Kuvvetli Suç Şüphesi Gölgesindeki Tutuklama Av. A. Güçlü Sevimli
Herhangi bir
ceza yargılamasında sevk maddesi ne olursa olsun, tutuklu
şüpheli/sanık her zaman bir an önce tahliye olmak istemektedir.
Denilebilir ki tutuklu şüpheli/sanık açısından tutukluluğun son bulması,
beraat kararına eş değerdir. Bu psikolojik hal, özellikle de ülkemiz yargı
pratiğinde son derece insani, normal ve beklenendir. Tutuklama tedbiri,
ceza muhakeme sistemimizdeki en sıkıntılı kurumların başında gelmektedir.
Bunun temel nedeni uygulamada hakim ve mahkemelerin bu
tedbiri çok rahat ve sıklıkla uygulamalarıdır. Uzun tutukluluk -geciken
tahliye- ise mevcut sıkıntıyı katlayarak, açık bir mağduriyet haline getirmektedir.
Bu yazıda, tutuklama tedbirinin özellikle kuvvetli suç şüphesi
çerçevesindeki görünüşü ve uygulanmasına dair çeşitli hususlara değinilecektir.
Şüphenin derece veya nitelik olarak farklı görünüşleri,
ceza muhakemesi
hukuku açısından önemli sonuçlar doğurur. Şüphenin derecesi veya
niteliği, çeşitli
ceza muhakemesi kurumlarının kimi zaman uygulanış
tezahürlerini, kimi zaman da doğrudan o kurumun varlık nedenini ortaya
koyar. Bunun özellikle de pratik olaya uygulanışı, tabiri caiz ise hayati
bir öneme haiz olur. Bu noktada konumuz bakımından kuvvetli şüphenin
çerçevesinin tam ve tereddüte yer vermeyecek şekillde belli olması büyük
önem arz eder. Zira değişken ve farklı anlamlarda kullanılan bir terim
ya da kavramla, herhangi bir somut olguyu tanımlamak olanaklı olmayacağı
gibi, bir şeyin bir başka şeyle olan ilişkisi de ortaya konulamaz.
Kuvvetli şüphe; çeşitli
ceza muhakemesi kurumlarınca aranan basit
şüphe ve yeterli şüpheden daha yoğun, şüpheyi neredeyse aşmiş bir oluştan
bahsetmek zorundadır.1 Anlaşılacağı üzere kuvvetli şüphe, basit ve
soyut bir şüphenin çok daha fazlasıdır. Bu açıdan konumuz itibariyle ele
alındığında; tutuklama kararı verilebilmesi için tutuklamanın talep edildiği
___________________________________________________
(1) “Böyle bir şey yok ama muhtemelen olabilir” tümcesi belki de bu kavramı daha anlaşılabilir kılabilir.
andaki delillere göre, kişinin fail veya suç ortağı olarak bir suçu işlediği konusunda
büyük bir ihtimal görülmelidir.2
Kuvvetli şüphe açısından durum böyle iken, anılan bu şüphenin suç
işlenmesinde söz konusu olması, tutuklama tedbirinin uygulanabilmesine
yol açacaktır. Mukayeseli hukukta ve
ceza muhakemesi kanununda kuvvetli
suç şüphesi, tutuklamanın şartları arasında sayılmiştır. Burada bir
parantez açmak gerekecektir. Eski usul kanunu CMUK “kuvvetli belirti”
den söz etmekteydi. Oysa yeni usul yasası CMK’nın 100. maddesinde
“kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması” halinden
bahsedilmektedir. CMK md. 100’ün lafzından da anlaşılacağı üzere, kuvvetli
suç şüphesi-kuvvetli belirti- uygulamada soyut bir mefhum olarak
değil, somut olguların varlığı ışığı altında mevzu bahis olabilecektir.
Kanun
koyucu böylece, tutuklama gibi çok ağır bir tedbiri ucu açık ve soyut
ifadelerin insafına bırakmak yolunu kapatmak istemiştir. Uygulamada bu
yönüyle, tutuklama kararı verilebilmesi için mutlak surette kuvvetli suç
şüphesini gösteren olgular ilgili dosya itibariyle tek tek gösterilerek, tutuklama
tedbirine başvurulmasının zorunlu olduğu kanıtlanacaktır. Başka
bir ifade ile adeta tutuklama kararı, delillendirilmek zorundadır.
