüğün Sözleşmenin 10.
maddesinin 2. fıkrasına tabi olarak, sadece lehte olduğu kabul edilen,
zararsız görülen, ilgilenmeye değmez görülen “haber” ve “düşünceler” için
değil, aynı zamanda çarpıcı gelen, rahatsız eden, muhalif olan haber ve
düşünceler için de geçerli olduğunu özellikle vurgulamıştır. Bunlar
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin de gereğidir; bunlar
olmaksızın “demokratik toplum” da olmaz diyen mahkeme, basının
demokratik bir toplumda esaslı bir rol oynadığını, bu görevi, özellikle
başkalarının itibarları ve hakları bakımından birtakım sınırları aflmamak
koşuluyla, yükümlülüklerine ve sorumluluklarına uygun bir tarzda, kamu
menfaatini ilgilendiren hususlarda haber ve düşüncelerin iletilmesini
sağladığını hüküm altına almıştır.
Aynı kararda Mahkeme, ihtilaflı olsalar bile politikacıların resmi
görevlerini icra ederken yaptıkları faaliyetler gibi demokratik bir toplumdaki
tartışmaya katkı sağlayabilecek olayların aktarılması ile o davada olduğu
gibi resmi bir görevi yerine getirmeyen bir bireyin özel yaşamına ilişkin
ayrıntıların aktarılması arasında temel bir ayrım yapılması gerektiğini;
birinci olayda basın, kamuyu ilgilendiren haber ve düşüncelerin iletilmesini
sağlayarak demokratik toplumda temel rolü olan “gözcü” rolünü yerine
getirirken diğer olayda böyle yapılmadığını, aynı şekilde, demokratik bir
toplumda temel bir hak olan halkın bilgilendirilme hakkı, bazı özel
durumlarda, özellikle siyasetçiler söz konusu olduğunda, kamusal
flahsiyetlerin özel yaşamlarına ilişkin olayları da kapsayabileceğini, ancak
2794 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(2)http://ihami.anadolu.edu.tr/aihmgoster.asp?id=4438
mevcut davada durumun böyle olmadığı o davadaki durumun, herhangi bir
siyasal veya kamusal tartışma alanına girmediğini, çünkü yayımlanan
fotoğraflar ve fotoğraflarla beraber yayınlanmış yazıların, münhasıran
başvurucunun özel yaşamına ait ayrıntılarla ilgili olduğu tespit edilmıştir.
Benzer diğer davalarda Mahkeme, başvurucunun kamuoyu tarafından
bilinen bir kişi olmasına rağmen, yegane amacı başvurucunun özel
yaşamına ait ayrıntılarla birtakım okuyucuların merak duygularını tatmin
etmek olan söz konusu fotoğraf ve yazıların yayınlanmasının, toplumda
genel ilgi uyandıran bir tartışmaya katkıda bulunacak şekilde
görülemeyeceğini kesin olarak hüküm altına almıştır. Mahkeme bu tür özel
durumlarda ifade özgürlüğünün daha dar yorumlanması gerektiğini de
vurgulamıştır. Bu bağlamda Mahkeme, okuyucularının kamuoyunda
tanınan kişiler hakkında her fleyi bilme haklarının olduğu savıyla
Sözleşme’nin 8. maddesinde korunan haklara yapılan müdahaleleri haklı
çıkarmak çabasında olan bazı medya flirketleri tarafından “ ifade
özgürlüğünün tek taraflı yorumlandığını” vurgulayan Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi’nin mahremiyet hakkına (right to privacy) dair
tavsiye kararı da ele alınmıştır.
AiHM verdiği bu kararda her ne kadar başvurucu hakkındaki fotoğraf
ve makalelerin çeşitli Alman dergilerinde yayımlanmış olmasına ilişkin olsa
da, bu fotoğrafların başvurucunun bilgisi ve rızası olmaksızın çekilmiş
olduğu ve aynı zamanda birçok tanınmış kişinin de günlük yaşamlarında
tacize uğradığı, tamamen göz ardı edilemeyeceğini belirtmıştir. Mahkeme,
her bireyin kişiliğinin gelişimi açısından özel yaşamının korunmasının
temel bir öneme sahip olduğunu, bu korumanın yukarıda da belirtildiği
üzere, aile çerçevesinin ötesine geçen ve sosyal bir boyutu da içerdiğini
vurgulamıştır. Mahkeme, halk tarafından bilinen kişiler dahi olsalar,
herkesin özel yaşamının korunması ve saygı gösterilmesi hususlarında
“meşru beklenti”ye sahip olabileceğini ve bu haklardan da yararlandı
rılmaları gerektiğini açıklıkla kararında dile getirmıştir.
d. Konseye Göre Basının işlevi
Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu Komitesi’nce 10 Temmuz 2003
tarihinde kabul edilen Adli Olayların Yayınlanmasına ilişkin Hukuki
Kuralların Düzenlenmesi’ne ilişkin Bildiri, yayında bulunması ve de dikkat
edilmesi gereken konularda ülkelere tavsiye kararlarında bulunulmakta ve
gerekirse iç hukuk düzenlemelerinin bu tavsiye kararlarına uyması
yönünde girişimlerde bulunulması beklenmektedir.
Adı geçen Komite kararında insan Hakları Sözleşmesi’nin 10.
maddesinde yer alan ve garanti altına alınan ifade özgürlüğüne ilişkin üye
ülkelerin verdikleri taahhütler doğrultusunda; ifade ve haber alma
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2795
özgürlüğü hakkının, demokratik bir toplumun en önemli unsurlarından ve
her bireyin gelişiminin ve ilerlemesinin temel koşullarından biri olduğu;
Sözleşmenin 6. maddesi kapsamında yer alan ve temel bir hak olan
masumiyet karinesi hakkı ve adil yargılanma hakkı ile özel yaşam ve aile
yaşamı mahremiyetine saygı; medya ve gazetecilerin, dernek kurma, medya
alanında özdenetimin temelini oluşturan meslek birliği kurma hakları;
çakişabilecek çıkarları ve her bir davanın gerçekleri göz önüne alınarak
Avrupa insan Hakları Mahkemesinin, Sözleşme gereğince verilen
taahhütlerin gözlemlenmesini temin etmekteki denetleyici rolüne gerekli
özen gösterilerek bu hakların dengelenmesinin önemine vurgu
yapılmaktadır.
Medya tarafından yapılan özdenetim ile ortak denetim arasında böyle
bir dengenin kurulmasının değeri; gerek özdenetim gerekse devletle işbirliği
içerisinde ortak düzenleme çerçeveleri aracılığıyla, sorumlu gazetecilik
anlayişına teşvik etmek için Avrupa’da gazeteciler ve medya tarafından
yapılan pek çok girişimin farkında olunduğu belirtilen kararda, suç
kovuşturmaları ile ilgili medya haberlerinde tehlikede olan hakların ve
çıkarların korunmasına ilişkin bilgi verici bir tartışmanın teşvik edilmesi
ihtiyacının bilincinde olarak: mesleki kurallar veya diğer girişimlerle
medyanın iyi şekilde işleyişini teşvik ederek sorumlu gazetecilik anlayişının
desteklenmesini arzu etmek, suç kovuşturmaları kapsamında bilginin
artan bir şekilde ticari amaçlı kullanımından endişe etmek; suç
kovuşturmalarına ilişkin ifade ve haber alma özgürlüğü hakkının,
medyanın özellikle bu tür kovuşturmalara erişiminin sağlanmasıyla,
desteklenmesini de istemek; tanıkların tehdit edilmesi ve savunmanın
haklarını ilgilendiren ve gazetecilerin bilgi kaynağını açıklamama hakkını
hatırda tutmak; gazetecilerin özgürlüklerine saygı göstermek, katılımcı
devletlerden istenmış ve aflağıda belirtilen konulara üye devletlerin
uymaları istenmıştir.
Buna göre Komisyon Üyesi devletler;
Mahkeme sürecinin, suç kovuşturmalarına taraf olan kişilerin hak ve
çıkarlarının ve bu tür kovuşturmalarda tarafları tehlikeye atabilecek
durumların anlaşılabilmesinin gerekli olduğu durumlarda, medya,
medyanın profesyonel kuruluşları, eğitim enstitüleri ve mahkemelerle
işbirliği içerisinde, gazetecilerin eğitimini hukuk ve mahkeme usulleri
alanında destekleyerek, medya alanında suç kovuşturmalarına ilişkin
sorumlu gazeteciliği teşvik etmeli,
Bakanlar Komitesi tarafından üye ülkelere tavsiye için hazırlanan Adli
Olayların Yayınlanmasına ilişkin Hukuki Kuralların Düzenlenmesine dair
Rec (2003) 13 no’ lu Tavsiye Kararı’nda yer alan ilkelere saygının temin
edilmesi amacıyla, suç kovuşturmaları ile ilgili medya haberlerine ilişkin
2796 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
olarak, medya tarafından oluşturulan profesyonel mesleki standartlarla
ilgili yapılan her türlü özdenetim girişimlerini desteklemeli,
Medya alanında özdenetim kuruluşları ile işbirliğine yönelmeli,
Suç kovuşturmaları ile ilgili medya haberlerine ilişkin yasal süreçlere
medya alanındaki meslek dernekleri, örneğin oturumlar ve istişareler
aracılığıyla, dahil etmeli;
Bu deklarasyonu kamu otoritelerine, mahkemelere, medyaya,
gazetecilere ve onların mesleki kuruluşlarına da kullanımına sunmalıdır.
Üye devletlerde görev yapan medya ve gazeteciler de özetle şu hususlara
uymakla yükümlüdürler:
Gazeteciler, özellikle suç kovuşturmalarına ilişkin medya haberleri
konusunda, profesyonel mesleki rehber ilkeler ve standartların henüz
düzenlenmediği yerlerde bu tür rehber ilkeler ve standartlar düzenlemeli;
Haberlerinde mahkeme hükmü ile suçlu bulunana kadar flüpheli ve
sanıklara, Sözleşmenin 6. maddesi ile kendilerine verilen haktan
faydalanmalarını sağlayarak, masum olarak davranılmalı;
Kurbanların, davacıların, flüphelilerin, sanıkların, hükümlülerin ve
tanıkların ve onların ailelerinin de, Sözleşmenin 8. maddesi ile garanti
altına alındığı üzere, haysiyetlerine, güvenliklerine ve mahremiyet
haklarına, eğer bilgi toplumu ilgilendirmiyorsa, saygı göstermeli;
Bir kişinin önceki suçunu, toplumu ilgilendirmediği veya yeniden
toplumu ilgilendirecek bir duruma gelmediği müddetçe, hatırlatmamalı;
Suç kovuşturmalarına tabi olmuş küçüklerin ve zarar görebilecek
kişilerin çıkarlarına karşı hassas olmalı;
Suç araştırmalarında ve mahkeme kovuşturmalarında önyargı
oluşturmaktan kaçınmalı;
Suç kovuşturmalarına ilişkin haberlerinde ön yargı oluşturacak, küçük
düşürecek atiflarda bulunmaktan ki, bunların yabancı düşmanlığı,
ayrımcılık veya fliddeti teşvik edebilecek türde olanlarından, kaçınmalı;
Suç kovuşturmalarına ilişkin haberleri bu konularda yeterli eğitim
almış olan gazetecilere teslim etmelidirler.
2. BASININ SORUMLULUĞU
a. Yargıtay’a Göre Sorumluluk Ölçütleri
Yargıtay’ın konuya ilişkin yaklaşimı da kişilik hakları ile basın
özgürlüğünü uzlaştırma eğilimindedir. iki hakkın dengeli biçimde
kullanılarak birbirilerinin sınırlarını ihlal etmemesi Yargıtay’ın bu konudaki
bakış açısını ortaya koymaktadır. Yargıtay’a göre basına sağlanan
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2797
güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde
yaflayabilmesini gerçekleştirmektir. “Bu durum da halkın dünyada ve
özellikle içinde yafladığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren
konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme,
araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme,
aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur.” Basının
bu nedenle ayrı bir konumu bulunduğuna dikkat çekilen kararlarda bunun
içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul
olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden
eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerektiğinin
altı çizilmıştir. “Basın dişı bir olaydaki davraniş biçiminin hukuka aykırılık
oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir
yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir,” diyen yüksek mahkeme,
ne var ki Basın Özgürlüğü sınırsız olmayıp yayınları da Anayasa'nın Temel
Hak ve Özgürlükler Bölümü ile Türk Medeni Kanunu'nun 24 ve 25.
maddelerinde yer alan ve yine ozel yasalarla güvence altına alınmış bulunan
kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir
zorunluluktur, diyerek basın özgürlüğünün sınırlarını çizen hukuk
düzenlemelerine vurgu yapmaktadır.
Adı geçen Hukuk Genel Kurulu Kararında özetle konu hakkında şu
somut tespitler yapılmaktadır: “Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı
karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatişan iki değeri aynı
zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin
diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün
olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda
ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için
temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini
yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı
bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli,
haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın,
objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve
görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların
yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.3”
b. Yayında Olması Gereken Hukuka Uygunluk Koşulları
Yargıtay’ın bakış açısı doğrultusunda bir haberin hukuka uygun olarak
kabul edilebilmesi için gerekli olan ölçütler şu şekilde sıralanabilir.
aa. Yayının Gerçek Olması: Buradaki gerçeklik kavramı haberin
yapıldığı andaki görünen gerçekliktir. Basın organlarının ivedilikle haberi
2798 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(3) HGK, 163 K, 06.05.2009 T.
kamuoyuna ulaştırma görevleri bulunmaktadır. Bu durum göz önüne
alınarak verilen haberin zamanla boyutunun değişmesi ve salt bu yüzden
gerçekliğin ortadan kalkmasından dolayı basın organlarının sorumluluğuna
gidilemez.
“Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken,
özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal
ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim
arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde
kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da
sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu
tutulmamalıdır.
Dava konusu "B" Gazetesi’nin 28/04/2006 tarihli sayısında E.
tarafından kaleme alınan "H'ye psikolog lazım" başlıklı köşe yazısında S.
Belediye Başkanı olan davacının olaylar karşısındaki tepkilerini normal
ölçüler dıflında kavgacı ve agresif tavırlarla ortaya koyduğu anlatıldıktan
sonra " ... en kısa zamanda bir psikologa görünmende fayda var... olmazsa
M. La gidebilirsin." şeklinde ifadeler kullanılarak eleştiri sınırları aşılmıştır.
Bu haliyle yayında davacının akıl hastası olduğu imasında bulunularak
kişilik haklarına saldırıda bulunulmuştur. fiili durumda uygun görülecek
bir miktar manevi tazminata hükmedilmelidir.4”
bb. Yayında Kamu Yararı Bulunması: Kamu yararı kavramı soyut bir
kavram olsa da mahkeme uygulamalarıyla her somut olayın özelliğine göre
varlığı araştırılması gereken bir hukuka uygunluk koşuludur. Anayasa
Mahkemesi kararlarında kamu yararı kavramı şu şekilde tanımlanır:
Hukuk devletinin tanımına giren birçok unsurlardan birisi de, kamu yararı
düşüncesi olmaksızın, başka deyimle, yalnızca özel çıkarlar için veya
yalnızca belli partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir yasanın
kabul edilmeyeceğidir. Buna göre çıkarılması için kamu yararı bulunmayan
bir kanun, Anayasa’nın 2. maddesi hükmüne aykırı nitelikte olur ve dava
açıldığında iptali gerekir. Anayasa Mahkemesine göre, kamu yararının
gerektirdiği düzenlemeleri yapmak, çareleri düşünüp önlem almak, yasa
koyucunun en doğal hakkı ve ödevidir. Yeter ki düzenlemeler yapılırken
doğrudan doğruya amaçlanan hizmetin gerekleri göz önünde tutulmuş,
istenen nitelik ve kısıtlamalarla hizmet arasında gerçeklere uygun nesnel ve
zorunlu bir neden, sonuç bağı kurulmuş olabilsin.5
Yüksek mahkemenin tanımı doğrultusunda kamu yararından
anlaşılması gereken, haberin veriliş amacında kişisel ya da kurumsal bir
yarar gözetilmeksizin salt haber verme ve toplumu bilgilendirme amacıyla
yapılan yayınlarda kamu yararının varlığını kabul etmek gerekecektir.
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2799
(4) 4. HD. 15393 K. 13.12.2007 T.
(5) AYM, 2004/76 K.
cc. Yayında Toplumsal ilginin Varlığı: Haber verilirken toplumsal ilginin
bulunduğu ya da haberin verilişiyle ilginin oluşacağı düşüncesiyle hareket
edilmelidir. Bireysel ilgiye konu olabilecek marjinal konular üzerinde
toplumun ilgisini çekmeye yönelik yapay ve uydurma haberlerin hukuka
uygunlukları tartışmalı hale gelebilecektir.
dd. Konunun Güncelliği Gözetilmeli: Güncel olan, günün konusu
halindeki haber yorum ve olaylardır. Güncellik de güncel olan iş ve eylemler
bütünüdür. Haber verilirken o anda olan geçmışte meydana gelip de
günümüze değin etkileri süregelen olay ve olgular günceldirler.
ee. Haberin verilişinde Özle Biçim Arasındaki Denge Korunmalıdır:
Basın organları haberi renklendirme ve çarpıcı hale getirme eğilimindedirler.
Okurun ilgisini çekmek adına haber verilen olayın yalnızca bir yönü
öne çıkarılıp asıl olan kısmı arka planda bırakılarak haberin yansıtılıfl
biçimi değişkenlik göstermektedir. Bunun makul ölçüde tutulması hukuka
aykırılık oluşturmaz. Kural olarak asıl olan haber; ardıl olan biçimdir.
