DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE’NİN DURUMU ve SİYASİ PARTİ YASAKLARI
Hazırlayan: Veysel DEMİR Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi 1-A, Ankara Mart 2009
DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE’NİN DURUMU,SİYASİ PARTİ YASAKLARI
Giriş
Demokrasi, eski Yunancadaki kelime anlamından yola çıkılarak , “halk tarafından yönetim”, “halkın iktidarı” (demoskratos) şeklinde tanımlanabilir. Halk tarafından doğrudan yönetimin mümkün olamayacağı için, halk kendini yönetecek kişileri oy vererek seçmektedir. Bu yönetim şekli ülkemizde de pek çok ülkede de uygulanmaktadır. Uygulamanın doğal bir sonucu olarak halkın oy vereceği kişiler yönetime geçmek için yönetim politikası izlemekte, belli bir görüşü benimseyerek onun çerçevesinde hareket etmektedir. Böylece ortaya belli bir ideolojisi, yönetim politikası olan siyasi partiler ortaya çıkmaktadır. İşte bu yüzden siyasi partiler günümüz siyasi rejimlerin en önemli unsurlarıdır.
Siyasi partilerin tanımı, siyasi hayatta etkili olan başkaca kuruluşlardan ayırt edilebilmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu bağlamda en doğru tanım ”Siyasi parti, üyelerinin düşünce ve menfaatlerini gerçekleştirmek için, iktidarı kısmen, ya da tamamen elde etmek amacı ile siyasi hayata katılan teşkilatlanmış bir gruptur” şeklinde yapılabilir.
Temel Sorun
Anlaşılacağı üzere demokratik yaşamın vazgeçilmez temel unsurlarından biri de siyasi partilerdir. Ünlü bir düşünürün dediği gibi, demokrasi, siyasi partiler olmazsa yaşanamaz ama siyasi partilerin yüzünden ölebilir de. Asıl sorunun burada başladığı bir gerçektir. Siyasi partilerinin yasaklarının ölçüsü ne olmalıdır? Bu sorun evrensel bir boyut kazanmıştır. Bununla ilgili yaygın iki görüş vardır; biri demokrasi her şeye özgürlük tanımalı diğeri ise tanımamalıdır.
“Türkiye’de 1961 ve 1982 anayasaları “partiler demokrasisi” anlayışından hareketle, siyasi partileri demokratik siyasi yaşamın vazgeçilmez unsurları saymışlar ve siyasi partilerin serbestçe faaliyette bulunabilmelerini ilke olarak kabul etmişlerdir. Özgürlükçü demokrasi, her alanda, herkese düşünce ve hareket serbestliği tanıma ilkesine dayandığından, bu serbestliği özgürlük düzenini ortadan kaldırmak isteyenler de tanımak gerekip gerekmediği, en hararetli tartışmalara yol açmıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra özgürlükçü demokrasiyi ortadan kaldırmak isteyen siyasi akımlara meşru siyasi faaliyet alanının kapatma eğilimi görülmüştür.”
Demokrasinin Gelişimi
İkinci Dünya Savaşı’nın tüm insanlığa verdiği acılar sonrası devletler anayasalarında bir takım önlemler almak zorunda kalmışlardır. Bunlara pek çok örnek verilebilir.
İtalyan anayasasının geçici yedinci maddesi, kapatılmış bulunan Faşist Parti’nin tekrar açılmasını yasaklamıştır. Bununla ilgili olarak da 1952 yılında uygulamalı bir yasa çıkarılmıştır. Bu yasada “…siyasal mücadelenin bir aracı olarak güç kullanmayı yüceltmek, güç kullanma tehdidinde bulunmak veya güç kullanmak, anayasada güvence altına alınan özgürlükleri bastırmak, demokrasiyi ve kurumlarını, mukavemet hareketinin değerlerini karalamak, ırkçı politikalar geliştirmek veya adı geçen partiye özgü olan ilke, olay ve yöntemleri yüceltmeye yönelik bir etkinlik yürütmek veya faşist görünüşte gösteriler yapmak suretiyle faşist partiye özgü demokratik amaçların izlenmesi” yasaklanmaktadır.