CMK 100. maddeye göre tutuklama kararı verilebilmesi için; kuvvetli
suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması ve bir tutuklama
nedeni olması gerekir. Tutuklama kararı ancak bu iki şartın birlikte gerçekleşmesi
halinde söz konusu olabilecektir.3 Ancak bu şartlar bulunsa
dahi her zaman tutuklamaya gidilecek değildir. Zira kanun, tutuklama
açısından hakime taktir hakkı vermiştir. Kuvvetli suç şüphesinin varlığı-
nı gösteren olguların bulunması şartıyla birlikte var olması gereken tutuklama
nedenleri, 100. maddede belirtilmiştir. Buna göre; a) şüpheli/sanığı
n kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguları
n bulunması, b) şüpheli/sanığın davranışları delilleri yok etme, gizleme
veya değiştirme, tanık mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe bulunuyorsa tutuklama
nedeni var sayılacaktır. Tüm bunların yanında elbette tutuklamanı
n bir koruma tedbiri olmasından kaynaklı “ölçülülük ilkesi” dikkate
alınacaktır. Yani, tutuklamanın; işin önemi ve verilmesi beklenen
ceza
veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olması.
Tutuklama tedbiri hakkındaki mevzuat CMK ile sınırlı değildir. Anayasanı
n 19. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 5. maddesi, BM
İnsan Hakları Beyannamesi 9. maddesi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin
09.04.1965 tarihli 11 numaralı tavsiye kararı tutuklama tedbirine
ilişkin en önemli metinlerdir. Zira bunlar, uygulamadaki yargı pratiği
açısından temel normlar olup, tutuklama tedbiri hakkında açık hüküm-
190 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 83 • Sayı: 1 • Yıl 2009
___________________________________________________
(2) Centel/Zafer. Ceza Muhakemesi Hukuku. Beta Yayınları 2. Bası. Syf. 208
(3) Bununla birlikte CMK md. 100/3’de sayılan katalog suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin
varlığı halinde tutuklama nedeni var sayılmaktadır.
ler içermektedirler.4 Ancak bu hükümlere bakıldığında bu görülmektedir;
düzenlemelerin çoğu tutuklama tedbirinin uygulanış şekline ve şartları-
na dair değildir. İlgili hükümlerde daha çok hakim güvencesine ve hakim
önüne çıkarılma hususuna atıf yapılmiştir. Bu anlamıyla tutuklamaya
karar verilebilmesine ve suç şüphesine değinilen metinler Anayasa 19.
madde ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin tavsiye kararıdır.
Anayasa md. 19/2, hakimin tutuklama kararı verebilmesini adeta
ceza
usul normu gibi oldukça detaylı bir şekillde düzenlemiştir. Madde metninde;
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirtiler bulunan kişiler, ancak
kaçmayı veya delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadı
ile veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunla gösterilen
diğer hallerde hakim kararı ile tutuklanabilir.” denmiştir. Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesinin 1965 tarihli 11 sayılı tavsiye kararları da gene
tutuklama kararının kıstaslarına ilişkin hükümler içermektedir. Anılan
tavsiye kararlarında; tutuklamanın hiçbir zaman mecburi olamayacağı,
tutuklamanın istisnai bir tedbir olarak kabul edilmesi gerektiği, tutuklama
ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların ancak hakikaten zorunluluk
varsa söz konusu olabileceği, tutuklama kararında tutuklamayı
haklı gösteren sebeplerin mümkün olduğu kadar açık bir şekillde gösterilmesi
gerektiği belirtilmiştir.
Görüleceği üzere, tutuklama gibi kişi özgürlüğünü kısıtlayan bir tedbire
karar verilebilmesi en azından teori ve mevzuat gereği kolay olmayacaktı
r. Doğrusu da budur. Ancak ülkemiz yargı pratiğine bakıldığında bu
durumun tam tersi bir uygulama ile karşılaşmaktayız. Gelinen noktada
tutuklama, ihtiyari olmaktan çıkmiş haldedir denebilir. Hakimler ve mahkemeler,
tutuklama tedbirini sıklıkla uygular hale gelmişlerdir. Son yıllarda
cezaevlerindeki mahpus sayısının artmasında, tutuklama tedbirine
çok sık başvurulmasının önemli bir etkisi vardır. Yukarıda belirtildiği gibi
tutuklamaya karar verilebilmesi için, kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren olguların bulunması ve somut olayda tutuklama nedenlerinin
var olması gerekir. Bu iki şartın bir arada bulunması şarttır.