Ancak biçimin öne çıkarılıp haberin ikincil planda kalması başlı başına bir
hukuka aykırılık nedeni oluşturabilecektir.
ff. Objektif Sınırlar içinde Kalınması: Yapılan yayınlar nesnel sınırlar
çerçevesinde kalarak, haberin verilişinde kullanılan sözcüklerin seçimine
özen gösterilmelidir.
Yargıtay, yazının başlığında yer alan ifadelerle haber verme ve eleştiri
hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığının saptanması için ise, “başlıkta
yer alan birkaç sözcük tek başına ele alınmamalı, başlık, yazı içeriği ile bir
bütün olarak değerlendirilmelidir,” diyerek hukuka aykırılığın ve de
yukarıda sayılan hukuka uygunluk sebeplerinin tümel olarak yayının
bütünü göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindedir.
Düşünce özgürlüğü ve dolayısıyla eleştirinin demokratik toplumlarda
vazgeçilmez bir değer olduğu belirtilen kararda topluma mal olan kişilerle
siyasal ve idari yaşam içinde yer alan kişilerin geçmışleri, davranişları,
alişkanlıkları, kişilikleri toplumu ilgilendirmekte olduğu halkın, bu kişileri
yakından tanımaya hakları bulunduğu, bu tanıma kitle iletişim araçlarında
yer alan haber, yorum ve eleştiriler olacağı, öte yandan, okuyucunun ilgisini
çekebilmek amacıyla haberi uygun sözlerle süslemek, ilginç biçime
getirmek, toplumun değer yargılarına göre yorum yapmak ve kamuoyunu
aydınlatmanın basının hakkı ve görevi olduğu vurgulanmıştır.6
2800 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(6) 4. HD, 6398 K. 08.05.2008 T.
3. YAYINLARA GÖRE SORUMLULUK ÇEfiiTLERi
a. Basılı Eserlerde
i. Süreli Yayınlar
Basılı eserlerde işlenen hukuki fillerden kaynaklanan hukuki
sorumluluk, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 13. maddesinde düzenlenmıştir.
Burada süreli ve süresiz yayın olmak üzere ikili bir ayırıma gidilmiş
ve süreli yayınlar yani gazete, dergi ve düzenli bültenlerde yayımlanan bir
eserde, eser sahibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisi sorumlu kişiler olarak
belirtilmıştir. ilgili yayının künyesinde bu bilgilerin yer alması zorunludur.
Bu nedenle sorumlu kişiler belirlenirken eserdeki künyede yer alan
bilgilerin esas alınması gerekir.
“Davaya konu edilen yayının yayınlandığı gazete künyesinde yayın
sahibi olarak "B Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık A.fi. adına Y.B"
gösterilmıştir. Bu açıklamadan ve dosya içeriğinden yayın sahibinin flirket
olduğu anlaşılmaktadır. Dava dilekçesinde yayın sahibi flirket yanında Y.B
de dava edildiği mahkemece de flirketle birlikte adı geçeninde
sorumluluğuna karar verildiği görülmektedir. Basın yasasında sorumlu
kişiler açıkça sayılmış olup bu bağlamda yayın sahibi olarak flirketin
sorumluluğuna karar verilmesi doğrudur. Y.B’nin yasada sayılan sorumlu
kişilerden olmadığı, yayın sahibi de olmadığı gözetilerek hakkındaki
davanın husumet yönünden reddedilmesi gerekirken mahkemece Y.B’nin
sorumluluğuna karar verilmesi bozmayı gerektirmıştir.7”
ii. Süresiz Yayınlar
Süresiz yayınlarda yani basılmış kitaplarda ise eser sahibi ile
yayımcının birlikte sorumluluğu söz konusudur. Yayımcının belli olmaması
durumunda basımcı da eser sahibiyle birlikte müfltereken ve müteselsilen
sorumlu tutulacaktır.
Süreli ve süresiz yayınlarda, yayın sahibi, marka veya lisans sahibi,
kiralayan, işleten veya herhangi bir sıfatla yayımlayan, yayımcı gibi hareket
eden gerçek ve tüzel kişilerin de bu hükümler doğrultusunda sorumlulu-
ğuna gidileceği hüküm altına alınmıştır.
Tüzel kişinin flirket olması durumunda ki, uygulamada bu durum
genellikle bu şekildedir, anonim flirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer
flirketlerde en üst yönetici, flirket ile birlikte müflterek ve müteselsil olarak
sorumludur. Yayının başkalarına devredilmesi durumunda ortak sorumluluk
ilgili yayını devralan gerçek ya da tüzel kişiler için de 13. maddenin son
fıkrası gereği aynen geçerlidir.
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2801
(7) 4 HD. 2227 K. 07.03.2005 T.
Hukuk genel kurulu imtiyaz sahibinin "yayımcı" sıfatına sahip olmasa
dahi, yayın hakkı sahibi olması nedeniyle, "yayımcı gibi hareket eden"
konumunda olduğunu tespit ederek basın yoluyla işlenen fiillerden dolayı
Kanunun 13. maddesi uyarınca sorumlu olacağını hüküm altına almıştır.8
b. Özel Radyo ve televizyon Yayınlarında
Radyo ve Televizyon yayınlarındaki sorumluluk da basılı eserlerin
sorumluğuna benzer bir düzenleme 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’da (RTÜK Yasası) düzenlenmemiştir.
Yalnızca Yasanın 28. maddesinin cevap ve düzeltme hakkını içeren beflinci
fıkrasında yayın kuruluşu ile birlikte flirketin yönetim kurulu başkanı da
açılacak tazminat davalarında müfltereken ve müteselsilen sorumlu
oldukları hüküm altına alınmıştır. Zarar doğurucu işlemden sonra yayın
kuruluşunun devrinin gündeme gelmesi durumunda da yayın kuruluşunu
devralan flirketin sahibi ya da hisse sahibin de flirketin yönetim kurulu
başkanı ile birlikte hükmedilecek tazminat karşısında sorumlu
tutulacakları düzenlenmış bulunmaktadır.
28. madde düzenlenmesinde tazminat oranı konusunda her yıl
arttırılacak oranlarda bir maddi tazminat taban miktar belirlenmıştir.
Manevi tazminat istemleri için bilirkişi atanması ve hazırlanacak tensip
zaptı doğrultusunda davanın altı ay içinde sonuçlandırılması da hüküm
altına alınmıştır. Hükmedilecek tazminat tutarlarına en yüksek işletme
kredisi faizi üzerinden temerrüt faizine hükmedileceği de maddenin altıncı
fıkrasında yer almıştır.
Yargıtay Radyo ve TV’lerde sorumluluğun yayıncı kuruluşta olduğunu
program yapımcılarının sorumluluğu özel hukuk hükümlerine göre
çözülmesi gerektiği yönünde karara varmıştır. Kararda dilekçelerde
program yapımcısı flirketlerin gerek başvurularda gerekse verilen ilamlarda
muhatap olarak gösterilmeyeceklerini hüküm altına almıştır.
Anılan kararda, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun'un düzeltme ve cevap hakkı başlığını taflıyan 28.
maddesinde, "Gerçek ve tüzel kişilerin kişilik haklarına saldırı teşkil eden
yayınlarla gerçeğe aykırı yayınlara karşı ilgililerine cevap ve düzeltme hakkı
tanınarak, ilgililerin bu hakkına ilişkin yasal koşulların belirtildiği
vurgulanan kararda anılan maddenin 5. bendinde; "mahkeme kararının
ilgili kuruluşa tebliğinin ertesi günü yayın yapılacağını", 6. bendinde de;
"yayını yapmayan kuruluşun yayınının iptal edileceği" hüküm altına
alındığı, mahkeme kararlarının yayın yapan kuruluşa tebliğ edileceği gibi,
uyulmaması halinde cezai müeyyidenin de yine yayın yapan kuruluşa ait
2802 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(8) HGK 117 K. 11.03.2009 T.
olacağı, 3984 Sayılı Yasa’nın 3. maddesi (O) bendinde, yayıncı; "Kamu
tarafından izlenmesi için televizyon programı hizmeti tertip eden ve ileten
veya değişiklik yapılmadan ve tam olarak bir üçüncü tarafa iletilmesini
sağlayan özel veya tüzel kişi şeklinde" tanımlandığı, TV'de, yayınlanan
programda işlenen iddialar üzerine, ilgili idarenin düzeltme talebinde
muhatap olarak TV yayın kuruluşu ve program sorumlusunun gösterildiği
Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi'nin yayınlama kararının TV yayın
müdürlüğüne tebliğ edilerek itirazın kesinleştiği bunun üzerine, Reklam
fiirketinin itirazı, Ankara 11. A. Ceza Mahkemesi'nin kararı ile itirazcının
kararın muhatabı olmadığından bahisle reddedildiği, bu aflamada da
...program sorumlu ve yapımcısı U.D. ile Production A.fi. tarafından Ankara
5. Sulh Ceza Mahkemesi kararının kendilerine muhatap olarak tebliğ
edilmediğini, ancak RTÜK’ün "Tekzibin yayınlanmaması halinde yayıncı ...
TV 'nin yayının durdurulacağına" ilişkin yazı ile haberdar olduklarından,
anılan kararın kendilerine de tebliği ile program yapımcı ve sorumlusu
olarak 2.1.1995 tarihli dilekçe ile itiraz etmışler ve itirazları yazılı emir
konusu yapılan Ankara 8. A. Ceza Mahkemesi karan ile de reddedilmesi
sonucunda, 3984 sayılı yasanın 28. maddesi içeriğinden, sorumluluğun
programının yayın kuruluşu olan TV'ye ait olduğu, program yapımcısının
sorumluluğunun ise özel hukuk kuralları çerçevesinde yayıncı kuruluşa
karşı söz konusu olacağı anlaşılmaktadır, denilmıştir. Kararın sonuç
kısmında bu nedenle Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi'nce verilen
yayınlama kararı programı yayınlayan kuruluşa usule uygun tebliğ edilerek
itirazsız kesinleflmiş olduğundan, program yapımcısına yeniden tebliği,
ayrıca itiraz hakkı vermeyeceği cihetle, mahkeme kararındaki gerekçeye
göre de yazılı emir talebi yerinde görülmemiştir.9”
c. internet Yoluyla işlenen Fiillerdeki Hukuki Sorumluluk.
5651 sayılı internet Ortamında Yapılan Yayınları Düzenleyen Yasa’da
bazı sorumluluk hükümleri yer almaktadır. Buna göre Yasanın 3.
maddesinde bilgilendirme yükümlülüğü doğrultusunda içerik, yer ve erişim
sağlayıcıları yönetmelikle belirlenen tanıtıcı bilgileri kendilerine ait internet
ortamında kullanıcıların ulaflabilecekleri şekilde ve güncel olarak
bulundurmaları zorunluluğunu getirmektedir. Bu sorumluluklarını yerine
getirmeyen içerik, yer ve erişim sağlayıcısına Telekomünikasyon iletişim
Başkanlığı’nca idari para cezası yaptırımı uygulanacağı belirtilmıştir.
Yasanın atıfta bulunduğu internet Ortamında Yapılan Yayınlar
hakkındaki usul ve esasları düzenleyen yönetmeliğin beflinci maddesinde
ticari ve ekonomik amaçlı içerik, yer ve erişim sağlayıcıları tanıtıcı bilgilerini
şu şekilde sıralamaktadır: Gerçek kişi ise, adı soyadı, tüzel kişi ise; unvanı
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2803
(9) Y 7. CD. K. 5259 07/06/1995 T.
ve sorumlu kişiler, vergi kimlik ya da ticaret sicil numarası; yerleşim yeri,
tüzel kişi ise merkezinin bulunduğu yer; elektronik iletişim adresi ve telefon
numarası, sunduğu hizmet, bir merciin iznine veya denetimine tabi bir
faaliyet çerçevesinde yapılıyor ise, yetkili denetim merciine ilişkin bilgilerin
yanı sıra, ticari veya ekonomik amaçlı içerik sağlayıcı, bu bilgilerle birlikte
yer sağlayıcıya ilişkin tanıtıcı bilgileri, doğru eksiksiz ve güncel olarak ana
sayfasında bulundurmakla yükümlü kılınmıştır.
Radyo ve Tv’ler ile içerik yer ve erişim sağlayıcılarının diğer sorumluluk
koşulları ileride ilgili bölümlerde ele alınacaktır.
4. DAVA SÜRELERi VE ZAMANAfiIMI
Basılı eserler için 5187 sayılı Basın Yasası’nın 26. maddesinde dava
süreleri ve açılacak ceza davalarıyla ilgili zamanaşimı süreleri
belirlenmıştir. Buna göre basılmış eserler yoluyla işlenen veya kanunda
öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza davalarının günlük süreli yayınlar
yönünden eserlerin Cumhuriyet Savcılığı’na teslim edildiği tarihten itibaren
iki ay; diğer basılmış eserlerde ise dört aydır.
Eserlerin savcılığa teslim edilmemiş olması durumunda dava açma
süresi, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın suçu öğrendiği tarihten başlar. Bu
süreler TCK’nın dava zamanaşimı sürelerini geçemez.
Basın Kanunu’nun 11. maddesinde yer alan sorumlu müdür veya bağlı
olduğu yetkilinin karşı çıkmasına karşın yayımlatan tarafından yazının
yayımlanmış olması durumlarında sorumlu müdür ya da bağlı olduğu
yetkilinin aleyhine açılan davanın beraatle sonuçlanmasından itibaren
yayımlatan yönünden süreler işlemeye başlayacaktır. Yani sorumlu müdür
ile yayımlatan hakkında önceden bir dava açılması ve yargılanmalarının
sağlanması bu düzenleme karşısında kaçınılmazdır. Sorumlu müdür ile
bağlı olduğu yetkilinin o davada eserin yayımlanmasına karşı çıktıklarını
kanıtlamaları gerekecektir.
Sorumlu müdürün eser sahibini bildirmesi durumunda, açılacak
davada süre bildirim tarihinden itibaren işlemeye başlayacaktır. Bilindiği
üzere Basın Kanunu’nun 12. maddesinde süreli yayın sahibi, sorumlu
müdür, ve eser sahibi, bilgi ve belge dahil her tür haber kaynaklarını
açıklamaya ve bu konularda tanıklık yapmaya zorlanamazlar. Yasanın bu
düzenlemesi bulunmasına karşın sorumlu müdüre bu maddeyle son bir
eser sahibini açıklaması ve sorumluluktan kurtulması için yasa koyucu
tarafından olanak tanınmıştır.
26. maddenin 5. fıkrası kovuşturulması flikayete bağlı suçlarda dava
açma süreleri, suç için Kanunun öngördüğü dava zamanaşimı süresini
aflmamak şartıyla, suçun işlendiğinin öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye
başlar düzenlemesini getirmıştir.
2804 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
TCK’da yer alan bütün, soruşturulması ve kovuşturulması flikayete
bağlı suçlarda olduğu gibi, TCK 73. maddesinde yer alan, düzenlemelerde,
soruşturulması ve kovuşturulması flikayete bağlı olan suç hakkında yetkili
kimse Altı Ay içinde flikayette bulunmadığı takdirde soruşturma ve
kovuşturma yapılamaz. Hakaret suçları için öngörülen ve TCK 66. maddede
hükmünü bulan, SEKiZ YILLIK zamanaşimı süresini geçmemek koşuluyla
bu süre, flikâyet hakkı olan kişinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği veya
öğrendiği günden başlar. fiikayet hakkı olan birkaç kişiden birisi altı aylık
süreyi geçirirse bundan dolayı diğerlerinin hakları düşmez.
Kovuşturma yapılabilmesi flikayete bağlı suçlarda kanunda aksi yazılı
olmadıkça suçtan zarar gören kişinin vazgeçmesi davayı düşürür ve
hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçme cezanın infazına engel olmaz.
iştirak halinde suç işlemış sanıklardan biri hakkındaki flikayetten
vazgeçme, diğerlerini de kapsar.
Kanunda aksi yazılı olmadıkça, vazgeçme onu kabul etmeyen sanığı
etkilemez.
Kamu davasının düşmesi, suçtan zarar gören kişinin flikayetten
vazgeçmış olmasından ileri gelmış ve vazgeçtiği sırada flahsi haklarından da
vazgeçtiğini ayrıca açıklamış ise artık hukuk mahkemesinde de dava
açamaz.
Yargıtay, 5187 sayılı Basın Yasası’nın 26/1 maddesinde basılı eserler
yoluyla işlenen suçlarla ilgili ceza davalarının açılmasına ilişkin günlük
süreli yayınlar yönünden 2 ve diğer basılmış eserler yönünden 4 aylık hak
düşürücü nitelikteki sürelerin, yasa koyucu tarafından 1412 sayılı CYY’nin
yürürlükte bulunduğu dönemde kabul edilerek 26.06.2004 tarihinde
yürürlüğe girmesi ve 1412 sayılı CYY uygulamasında kamu davasının
iddianamenin düzenlendiği tarihte açılmış sayılması karşısında,
Cumhuriyet Savcılığı’na tanınan 2 aylık dava açma süresinin, sonraki
herhangi bir yasayla değiştirilmediği ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe
giren 5271 sayılı CYY'nın 175.maddesi hükmünün, 5187 sayılı Basın
Yasası’nı düzenleyen Yasa koyucunun amacına aykırı biçimde
yorumlanması suretiyle kısaltılamayacağını belirterek iddianameyle 2 aylık
süre içinde açılmış davanın düşürülmesine karar verilemeyeceğine
hükmetmıştir.10
Aynı konuda verilmış bir başka kararda da Basın Yasası’nda belirtilen
sürelerin zamanaşimı süresi değil hak düşürücü süre oldukları
vurgulanarak süreli basılı yayımın Cumhuriyet Savcılığı’na teslim edildiği
tarihten itibaren iki ay içinde davanın açılmaması durumunda düşme
kararı verileceği hüküm altına alınmıştır.11
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2805
(10) 4. CD. 3996 K. 04.03.2009 T.