AİHM, İtalya’da faşist partinin yasaklamasını öngören düzenleme ile ilgili kararında, böyle bir yasağın, 11.maddede yer alan meşru sebeplerden “kamu güvenliğini ve başkalarını haklarını koruma amacı” bakımından gerekli olduğu sonucuna varmıştır.
Yine benzer bir uygulama ve benzer bir AİHM kararı ise 1956 tarihinde kapatılan Alman Komünist Partisi için de geçerlidir.
Türkiye’de Demokrasi ve Parti Kapatmaları
Türkiye’de ise parti kapatmalarına cumhuriyet döneminden itibaren rastlayabiliriz. O yılların koşullarında, yeni rejimin ilanından birkaç yıl sonrasında kurulan partiler kapatılmak durumunda kalınmıştır.
6 Aralık 1922’de Mustafa Kemal Atatürk basına verdiği demeçle ‘halk fıkrası’ adını taşıyan bir siyasal parti kuracağını açıklamıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra da 9 ilkeli Cumhuriyet Halk Fıkrası siyasi yaşamına devam etmiştir. Kurucusunun Atatürk olmasının yanı sıra, benimsediği çağdaş, lâik, milliyetçi, ilerleyici, halkçı politikasıyla da dönemin cumhuriyetinin tek başına yükünü çekmiştir. Pek çok eleştiri olmasına rağmen 600 yıllık bir imparatorluktan hemen sonra çok partili yaşama geçilemeyeceği bir gerçektir. Ancak yine de Atatürk çok partili siyasi yaşam için çalışmalar da bulunmuştur.
Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra çıkan Şeyh Sait İsyanı’nın içinde Terakkiperver Cumhuriyet Fıkrası’nın bulunması, iktidara karşı sert eleştirilerde bulunması, devrimlere karşı anti laik söylemlerde bulunması ve uyarılara aldırış etmemesi bu partinin sonunu getirmiştir. Yine aynı şekilde Serbest Cumhuriyet Fıkrası da Menemen Olayı ile bağlantısı olduğu ve Mustafa Kemal Atatürk’e düzenlenen suikast girişiminde rol oynadığı gerekçesiyle kapatılmıştır. Yeni kurulmuş bir düzeninin, varlığını sağlıklı bir şekilde devam ettirmesi için yapılanın doğru olduğu bir gerçektir. O tarihten 30 yıl sonrasında bile Avrupa’da benzer kapatmalar yaşanmıştır. AİHM hepsini haklı bulmuştur.
Türkiye’de tam anlamıyla çok partili yaşama geçiş ise ancak ikinci dünya savaşı sonrasında olmuştur.
Türkiye’de çok partili yaşama geçilmesiyle demokrasi tam anlamıyla olmasa bile işler hale geçmiştir. Özellikle ikinci dünya savaşından sonra başlayan demokrasi akımı bu bağlamda Türkiye’yi de etkiledi. Bu dönemde çok partili ilk genel seçimi 1946’da olmuş ve Demokrat Parti küçümsenmeyecek sayıda milletvekilini meclise sokmayı başarmıştır.1950 genel seçimlerinde ise çoğunluğu sağlayarak iktidar olmuştur. Çok partili döneme geçtikten sonra demokratik düzenin gelişmesi beklenirken, meclisin üstünlüğü ilkesinin aşırı bir biçimde kullanılması, sert önlemler alınması, tepkilere yol açmıştır. Böylece ortaya bir anayasa sorunu çıkmıştır.