Uygulamada görülmektedir ki, hakimler ve mahkemeler kuvvetli suç
şüphesi olduğunu düşündükleri hallerde, tutuklama nedenlerinin varlı-
ğını gözetmeksizin tutuklama kararı vermektedirler. Hal böyle iken, kuvvetli
suç şüphesi bakımından CMK 100. maddenin arar şartı olan “kuvvetli
suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması” mefhumu da
uygulamada hiçbir anlam ifade etmemektedir. Çünkü tutuklamaya karar
veren hakim/mahkeme, suç şüphesinin varlığını gösteren olguları ortaya
koymamaktadır. Eski alışkanlıkların bir devamı şeklinde, klişe cümlelerle
tutuklama kararları verilmektedir.
Kuvvetli Suç Şüphesi Gölgesindeki Tutuklama • Av. A. G. Sevimli 191
___________________________________________________
(4) Anayasa 90/son. Maddeye göre, usulüne uygun yürürlüğe giren uluslar arası anlaşmalar kanun
hükmündedir.
Kanun koyucunun “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguları
n bulunması” cümlesinden kastettiği şey, kuvvetli suç şüphesinin var
olduğunun somut bir şekillde delillendirilmesi durumudur. “Varlığını gösteren
olguların bulunması” tümcesi doğrudan buna tekabül etmektedir.
Bir şeyin var olabilmesini -kuvvetli suç şüphesini- o’nu var edebilecek hale
getiren olguların bulunmasına bağlamak, olguların somut ve elle tutulur
halde olmasını zorunlu kılar. Öyle ise, tutuklama mahkemesinde kuvvetli
suç şüphesinin varlığı mutlak surette maddi delillerle ortaya konacaktı
r. Bu yapılmadığı taktirde tutuklama kararı hukuka aykırı olacaktır.
Mevcut yargı pratiğinde tutuklama nedenlerinin olup olmadığının
araştırılması o kadar geri plana atılmiştır ki, tutuklama mahkemesindeki
müdaŞ dahi sadece atılı suçun işlenmediğini kanıtlamaya çalışmaktadı
r. Tutuklamanın bir tedbir olması ve
ceza yargılamasındaki amacın
maddi gerçeğe ulaşmak olduğu ortada iken, uygulamada tutuklama nedenlerinin
somut olayda araştırılmaması ve tutuklamanın sadece kuvvetli
suç şüphesinin varlığına teşmil edilmesi kanaatimce tutuklamanın
amacı ile açıkça çelişmektedir. Kaldı ki bu durum net bir şekillde yasaya
da aykırıdır. Ancak belirtmek gerekir ki, verilen tutuklama kararlarında
somut olayda olmamasına karşın tutuklama nedenlerinin bulunduğu belirtilmektedir.
Tutuklamaya karar veren hakimin zihninde, önüne getirilen
kişinin atılı suçu işlediğine dair bir kanı oluşmaktadır. Buradan yola
çıkarak kuvvetli suç şüphesinin varlığına kanaat getirmektedir. Son noktada
hakim, zihninde oluşan bu tasavvur ile CMK 100. maddedeki tutuklamanı
n şartlarını sadece lafzen bir araya getirerek tutuklama cihetine
gitmektedir.
CMK 100. madde her yönüyle bu denli açık ve net iken, hakimlerin
eskiden olduğu gibi halen aynı bilindik tabirlere dayanarak tutuklama
kararlarını vermelerini anlayabilmek mümkün değildir. Şu çok açıktır ki,
tutuklama tedbiri ihtiyaridir. İhtiyari olduğu için de hakimin taktir hakkı
bulunmaktadır. Bu ihtiyariliğe bağlı olarak hakimin taktir hakkı, kişi
özgürlüğü düşünülerek tesis edilmiştir. Başka bir değişle teoride sanılmaktadı
r ki, hakimin taktir hakkının olması sayesinde kişi özgürlüğü korunabilmektedir.