(11) 4. CD. 7695 K. 03.10.2007 T.
Hukuk davalarında haksız fiil için öngörülen bir ve on yıllık zamanaşimı
yayın yoluyla kişilik haklarının ihlali davalarında da geçerlidir. Bu hüküm
Borçlar Kanunu’nda düzenlenmıştir. Basın ve yayım yoluyla kişilik hakları
zarara uğrayan kimsenin manevi tazminat davası açma hakkı, zararı ve
failini öğrendiği tarihten itibaren BiR YIL, ve her durumda, zararı doğuran
fiilin vuku bulmasından itibaren de ON YILLIK süre sonunda zamanaflı
mına uğrar. Ancak zararı oluşturan fiili, ceza kanunları daha uzun bir
zamanaflımı süresine bağlamış ise, bu durumda o süreler de hukuk
zamanaşimı sürelerine uygulanır.
Yargıtay bir kararında, uzatılmış ceza zamanaşimının olaya
uygulanabilmesi için ille de bir ceza davası açılmasına veya mahkumiyet
kararı verilmesine gerek olmadığını Borçlar Kanunu’nun 60. maddesindeki
sürelerin bu hüküm karşısında uzatılmış (ceza) zamanaşimı olan sekiz yıla
çıkabileceğine hükmetmıştir.12
Hukuk Genel Kurulu da Ceza Kanunu’nda öngörülen daha uzun
zamanaflımının (uzamış zamanaşimı) süresi, her halde olay tarihinden
itibaren işlemeye başlayacağını; sürenin işlemeye başlaması için, zarar
görenin zararı ve onun failini öğrenmesi koşulu aranamayacağını, ancak,
zarar veya onun faili, uzamış zamanaşimı süresinin bitmesinden sonra
öğrenilmiş ise; davanın öğrenme tarihinden itibaren, kanundaki süre
içerisinde açılması gerektiğine hükmetmıştir. Kurul ayrıca uzamış
zamanaflımı, suç sayılan eylemin failinin, tazminat davasının açılmasından
önce veya davanın görülmesi sırasında ölmüfl olduğu durumlarda,
mirasçıları bakımından da uygulanacağına karar vermiştir.13
Borçlar Kanunu’nun 60/2. maddesi gereğince zarara yol açan eylemin,
aynı zamanda suç sayılan bir eylemden doğması durumunda olayda
uygulanacak zamanaşimı süresi, o suçun bağlı olduğu (uzamış) ceza
zamanaflımı süresidir.14
5. BULUNMASI GEREKLi ZORUNLU BiLGiLER
Basılı eserlerde gösterilmesi zorunlu olan bilgiler 5187 Sayılı Yasa’nın
4. maddesinde düzenlenmıştir. Buna göre her basılı eserde eserin basıldığı
yer ve tarih, basımcının ve varsa yayımcının adları, varsa ticari unvanları ve
işyeri adreslerinin gösterilmesi zorunludur.
4. maddenin ikinci fıkrasında süreli yayımlarda ayrıca yönetim yeri,
sahibinin, varsa temsilcisinin, sorumlu müdürün adları ve yayının yaygın
mı yoksa yerel süreli mi olduğu şeklindeki bilgilerin gösterilmesi
yükümlülüğü de getirilmıştir. Haber ajansları yayını bu düzenlemeden ayrı
tutulmuştur.
2806 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(12) 4. HD. 15023 K. 04.12.2008 T.
(13) HGK 325 K. 16.04.2008 T.
(14) 4 HD. 6625 K. 11.05.2009 T.
Zorunlu bilgileri gösterme kuralına uymayan süreli yayın organının
sorumlu müdür ve bağlı olduğu yetkili; süresiz yayınlarda yayımcı ve adını
adresini göstermeyen veya yanlıfl gösteren basımcıya Yasanın 15. maddesi
para cezaları öngörmüfltür.
internet ortamında yapılan yayınlarda da içerik sağlayıcı, yer sağlayıcı
ve de erişim sağlayıcının kullanıcıları bilgilendirme yükümlülükleri bulunmaktadı
r. Buna göre 5651 sayılı internet Ortamında Yapılan Yayınların
Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla işlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi
Hakkında Kanun ile Yönetmelikte bilgilendirme yükümlülüğünün içeriği
doldurulmuştur. Yasanın 3. maddesi “içerik, yer ve erişim sağlayıcıları,
yönetmelikle belirlenen esas ve usuller çerçevesinde tanıtıcı bilgilerini
kendilerine ait internet ortamında kullanıcıların ulaflabileceği şekilde ve
güncel olarak bulundurmakla yükümlüdür,” hükmünü içermektedir. Bu
yükümlülüğünü yerine getirmeyenler hakkında Telekomünikasyon iletişim
Başkanlığı tarafından idari para cezaları kesileceği öngörülmüfltür.
Yönetmeliğin 5. maddesinde de ticari ve ekonomik amaçlı kurulan
sitelerin içerik, yer ve erişim sağlayıcılarının, ad soyad, tüzel kişi unvanları,
sorumlu kişileri, vergi kimlik veya ticaret sicil numaralarını, yerleşim yeri,
tüzel kişi ise merkezin bulunduğu yeri, elektronik iletişim adresi ile telefon
numarası, izne bağlı yayınlarda ilgili denetim merciinin bilgilerinin yanı sıra
ticari ve ekonomik amaçlı içerik sağlayıcının yer sağlayıcıya ait tanıtıcı
bilgileri de doğru, eksiksiz ve güncel olarak ana sayfalarında bulundurmakla
yükümlü tutmuştur.
Bu tür bilgileri belirtmeyen içerik, yer ve erişim sağlayıcılarını durumlar
Telekomünikasyon iletişim Başkanlığı’na bildirilebilir. Telekomünikasyon
iletişim Başkanlığı’nın (TiB) görevleri, Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan
iletişimin Tespiti, Dinlenmesi, Sinyal Bilgilerinin Değerlendirilmesi ve
Kayda Alınmasına Dair Usul ve Esaslar ile Telekomünikasyon iletişim
Başkanlığı’nın Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik gereğince,
TiB’in görevleri 5651 Sayılı Kanun’la ve diğer mevzuatla verilen görevlerin
ifasını olanaklı kılacak her türlü teknik alt yapının, kamu kurum ve
kuruluşları ile kamu hizmeti veren kuruluşlar ve işletmeciler tarafından
kurulmasını sağlamak, sağlatmak, gerekli alt yapıyı kurmayan
işletmecilerin cezalandırılması yönünde girişimde bulunmak, 5651 sayılı
internet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar
Yoluyla işlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun kapsamında
Ulaştırma Bakanlığı, kolluk kuvvetleri, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile
içerik, yer ve erişim sağlayıcılar ve ilgili sivil toplum kuruluşları arasında
koordinasyon oluşturarak internet ortamında yapılan ve 5651 Sayılı Kanun
kapsamına giren suçları oluşturan içeriğe sahip faaliyet ve yayınları
önlemeye yönelik çalişmalar yapmak; bu amaçla, gerektiğinde, her türlü
giderleri Kurumca karşılanacak çalıflma kurulları oluşturmak, internet
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2807
ortamında yapılan yayınların içeriklerini izleyerek, 5651 Sayılı Kanun
kapsamına giren suçların işlendiğinin tespiti halinde, internet ortamında
yapılan yayınlara erişimin engellenmesine yönelik olarak 5651 Sayılı
Kanun’la öngörülen tedbirleri almak, internet ortamında yapılan yayınların
içeriklerinin izlenmesinin hangi seviye, zaman ve biçimde yapılacağını
belirlemek şeklinde sıralanmıştır.
ilgili yasa ve yönetmelik gereğince gösterilmesi zorunlu olan bilgilere yer
vermeyen internet siteleri hakkında Başkanlığa bilgi için başvurulabileceği
kanısındayız. Uygulamada içerik, yer ve erişim sağlayıcılarının belirlenmesi
için önceden bir tespit davası açıldığı da görülmektedir.
6. GÖREVLi VE YETKiLi MAHKEMELER
Basılı eserler yoluyla işlenen Basın Yasası’ndan ya da diğer yasalardaki
suçlardan dolayı görevli mahkemeler genel yetkili ağır ceza ve asliye ceza
mahkemeleridir. Bir yerde birden fazla mahkeme varsa iki no’lu mahkemeler
yetkilidir.
Basın suçlarında yetkili mahkemeler de 5271 sayılı CMK’da
düzenlenmıştir. Yasanın 12. maddesine göre, yazılı ve görsel basın yoluyla
işlenen suçlarda, yayım merkezinin bulunduğu yer mahkemesi ile yayının
birden çok yerde basılması durumunda suç o eserin basıldığı yerde de
yayımlanmışsa o yer mahkemesi birlikte yetkilidirler. Soruşturması ve
kovuşturması flikayete bağlı olan hakaret ve sövme suçları türündeki fiiller
için, ilgili yayın başvurucunun oturduğu yerde de dağıtılmış ya da görsel
olarak görülmüfl ve işitilmişse o yer mahkemeleri de yetkilidirler. Mağdur
suçun işlendiği yer dişında tutuklu ya da hükümlü bulunuyorsa o yer
mahkemesi de davaları görmek için yetkilidir.
Basın Yasası’nın 27. maddesine göre, Basılmış eserler yoluyla işlenen
veya bu Kanunda öngörülen diğer suçlardan dolayı açılan davalardan, ağır
ceza işlerinden olanlar ağır ceza mahkemelerinde, diğerleri asliye ceza
mahkemelerinde görülür.
Bir yerde ağır ceza veya asliye ceza mahkemesinin birden fazla dairesi
bulunması halinde bu davalar iki numaralı mahkemede görülür.
Basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanunda öngörülen diğer
suçlara ilişkin davalar acele işlerden sayılır.
Basılı eserler ile internet ortamında yapılan yayınlardan dolayı cevap ve
düzeltme hakkının kullanımı konusunda görevli mahkeme bu hakkı
kullanmak isteyenin ikamet ettiği Sulh Ceza Mahkemeleridir. Bu mahkeme
kararlarına karşı Asliye Ceza Mahkemelerinde itiraz davaları açılabilir.
Radyo ve Televizyon yayınlarından dolayı kullanılmak istenen cevap ve
düzeltme hakkı konusunda ulusal kanallar için görevli ve yetkili mahkeme
Ankara Sulh Ceza Mahkemesi, Bölgesel ve yerel yayın yapan kuruluşlar
2808 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
içinse hakkı kullanmak isteyen kişinin bulunduğu yer Sulh Ceza
Mahkemesi yetkilidir. itiraz mercii de yine bu sulh ceza mahkemesinin bağlı
olduğu Asliye Ceza Mahkemesidir.
RTÜK aleyhine açılacak idari davalarda yetkili yer mahkemesi Ankara
idare Mahkemeleridir.
Tazminat davalarında dava değerine göre davacının ve davalının
ikametgahı yetkili yer mahkemesidir. Yani kişilik hakları davalarında hem
davacının ikametgâhı hem de davalının ikametgâhı yer mahkemeleri
yetkilidirler. Yasa koyucu tarafından bu konuda kişilik hakları zedelenen
kişiye yetki konusunda seçimlik bir hak tanındığını görüyoruz.
II. BASINA KARfiI AÇILACAK KifiiLiK HAKLARI DAVALARI
1. MEDENi KANUN DÜZENLEMESi
a. Kişilik Hakları
Kişilik hakları, kişilerin bile üzerinde tasarruf haklarının sınırlı olduğu
vazgeçilmez hakların başında gelir. Bu nedenle basın yoluyla oluşan kişilik
hakkı ihlallerine karşı, yasa koyucu tarafından cevap ve düzeltme yönteminin
belirlenmesiyle yetinilmemiş ayrıca, oluşan ihlallere dava yoluyla da
engel olunması sağlanmıştır.
Yargıtay’a göre; basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı,
mutlu ve güven içinde yaflayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin,
dünyada ve özellikle içinde yafladığı toplumda meydana gelen ve toplumu
ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Diğer bir anlatımla
basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri
bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna
sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı
hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı
olan eylemden farklılıklar taflır. işte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek
yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın
dıflı bir olaydaki davraniş biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul
edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka
aykırılık oluşturmayabilir. işte basının bu nedenle ayrı bir konumu
bulunmaktadır. Ne var ki basının bu ayrıcalık taflıyan konumu ve
özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan
dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek
Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse
MK’nın 24 ve 25. maddesinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış
bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da yasal ve hukuki bir
zorunluluk ve gerekliliktir.15
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2809
(15) HGK, 316 K, 11.05.2005 T.
b. Saldırılara Karşı Başvuru Yolları
Medeni Kanun’un 23, 24 ve 25. maddeleri bu konudaki yöntemin yasal
çerçevesini çizmış bulunmaktadır. 23. madde kimsenin hak ve fiil ehliyetinden
kısmen de olsa vazgeçemeyeceğini belirtmiştir. Maddenin devamında
da hiç kimsenin özgürlüklerinden vazgeçemeyeceğini, onları hukuka ve
ahlaka aykırı biçimde sınırlayamayacağını kesin olarak hükme bağlamıştır.
Bunun tek istisnası, yasa maddesinin son paragrafında belirtilmiştir. Buna
göre, yazılı rıza üzerine, biyolojik kökenli madde alişverişinde bulunulabileceğ
i hükme bağlanmıştır. Bu tür durumlarda bile, Yasa koyucu, bu tür bir
borç altına giren birinden bu istemini yerine getirmesinin istenemeyeceğini,
bu kişiye karşı maddi ve manevi tazminat davaları açılamayacağını vurgulamı
fltır.
fiikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın
Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde;
herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu
şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibarıyla kişinin hak arama
özgürlüğünün güvence altına alınacağı görülmektedir. işte bundan
dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve
kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı,
haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak da zarar veren hakkında
yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve
yetkisine sahiptir.
Anayasa'nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında,
yine Anayasa'nın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taflıyan 12.
maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez,
vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka,
17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadı
r. Medeni Kanun'un 24 ve 24/a maddelerinde de, kişilik haklarına
karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK'nın 49.
maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlenmıştir.
Görüldüğü üzere Anayasaca ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü
ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
işte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya
gelmış olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı
noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü
güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve
yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı
yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir
eylemle suçlayabilir. Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı
2810 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde,
hukukun kendisi kendi kuralları ile çatişmış olur. Aslında konu biraz
yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirlerine karşı
korunmadığı, çatişma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin
diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
fiu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm
özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği
biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı,
aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek,
Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Yargıtay’a göre Anayasal flikâyet hakkının hukuken korunabilmesi ve
yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, flikâyet edilenin
cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların
olması zorunlu değildir. fiikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların
zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak,
başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin
uygun görüleceği, diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut
olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan flikâyet hakkının
yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde flikâyetin hak arama
özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve flikâyet edilenin kişilik
değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.16
c. Hukuka Uygunluk Nedenleri
Medeni Kanun 24. maddesinde saldırıya karşı yapılması alınacak
önlemler ile izlenecek yöntemin sınırlarını çizmiştir. Buna göre hukuka
aykırı olarak kişilik haklarına saldırılan kimse, hakimden bu saldırıya son
verilmesini talep edebilecektir.
Kişinin rızası;
Daha üstün nitelikte özel ya da kamusal yarar; veya Kanunun verdiği
yetkinin kullanılması, nedenlerinden birinin varlığıyla haklı kılınmayan her
saldırının hukuka aykırılık teşkil edeceği yasa maddesince hükme bağlanmı
fltır.
Yargıtay bir kararında eleştiri hakkını tanımlamıştır. “Eleştiri, herhangi
bir kişiyi, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlıfllarını dile getirerek göstermek
amacıyla yazılan kısa metin veya ifadelerdir. Hedeflenen öğeyi doğru ve
yanlıfl yönleriyle tanıtmayı amaçlayabileceği gibi, bu öğenin doğru
tanıtılmasını sağlamayı ve bir değerlendirmeyi de hedef alabilir. Ancak
burada dikkat edilmesi gereken husus eleştiri yapılırken karşı tarafın kişilik
haklarına saldırı oluşturacak ifadelerden kaçınılması gereklidir. Buna göre
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2811
(16) 3. HD, 5199 K. 26.03.2009 T.
davalı temsilcinin kullandığı "kirli emeller" "kendi yolsuzluklarının üzerine
gidilmesini önlemek isteyenler de Atatürk'ün arkasına sığınmak istiyorlar"
gibi ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturacağı açık olup, bu
açıklamaların davacı üniversiteye yönelik olduğunda da kuşku yoktur. Bu
nedenle uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken davanın
reddedilmış olması bozmayı gerektirmıştir.17”
d. Kişilik Hakları için istemler
Kişilik haklarına hukuka aykırı biçimde saldırıldığını düşünen kimse,
yukarıdaki hukuka uygunluk sebeplerinden hiçbirisi yoksa, Medeni
Kanun’un 25. maddesi gereğince, Hakimden;
1- Saldırı tehlikesinin önlenmesini,
2- Sürmekte olan saldırıya son verilmesini,
3- Sona ermış olsa bile, etkileri devam eden hukuka aykırı saldırının
tespitini, isteyebilir.