Demokrat Parti, bu sorunu genel anlamda görmezden gelmiştir. Bunun en somut örneği, çoğunluk sistemini yürürlüğe koymasıdır. Bu sisteme verilecek en güzel örnek 1957 seçimleridir. Sonuçlara göre DP %47,9 oyla 424 milletvekili çıkardı. Bu milletvekili sayısında çoğunluk sisteminin etkisi büyüktür. Muhalefetteki CHP ise oyların %41,1’ini alarak 178 milletvekili aldı. Demokratik sistemlerde bu kadar az oy farkına rağmen milletvekili sayılarının arasındaki farkın bu kadar fazla olması şüphesiz ki büyük bir gaflettir.
İktidar ile muhalefet arasındaki kavga ise en şiddetli dönemini 1960 yılından itibaren yaşamaya başladı. CHP Genel Başkanı'nın yurt gezileri engellenmek isteniyor, muhalif yazarlar tutuklanıyor basın sansürleniyordu. CHP’yi ihtilal hazırlığı içersinde olmakla suçlayan iktidar, Nisan ayında basını ve muhalefeti soruşturmak amacı ile, gazete kapatmaktan, muhalif düşüncede olanları tutuklamaya kadar geniş yetkilere sahip bir Tahkikat Komisyonu kurdu. Bunun karşısında mecliste söz alan muhalefet lideri İsmet İnönü bunun demokratik rejim yolundan çıkıp bir baskı rejimi yoluna girmek olduğunu belirtti ve o ünlü sözünü söyledi:"Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam".Ancak 27 Nisan 1960 günü Tahkikat Komisyonu yasal olarak kuruldu. İnönü’ye 12 oturum TBMM toplantılarına katılmama cezası verildi. Olaya tepki gösteren CHP Grubu meclisten zorla çıkartıldı.
Demokratik bir siyasi hayatta muhalefet çok önemlidir.Çünkü demokrasiyi demokrasi yapan muhalefetin varlığıdır.Ancak muhalif gazetelerin yasaklanması ve muhalefete meclis yasağının konulması demokratik yaşamla bağdaşmaz hatta demokratik yaşamı tehlikeye sokar.İşte bu durumda da demokratik yaşamın vazgeçilmez unsurlarından siyasi partiler, demokrasiyi yok etme durumunu ortaya koyabilir.Bu bağlamda demokratik yaşamın kurtarılması için bu duruma müdahale edilmesi gerekebilir.
İşte bu günlerde 28–29 Nisan 1960'ta İstanbul ve Ankara'da üniversite öğrencileri olaylı gösteriler yaptılar. Olayların şiddetle üzerine gidildi. Üniversiteler kapatıldı iki şehirde de sıkıyönetim ilan edildi. Adnan Menderes Kızılay Meydanı’nda tartaklandı. Harbiyeliler sessiz yürüyüşler yaptı.
Ülkedeki kaosun gitgide artması, sokaklarda çatışmalar çıkması, iktidar-muhalefet arasındaki sertlik sonunda 27 Mayıs 1960 sabahı, radyolardan okunan bildiri ile son buldu. Milli Birlik Komitesi, Türk Silahlı Kuvvetleri adına ülke yönetimine el koydu. Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Cemal Gürsel, komitenin başına geçti. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, TBMM Başkanı Refik Koraltan ve Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere Demokrat Parti'liler tutuklandı. Anayasa ve parlamento feshedildi. Siyasi faaliyetler bütünüyle askıya alındı.
İzleyen yıllarda epeyce eleştiri alan bu müdahalenin yanlış yönlerinin doğru yönlerinden fazla olduğu kanısındayım. Temel hak ve hürriyetlerden yaşama hakkının hiçe sayılarak dönemin başbakanı Adnan Menderes dâhil pek çok kişinin idam edilmesi, üniversitelerdeki öğretim üyelerinin görevlerinden uzaklaştırılmaları, bazı yargılamaların usulsüz yapılması şüphesiz demokratik yaşamla bağdaşmaz. Ancak demokrasinin tehlikeye düştüğü durumlarda, demokratik yaşamın temel unsurlarından siyasi partilere bu tür müdahaleler ülkenin istikrarı, huzuru ve demokrasinin yaşamı için gereklidir. Aksi halde demokrasi tümüyle yok olabilir. Ancak bu bağlamda totaliter, baskıcı bir tutumla demokrasiyi kurtarmak için demokrasiyi yozlaştırmak bu müdahaleler dışında tutulmalıdır.