Zira yasal tutuklama şartlarının varlığı altında dahi, hakim
tutuklama kararı vermek zorunda değildir. O, önüne gelen olayın
özelliklerini de dikkate alarak bir karar verecektir. Maalesef böyle olmamaktadı
r. Hakime verilen taktir hakkı ekseriyetle kişi özgürlüğü aleyhine
sonuçlanmaktadır. Pratikte ihtiyariliğin uygulama alanı bulamadığı rahatlı
kla söylenebilir.
Hakimin taktir hakkı kanaatimce hakim güvencesi kavramı ile irtibatlı
dır. Ceza Muhakemesi Kanunu bazı işlemlere karar verilebilmesini,
önemlerine binaen sadece hakime bağlamiştir. Tutuklama tedbiri de bu
kapsamdaki hakim işlemlerindendir. Tutuklamaya ancak hakim karar
verebilir. Böylece kanun koyucu tutuklama tedbiri açısından hakim güvencesini
tesis etmiştir. Teorik olarak hakim güvencesi çeşitli
ceza muha-
192 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 83 • Sayı: 1 • Yıl 2009
kemesi işlemleri açısından son derece önemli, yerinde ve olması gerekendir.
Fakat uygulamada hakim güvencesi umulan yararın çok uzağındadı
r. Bir
ceza muhakemesi işleminin hakim kararına bağlanması, pratikte
hakim güvencesini garanti etmemektedir. Önemli olan bu güvencenin istenilen
şekliyle hayata geçebilmesidir. Bugün mevcut
ceza yargılaması işleyişinde
tutuklama kararlarında olduğu gibi pek çok hakim/mahkeme
kararı hukuka aykırıdır.
Burada parantez açmak gereken bir husus da CMK 109. maddedeki
Adi Kontrol hükümleridir. Adli Kontrol, tutuklamanın şartları hasıl olmuş
iken yasanın buna rağmen hakime sunmuş olduğu önemli bir imkandır.
Yasaya göre asıl olan ve uygulanması gereken, adli kontrol hükümleridir.
Buna karşın adli kontrol hükümleri ya çok nadir ya da hiç uygulanmamaktadı
r. Hakimler; sevk maddesi ve
ceza haddi itibariyle CMK 109. maddenin
şartları oluşmasına rağmen, adli kontrolü tartışma gereği dahi görmeden
tutuklama kararları vermektedirler. Halbuki yasanın açık hükmü
gereği, tutuklama mahkemesine sevk esnasında adli kontrol hükümlerinin
uygulanmasının yetersiz kalacağının belirtilmesi gerekmektedir.
Yukarıda tutuklama kararları ile ilgili olarak anlatılanlar soruşturma
aşamasına dair –ilk tutuklama kararı– olanlarıdır. Tutuklama tedbirinin
soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki görünüşü ve uygulanışı da
birbirinden kimi noktalarda ayrılan sıkıntıları barındırmaktadır. Bu yönüyle
kovuşturma aşamasındaki tutuk halin devamı kararları –söz konusu
kararlar genelde tutuk halin devamı kararlarıdır. Kovuşturma aşaması
nda ilk tutuklama kararı çok nadirdir– çoğu zaman uzun tutukluluğa
dönüşmektedir. Hali hazırda 17-18 yıldır tutuklu yargılanan sanıkların
mevcudiyeti bilinmektedir. Tutuk halin devamı kararı, kişi özgürlüğünün
kısıtlanmasını her defasında uzattığı için kritik bir öneme haizdir. Bu anlamı
yla tutuk halin devamına karar verirken, hakimin/mahkemenin çok
daha ince eleyip sık dokuması gerekir. “Devam kararı, tutuklama kararından
daha kuvvetli gerekçelere dayanmalıdır. Tutuklama sebeplerinin halen
devam etmekte olduğu inandırıcı bir biçimde açıklanmalıdır.”5
Kovuşturma aşamasında artık yargılama belli bir olgunluğa gelmiş
bulunur. Deliller büyük oranda toplanmiş ve ikame edilmiştir. Bunun yanı
nda da asıl önemlisi tutuk hali artık belli bir süreye ulaşmıştır. Uzayacak
tutuk hali, sanık açısından çok ciddi mağduriyetlere de yol açabilecektir.