Kişi ayrıca, yapılan düzeltmenin ve kararın üçüncü kişilere
bildirilmesini de başvurucu mahkemeden isteyebilmektedir.
Kişilik hakları zedelenen kişi bunlarla birlikte, maddi ve manevi
tazminat davası açabileceği gibi, o yayından dolayı elde edilmış bir kazancı,
vekâletsiz iş görme hükümlerine dayanarak kendisine ödenmesini de talep
etme hakkına sahiptir.
Saldırı tehlikesinin önlenmesini istemek için ortada kuvvetli bir kişilik
hakları saldırı olasılığının bulunması gerekir. Örneğin bir gazetede bir kişi
hakkında bir yazı dizisinin başlayacağı okurlara önceden duyurulabilir. Bu
yazı dizisinde o kişinin gerçek yüzünün ortaya konacağı, gizli ilişkilerinin
iffla edileceği önceden duyurulabilir. Mahkemeden bu yazı dizisinin
başlatılmaması için saldırı tehlikesinin önlenmesi düzenlenmesine
dayanılarak talepte bulunulabilir.
Ya da bir kişinin hayatı görsel olarak bir dizi filme konu yapılabilir. Bu
tür bir durumda da o kişinin haklarının zedelenme olasılığı yüksektir.
Mahkemeden devam eden dizi için sürmekte olan saldırıya son verilmesi
hükmü gereğince durdurma istenebilecektir. Aynı biçimde bir basılmış olan
bir kitaptan dolayı bir kişinin hakları saldırıya uğramışsa yine bu kişi de
bunun tespitini talep edebilecek ve hatta satılan kitabın gelirinden kendine
maddi bir pay da isteyebilecektir. Çünkü kitabın satişında ve reklamında
ilgili kişinin adı da kullanılmıştır.18
2812 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(17) 4. HD, 12885 K. 28.10.2008 T.
(18) Prof. Dr. S. Reisoğlu, SEM Cumartesi Forumları, istanbul Barosu Yayınları
Medeni Kanun’un buradaki düzenlemeleri yalnız basılı eserler için değil
görsel ve dijital yayınlar için de aynen geçerlidir. Burada asıl olan kişilik
haklarıdır. Yayımlanma yöntemi konusunda bir ayırıma gidilmemiştir.
e. Kişilik Haklarının ihlal Biçimleri
Uygulamada normal olarak basın ve yayın yoluyla kişilik haklarına
tecavüz çeşitli şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Doktrinde ve Yargıtay
kararlarında kişilik hakları ihlallerinin üç şekilde ortaya çıktığı konusunda
görüfl birliği mevcuttur. ilki kişilerin kişisel ve mesleki haysiyetini
zedelemektir. Bu ihlal kişisel ve mesleki haysiyetin ve fleref ve haysiyetin
saldırıya uğraması, ihlal edilmesi biçiminde tezahür edebilmektedir.
Örneğin yapılan yayında bir kişiden söz edilirken, hakaretamiz ve kişiyi
küçük düşürücü sözcükler kullanılabilir. Toplumdaki mevcut değer
yargılarına göre o kimsenin küçük düşürülebilir. Burada çok önemli bir
unsur olarak toplumun değer yargıları ön plana çıkmaktadır. Kişilik
haklarına saldırının var olup olmadığının tespitinde toplumun değer
yargıları ön plana çıkmaktadır. Bir toplumda hiç hakaret içermeyen bir
sözcük başka bir toplumda hakaret kastı taflıyabilir. Buna göre Türk hukuk
uygulaması söz konusu olduğu zaman Türk toplumunun değer yargılarına
göre bir suçlamanın küçültücü, aflağılayıcı bir nitelik taflıyıp taşımadığına
bakmak gerekecektir. Bir diğer kişilik haklarının ihlali, açıktan, Ceza
Kanunlarının suç saydığı suçlar atfetmek, suçlamalar yapılmak suretiyle
ortaya çıkabilir. Bir memurun irtikapla suçlanması ya da bir kişi için
müfteri denmesi de bu durumun somut örnekleri olarak sıralanabilir. Bu
gibi suçlamalar ile de mesleki fleref ve haysiyet ihlal edilmektedir. Diğer bir
kişilik hakları saldırısı da toplumun benimsemediği, toplumun uygun
karşılamadığı eğilimler atfetmektir. Ekonomik suçlamalar da bu kapsamdadı
r. Örneğin bir flirketin hele de borsada hisseleri işlem gören halka açık
bir flirketin gerçeğe aykırı biçimde zor durumda olduğunu söylemek ya da
yazmak açık bir ihlal örneğidir. Bu türden ekonomik suçlamalar da kişilerin
mesleki fleref ve haysiyetinin ihlali niteliğindedir. Suçlama içeren bazı
sözcükler ilgili kişi tarafından dolaylı ya da açık biçimde kabullenilmiş ise
ve o kişi tarafından bir benimseme söz konusuysa kişilik haklarının, o kişi
bakımından ihlal edildiği söylenemez. Haberin veriliş biçiminde de gerekli
olan özene uyulmalıdır. Yoksa haberi, doğru da olsa haberin taşımadığı,
gerektirmediği bir aflağılama şeklinde verirse, bu da kişilik haklarına bir
tecavüz teşkil edecektir.19
ihlalin diğer iki hali ise kişinin bedensel ve ruhsal bütünlüğü ile ırk din
ve vatandafllık bağlarına karşı yapılan saldırılardır. ileride yer vereceğimiz
bir Hukuk Genel Kurulu kararında da belirtildiği üzere kişilik hakkı, kişinin
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2813
(19) Reisoğlu, a.g.e.
maddi ve manevi değerleri üzerinde flahsa bağlı bir mutlak haktır. Kişilik
hakkından söz edebilmek için öncelikle kişisel değerin ne olduğu
belirlenmelidir. Kişisel değerler Medeni Kanun’un 24. maddesinde genel
olarak flahsi menfaatler sözcükleriyle anlatılmış ancak bunların neler
olduğu ayrıca sayılmamıştır. Öğretide ve uygulamada kişinin yaşam ve
sağlığı gibi maddi değerleri ile onur, saygınlık, özgürlükler, özel yaşam,
isim, resim gibi manevi değerleri kişisel değerler olarak kabul edilmektedir.
Anılan kararda yasa koyucunun bazı hallerde kişisel değeri açıklıkla
tanımladığını kişinin resminin de buna örnek oluşturabileceğini
belirtmiştir. Bu nedenle resmin ticari amaçla izinsiz kullanımı kişilik
haklarının ihlali olarak değerlendirilmiştir.
Bu karar doğrultusunda kişilik haklarının zedelenmesi için ağır
kusurun varlığı şart koşulmuş ve “ağır kusur” kavramı da aynı şartlar
altında gösterilmesi gereken en basit dikkat ve özenin gösterilmemesi olarak
tanımlanmıştır. Yine bu kararda ağır zarar kavramının oluşması da her
somut olayın özelliğine bakılarak ortaya konması öngörülmüfl ve ağır zarar
kavramı için kullanılan araca bakılmasının gereği ortaya konmuştur.20
“Dava, kişilik haklarına saldırı nedenine dayanmaktadır. Hukukumuzda
kişilik haklarını tanımı yapılmamış ve bu hakkın hangi değerleri
kapsadığı da açıklanmamıştır. Böyle kişilik haklarının diğer bir anlatımla
flahsiyet haklarının nelerden ibaret olduğunun belirlenmesi ve sınırının
çizilmesi uygulamaya yani yargıya bırakılmıştır. Gerek öğretide gerekse
yargısal kararlarda kişisel değerlerin; fiziki, duygusal ve sosyal kişilik
değerleri olarak belirlendiği, kişinin toplum içindeki mesleki kimliği fleref ve
haysiyeti, özgürlüğü vücut ve ruh bütünlüğü ve sağlığı, ırk din ve
vatandafllık gibi bağları kapsadığı kabul edilmektedir.21”
Prof. Dr. ilhan Özay’ın verdiği bir örneği burada anımsatmakta yarar
görüyoruz: Papa, ziyaret için Amerika’ya gittiğinde kendisini havaalanında
karşılayan gazetecilerden bir tanesi “New York’ta bulunan striptiz kulüpleri
hakkında ne düşünüyorsunuz,” diye sorar. Papa o anki flaflkınlıkla “New
York’ta striptiz kulübü mü var,” der. Ertesi günkü bir kısım Amerikan
gazeteleri Papa’nın gelişini sürmanfletten şu şekilde duyururlar: “Papa,
uçaktan iner inmez, “New York’taki striptiz kulüplerini sordu!”
Basının bu kurallar çerçevesinde bazı yayın ilkelerine dikkat etmesi
kaçınılmazdır. Buna göre basın yoluyla kişisel ve mesleki fleref ve haysiyetin
ihlali sayılacak davranişlardan kaçınmak, özel yaşamın gizliliğine saygı
duyulması beklenmektedir. Özel yaşamın gizliliğinde iki ayrı alan olduğu
Reisoğlu’nca tespit edilmektedir. Bunlardan ilki sır alanı dediğimiz alandır,
yani bir kimsenin, hiç kimseyle paylaflmak istemediği ya da çok yakını
2814 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(20) 4. HD. 459 K. 03.10.1990 T.
(21) 4 HD. 15816 K. 11.12.2007 T.
birkaç kişinin dişında kimseyle paylaflmak istemediği alandır. Bu alan,
basın ve yayın alanının tamamen dıflında yer alır. Onun için hiçbir kimse,
ele geçirmiş de olsa, bir kimsenin başka bir kimseyle arasında olan
yazıflmalarını, telefon konuşmalarını “elde ettik, yarın görün, zevkle
okuyun,” diyerek manflet yapamaz ve yayımlayamaz. Bu durum açık biçimde
kişilik haklarına, özel yaşamın gizliliğine aykırıdır. Sır alanına giren
konularda tarafların kendi rızalarıyla kamerayla bir fleyler çekmesi bu
görüntünün başka biri tarafından basına verilmesi, internete dağıtılması
bariz bir kişilik hakkı saldırısıdır.22
f. Yargıtay Kararlarından Örnekler
i. Gizli Kamera Çekimi
Gizli kamera ile alınan görüntülerde de hukuka aykırılık oluşacağı
Yargıtay uygulamasından görülmektedir:
“…Somut olayda; davacı, kendisine muayene olmak üzere gelen kadın
hastasını taciz ettiği iddiası karşısındadır. Hasta bu muayeneden ve
tacizden sonra tanıdığını bildirdiği gazeteciye giderek durumu anlatır.
Davalı kadına gizli kamera verilir. Kadın tekrar doktorun muayenehanesine
gider. Dosya kapsamında olduğu gibi, doktor ile hastanın arasında
olmaması gereken konuşmalar ve hareketler yaflanır. Daha sonra bunlar
televizyonda yayımlanır. Davacının hastasına yaptığı muamele hiçbir
şekilde tasvip edilemez. Doktor hastasını taciz etmıştir. Ancak; davalı da
iddia ettiği ilk tacizden sonra gitmesi gereken mercilere gitmemıştir. Ne
emniyetten, ne de Cumhuriyet Savcılığı'ndan adli yardım talep etmemiştir.
Gazeteciye gitmış, gizli kamera ile çekim yapmış ve televizyon kanalında
yayınlatmıştır. Bu durum davalılar yönünden kişilik haklarına saldırıdır.23”
ii. Yayında Kullanılan Nitelemeler
Yargıtay bazı kararlarında eylemlerle neden olunan davranişın
kullanılan nitelemedeki hukuka aykırılığı ortadan kaldırabileceğini
belirtmektedir:
“fiu durumda davalı, davacı için "rüflvet aldılar" biçimindeki eylemi ile
davacının somut olarak rüflvet aldığını değil, yapması gereken işi
yapmamasının ancak rüflvet karşılığı olabileceğini kastetmıştir. Yıkım
kararlarını uygulamayan davacının kendi eylemleri ile bu sözlerin
söylenmesine neden olduğu anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece yukarıda
açıklanan yönler gözetilerek istemin tümden reddedilmesi gerektiğinin
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2815
((22) S. Reisoğlu, a.g.e.
(23) HGK 110 K. 07.03.2007 T.
gözetilmemiş olması usul ve yasaya aykırı olduğundan kararın bozulması
gerekmıştir.24”
“Bakan olan davacının habere konu olan caminin tiyatro binasına
dönüfltürülmesi konusundaki sakıncaları diğer Bakana anlatarak uyarması
gerekirken, bu konuda görüfl birliğine varması eleştirilecek bir davraniştır.
Devlet yönetiminde meydana gelecek usulsüz ve devlet politikasına uygun
düşmeyen işleri kamuoyuna duyurmak ve bu yolda tartışmaları başlatmak
ve yapmak basının görevleri arasındadır. Davacı tamamen kendi iradesiyle
yarattığı bu ortamın basın yoluyla eleştirilmesine katlanmak zorundadır.
Dava konusu olan yazı gerçek olaylara dayandığından, böyle bir olayın
basın yoluyla kamuoyu önünde tartışılmasında kamu yararı vardır. Konu
ele alınıp açıklanırken kullanılan sözcüklerde ele alınan konunun gereği
olduğu için amaç bakımından olduğu kadar araç bakımından da aflırılıktan
söz edilemez. Diğer bir deyişle, yayında konunun duyarlılığına denk düşen
uygun araçlar kullanılmıştır. Tüm bu nedenlerle basının haber verme ve
aydınlatma özgürlüğü sınırları içinde kalan yazının hukuka uygun olduğu
kabul edilmelidir.25”
iii. Yayında Özle Biçim Arasındaki Denge
Yargıtay haberin veriliş biçimdeki özle biçim arasındaki dengenin
önemine vurgu yapmaktadır:
“Bu ilke ve açıklamalar ıflığında somut olay değerlendirildiğinde;yapılan
yayında yer alan açıklamalar kişilik haklarına ağır ve haksız bir saldırı
oluşturmamakta ve eleştiri sınırları içerisinde kalmaktadır. Bu durumda,
manevi tazminat isteminin dayandırıldığı hukuka aykırılık unsuru
gerçekleşmediğinden, kişilik haklarına saldırının bulunmadığını kabul eden
direnme kararı yerindedir.26”
Kullanılan sözcüklerin hangi amaçla kullanıldıkları da önem arz eder.
Bu bakımdan salt sözlük anlamlarına bakılarak kişilik haklarının ihlal
edildiği sonucuna varılamaz. Yargıtay da bu bağlamda sadist ve mazoflist
sözcüklerini konuşmanın bütünü için de kullanılıfl amaçlarını gözeterek
ihlal saymamıştır.
iv. Medyanın Çarpıcı Sözcük Kullanım Hakkı
Bir yayının çarpıcı sözcükler kullanılarak eleştirilmesi ve yapılan yayında
kamu yararının bulunması hukuka uygunluk için yeterli kavramlardandı
r:
2816 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(24) 4. HD. 9613 K. 21.09.2005 T.
(25) 4. HD. 15152 K. 23.12.1993 T.
(26) HGK 571 K. 24.09.2008 T.
“Davalı yazar köşe yazılarında kitabı kamuoyuna duyururken,
kamuoyunu aydınlatırken, içeriğini eleştirmış, eleştirilerini çarpıcı sözlerle
ifade etmıştir. Davacı kitabın yazarı olduğuna göre, kitapta anlatılanların
basın tarafından yorumlanması, bu bağlamda karşı görüfllerin belirtilmesi,
eleştiri sınırlarının aşılmadığını göstermektedir. Yayın yukarda açıklandığı
gibi gerçektir, günceldir. Yayında özle biçim arasında denge kurulmuş ve
korunmuştur. Yayının yapılmasında ve toplumun bilgilendirilmesinde
kamu yararı vardır. Burada hukuka aykırılıktan söz etmek mümkün
değildir. Tüm bu hususlar gözetildiğinde, dava konusu yayınların,
davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı sonucuna varılmıştır.27”
v. Yargı Kararlarına Eleştirinin Sınırı
Bir gazetenin yazılmış bir mahkeme kararına karşı yayımladığı tasfiye
edilecekler şeklindeki beyanlar kişilik haklarının ihlali olarak
değerlendirilmiştir:
“YCGK kararına karşı oy yazan üyelerin ilmi, hukuki niteliği olan
gerekçeler yerine, yargıç bakişına uymayan biçimde ideolojik saplantılarını
ortaya koydukları, bu durumun kaygı verici olmasına karşın bunların kısa
sürede tasfiye olacakları açıklanmıştır. fiu halde yayında, davacıların da
içinde yer aldıkları anılan Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına karşı oy
yazan üyelerin ilmi ve hukuki niteliği olan gerekçeler yerine ideolojik
saplantılarını ortaya koydukları, tarafsız, hukuku evrensel değerlere göre
özgürlükçü biçimde yorumlama yeteneğine sahip olamadıkları, kısa süre
içinde tasfiye edilecekleri ileri sürülerek hakaret edilmış, toplumun belli bir
kesimine karşı hedef olarak gösterilmek suretiyle kişilik haklarına saldırıda
bulunulmuştur.28”
“Basın araçları gerçek bilgileri vermekle yükümlüdürler. Ancak az
yukarıda belirttiğimiz üzere basının gerçeği verme yükümlülüğü mutlak
gerçeklik değil o anda olan görünür gerçekliği sunmaktan ibarettir.29”
vi. Davalardaki Husumet Ehliyeti
Açılacak davalardaki husumet ehliyetinin bulunması koşuldur. Aynı
zamanda dava şartlarından olan husumet ehliyeti aktif husumet ehliyeti ve
pasif husumet ehliyeti olmak üzere ikiye ayrılır. Aktif husumet ehliyeti dava
açmaya ehil olmaktır. Pasif husumet ehliyeti ise davanın yönlendirileceği
kişinin somut olayda davalı olma özelliklerine haiz olmasını kapsar.