Türkiye’de 1963’den bu yana da 24 parti kapatılmıştır. Parti kapatmanın bu kadar kolay olması şüphesiz siyasi partilere bu kadar kolay mı yasak konuyor sorusunu akla getiriyor.
İncelenmesi gereken ve dikkat çeken partilerin başında ise 1998 tarihinde kapatılan Refah Partisi ve 2001 yılında kapatılan ve Refah Partisi’nin devamı niteliği taşıyan Fazilet Partisi gelir.
1998 yılında açılan kapatma davası için gösterilen nedenlerin başında başörtüsü gelmekteydi. Okullarda öğrencilerin dinsel kuralların emrettiği biçimde takılan başörtüsü ile bulunmalarının lâiklik ilkesine aykırı olduğu kesinleşmiş yüksek mahkeme kararıyla belgelenmesine rağmen, Genel Başkan Necmettin Erbakan dahil, Refah Partisi’nin tüm yöneticileri, kendilerine oy getirdiği inancıyla hemen her konuşmalarında okullarda ve hatta Devlet dairelerinde başörtüsü ile öğrenim görme ve çalışmanın Anayasal bir hak olduğunu ısrarla iddia ederek halkı kışkırtmışlar, eylemler düzenlemişler, hatta genel başkan Erbakan “iktidar olduklarında rektörlerin başörtüsüne selam duracağını” bir seçim konuşmasında ileri sürebilmişlerdir.
Yine benzer şekilde; “Sen Refah Partisi’ne hizmet etmezsen hiçbir ibadetin kabul olmaz... Çünkü başka türlü Müslümanlık olmaz. Başka türlü kurtuluş yok. Refah bu ordudur. Bütün gücünle bu ordunun büyümesi için çalışacaksın. Çalışmaz isen patates dinindensin... ” diyen Necmettin Erbakan’dır.
Anayasamızın 68. ve 69. maddelerinde siyasi partilerin uymaları gereken esaslar açıkça belirtilmiştir. Bu bağlamda bu maddeleri incelediğimizde bu maddelerin; sınıf ve zümre egemenliğini reddetmesi, demokratik ve lâik cumhuriyeti temel alması, insan haklarına uygun olması bakımından siyasi partilere bazı yasaklar getirmesi demokratik bir hukuk devletinin yapması gereken bir düzenlemedir. Yukarıdaki siyasi parti örneğinin ise bu maddelere uymadığı gerekçesiyle kapatılması kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu yasağın demokrasiyi zedelediği söylenemez aksine demokrasiyi kurtarmak için yapılan bir şeydir.
Ancak Refah Parti’sinin kapatılması için açılan davayla birlikte birkaç sorun meydana gelmiştir.
Bunlardan biri o zaman hâla geçerli olan SPK m.103/2dir.Bu maddeye göre bir partinin aykırı eylemlerin odak haline gelmesi 101.maddenin (d) bendinin uygulanmasıyla ancak mümkündür. Anayasa Mahkemesi Refah Partisi davasında yetkili mahkeme olarak SPK m.103/2’nin incelenmesi için davayı bekletmiş ve inceleme sonunda ise maddeyi Anayasa’nın 69.maddesinin 6.fıkrasının uygulanmasını olanaksız hale getirdiğinden Anayasa’ya aykırı bulmuştur.