Bu bakımdan artık gelinen noktada, tutuk halinin devamına karar
verilebilmesi için tutuklama kararından çok daha kuvvetli suç şüphesinin
varlığına ihtiyaç gerekmektedir. Keza sadece bu da yeterli olmayıp,
tutuklama nedenlerinin halen var olması gerekecektir. Yani örneğin halen
kaçma şüphesinin, delilleri karartma ihtimalinin somut bir şekillde
bulunuyor olması aranacaktır. Devam kararlarında tutuklama kararları
Kuvvetli Suç Şüphesi Gölgesindeki Tutuklama • Av. A. G. Sevimli 193
___________________________________________________
(5) Kunter/Yenisey/Nuhoğlu. Ceza Muhakemesi Hukuku. Beta Yayınları. 16. Bası. Syf. 885
ile ortak olan nokta CMK 100. maddedeki tutuklama şartlarının soyut bir
şekillde aynen yazılıp, tekrar edilmesidir.
CMUK döneminden kalan terimler ve cümleler halen tutuk halinin
devamı kararlarına aynen yazılmaktadır. “ Atılı suçun vasıf ve mahiyeti,
mevcut delil durumu” halen devam kararlarına gerekçe olarak gösterilmektedir.
Bu gerekçe açık bir şekillde gerekçesizliğe işaret etmektedir. Tutuklama
tedbiri ile ilgili yasa maddesinin cümlelerinin aynen devam kararları
na yazılmasını, Avrupa Mahkemesi İHAS md. 5’e aykırı bulmaktadı
r. Mahkemenin bu konu ile ilgili olarak pek çok kararı bulunmaktadır.
Tutuk halinin devamı kararlarındaki en temel mantık – açıkça belirtilmese
de– sanığın belli bir süre tutuk kalmasının gerektiği düşüncesidir. Elbette
bu durum bir niyet okuma anlamına gelecektir. Fakat ifade ettiğim
bu husus, devam kararlarının verildiği ilgili dosyalara bakıldığında açık
bir şekillde anlaşılmaktadır. Pek çok yargılama dosyasındaki kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin mevcut hali, tutuk halinin devam
ettiği süreç ile tahliye kararının verildiği andaki süreçle neredeyse tamamen
aynıdır. Devam kararı verilirkenki durum ile –dosyadaki delillerin ve
suç şüphesinin durumu– tahliye kararı verilirkenki durum arasında hiçbir
değişiklik olmamiştir. Böylesi bir hal karşısında sadece iki ihtimal söz
konusudur. Ya ilk tutuklama kararı ve onu takip eden devam kararları
hukuka aykırıdır ya da son verilen tahliye kararı hukuka aykırıdır.
Sanığın belli bir süre tutuk kalması gerektiği inancı, çoğu zaman tahliye
kararlarının gerekçelerinde kendini göstermektedir. Mahkemelerin
kimi tahliye kararlarında “yatmış olduğu süre göz önüne alınarak” tümcesini
görürüz. Bu gerekçe belki uzun tutukluluğun mevzu bahis olduğu
dosyalarda yerinde kabul edilebilir. Oysa CMK 102. maddedeki ve Avrupa
Mahkemesinin içtihatlarındaki tutuk sürelerinin aşılmadığı dosyalarda,
yatmış olduğu süre gerekçesine sıklıkla rastlanılmaktadır. Tüm bu
uygulamaların altındaki belirleyici etmen, yargı pratiğimiz içersindeki hakimlerin
insanları, olayları ve olguları tahlil ediş halidir. Ceza Muhakemesi
Hukukunun yaşayan bir organizma olubu belki de bir yönüyle; son
kertede her türlü kararı, vicdan ve muhakemelerine göre hakimlerin vermesi
anlamına da gelir. Bu anlamıyla yargıç, sanık kadar kendi hakkında
da hüküm verir sözü tam da bu noktada yerli yerine oturmaktadır.