Davacının hak iddia ettiği ve aleyhine dava açtığı kişinin davalı olarak
nitelendirilebilmesi davada o davalı yönünden pasif husumet ehliyetinin
bulunması gerekmektedir.
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2817
(27) HGK 262 K. 19.03.2008 T.
(28) HGK 154 K. 20.02.2008 T.
(29) HGK 254 K. 09.05.2007 T.
“Öte yandan; üstü kapalı da olsa, yayının davacıyı amaçladığının
anlaşılması durumunda davacının A. Husumet ehliyetine (matufiyet) sahip
olduğunun kabulü gerekir.30”
vii. Kullanılan Sözcüklerin Seçimi
Eleştiride kullanılan sözcüklerin amacını aflarak hakaret kastına
erişmesi durumunda kişilik haklarının ihlalinden rahatlıkla söz
edilebilecektir.
“Her ne kadar basının eleştiri ve yorum hakkı varsa da bu eleştiri ve
yorumun amacına uygun ölçüde yapılması, ifadelerin eleştirilecek kişinin
kişilik değerlerini zedelemeyecek şekilde özenli seçilmesi gerekir. Bu
nedenle davaya konu yayında davacının kişilik haklarına saldırıda
bulunulduğunun kabulü gerekir.31”
Hal böyleyken yayın organının kimliği ve olaylara genel bakış açısı da
ihlalin olup olmadığı konusunda önem arz edebilmektedir. Bu anlamda
karikatürlerin ihlal değerlendirmesi yapılırken basın özgürlüğünün biraz
daha geniş yorumlanması eğilimi öne çıkar.
viii. Karikatürlerde Yayın ilkesi
“Davaya konu haftalık "Penguen" Dergisi’nin "Uyuyan Bakan" başlığı
altında yer alan yazı içeriği bir bütün olarak incelendiğinde; "oyalama
Bakanı", "dalga geçilme Bakanı", "A.B'nin üzerine fazla gitmemek lazım. O
işini layıkı ile yapıyor ve uyuyor", "Bu medya da nedense yolsuzlukları hep
o hükümet düştüğünde ortaya çıkarıyor ve bu yolsuzlukların bir ucu da
mutlaka onlara çıkıyor", "kısacası kızmayın bu ağabeye bırakın uyusun,
horlasın, sayıklasın siz uyanık olun ve arka planda neler oluyor ona bakın."
şeklinde açıklamalara yer verilmıştir. Her fleyden önce davaya konu olan
dergi, niteliği itibari ile mizah dergisidir ve olayların mizahi yönünü ele
almaktadır. Diğer yandan, görsel basında da davacının "uyku durumu" ile
ilgili birçok görüntüye yer verildiği ve bu hususun kamuoyunun bilgisi
dahilinde olduğu bir gerçektir. Basında yayınlanan haber ve eleştiri objektif
oldukça, doğru vakalara dayandıkça, doğru bir amaca yönelik bulundukça,
incitici olsa bile sorumluluk söz konusu olmaz. Bakan olan davacının siyasi
kimlik ve konumu gözetildiğinde ağır dahi olsa yapılan eleştirilerin hoşgörü
ile karşılanması gerekir. fiu halde davaya konu yazı içeriği mizahi eleştiri
niteliğinde olup davacının kişilik haklarının ihlal edildiğinden söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle davanın reddi gerekirken yazılı şekilde dosya
kapsamına uygun düşmeyen gerekçelerle kısmen kabul kararı verilmesi
doğru görülmemiştir.32”
2818 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(30) HGK 115 K. 14/02/2001 T.
(31) 4. HD. 3149 K. 11.03.2008 T.
(32) 4. HD. 13987 K. 12.11.2007 T.
ix. Kamuya Mal Olmuş Kişi Kavramı
“Davaya konu olayda; milli futbolcu olan davacının, kamuya mal olmuş
kişilerden olduğu gözetilerek yayın tarihinden önce milli maç sırasında
yaflananlar gündeme getirilmiş ve davacının davranişları eleştirilmıştir.
Davacının daha sert eleştirilere katlanması konumunun gereğidir.33”
“Jandarma yazılarında belirtilen Eğitim-Sen üyesi olup bu sendikanın
eylemlerine katılmaktan dolayı davacı 18.4.1996 ve 20.12.1994 tarihlerinde
aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmış olup, daha sonra herhangi bir
bölücü ve yasa dişı eylemi ile ilgili bilgi ve belge mevcut değildir. Yafladığı
çevrede halk ile ilişkileri kişisel tercihi olup bunun yasa dişı eylem veya
bölücü faaliyet olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Kaldı ki,
Jandarma yazılarındaki ve aylıktan kesme cezası ile cezalandırıldığı
sendikal eylemleri 1994-1996 yıllarında gerçekleflmış olup aradan geçen
zaman içinde başka bir eylemi de bulunmadığından 07.06.2001 tarihli
flikayet dilekçesinde bahsi geçen konuların yasal flikayet hakkının
kullanılması kapsamında olduğu düşünülemez.
Yukarıda açıklanan nedenlerle haksız flikayet nedeniyle manevi
tazminat isteminin koşulları oluştuğu gözetilerek uygun bir miktar manevi
tazminata hükmedilmesi gerekirken davanın reddedilmış olması usul ve
yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmıştir.34”
Aynı haksız eylem niteliğindeki yayından dolayı açılmış bir ceza davası
var ise, manevi tazminat konusunda karar vermek için hukuk
mahkemesinin ceza mahkemesinin kararının sonucunu beklemesi
gerekecektir.
x. Gerçeği Araştırma Görevi
Basın organları haberi sunarken o an görünürdeki gerçeği vermekle
yükümlü olsalar da gerçeği araştırmak için tüm olanakları kullanmalı ve
orta düzeydeki bir kişinin algılayabileceği ölçütlerle haberi oluşturmalıdır.
“Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır.
O an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen her fleyi
araştırmak, incelemek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi
ile gerek yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda'
belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi
ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da
sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın
sorumlu tutulmamalıdır.
…Bu açıklamalar itibariyle, dava konusu haberde yayın konusunun
örtüfltüğü görülmektedir. Böylece, yayında da bu kişilerin ifadeleri
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2819
(33) 4 HD. 8524 K. 25.6.2009 T.
(34) HGK. 227 K. 19/04/2006 T.
aktarıldığından ve yayın da görünürdeki gerçekliğe uygun bulunduğundan
davanın tümden reddi yerine kısmen kabul edilmiş olması bozmayı
gerektirmiştir.35”
xi. Yalnızca Kamusal Yarar
Haber verilirken amaç olarak sadece kamusal yarar güdülmeli kişisel
çıkar ve husumetler nedeniyle asla yayın yapılmamalıdır.
“Diğer bir anlatımla yayın, salt toplumun yararı gözetilerek
yapılmalıdır. Toplumun çıkarı dişında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanliş
olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve
kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu
işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu
yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini ve
haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır.36”
Bir kişi hakkında sonradan beraat kararı verilmış olması yargılanmaya
konu olan olayın o anda habere konu yapılmasını hukuka aykırı hale
getirmez.
Beraatla sonuçlanmış bir davaya da konu olan olayların aktarımında
kişinin adının geçmesi Yargıtay tarafından hukuka aykırı bulunmuştur.
xii. Yayında ismin Geçmesi
“…Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi
tazminat istemine ilişkindir. Mahkemenin davanın kabulüne ilişkin kararı
yukarıda karar başlığında açıklanan gerekçeyle Özel Dairece bozulmuştur.
Yerel mahkeme önceki kararında direnmiş, hükmü davalı D Yayıncılık A.fi.
vekili temyize getirmıştir. … anılan kitabın davaya konu bölümlerinde yer
alan ifadelerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğuna ilişkin
direnme kararı yerindedir. Ne var ki, Özel Daire'ce bozma nedenine nazaran
davalı vekilinin tazminat miktarına yönelik temyiz itirazları
incelenmemıştir. Dosyanın bu konuda inceleme yapılmak üzere Özel
Daireye gönderilmesi gerekir.37”
Yazıda yalnızca örnek olarak ismin anılması hukuka aykırılığı ortadan
kaldırmayacaktır.
“Davaya konu yazı incelendiğinde; R'nin durumu Türk Üniversite
tarihine kara bir leke olarak geçmıştir. R. profesörlük için bütünüyle
bombofl bir dosya ile başvurmuştur. Dosyasında doçentliğinden sonra
yapmış olduğu tek bir satırlık çalıflma olmadığı gibi, katıldığı hiçbir bilimsel
2820 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(35) HGK. 548 K. 28.09.2005 T.
(36) HGK. 316 K. 11.05.2005 T.
(37) HGK 270 K. 12/05/2004 T.
etkinlik de yoktur... Daha sonra 3 ay içinde R.'ye danıflıklı 3 profesörle
olumlu rapor alınmıştır. R.'nin üç ay içinde SIFIR çalıflmadan profesörlük
çalişmasına ulaflmış görünmesi... R. "seçim profesörü" olarak sözlü tarihe
gitmiştir... akademik yaşam içinde R. örneğine benzer bir örneğe daha önce
ne tanık oldum, ne de böyle bir fley duydum... R'nin sıfır eserle profesörlüğe
başvurması, bilebildiğim ve duyabildiğim kadarıyla Türk Üniversitelerinde
tek örnektir... R. büyük bir aymazlıkla, bu ayıba karşı çıkanları suçlamıştı
r..." şeklinde nitelemelere yer verildiği görülmektedir. Yazıdaki bu nitelemeler
davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmaktadır. Davacının örnek
olarak yazıda yer alması kişilik haklarına saldırıyı ortadan kaldırmaz.
Takdir edilecek miktarda manevi tazminat hükmedilmek gerekirken yazılı
gerekçe ile davanın reddedilmış olması bozmayı gerektirmıştir.38”
xiii. izinsiz Resim Yayını
Bir kişinin izinsiz resminin çekilip daha sonra reklam afişinde
kullanılması da kişilik hakları ihlali olarak değerlendirilmış olup MK
gereğince elde edilen kazançtan pay verilmesi hüküm altına alınmıştır.
“Davalı davacıların izinsiz resmini çekip bunları afiş haline getirdikten
sonra reklam amacıyla kullandıktan sonra ödeme yapmadığına göre
MK.'nın yukarıda belirtilen 25. maddesi hükmünde açıklandığı üzere
davacılar bundan dolayı davalıdan elde ettiği geliri vekaletsiz iş görme
hükümlerine göre isteyebilir.
Anılan yön gözetilmeden yazılı gerekçeyle maddi tazminat istemlerinin
reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmıştir.
39”
xiv. Geçmış Olayların Verilişi
Geçmişte yayımlanmış ve güncel olmayan bir belgeye dayanılarak haber
yapılması Yargıtay bir kararında kişilik haklarının ihlali olarak
değerlendirmıştir.
“Davalı, gerek davaya cevap dilekçesinde ve gerekse diğer
dilekçelerinde; habere dayanak olan belgeleri yayından çok önce elde
ettiğini, 31.01.2000 tarihli fezlekeye, savcılık iddianamesine, 12.06.2000
tarihli bilirkişi raporuna ve 04.07.2000 tarihli Emniyet Genel Müdürlüğü
müzekkere cevabına dayanılarak ve bu belgelerdeki bilgelerden hareketle
haberin oluşturulduğunu savunmuştur. Bu savunmadan açıkça anlaşılacağı
üzere davalı, davacı hakkında kamu davası açıldığı, kamu davasından
bilirkişi raporu bulunduğu ve emniyet cevabında açık bulunmadığının
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2821
38) 4 HD. 11706 K. 14.10.2003 T
(39) 4. HD. 1371 K. 07.02.2002 T.
belirtildiği hususlarından haberdardır. Haberdar olunan bu konulardan
yayında hiç bahsedilmediği gibi, basit bir araştırma yapılarak kamu
davasının beraatla sonuçlandığı da öğrenilmemiştir. Yaklaflık 8,5 ay önceki
müfettiş raporundan bahsedilerek yayın yapılması, haberdar olunduğu
belirtilen yukarıdaki hususların kamuoyuna bildirilmemesi ve kamu
davasının sonucunun araştırılmamış bulunması, açıkça davacının kişilik
hakkına saldırı oluşturmaktadır.40”
“Haber verme hakkı bu sınırlar içinde kaldığı sürece, davacının kişilik
hakları zarar görse bile, hukuka uygundur. … Haberin gerçek olduğu
mahkemece de kabul edilmiş, ifadelerde aflma olduğu belirtilmıştir. Oysa
yazının değerlendirilmesinde tek tek kelime ve cümlelerin anlamı değil,
bütününden kastedilenin esas alınması gerekir.41”
Haberin başlığı ile içeriği haberin ilgi uyandırması ve okunmasını amaç
edindiği ve dengeli olduğu sürece hukuka uygunluk söz konusu olacaktır.
“Yerel mahkeme, davanın kısmen kabul kararının gerekçesini, haber
başlığı ile yazı içeriği arasında ve başlıkla konu arasında düşünsel bağ
olmadığı biçiminde açıklamıştır.” Oysa, başlıklardan ilki haber içeriğinde
aynen yer almaktadır. ikinci "Tükürülecek ihale" başlığındaki "tükürülecek"
sözcüğü de bir fleyi, olayı, kişiyi kötülemek için kullanılır. Bunu da "medarı
kelam" haline ve konuşma gündemine davacı Ankara flehir merkezindeki
bir heykel (yontu) nedeniyle getirmiştir. Başlıktaki "tükürülecek" nitelemesi
kişi için değil, beğenilmeyen ihale ile ilgilidir. Yargılamada, ihaleyi kazanan
flirketin işas edip etmediği araştırılmış, taraflarca araştırılması da istenmış
olmakla beraber, dava dilekçesine göre yabancı flirkete işlerin iyi gitmediği,
yönteminin Almanya'da mahkemece " kayyuma" devredildiği de bir
gerçektir.
Basının işlevi, hak ve görevleri gözetildiğinde, haber/yazının bu sınırları
ve alanı aflmadığı, verilişinde kamu yararının bulunduğu, haber için aranan
gerçekliği taflıdığı ve güncel olduğu hususlarında bir kuşku yoktur. Zaten,
yerel mahkeme de haber/yazının bu öğeleri taflıdığını benimsemıştir.
Gazetecilikteki maharetin bir bölümü de kişilik haklarına saldırılmadan
haberi okuyunca okutabilme ve bu yüzden başlığı cazipleştirebilmelidir.
Buradan hareketle, haber/yazının içeriği ve başlığında, özle biçim
dengesinin korunduğu, haber mahiyetine yazı ve başlığın uyduğu açıkken,
davanın tümüyle reddi yerine kısmen kabulü bozma nedenidir.42”
2822 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(40) 4 HD. 12714 K. 24.12.2001 T.
(41) 4 HD. 6929 K. 28.06.2001 T.
(42) 4 HD. 4080 K. 28/06/1998 T.
xv. Tüzel Kişilerin Durumu
Tüzel kişiliğe sahip kurum ve kuruluşlar da manevi tazminat isteminde
bulunabilirler. Ancak bunun her somut olaya göre belirlenecek aktif
husumet ehliyetinin bulunması gerekecektir.
“Gazete sahibi, gazetenin sorumlu müdürü ve köşe yazısını yazıp
köşesini düzenleyerek okuyucu mektubunu gazetedeki köşesine koymayı
uygun gören köşe yazarı gazetede yayınlanan okuyucu mektubu kişilik
haklarına saldırı niteliğinde ise okuyucu mektubuyla yapılan kişiliğe vaki
saldırıdan sorumludur. Tüzel kişiler BK’nın 49. maddesi gereği manevi
tazminat isteyebilirler. Ancak; bu davada dava konusu yayının davacıya
matuf bulunup bulunmadığı, başka bir deyimle hukuka aykırı yayının
davacıyı zarara uğratıp uğratmadığı yönü üzerinde durulmalıdır. Yazı,
memur olarak görev yapan mühendislere yöneliktir. fiu halde, yazının
hedefi davacı inflaat Mühendisleri Odası değil, olsa olsa bu odaya kayıtlı
olabilecek bir kısım üyelerdir. Davanın, dava konusu yayının davacıya
matuf olmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi gerekirken davalılara
sorumluluk düşmeyeceği gerekçesiyle husumetten reddine karar verilmesi
usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. Ne var ki bu yanlıfllığın
giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden sonucu bakımından
doğru olan karar HUMK’un 438/9. maddesi gereğince gerekçesi
değiştirilerek onanmalıdır.43”
xvi. Kişilik Hakkı ve Kişisel Değerler Nelerdir?