Bunlardan bir diğeri ise SPK m.101’dir.1995 değişikliğiyle birlikte 101.madde tartışılmaya başlanmıştır. Anayasamız bir partinin kapatılması için 68/4ü esas almıştır. Bir partinin kapatılabilmesi için tüzük ve programın aykırılığını doğrudan doğruya temelli kapatma sebebi sayarken, eylemlerde odaklaşma olgusu aramıştır. Bu durumda siyasal partinin kapatılması için belli bir parti organı ya da yetkilisinin yasaklara aykırı beyanını yeterli gören 101/b ve 101/c tartışılır hale gelmiştir. Ancak madde dikkatle incelendiğinde merci ya da kişinin partiyi temsil yoğunluğuna önem verilmekte olduğu; program, tüzük ya da benzer mevzuattan başlayıp merkez karar organlarına, meclis gruplarına, genel başkana, yardımcılarına, yetkili kılınan kişilere ve nihayet üyelerine uzanan mantıklı bir sıralama olduğu gözlemlenmektedir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi’nin anayasa uygun yorum yapma olanağı var olmaktadır ve yorum yapılabilen yerlerde ise Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik içtihadına göre yasa hükümlerinin iptalinden kaçınılmalıdır.
Türkiye’ye karşı AİHM’ ne açılan davaları parti davaları ve kişisel siyasi davalar olarak ikiye ayırabiliriz. Bu bağlamda bunların incelenmesinde ve mahkemenin verdiği kararlara bakılmasında fayda görüyorum. Çünkü yoğun eleştirilerden biri de Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde Avrupa’nın çok gerisinde kaldığıdır.
. Bilindiği gibi, 1982 Anayasası, siyasî partilerin kapatılmasının feri sonuçları olarak, bir yandan partisinin kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olan milletvekillerinin milletvekilliklerinin düşeceğini (m.84), bir yandan da bir siyasi partinin kapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dahil üyelerinin beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamayacaklarını (m.69) hükme bağlamıştır.
Her iki maddenin 1982 Anayasası'nın orijinal metnindeki karşılıkları çok daha radikal hükümler içermekteydi. Eski 84'üncü maddeye göre sadece partisinin kapatılmasına kendi eylem ve sözleri ile sebebiyet veren milletvekillerinin değil, kapatma davası açıldığı tarihte o partinin üyesi olan diğer bütün milletvekillerinin de milletvekilliklerinin de düşeceği öngörülüyordu. Eski 69'uncu madde ise, bugünkü yasaklara ek olarak, "kapatılan bir siyasi partinin mensuplarının üye çoğunluğunu teşkil edeceği yeni bir siyasi parti"nin de kurulamayacağını hükme bağlamaktaydı. Akıllara durgunluk verecek sertlikteki bu yasaklar, 1995 anayasa değişikliği ile nispeten hafifletilmiş ve maddeler bugünkü şeklini almıştır.
AİHM’ ne taşınan Sadak ve diğerlerinin Türkiye'ye karşı açtıkları ve 11 Haziran 2002'de karara bağlanan davada Mahkeme, davacıların milletvekilliklerinin düşürüldüğü tarihte yürürlükte olan 84'üncü maddeye göre davanın açıldığı tarihte partiye üye olan bütün milletvekillerinin milletvekilliklerinin düşürülmesini "aşırı sert" bir tedbir, dolayısıyla "orantısız" bir
ceza olarak görmüştür.
Yine milletvekillikleri düşürülen Merve Kavakçı ve Bekir Sobacı’nın açtığı davalarda ise kararın “ağır bir müeyyide” ve “orantısız” olduğu kararı verilmiştir. Mahkemeye göre, "dava konusu tedbir, müracaatçının seçilme ve yasama görevini yerine getirme hakkının bizatihi özünü ve keza onu milletvekili seçmiş bulunan seçmen kütlesinin egemen iktidarını ihlal etmektedir"
AİHM’ ne taşınan Refah ve Fazilet Partileriyle ilgili kapatma davalarında Mahkeme, bu partilerin yöneticilerinin ve üyelerinin lâiklik karşıtı eylemleriyle demokratik hak ve özgürlükleri, demokratik hukuk düzenini ortadan kaldırıp şeraite ve dine dayalı bir düzen kurmak istediğini sabit görmüştür. Bu eylemlerin Anayasanın 68. ve 69. maddelerine karşı olduğu gibi İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 30. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 17.maddesine de aykırı olduğunu açıklamıştır.