“
… ceza yargıcı, kanunun ihlal edilmiş olmasını müşahade ile iktifa ederek
kanunu uygulayan bir makine değildir. Yargıç ceza adaletinin tahakkuku
için, duygulu ve düşünceli bir vasıta sayılmalıdır. … kanunu sadece
tatbik eden, cezayı riyazi bölümlere irca etmeye uğraşan bir yargıç değil,
aynı zamanda hisseden yargıca ihtiyaç vardır. İntibalara göre değil, en modern
ilimlerin yardımı ile hüküm vermelidir.”6
Kuvvetli suç şüphesinin tutuklama tedbirinin en başat şartı olduğu
savı kanaatimce isabetli değildir. Tutuklama tedbirinin yeter şartı, CMK
194 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 83 • Sayı: 1 • Yıl 2009
___________________________________________________
(6) Faruk EREM. Adalet Psikolojisi. Ank. Üniversitesi Huk. Fak. Yayınları. 4. Bası. Syf. 242
100. maddenin tutuklama nedenleri olarak ortaya koyduğu hususların
varlığı olmalıdır. Tutuklama tedbirinin şartlarının belirlenmesi, kanımca
bizatihi bu tedbirin uygulanma amacı- gayesi- ve niteliği ile doğrudan alakalı
dır. Bu noktada tutuklama tedbirinin amaç ve niteliğinin belirlenmesi,
konu açısından öneme sahip olacaktır. Kunter/Yenisey/Nuhoğlu’na
göre, tutuklama onu haklı gösteren Muhakeme Hukuku gayesinin çeşidine
göre ya tutucu ya da önleyici bir koruma tedbiri niteliği taşır. Sanığın ileride
cezadan kaçmasını önlemek gayesi ile yapılmışsa önleyici koruma tedbiridir.
Delillerin karartılmasını, sanığın muhakemeden kaçmasını veya öldürülmesini
önlemek gibi muhakemenin en isabetli bir sonuca varacak şekillde
yapılmasını sağlayan gayelerle yapılan tutuklama ise tutucu bir koruma
tedbiridir. Gene aynı müellişere göre, eskiden tutuklamada cezalandı
rmak gayesi güdülmekte idi. Eski zihniyetin tesirinden kurtulamamış insanlar
ve toplumlar; bugün de ceza verme gayesi ile sanığın tutuklanması-
nı istemektedirler. Erem ise, çok daha farklı bir yaklaşım tarzı göstermiştir.
Erem’e göre, hükme kadar suçlu sayılmayan bir kişinin tutuklanması
izah olunamaz.
CMK 100. maddenin gerekçesinde de tutuklama tedbirinin gayesine
yer verilmiştir. Buna göre gerekçede; “genel maksat çerçevesi içersinde olmak
üzere, suçun ağırlığının, işlendiği kobulların ve zararın çok ağır olması
nın kamu düzenini ısrarlı ve istisnai biçimde düzensizliğe uğratması karşı
sında, düzeni iade zorunluluğunu sağlamak amacı ile tutuklama kararı
verilebileceği kabul edilmiştir.” denmiştir. Madde gerekçesinde bir koruma
tedbiri olan tutuklama yerine, sanki Ceza Kanununda tarif edilen bir suç
tipi gerekçelendirilmektedir. Bir muhakeme hukuku kurumu olan tutuklamayı,
kamu düzenini sağlamak ve düzeni iadenin bir yolu olarak görebilmek
mümkün değildir. Kaldı ki, CMK 100. maddenin ruhundan ve lafzı
ndan da böylesi bir anlam çıkmamaktadır.
Görüşüm odur ki, tutuklama tedbirinin amacı ve niteliği gereği, kuvvetli
suç şüphesinin bu tedbirin şartları arasında yer alması mümkün de-
ğildir. Bunun nedenleri iki önemli husustan kaynaklanmaktadır. Ceza
yargılamasının amacının maddi gerçeğe ulaşmak olması ve tutuklama
tedbirinin bir koruma tedbiri olması. Maddi gerçeğe varmak, bir yargılama
kapsamında delillere ulaşmak ile olabilecektir. Delillere ulaşılamadı-
ğı noktada maddi gerçek de ortaya çıkamayacak ve delil yetersizliği söz
konusu olacaktır. Bu yönüyle tutuklama tedbiri ancak maddi gerçeğe
ulaşma yolunda kullanılabilecek bir araçtır. Yargılama kapsamında;
maddi gerçeğe ulaşabilmek için gerekli olan delillerin şüpheli/sanık tarafı
ndan ortadan kaldırılması, değiştirilmesi veya gizlenmesinin somut kanı
tları var ise, tutuklama tedbirine ihtiyaç olduğu hukuken kabul edilebilir.
Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması faaliyeti ile hiçbir ilgisi olmayan
kuvvetli suç şüphesinin varlığını, tutuklama için bir neden saymak muhakeme
hukuku ile bağdaşmamaktadır.
Kuvvetli Suç Şüphesi Gölgesindeki Tutuklama • Av. A. G. Sevimli 195
İkinci önemli husus ise, tutuklamanın bir koruma tedbiri olmasıdır.
Koruma tedbirlerinin tanımı üzerinde tüm görüş ve müellişerin ortaklaştığı
bilinmekte olup, sadece isimlendirmede farklılaşmalar söz konusudur.
7 Buna göre; “Ceza muhakemesinde yargılamanın yapılabilmesi veya
ileride verilecek hükmün yerine getirilebilmesi amacıyla bazı önlemlere
başvurulması gerekebilir. Bu amaçlar arasında, sanığın veya şüpheli kişinin
hazır bulunmasını veya delillerin karartılmamasını güvencelemek
başta gelir. Bu amaçları gerçekleştirme ise
ceza muhakemesinin sujelerine,
özellikle bir suç işlemiş olmakla suçlanan kişiye yada eşyaya karşı zor
kullanılmasını zorunlu kılar. Her biri bir ya da daha çok temel hakka dokunan
bu tedbirlere koruma tedbirleri denir.”8
Yukarıdaki tanımdan bu açıkça çıkmaktadır ki, bir koruma tedbiri olan
tutuklama şüpheli/sanığın kaçması ve delilleri karartma ihtimalinde gündeme
gelebilir. Tutuklama tedbirini var eden olgu, onun koruma tedbiri olması
dır. Yargılama kapsamında korunan şey ise; gene yukarıdaki tanımdan
rahatlıkla anlaşılmaktadır ki, yargılamanın yapılabilmesi ve ileride verilecek
hükmün yerine getirilebilmesidir. Korunması gereken şeyin doğrudan
işaret ettiği hal de sanığın kaçma veya delilleri karartma ihtimalidir. Kanaatimce
tutuklama tedbirinin muhtevası ve işlevi; ancak bu tedbirin bir koruma
tedbiri olması ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılması kıstasları ile açıklanabilir.
Bu kıstaslar dikkate alındığında da kuvvetli suç şüphesini tutuklamanı
n şartları arasında kabul etmek mümkün olmayacaktır.
Düşünceme göre, kuvvetli suç şüphesinin tutuklamanın şartları arası
na alınması tamamen farklı bir saik tesiri ile olmaktadır. O saik de kişiler
ve toplumsal düzen bakımından düşünülmektedir. Tutuklanan kişi
açısından bu saik, suç işlediği düşünülen – muhtemel görülen– kişiyi henüz
kesin hüküm tesis edilmeden önce kısmen cezalandırmak, caydırmak
olabilir. Toplum düzeni açısından da bu saik; kamu düzeni, suçları
n önlenmesi, toplumsal vicdanın rahatlatılması, mevcut düzenin korunması
olabilir. Görüleceği üzere kuvvetli suç şüphesinin tutuklama tedbirinin
önemli bir şartı haline getirilmesi,
ceza muhakemesinin konusu dı-
şında bir durumdan –amaçtan– bahsetmektedir. Böylesi bir saik ancak
maddi
ceza hukukunun veya
ceza infaz hukukunun konusu veya ereği
olabilir. Kaldı ki, kuvvetli suç şüphesinin tutuklamanın şartları arasında
yer almasının Anayasa’nın 38. maddesindeki masumiyet ilkesine de aykı-
rılık oluşturduğu kanaatindeyim. Kuvvetli suç şüphesi,
ceza muhakemesi
içerisindeki bir koruma tedbiri olan tutuklama tedbirinin varoluş muhtevası
ve amacı ile tamamen ters düşmekte ve uyuşmamaktadır.
196 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 83 • Sayı: 1 • Yıl 2009
___________________________________________________
(7) Erem usul tedbirleri derken, Taner ihtiyati tedbir, Gölcüklü emniyet tedbiri, Yüce zorlayıcı tedbir
demektedir.
(8) Centel/Zafer. Ceza Muhakemesi Hukuku. Beta Yayınları 2. Bası. Syf. 204