“Kişilik Hakkına Hukuka Aykırı Bir Saldırı;
a) Kişilik hakkı, kişinin maddi ve manevi değerleri (varlıkları) üzerinde
flahsa bağlı bir mutlak haktır. Kişilik hakkından söz edebilmek için
öncelikle kişisel değerin ne olduğu belirlenmelidir.
b) Kişisel değerler, Medeni Kanun`un 24. maddesinde genel olarak
"flahsi menfaatler" sözcükleriyle anlatılmış ancak bunların neler olduğu
teker teker sayılmamıştır. Hukuk öğretisinde ve uygulamada kişinin yaşam
ve sağlığı gibi maddi değerleri ile onur, saygınlık, özgürlükler, özel yaşam,
isim, resim gibi manevi değerleri kişisel değerler olarak kabul edilmektedir.
Yasa koyucu, bazı özel durumlarda, kişisel değerin ne olduğunu açıkça
belirlemektedir. Örneğin FSEK`in 86. maddesinde "eser niteliğinde
olmasalar bile kişinin resmini kişisel değer" olarak kabul etmiştir.
c) Hukuka aykırı saldırı, kişilerin flahıs ve malvarlıklarını doğrudan
doğruya koruyan emredici "hukuk kuralları"nın ihlali halinde söz konusu
olur. FSEK`in 86. maddesinde açıkça "eser mahiyetinde olmasalar bile
resim ve portreler tasvir edilenin, ölmüflse 19. maddenin 1. fıkrasında
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2823
(43) 4. HD. 14351 K. 09/12/1993 T.
sayılanların izni olmadan tasvir edilenin ölümünden on yıl geçmedikçe,
teflhir ve diğer suretlerde umuma arz edilemez" kuralını getirmıştir
Memleketin siyasi ve sosyal hayatında rol oynayan kimselerin resimleri;
tasvir edilen kimselerin iştirak ettikleri geçit resmi veya resmi tören yahut
genel toplantıları gösteren resimler; günlük olaylarla ilgili resimlerle radyo
ve filim haberleri için izin alınmasına gerek yoktur. O halde kişinin
resminin her ne şekilde olursa olsun izinsiz olarak yayınlanması, hukuka
uygunluk sebepleri bulunmadıkça, hukuka aykırıdır. Çünkü, resmin izinsiz
yayınlanması emredici nitelikte bir kuralla yasaklanmıştır.
Bir kişinin bir rastlantı sonucu, ayrıntı olarak içinde bulunduğu bir
fotoğrafın bir sergide veya sanatla ilgili yayınlarda umuma arz edilmesi
halinde izin alınmadığının öne sürülmesi "hakkın kötüye kullanılması"
olarak nitelendirilebilir (MK m.2/2). Ancak, kişinin diş görünüflünün ayrıntı
olarak da olsa içinde bulunduğu fotoğrafın "ticari amaçlarla, reklam yoluyla
kamuya sunulmasında izin alınmaması hukuka aykırılığı oluşturulmadır;
iznin alınmadığını ileri sürme hakkın kötüye kullanılması olarak
nitelendirilemez. Çünkü bu nitelikteki bir olayda "kişinin korunmaya değer
bir çıkarı olmadığını" söylemek olanağı yoktur. Olayımızda davacıların da
içinde bulunduğu resim poflet içinde satılan dergiler dahil çeşitli basın
organlarında, duvar panolarında ticari amaçları gerçekleştirmek için
reklam aracı olarak kullanılmıştır. Bu nedenle resmin izinsiz olarak ve ticari
amaçlarla yayınlanması kişilik hakkına hukuka aykırı olarak bir saldırı
niteliğindedir. Davacıların somut olayın içinde gerçekleflen olgulara göre
hukuken korunmaya değer çıkarları vardır. Kaldı ki, davacıların
görüntülerinin bu fotoğraf içinde bulunması ayrıntı niteliğinde de değildir.
O halde davacılara ait resmin ticari amaçlarla kamuya sunulması
FSEK`in 86/1. maddesine göre hukuka aykırı olduğu gibi, olayımızda
Borçlar Kanunu`nun 49. maddesinde belirlenen tüm unsurlar da
gerçekleflmıştir. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.44”
xvii. Basın Özgürlüğünün Sınırlılığı
“Hiç kuşku yoktur ki, insan topluluklarının doğal bir özelliği; gelişmeye,
ilerlemeye ve gerçeği aramaya zorunlu olmalarıdır. Bu gelişim, düşünce
ürünün herkes önüne serilebilmesi, yayılabilmesi olanağının bir hak olarak
kendilerine tanınabilmesine ve dolayısıyla bu olanağın kullanılabilmesine
bağlıdır. O halde insan ister kişisel, ister toplumsal planda alınsın, diğer
hak ve özgürlüklerini yanında serbestçe düşünmek ve düşüncesini
serbestçe ifade etmek olanağına sahip olmalıdır. Çünkü kişiyi ve toplumu
aydınlığa kavuşturacak, daha mutlu bir yaflantı düzeyine ulaştıracak olan
2824 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(44) HGK. 459 K. 03/10/1990 T.
gerçek ancak farklı inançların serbestçe tartışılması; her fleyin gün ıflığına
kavuşturulması sayesinde ortaya çıkar. Bunun için de kitlelerin kitle
haberleşme aracılığı ile etkilenmesinden fikir alıfl verişine ilişkin yayının,
her fleyden önce ideal bir amaç, diğer bir deyimle kamu yararı gütmesi
gerekir. Yani, düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi özgürlüğü, kişisel hak
ve özgürlüğü ihlal etmemeli ve özellikle kişiye ya da kişi guruplarına toplum
içinde layık olduğu yeri veren, kişilerin yasalarca tanınmış olan
özgürlüklerine, inançlarına, üzerinde son derece hassas oldukları
değerlerine saygılı bir düzenin kurulmasına yardımda bulunan bir amaç
gütmelidir. Fikir. tartışmaları, hatta çatişmaları uygar bir tutum içinde
yapılmalı, çoğu kez birbirine zıt düşen görüfller, alabildiğine özgür bir
şekilde ve rahatça yansıtılabilmesi ve kamu oyunun (yasaların öngördüğü
doğrultuda) bilinçlenmesine yardımcı olunmalıdır. Ancak, ne fikir
özgürlüğü ve ne de fikri tenkit hakkı sınırsız değildir. O halde, her iki
davranıflta yasa ve ahlak kuralları içinde ve özellikle kamuoyunun olumlu
yönde oluşmasına toplumun daha ileriye götürülmesine yardım amacı ve
özellikle bilimsel bir yaklaşimla yapılmalı, karşı fikirler böyle bir anlayiş
içinde dişa vurulmalıdır. Eğer bir düşünce yukarıda anılan esaslara aykırı
olarak ileri sürülürse bu düşünceler elbette ki yine aynı sınırlar içinde
eleştirilip, kınanabilecektir. Hatta çok kez bu kınama ve eleştiri çok sert de
olabilir. Bu bakımdan bir fikre karşı yöneltilen eleştirinin normal sınırlar
içinde kalıp kalmadığı, ancak ileri sürülen fikir ve eleştirinin, kınama
yazısının birlikte incelenip değerlendirilmesinden anlaşılabilecektir. Çünkü
sağlam bir sonuca varmak ancak böylece mümkün olacaktır. Davacı
kamuya mal olan, bir kamu hizmeti gören bu itibarla düşünceleri kamuyu
etkileyecek nitelikte bulunan bir bilim adamıdır. O halde, bu nitelikte ve
incelikteki bir kişi kamuyu aydınlatma görevini yaparken, çok ölçülü olmalı
ve görüflmelerini bilimsel yaklaşimla ileri sürmelidir. Aksi davranişı sert
eleştirme ve hatta kınama hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığını, bu
hakkın sınırının aşılıp aşılmadığını saptayıp, sonucuna göre bir karar
vermesi gerekir.45”
“Kuşkusuz onur ve saygınlık, nisbi kavramlar olduğundan, çevre ve
zaman içinde değerlendirilip değişik yargılara varılabilir. Ancak unutulmamalı
dır ki kişinin saygınlığı, ona verilen değerin bir ifadesidir. Diğer taraftan
davaya konu olan olayın, siyasi-politik çevrede oluşmuş olması kişilik
hakkının, kişinin onur ve saygınlığı üzerindeki etkisini ve korumasını
ortadan kaldıracağı da düşünülemez. Olayımızda davalı, kendisiyle aynı
siyasi görüflü paylaflmayan davacıya idiaya göre "kaçakçılık" ve "siyasi
gücünü kötüye kullanarak çıkar sağlamakla" suçlamıştır. Bu suçlamalar,
özellikle politik ortamda, hiçbir duraksamaya meydan vermeden kişinin
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2825
(45) 4. HD. 7295 K. 23/06/1977 T.
saygınlığına ve dolayısıyla kişilik hakkına ağır bir saldırı olarak kabul
edilmelidir. Yeter ki, suçlamaların doğru olduğu kanıtlanmamış olsun.
Mahkmenin kabul ettiği gibi "kişilik hakkına yapılan saldırının politika
ortamında yapılmış olması", ne saygınlığın niteliğini değiştirir ve ne de
BK.nun 49. maddesindeki hukuka aykırılığı ortadan kaldırır. Mahkeme,
senelerdir politik hayatı, siyasi çekişmelerin kötü örneklerini göre göre bu
yargıya varmış olabilir; ancak bu haklı bir nedene dayanan yargı olamaz.
Aksi halde yasaların uyulması zorunlu hükümleri kötü örnekle ortadan
kaldırılmış olur. Türk toplumu ve onun bir parçası olan yargı, çağdafl
uygarlık düzeyine ulaflma ülküsünü gerçekleştirirken, geride bıraktığımız
siyasi hayatın akla, ilme ve yurtseverliğine uygun olmayan kötü örneklerini
benimseyemez. O halde mahkemenin davayı reddederken dayandığı
gerekçe, yasaların emredici kurallarına ve olayın oluştuğu politik hayatın
gerçek niteliklerine uygun düşmediğinden usul ve yasaya aykırıdır; hüküm,
bu nedenle bozulmalıdır. Mahkemece yapılacak iş; davalı tarafından ileri
sürülen suçlamaları tarafların gösterdikleri kanıtlarla birlikte ayrı ayrı
inceleyip bunların gerçek olaylara dayanan yanlarının bulunup
bulunmadığını belirleyip sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir.46”
2. KifiiLiK HAKLARININ BORÇLAR KANUNU’NA GÖRE KORUNMASI
a. Kişilik Hakları Zararı
Basın yoluyla kişilik hakkına yapılan saldırı, Borçlar Kanunu’nca
Haksız Fiil hükümleri arasında sayılmıştır. Haksız fiil gereğince bir
giderimin talep edilebilmesi için ortada bir zararın bulunması temel
koşuldur. Bu zararın ispatı da kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia edene
düşmektedir. Zararın kanıtlanmasından sonra, somut olayın koşullarına
göre, tazminat miktarını hakim tayin eder. Birlikte kusur durumunda,
hakim tazminatta indirime gidebileceği gibi, tazminatı tümden de ortadan
kaldırabilir. Zarar, kasten, ağır ihmal veya tedbirsizlikle yapılmamışsa, ve
de tazminin de borçluyu çok zor duruma sokacaksa, hakim hakkaniyet
ilkeleri doğrultusunda indirime gidebilir.
Yukarıda belirtilen ilkeler Borçlar Kanunu’nun Haksız Fiil hükümlerini
düzenleyen, 41-46 maddelerinden derlenmıştir. Basın yoluyla kişilik
haklarına saldırılarda açılacak manevi tazminat davaları Borçlar
Kanunu’nun 49. maddesinde düzenlenmıştir. fiahsi menfaatlerin haleldar
olması başlıklı madde metninde,
fiahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi,
uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para
ödenmesini dava edebilir.
2826 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(46) 4. HD. 5665 K. 30.05.1983 T.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını,
işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate
alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame
veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve
bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.
Kişilik hakları zedelenen kişi, saldırının o anda durdurulması ve
etkilerinin tespiti için Medeni Kanun metinlerinden, oluşan zararın giderimi
için de Borçlar Kanunu’nun bu maddesinden yararlanmak durumundadır.
Hukuk yargıcı, aynı anda ceza davası açılmış ise, ceza mahkemesinin
mahkumiyet kararı ile bağlı, beraat kararıyla bağlı değildir. Borçlar Kanunu
53. maddede düzenlenen hüküm gereğince, kişinin temyiz kudretinin
yerinde olup olmadığı ve de zararın boyutunun tespitiyle de ceza hâkiminin
kararı hukuk hakimini etkilemeyeceği aynı maddede hükme bağlanmış
bulunmaktadır.
b. Yargıtay Kararlarından Örnekler
i. Basının Haber Verme Görevi.
“Yine dosyaya sunulan ve tercümesi yapılan internet yayınlarındaki
yazarın isminin davacının ismi ile aynı olduğu görülmektedir. fiu haliyle
09.07.2003 tarihli tutanak ve davacının ismi ile aynı ismi taflıyan kişi
tarafından Türkiye'ye yönelik bölücülük unsurları taflıyan internette
yayınlanan yazılar gözetildiğinde dava konusu yayınlar yayın tarihi
itibariyle görünürdeki gerçeğe uygun olduğu gibi, misyonerlik faaliyetlerinin
yoğunlaflması nedeniyle günceldir. O halde kişilik haklarına saldırıdan söz
edilemez. fiu durumda davanın reddi gerekir. Anılan yön gözetilmeden
verilen karar usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmıştir.47”
Yargıtay uygulamasında basın özgürlüğünün korunması yayının ancak
önceden belirlenmış ölçütlere uygunluk sağlanmasıyla ancak olasıdır.
Yapılan yayının gerçekliğini kanıtlayan iz ve emarelerin varlığı
durumunda yayının hukuka uygunluğu her somut olayın özelliğine göre
kabul edilebilecektir.
ii. Basının Kamusal Görevi
“En önemlisi, basın kamu görevini yaparken göz önünde tutulan amaç
ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa,
objektişikten ayrılıp, haber sınırını aflarak, genişletici ve yanlıfl yorumlarda
bulunarak, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanır, dürüstlük kuralına
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2827
(47) HGK 209 K. 11/04/2007 T.
aykırı davranır ve kişisel nedenlerle salt sansasyon yaratmak için yayın
yaparsa bu hukuka aykırı olur ve sonuçta da haberde özle biçim arasındaki
dengenin bozulması halinde bu hal tazminatı gerektirir.
'Yorum' başlıklı haber/yazıda gerekli, yararlı ve ilgili olmayan
nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik
edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir
üslubun kullanıldığı; böylece, eleştiri sınırları aşılarak öz ile biçim
arasındaki dengenin bozulduğu belirgin olup, hukuka aykırılık unsuru
gerçekleflmıştir. Yayında kullanılan bu sözler amacı ne olursa olsun başlı
başına kişilik haklarına ağır ve haksız bir saldırı oluşturduğundan manevi
tazminata hükmedilmesi gerekir.
Bu nedenle, Özel Dairenin "...yayında davacı hakkında yapılan
nitelemelerin ve eleştirilerin davacının eyleminden ve kusurundan
kaynaklandığı ve böylece cevap sınırı içinde kaldığının kabulü ile davanın
tümden reddi gerektiğine..." değinen gerekçesi yerinde görülmemış; özle
biçim arasındaki denge bozulduğundan davacı lehine manevi tazminat
koşullarının gerçekleştiğini kabulle verilen direnme kararı usul ve yasaya
uygun bulunmuş; davacının kanıtsız olarak ortaya attığı Mevlana'yla ilgili
iddiaları nedeniyle davaya konu haber yazının kaleme alınmış olmasının ise
hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir unsur olmayıp, ancak, tazminat
miktarının tayininde gözetilmesi gereken bir olgu-tenkis nedeni-olduğu
sonucuna varılmıştır.48”
Manevi tazminatın ne oranda belirleneceği konusu da tartışma konusu
olmaktadır. Yasa hükmünde de açıkça belirlendiği üzere tazminat
miktarının belirlenmesinde tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını
gözetmek gerekecektir.
iii. Manevi Tazminat istemi
“Kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi
tazminata hükmedilmesini isteyebilir. Hakim manevi tazminatın miktarını
tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların
kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik
durumlarını da dikkate almalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre
değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını
etkileyecek nedenleri karar yerinde obiektif olarak göstermelidir. Çünkü
kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hak ve nısfetle hüküm
vereceği Medeni Kanun’un 4. maddesinde belirtilmıştir. Hükmedilecek bu
para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek
tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taflır. Bir ceza
2828 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(48) HGK 81 K. 22/03/2006 T.
olmadığı gibi mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç
edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir.
Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin
duygusunun etkisine ulaflmak için gerekli olan kadar olmalıdır.49”
iv. Kişilik Hakları ve Medya Özgürlüğünün Sınırları
“Medeni Kanun’un yeni 24. maddesi ile açıklığa kavuşturulan hususlar
şunlardır.
1- Eski metinde ‘flahsi menfaatlerinde’ tecavüze uğrayan deyimine yer
verilmişken, yeni metinde ‘flahsiyet hakkına’ tecavüz edilen deyimi
kullanılmıştır. Diğer taraftan, eski metindeki flahsi menfaatlere tecavüz
deyimiyle, flahsiyetin unsurlarına tecavüzün kastedildiği doktrinde
belirtilmekteydi. Yeni metinde bu husus da açıklığa kavuşturulmuştur. Zira
flahsiyet hakkına tecavüz, flahsiyetin kapsamına giren unsurlara tecavüzü
ifade eder. fiahsiyet hakkı, flahsiyeti oluşturan değerlerin tümü üzerindeki
hakkı belirtmek üzere kullanılan deyimdir. Bu genel flahsiyet hakkının
münferit unsurlar bakımından görünümüne münferit flahsiyet hakları
denilebilir. Bu açıdan kişinin hayatı, sağlığı ve vücut tamlığının, fleref ve
haysiyetinin, resminin, özel hayatının gizliliğinin, sırlarının vs. hukuka
aykırı tecavüze karşı korunmasından söz edilir. fiahsiyeti oluşturan
unsurların teker teker sayılması mümkün değildir. Zamanın ihtiyaçlarına
göre yeni unsurlar nazara alınmaktadır. fiahsiyet hakkı etkisini, flahsiyete
tecavüz edilmemesini isteme yetkisinde gösterir. Bu yetki bir mutlak hakka
dayanır ve flahsiyeti oluşturan unsurların her biri bu korumanın
kapsamına girer.