Asıl çarpıcı olan ve Türkiye’nin aleyhinde verilen kararlar ise, Anayasa Mahkemesi’nin daha önce Türkiye Birleşik Komünist Partisi ile Özgürlük ve Demokrasi Partisinin tüzük ve programını, Sosyalist Parti ile Halkın Emek Partisinin ise eylemleri sebebiyle verdiği kapatma kararı ile ilgilidir. AİHM siyasi partilerin eylemlerinin şiddeti savunma veya şiddeti teşvik edip kışkırtma niteliğinde olmadıkça veya şiddet kullanılmasına yol açmadıkça demokrasinin temel ilkeleriyle çelişmeyeceğini açıklamıştır. Bu bağlamda acaba bir ülkede parti kapatmak için sadece şiddeti savunması veya teşvik etmesi mi gerekiyor? Acaba ülkenin temel ilkelerine ters düşmesi yetersiz midir?
Ülkelerin Anayasalarında Alınan Önlemler
İtalya’da Anayasanın 49.maddesinde partiler için öngörülen “ demokratik yöntemlerle ulusun politikasını belirleme” işlevine yönelik bazı düzenlemeler yapılabileceği ve gerekirse gizli örgüt yasağı, askeri biçimde örgütlenerek siyasal amaçlar gütme yasağı gibi düzenlemelerin siyasal partiler için de uygulanabileceği açıkça belirtilmiştir. Askeri biçimde örgütlenerek siyasal amaçlar gütme yasağı İtalya’da daha önce olmuş bir olgudur. Bu bağlamda Anayasaya da bunun tekrar etmesini önlemek amacıyla gerekli madde konulmuştur. Buradaki “demokratik yöntemler” ile bizim anayasamızın demokratik cumhuriyet ilkeleri benzetilebilir.
Fransa’da 1934 yılında radikal sağa gruplar tarafından çıkarılan huzursuzluğu önlemek için 10 Ocak 1936’da Savaş Grupları ve Özel Milisler Hakkında Yasa çıkarılmıştır. Buna göre silahlı gösteri yapanlar, askeri biçimde örgütlenenler, ülkenin dokunulmazlığına veya yönetim şekline saldırı amacı taşıyanlar, … yargılanabilir. Doğrudan siyasi partilere yönelik bir yasa olmasa da, siyasi partiler üzerinde de uygulanabilirliği vardır. Bu bağlamda ülkenin dokunulmazlığı ve yönetim şekline saldırı, dini kullanma vs bizim Anayasamızın 68. ve 69. maddeleri ile benzer özellik göstermektedir.
İspanya’da Partiler Yasası’nın 5.maddesine göre partinin örgütü ya da etkinliği ile demokratik bir durum ve davranış içerisinde olması gerekir. Ayrıca partiler gizlilik içinde olamazlar ve askeri bir karakter taşıyamazlar.
Bu tür örnekler çoğaltılarak verilebilir. Portekiz’de bir siyasi partinin kurulması için Anayasa Mahkemesi tarafından tescil edilmiş olması gerekmektedir. Yine Portekiz’de partiler faşist ideolojiler benimseyemez. Danimarka’da, Avusturya’da, Rusya’da, Polonya’da da benzer uygulamalar görülmektedir.