2- Eski metin ‘haksız’ tecavüz deyimi kullanılmıştı. Bununla kastedilen
‘hukuka aykırı’ tecavüzdü. Yeni metinde bu husus da açıklığa
kavuşturulmuş ve ‘Hukuka aykırı olarak flahsiyet hakkına tecavüz’ deyimi
kullanılmıştır.
3- Diğer taraftan yeni metinde hukuka aykırılıktan anlaşılacak mana
belirtilmıştir; Bir kimsenin flahsiyetine yönelmış bir tecavüz bir mutlak
hakkı ihlal etmesi sebebiyle hukuka aykırıdır. Ancak hukuka aykırılığı
kaldıracak bir sebebin varlığı, failin davranişını flahsiyete hukuka ‘aykırı
tecavüz teşkil etmekten kurtarır. Yeni metinde bu husus 24. maddenin 2.
fıkrasında vurgulanmış ve ‘flahsiyet hakkı ihlal edilenin rızasına veya üstün
nitelikte bir özel ya da kamu yararına veya Kanunun verdiği bir yetkiye
dayanmayan her tecavüz hukuka aykırıdır’ denilmıştir (Prof. Dr. Kemal O.
isviçre ve Türkiye'de Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’nda flanhsiyetin hukuka
aykırı tecavüze karşı korunması ve özellikle manevi tazminat davası bakımından
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2829
(49) HGK. 775 K. 28/12/2005 T.
yapılan değişiklikler. Prof.Dr.Haluk Tandogan'ın anısına armagan, Banka ve Ticaret
Hukuku Araştırma Enstitüsü Ankara-1990 s:7 vd.). 24/II maddede ‘flahsiyet
hakkı ihlal edilenin rızasına dayanmayan her tecavüz’ün hukuka aykırı
sayılması, 23. maddenin temel felsefesinin geniş ölçüde inkarı demektir.
Zira 23. maddenin kişiye, bizzat kendisine karşı koruyan hükümleri
sayılmadan ‘rıza’nın, hukuka aykırılığı bu derece genel ve mutlak olarak
kaldırabileceği söylenemez. 23. madde insan onuru ile ve ‘kişiliğe’ bağlı
diğer değerlerle bağdaflmayan ‘rıza’ veya muvafakat'ın tecavüze haklılık
kazandıramayacağını ve onu hukuka uygun hale getiremeyeceğini son
derece veciz iki kural ile ifade etmıştir. Yeni 24/IL maddenin, bu kurallar
değiştirilmeden ‘rızanın yokluğuna hukuka aykırılık’ tanımında yer vermesi,
maksadı aflan bir yanlişlık eseridir. Rızanın, hukuka aykırılığı gideremeyeceğ
i en önemli hal, kişilik haklarına tecavüz halidir. Tecavüze razı olmanın
sorumluluğu kaldıran etkisine BK’nın 44/L hükmünde yer verilmış
bulunmasını anlamak kolaydır; fakat MK’nın 24. maddesindeki ‘rıza’
sözcüğünün kişilik hakları sistemine son derece yabancı düştüğünde flüphe
yoktur (Prof. Dr. Selahattin S. T. Medeni Hukukun Genel esasları ve gerçek kişiler
hukuku 1992 Baskı s.259). MK md. 24/a 'da sözü edilen rıza ile BK md.44'de
öngörülen "zarara uğrayan kişinin rızası" bir birleriyle kariştırılmamalıdır.
Birinci halde fiili hukuka uygun hale getiren rıza söz konusu olduğu halde,
ikinci halde fiil hukuka aykırı olup, zarar görenin vermış olduğu rıza
nedeniyle sadece tazminattan tenkis yoluna ya da tazminata hiç hükmetmemeye
yol açan bir rıza hali vardır. Kişilik haklarına saldırı niteliği
taşımasına rağmen, bir basın açıklamasının kişinin rızası nedeniyle
hukuka uygun sayılabilmesi için verilen rızanın MK. md.23. sınırları
içerisinde kalması gerekir. Bu anlamda olmak üzere rıza hukuka ya da
ahlaka aykırı olmamalıdır. Hukuka ya da ahlaka aykırı olarak verilen rıza
MK md.23'e aykırı olup, basın yoluyla yapılan açıklamayı hukuka uygun
hale getiremez. Buna örnek olarak bir kimsenin bütün sırlarının iffla
edilmesine, aile yaflantısıyla ilgili en mahrem olan konuların açıklanmasına,
fleref ve haysiyetine her türlü saldırının yapılmasına ilişkin rızalar
gösterilebilir. Bu gibi hallerde yapılan açıklama, rızaya rağmen hukuka
aykırıdır. O halde fleref ve haysiyet gibi kendisinden vazgeçilemeyen
varlıklara yönelik saldırılara ilişkin rıza hukuka aykırıdır. (Prof. Dr.Ahmet K.
Türkiye Barolar Birliği Dergisi; sayı: 3/1990 s: 371) Medeni Kanun’un 24.
Maddesinde yapılan bu değişikte Kanun koyucunun amacının, isviçre
Medeni Kanunu’nun bu hükmü karşılayan 28. maddesinde yapılan
değişikliğe paralel bir düzenleme yapılması olduğu, gerek Kanun
gerekçesinde, gerekse ilgili Kanunun Meclis müzakerelerinde vurgulanmı
fltır. Oysa MK m.24 f.n hükmü alınırken iMK m.28 f.n hükmü yanlıfl
tercüme edilmıştir. Gerçekten iMK’nın 28. madde 2. fıkrasındaki ‘Bir ihlal
mağdurun rızası... ile haklı gösterilmedikçe hukuka aykırıdır’ ifadesi
2830 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
‘...zarar görenin rızasına dayanmadıkça her tecavüz hukuka aykırıdır.’
şeklinde tercüme edilmıştir. Bu iki ifade arasında büyük farklılık olduğu
açıktır. Zira, kaynak Kanunun ilgili hükmünden, ihlalin, ancak zarar
görenin rızasının haklı gösterdiği durumlarda hukuka uygun hale geleceği,
aksi taktirde geçersiz sayılacağı anlamı çıkmaktadır. Buna göre, ihlali
hukuka aykırı olmaktan çıkaran rızalar olduğu gibi, ihlali hukuka aykırı
olmaktan çıkarmayıp sadece bir indirim sebebi oluşturan rızalar da vardır.
Buna karşılık Medeni Kanunumuzun 3444 Sayılı Kanun’la değişik m.24 f II
'de ‘muhalif mefhumuyla’ zarar görenin kişilik haklarının ihlaline rızasının
kesin olarak hukuka aykırılığı kaldıracağı anlamını veren mutlak bir ifade
kullanılmıştır. Bu hüküm, Kanun koyucunun iMK m.28 f.II.hükmüne
paralel bir düzenleme getirme amacı da göz önünde bulundurularak
kaynak Kanundaki gibi yorumlanmalıdır. Bu bakımdan, sadece zarar
görenin rızasının haklı gösterdiği durumlarda kişilik haklarının ihlaline rıza
geçerli sayılmalıdır (Y.Doç.Dr.Mustafa Tiftik, D. üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, Sayı: 6/1993 s. 385). Yukarıda anlatılanların işığında somut olaya
bakıldığında; davaya konu edilen kitapta ‘Kız N’ ‘...N, kız sen Amerika 'ya
gideceksin deselerdi...li ‘...Kabaca bir oğlan çocuğu...’, ‘...Büyümüfl de
küçülmüfl sıska oğlan...’, ‘...Ona bir erkeklik hormonunu çok gören Y.
Allah...’, ‘...Aralarında, keflke ben de hadım olsaydım da, Amerika’ya
gitseydim...’, ‘...Odasına kapanıp açık saçık dergiler karıfltırmaya, hatta
mastürbasyon yapmaya bile başladı...’, ‘...Bir erkek olarak bazı ihtiyaçları
vardır... Porno dergiler... izin gecelerinde kızlara para yedirmeler.,
mastürbasyon yapmak istiyor, utanıyordu...’, ‘...Hiçbir zaman
yaflayamayacağı zevkleri, duyguları niye dinlesin ki, insanlar öylesine
duyarsızdırlar ki özürlülerin hislerine...’ gibi davacı hakkında tanımlamalar
ve değerlendirmeler yapılmıştır. Kitabın 54. basımında, davacının kendisi
ile ilgili yazılanlardan haberdar olması olgusu yerel mahkeme ile Özel Daire
arasında uyuşmazlık konusu değildir. A isimli kişinin yaşam öyküsünün
anlatıldığı biyografik romanda yer alan sözler, davacının kimliği
açıklanarak, doğrudan hedef alınarak, aflağılayıcı bir üslupla kullanılmıştır.
Her ne kadar bir tanık davacının konuşmasının yer aldığı ses bandını
dinlediğini, söylediklerinin yayınlanmasına rıza (muvafakat) gösterdiğini
ifade etmışse de davalılar tarafından ses bantları ibraz edilmemıştir.
Tanığın açıklamaları rızasının kapsamını ve amacını açıklayacak nitelikte
olmayıp, davacının hormonal tedavi gördüğünü bildiklerinden ibarettir.
Anılan değerlendirmelerdeki sözcüklerin davacının özel yaşamı onun sır
alanı ile yakından ilgili olduğu kuşkusuzdur. Dosyadaki bilgi ve belgelere
göre, davacının bu alanla ilgili olarak yazılanlara geçerli bir rızasının
(muvafakatının) bulunduğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.
Ayrıca yukarıda ayrıntılı şekilde anlatıldığı gibi kendisine karşı bile mutlak
korunması gereken kişinin onuru, kişiliği, sır alanına giren gizli yaşamının
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2831
onun rızası ile hukuka aykırılığı ortadan kaldırdığını ve tecavüze haklılık
kazandırdığını ileri sürmenin yasanın amacına açıkça aykırı olduğu
aflikardır. Davacının özel yaşamı bu kadar açık bir şekilde topluma
sunulamayacağından kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu kabul
edilmıştir. O halde direnme kararı yukarıda yazılı gerekçeyle yerindedir.50”
Yargıtay’ın işlerlik kazanan kararlarına göre bir kimsenin politik bir
kimlik taşıması o kimsenin geçmişteki ve içinde bulunduğu durumunun
topluma sunulması ve eleştirilmesinde kamu yararı bulunmaktadır. Buna
karşın hakkında yayın yapılan kişinin fiziksel özellikleriyle dalga geçilmesi
ve korkunç imgelerle özdeflleştirilmesi kişilik haklarının ihlali olarak
değerlendirilmiştir.
“Somut olayda, N.A. ile A. Kerimoğlu'nun 19 Nisan 1999 gününde
yapılacak seçimlerde sandık kurullarınca düzenlenecek milletvekilliği,
belediye başkanlığı, belediye meclisi ve il genel meclisi üyeliği seçimi
tutanak örneklerini bastırmayı kararlaştırdıkları, N.A'nın listelerin
filmlerini hazırladığı, basım için davacı M.F.T’ye gönderdiği, davacı M.F.
T’nin işlerinin yoğunluğu nedeniyle komşusu olan matbaacı i.Ç'ye giderek
basması için teklifte bulunduğu, kabul etmesi üzerine filmleri ona verdiği,
i.Ç'nin bir kısım evrakları bastığı, bir kısmını bastığı sırada flikayet edenler
tarafından polise ihbar edildiği, adı geçenlerin eyleminin 298 sayılı
Seçimlerin T. Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanun’un
134/1. maddesine aykırı olduğu ve suç, ön ödeme kapsamında olduğundan
asgari para cezasını ödeyen davacı ve arkadaflları hakkında 13.05.1999
gününde kovuşturmama kararı verildiği Zeytinburnu Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 1999/4266-1755 sayılı takipsizlik kararından anlaşılmaktadı
r. Olayın gelişen bu yönü ile yukarıda belirtilen ilkeler birlikte
değerlendirildiğinde, haberin görünen gerçeğe uygun bulunduğu,
kullanılan dil ve ifadenin anlatılmak istenen olaya uygun düştüğü ve
basının sorumlu tutulma olanağı bulunmadığı benimsenmelidir. Yerel
mahkemece, olayın gelişimine uygun düşmeyecek biçimde, takipsizlik
kararı verildikten sonra davacı hakkında "sahtekarlar serbest" başlığı ile
yayınlanan haberde kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunun" kabul
edilmesi doğru değildir. Anılan yönler gözetilerek, davacının manevi
tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı
değerlendirmeyle, kısmen de olsa istemin kabul edilmiş olması usul ve
yasaya uygun görülmediğinden kararın bozulması gerekmıştir.51”
2832 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(50) HGK. 201 K. 26/03/2003 T.
(51) HGK 27 K. 30/01/2002 T.
v. Yayın salt Toplumsal Yarar için Yapılmalıdır.
“Basın özgürlüğü, Anayasa'nın 28. maddesinde ve 5187 sayılı Basın
Yasası'nın 1 ve 3. maddelerinde düzenlenmıştir. Bu düzenlemede basının
özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına
sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde
yaflayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde
yafladığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi
sahibi olması gerekmektedir. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme,
yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma,
yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bu nedenle basının yayın
yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan
eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taflır.
Yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluğu bu farklılıklar gözetilerek
belirlenmelidir. Bu nedenle basının ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Basının bu ayrıcalık taflıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde
olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik
haklarına saygı göstermesi gerek Anayasa'nın Temel Hak ve Özgürlükler
bölümünde yer alan gerekse MK'nın 24 ve 25. maddelerinde ve Özel
Yasalar'da güvence altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine
üstün tutulması gerekecektir.
Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da
anlaşılacağı gibi, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı
karşıya geldiği durumlarda somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına
alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerekecektir.
Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Yayın, salt toplumun yararı
gözetilerek yapılmış olmalıdır. Toplumun çıkarı dişında hiçbir kişisel çıkar,
gerçeklerin yanlıfl olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu
biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse
görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını,
yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun
güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki denge de korunmalı
dır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı
oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Anılan ilke ve
kurallara uyulması durumunda ise, yayının Anayasa, Basın Yasası ve
Basının genel işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerine
saldın teşkil etmediği kabul edilmelidir.
Açıklanan kanıtlar ve yukarıda anılan ilkeler birlikte değerlendirildiğ
inde, dava konusu yayınların görünür gerçeğe uygun olduğunun kabulü
ile davanın tümden reddi gerekirken, kısmen kabul edilmış olması doğru
olmayıp, kararın bozulması gerekmıştir.52”
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2833
(52) 4. HD. 3125 K. 05.03.2009 T.
vi. Medya Demokrasinin Olmazsa Olmazıdır.
“Demokrasinin gelişmesinde ve kökleşmesinde, kamuoyunun oluş,
beliriş ve bilinçlenmesinde sosyal ve siyasal ilerlemede basına düşen görev
hem önemli hem de kapsamlıdır. Basının görevi; geneli ilgilendiren yada
ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında objektif ve gerçekleri
yansıtacak biçimde, halkı aydınlatmak, çeşitli konularda kamuoyunu
düşünceye sevketmek için tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal
oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri
eleştirmek ve uyarmak, bireyleri içinde yafladığı toplumun ve tüm insanlığın
sorunları yönünden bilinçlendirmektir. Anayasa'nın 28. ve 5680 sayılı
Basın Yasası’nın 1. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemış ve bunun
sınırlarını göstermıştir. Basın özgürlüğü kişinin, dünyada ve özellikle
yafladığı toplumda oluşan ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında
bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar (Ordinaryüs Prof. Dr. S. D.-Basın
Hukuku, 1968 sh.72 ve devamı, Prof. Dr. K. içel-Kitle Haberleşme Hukuku, 1977
sh.50, Prof. Dr. E. Ö., Gerçek Kişiler 1980 sh.119 vd).
Basın özgürlüğü demokrasinin "olmazsa olmaz" koşuludur. Doğaldır ki,
basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı
özgürlük, tüm özgürlükler gibi, yine hukuk düzenince çizilen sınırlara
tabidir. Basın, yaptığı yayınlarda gerek Anayasa'nın temel hak ve
özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse Medeni Kanun ve ayrıca özel
yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek,
bunlara saldırı niteliği taflıyabilecek tutum ve davranişlardan kaçınmak
zorundadır. Bu nedenle, bazı durumlarda basın özgürlüğü ile kişilik hakları
çatıflabilir. Buna göre kişilik haklarına yönelik bir saldırının hukuka uygun
olarak değerlendirilebilmesi için saldırıya ilişkin yararın, kişilik haklarının
korunmasına ilişkin yarara nazaran üstün tutulması gerekir. Basının,
kamu görevi yaparken göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen
zarar arasında açık bir oransızlık varsa, objektişikten ayrılıp, haber sınırını
aflarak, genişletici ve yanlıfl yorumlarda bulunarak, gerçek dıflı haber
verilir, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanılır, dürüstlük kuralına aykırı
davranılır ve kişisel nedenlerle salt sansasyon yaratmak için yayın yapılırsa
bu hukuka aykırı olur. (Prof. Dr. S. K. Haksız Fiillerde Hukuka Aykırılık Unsuru
1964 sh. 202 ve devamı, Prof. Dr. M. A. K., fieref Haysiyet ve Özel Yaşama Basın
Yoluyla Saldırılarda Hukuksal Sorumluluk 1993 sh. 125 ve devamı)…53”
vii. Yayından Dolayı Sorumluluğuna Gidilecek Kişiler
“26.06.2004 günlü Resmi Gazete'de yayımlanıp aynı gün yürürlüğe
giren 5187 sayılı Basın Yasası'nın 13/1. maddesi gereğince basılmış eserler
yoluyla işlenen fiillerden doğan maddi ve manevi zararlardan dolayı süreli
2834 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(53) HGK. 146 K. 10.03.2004 T.
yayınlarda eser sahibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisi müfltereken ve
müteselsilen sorumlu olup hukuki sorumlular arasında sorumlu yazı işleri
müdürü bulunmamaktadır.
5187 sayılı Basın Yasası'nın 2/c maddesi gereğince süreli yayın
niteliğindeki dava konusu haberin yayımlandığı 26.09.2005 günlü
gazetenin sorumlu müdürü olan davalılardan ibrahim Çeflmecioğlu’na
yukarıda belirtilen yasal düzenleme gereğince husumet yöneltilemeyeceği
gözetilerek hakkında istemin husumet yönünden reddedilmemiş olması
usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmıştir.
Dava konusu yayında; davacı A. Gıda Sanayi ve Ticaret A.fi’nin Ü.
fiirketler Grubu’na dahil olduğu, Başbakan'ın çok yakın zamana kadar bu
holdingin bayiliğini yaptığı ve doğrudan ilişkisi bulunduğu, bu holdingin A
hükümetinden trilyonluk ihaleler aldığı, Başbakan'ın firmanın fabrikasına
partisinin adının kısaltmasında yer alan ‘Ak’ ismini vermesine hiç itiraz
etmediği belirtilerek, davacı flirket ile siyasi parti arasındaki isim
benzerliğine vurgu yapılarak yakın ilişkileri eleştirilmıştir. Yayında eleştiri
sınırları aşılmamış olup davacı flirketin tüzel kişiliğine yönelen aflağılayıcı,
küçük düşürücü bir ifade ve anlamda bulunmamaktadır. fiu durumda,
açıklanan yönler gözetilerek adı geçen davalı flirket'e yönelik istemin
tümden reddedilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle yazılı biçimde
karar verilmiş olması doğru olmadığından karar bu nedenle de
bozulmalıdır.54”
3. YAZILI MEDYANIN CEZAi SORUMLULUĞU
a. Sorumluluk Maddeleri
Süreli ve süresiz yayımlarda cezai olarak eser sahibi sorumludur. Bu
düzenleme Basın Yasası’nın 11. maddesinde düzenlenmıştir. Buna göre suç
tarihi eserin yayım tarihidir. Yayımlanmamış bir eser için sorumluluğa
gidilemeyecektir.
Maddenin ikinci fıkrası gereğince süreli yayınlarda da süresiz
yayınlarda da eser sahibi doğrudan sorumludur.
Eser sahibi yazıyı veya resmi düşünsel olarak meydana getiren ya da
eseri hazırlanması için gerekli düşünsel araçları sağlayan kişidir. Böyle bir
kişinin basın suçlarından sorumlu tutulması genel sorumluluk kurallarına
uygundur. Çünkü ceza hukukunda suç olan eylemi bilerek ve isteyerek
yapan kişi sorumlu tutulduğuna göre, basın suçunu oluşturan yazıyı veya
haberi yazan ya da resmi veya karikatürü yapan eser sahibine sorumluluk
yüklenmesi doğaldır.55
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2835
(54) 4. HD. 4750 K. 01.04.2009 T.
(55) içel/Ünver Kitle Haberleşme Hukuku, 8. Bası, 2009 Beta, ist. Sf..270
Süreli yayınlarda belirli koşullarda sorumlu yazı işleri müdürü ile onun
bağlı olduğu yayın yönetmeni, genel yayın yönetmeni, editör, basın danişmanı
gibi sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin de sorumluluğu ortaya
çıkabilecektir.
b. Sorumlu Müdür
Sorumlu müdür ile bağlı olduğu yayın yöneticisinin sorumluluğuna
gidilebilecek haller şunlardır:
• Eser sahibinin belli olmaması,
• Eser sahibinin yayım sırasında ceza ehliyetinin bulunmaması,
• Eser sahibinin yurt dişında olması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması,
• Eser sahibine verilecek cezanın diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle
mahkûm olduğu cezayı etkilememesi, hallerinde objektif sorumluluk
gündeme gelebilecektir.
Ta ki sorumlu müdür ya da bağlı olduğu yayıncısı eserin yayımlanması
na açıkça itiraz etmiş olsun. Bu durumda sorumluluk eseri yayımlatan
aittir.
Yukarıda sıralanan koşullar süresiz yayımlar ile Basın Yasası’na yayım
koşullarına uyulmaksızın yapılan yayımlar için de geçerlidir.
Yargıtay, verdiği bir kararda yerel gazetelerin suç tarihli sayılarında yer
alan katılana yönelik "fleref ve haysiyet yoksunu encümen kararında
tahrifat yaparak …A.fi’ye yüzde doksan eskolasyonla 8,5 trilyon
hortumladığı" söz ve isnatların haber verme ve eleştiri hakkı kapsamında
değerlendirilemeyecek ve görevli belediye başkanını küçük düşürücü
nitelikte olması karşısında, sorumlu yazı işleri müdürü sanıklar S. A. ve
M’nin hukuki durumunun 5187 sayılı Basın Yasası’nın 11/3. maddesinde
öngörülen koşullar, sanık M’nin cezai sorumluluğunun ise TCY’nin suça
iştirak hükümleri gözetilerek yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu
bulunduğunu hüküm altına almıştır.56
2004 yılından önceki düzenlemede 5680 Sayılı Yasa gereğince sorumlu
müdür eser sahibi ile birlikte cezai sorumluluğu taflıyordu. Bu bakımdan
bu kararda suç tarihine özel önem atfedilmektedir.
aa. Yayınla Sövme Suçu
“Sanık F. tarafından yazılan ve sövme suçunu oluşturan yazı içeriği
incelendiğinde; sanığın bu yazıyı katılanın milletvekilliği görevi nedeniyle
değil, katılanın mensubu olduğu siyasi partinin kongresi vesilesiyle sarf
2836 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
(56) 4. CD K:1296, 07.02.2007
ettiği sözleri dolayısıyla kaleme aldığının anlaşılması karşısında, TCY'nin
273. maddesi koşullarının olayda ne şekilde oluştuğu tartışılıp açıklanmadan,
aynı Yasanın 482/4. maddesi uyarınca hükmedilen cezanın anılan
273. madde ile artırılması,
Hükümden sonra yürürlüğe giren 5187 sayılı Basın Yasası’nın 11/2.
maddesi ile ceza sorumluluğunun eser sahibine ait bulunduğu düzenlenmış
bulunduğundan, Yazı işleri müdürü olan sanık D’nin hukuksal
durumunun anılan hüküm uyarınca yeniden değerlendirilmesi zorunluluğ
u, bozmayı gerektirmış…57”
“il daimi encümeni üyesi olduğu anlaşılan katılana sanık E’nin ne
suretle görevinden dolayı sövdüğü açıklanıp tartışılmadan TCY’nin 273.
maddesiyle cezaların arttırılması,
Sorumlu Yazı işleri Müdürü olan sanık Y’nin 5187 Sayılı Yasa’nın 11/3
maddesi karşısında hukuksal durumunun yeniden değerlendirilmesi
zorunluluğu,
Para cezaları belirlenirken hükümden sonra yürürlüğe giren ve TCY’nin
30. maddesini değiştiren 4806 Sayılı Yasa’nın 1. maddesi hükmünün gözetilmesi
zorunluluğu, bozmayı gerektirmış…58”
bb. Basın Davalarında Özel Yargılama Yöntemi
Medya suçlarında yargılamaya ilişkin özel hükümler koyan ülkelerde
özel yargılama esaslarına gereksinim duyulmasının nedeni, genel yargılama
kuralları içinde basın özgürlüğünün tehlikeye düşmesini önlemek ve bunun
için ise yargılamada ivedilik sağlamaktır.59
“Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5680 sayılı Basın Yasası'nın 16.
maddesi uyarınca, yazarı belli olan yazıdan dolayı yazı işleri müdürü olan
sanık hakkında tayin olunan hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına
çevrilmesinde zorunluluk bulunduğunun gözetilmemesi, yapılan uygulamaya
göre sonuca etkili görülmediğinden bozma nedeni sayılmamıştır.
Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine, ancak; Hüküm tarihinden
sonra yürürlüğe giren ve 5680 sayılı Basın Kanunu'nu yürürlükten
kaldıran 5187 sayılı Basın Kanunu'nda mevkute kapatma cezasının
öngörülmemış olması, bozmayı gerektirmış…60”
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2837
(57) 4 CD. 4798 K. 31/05/2005 T.
(58) 4 CD. 1150 K. 21/02/2005 T.
(59) içel /Ünver a.g.e sf. 282
(60) 9. CD. 5712 K. 21.10.2004 T.
cc. Türk Ceza Yasası’nda Basın Suçları
Türk Ceza Kanunu, basın yoluyla işlenen kimi suçların cezalar için
ağırlaştırıcı sebep olarak kabul etmıştir. fierefe Karşı Suçlar başlığı altında
düzenlenen, hakaret suçunda da durum bu şekildedir. Buna göre TCK 125.
maddede yer verilen Hakaret fiili için, suçun tanımında, bir kimseye onur,
fleref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat
eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, fleref ve saygınlığına saldıran
kişi, denilerek bu suçun çerçevesi ortaya konmuştur. Ceza olarak adli para
cezasıyla hapis cezası seçimlik hak biçiminde hâkime tanınmıştır.
Kişilik hakkı zedelenen kişinin, arkasından yapılan hakaret suçunun
cezalandırılabilmesi için, fiilin en az üç kişiyle görüflülerek işlenmesi aynı
madde metninde hükme bağlanmıştır.
Basın yayın organlarınca suçun işlenmesi durumunda ağırlaştırıcı
boyuta gidilmemış bunun yerine bu duruma, fiilin, mağduru muhatap alan
sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada
belirtilen cezaya hükmolunur, denilmekle yetinilmıştir.
Suçun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklaması
ndan, değiştirmesinden, yaymaya çalıflmasından, mensup olduğu dinin
emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden
bahisle, işlenmesi halleri ceza için ağırlaştırıcı sebepler arasında
sayılmışlardır.
Hakaretin alenen işlenmesi de cezanın ağırlaştırıcı sebepleri arasında
sayılmıştır.
Kurul hâlinde çalıflan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret
edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmış sayılır.
Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.
Suçun ve ağırlaştırıcı sebeplerin arasında sayılmayan basın yoluyla
işlenme yöntemi, bunun yerine, suçun ayrı bir maddi unsuru biçiminde
düzenlenmıştir. Böylece, suçun basında yer aldığı biçimiyle, ağırlaştırıcı
sebeplerden de etkileneceği konusundaki tereddütlerin oluşmasına engel
olmak amaçlanmıştır.
Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun isminin açıkça belirtilmesine
gerek yoktur. Fiilin niteliğinde duraksamayacak biçimde mağdurun
kast edildiği anlaşılıyorsa isim belirtilmiş gibi hakaret suçu işlenmış sayılır.
isnat edilen ve suç oluşturan fiilin ispat edilmış olması halinde, hakaret
fiilini gerçekleştiren kişiye ceza verilmez. Aynı biçimde bu suç nedeniyle
2838 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
hakaret edilen hakkında kesinleflmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi
halinde, isnat ispatlanmış sayılır.
Bu iki durum dişında, isnadın ispat isteminin kabulü, kamu yararı
bulunmasına veya flikâyetçinin ispata razı olmasına bağlı kılınmıştır.
ispat edilmış fiilinden söz edilerek kişiye hakaret edilmesi halinde,
cezaya hükmedilir, denilerek kanun koyucu tarafından kötü niyetin önüne
geçilmıştir.
TCK’nın 129. maddesinde de, Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki
olarak işlenmesinin verilecek ceza için hafişetici sebep teşkil edeceği ya da
cezasızlık sebebi sayılabileceği, hükme bağlanmıştır. Hakaret fiilinin kasten
yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi ise, ceza verilmesine engel bir
durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi de olayın somut
özelliklerine göre, indirim ya da cezasızlık durumu teşkil edebilmektedir.
Hakaret suçlarının Soruşturma ve kovuşturma koşulları da, TCK 131.
maddede düzenlenmıştir. Buna göre, Kamu görevlisine karşı görevinden
dolayı işlenen hakaret suçları hariç olmak üzere, hakaret suçunun
soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun flikâyetine bağlanmıştır.
Mağdurun flikâyet etmeden önce ölmesi halinde, suç ölmüfl olan kişinin
hatırasına karşı işlenmış ise; ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu,
efl veya kardeflleri tarafından flikâyette bulunabilecekleri de aynı yasa
maddesinde düzenlenmış bulunmaktadır.
Basılı süresiz bir eserde yapılan hakaret suçlarında kitabın birden çok
baskısının yapılması durumunda en son baskı tarihi Yargıtay kararı
gereğince suç tarihi olarak kabul edilecektir.
KAYNAKÇA
1.http://www.ihami.anadolu.edu.tr
2. Prof. Dr. Sefa Reisoğlu, SEM Cumartesi Forumları, istanbul Barosu Yayınları, 2009
3. içel / Ünver Kitle Haberleşme Hukuku, Beta, 8. Bası, ist. 2009
4.http://www.hukukturk.com
5. istanbul Barosu Dergisi
6. Doç. Dr. Sibel Özel, Uluslar arası Alanda Medya ve internette Kişilik Hakkının
Korunması, seçkin, Ankara 2004
7. Av. Fikret ilkiz, Yayın Yasakları,http://www.ilef.ankara.edu.tr
8. fieyda Dursun, AB Uyum Sürecinde Ceza Hukuku, Türk Hukukunda Cevap ve
Düzeltme Hakkı, istanbul Barosu Yayınları, ist. 2010
9. Atilla Coşkun, Cevap Hakkı, 2002, 1. Basım, Legal, istanbul
10. Coşkun Ongun, Basın Davaları El Kitabı, istanbul Barosu Yayınları, ist. 2008
11. Coşkun Ongun, Yargı Kararları Işığında Medya Hukuku, Legal Yayınları, istanbul
(Basım Aflamasında)
Kişilik Hakları ve Medyanın Sorumluluğu • Coşkun Ongun 2839
 
GiRifi:
Tebligat; hukuki bir işlemin, ilgili kimsenin bilgisine sunulması için
yetkili makamların yasa ve yöntemine uygun bir biçimde yazı ile veya ilanla
yaptığı bildirim işlemidir1. Tebligat dava ile ilgili olabileceği gibi idari
işlemlerle de ilgili olabilir.
Davada tebligatın büyük önemi vardır. Tarafların yaptıkları usul
işlemlerinin tamamlanıp hüküm ifade edebilmesi için ekseriyetle tebliğ
edilmiş olması gerekir. Örneğin esasa cevap süresinin işlemeye başlayabilmesi
için, dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilmış olması gerekir. Bunun
gibi Mahkemenin yapacağı usul işlemleri için de tebliğ ekseriyetle
zorunludur. Mesela kendisine duruşma günü tebliğ edilmemış olan tarafın
yokluğunda duruşma yapılamaz, Sulh ve Asliye Hukuk Mahkemelerinde
temyiz süreleri kararın tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar2. Keza
Ceza Yargılamaları bakımından da Mahkemelerce gıyapta verilen kararların
kesinleflebilmesi için veya tarafların temyiz haklarının kullanabilmeleri için
de mezkur kararların ilgilisine yani sanığa veya müdahile tebliğ edilmesi
gerekmektedir.
Bu ve benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Hukuk yargılamaları
nda, özellikle icra işas Kanunu’ndan kaynaklanan icra işlemlerinde, ceza
yargılamalarında, idari yargılamalarda, veya idari işlemlerde “tebligat”,
yapılması gereken işlemlerle ilgili olarak süreci başlatan bir basamak
olduğundan önem arz etmektedir. Tebligat memurunun Tebligat Kanunu ve
Tebligat Tüzüğü’ndeki şekil ve esaslara aykırı davranması nedeniyle usule
aykırı işlem yaptığı takdirde örneğin, haber kağıdını kapıya yapiştırmamı
flsa fakat haber kağıdının yapıfltırıldığına dair tutanak tutmuş ise bu
takdirde şekil olarak belki usule uygun bir işlem olduğundan, söz konusu
işlem ile ilgili süreler başlayacaktır ve muhatap durumdan haberdar
olmadığından dolayı başvuracağı hukuksal yolları ilk etapta kaybetmesine
neden olacaktır. Dolayısıyla mezkur işlem flayet icra işlemi ise bu takibe
karşı itiraz süresi geçtiğinden muhatabın her an için haciz baskısı altında
(*) Avukat / izmir Barosu
(1) YILMAZ Syf 794
(2) KURU/ ASLAN / YILMAZ Syf 876