Sonuç
Sonuç olarak Türkiye’deki siyasi parti yasaklarına benzer uygulamalar diğer ülkelerde de görülmektedir. Ayrıca Fazilet ve Refah Partileri ile Halkın Demokrasisi Partisi hakkındaki AİHM kararı Türkiye lehinedir. Diğer ülkelerdeki parti yasakları ile ilgili maddelerin uygulanmasına fazla rastlamıyoruz. Ancak bunun sebebinin sadece demokratik olmakla ilgisi olmadığı, o ülkelerde ilgili maddelerin uygulanacağı siyasi partiler olmadığı için fazla uygulanmadığı kanısındayım. Türkiye 1923 tarihinden itibaren cumhuriyet rejimini benimsemiş ve demokratikleşme yolunda hızlı adımlar atmıştır. O tarihlerde de pek çok parti kurulmuş ancak yeni kurulmuş bir devletin ve rejimin tehlikeye girebileceği gerekçesiyle partiler kapatılmıştır. İlerleyen tarihlere baktığımızda yine Demokrat Parti’nin baskıcı yönetiminin demokrasiyi engellediği gerekçesiyle kapatıldığını görüyoruz. Bunlar mücadeleci demokrasinin gerekleridir.
Avrupa’daki ülkelerin Anayasalarına baktığımızda, tarihlerinde demokrasilerini tehlikeye düşüren ideoloji ve olgulara karşı önlemler aldığını görmekteyizdir. Örneğin; faşist ideolojiler, dinin kullanılması yasaklanmış, partilerin tüzüklerine belirli sınırlandırmalar getirilmiştir. Tıpkı Türkiye gibi. Bizde de devletin bölünmez bütünlüğü, lâiklik ilkesi bunların arasındadır.
Türkiye’nin demokrasi yolunda hızlı adımlar atması için, parti yasakları ile kişilere verilen siyasi yasaklar arasında orantılı bir karar alması gerekmektedir. AİHM de bu bağlamda aleyhimize kararlar vermiştir. Ayrıca Türkiye karşılaşılan her siyasi parti sorununda kapatmaya gitmemelidir. Kapatılan partilerin üyeleri ve temsilcilerine de verilen yasaklar mutlaka orantılı ve anayasaya uygun olmalıdır.
Demokrasinin sürekliliği için mücadeleci demokrasi anlayışıyla hareket edilmediği takdirde de bir gün demokrasinin yok olacağı muhakkaktır.Bu yüzden “özgürlük düşmanlarına özgürlük tanınmamalıdır.”
Bu bağlamda, Cumhuriyetimizin demokrasi yolunda seksen altı yıldır izlediği politikalar da yanlışlıklar olsa da gelinen nokta da başarılı olunduğunu düşünüyorum.
KAYNAKÇA
1-Kitaplar ve Makaleler
GÖZLER Kemal, Anayasa Hukukuna Giriş, Ekin Yayınları, Bursa 2008
GÖZÜBÜYÜK A.Şeref, Açıklamalı Türk Anayasaları, Turhan Yayınları, Ankara 2007
ONAR Erdal, Türkiye’de Başkanlık veya Yarı Başkanlık Sistemine Geçilmesi Düşünülmeli midir?
ÖDEN Merih, Türk Anayasa Hukukunda Siyasi Partilerin Anayasaya Aykırı Eylemleri Nedeniyle Kapatılmaları, Yetkin Yayınları, Ankara 2003
ÖZBUDUN Ergun, AİHM ve Siyaset Yasakları
SAĞLAM Fazıl, Siyasal Partiler Hukukunun Güncel Sorunları, Beta Yayınları, İstanbul 1999
SAĞLAM Fazıl, Siyasi Partiler Kanunu’nda Uluslar Arası Standartlara Uygunluk Sağlanması için Yapılması Gereken Değişiklikler
TANİLLİ Server, Devlet ve Demokrasi
TEZİÇ Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 2007
2-Diğer Kaynaklar
http://www.ABhaber.com
http://www.anayasa.gov.tr
http://www.genbilim.com
http://www.habervitrini.com
http://www.hukuki.net
http://tr.wikipedia.org